Evet arkadaşlar. Yepyeni bir hikaye ile karşınızdayız. Karşınızdayız çünkü en iyi arkadaşlarımdan birisi olan Midkema ile yazıyoruz. [*]umarım güzel bir şey çıkar ortaya[/*]
Kara elflerin, cücelerin, orkların, goblinlerin, buçuklukların dolu dolu olduğu bir hikaye. Umarım beğenirsiniz.
Bölümleri elimizden geldiği kadar iki günde bir koymaya çalışacağız, aksaklıklar olursa affola.
Eleştirilerinizi ve yorumlarınızı esirgemeyin sakın! :)
Giriş: Gümüş İç Savaş Kılıçları
Mavzubanis'in oluşturduğu ve iki eli arasında yukarıya yükselmekte olan alev toplu Runlas sokakları arasında dolaşmakta ve önüne geleni öldüren goblin grubunun dikkatini çekmişti. Ritbom loncasına üye olan büyücü için bu grup pek birşey sayılmazdı. Kızıl cübbeli büyücü en az cübbesi kadar kızıl olan alev topunu, onu köşeye sıkıştıran goblinlerin üstüne fırlattı. Düşmanların birçoğu alev topunun etkisiyle havaya uçtu, havada süzülen goblinlerin kıyafetleri ve daha önemlisi derileri yanmaktaydı.
"İç savaşın yılışık tarafları," diye böğürdü Mavzubanis. Geriye kalan goblinler az sayıdaydı ve büyü kullanmak bunlar için gereksiz hatta güç azaltıcı bir eylem olarak görülmekteydi. Yerde uzanmakta olan siyah sopasını avuçladı ve en yakındaki goblinin kafasına geçirdi. Cübbesinin etekleri dans etmekteydi adeta. İkinci bir goblin palasını Mavzubanis'in göğsüne doğru salladı. Goblinin kırık dökük dişlerinin arasından kanlar akmaya başlamıştı. Birkaç saniye sonra sırt üstü devrildi.
Gümüş kılıç tüm ihtişamıyla parlamaktaydı. Sarı saçları lüle lüle omuzlarına dökülen mavi gözlü kadın sol elinde bir bayrak tutmaktaydı. Mavzubanis kılıç ile bayrağın üstüne simgelenmiş olan işlemenin aynı olduğunu fark etti. Kahverengi gözlerini bayraktan çekti. "Ecel?" diye söylendi.
"Evet, Ecel." dedi kadın bayrağı yanından geçmekte olan ve etrafı kontrol eden buçukluğa fırlattı. Buçukluk bayrağı bir dala bağladı, dalıda eskiden başka bayrakların bulunduğu yeşil binadaki kapı girişine yerleştirdi.
Buçukluk kadına doğru baktı. "Alisa!" diye bağırdı. "Goblinler ve orklar şehrin bu bölümüne doğru akın ediyorlar. En kısa zamanda burayı terk edip, kara elfler, elfler ve insanların beraber ellerinde tuttukları güvenli bölgeye kaçmalıyız. Colbas mektupta bunları yazmış."
Alisa yeşil binanın girişine doğru ilerledi. Asılı duran bayrağı indirdi ve katlayıp cebine soktu. "Bu bizi ele verir," dedi. Kapıya tekme attı ve evin içersine adımını attı. Mavzubanis ve buçukluk Polas'ta ikisinin ardından içeri girdi.
Evin içinde sadece bir masa bulunmaktaydı ve camları kara bezler ile kapatılmıştı. Havasız, karanlık olduğu için açılan kapıdan evin içine hayal dolmuştu. "Ecel!" diye bir ses duyuldu. Çocuk sesine benziyordu fakat daha kalın gibiydi. Polas ve Alisa aynı anda karşılık verdiler. "Ecel, evet!" Masanın altından bir buçukluğun kafası göründü, kel ve yaşlı bir kafa. "Görmek istediklerimi görüyorum," dedi üstündeki tozu silkelerken. "Baba!" diye karşılık verdi genç Polas. "Seni almaya geldik!" Sesi neşeliydi.
"Şşş!" dedi Alisa baş parmağını dudaklarına götürdü. Mavzubanis masanın üzerinde duran haritayı incelemekteydi. Dışarıdan at sesleri ve tahta tekerlek sesleri gelmekteydi. "Sessiz olun!"
Alisa pencereye doğru yaklaştı, bezi çekti ve dışarıya göz gezdirdi.
"Taraf değiştiren insanlar," dedi üzüntüyle. Polas ve babası Siryus birbirlerine sarılıyorlardı. Sesler azaldı ve bir süre sonra yok oldu. Alisa kılıcını kınına soktu. Masanın üzerinde duran haritaya yöneldi ve incelemeye başladı.
Kılıç sallamaktan avucu terlemişti, eldivenlerini çıkardı ve masanın köşesine bıraktı. Sarı saçlarından boncuk boncuk süzülen terler ile ilgilenmek için zamanı yoktu, bu yüzden saçlarını savurmakla yetindi. Şehrin kuzey kısmı olan Runlas'ın haritasına baktı. Saklandıkları evi buldu ve evin çevresindeki sokakları, caddeleri ezberlemeye başlamıştı. "Diğerleri çok yakında burada olur," dedi Ritbom'a üye olan Mavzubanis.
Alisa, kara elfe onaylayan bir bakış gönderdi. "Aynen öyle," dedi. Polas, Runlas'ın merkezine bakan pencerelerden birinin bezlerini yırtmaya başlamıştı. Mavzubanis ve Alisa şehrin haritasını daha net görebilmekteydiler. Şehrin batı bölümüne doğru parmaklarını götürdü. "Runlas'tan, Lescarbon'a gitmek çok zor görülse bile," dedi Alisa. "İmkansız değil. Çünkü Gümüş Kılıç tekrar bir araya geliyor.''
Mavzubanis gülümsedi. "Keşke biraz daha az goblin öldürseydik. Hiç değilse birkaç grup goblin bıraksaydık."
"Goblin, Ork ve dönek kanına bulayacağız bu şehri," dedi Alisa. Görünüşüne, bakışlarına ve hareketlerine, bu ciddi acımasız sözler pek gitmiyor gibiydi. "Küçük beynim birleşik krallık anlayışı hiç anlayamamıştır," diye karıştı Polas.
"Goblin ve orklar ile dost olmak zehir yutmak gibidir," diye söylendi büyücü. "Krallık zehiri çok önceden yuttu ve şimdi her geçen gün daha fazla zehirleniyor."
"Gümüş Kılıç zehrin panzehiridir," diye fısıldadı Alisa.
Mavzubanis bunu duymuştu. "Umarım başarabiliriz."
Bölüm 3: Gümüş Mayina Müzesi Kılıçları
Ravallo evin salonunu gezmeye başlamıştı. Buçukluk Polas'ı masanın üzerindeki harita ile oynarken gördü. ''Büyümüş,'' diye geveledi. Polas onu fark etmemişti. Cüce çantasını uygun gördüğü bir yere fırlattı. Alisa, Sufthor ile konuşmaktaydı ve konuşma bayağı samimiydi. ''Alisa!'' diye bağırdı Ravallo. ''Diğer kara elfimiz nerelerde?'' Alisa ilk önce cevap veremedi, biraz düşündükten sonra Mavzubanis'den bahsettiklerini anlamıştı. ''Yukarıda,'' dedi bir eli merdivenleri gösterirken. ''Patlayıcılar üzerinde çalışıyor.''
Sufthor sonunda Alisa ile rahat bir konuşma yapma fırsatı bulmuştu. Tam bu anda da ihtiyar cüce konuşmalarını bölmüştü. Eski dostuna kötü bir bakış attı ancak Ravallo bunu fark etmiş gibi görünmüyordu. Alisa'ya "O zaman gidip Mavzubanis'e geldiğimizi söyler misin?" dedi. Alisa'nın yüzünde gözle görülür bir hayret ifadesi oluşsa da Sufthor'un isteğini yaptı. O merdivenlerde gözden kaybolur kaybolmaz Sufthor cüceye doğru koşmaya başladı. Üzerine atladı ve boğuşmaya başladılar. "Seni öldüreceğim!" dedi yalandan bir ciddiyetle. Bu arada buçukluk Polas kıkırdamaya başlamıştı. Bir kara elfle bir cüce, kimin aklına gelirdi ki!
''Öhk!'' gibi garip bir ses çıkardı cüce. Polas masanın üstüne çıkmış sloganlar atmaktaydı. ''Üstümden kalk!'' dedi nefessiz kalan Ravallo. ''Ben yaşlı bir cüceyim yahu! Nasıl genç bir kara elf ile mücadele edeyim?'' sesi neşeliydi. Sufthor ayağa kalktı ve elini cücenin geniş ve büyük ellerinden birine uzatmıştı. Huysuz cücenin sol eli kara elfin sağ elini yakalamıştı ve terleyen bir boğuşmadan sonra tekrar ayaktaydılar. Cüce şapşal ifadesiyle gülümserken masanın üstünde durmakta ve iki elini yukarıya kaldırmış olan buçukluğu gördü. ''Baban nerede evlat?'' diye sordu. Polas boş boş bakındı. Ağzından dökülen cümle şaşırtıcıydı. ''Masanın altında!''
Sufthor da gülümsüyordu. Cüce ile olan boğuşmaları arkadaşlıklarını daha da sağlamlaştırmıştı. Yüzündeki sırıtma sanki oraya yapıştırılmış gibi dururken, Polas'ın hayret verici cümlesini duydu. Sırıtma yüzünden çıkarıldı, dudakları küçük bir "O" şekli aldı. Merdivenden de sesler geliyordu. Arkasına dönüp bakınca Mavzubanis ve Alisa'nın bir konuşmaya dalmış olduklarını gördü. Mavzubanis ile her ne kadar arkadaş olsalar da kıskançlık belirtileri kendini göstermişti. Ancak bir şey söylemedi ve önüne döndü. Karşısında Siryus'u buldu. Öncelikle şaşırsa da, yanına gitti ve arkadaşına sarıldı. Sonunda Gümüş KIlıç tamamlanmıştı. Sufthor şu anda daha önce hiç olmadığı kadar mutlu olduğunu hissetti.
''Masanın altında ne işin vardı ufaklık?'' diye sordu cüce buçukluğa. ''Ufaklık mı?'' diye karşılık verdi Siryus ciddiyetle. Siryus ve Ravallo neredeyse eşit boydaydılar. ''Hazine falan mı arıyordun? Belki elmas? Altın olabilir mi? Ah! O da mı değil? Başka ne olabilir ki?'' cüce gülümsedi ve sonunda eski dostuna sarıldı. Hazine konusu gözlerinin önüne Madkant Loncası'nda iken yaşadığı tecrübeleri ve gördüğü değerli eşyaları getirmişti.
''Goblin ve orklar yüzünden bir ay boyunca, evet tam bir ay boyunca masa altında saklandım,'' minik gözleri ona yuva olmuş masanın altına kaydı. ''Belki halen korkuyorum, belkide yuvamı çok seviyorum, başka bir ihtimal oraya alışmış olmam.''
Sufthor bugün gülümsemekten hiç bıkmayacaktı. Tüm eski dostları ile yeniden buluşmuştu, aralarında adlandıramadığı bir bağ olduğunu hissettiği kız ile konuşma fırsatı bulmuştu, ve muhtemelen hep beraber bir göreve çıkacaklardı. Eski günlere dönmek gibisi yoktu.
"Yemekler hazır!" diye seslendi Alisa. Sufthor şaşırdı. Yemek yiyeceklerini hiç düşünmemişti ancak karnı açtı. Goblin dövüşünden beri ağzına bir lokma bir şey sokmamıştı ve zor bir yolculuk geçirmişti. Herkes birbiriyle konuşarak o uzun masanın bulunduğu odaya doğru ilerlediler. Alisa yeniden seslendi. "Unutmayın, önünüzdekileri bitireceksiniz sadece. Bugünlerde bunları bile bulmak çok zor." Sufthor ayrı geçen zamanlarda Alisa'nın biraz daha otoriter bir tavra sahip olmaya başladığını anladı.
Birbirinden çok farklı ırkların oluşturduğu grup, yemek masasına oturdu ve gerek yiyerek, gerek konuşarak harika vakit geçirdi.
Mavi pelerinini çıkarmıştı Granbenom'un oğlu ve onun yerine arkasında Gümüş Kılıç işlenmiş peleriniyle oturduğu sandalyede çok havalı durmaktaydı. Elinde tuttuğu kadehi başka bir kadehe vurdurdu, masadaki sesler kesilmedi, ikinci kez vurdu yine kesilmedi. ''Lanet olsun! Biraz susar mısınız?!'' diye atıldı. Bütün yüzler ona dönmüştü. Herkes dillerini yutmuş gibiydi, tek çıt dahi çıkmamaktaydı. ''Evet. Çok güzel. Burada neden toplandığımızı unutmamamız gerek. Ve daha fazla ses yapmayı kesin. Yoksa sabahı göremeyiz!''
Herkes suspus olmuş Granbenom'un oğlunun söyleyeceklerini dinliyorlardı. Adamın gerek ses tonunda, gerek hareketlerinde her türden ırkı etkisi altına alan, kendisini dinlemeye iten bir şeyler vardı. Hiç kimse ne yemek yiyor, ne bir şeyler içiyordu. O ara bir çiğneme sesi geldi. Herkes sesin geldiği yere döndü. Ravallo başını öne eğmiş, yavaş yavaş bir şeyi çiğniyordu. Kimseden çıt çıkmadığı için, ses kolaylıkla duyulmuştu. Ravallo herkesin ona baktığını görünce inanılmaz bir hızla arkasına döndü ve ağzındakini tükürdü. Alisa hariç herkes kahkalara boğulurken, Alisa da hayret ifadesi ile bakıyordu. Buranın bakımı ona aitti ve cüce yerleri kirletmişti. Tam onu azarlamak için ağzını açacaktı ki kurucunun oğlu bir elini kaldırdı. Ve herkes yeniden sustu. Ravallo bile yüzünü ona dönmüş merakla dinliyordu. Ve sonra kurucunun oğlu yeniden konuşmaya başladı.
Latte Kaynon sandalyede doğruldu. Kendisini pür dikkat izleyen gözlere bir bir bakmaktaydı. Polas'ın gözlerinin içindeki heyecanı görebiliyordu. Siryus'un gözlerinde ise korku ve tedirginlik hüküm sürmekteydi. Latte konuşmaya başladı. ''Taraf değiştirenler ile dolaştığım süre içinde çok fazla şey öğrendim. Goblin ve ork komutanlarına içki içirip onları konuşturmak çok eğlenceli. Düşmanla o kadar yakın oldum ki, beni taraf değiştiren insanların komutanlarından biri yaptılar. Goblin kralı Zannobag ve ork kralı Vangostagap'ın tüm planlarını ezberledim diyebilirim. Yarın gece bu saatlerde, gecenin en koyu olduğu vakitte Mayina bölgesinde bulunan büyük müzeye saldırı düzenleyecekler. Gece saldıracaklar çünkü; gündüzleri oranın yüz metre yakınına bile yaklaşamayacaklarını biliyorlar,'' dedi. Kadehine Alisa tarafından doldurulmuş olan şaraptan bir yudum aldı. ''Gece gelecekler, siyah kıyafetler giyecekler, görünmeyecekler ve müzede bulunan tüm sanat eserlerini çalacaklar. Plan değişmediyse daha büyük bir ordu ile gelmeyecekler. Hedefleri eserleri çalıp savaşa katılmamış olan yerlerde satışa sunmak. Bunların karşılığında ya altın alacaklar, yada silah ve teçhizat.''
Herkes pür dikkat Latte Kaynon'a odaklanmıştı. Söyleyecekleri, çıkacakları görev için çok önemliydi ve bunları öğrenmeden geçmemeleri gerekiyordu. "Bir şey sorabilir miyim?" dedi Polas. Her ne kadar heyecanlı ve meraklı olsa da bu tür işlere aklı yatkındı, ve basit olaylardan çok önemli şeyler çıkarabilirdi.
"Tabii ki, Polas." diye karşılık verdi Latte.
"Büyük bir ordu ile gelmeyecekler dedin, kaç kişi gelecekler? "
"Kesin bir sayı yok elimizde. Ancak müzeyi soymaya yetecek kadar kişi getireceklerine eminim. Aptal olsalar bile, o kadar da değiller."
Herkes yeniden sus pus oldu. Gümüş Kılıç aptallardan oluşmuyordu, hepsinin aklı arı gibi çalışıyordu. Muhtemelen herkesin aklında birer ikişer bu saldırıyı sabote etme taktikleri bulunuyordu. Sonra Polas yeniden konuştu. "Peki bizim planımız ne?"
Latte gülümsedi, şarabından bir yudum daha aldı. ''Şarapsız olmuyor, kafam fazla çalışmıyor,'' dedi ve tekrar içten bir gülümseme gönderdi. ''Görevimiz soygunu engellemek, müze kapanırken orada olmak ve tüm geceyi müze içerisinde geçirmek. Herkes görevi anlamıştır zaten,'' dedi masayı kontrol ederek. Kafalar bir aşağı, bir yukarı sallanmıştı. ''Sevindim,'' diye fısıldadı.
Aklına bir şey daha gelmişti. ''Ah bir şey daha var!'' diye atıldı Latte. ''Müzede iki görevli bulunmakta, gece nöbetini tutan elfler. Gündüzleri bildiğiniz gibi insan bekçiler güvenliği sağlamakta. Volseyus elfleri,'' diye söylendi. ''Elesgard ve Sarilsiya. Volseyus'a yapılan baskından, daha doğrusu köyde yapılan katliamdan sağ kurtulan iki elf. Bu biraz beni şüphelendiriyor. Goblinler ve orklardan kurtulabilen çok az canlı bulunur, gerçi Elesgard ömür boyu taşıyacağı bir iz ile cezalandırılmış, görevliler karşısında dikkatli olmalıyız. İki olan gözümüzü dörde çıkarmalıyız.''
Masada bulunanlar anladıklarını belirterek başlarını bir aşağı bir yukarı salladılar. Sonra da sessizce içmeye ve kalanları yemeye devam ettiler. Yoğun bir sessizlikle geçen birkaç dakikanın ardından, Latte yeniden konuştu. Sesinde biraz dalgınlık vardı, anlaşılan yavaş yavaş sarhoş oluyordu ancak bünyesi zayıf biri olmadığı da belliydi. "Pekala. İsteyen gidip uyuyabilir. İsteyen de sabaha kadar burada kalıp konuşmayı seçebilir. Yalnız içkileri fazla kaçırmayın. Yarınki görev çok önemli. Ve yarın, BÜTÜN gün dinleneceksiniz. Bütün gün. Anlaşıldı mı?" Kafalar yeniden aşağı yukarı sallanmaya başladı.
Latte biraz daha bekledi. Kimin gidip kimin gitmeyeceğine bakıyordu anlaşılan. Bir süre sonra kimse yerinden kıpırdamayınca, konuşmaya başladı. Ve o gün eski dostlar geçmişten bahsettiler. Canları sıkılana, uykuları gelene kadar geçmişten bahsettiler.