Giriş / Tanıtım
Tanrı son bir şans vermişti, dünya üzerinde bulunan üç elf boyu çarpışacaktı. Gezegende vahşet büyümüştü, tam bir kaos ortamı hakimdi. Meclisi ile toplaşıp bir karar vermişti, bir savaş olacaktı, bu savaş dünyanın tam merkezi olan Yitik Ova'da yaşanacaktı. Önceden hazırlıklar yapılmıştı, ovanın her bölümüne büyük hendekler kazılmıştı. Hendeklerin kazımında melekleri kullanmıştı. Bu tanrının planının parçasıydı. Savaşta bu kuyulara en çok hangi boydan asker düşerse, o boy yerin altında yaşamlarına devam edecekti. Bir diğer plan ise kaçanların üzerinde uygulanacaktı, aslında bu plan sayılmazdı. Savaştan en çok hangi boydan asker kaçarsa onlar gökyüzünde, bulutların tepesinde yaşamlarını sürdüreceklerdi. Savaşın sonunda Yitik Ova'da en çok hangi boydan elf kalırsa, onlar ki, tüm dünyanın hakimi olacaklardı.
Karanlığın ve Gecenin Kardeşi
Deniz asiydi, kızgındı, cinnet geçiriyordu sanki. Goldem elflerinin en çok savaş kazanan lideri atıyla denizin sesini dinliyor, bir yandan da savaş ile ilgili planlar yapıyordu. Kara saçları, kara zırhı, kara teni, kara gözleri ile geceye rakip olmuşa benziyordu. Geceyi kokladı, askerlerinin yaktığı kamp alevlerine, küçük fakat savaşta ve savaş öncesi onlara çok büyük yardımları dokunacak olan taşınabilir demircilerden yükselen alevler eşlik etmekteydi. Bir kaç metre önünden geçen, arkadaşlarının ona ''Huysuz Temur'' diye seslendikleri komutan bile mutlu görünüyordu.
''Şarap,'' diye söylendi komutan. ''Daha fazla içmek istiyorum. Liderimiz Walldar çok yaş...''
Adam sözlerini bitiremeden tükettiği içkilerin etkisiyle düşüp kalmıştı. Walldar ona küçümser bir bakış gönderdi ve atını çevirip askerlerinin kamp kurduğu Kara Orman diye adlandırdıkları bölgeye doğru koşturdu. Ormana bu adı Walldar vermişti, bizlerin kara olduğu gibi, bu ormanda bizler gibi olmalı demişti.
''Dört gün önce kaleden çıktığında nereye gittin!'' diye çıkıştı liderin arkasından atını süren kara elf kızı.
''Peki sen neden bu cehennemdesin Canesline?'' diye cevapladı, bu kızın sorduğu sorunun cevabı değildi. Canesline yüzünü buruşturdu. Walldar onun yüz ifadesini görmek için döndüğünde önlerinden geçen sincaplardan birini ezebilirdi. Sağ ve sol kulağına dövülen kılıçların sesleri gelmekteydi, bu sesi seviyordu. Onun her zaman dinlemek istediği, bu yüzden durmadan sefere çıktığı şarkıydı. Sesler biraz olsun azaldığında yeni bir ses duyuldu. Askerler zırhları ile oturduklarından her hareketlerinde metal sesleri yükselmekteydi. Fakat bu ses kirliliğini bastıran başka bir ses daha vardı.
''Walldar'dır bizim liderimiz
O isterse bizler her yere gideriz
Geceyle kutsandık biz!''
Goldem Kara Elf Devleti'nin askerleri hep bir ağızdan liderlerini anlatan ''Karanlığın ve Gecenin Kardeşi'' şarkısını söylemekteydiler. Lider şarkıya kendini kaptırmıştı, yanına gelip kılıcının kabzasıyla onu rahatsız eden Canesline'nin farkında bile değildi.
''Kadınları buraya sen getirdin,'' diye cevapladı geç de olsa kız. ''Hem de Son Savaş'ta kadınların olmamasını bildiren yazılı kanunu hiçe sayarak!''
''Her neyse, dört gün önce neden ortadan kaybolduğu mu sormuştun değil mi?''
Kız başını evet anlamında aşağı yukarı salladı, güzel biri sayılmazdı, lakin Walldar'ın eşiydi.
''O halde atını uçurma zamanı! Benimle birlikte at sürme vakti!''
Askerlerin şaşkın bakışları arasında iki at şaha kalkarak ilerlemeye başladılar, önde liderin atı, arkada ise liderin eşinin atı tozu dumana katmaktaydı.
''Daha ne kadar gideceğiz,'' diye sordu Canesline.
''Dünyanın merkezine geldin,'' diye yanıtladı gülümseyerek Walldar, elini kılıcından ayırmadan atıyla bayırdan aşağıya koşturmaya başladı.
Canesline onun kadar iyi binici olmadığı göstermişti, çok acele ettiği için atının ayakları kaymış ve kayalara çapmışlardı. ''Bir şeyim yok,'' diye gülümsedi Calestine, Walldar'ın her zaman ki küçümseyen bakışlarına karşılık olarak.
''İşte,'' dedi Walldar. ''İşte sana Yitik Ova!''
Canesline gözlerine inanamıyordu, tanrılar tarafından yerleştirilmeleri kesinleşmiş olan bölümde dev mancınıklar hendeklere yine onlar kadar dev taşları fırlatmaktaydılar.
Walldar'ın kahkahası mancınıkların başında beklemekte olan askerlerin dikkatini çekmişti, hepsi Goldem zırhını kuşanmış, güneş altında ter ile parlayan kara elflerdi.
Karanlığın ve Gecenin Kardeşi
Deniz asiydi, kızgındı, cinnet geçiriyordu sanki. Goldem elflerinin en çok savaş kazanan lideri atıyla denizin sesini dinliyor, bir yandan da savaş ile ilgili planlar yapıyordu. Kara saçları, kara zırhı, kara teni, kara gözleri ile geceye rakip olmuşa benziyordu. Geceyi kokladı, askerlerinin yaktığı kamp alevlerine, küçük fakat savaşta ve savaş öncesi onlara çok büyük yardımları dokunacak olan taşınabilir demircilerden yükselen alevler eşlik etmekteydi. Bir kaç metre önünden geçen, arkadaşlarının ona ''Huysuz Temur'' diye seslendikleri komutan bile mutlu görünüyordu.
''Şarap,'' diye söylendi komutan. ''Daha fazla içmek istiyorum. Liderimiz Walldar çok yaş...''
Adam sözlerini bitiremeden tükettiği içkilerin etkisiyle düşüp kalmıştı. Walldar ona küçümser bir bakış gönderdi ve atını çevirip askerlerinin kamp kurduğu Kara Orman diye adlandırdıkları bölgeye doğru koşturdu. Ormana bu adı Walldar vermişti, bizlerin kara olduğu gibi, bu ormanda bizler gibi olmalı demişti.
''Dört gün önce kaleden çıktığında nereye gittin!'' diye çıkıştı liderin arkasından atını süren kara elf kızı.
''Peki sen neden bu cehennemdesin Canesline?'' diye cevapladı, bu kızın sorduğu sorunun cevabı değildi. Canesline yüzünü buruşturdu. Walldar onun yüz ifadesini görmek için döndüğünde önlerinden geçen sincaplardan birini ezebilirdi. Sağ ve sol kulağına dövülen kılıçların sesleri gelmekteydi, bu sesi seviyordu. Onun her zaman dinlemek istediği, bu yüzden durmadan sefere çıktığı şarkıydı. Sesler biraz olsun azaldığında yeni bir ses duyuldu. Askerler zırhları ile oturduklarından her hareketlerinde metal sesleri yükselmekteydi. Fakat bu ses kirliliğini bastıran başka bir ses daha vardı.
''Walldar'dır bizim liderimiz
O isterse bizler her yere gideriz
Geceyle kutsandık biz!''
Goldem Kara Elf Devleti'nin askerleri hep bir ağızdan liderlerini anlatan ''Karanlığın ve Gecenin Kardeşi'' şarkısını söylemekteydiler. Lider şarkıya kendini kaptırmıştı, yanına gelip kılıcının kabzasıyla onu rahatsız eden Canesline'nin farkında bile değildi.
''Kadınları buraya sen getirdin,'' diye cevapladı geç de olsa kız. ''Hem de Son Savaş'ta kadınların olmamasını bildiren yazılı kanunu hiçe sayarak!''
''Her neyse, dört gün önce neden ortadan kaybolduğu mu sormuştun değil mi?''
Kız başını evet anlamında aşağı yukarı salladı, güzel biri sayılmazdı, lakin Walldar'ın eşiydi.
''O halde atını uçurma zamanı! Benimle birlikte at sürme vakti!''
Askerlerin şaşkın bakışları arasında iki at şaha kalkarak ilerlemeye başladılar, önde liderin atı, arkada ise liderin eşinin atı tozu dumana katmaktaydı.
''Daha ne kadar gideceğiz,'' diye sordu Canesline.
''Dünyanın merkezine geldin,'' diye yanıtladı gülümseyerek Walldar, elini kılıcından ayırmadan atıyla bayırdan aşağıya koşturmaya başladı.
Canesline onun kadar iyi binici olmadığı göstermişti, çok acele ettiği için atının ayakları kaymış ve kayalara çapmışlardı. ''Bir şeyim yok,'' diye gülümsedi Calestine, Walldar'ın her zaman ki küçümseyen bakışlarına karşılık olarak.
''İşte,'' dedi Walldar. ''İşte sana Yitik Ova!''
Canesline gözlerine inanamıyordu, tanrılar tarafından yerleştirilmeleri kesinleşmiş olan bölümde dev mancınıklar hendeklere yine onlar kadar dev taşları fırlatmaktaydılar.
Walldar'ın kahkahası mancınıkların başında beklemekte olan askerlerin dikkatini çekmişti, hepsi Goldem zırhını kuşanmış, güneş altında ter ile parlayan kara elflerdi.
Savaş öykülerinde savaştan dahada güzel bölümler olabiliyor işte tam buradaki gibi. Askerlerin akşam eğlenceleri ve konaklamaları tamamen savaştan çok daha ilgi çekici, orduların yaptıkları hazırlıklar ve savaş alanının adapte edilmesi ama bence hepsinden daha iyisi tepeden izlenen büyük ve kudretli gözüken bir ordu bu sahneyi güzel anlatan bir öyküde bence savaş sahneleri bu sahnelere göre daha saydam kalıyor. :) Görünüşe göre sende bu dediklerimi yeterince iyi yapıyorsun . :)
Araladbarg Sınırı
Bölüm 1
Molven Colandoran ve babasının üçüncü evliliğinden doğan, on sene evvel yaşanan ''Kızılyüz'' salgınından sağ kurtulmayı başaran, aynı soy ismi taşıdığı üvey kardeşi Endar ile atlarının üzerinden orduya liderlik yapmaktaydı. Yolları giderek daralıyor ve zorlaşıyordu, bir kaç metre sonra gür yeşil ağaçlarla kaplanmış iki dağın arasından geçeceklerinin farkına vardılar. İki kardeşin yüzü aynı anda buruştu ve atlarını çevirerek arkalarında sonu görünmeyen ordularının askerleriyle bakıştılar. Askerlerin bulundukları yol da çok dardı, işte orada bir hareketlilik peydahlandı, miğferi kuru yapraklar ile kaplanmış bir adam ileriye atıldı. Onlarca askerin arasından çıkmış olduğu için kendisini şanslı sayıyordu, şaşkın bakışlar arasında derin derin nefes aldı. ''Aylaklık etmemeliyim,'' diye düşündü ve Molven ve Endar'ın bulunduğu bölüme doğru ilerlemeye başladı.
Endar kendilerine doğru yaklaşmaktaki bu yüzü tanımıyordu, belki de tanıyordu fakat hatırlamıyordu. Molven Colandoran, ''Güz'' adını verdiği ak atını sakinleştirmeye çalışmaktaydı. Endar kendisinin bile duyamadığı fısıltıyla ağabeyine gelenin kim olduğunu sormuştu. ''Gwiki,'' diye yanıtladı durgun ses tonuyla ağabeyi. Bu kısa cevaptan tatmin olmamış gibi devamını getirdi. ''Jeroet Klanı'ndan Gwiki.''
Yaklaşanın Gwiki olduğunu öğrenen Endar aklının karanlık köşelerinde bir keşfe çıktı. Jeroet Klanı'nın, Colandoran Klanı'na duyduğu düşmanlığı hatırlaması uzun sürmemişti.
Gwiki yanlarına geldi, her ikisinin önünde eğilerek onları selamladı. Adamın siyah askeri üniforması geçtikleri yolların etkisiyle tozlanmıştı ve çamurlamıştı. ''Ne oldu? Neden buradasın?'' diye sordu Molven merakla.
Gwiki Jeroet, eğildiğinde ve daha öncesinde tozlanan üniformasını elleriyle silkeledi. ''Onları boş ver,'' diye söylendi Molven tekrardan.
''Efendim,'' diye konuşmaya başladı Gwiki. Ses tonu gerçek bir Jeroet'li gibi sert ve keskin çıkmıyordu, sanki hasta olmuş da sesi kısılmış gibiydi. Konuşmasına devam etmek için Endar'a çekingen bir bakış gönderdi. Endar kafasını sağa doğru eğdi, yanaklarında gülümseme vardı.
''Araladbarg topraklarına giriyoruz efendim, şu ileride görmüş olduğunuz dağların içinden geçersek bizi böcek ezer gibi ezerler.''
''Nereden biliyorsun?'' diye karıştı Endar ve Molven'in muhafızlarından biri, adı Hankiran'dı, genç ve güçlü bir muhafızdı. İki kardeş muhafıza sert bir bakış gönderdiler, Gwiki belinde bağlı duran kuşağına ellerini geçirmiş liderlerine bakmaktaydı.
''Şey, efendim,'' diye konuşmaya çalıştı Gwiki. Molven sağ elini kaldırdı ve onu susturdu.
''Jeroet'ler, Araladbarg elflerine uzun seneler boyunca hizmet etmişlerdir, hatta ilk Jeroet, o zamanın Araladbarg Kralı Lasven'in yardımcısıymış. Bundan ikiyüzelli sene önce gerçekleşen İç Savaş'ta, Araladbarg'lar bu savaşa Kan Savaşı derler, Jeroet, Malvedon, Golander gibi bazı klanlar krallarına karşı geldiler ve isyan ettiler, bir çoğu katledildi. Geri kalanlara kapılarımızı açanlar bizler olduk.''