Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Liman Kenti => Yolgeçen Hanı => Genel Kültür => Konuyu başlatan: ryuk - 25 Haziran 2013, 21:08:42

Başlık: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 25 Haziran 2013, 21:08:42
Giriş

Pasif Direniş ve Şiddetsizlik: Gandhi


(http://th07.deviantart.net/fs70/200H/i/2011/335/a/c/mahatma_gandhi_quote_protest_by_thesaygi-d4hurp6.jpg)

Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız. - Mahatma Gandhi

Mohandas Karamçand Gandhi, Atatürk'ten sonra belki de en saygı duyduğum liderdir. Aslında kendisi "lider" olarak adlandrılmaktan hoşlanmazdı sanırım ama bu konumuzun dışında. Kendisinden Sansritçede "büyük" anlamına gelen "maha" ve "ruh" anlamına gelen "atma-atman" dan türetilmiş "mahatma", yani "ulu ruh" diye bahseder onu sevenler.

(http://talkvietnam.com/uploads/2012/07/mahatma-gandhi-shown-1938-accompanied-young-followers-walking-bea-484321.jpg)

Buradan (http://tr.wikipedia.org/wiki/Mohandas_Karam%C3%A7and_Gandi) kendisi ile ilgili genel bilgiye sahip olabilirsiniz.

Gandhi neden önemli bir kişidir? Çünkü belki de insanlık tarihinde ilk kez bu adam sayesinde kitleler sömürüden, kölelikten, hayvan yerine konarak aşağılanmaktan tamamen barışçıl yollarla kurtulmuşlardır.

Davasının felsefesini şöyle anlatır:

"Onlara karşı koyacağım, fakat bu öldürerek olmayacak. Kazanayım ya da kaybedeyim, elime kimsenin kanı bulaşmayacak. Ben, onlara itaat etmeyi reddececeğim. Kendilerinde olmadığı için benden zorla almak zorunda oldukları emeğimi onlara sunmayacağım.
Beni dövecekler, bana işkence edecekler, belki de beni öldürecekler. Eğer bunu yaparlarsa ellerine geçen sadece soğuk cesedim olacak. İtaatim ve emeğim değil."

Ona göre kötüler çok güçlü olabilirler, bir an için belki de hiç yenilmeyecekmiş gibi görünebilirler ama dürüstlüğün ve azmin karşısında, sonunda mutlaka yenilirler.

Einstein, Gandhi hakkında şöyle söylemiştir: " Bu ufak-tefek adamın elinde büyük icatlar yoktu, ordular yoktu. O kararlılığı, barışçıllığı ve azmi ile halkını kurtuluşa götürmüştür. Gelecek nesiller, dünya üzerinde böyle yüce birinin yaşamış olduğuna belki de inanamayacaklardır."

Hayatını anlatan bir film çekilmişti. İzlemenizi öneriyorum. Filmde Gandhi'nin düşünceleri ve barışçıl mücadelenin esasları yeterli düzeyde işlenmiş. (http://www.imdb.com/title/tt0083987/)



Açtığım her başlıkta olduğu gibi buraya da zaman ilerledikçe eklemeler yapacağım. Şimdilik sadece bir genel bilgilendirme idi amacım. Sürecek :)

Spoiler: Göster
(http://3.bp.blogspot.com/-RWS8B_2rgkE/TwBfZc4ffHI/AAAAAAAADxA/RRbVi6RJ3qw/s1600/Gandhi-692673081-large.jpg)
Başlık: Ynt: Pasif Direniş ve Şiddetsizlik: Gandhi
Gönderen: Brsykt - 03 Temmuz 2013, 21:57:40
Teorik açıdan örnek alınası düşünceleri var ama şu tüketim çağında sömürgeciliğe sağlam bir başkaldırı bu yollarla olmaz olursa da para sahiplerinin vereceği +100 dolara bir çok köle daha bulunabilir.
Bu dönem de en çok ihtiyacımız olanın direniş olduğu gerçek ancak savaştığı somut bir kavram yok.
Tamam ben direneyim ama neye karşı?
Başlık: Ynt: Pasif Direniş ve Şiddetsizlik: Gandhi
Gönderen: ryuk - 04 Temmuz 2013, 15:20:18
Kanımca en iyi başlangıç, tüketim çılgınlığına karşı durmak olacaktır. Nasıl ki geçmişte toprak ağalarının kölelere,serflere ihtiyacı olduysa, şimdinin sermayedarlarının da tüketicilere ihtiyacı var.

Düşünmeden tüketmenize ihtiyaçları var. Tükettiğiniz şeye gerçekten gereksiniminiz olup olmadığını düşünmeden tüketmenize. ne işe yaradığını bile tam anlamadan, size sunulan, reklamı yapılan tüm şeyleri tüketmenize.

Öyle ki sadece o "şeye" sahip olmak doyurmasın sizi. Size herşeyden hızla bıkmayı, sıkılmayı öğretirler, böylece sürekli alınacak yeni "şeyler" olur. Böylece sizler de sürekli tüketen, tüketim bağımlısı zombilere dönüşürsünüz.

(http://s29.postimg.org/j4pnewqdj/1045006_533734420020092_2007774891_n.jpg)

"Tüketmiyoruz" kampanyası (http://eksisozluk.com/tuketmiyoruz-kampanyasi--3867936?p=1)

Yapılabilecek çok güzel şeyler var :)
Başlık: Ynt: Pasif Direniş ve Şiddetsizlik: Gandhi
Gönderen: Brsykt - 04 Temmuz 2013, 15:57:46
İşte uygulama kısmına gelince gandhi'nin düşünceleri geçerliliğini yitiriyor.
Dediğim gibi ben tüketmeyi bıraksam sen tüketmeyi bıraksan ne değişir?

Spoiler: Göster
Coca Cola İçecek  CEO'su Michael A. O’Neill, şirketin 2009’un dokuz aylık döneminde konsolide satış hacmini bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 11,3 artışla 476,7 milyon ünite kasaya, net satışlarını ise yüzde 8,5 artışla 1 milyar 983,7 milyon liraya çıkardıklarını, kârlarının ise 176,5 milyon TL olarak gerçekleştiğini bildirdi.


Kapitalizme karşı böyle bir devrim gerçekleştirmek için öncelikle ihtiyacımız olan kitlelerin bilinçlenmesi ki bu da kimsenin işine gelmez bu değirmenin suyunu döndüren bu fabrikaların sömürgesi.

Şu anki ekonomik sistemi kökten değiştirmek pasif direnişle olmaz bence.
Dediğim gibi teorikte güzel ama uygulanası değil.

Açıkçası Gandhi nasıl başardı bunu onuda anlayamadım.
Başlık: Ynt: Pasif Direniş ve Şiddetsizlik: Gandhi
Gönderen: ryuk - 10 Temmuz 2013, 11:54:24
Yaptıklarımızın birşeyleri değiştirmeyeceği inancıdır kendimize olan güvenimizi kıran. Birdenbire kocaman bir değişim olmasa dahi bir şekilde başlamak fena olmaz değil mi :)

Hem Gandhi'nin düşüncesi uygulamada başarısız olsaydı bu gün Hindistan hala İngiliz sömürgesi olurdu.

Büyük ya da küçük. Daha iyi olmak için, daha "insan" olmak için çabalamayı sürdürmeliyiz.

Spoiler: Göster
(https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn1/1013588_10151514673511560_679605992_n.jpg)


"Tüketmiyoruz" kapmanyası için örnek olabilecek görüşleri ekliyorum yazıma:

İşin özünü anlatan bir ifade (http://eksisozluk.com/entry/35102009)

örnek 1 (http://eksisozluk.com/entry/35098730)

örnek 2  (http://eksisozluk.com/entry/35090454)

örnek 3 (http://eksisozluk.com/entry/35091469)

örnek 4 - o kadar da etkisiz değilmişiz :) (http://eksisozluk.com/entry/35103219)

örnek 5 - aynı zamanda tasarruf demek (http://eksisozluk.com/entry/35248631)

örnek 6 (http://eksisozluk.com/entry/35088911)

Bu gerçekten iyi :) (http://eksisozluk.com/entry/35087449)

Argo ve aşağılama içermesine karşın, tepkinin nasıl işlediğini, nasıl sonuç vereceğini anlatan bir görüş (http://eksisozluk.com/entry/35089214)

Daha fazla örnek de verilebilir. Bunlar sadece küçük bir kısım.


Kitlelerin bilinçlenmesi için öncelikle kişilerin bilinçlenmesinin gerektiğine inanıyorum. Birilerinin işine gelse de gelmese de, yavaş yavaş da olsa bu gerçekleşiyor. Kendi adıma bunun için üstüme düşeni yapıyorum - yapmaya çalışıyorum.

Birşeylerden rahatsız olan, birşeylerin eksik-yanlış olduğunu hissedenler şiddete başvurmak ve nefret söylemleri gerçekleştirmek yerine bu yolu izlerse; hemen olmasa da bir gün dünyanın daha güzel, daha yaşanılır bir yer olacağına inanıyorum.

Çok meşgul olduğum için daha detaylı bir yazıyı şimdilik yazamıyorum fakat zamanım olduğunda yapacağım. Fikirlerinizi iyi-kötü paylaştığınız için teşekkür ederim :)


John lennon demiş ki:

“Şiddet kullanmak zorunda kalmaya gelirse iş, sistemin oyununu oynuyorsunuz demektir. Kurulu düzen seni tahrik edecektir, sakalını çekecek, yüzünü dürtüp seni kavga etmeye zorlayacak. Çünkü seni şiddete bir yöneltince nasıl başa çıkacaklarını bilirler. Başa çıkmayı bilmedikleri tek şey pasif direniş ve mizahtır.”




Güzel bir şiddetsiz mücadele örneği. üstelik eğlenceli  ;D (http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/132117/rmi-gaillard-polislere-karsi)
Başlık: Sürdürülebilir Yaşam
Gönderen: ryuk - 25 Temmuz 2013, 19:42:56
Çok güzel bir kitap önereceğim size. Sadece düşünmekle kalmayıp; uğraşmak, denemek, üretmek istiyorsanız yararını görceksiniz: Şehirdekiler için sürdürülebilir yaşam rehberi!

Spoiler: Göster
(http://mcdn01.gittigidiyor.net/rw/idefix/1036/428278_2.jpg)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 13 Ekim 2013, 02:38:55
Her görüşüne katıldığımı söyleyemesem de güzel yazmış michael kişisi.

Uyarı: Biraz küfürlü bir yazıdır.

Okumak için tıklayın. (http://michaelsikkofield.blogspot.com/2011/05/ksa-bir-duyuru.html)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 06 Aralık 2013, 23:21:23
Burası için bir sürü taslak yazı yazmıştım. Fakat bu gün elime aldığım bir kitap, yazılarımın çoğunu boşa çıkardı.


Usta karikatürist ve düşünce adamı Memo Tembelçizer, yeni kitabı "Fak" ta anlatmak istediklerimin çoğunu benden çok daha başarılı bir şekilde anlatmış. Alınız, okuyunuz efendiler.

Kendisinin bir çalışmasını da örnek olarak ekleyeyim ki nasıl bir üsluba sahip olduğunu görebilin. (http://www.memotembelcizer.com/cizgiroman/iddiaediyorum/iddia-02.jpg)

Not: Kitap çizimlerden değil yazılardan oluşmaktadır. Karikatürü örnek olması için koydum.

Spoiler: Göster
(https://fbcdn-sphotos-d-a.akamaihd.net/hphotos-ak-prn2/p480x480/1236236_544443338981922_737606105_n.jpg)



Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 16 Aralık 2013, 22:43:55
Ömer Hayyam'ın dediği gibi:
"Bir sır daha var, bütün çözdüklerimizden başka
Bir ışık daha var, gördüğümüz ışıklardan başka
Hiçbir yaptığınla kifayet etme, geç öteye
Bir şey daha var, bütün yapılanlardan başka"


Dünyayı kurtarmaktan bahsediyorum. Peki kendi coğrafyamız?

Bu topraklardaki sorunlardan biri de farklı insanlara olan olumsuz tavırlar. Fakat cahil kalabalık bilmez ki toplumları ilerletenler hep farklı insanlar olmuştur.

Hımbıllar ister ki herkes onlar gibi olsun. Onların sevdiği müziği sevsin, onların okuduklarını okusun (gazete, kitap vb), onlar gibi eğlensin, hedefleri onlarınkine benzesin, onlar gibi yaşasın.

Yine bu hımbılların şikayetleri de hep aynıdır. Ülkenin ilerlememesi, insanların tembel oluşu (kendileri de tembeldir bu arada), çeşitli alanlarda başarı gösteremeyişimiz, mucit çıkaramıyor olmamız, kısaca bizden bir şey olmaması.

Hımbılların hep beraber düşünemedikleri şey ise, hep aynı olan insanların hep aynı şeyleri yaptıkları ve bu yüzden de hep aynı sonuçlarla karşılaştıklarıdır.

Elinizde hep aynı malzemeler varsa ve sürekli aynı pişirme metotlarını uyguluyorsanız hep aynı yemeği yersiniz.  Hımbıllar ister ki tavadaki sucuğa kırdıkları yumurtadan iskender kebap çıksın.

'Muayyen işler başarabilmek için muayyen bir insan olmak gerektiğini' düşünmezler (zaten genel olarak düşünememektedirler). Kendilerinin muayyen bir insan olamamasını geçelim, zaten olamayacaklar; hımbılları gıcık yapan, muayyen insanları hımbıllaştırma çabaları ve muayyen olma potansiyeli gösterenlerin bu potansiyellerini de baltalamalarıdır.

Örneğin spor deyince hep futbol gelir hımbılların aklına. Futbol dışındaki sporları spor olarak görmezler, bir nebze geniş görüşlü olan hımbıllar basketbol, voleybol’a  (onu da voleybolcu kızların kalçalarına hürmeten) haklarını teslim etmeye ucundan kıyısından yaklaşmaya başlamış dahi olsalar; içinde top olmayan bir spor, onlar için spor değildir. Eskrim yaptığınızı duyduklarında (böyle bir sporun varlığından haberleri varsa) söyleyecekleri “o ne öyle, ben seni eskrim hehehe”, "tığ gibi kılıçlarla çıt çıt o ne öyle spor mu olurmuş” ve buna benzer şeyler olacaktır. Zaten bunun gibi heves baltalamalarını takip eden desteksizlikler nedeniyle eskrimde(ve “o ne öyle” diye eleştirilen diğer spor dallarında) ciddi bir başarı gösterebildiğimiz de yoktur.

Kaldı ki her sokak başında oynanan futbolda bile başarılı değiliz. Takımlarımız devşirme oyunculardan oluşmakta.


Sanattan konuşmak isterdim ama Serdar Ortaç gibi “yedi tane notayla kaç beste yapılabilir ki; tabi birbirine benzeyecek şarkılarımın hepsi” diye konuşan birini  “başarılı, büyük bir sanatçı” olarak gören bir toplumun zaten sanat üretmesi beklenemez.


Hımbıl insanımız, herkesin kendi gibi olmasını ister, bunu zaten hepiniz benim gibi biliyorsunuz. Şimdi düşünün efendiler. Tarihteki büyük bilim insanlarından, mucitlerden, sanatçılardan, sporculardan hangileri hımbıldı?

Yaşamlarını inceleyin. Lafın gelişi söylemiyorum. Hemen şimdi google’da, vikipedya’da  arayın Kafka’yı, Einstein’ı, Dostoyevski’yi, Dali’yi,  Bethoven’ı, Tesla’yı, Van Gogh’u. Hiçbirinin “standart” kişiler olmadığını, bizim toplumumuzda yaşamış olsalar hepsinin “marjinal” damgası yiyeceğini , mahalle baskısının alasını göreceğini fark edeceksiniz(Kafka ve Einstein, Yahudi oldukları için can güvenlikleri bile olmayacaktı muhtemelen).

Yakın zamanlardan örnekler isterseniz Bobby Fischer (en büyük satranççı kabul edilir, son derece geçimsiz, asosyal, huysuz biri, ayrıca Yahudi; yani onun da can güvenliği tehlikede), Muhammed Ali(Müslüman olduktan sonra bile hayat kadınlarından vazgeçememiş, egosu çok yüksek,  geçimsiz  ve şımarık biri; boksör olmasa sağlam bir mahalle dayağı yerdi büyük ihtimalle),  Steven Spielberg (bir Yahudi daha)

Türklerden örnek isterseniz Ahmet Haşim’i(çokça esrar kullanırmış),  ille de Osmanlı ya da geçmiş dönem İslam bilginlerinden ararsanız Ömer Hayyam’ı(“ayyaş” yaftası yemesi işten bile değil), Lagari Hasan Çelebi’yi(Şeyhülislamın ısrarı ile Kırım’a sürgün edilmiştir), Hezarfen Ahmet Çelebi’yi (Şeyhülislamın ısrarı ile Cezayir’e sürgün edilmiştir) arayabilirsiniz.

Efendiler, muayyen işler yapabilmek için muayyen insan olmak gerekir ve olağandışı fikirleri ortaya atan, olağandışı işleri yapan insanlar da hep “olağandışı” insanlardır. ( bkz: yukarıdaki sucuklu yumurta-iskender örneği)

Olağan yaşayan, olağan şeyler yapan, olağan şeylerle vakit öldüren insanlar, yani “standart” insanlar; yalnız “olağan ve standart” düşünceler üretebilir, olağan ve standart işler yapabilirler.

Göbeğini kaşıyarak dizi izlemeyi, kahvede saatlerini okey-tavla oynayarak geçirmeyi hobi edinmiş düşünürler, mucitler, sanatçılar bulamazsınız.  Fakat gelin görün ki hımbıllarımız, bunları isterler. Farklı ve üretici zihinlere getirdikleri eleştirilerde sık sık şunlara rastlarsınız: “halktan kopuk”,  “marjinal”, “hayal dünyasında yaşayan”,  “bir alem-cins” vb… Hımbıllara kalsa Macellan'a "otur la oturduğun yerde ne gidiyon öyle uzaklara deli mi şeyetti seni" derlerdi.

Hımbıl ister ki mucit efendi akşam göbeğini kaşıyarak onunla birlikte dizi izlesin, onunla  saatlerce çay içip tavla atsın( eğer böyle yapıp halkla zaman geçirmezse halktan kopuk olur çünkü), kahvede maç izlesin, ankaranın bağlarını dinlesin… Fakat bu tür şeylerin çoğunlukla o özgün, kendine has bünyeyi sıkıp boğacağını düşünmez. O bünye zaten bunlarla zaman kaybetmediği, bunlara prim vermediği için enerjisini farklı alanlara yöneltmiş, hımbılın düşünemediği şeyleri düşünür hale gelmiştir.

Bunu üzerine basarak, tekrar ifade etmeliyim; olağandışı işler ve fikirler, zaten olağan ve sıradan düşünmeyen kişilerin aklına gelir.

Fakat ne acıdır ki sıradışı zekalar, sıradan zihinlerin şiddetli muhalefetiyle karşılaşırlar(Einstein).

Not: Burada  "farklı" diye tanmladıklarım, gerçekten farklı olan insanlardır. Dikkat çekmek için şekilden şekile girenler, hımbıllara dahil.


İstanbul kanatlarımın altında (https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=6&cad=rja&sqi=2&ved=0CDgQtwIwBQ&url=http%3A%2F%2Falkislarlayasiyorum.com%2Ficerik%2F61171%2F&ei=JWWvUuLPGaG47AbJjYE4&usg=AFQjCNHjVdLYjyaJNqxxqiByFX7S7r7o_g) diye bir film var. Burada anlattıklarım sizde azıcık bir etki yarattıysa lütfen açıp izleyin. Böylece tam olarak anlayacaksınız beni.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 18 Mart 2014, 21:19:49
Bu gün size birini tanıtmak istiyorum (yazı bir arkadaşımın yaptığı paylaşımdan alıntıdır):

Spoiler: Göster
(http://www.connect4climate.org/images/uploads/Picture1.jpg)



"Yacouba Sawadogo, Afrika'nın sıradışı kişiliklerinden biri. Bilimadamlarının ve çevre kuruluşularının bile çaresiz kaldığı çevre sorunlarına geleneksel yöntemlerle çözüm üretmeyi başaran bir kahraman. İhtiyar çiftçi, Burkino Faso'nun kuzeyindeki tarım arazilerinde uzun süredir devam eden çölleşmeyi durdurabilen kişi olarak biliniyor. Bölgedeki toprak, uzun yıllar içinde aşırı ekim, aşırı otlatma ve aşırı nüfus yoğunluğu nedeniyle giderek sertleşmeye, verimsizleşmeye ve sonunda çölleşmeye başlamıştı. Ulusal ve uluslararası araştırmacılar tarafından uzun yıllardır devam eden çalışmalar ise, toprağı kurtarmak için yeterli olmuyordu. Umutlar giderek tükenmekteydi. Ta ki Yacouba Sawadogo adlı bir adam, 1980'li yıllarda ortaya çıkıp da, çölleşmeye karşı kendi geleneksel yöntemleriyle savaşmaya karar verene kadar.

Yacouba'nın kullandığı teknikler oldukça eski ve garipti; bu yüzden bölgedeki çiftçiler tarafından alay konusu oldu. Fakat yıllar içinde ferk edildi ki, Yacouba'nın inatla uyguladığı teknikler, ormanı yeniden var etmeyi, toprağı yeniden zenginleştirmeyi başarmıştı. Yacouba tek başına çölü durdurmuştu. Yöntemi ise oldukça basitti. Eski Afrika tarım pratiği olan "Zai" tekniğine göre, önce sertleşmiş zemine büyük bir çukur açılıyor, sonra içine bitki artıkları ve gübreden oluşan bir karışım yerleştiriyordu. İçine ise bölge şartlarına uygun, dayanıklı ağaç türlerinin tohumlarını koyuyordu. Yağmurlu mevsimlerde suyu emen ve muhafaza eden delikler, kurak dönemlerde bitki için gereken nem ve besini sağlıyordu. Zai tekniğine göre, zeminin 'kurak mevsimde' hazırlanması gerekiyordu. Ki bu da, bölgede uygulanan tekniğin tam tersiydi. Hiç kimse inanmasa da, o inatla çalışmayı sürdürdü.

Spoiler: Göster
(http://gcube.milliyet.com.tr/Detail/2014/03/15/colu-durduran-adam-col-yacouba-sawadogo-afrika-1420275.jpg)


 20 yıl içinde kuraklıktan zarar görmüş 120 dönümlük kurak araziyi, 60 ayrı tür ağaçtan oluşan yeşil bir alana dönüştürmeyi başardı. Bir adamın tek başına yarattığı bu mucize bilimadamlarını da şaşırtmıştı. Doğal Kaynaklar Uzmanı Chris Reji, süreci şöyle özetledi: "Bölgede, binlerce hektarlık alan tamamen verimsiz halde. Ama Yacouba'nın teknikleri uygulanırsa, bu topraklar yeniden canlanabilecek" Bu durum uluslararası kuruluşları da harekete geçirdi. Mark Dodd imzalı bir belgesele de konu olan Yacouba ise, ziyaretçilere kendi özel tekniklerini öğretmeyi sürdürüyor!"


Bu adam bir kahraman. Ve dünyayı kurtarmak için böyle kahramanlara ihtiyacımız var.

Spoiler: Göster
(http://gcube.milliyet.com.tr/Detail/2014/03/15/colu-durduran-adam-col-yacouba-sawadogo-afrika-1420273.jpg)


Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 30 Mayıs 2014, 22:47:41
Kahramanlığı tekrar hatırlatmalıyız insanlara. Öncelikle buradaki çizgi-denemede anlatılanlara göz atmanızı rica ediyorum.

Not: Çizimler, Memo Tembelçizer (http://www.memotembelcizer.com/)'in "İddia Ediyorum" (http://www.memotembelcizer.com/cizgiroman/iddiaediyorum/iddiaediyorum.php) adlı çalışmalarının toplandığı, aynı adı taşıyan kitabından alınmıştır.

 (Ayıp sözlerin geçtiği yerler tarafımdan paintte sansürlenmiştir, gözümden kaçanlar olmuş ise affınıza sığınıyorum.)




1
Spoiler: Göster
(http://oi60.tinypic.com/wgyyih.jpg)


2
Spoiler: Göster
(http://oi61.tinypic.com/feezig.jpg)


3
Spoiler: Göster
(http://oi61.tinypic.com/2hz7ouv.jpg)




Aslında antikahramanların hikayelerini okumayı severim, kibar hırsızlarınkileri de severim. Sorun bu değil. Çünkü bilinçli insanlar bu tür hikayeleri ancak zevk almak için okuyacak-izleyeceklerdir. Endişe verici olan, bazı insanların bunlara saygı duymaya başlaması, imrenmesi.

Kurtlar vadisine özenerek; asık bir suratla "asarım,keserim" edasıyla gezmeyi mertlik, "delikanlılık" sayanlar var. (azalarak bittiklerini sanıyordum fakat ne yazık ki bitmemişler)

Zafere giden her yolu mübah gören, amacına ulaşmak için insanların yaşam haklarını hiçe sayanları "amacına adanmış idealistler" olarak görenler var.

"Adam çaldı çırptı ama çok da çalıştı" gibi ifadeler ile, büyük sahtekarları kendilerince aklayıverenler ne kadar çok değil mi? "Bal tutan parmağını yalar" sözü de bunlar tarafından uydurulmuş sanki.

Sahtekarlar, gücünün yettiğine kabadayı olanlar,zalimler ve arsızlar ne kadar da çok, ne kadar gerçek, ne kadar olağanlar değil mi?

İnsanlar onların varlığını kabullenmişler, onların taraftarı olmuşlar, onlara imreniyor, hatta onları idolleri olarak görüyorlar. Apaçık bir şekilde "kötü" olan bu insanlara saygı duyuluyor.


"Tüm bu anlattıklarının kahramanlar ile ne ilgisi var?" diyor olabilirsiniz. Açıklayayım:

Kahramanlar (özellikle çoğu kişinin bayıldığı o süper kahramanlar) artık sadece sahip olduğu  doğa üstü güçlerle ya da normal insanlardan üstün olan nitelikleri sayesinde kötüye karşı savaşan kurgusal, uçuk karakterler olarak görülüyor. Öyle ki, kahramanların hikayeleri hep birbirine benziyor artık ve bayık geliyor insanlara.

Kim bilir? Belki insanlar kahramanlardan sıkılsın diye bilerek yapılmıştır bu.

Artık normal insanların kötüyle savaşabileceğine, kötüye karşı koyabileceğine inananlar çok az. Çünkü ancak üstün özellikleri olan kahramanların kötüye karşı koyabildiğini görüyorlar hikayelerde. Kahraman, doğuştan yetenekli, iyi dövüşçü, karizmatik, zeki, süper vb. olmalı.


Hem iyi olmak çok sıkıcı artık. Ne yazık ki iyileri anlatan eserler (özellikle son dönemin edebiyatında ve filmlerinde) o kadar klişe, o kadar başarısız ki son dönemlerde; onlar yüzünden "iyi adam" olmak da sıkıcı gelmeye başladı insanlara.

Dünyayı kurtarmak istiyor musunuz efendiler? Öyle hikayeler yazın ki, kahramanlara tekrar inansın insanlar. Ama öyle uçuk-imkansız karakterler olmasın bu kahramanlar. Öyle ki insanlar iyilerin kazanabilmesi için süper kahramanlara gerek olmadığını görsünler tekrar.

Radyoaktif uğurböceği tarafından ısırılıp "uğurböceği adam" oluvermesin kahramanınız; doğaüstü başka güçler bahşedilmiş deolmasın. Ya da doğuştan çok zeki, çok yetenekli olmasın. Karizmatik bir silüeti olmasın. İnsanların ona bakıp "ben de böyle biri olabilirim" diyebilecekleri, onlara model oluşturacak biri olsun (bkz: çizgi-denemenin 2. kısmındaki ifade).

Perg Efsaneleri'nde Nume adlı karakterin çok beğendiğim bir ifadesi vardı (birebir hatırlamıyorum ama şöyle bir şeydi): "Bir kahramanı özel yapan, tek vuruşta on tane adamı yere sermesi değildir. Bunu sıradan bir ayı da yapabilir. Kahramanı özel ve değerli yapan; verdiği haklı mücadele ve bu yolda çektiği sıkıntılar, katlandığı zorluklar ve bu zorlukların üstesinden gelmekteki kararlılığıdır."

İlgi çekici kahramanlar yaratın, insanların heyecanla takip edecekleri, merakla ilgilenecekleri. Böylece insanlar kendilerinin de kahraman olabileceklerine inanırlar belki.






Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: BerkeB - 31 Mayıs 2014, 01:33:11
Kanımca en iyi başlangıç, tüketim çılgınlığına karşı durmak olacaktır. Nasıl ki geçmişte toprak ağalarının kölelere,serflere ihtiyacı olduysa, şimdinin sermayedarlarının da tüketicilere ihtiyacı var.

Düşünmeden tüketmenize ihtiyaçları var. Tükettiğiniz şeye gerçekten gereksiniminiz olup olmadığını düşünmeden tüketmenize. ne işe yaradığını bile tam anlamadan, size sunulan, reklamı yapılan tüm şeyleri tüketmenize.

Öyle ki sadece o "şeye" sahip olmak doyurmasın sizi. Size herşeyden hızla bıkmayı, sıkılmayı öğretirler, böylece sürekli alınacak yeni "şeyler" olur. Böylece sizler de sürekli tüketen, tüketim bağımlısı zombilere dönüşürsünüz.

Spoiler: Göster
(https://fbcdn-sphotos-g-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash4/1045006_533734420020092_2007774891_n.jpg)


"Tüketmiyoruz" kampanyası (http://eksisozluk.com/tuketmiyoruz-kampanyasi--3867936?p=1)

Yapılabilecek çok güzel şeyler var :)

Yapacak az kişi var. Yapması gereken çok kişi...
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 03 Kasım 2015, 00:09:23
Not: Bunları yazarken herhangi bir siyasi, ekonomik görüş ya da ideolojinin propagandasını asla yapmamaktayım. Bir görüşten söz etmem, o görüşü benimsediğim veya savunduğum anlamına gelmez.

Çok heyecanlı, hevesli insanlarla karşılaştım. Bir şeyler yapmak niyetindeydiler, fakat pek şansları yoktu.

Neden? Çünkü yeterli bilgileri yoktu. Yaşadıkları dünyanın gerçeklerinden ve koşullarından habersiz oluşlarıydı şanstan yoksun olmalarının nedeni.

Berbat bir eğitimden geçiyoruz. "Almanlar yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık." diyen tarih öğretmenlerimiz, "Socrates şunu demiş, Arsito da bunu demiş, falan filan..." diyen felsefe öğretmenlerimiz vardı. Coğrafya dersleri, nehirlerin uzunluklarını, sıradağ isimlerini ezberlemekle geçti. Kısaca eğitim yaşamımızda gerçek anlamda bir şey öğrenemedik.


Ezberlemeyi bilmek sanarak yetiştirildik. Bilmediğimiz yabancı dildeki bir şarkının sözlerini söyler gibi hafızadan cümleler saymayı öğrenmek sandık. Aslında hiçbir şey öğrenmemiştik.

Çoğumuz, bildiğini sanan yarı cahiller (https://www.youtube.com/watch?v=szIn24spzv8) olarak yetiştik.

Öğrenmeyi bilmiyorduk. Bilginin izini sürme ve onu elde etme becerisinden yoksun olduğumuz için yalnızca bize hazır olarak sunulanları alabiliyorduk. "Bize öğretilen bu." ya da "Biz böyle gördük" diyorduk çünkü bize öğretilenlerden (daha doğrusu öğrenmemiz uygun görülenden) başkasını kendi başımıza öğrenme becerimiz yoktu. Bize gösterilenden başkasına bakmaya cesaretimiz yoktu.

Kendimizi ifade etmeyi bilmiyorduk. Bilsek bile anlatamadık, tartışamadık. Tartışmayı da bilmiyorduk çünkü.

Beceriksiz yığınlar olarak yetiştik. Bilsek bile, bildiğimizi kullanarak "yapmayı", inşa etmeyi ve eser üretmeyi beceremedik.


Tüm bunlardan dolayı, olayları yorumlayamıyoruz. Neden öyle olageldiklerini bilmiyoruz ve anlayamıyoruz çünkü. Bilmediğimiz için de olaylara karşı nasıl bir tepki verebileceğimize dair hiçbir fikrimiz yok. Nehre düşmüş yüzme bilmeyen adam gibi debeleniyoruz: boğulacağız.


Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce onu anlamalısınız.

Özellikle tarih, felsefe ve ekonomi konusunda bilgili olmanız gerek.

Kapitalizm ne demek? Peki sosyalizm? Feodalizm, burjuvazi ne demek? Tüm bunların üretim şekliyle olan ilişkisi nedir?

"Sosyalizm başarılı olsaydı sovyetler yıkılmazdı zaten" gibi sığ ise düşünceleriniz, işin özünü kavramaktan çok uzaktasınız demektir.

"Kapitalizm çok kötü, çok vahşi. İnsanlar birbirinin üzerine basarak yükselmek zorunda bırakılıyor. Böyle yaşamak ve çalışmak insanlığa, doğamıza aykırı" şeklinde düşünüyorsanız da işin özünü kavramaktan uzaksınız demektir.

Felsefe yapmanın; felsefe tarihini bilmekten ve filozofların sözleri hakkında bir bakıma dedikodu yapmaktan farklı olduğunu, aslında doğru yapıldığında sorunlara çözüm üretebildiğini görmek gerek. "Felsefe cevap verme değil, soru sorma sanatıdır." diyenleri duyar gibiyim. Sorunları çözebilmek için doğru soruları sorabilmek gerek.

Okumak, düşünmek, gözlemlemek, tartışmak gerek. Ve dünyayı kurtaracak iyi bir fikir üretmek için, pek çok fikir bilmek gerek.


Zaman içinde daha uzun yazılarla devam edeceğim. Şimdi ise film ve kitap önerisinde bulunacağım:

izleyin: They Live

Spoiler: Göster
(http://resizing.flixster.com/15XAg-g2ZTMU6b88zDHv4fwdPAA=/362x475/dkpu1ddg7pbsk.cloudfront.net/movie/28/06/280698_ori.jpg)



Kitaplar:

Başlangıç için: Bertrand Russel - Sorgulayan Denemeler

Spoiler: Göster
(http://1000kitap.com/resimler/kitaplar/12395_Sorgulayan_Denemeler-Bertr_Russell749.jpg)



Bu iki kitap, tek seferde okuyup bitirilecek kitaplar değil. Zamana yayarak, sindirerek, tekrar tekrar okunmalılar.

Server Tanilli - Uygarlık Tarihi

Spoiler: Göster
(http://1.bp.blogspot.com/-k_UxzKO_Pmw/T2NnWFaT4JI/AAAAAAAAOsw/vx8ZrsKADKs/s1600/Uygarl%C4%B1k+Tarihi.JPG)



Orhan Hançerlioğlu - Düşünce Tarihi

Spoiler: Göster
(http://static.idefix.com/cache/0/270/41251)



Az ve öz olmak adına kitap sayısı sınırlı tutulmuştur. Özellikle Sorgulayan Denemeler'de yazanların tamamına katılmamakta olsam da, bu onun çok güzel ve yararlı bir kitap olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 23 Aralık 2015, 21:22:37
Önemli olduğunu düşündüğüm bir konuda kendi fikirlerimi açıklamadan önce, sizinkileri merak ettim.

Kimleri, eğitim sisteminin rezalet olduğunu düşünürken, diğerleri "başka türlü ne olacaktı peki?" Şeklinde cevap veriyor. Kimilerine göre, sistem nasıl olursa olsun, her şey bireyde bitiyor.



Burada söylenenler hakkında ne düşünüyorsunuz? (https://m.youtube.com/watch?v=L1HPdC00YiI)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Tenekeci - 23 Aralık 2015, 22:59:15
Eğitim konusunda çok doluyum, ülke dışını geçtim, ülkemizde daha çarpık ve yararsız bir sistem var.

Öncelikle video başlığı ve içeriği hakkında yorum yapayım. Okullar kesinlikle yaratıcılığın geliştirilebileceği yerler değildir, ülkemizde okullar sonsuzluğu, sınırsızlığı bir kalıba sokmaya çalışır. Uzayı bir varile sığdırmaya çalışmak veyahutta uzayın bir varilde kapladığı yeri kadarını göstermekten başka yaptıkları hiçbir iş yoktur.

Senelerdir devam eden bu politikanın zararlarını şu senelerde fazlasıyla gören yüz binlerce öğrenci vardır, yüz binlerce öğrenci de böyle giderse görecektir.

Bizim klişe bir müdür tiplememiz vardır veyahutta öğretmen, müfettiş olabilir, bu sahne zihnimizde kolayca canlanabilir. Kırmızı burunlu, kalın kaşlı, gözlüklü, gömleği pantolonunun içinde şişman bir adam, "Aman efendim, burası ilim, bilim yuvası" diye serzenişte bulunuyor kendine karşı gelen kişiye...

Değildir efendim. Siz inanıyor musunuz liseye kadar verilen matematik, fenni bilimler veya sosyal bilimler derslerinin birer bilim edasında geçtiğini? Sonsuz matematik dünyasında farklı ufuklara açılmak yerine belli şablonların aşılamadığı bir müfredatın bilim yaptığına inanıyor musunuz?

Matematik bilimi yapmak, altıncı sınıfta matematik derslerini can kulağı ile dinleyip devamını getirip, yarıştan kopan insanlardan ayrılıp mühendis olmak mıdır? Bu konuya birazdan değineceğim. Soruya benim cevabım ise "değildir" olur. Kız arkadaşım öğretmen, üniversite, lise sıralarında yıllarca öğrenci davranışlarını gözlemledim. Öğrencilerin nelerle uğraştıklarına aşinayım.

Verilen müfredatın öğrenilip öğrenilmemesi kesinlikle şansa bağlı, çocuk şanslıysa öğrenir onu. Zeka veya kapasiteyle alakalı değildir. Birbirinden farklı zihinsel yapıya sahip, farklı öğrenme metotlarıyla eğitim görmeyen bir sürü yaratıcı zihin yok olup gidiyor her an bu ülkede. Yerine ise sanayi kalıplarından çıkmış iki üç prototipten başka bir şey kalmıyor.

Aslında pek yabancı değilsiniz, kimdir bunlar; Gözlüklü, gömlekli asosyal mühendis çocuk, sayısal bilmeyen, barajı geçerek sözel bölüme girmiş, geleceğin işsizi donanımsız sözelci, "takım elbise ve masam olsa yeter abi ya" düsturuyla iibf bölümlerine kaydolmuş trilyarıncı ekonomi öğrencisi ve benzerleri.

Bunun sonucu ne oldu peki? Her sene on binlerce mezun veren mühendislik fakülteleri var. Peki sektörün bu kadar mühendise, bu kadar kalitesizliğe ihtiyacı var mı? Herkes biliyor bizim kalitesiz mühendislerimizin kalkülüsü görünce tokat yemiş gibi sarsılıp okulu ancak beş senede bitirdiğini.

Yapılan şeyi sadece bir meslek olarak gören, mezun dahi zor olmuş, iki sene önce gördüğü şeyi unutmuş mühendisten beklentimiz nedir? Hadi onu geçtim, kendi üretim faktörlerini kullanıp bir çıktı yaratamayan ülkede mühendis ne halta yarar?

Bin liraya işe girip yok olan beş senesine acımakla geçen bir ömre yelken açmaktan başka bir işe yaramaz. İstanbul Ahmet Mehmet Üniversitesi, Niğde Domates Üniversitesi, Kapadokya Balon Üniversitesi, Biruni Üniversitesi ve benzeri üniversiteler açarsan oradan çıkan elemandan da bir şey beklememen gerekir. Herifler o kadar ilerletmiş ki işi, artık üniversiteye koyacak bilgin ismi kalmadı, hepsi kapılmış vaziyette. :D

Bu politika yüzünden, son yıllarda akademiden çıkan mühendislerin maalesef %90'ı vasıfsızdır, fabrikada çalışan amelenin o işten anladığından daha fazlasını maalesef anlamaz. Boş beleş ve kendilerini bir ilim biliyormuş zanneden ama hayatın tokadını bu saçma politika yüzünden son yıllarda yemeye başlamış kişilerdir.

Bu kişilerin durumu herkesin fırıncı olduğu bir ülkede ekmek satmaya benzer. Halbuki fırın için odunu kesen kişi olsa ona getirisi daha fazla olacak üretimin ve emeğin. Bunun suçunu doğruca insanlara atmak pek mantıklı değil tabii ki, ancak üniversiteye giriş çağı insanların aklı başında olduğu bir çağdır. Hiç kimse mi göremiyor, bu kadar insanın mühendis olması durumunda oluşabilecek krizi. Bu kadar mı körüz, ailemiz bu kadar mı kör, yanlış yönlendirmelere nasıl bu kadar kolay düşebiliyoruz?

Bir insan marangoz, tornacı veya inşaatçı olunca fahişe olmuş kadar neden utanıyor? Aileler neden zorla çocuklarını okutmak istiyor? Yahu ara işleri yapmak utanılacak bir şey midir, marangoz olmak kötü müdür veya bu ülkenin o işleri yapacak insana ihtiyacı yok mudur?

Bu soruların cevabı soruların içinde gizli. Lakin kurnazlık ve üst zümreye, a ve b sınıfına geçme hayali o kadar köreltmiş ki toplumumuzu, aslında gerisin geri daha alt sınıflara düşmekteler.

Öncelikle şunun farkına varmalı, her şehirde üniversite açmak o şehri ve bölgeyi ilerletmez. İkincisi, üniversiteye gitmek kimseyi meslek sahibi yapmaz. Herkesin burun kıvırdığı felsefe, edebiyat, tarih gibi bölümler üniversitenin köklerinden gelen, ana bölümlerindendir. Ancak bizde akademi kültürü olmadığından bunu takmayı bırakın, bilen bile yok.

Üniversite meslek edindirme yeri olmaktan çıkarılmalı, başlı başına bir bilim alanı olmalı. Akademi bilim yapma yeridir çünkü, birileri meslekte ilerlesin diye kendinden veren bir yer değildir.

Üniversiteye girmek maddi veya manevi şartlarla zorlaştırılmalı. Sınavları daha zor hale getirilebilinir. Ayriyeten aileler artık okumaya niyeti olmayan, afedersiniz salak evlatlarını ısrarla liseye, üniversiteye yollamayı bırakmalı.

Aklı bilime ve öğrenmeye çalışmayan insanlar ilköğretimden sonra mesleki okullara yollanmalı. Meslek lisesi değil bakın, mesleki okul. Çıraklık sistemine benzer ama köhne değil, bilimsel metotlara sahip ve mesleği tam manasıyla öğretip kişiyi iyi bir meslek erbabı yapan okullardan bahsediyorum. Türkçe, matematik öğrenmesine gerek yoktur mesleğin ara elemanı olacak kişinin.

İnsanlarında artık marangozluğu, tornacılığı şerefsizlikten farksız bir şey olarak düşünmesi gerekir. O kadar korkunç ki, evladı tornacı olsa üzüntüden kafasını duvardan duvara vuracak evlat sahibi!

Bu insanların kültürsüz bırakılması tamamen kendi eşeklikleri ve kendi önem vermezliklerinden kaynaklanır. Bu zümrenin aklı paradan başka bir şey değildir ama doğrudan doğruya haksız da sayılmazlar. Karnını zor doyuran, okuma yazma bilmeyen adamın kafasını da kırsanız, o gidip tiyatro izlemez, kitap okumaz.

Bu durum şu şekilde çözülür, üretim faaliyetini dengeli şekilde oluşturmanız gerek. Üreten, üretim esnasında çalışan ve onları denetleyen insan sayısı dengeli olursa üretim hızlanır, getirisi de fazla olur. Bu şekilde alt zümrenin sosyo ekonomik durumu da belli bir ölçüde artar.

Başka ülkelerde gayet kültürlü ve sanatkar marangozlar, torna ustaları, demirciler, tırcılar falan var. Hiçbir yerde görmesek, kitaplarda okumasak, belgesellerde bile görebilirsiniz bunları... Bunun sebebi o ülkelerde sınıfsız bir toplum veya kişilerin babadan kalma mirasları değildir. Yukarıda bahsettiğim dengenin oluşmuş olmasıdır.

Hem bu şekilde üreten sınıf kendini, "şerefsiz", "dışlanmış", "alt insan" gibi hissetmez.

Bir diğer sorun ise liselerdir. Liselerde vatandaşlık, dil anlatımı, albayların girdiği garabet ders gibi derslerin kaldırılması gerekmektedir. Bunlar boşuna zaman kaybıdır. Evvela dilinin kurallarını sekiz senede öğrenememiş öğrenci girmesin liseye, ne işi var ki, gitsin meslek öğrensin üretime katılsın. Vatandaşlık, milli güvenlik gibi dersler yerine modern hayata, bilgi çağına yaraşır, moderniteye uygun, "bugünün kavramlarını" nı anlatan dersler eklenmelidir.

İletişim bilimleri veya yönetim bilimlerine bu nedenle ekstra özen gösterilebilir. Yahutta İngilizce haricinde, Almanca, İspanyolca, Arapça veya diğer dillerde seçmeli, kayda değecek bir eğitim politikası gözlenmelidir.

Eğitim politikasında yapılacak değişiklikler, maddi israfı, zaman israfını, kişilerin emekleri ve yıllarının yok olmasına karşı yapılacak değişiklikler olmalıdır. Göz göre göre işe yaramayacağı veya hak etmeyen birisinin üniversite okuması israftan başka bir şey değildir çünkü.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: - 23 Aralık 2015, 23:00:08
Önemli olduğunu düşündüğüm bir konuda kendi fikirlerimi açıklamadan önce, sizinkileri merak ettim.

Kimleri, eğitim sisteminin rezalet olduğunu düşünürken, diğerleri "başka türlü ne olacaktı peki?" Şeklinde cevap veriyor. Kimilerine göre, sistem nasıl olursa olsun, her şey bireyde bitiyor.



Burada söylenenler hakkında ne düşünüyorsunuz? (https://m.youtube.com/watch?v=L1HPdC00YiI)

Sıkı bir Ted takipçisi olarak bu videoyu en az 3-4 kere izlemiş olmalıyım. Hatırlamak ve zihnimde tozlanan görüntülere üflemek için bir kez daha izledim.

Bir diş hekimiyim. Türkiye şartlarında durumu iyi sayılan mesleklerden birisi. Videoda da bahsettiği üzere, piyasada kendimize yer edinebilmek adına bizde de artık daha ileriye gitmek gerekiyor. Bundan birkaç on yıl sonrası pek iç açıcı değil. Bunun için ise mevcut hekimler, benim de bu sene hazırlanıp kazandığım gibi uzmanlık eğitimini hak etmeye çalışıyorlar. Uzman diş hekimliğinin ise önü bizim ömrümüzün ön gördüğünden çok daha fazla. Çünkü alım belirli sayının çok üzerinde değil. Oysaki, yalın diş hekimi sayısı gittikçe artıyor. Çünkü istisnasız herkes üniversitede okumak zorundaymış ve sanki bu işsizliğe çözüm olacakmış gibi insanlar bu yöne yönlendiriliyor. İnsan gücünün giderek devreden çıkarılması ve endüstrinin göbeğinin büyümesi, sınıf eşitsizliğini körüklüyor.

Yukarıda örneklediğim bu durum bir yandan eğitimi de şekillendiriyor. Endüstrinin ve ekonominin başını çevirdiği yerlerdeki iş sahaları büyüyor ve genişliyor. Eğitim sistemleri ise bunları takip ediyor. İlköğretim ayağı bu sisteme bağımlı değilmiş gibi görünse de sonunda varacağı nokta açısından benzeşen yanlar taşıyor. Neticede, biz bile hekimlik eğitimimiz boyunca sağlık firmalarının kazançlarını bozmayacak ve onlara hizmet edecek şekilde eğitildik. Kaldı ki, bu tıp hekimlerinde daha yoğundur. Ancak bizde de hatırı sayılır düzeyde var. Kimse artık temel bilimler, doğa bilimleri, çevre, doğa vb. konularla ilgilenmiyor. Bu karmaşık öğelerin birbirleriyle olan ilişkileri kurgulanarak sorgulanmıyor.

Çevre, tarım, doğa vs. gibi konularla yakından ilgileniyorum. Hatta bazı dallarıyla profesyonel olarak haşır neşirim. Bu da benim birçok disiplin arasında bakış açısı transferi ve bilgi dönüşümü yapmamı sağlıyor. Bunun aksine, fikir yelpazesi genişlemeyen beyinler her daim kalıp bilgilerin ışığında çeşitli ekollere tabi olarak düzendeki yerlerini alıp akıntıyla beraber kürek çekiyorlar. Neticede sadece yapacağı işe odaklı, farklı sorunlar karşısında çözüm üretemeyen kısır zihinler ortaya çıkıyor. Öyle ki, yeni bir güne uyandığımızda tüm sistem değişmiş olsa bu insanlardan bazıları ne yapacağını bilemez zombiler halinde etrafta dolaşmaya başlayabilir. Mesleki çevrelerde, arkadaşlarınızla muhabbet etmeye çalıştığınızda standart konuların(ya mesleki birkaç şey veyahut bilirsiniz işte ıvır zıvır diziler, kimin eli kimin cebinde vs.) dışına çıkamamanız da bunun ciddi bir göstergesi. Oysa ki, toplumun kaymak tabakası denilebilecek bu insanlarla çok daha fazla konuda sohbet edebilmeniz gerekir öyle değil mi? Bu hemen her meslek alanında böyle. İnsanlar kültür biriktirmek ve birden çok alandan beslenmek yerine yapabilecekleri minimum işe odaklanıp, çoğunlukla sadece para kazanma döngüsü üzerine bir hayat inşa ediyorlar. Bu da emekliliğini bekleyen büyük bir zümre oluşturuyor.

Hem daha önce yazmış olduğunuz şeylerle hem de son mesajınızla ilgili ufak bir katkı yapmak istedim. Umarım konuyu dağıtmamışımdır.

Bu da tüketimle ilgili olan sevdiğim bir yazı (http://www.neoder.org/?p=4486)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: TheSpell - 24 Aralık 2015, 22:04:05
Hali hazırda lisede okumakta olan biri olarak, benim de söyleyeceklerim var!

Öncelikle Auguste Comte'un yakın zamanda duyduğum ve çok sevdiğim bir sözünü alıntılayarak başlamak istiyorum yazıma. Tam hali olmasa da, aşağı yukarı şöyle bir şeydi.

"Bir bilimin tarihini, kökenini öğrenmeden o bilimi tamamen anlamak söz konusu olamaz."

Şimdi biraz düşünün. Comte'un bahsettiği konuda herhangi bir çabanın gösterildiği bir eğitim sistemi hatırlıyor musunuz ülkemizde? Ben hatırlamıyorum, olduğunu da sanmıyorum.

Matematikten örnek verelim. Trigonometri. Bu kelimeyi duyduğu an midesi bulanan insanlar var. Neden? Çünkü onlara lisede üniversitede hep ezberlenmesi gereken formüller topluluğu şeklinde öğretilmiş trigonometri. Herhangi bir alanda faydası olabileceğini düşünmüyor o insanlar. Saçma, gereksiz bir şey olarak görüyorlar. Onlaraa öğretildiği şekil buysa, böyle düşünmekte de haklılar yani.

Bizim de müfredatımızda var trigonometri. Hatta şu sıralar işliyoruz. Peki konuya nasıl giriş yaptık? Öğretmen trigonometrinin geçmişi, nasıl ortaya çıktığı, neye dayanarak bu formülleri çıkarttığımızı, bunların nerede ve nasıl işimize yarayacağını anlatarak mı başladı konuya? Hayır. Direk girdik birim çemberden, x'lerden y'lerden, koordinatlardan.

Yanlış anlamayın ben matematiği severim. Bir Bilim Adamının Romanı kitabında okuduğum bir Mustafa İnan alıntısı vardı. Matematiğin arkasındaki o canlı, kıpır kıpır doğayı göremediğimiz için, görmemiz öğretilmediği için matematiği sıkıcı bir formül ve işlem karmaşası olarak gördüğümüzü söylüyordu. Matematiği sevmek öğretilmiyor bizde diyordu.

Katılıyorum ve artırıyorum. Yalnızca matematik değil, hiçbir bilim dalını sevmemiz öğretilmiyor bize. Ben fen lisesinde okuyorum mesela, burada okuyan öğrencilerin bilime veya derslere biraz daha ilgili ve hevesli olmasını beklersiniz. Ya da yalnızca sınavlara çalışıp geçmeyi düşünmektense, sürekli kendini geliştirmeyi ve yenilemeyi düşündüğünü. Halbuki okulumda bir anket yapılsa; matematiği, fiziği, kimyayı, biyolojiyi seviyor musun diye sorulduğunda, "evet" diyen kişi sayısı belki de onu geçmez. Herhangi bir derse özel ilgisi olan kişiler hariç, hiç "ben şu dersleri seviyorum ya hatta şu şu araştırmaları yapıyorum" minvalinde düşünen veya davranan birisini görmedim.

Çok dağılmadan toparlayayım. Bizim ülkedeki eğitim sisteminde yerinde gitmeyen bir şeyler var kesinlikle. Bunlar uzun yıllardır yazılan çizilen şeyler. Bunların değişmesi gerek. Hem de kökten değişmesi gerek. Ama bu kısa sürede olabilecek bir şey değil, ben inanmıyorum. Gerçekten çaba gösterilerek ve planlanarak yapıldığında ileride muazzam sonuçlar alınacaktır ama şu anlık durum böyle.

Peki bu durum nasıl çözülmeli? Bu ise tabi ki tartışılması gereken bir konu. Benim ise, bu konuda sistemli veya tutarlı fikirlerim yok ne yazık ki. O yüzden buraya fazla bir şey yazamam. Ama çocuklara diyalektik düşünceyi öğretmek benim için daima birçok sorunun çözülmesinde temel taşı görevi görmüştür. Söylemeden edemedim.

Sizlerin de fikirlerini okumak, görmek isterim :)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 25 Aralık 2015, 21:02:20
Kendi düşüncelerimi anlatacağım artık. Çok fazla oldukları için birkaç mesajda parça parça işleyeceğim konuyu.



Sistem Üzerine

Önce, bilgi denen şeyi nasıl gördüğümü anlatmak istiyorum. Bilgi de tıpkı bir maden gibi, işlenebilir bir maddedir bir bakıma. Nasıl bir madenci cevheri arıyor ve onu çıkarıyorsa, bilgi de aranan ve bulunan bir şeydir. Nasıl maden işlenerek (saflaştırılarak, alaşımlar yapılarak vb.) kullanılabilir bir hale getiriliyor ve ondan işe yarayan aletler yapılabiliyorsa; bilgi de işlenebilir. Hatta bilgiden bilgi türetilebilir.

En büyük sorunumuzun bilginin işlenebilir ve türetilebilir-geliştirilebilir bir şey olduğu gerçeğini kaçırmamız olduğunu düşünüyorum.

Sistemimiz, kişilere bilgiyi aramayı, bulmayı ve işlemeyi değil; sadece onlara hazır verilen bilgiyi bir yük gibi yanlarında taşımayı öğretiyor. (Bilim insanı yetiştiremeyişimizin büyük bir nedenidir bu. Bilgi gidip bir yerden alınmaz, üretilir.)

Sistemimizin büyük bir  sorunu, doğal seçilim-yapay seçilim (aslında başlı başına seçilim) kavramlarını anlamamış kişiler tarafından şekillendirilmesi bence. Bunun en büyük örneğini sınav sistemimizde görebilirsiniz.

Evrim kavramını bilen herkes, her seçilim sürecinin belli sonuçlar doğuracağını da bilir. Siz sadece mavi gözlülerin hayatta kalabileceği bir seçilim uygularsanız, bir süre sonra popülasyonunuzdaki herkes mavi gözlü olacaktır.


Peki sınav sistemimizdeki yapay seçilim nasıl işliyor?

Okullardaki sınavlarda, öğrencinin kendisine anlatılmış olanları kağıda kopyalaması beklenir. Bu, sadece anlatılanları hatırlamaya dayanan, dolayısıyla yalnızca hafızayı ölçen bir sistemdir.

Siz seçilim sisteminizi sadece hafızaya endekslerseniz, bir süre sonra bütün sisteminizin kilit noktalarında sadece hafızası güçlü (yani bilgiyi arama, değerlendirme ve işleme yeteneğinden yoksun; özetle ezberci) kişiler yer alacaktır. Zaten böyle bir kadro da ne içinde bulunduğu dünyayı anlayabilir, ne hızla değişen çağın gereklerini algılayıp bunları karşılamak için çözüm üretebilir.

Çok iyi hatırlıyorum. Pisagor teoremini ilk gördüğümüzde, içimde belki de ilk defa matematiğe ilişkin böylesine bir merak gelişmiş ve öğretmene teoremin ispatını sormuştum. "İspatla falan uğraşma sen, formülü ezberle ve sınavda kullan. Üzümünü ye, bağını sorma." diyerek cevaplamıştı beni. Okulumdaki diğer öğretmenlere aynı soruyu sorarak şansımı denemek istediğimde de benzer cevaplarla karşılaşmıştım. Sanırım bu eğitim yaşamımdaki ilk büyük hayal kırıklığımdı.


Verilen müfredatın öğrenilip öğrenilmemesi kesinlikle şansa bağlı, çocuk şanslıysa öğrenir onu. Zeka veya kapasiteyle alakalı değildir. Birbirinden farklı zihinsel yapıya sahip, farklı öğrenme metotlarıyla eğitim görmeyen bir sürü yaratıcı zihin yok olup gidiyor her an bu ülkede. Yerine ise sanayi kalıplarından çıkmış iki üç prototipten başka bir şey kalmıyor.

Bu çok önemli bir ifade. Çünkü bu sistemde başarılı ya da başarısız olmak gerçekten şansa bağlı. Ders materyalleri yetersiz, öğretmenlerin becerileri belli bir standartta değil. Şanslıysanız ve sizin anladığınız dilden anlatabilen bir öğretmene denk gelebilirseniz bir şeyler öğrenirsiniz. Eğer şanslı değilseniz, anlamlandıramadığınız bir bilgiler yığını içinde boğulup kalır ve başarısız olursunuz. En kötüsü ve tehlikelisi de bu aslında: okul çevreniz ve aileniz tarafından "başarısız" olarak görülmeye başladığınızda bu etiket zamanla üzerinize siner ve onu çıkarıp atmanız zorlaşır. Üzerinize yapıştırılan bu "başarısızlık" kimliği adeta kendini gerçekleştiren bir kehanet haline gelir.

Gelişmişliğiyle dikkat çeken bir Avrupa ülkesinde konuştuğum bir öğretmen şöyle demişti: "İlkokula giden bir çocuk başarısız ise, bunun suçlusu olacak son kişidir o. Gerçek suçlu ya okuldur (ortamı, işleyişi, öğretmenleri ile) ya da okul dışı çevredir (özellikle aile)" Bizim ülkemizde ise başarısız olan çocuklar özellikle suçlanır bu durum için, hatta küçük düşürülür.

Böylece diğer bir faktöre de değinmiş oldum: Eğitimin psikolojik yönü. Özellikle ilköğretimde, en önemlisi de ilköğretimin ilk yıllarında öğrencileri veri bombardımanına tutmak yerine onlarda merak ve öğrenme hevesi uyandıracak bir hazırlık süreci bulunsaydı belki de okul, çocuklara bu kadar itici gelmezdi.

Biyolojik olarak, hele o çocuk yaşında insan saatlerce bir sınıfa tıkılıp sıralarda oturmaya uygun değil. Bu durumda asıl anormal olan, toplum tarafından "ne akıllı, uslu çocuk" denen; hareketsiz, hımbıl çocuklardır. Biyolojik olarak çocuk olmanın gereğini yerine getiremeyen çocukları, doğası (ve özellikle yaşı)gereği koşmak, oynamak ve fiziksel dünyayı tanımak isteyen çocuklara karşı övüp, diğer gerçek çocukları "yaramaz, tembel, başarısız" olarak etiketlemek, hastalıklı bir davranıştır.

Fakat gelin görün ki sakatlanmış seçilim sisteminde, çoğunlukla bu hımbıl çocuklar el üstünde tutulur ve bubble sort (https://en.wikipedia.org/wiki/Bubble_sort)'un üst sıralarına (yani sistemin kilit makamlarına) yükselirler. Ek olarak bkz: hımbıllar'ı konu alan yazı (http://www.kayiprihtim.org/forum/dunyayy-kurtarmak-ysteyen-var-my-t14788.0.html;msg144238#msg144238)


Bu tartışmayı başlatan mesajımda yer alana videoda söylenenlere dair görüşlerim:

Matematik ve dil eğitimi bence çok önemli. Hatta bir ülkenin gelişmesinde kilit rol oynayacak kişiler olan mühendisleri, bilim insanlarını ve ekonomistleri vb. eğitirken en çok üzerinde durulması gereken konular.

Fakat!

Sistem, berbat işleyişi ile bu konulara karşı yeteneği ve gizli kalmış da olsa ilgili olan insanları küstürmekte çok başarılı. Özellikle yukarıda değindiğim gibi çocuk yaştaki birini bu konuların içinde boğarak onu eğitimden soğutmakta.

Sanat konusu: Videoda söylenenlere katılıyorum. Sanat sadece resim ve müzikten ibaret değil. Hele müzik sadece blok flütten ibaret hiç değil. Aslında belki de resim-müzik gibi ayrı dersler yerine "sanat dersi" adlı bir program müfredata eklenebilir. Çocuklar burada resim, heykel (bayılarak yaparlar :)), tiyatro, dans vb. ile ilgili meraklarını uyandıracak, yeteneklerini ortaya çıkaracak bir çalışma içinde olmalılar.

Beden eğitimi: Bu dersten nefret ederdim. Çünkü beden eğitimi, diğer öğretmenlerden faklı olarak spor giyinmiş bir öğretmenin gelip, ortaya birkaç top bırakıp "hadi oynayın bakalım" deyip gitmesiydi. Takım sporlarından, hele top ile oynanan oyunlardan hiç hazzetmeyen bünyem bu derste ne yapacağını bilemezdi. Bence beden eğitimi dersi, bir çocuğun kendi vücudunu tanıyacağı, onu nasıl kullanacağını ve çalıştıracağını öğreneceği; hatta vücut tipinin hangi sporlara elverişli olabileceğini keşfedeceği bir ders olmalı. Videodaki bey efendi, akademisyenlerin vücutlarını sadece kafalarını taşıyan bir araç olarak gördüklerini söyleyerek çok güzel bir noktaya parmak bastı aslında. İyi bir eğitim kişiyi her yönden donatmalı; hem kafa hem de vücut.


Politik mevzulara girmeyi hiç istemiyorum, elimden geldiğince de girmeden devam edeceğim:

Bir toplumu maddi anlamda kalkındıranların mühendisler, bilim insanları ve ekonomistler olduğunu söylemiştim. Fakat ekonomik ve teknolojik anlamda çok gelişmiş bile olsa, insani değerler açısından geri kalmış bir ülke olsa olsa Orwell'in 1984'ündeki gibi olur. Bu yüzden manevi kalkınma da önemlidir. Bunu için ise sosyal bilimler ve sanat alanında da nitelikli insanlar yetiştirilmeli; Bu insanlar sadece yetiştirilmekle kalınmamalı, onlara yönetime katılma ve topluma etki etme yetkisi de verilmeli.

Toplamda, ülkeleri maddi ve manevi anlamda kalkındıracak insanlara ben "o toplumun öncüleri" adını veriyorum.

Üniversitelerin ana amacı, meslek erbapları değil, öncüler yetiştirmek olmalıdır. Öncü yetiştirmek ise son derece karmaşık bir iştir: Öncü olabilecek potansiyele sahip kişileri seçmeli, onları uygun bir öğrenme ve yaşama ortamında eğitmeli (ya da kendilerini eğitmelerine yardım etmeli) ve donatmalısınız.

Kültürel bolşevizm, hatalı bir zihniyettir. Herkesten öncü yetiştiremezsiniz. Tarlaya buğday atmaya benzemez bu. Her tohumdan bir başak çıktığı gibi üniversite eğitimi gören herkesten birikimli, entelektüel bireyler çıkmaz.

Gremlinler gibi çoğalarak artan taşra üniversitelerinden mezun olanların çoğu bırakın öncü olmayı, meslek sahibi bile olamayacaklar.

Cennetin Krallığı filminde bir sahne vardı:

Orlando Bloom, savaş başlamadan önce yanındaki uşağa bir kılıç verir, "seni şövalye ilan ediyorum" der. Yanındaki papaz "hayatında ilk defa kılıç tutan birini şövalye yapmak, onu iyi savaşçı yapar mı" diye sorar, Bloom ise "evet" diye cevaplar.

Bu, entellektüel anlamda geçerli değil işte. Bir insanı adı üniversite olan bir yere alıp, belli sınavlardan çan eğrisi sayesinde geçmesini sağlayarak mezun edip ona diploma vererek, o insanın daha entelektüel, daha bilgili biri olmasını sağlayamazsınız.

Örneğin binlerce kişi kimya mühendisliğinden mezun olacak, fakat kimyasal ürünler üreten fabrikada çalışacak teknikerin-teknisyenin olmaması nedeniyle o kimya mühendislerinin çoğu belki de tekniker-teknisyen tarafından yapılması gereken işleri, asgari ücretten hallice maaşlar karşılığında yapacak.


İlber Ortaylı (http://www.akademikpersonel.org/anasayfa/ilber-ortayli-herkesin-universiteye-gitmesi-yanlis.html)'nın çok vurucu bir sözü var: "Herkesin üniversiteye gitmesinin acısını tadacaklar. Müthiş paralarla okuyanlar, iş bulamayacaklar,ancak daha basit, daha pratik dalları öğrenmek için de geç kalmış olacaklar."

Sürecek...

Not: Anlatacaklarım daha çok uzun, hırstan parmaklarım birbirine dolaşmaya başladığı için yazımı burada sonlandırıyorum. Sayın Rüzgardeğirmeni ve TheSpell, sizin ifade ettiklerinizin de üzerinde duracağım.

Ek: Bir sonraki yazıya kadar maglor ile birlikte bilim ve bilim insanları üzerine yaptığımız yayının kayıtlarını dinleyebilirsiniz:

1. Bölüm (http://mixlr.com/kayiprihtim/showreel/kayiprihtim-on-mixlr-30/)

2. Bölüm (http://mixlr.com/kayiprihtim/showreel/kayiprihtim-on-mixlr-31/)

3. Bölüm (http://mixlr.com/kayiprihtim/showreel/kayiprihtim-on-mixlr-32/)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 01 Ocak 2016, 16:22:47
Sistem Üzerine - Devam


Üniversitelerin Durumu

"Üniversite çok faklı" demişlerdi. Nihayet yıllardır sıkıldığım ezbere dayalı ve bilgi üretmenin önemi üzerinde durmayan, sadece hafızayı ödüllendiren eğitimden kurtulup; sorgulayabileceğim ve üretebileceğim, bunlara göre yargılanacağım bir sisteme girdiğimi sanıyordum.

Elbette hayal kırıklığına uğradım. Üniversite aslında bir tür yüksek lise idi.

Profesörler, öyle sandığım gibi bilgili,entelektüel insanlar değil; bildiğimiz memur kılıklı insanlardı. Üniversite öğretim görevlisi, araştırmacı, uzman, profesör doktor dediğimiz adamlar, bilim insanı olmakla uzaktan yakından alakası olmayan akademik memurlar idi.

Derslerin işlenişi lise ile aynıydı. Hoca gelir, anlatacağını anlatır, ardından sınavlar yapılır. Kalanlar- geçenler vb.

Birkaç istisna dışında hiçbir hocam ve üniversitedeki hiçbir unsur, ufkumu açacak ve dünyaya farklı bakmamı sağlayacak bir şey katmadı bana.

Not: Üniversite eğitiminin kattıklarını inkar etmiyorum. Örneğin aynı gün üç kazık dersten sınava girmek zorunda kalınca insan daha organize çalışmayı, zor projeler isteyen hocalara karşı yaratıcı olmayı öğreniyor insan. Ama üniversitenin insana katması gereken şeyler bunlar değil. Başka yerlerde de (örneğin iş hayatı) öğrenirsiniz aynı şeyi.


Üniversiteler Neden Bu Halde? (not: bu konu da tartışmaya açıktır, fikirlerinizi bekliyorum)


Politik mevzulara girmeyeceğimi tekrar belirtiyorum ve üniversitelerin mevcut durumunun temel nedenini  açıklıyorum:

1- Ölçme ve değerlendirme yapmayı bilmeyen öğretim görevlileri.

2- Araştırma görevlisi (asistan da diyebiliriz) alımlarının doğru kriterlere göre yapılmıyor oluşu.


Önce ilk maddeyi ele alalım:

1- Ölçme ve değerlendirme yapmayı bilmeyen öğretim görevlileri: "Ders anlatmayı ve sınav yapmayı bilmeyen hoca" da diyebiliriz bunlara. Ders anlatma kısmını geçelim (başka bir yazının konusu bu, daha sonra değineceğim), sınav yapmayı bilmemeleri ciddi bir sorundur. Doğru yapılmayan sınavlar, iyi öğrenci ile kötü öğrencinin doğru şekilde ayırt edilememesine neden olur. Bu da aşağıdaki sorunların meydana getirir:

* İyi öğrenciler, kendilerinden daha kötü olanların altında ezilir (bu da uzun vadede iyi öğrencilerin küstürülmesi ile sonuçlanır ya da iyi niteliklerine rağmen bu nitelikleri taşımayanların gölgesinde kalan öğrenciler, sistemde başarılı olabilmek için hileye yönelmek zorunda kalır).

* Sisteme (ya da insanlığa, dünyaya diyelim) yararlı olacak nitelikleri taşımayan kişiler başarılıymış gibi görünür ve sistemde yükselme şansını yakalar, bu da sistemi kısır döngüye sokar. Sistemde yükselen yararsız insanlar, sistemin aksamasına ve yararlı insanların sistemde yükselişinin zorlaşmasına (bazen de imkansızlaşmasına) neden olurlar.

* Öğrenciler öğrenmek için çalışmak yerine, sınav geçmek için çalışmak zorunda kalır.

Sonuç olarak; sadece sınavları bir şekilde geçmiş ve diploma almış fakat eğitimini aldığı alana ilişkin hiçbir bilgisi olmayan, teoride de pratikte de bir şey üretemeyecek, çalışamayacak insanlar üretmiş olursunuz.

Örnek vermek istiyorum: Biyoloji bölümünde ekoloji dersinin sınavında;

"Bir bölgede yıllık sıcaklık ortalamasının artması, bölgedeki böcek türleri bakımından ve bu türlerin fiziksel özellikleri bakımından nasıl bir değişime neden olur?" diye soran hoca, takdire değer hocadır. Çünkü bu soruyu cevaplamak için öğrencinin hem konunun temel ilkelerine hakim olması hem de hakim olduğu temel ilkeler üzerinden yorum yapabilecek kadar zekaya sahip olması gerekir. Bu sınav tipi öğrenciyi bir konunun temel bilgilerini tespit edip öğrenmeye ve temel bilgilerden yola çıkarak doğru yorumları yapabilme becerisi geliştirmeye yönlendirir; ki bu insan tipi tam olarak da kalkınmak için ihtiyacımız olan, sorunları tespit edecek ve onları doğru yorumlayarak çözüm üretecek insan tipidir.

"Tropik iklime özgü 20 böceğin isimlerini, latinceleriyle birlikte yazınız." diyen hoca, ölçme ve değerlendirmeyi bilmiyor demektir. Çünkü bu sınav tipi öğrenciyi sadece kitaplarda yazanları ezberlemeye yönlendirir. Sadece ezber yeteneği gelişmiş insanlar da sorunları algılayamaz ve onları yorumlayıp çözüm üretemez. Bunun yanında hafızası güçlü olmayan öğrenciler de dersi geçebilmek için kopya çekmeye yönelir. Anlattıklarımı pekiştimek için, lütfen izleyin. (https://www.youtube.com/watch?v=X38fET7uomk)


2- Araştırma görevlisi alımlarının doğru kriterlere göre yapılmıyor oluşu: Bu maddenin nedeni, aslında bir önceki maddede söz edilen kişilerdir. Yani ölçme ve değerlendirme yapmayı bilmeyen öğretim görevlileridir.

Günümüzde araştırma görevlisi olabilmek için en önemli kriter, not ortalamasıdır (bunun kriter olarak alınması ne kadar doğru sizce?). Doğru ölçme ve değerlendirme olmadığında, yanlış kişilerin ortalaması yüksek olacak ve üniversitelerin akademik kadrolarını da bu yanlış kişiler dolduracaktır.

Diğer yandan, bazı durumlarda (özellikle mülakat devreye girdiğinde ya da ısmarlama kadrolarda) hocalar; adaylar içinden mümkün olan en beceriksiz ve kolay güdülen kişilere kadro vermektedir. Bunun nedenleri de aşağıdadır:

* Boynuzun kulağı geçmesinden korkmaları, ileride kendilerine rakip olacak güçlü kişileri saf dışı bırakmak istemeleri.

* Beceriksiz insanlar aynı zamanda çaresizdir, hocası tarafından kollanmadığı takdirde silinip gidecektir. Becerikli insanların ise gidebilecekleri başka yerleri de vardır; olur da akademide önleri kesilir ya da hocaları tarafından desteksiz bırakılırlarsa genellikle daha iyi getirileri olan alanlara (özel sektörde iyi maaşlı işler ya da yurt dışındaki kaliteli üniversiteler) yönelirler. Bu yüzden hocalar da daima kendilerine muhtaç kalacak, bu yüzden de istedikleri gibi sözlerini geçirebilecekleri beceriksiz insanları akademik kadrolara doldurmayı tercih ederler.


ÖYP adlı bir sistem vardı yakın zamana kadar. Bu sistem yüzünden taşra üniversitelerinden şişirilmiş not ortalamaları ile mezun olmuş çoğu niteliksiz kişi, kaliteli üniversitelerden mezun olmuş kişileri geride bırakarak, iyi üniversitelerin kadrolarını doldurdu. ODTÜ fizik'i 2.5 ortalamayda bitiren adam yerine Bayburt Üniversitesi'nde fizik bölümünü 3.5 ile bitirmiş adam kadroya alındı.

İşte tüm yukarıda saydıklarımdan dolayı, böyle profesörler ortaya çıktı:
(http://karikaturistan.com/wp-content/uploads/2013/05/profesor-umut-sarikaya.jpg)


Sürecek...
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 05 Ocak 2016, 20:51:58
Üniversitelerin durumundan sonra, devam:

Daha önce değineceğim şeyler var ama çarpıcılığı nedeniyle öncelik vermek istediğim bir şey gördüm yazılanlarda!

yeni bir güne uyandığımızda tüm sistem değişmiş olsa bu insanlardan bazıları ne yapacağını bilemez zombiler halinde etrafta dolaşmaya başlayabilir.

Etkileyici bir ifade. Matrix filminde Morpheus'un söylediklerini hatırlattı bana: "Bu insanların çoğu serbest bırakılmaya hazır değil. Ve büyük bir kısmı o kadar içine girmişler, sisteme o kadar bağımlı hale gelmişler ki, onu korumak için savaşabilirler"

Mevcut eğitim süreci, aslında bir tür evcilleştirme süreci. Hımbıl olanları zaten etkilemiyor fakat özel olan insanları törpülüyor. Eğer onları özel yapan niteliklerini korumaya çalışırlarsa zaten bu ağır çaba içinde sistemin ihtiyaç duyduğu şeylere güç yetiremeyip başarısız bireyler olarak ezilip gidiyorlar. Doğada kendi başına var olabilen, kendine yetebilen özgür kurtları, sahibine muhtaç finolara çeviren birer köpek eğitim yuvası gibi okullar.

Neyse asıl konuya dönelim:

Yaşamak İçin Savaşmak

Burada fon müziği olarak Manowar - Fighthing the world dinleyebilirsiniz ;D

Henüz üniversiteye girmemiş olanların ya da üniversiteye yeni başlamış olanların çok azı gerçeğin farkında. Üniversite yaşamının bohemlikle ve hayalperestlikle geçen eğlenceli bir süreç, günlerinin çoğunu eğlenceye ve hobilerine ayırabilecekleri ve arta kalan zamanlarda da biraz ders çalışarak mezun olacakları, ardından kendilerindeki muhteşem potansiyelin birileri tarafından fark edilip iyi koşullarda, fazla yorulmadan hayatlarını sürdürebilecekleri bir işe sahip olacaklarını sanıyorlar. Bunların bir kısmı iş hayatını hiç düşünmüyor henüz  "hele bir okul bitsin de, bakarız" diyerek, o daha kötü.

Bunu anlıyorum. O gün gelene kadar tüm isteklerini bastırmış, hayatı ve hayallerini ertelemiş insanların nasıl düşünmesini bekleyebilirim ki? Hele bir zamanlar kendimin de onlardan biri olduğunu biliyorken.

Gerçeği öğrenmek mi istiyorsunuz? Üniversite hayatı şöyle bir şey:

(http://cdn1.theodysseyonline.com/files/2015/11/07/6358245623733184382012934942_choose2.jpg)


Bir diş hekimiyim. Türkiye şartlarında durumu iyi sayılan mesleklerden birisi. Videoda da bahsettiği üzere, piyasada kendimize yer edinebilmek adına bizde de artık daha ileriye gitmek gerekiyor. Bundan birkaç on yıl sonrası pek iç açıcı değil. Bunun için ise mevcut hekimler, benim de bu sene hazırlanıp kazandığım gibi uzmanlık eğitimini hak etmeye çalışıyorlar. Uzman diş hekimliğinin ise önü bizim ömrümüzün ön gördüğünden çok daha fazla. Çünkü alım belirli sayının çok üzerinde değil. Oysaki, yalın diş hekimi sayısı gittikçe artıyor. Çünkü istisnasız herkes üniversitede okumak zorundaymış ve sanki bu işsizliğe çözüm olacakmış gibi insanlar bu yöne yönlendiriliyor.

Sürekli artan rekabet. Aç kalmamak için sürekli daha fazla beceri ve ünvanla donanma ihtiyacı. Üniversite okumak yetmez, uzmanlaşmak gerek, hatta o da yetmez iş deneyimine sahip olmak gerek.

Çoğu şirket iş başvurularında adaylardan şunları istiyor:

*Mümkünse 25 yaşı pek aşmamış olmak.

*İyi bir ortalamayla mezun olmak.

*Sosyal becerileri gelişkin olmak.

*İyi bir yabancı dil.

*İş tecrübesi.

Hem genç hem de tecrübeli eleman isteniyor olması sanırım hayatımda gördüğüm en çılgın şeylerden biri.


Sevgili lise öğrencileri ve üniversiteye yeni başlamış insanlar. Gladyatörden farksız olduğunuzu kabullenmek zorundasınız. Hem okul hayatında hem de okul bittikten sonra, rakiplerinizle çılgınca savaşmak zorunda kalacaksınız. Ya siz onları indireceksiniz ya da onlar sizi indirecek. Bundan kaçmanınsa hiçbir yolu yok.

Evet. Gördüğünüz gibi sistem çok acımasız. Merak etmeyin, zaman geçtikçe daha da çok nefret edeceksiniz ondan. "Evet sistemden nefret ediyoruz, haydi onu değiştirelim o zaman." diyenler var sanırım aranızda. Spartaküs'ün sonunu hatırlıyorsunuz değil mi?

Kaldı ki Spartaküs olabilmek için de en azından sistem içinde güçlü olmalısınız. Eğer Spartaküs arenada güçlü olmasaydı Roma'ya karşı gelecek kadar uzun yaşayabilir miydi?

Peki ne yapmalısınız?

Önerilerim

Gerçekçi olmalısınız, mücadele etmeli, çalışmalısınız. Aynı zamanda doğru kararlar vermelisiniz. Örneğin bir hayale kapılıp sonu hüsran olacak tercihlerden kaçınmalısınız. Bu ciddi bir uyarı: Mezun olduktan sonra iş bulma sıkıntısı çekeceğiniz bölümler okumayın!

Buradaki yazıyı sonuna kadar okuyun lütfen. (http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=70515)

Mizahi bir dille yazılmış olsalar da, linkteki yazıda söylenenler gerçek. Eğer gerçekten ciddi bir yeteneğiniz yoksa güzel sanatlar vb. yerlere gitmeyin. Söylediklerime anlam veremiyorsanız bir konservatuvara gidip orada öğrenciler arasındaki kıyasıya rekabeti görmenizi öneririm.

Sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen iyi üniversiteler hariç; işletme, kamu yönetimi vb. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bölümlerini tercih etmeyin. (Örneğin Boğaziçi'nde işletme okuyacaksanız sorun yok, ama tutup da Harran Üniversitesi'nde okumayın)

Felsefe, sosyoloji vb. bölümler ideal bir dünyada son derece önemli olsa da; bu bölümlerden de uzak durun. Çünkü ideal bir dünyada yaşamıyorsunuz. Okul bittikten sonra büyük olasılıkla işsiz kalacak, alakasız alanlarda çalışmak mecburiyetine düşecek ve "o kadar zaman boşuna çabalamışım" diyeceksiniz.

Okuyacağınız bölüm, işlevsel ve temel bir bölüm olmalı. İşlevsel olmayan fakat ilginizi çeken bir bölümde lisans eğitimi almayın. asıl bölümü bitirdikten sonra orada yüksek lisans yaparsınız.

Örnek: Astrofiziğe ilgim var fakat bu geçimimi sağlayabilecek bir bölüm değil. Onun yerine matematik öğretmenliği okuyup, sonra hala ilgim sürüyorsa astrofizikte master yapabilirim. vb...

Bir şekilde sözünü ettiğim bölümlere girmiş iseniz (ya da girmek zorunda kalırsanız) ne pahasına olursa olsun not ortalamanızı yüksek tutun, hatta bölüm birinciliğine oynayın. Bu, sizin kurtuluşunuz olacak.

Bunların dışında,

*Üniversiteye yeni girenler için bu, henüz girmeyenler de akıllarında tutsunlar: İlk başlarda sakın rehavete kapılmayın, ilk sene alttan hiç ders bırakmadan geçmeye bakın, hatta mümkün olduğu kadar iyi notlarla geçmeye. İlk sene bıraktığınız dersler okul hayatınız boyunca ayak bağı oluyor. İlk sene her şeye atlamayın, ortamı gözlemleyin. Her anlamda: İnsanları, toplulukları, okulda derslerin ve idari işlerin nasıl yürüdüğünü vb.

*Not ortalaması genel olarak önemli bir şey, bakmayın siz "ortalamaya kimse önem vermiyor" şeklindeki söylentilere. İleride lisans üstü çalışmak istediğinizde o ortalamaya ihtiyacınız olacak (henüz öyle bir düşünceniz olmayabilir, ama ileride isteyip de düşük ortalama yüzünden yapamamak acı verir). Bazı şirketler de işe alacakları personelde not ortalamasına büyük önem veriyor.

*Okulu zamanında bitirin. Öğrenciliği çok sevdiyseniz ve üniversite ortamının tadını daha fazla çıkarmak istiyorsanız bunun yolu kesinlikle okulu uzatmak değil. Gidin yüksek lisans yapın, o da kesmezse doktora yaparsınız (bunlar için de not ortalamasının önemli olduğunu unutmayın).

*Yabancı dil önemli. İngilizce'ye yüklenin. İkinci-üçüncü dilleri öğrenmek güzel bir maceradır fakat İngilizcenizi iyi bir noktaya çekmeden böyle bir maceraya girişmeyin. Örneğin Fransızca, Japonca, Rusça gibi dillerin sadece belli alanlarda işe yararlığı vardır. Ama iyi bir İngilizce her alanda işinize yarar. (bkz: ingilizceyi geliştirme yolları) (http://www.kayiprihtim.org/forum/ingilizceyi-gelistirme-yollari-t7775.0.html;msg84253)

*Öğrenci topluluklarına, kulüplere üye olabilirsiniz. Çevrenizi geliştirmek için iyidir. Aktif olarak katılımda da bulunun hatta, sadece aynı anda on tane öğrenci kulübüyle birden aktif olarak uğraşmayın. On tanesine üye olun, en çok hangisi ilginizi çekerse onda aktif olun.

*Okuduğunuz bölüm her ne ise, o işin olmazsa olmazlarını tespit edip öğrenin. Her konu için geçerli olan bir gerçek var: o konuyla ilgili olmazsa olmaz bilgiler, o konuyla ilgili ikinci derece önemli bilgiler, konuyla ilgili özel (uzmanlık gerektiren) bilgiler ve son olarak olmasa da olur türünden bilgiler. Önceliğiniz, olmazsa olmaz türü bilgileri öğrenmek olmalı. Zaman içinde uzmanlaşmanız gerekecek, şartlar sizi nasıl bir uzmanlığa iterse (ki bu da başlı başına bir yazının konusudur) onun gerektirdiği bilgileri öğrenirsiniz.

*Özgeçmişinizi (cv) doldurmaya bakın Üniversite öğrenciliğinde yaz tatillerini asla boş geçirmeyin. Bırakın insanlar saçma sapan gezip Olimpos'ta çekdikleri fotoğrafları her yerde paylaşsınlar. Siz işinize bakın, staj yapın. zorunlu olmasanız da yapın. Eğitim aldığınız konuda iş yapan bir yerler bulun (mümkünse köklü ve sağlam yerler olsun) ve buralarda staj yapın.

*Hayata atılmak sıkıntılı bir süreçtir, eninde sonunda sıkıntı çekeceksiniz. O yüzden mezun olduktan sonra yıllar yılı sıkıntı çekeceğinize, okul zamanı 4 yıl yorulup sıkıntı çekin, ondan sonra rahat edin.

*"Eğlence, mutluluk için hakkımız yok mu?" diyebilirsiniz. Elbette var. İnanın sizi eğlendirecek ve mutlu edecek şeyleri bu saydıklarımı gerçekleştirirken de yapabilirsiniz ve onlar için zaman ayırabilirsiniz. Onca işin arasında mutlaka boş zaman bulacaksınız, değerlendirin. (Örneğin çadırı tulumu toplayıp kamp yapmaya şubat tatilinde giderdim)



Kendinizi bunlar için yeterli görmüyorsanız, "ben o kadar çalışkan, disiplinli, azimli vb. değilim" diyorsanız: Şimdiye kadar öyle olmamanız, bundan sonra olamayacağınız anlamına gelmez. Arenada hayatta kalmak istiyorsanız, savaşmak zorundasınız. Hiçbir zaman ümidinizi yitirmeyin, neden mi?

Çok ilginç örnekler gördüm:

Vasat bir öğrenci iken üniversite sınavına son üç ay kala gözünü karartıp çalışarak, kendisinden hiç beklenmeyecek kadar iyi bölümlere girenleri.

Üniversitede berbat bir not ortalamasına sahip, alttan bir sürü dersi kalan insanların yine gözünü karartıp onur öğrencisi olacak not ortalamalarını yakaladıklarını.

"Başlarda ebeveyn gibi konuşuyorsun, şimdiyse kişisel gelişimci gibi konuşuyorsun." mu diyorsunuz?

Şöyle düşünün: Kazanma şansınız %1 bile olsa, o ihtimal için mücadele etmeye değer. Her şeyi dener de başaramazsanız, zaten fazla bir şey kaybetmezsiniz. Ama savaşırsanız, kazanabilirsiniz.


Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce kendinizi kurtarın.


Sürecek...
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 08 Ocak 2016, 22:37:56
Fon müziği :) (https://www.youtube.com/watch?v=iXO6zXNd_yM)

Dünyayı kurtarmaktan girip iş-güçten çıktım, bunu garipseyenler olacaktır sanırım. Fakat çok önemlidir dünyayı kurtarmak isteyen birinin önce kendini kurtarması.

İyi insanlar hayatta kalmalıdır çünkü. İyi insanlar güçlü de olmalıdır. Yoksa kötünün karşısında ezilmekten öteye gidemezler.

Güçsüz kalan iyiler, kötülerin daha da şımarmasına, palazlanmasına neden olurlar. Ve diğer iyilerin de cesaretinin kırılmasına.

İşte bu yüzden iyi bir insan güçlü de olmalıdır. Önce kendini var edecek, hayatta tutacak güce sonra da kötüye karşı duracak güce erişmelidir.

Bir nedeni daha var bir önceki yazımdaki sözlerimin:
Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce onu anlamalısınız.

Dünyayı anlamak uzun bir süreç. Uzun bir süre var olabilmelisiniz ki, anlayabilesiniz.

Maddi anlamda nasıl güçlü olabileceğinize ilişkin çok az da olsa konuştum. Şimdi sıra içsel anlamda güçlü olmakta.

Fikirlerimizi geliştirmeye ihtiyacımız var. Çevrenin bize sunduğu fikirler çoğunlukla dünyayı anlama ve içinde kaldığımız labirentten kurtulmak konusunda yetersiz. Ara sıra bazı hikayeler duyuyoruz labirentten çıkanlar-çıkmaya çalışanlarla ilgili, fakat işe yaramaktan uzaklar. Neden?

Alıntı yapılan: memo tembelçizer
Çünkü artık isyan hikayelerini de otorite anlatıyor.

Örnekler verelim:

1-Fight Club

Kiabını okumadım, belki filminden faklıdır. Çok ağır bir başkaldırıymış gibi görünse de, fazla çizgiroman. İşledikleri gerçekçi ve uygulanabilir olmaktan, uygulansa da sürdürülebilir olmaktan uzak. Yıkım projesi dedikleri şey başarısız olmaya mahkum. Çünkü yıktığınız bir şeyin yerine daha iyisini koyamıyorsanız, iyi bir iş yapmış olmazsınız. Sistem sizin yıktığınızın yerine yeni bir kötü getirir zaten. Üretemeyen hiçbir proje, insanlığı ve dünyayı kurtaramaz.

2-Into The Wild

Popüler kültürün ustalığını en iyi gösterdiği çalışmalardan biri. Toplumdan bunalmış, asi görünümlü bir adamın özgürlüğe kaçışını anlatıyor. Zaten en büyük oyun da burada: bu bir kaçış filmi, arayış değil.

Ana karakter herkesin özenebileceği bir tip. Gittiği her yerde insanları etkiliyor, herkes ona hayran kalıyor (klasik bir yapımcı taktiği). Fakat o sürekli bir doyumsuzluk içinde, macera peşinde.  Aslında bir amacı yok, tüketim toplumundan sıkılmış görünse de o da bir şeyleri tüketerek, sürekli yeni bir şeyler arayarak serüvenini sürdürüyor. Sözde terk ettiği zihniyetten çok da farklı değil kendisi. Into the wild, bir özgürlük filmi gibi görünse de, aslında bir tür tatil filmi. Çünkü filmdeki yöntem, sürdürülebilir değil, filmdeki gibi bir yaşamı seçen insanlar bu yaşamı ya çok kısa bir süre sürdürebilir, ya da kendileri tükenirler. Sonuç olarak sistem de bu kaçıştan hiç mi hiç etkilenmez. Sadece bir maceracıyı ya da potansiyel muhalifi hiç çaba harcamadan saf dışı bırakmış olur.





Popüler kültürün sunduğu özgürlük hikayeleri ya gerçek olamayacak kadar uçuk, ya da cesaretinizi kıracak kadar kötü sonlanıyor. (bkz: yine bu başlıktaki kahramanlardan söz eden yazı) Bize ilham verecek fakat gerçekçi ve uygulanabilir bir yola ihtiyaç var.


Alternatif Yaşam Projesi

Başlarda sadece arkadaş ortamındaki bir geyik olan bu proje, zamanla uygulanabilir olduğunuz düşündüğümüz bir fikir haline geldi. İlkeleri çok basit:

1-Mümkün olduğunca ekonomik ve az tüketerek yaşamanın yolunu bulmak.

2-Kendi kendine yetecek bir insan olabilmek için gerekli yetenekleri kazanmak. Hem maddi anlamda hem de psikolojik anlamda geçerli bu ilke. Çünkü görüyorum ki iyi insanlar, özellikle de farklı ve özel insanlar çoğunlukla yalnız oluyorlar. Böyle insanların, toplumun aptallığı ve kötülüğü karşısında yok olup gitmekten kurtulmalarının yolu; yalnız başına kendine yetebilmeyi öğrenmeleri.

3-Yeteneklerini geliştirmek. Çünkü kötülerin bir adım önde olduğu dünyada iyiler güçlü olmak zorundadır.

4-Gerçekçi olmak. Sonu hüsran olacak uçuk idealleri izlemektense gerçekçi hedeflerin peşinden gitmek daha mantıklıdır.

5-Değerli olan şeylerin peşinden gitmek, değerli olanı aramak ve değer üretmek için çalışmak.

6- Sürdürülebilirlik. Yaptıklarınızın, hayatın zorluklarıyla başa çıkmak ve değer üretmek için geliştirdiğiniz yolların sürdürülebilir olmasını sağlamalısınız. Çünkü gerçek değişimler, uzun çabaların sonucudur.


Bu ilkeleri izleyen herkesin kendine göre bir yolu olacak. "Hayatta nasıl kalınır ve hayat nasıl değerli kılınır?" sorusuna herkesin kendince bir cevabı olacak.

Ek:
Çevre, tarım, doğa vs. gibi konularla yakından ilgileniyorum. Hatta bazı dallarıyla profesyonel olarak haşır neşirim.

Size (ve böyle konulara ilgi duyan kişilere) önerebileceğim bir kitap var: Şehirdekiler İçin Sürdürülebilir Yaşam Rehberi

Spoiler: Göster
(http://plusmanual.com/wp-content/uploads/2014/06/sehirdekilericinsurdurulebiliryasamrehberi2.jpg)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 09 Ocak 2016, 00:55:17


Kendinizi bunlar için yeterli görmüyorsanız, "ben o kadar çalışkan, disiplinli, azimli vb. değilim" diyorsanız: Şimdiye kadar öyle olmamanız, bundan sonra olamayacağınız anlamına gelmez. Arenada hayatta kalmak istiyorsanız, savaşmak zorundasınız. Hiçbir zaman ümidinizi yitirmeyin, neden mi?

Çok ilginç örnekler gördüm:

Vasat bir öğrenci iken üniversite sınavına son üç ay kala gözünü karartıp çalışarak, kendisinden hiç beklenmeyecek kadar iyi bölümlere girenleri.

Üniversitede berbat bir not ortalamasına sahip, alttan bir sürü dersi kalan insanların yine gözünü karartıp onur öğrencisi olacak not ortalamalarını yakaladıklarını.

Ümit verdiniz, teşekkürler efendim.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 22 Ocak 2016, 20:08:15
Ümit verdiniz, teşekkürler efendim.

Ben teşekkür ederim. Ümidi korumak önemli, çünkü hayata karşı mücadele edebilmek için motive olmaya ihtiyaç var. Kötülerin bu kadar güçlü olduğu bir dünyada iyi bir insan, motive olabilmek adına ümidini korumalı.

Alternatif yaşam projesinin temel ilkelerinin ikisine dair detaylı açıklamalar yapak istiyorum şimdi.

2-Kendi kendine yetecek bir insan olabilmek için gerekli yetenekleri kazanmak. Hem maddi anlamda hem de psikolojik anlamda geçerli bu ilke. Çünkü görüyorum ki iyi insanlar, özellikle de farklı ve özel insanlar çoğunlukla yalnız oluyorlar. Böyle insanların, toplumun aptallığı ve kötülüğü karşısında yok olup gitmekten kurtulmalarının yolu; yalnız başına kendine yetebilmeyi öğrenmeleri.

3-Yeteneklerini geliştirmek. Çünkü kötülerin bir adım önde olduğu dünyada iyiler güçlü olmak zorundadır.

Dağcılıkta "kendini taşıyabilmek" diye bir deyiş vardır. Bu, kendi ağırlığını ve ihtiyaç duyduğu ekipmanını, başkalarına ihtiyaç duymadan taşıyabilmeyi, kullanabilmeyi ifade eder. Alternatif yaşam projesi de kendini taşıyabilmek üzerine kuruludur.


Yetenek Kazanmak ve Yeteneklerini Geliştirmek

Bireyin kendi kendine yetebilmesini sağlayacak yetenekleri kazanması gerektiğini söylemiştim, kendine yetebilmek için gerekli en önemli şeyin, işe yarar ve geçerli (yani para kazanabileceğiniz ve kimseye muhtaç kalmadan yaşamınızı sürdürebileceğiniz) bir meslek sahibi olmak olduğunu vurgulamak istiyorum, fakat bununla ilgili detaya girmeyeceğim. Zaten önceki yazılarımda değinmiştim çünkü.

Yukarıdaki paragrafta söz edilenler haricinde kazanacağınız yetenekler (yani kandine yetmeyi sağlayanların dışındakiler), yaşamdan zevk almanızı sağlarken aynı zamanda kişiliğinizi de yükseltecek şeyler olmalı. Bu tür uğraşları temelde iki grupta topluyorum: Fiziksel uğraşlar ve zihinsel uğraşlar. Fiziksel uğraşlar ile stres atmayı, eğlenmeyi ve bedenen sağlıklı kalmayı amaçlarken; zihinsel uğraşlar ile düşünsel kapasiteyi ve entelektüeliteyi artırmak olmalı hedef. Bunlardan çok sayıda seçip hepsinin içinde boğulmaktansa, bir adet fiziksel ve bir adet zihinsel uğraş seçip ustalaşmanın daha mantıklı olduğunu düşünüyorum. Elbette size en uygununu bulabilmek için bir çok uğraşı denemeli, fakat sonunda size en uygun olan birer tane seçmelisiniz.

Not: Resim-heykel-müzik aleti çalmak, tiyatro vb. sanatsal uğraşları hangisine dahil etsem bilemedim. Ama dansı fiziksel uğraşlardan sayıyorum.

 Öyle ki:

1- Zevk alarak öğrenmeli ve sürdürebilmelisiniz: Zevk almadığınız, size ilginç gelmeyen bir şeyi öğrenmek çok zordur, hatta olanaksızdır. Bir işi iyi öğrenmek, uzun zaman alan bir süreçtir ve ilginizi çekmeyen, size zevk vermeyen bir şeyden (o şey ne olursa olsun) kısa bir süre sonra sıkılır ve uzaklaşırsınız. Dolayısıyla da o konuda derin bilgi ve beceri sahibi olamazsınız.

Saygı duyduğum biri, ustalık gerektiren bir uğraşta kişinin işi öğrenmeye başladığını hissetmesi ve kendini tatmin edebilmeye başlar hale gelmesinin genellikle altı ay, işin temeline hakim olup gözle görünür bir şeyler yapabilmesinin iki yıl aldığını, o işi gerçekten iyi yapar hale gelmenin beş, ustalaşmanın ise on yıl aldığını söylemişti. Bunlar elbette kişiden kişiye ve uğraştan uğraşa değişmektedir.

2- Söz konusu şey her ne ise; ulaşabileceğiniz, hakkında kaynak bulabileceğiniz ve uygulama yapabileceğiniz bir şey olmalı, aynı zamanda sizden büyük maddi fedakarlıklar beklememeli.

Örneğin

Zihinsel uğraşlar için

A) Satranç, mantıklı bir tercihtir çünkü internette ya da kitapçılarda onula ilgili sayısız kaynak bulabilirsiniz, her gün bu kaynakları kullanarak çalışarak kendinizi geliştirebilirsiniz. Hemen her yerde de oynayacak birilerini bulma şansınız vardır. Ek olarak go öğrenmenizi şiddetle öneririm. (bkz: satranç & go) (http://www.kayiprihtim.org/forum/genel-kultur/satranc-go-t15002.0.html)

B) Fakat briç öyle değildir; öğrenecek kaynak bulmak satranca göre zordur, oynayacak kişi bulmak da öyle. Üstelik pahalı bir uğraştır.

Fiziksel uğraşlar için

A) Koşu yapmak mantıklıdır (ama pazar sabahı eşofmanla gezen emekli teyzeler gibi koşmaktan söz etmiyorum. Teknik ve düzenli bir spor olarak bakıyorum koşuya), kendiniz dışında hiçbir şeye ihtiyacınız olmadan yapabileceğiniz (bir de koşacak düzgün bir alan bulmanız gerekecek elbette), en temel sporlardan biridir çünkü. Ve ömür boyu da sürdürebilirsiniz.

B) Poi çalışmak mantıklıdır (çok sirkvari oldu ;D günün bu saati aklıma bu geliverdi işte, idare edin) çünkü kendi ekipmanınızı evdeki malzemelerden kolayca üretebilirsiniz. İnterneti kullanarak teknikleri öğrenebilirsiniz ve evinizde istediğiniz zaman çalışabilirsiniz.

C) Golf, tenis vb. mantıklı değildir. Malzemeleri pahalıdır, öğrenmek de öyle. Ayrıca her yerde her zaman yapamazsınız.

D) Eskrim, Kendo ve benzeri savaş sanatları ya da dövüş sporlarını her türlü destekliyorum zaten. Çalışabileceğiniz düzgün ve maddi anlamda sizi zorlamayacak bir yer bulabilirseniz kaçırmayın :) (üniversitelerde bu tür uğraşlara ilişkin kulüpler bulabilirsiniz) bu sporlarda kazanacağınız disiplin ömür boyu size güç verecektir.

3- Zamanla ustalaşmalı ve kendinizden bir şeyler katabilmelisiniz. Örnek için buraya (http://www.kayiprihtim.org/forum/fantastik-edebiyat-elethtirmeni-ve-bilirkithisi-olmak-t16403.0.html;msg165952#msg165952) bakabilirsiniz.

4- Uğraştığınız şey her ne ise, onu yalnızken de çalışabilmelisiniz. Gerekçesi:
Çünkü görüyorum ki iyi insanlar, özellikle de farklı ve özel insanlar çoğunlukla yalnız oluyorlar. Böyle insanların, toplumun aptallığı ve kötülüğü karşısında yok olup gitmekten kurtulmalarının yolu; yalnız başına kendine yetebilmeyi öğrenmeleri.

Önemli bir nokta: Uğraşı kendi kendine öğrenmekten söz etmiyorum. Örneğin eskrim öğrenmek isteyen biri bunu internetten video izleyerek yapamaz. Fakat yeterli temeli oluşturacak kadar eğitim aldıktan sonra, formunu korumak ve tekniğini geliştirmek için evde kendi başına çalışmasını sürdürebilir.


EK: Bir fiziksel, bir de zihinsel uğraşta ustalaş. Felsefesine ek olarak eğer şansınız varsa, marangozluk vb. bir zanaat öğrenebilmek, şapka çıkarılacak bir başarı olur. Çünkü böyle bir başarı, üretmeyi de kapsar ve dünyayı kurtaracak kişinin de tüketen insan olmaktan çıkıp üreten insan haline gelebilmesi gerekmektedir.

Sonuç: Bu ilkeleri izlerseniz uzun vadede (uzun zaman sürdürebileceğiniz uğraşlar seçmelisiniz zaten) hem daha gelişkin bir birey olacak, hem de yukarıda verdiğim bağlantıda söz ettiğim gibi uzmanlık döngüsüne girerek üretken bir insan haline geleceksiniz.

Dünyayı mahveden şeylerin temelinde, değersizleşme yatmaktadır. Dünyayı kurtarmak isteyen birinin yapması gerekenlerden biri de, değer üreterek değersizleşmeyi durdurmaktır.


Sürecek...
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 27 Ocak 2016, 20:22:42
Üniversite bölümü tercihiyle ilgili yazımda anlatmak istediğim şey buydu. Şans eseri bu yazıyı buldum ve olayı benden daha iyi ifade ettiğini gördüğüm için sizlerle paylaşmak istedim:



Modern Zaman Tuzağı: Sevdiğin İşi Yap

Çoğu zaman coşkulu bir ifadenin arkasına saklanmış  bir ‘gerçek’ vardır ve onu göremeyiz. Kelimelerin büyüsüne kapılır gideriz.

Mesela birileri çıkar ve ’’sevdiğin işi yap!’’ der. Bir an ‘başka bir diyara’ götürür bu kelimeler…’’sen önce sevdiğin işi yap gerisi gelir’’. ‘’sevdiğin işi yaparsan hiç çalışmamış gibi olursun!’’

Oysa sevdiğin işi yap denildiğinde benim aklıma; sevdiği iş uğruna reklam ajanslarında yok pahasına çalışanlar, hiç bir ücret almadan didinen stajyerler, kadroya girebilmek için üniversitenin işlerine koşan ve hala ailesinden para alarak geçinmek zorunda bırakılan yüksek lisans-doktora öğrencileri, medyada, kültür, sanat ya da yaratıcılık gerektiren işlerde ‘kıt kanaat’ geçinerek hayalinin peşinde koşanlar, bir türlü evine gidecek vakti bulamayan dershane öğretmenleri geliyor!

Mesela, İngiltere’de yapılan bir araştırma, profesyonel yazarların asgari ücretin altında gelirle hayatlarını sürdürmek zorunda kaldığını ortaya koydu. İngiliz Yazarlar Birliği üyelerinin 2005’den 2014’e %40 gelir kaybı yaşadığını söylüyor. Benzer örnekleri heryerde görmek mümkün.

’Sevdiğin işi yapmalısın’ düşüncesi modern çağın kendini gizlemeyi en iyi şekilde başarmış, sömürü kapılarını sonuna kadar açan sinsi bir aracı.

Bir insanın kişisel ilgi alanına yönelik bir işi yapıyor olması neden geçim sıkıntısı çekmesini normalleştirir? Ve bu aslında kimin yararınadır?

Çalışmanın hakkını vermemek, ‘sevilesi, zevkli’ olduğu düşünülen ya da ‘toplumda saygınlık’ getirdiği inanılan işleri yapanlara bir bedel olarak dayatılıyor. Hatta bu alanlarda çalışanlara çok daha fazla iş yükünü de beraberinde getiriyor. Bir kültür-sanat atölyesinde karşılık almadan çalışan ‘stajyere’ veri tabanına ne kadar daha çok form girerse o kadar iyi bakılıyor. 10 yıl sonra ofisin başına geçmesi beklenen halkla ilişkiler yöneticisi nefes almadan çalışarak üç kişilik iş çıkarıyor, doktora yapan akademisyen birlikte çalıştığı hocaların yapması gereken tüm araştırmaları tek başına hazırlıyor, göze girmesi beklenen satışçı, tedarikten tahsilata her işe girişmek durumunda kalıyor…

Geçtiğimiz günlerde, Amerika’da elden ele dolaşarak merak uyandıran bir analiz yayınlandı. Miya Tokumitsu, Slate adlı haber sitesindeki yazısında konuya açıklık getiriyor; ‘’Bu düşünce şekline göre (sevdiğin işi yapmak) çalışmak, belli bir ücret ya da karşılık için yapılan bir şey değil, bir sevgi eylemidir. Eğer bu eylem ardından kâr getirmiyorsa, muhtemelen çalışanın tutku ve kararlılığı yeterli değil demektir. Bu yaklaşımın gerçek başarısı, çalışanları, emeklerinin pazara değil de kendilerine hizmet ettiğine inandırmasıdır. ‘Sevdiğin İşi Yap’ moral verici bir öneri gibi; bizi yapmaktan hoşlandığımız şeyler üzerine kafa yormaya ve bu işleri gelir getirici girişimlere çevirmeye itiyor. Fakat, zevklerimizi neden parasal çıkar güderek yaşamak zorundayız?’’

‘Sevdiğin işi yap’ düşüncesinin diğer olumsuz etkisi ise, işlerin yürümesi için yapılması gereken operasyonel, tek düze işleri yapan çalışanlar üzerinde oluyor. Tokumitsu’ dan devam edelim; ‘Sevilmeyen işleri yapmak zorunda kalanlar için hikaye başka. ‘Sevdiğin İşi Yap’ inancı ile motivasyonsuz, sevmekten başka nedenlerle çalışanlar -yani çalışanların çoğu- yok sayılıyor. Steve Jobs’ın Stanford konuşmasında olduğu gibi (konuşmada ‘neyi sevdiğini bulmak zorundasın’ diyordu), sevilmeyen ancak toplumsal olarak yapılması gereken işler de aklımızdan çıkartılıyor.’

Geçenlerde kaldığım otelin odasından geç kalmış halde çıkmaya çalışırken, kapıdan içeri girmek üzere olan kat görevlisi ile karşılaştım. Birazdan, kısa süreli yaşadığım odada dokunmayacak yer bırakmayacaktı. Gözlerine bakarken, ona ‘sevdiğin işi yapmalısın’ dersem ne düşünür diye aklımdan geçirdim. Ya restorantta hizmet verenler, havluları yıkayanlar, ütü yapanlar, araba getirenler, eşya taşıyanlar, sürekli ayakta duran güvenlik görevlileri, tüm gün mini barları ürünle dolduranlar…Onlara söylesem ‘eğer sevdiğiniz şeyi yaparsınız, yorulmazsınız’ diye ne düşünürler sizce? Muhtemelen mevcut işlerinin ne kadar da değersiz olduğunu, düşlediği gibi bir hayata ancak sevdiği şeylerden ‘para kazanmayı’ bilerek ulaşabileceğini. Oysa o otel için tüm bu işlerin olması ve birileri tarafından yapılması gerekiyordur. Diğer tüm işlerde olduğu gibi.

Modern_Zaman _Tuzağı

Keynes yıllar önce tahminde bulunarak, gelişen teknoloji ile insanların günde 3-4 saat çalışmasının yeterli olacağını söylemişti. Ancak işler öyle olmadı. Çalışma saatleri kısalmadı, hatta uzadı. Birçok farklı iş tanımı türedi. Şirketler, organizasyonlar büyüdü.

Bugün, işlerin yürümesi, şirketlerin varlığı için sürekli tekrardan oluşan, tek düze, operasyonel binlerce işin, birileri tarafından yapılması gerekiyor.

‘Sevdiğin işi yap’ diyerek tavsiyelerde bulunan iş sahibinin, şirketinin varlığı için, birçok tek düze ‘sıkıcı’ iş, görmezden geldiği insanlar tarafından yapılıyordur. Bu düşünceye göre, yoruluyorlarsa sevdiği işi bulmaları gerekir! Sevdiği işi bulabiliyorsa, o zaman da öncelikle düşük ücrete ses çıkarmamalılar, sonuçta sevdiği işi yapıyorlar!

ABD’li gazeteci ve News Junkie Post editörü Gilbert Mercier, geçtiğimiz haftalardaki bir yazısında günümüz dünyasını feodel sistemin yaşandığı Orta Çağa benzetiyordu. ‘Bugünle karşılaştırdığımızda bir serfin lorduyla ilişkisi, herhangi bir WalMart çalışanının Walton ailesiyle ilişkisiyle aynı’ derken pek de haksız sayılmaz. Böylesi bir dünya yetmiyormuş gibi, halen daha, kişilerin hayatlarının nasıl mutlu olacağı konusunda ahkam kesen, kendisinin ya da en fazla küçük bir çalışan grubunun ‘mutluluğunu’ örnek gösteren ‘elitlerimiz’ vardır.

Bu oyunda, ’sevdiğin işi bulmalısın’ tuzağı, operasyonel- tek düze işlerde çalışan çoğunluğa karşı önemli bir haksızlık doğurur; mevcut işlerini değersizleştirme. Kişisel zevkleri olan işleri yapanlar için ise haksızlık, sömürü düzeni ile kendini gösterir.

Daha az sevilen işlerde çalışanlar, işlerini sevsin sevmesin yaptıkları çalışmanın karşılığını almalılar. Ücret ve sosyal haklar bakımından çalışmasının karşılığını alan insanlar, yaptığı işe aşık olsun olmasın, kendine, ailesine, ilgi alanlarına vakit ayırarak da mutlu olabilecektir.

Sevdiği işleri yapmaya gayret gösterenlerin ya da ‘sevimsiz’ denilen işleri yapan insanların, nasıl mutlu olacağını ‘parasızlıkla’ öğrenmeye ihtiyacı yok! İhtiyaç olan tek şey hak, hukuk gözeten, adil bir çalışma hayatının oluşturulması…

”Dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde görmesiyle başlar.” Eric Hoffer


Kaynak (http://dunyalilar.org/modern-zaman-tuzagi-sevdigin-isi-yap.html)

3 Idiots gibi daha hayatın gerçeklerinden habersiz gençlere gaz vermekten başka bir özelliği olmayan eğlenceli filmlerdeki gibi işlemiyor dünya.

Gerçeği söylüyorum: Büyük olasılıkla sevdiğiniz işi yapmayacaksınız. Severek başlasanız bile taşıdığı zorunluluklardan ötürü zamanla işinize olan sevginiz azalacak. O zaman geriye ne kalıyor? Bir şekilde kendinize kullanışlı boş zaman yaratıp bu zamanı bir önceki yazımda anlattığım yararlı uğraşlarla değerlendirmek.

Yapacağınız işi, yaşamaktan keyif alacağınız hayatı ve yaparak kendinizi değerli hissedeceğiniz şeyleri gerçekleştirebilecek olanakları size sunacak şekilde seçin.

Faydalı bir eserdir, okuyun: Paul Lafargue - Tembellik Hakkı (http://www.etilen.net/depo/tembellik_hakki.pdf)

Not: Bu sözleri yazan kişi (yani ben) sosyalist değildir, antikapitalist de değildir. Aslında hiçbir şekilde bir şeyin "anti" si değildir. Kişinin kendini bir şeyin takipçisi olarak tanımlaması da , anti'si olarak tanımlaması da; kişiyi o "şey" e bağımlı kılar.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 28 Ocak 2016, 07:19:33
Son yazılanları gerçekten çok beğendim. Three Idiots'u da sevmem bu arada. :P

Dünyanın büyük çoğunluğunun sevdiği işi yapması zaten mümkün değil. Sonuçta iş bu, herhangi bir iş alanının çoğu basamağını pek de sevilebilecek işler oluşturmuyor. Sevilecek işler belli. Ya iş tatmini yüksek olacak, ya parası iyi olacak, ya da çalışma koşulları çok rahat olacak. Çoğumuzun yapmak zorunda olduğu/olacağı işler de bunların hiçbirine sahip değil. Olsa da illa ki seveceksiniz diye bir şey yok, yapmak zorunda olduğumuz için yapacağız çoğu şeyi ve bu zaten çok sevimli bir durum sayılmaz. Kendimizi bunun yaşanmaması gereken bir durum olduğuna ikna etmek ancak zarar verir, başka bir şey değil.

Tutkularınızı takip edin elbette, ama onlarla sınırlı kalmayın ve beklentilerinizi de gerçekçi tutun.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 04 Şubat 2016, 20:06:03
Esen olun efendiler.

Alternatif yaşam projesi ile ilgili anlatacağım daha çok şey var, fakat biraz da dünyaya yön veren önemi bir unsurdan (belki de en önemlisinden) söz etmeliyim: ekonomi.

Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce onu anlamalısınız.

Özellikle tarih, felsefe ve ekonomi konusunda bilgili olmanız gerek.

Herkesin bildiği klasik ekonomi tanımını geçiniz. Dünyada mevcut ekonominin nasıl işlediğini anlamanız için size Memo Tembelçizer'den bir alıntı yapacağım. Söz konusu yazı, kendisinin "Fak" adlı kitabında yer almaktadır.

(http://booklikes.com/photo/max/100/150/upload/books/2/6/2601e9bdfbcdd27fc90ad5e2da79e581.jpg)

Uyarı: Yine bir Memo Tembeçizer klasiği; bu küfürlü bir yazıdır. Ne yazık ki daha iyi anlatan daha kibar bir yazı bulabilmiş değilim. Ayıp yerlerini elimden geldiğince sansürlemeye çalıştım. Durumun bu başlığın seviyesini düşürmemesi dileğiyle:

Yazıyı Ekşisözlük (https://eksisozluk.com/at-yarragi-borsasi--961908)'ten kopyalamış bulunmaktayım, bilginize.


Bölüm 1:

Spoiler: Göster
"malesef ekonomiyle aram pek iyi değildir. ne makro anlamda ne mikro anlamda. yani ne bu ***** **duğumun dünyasının nasıl bir ekonomik düzen üzerinde yürüdüğünü keşfedebildim bu güne kadar, ne de bir kişi olarak kendimin nasıl bir ekonomik düzen üzerinde yürümem gerektiğini. velhasıl ****** koyduğumun parası geliyor gidiyor, geliyor gidiyor. çorba parası çıkıyor mu? çıkıyor. ama bilader, yaş olmuş otuz küsur, her otuz küsur yaşına gelmiş kendini bilmez gibi ben de artık kendimi bilmem gerektiğini ve artık tez zamanda zengin olmam gerektiğini anladım. ve kendime bir hedef koydum: önümüzdeki on yıl içinde yüz tane daire edinmeliyim!..

bu fikrimi bir yakinime çıtlattığımda bana dedi ki, en iyi yatırım aracı taksi plakasıymış. allah allah dedim, taksinin plakasının bir hususiyeti mi var? arabayı sarıya boyamakla taksi olunmuyor mu? dedi ki "taksilerin özel plakası var, fiyatı da iki trilyon lira". efendim, bu durum karşısında şaşkınlıktan ***üm öyle bir tavana vurdu ki anlatamam. ben de dedim ki: "e kardeşim, taksi dediğin kaç para kazanır ki iki tirilyonu amorti etsin de para kazandırsın?"... o da bana taksi plakasına bu parayı veren kişinin parayı amorti etmek amacıyla vermediğini, bir süre sonra daha pahalıya satabilmek için verdiğini usul usul anlattı.

işte o an aniden aydınlandım! dünyanın ekonomik düzenini inkişaf ediverdim! bir malın fiyatını ne malın maliyeti belirliyordu, ne de işletince getireceği gelir. sadece tek bir şey belirliyordu: alınıp satılma hareketliliği!.. yani taksi plakasının fiyatı taksi nesenesinin dünyadaki var oluş biçiminden, işlevleri, kullanım alanları, getirileri ve götürülerinden bağımsız olarak, sadece ve sadece bir takım manyaklar tarafından alınıp satılıyor olmaları doğrultusunda belirleniyordu. bir şekilde birileri bir şeyleri alıp satmaya başlamış, o şeyin alınıp satıldığı bir borsa ortamı oluşturmuşlardı. ve o şeyin ne olduğunun önemi yoktu.

yani taksiyi oradan alıp yerine at ***** koysak hiç bir şey farketmezdi. düşünün bir, at ****nın tanesini iki trilyona satsak ve bir yıl sonra üç trilyon olacağını garanti etsek, kim at ***** almaz?.. ha? soruyorum, kim almaz!?.. şimdik etiler'de bir bina kiralasak, kapısına "at ****** borsası" yazsak, memleket çapındaki at ******larını alıp satmaya başlasak, bir at ****** bir yılda yüzde elli kar getirse, taksi plakası manyakları "ıyy, at ******, çok iğraaanç" diye at ***** almıyacaklar mı? at ***** borsası büyüse, memlekette altından çok at ***** bulunsa, amerikan dolarından çok at ****** sirkülasyonu oluşsa, memleket ekonomisi at ***** üzerinde dönmeye başlasa, farzı misal bir soros, bir fukuyama "biz çok düzeyli ve seviyeli iş adamlarıyız" diyerekten at *****ndan uzak mı duracaklar? hayır!.. hepsi koşa koşa at **** borsasının kapısına dayanacaklar! "bize de at ****** satın! biz de at ****** istiyoruz!" diye kıçlarını yırtarak feryad edecekler!

işte o gün ben at ****** borsası binasındaki odamda oturduğum döner koltukla onlara doğru dönerek "***tirin gidin i*neler!" diyeceğim, "yüz tane daire alarak başladığım zenginlik maceramı bütün at *****larını alarak nihayetlendirdim. bütün at *****ları bende, ve hiç birini size satmıyorum!". işte o zaman onlar kös kös evlerine dönecekler. bense dünyanın bütün at *****larının sahibi olarak mutlu bir hayat süreceğim... sürecek miyim?.. tabi ki hayır, ben alım satımı durdurunca at ***** borsası çökecek, at ****ının değeri sıfra düşecek. ben müflis bir spekülatör olacağım, soros moros ise alıp satacak başka bir şey bulacaklar. eşşeğin ***ini alıp satacaklar mesela."


Bölüm 2:

Spoiler: Göster
"efendiiim, bütün at ****larını elde tutup satmayınca alım satımın durması nedeniyle borsanın çöktüğünü daha önce anlatmıştım... bu durum beni pek üzdü. zira hem dünyalığımı düzmek istiyordum hem de at ***ndan vaz geçemiyordum. fakat mevzu üzerine çok düşündüm ve hem bütün at ******larını hiç bırakmadan tutmaya devam etmenin, hem borsayı ayakta tutmanın, ve hem de mevzubahis ******lar üzerinden daha çok para kazanmanın yordamını buldum.

efenim, bunun yolu at *****larını satıyormuş gibi işlem yapmak ve fakat satmamaktır. bu madrabazlığı gerçekleştirebilmek için at ***** mülkiyetini paylaşabilmemiz gerekiyor. yani, bir at ****nın birden fazla sahibi olabilir değil mi? tabi ki olabilir. hatta bin tane, bi milyon tane bile sahibi olabilir. eğer at ******nın mülkiyetini bir milyon hisseye böler ve tek tek satarsak bir milyon kişi tek bir at ***** üzerinde hisse sahibi olabilir. ama bizim amacımız at ******nı gerçekten satmak değil satıyormuş gibi yapmak olduğundan bir miylon hissenin hepsini satmıyoruz. 499 bin tanesini satıyoruz, 501 binini elimizde tutuyoruz. tabi bu 501 bin hisseyi ifade eden tek bir hisse senedini tek bir elimizle tutmamız daha hayırlı olacaktır, çünki diğer elimizde at ***** var. neden at ****** hala biz tutuyoruz? çünki çoğunluk hisse bizde, en büyük hissedar biziz. evet, diğer 499 bin kişi de en az bizim kadar at *** tutmak arzusuyla dolup taşıyor ama bu durum pratikte mümkün değil. pratikte at ****nın denetimi hala bizde.

at *****ını sattık, ama gördüğünüz gibi, el değiştirmedi. dikkatinizi çekerim, şimdiden %50 kar etmiş durumdayız. şimdi efendim, biraz kıyakçılık yapmaya ihtiyacımız var. kıyakçı olaraktan elimizdeki at ***nı kah sıvazlıyor kah sıvazlamıyoruz. at ****ı da kah uzuyor kah kısalıyor. uzadıkça satış değeri yükseliyor, kısaldıkça satış değeri düşüyor. fiyat bu şekilde oynadıkça at ****ndan medet uman hisse sahipleri kah ellerindeki hisseleri satıyorlar kah yeni hisse alıyorlar. biz de fiyatı düşürüp düşürüp piyasadan hisse satın alıyoruz, fiyatı yükseltip yükseltip piyasaya hisse satıyoruz. ve bir elimizde at *****, bir elimizde hisse senetleri, oturduğumuz yerden para kazanıyoruz. peki hisse sahibi keriz kitle neden mevzuya uyanmıyor? çünkü efendim, tek bir at **** yok ki ortada; hatırlarsak bütün at ****larını satın almıştık. bütün at *****ları bizde, her biri için bütün bu işlemleri yapmışız ve her biri birbirinden bağımsızmışçasına fiyat değiştirip duruyor.

ve *****tan medet uman kitle elindeki hissenin değeri düşse bile başka bir at *****nın hissesi değer kazandığı için kerizliği yanlış *****a oynamakta görüyor; genel anlamda *****la iştigal etmekte beis görmüyor. böylece biz de o *****ın hissesini alıp satamazsak bu ****ın hissesini alıp satıyoruz, bu ****ın hissesini alıp satamazsak şu ****ın hissesini alıp satıyoruz. mütemadiyen para kazanıyoruz ve üstelik bütün at ******ları bizde kalıyor!.. işte olay budur!.."


Evet efendiler. İşte dünyada ekonomi tam olarak böyle işlemektedir.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: TheSpell - 04 Şubat 2016, 21:57:29
Memo'nun bu konuda birkaç çalışması daha var. Utanmadan İddia Ediyorum köşesinde de birkaç kez bahsetmiştir ekonomiden, bakmanızı öneririm. Bu köşedeki karikatürlerin toplandığı iki kitap var. Orada bulabilirsiniz.

Gerçi Memo Tembelçizer'in elinden çıkan hemen hemen her şeyi okumanızı öneririm ben. Kimi zaman saçmalasa da, özellikle Utanmadan İddia Ediyorum köşesinde çoğu zaman harika tespitler yapıyor.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 09 Şubat 2016, 19:42:56
Memo'nun bu konuda birkaç çalışması daha var. Utanmadan İddia Ediyorum köşesinde de birkaç kez bahsetmiştir ekonomiden, bakmanızı öneririm. Bu köşedeki karikatürlerin toplandığı iki kitap var. Orada bulabilirsiniz.

Gerçi Memo Tembelçizer'in elinden çıkan hemen hemen her şeyi okumanızı öneririm ben. Kimi zaman saçmalasa da, özellikle Utanmadan İddia Ediyorum köşesinde çoğu zaman harika tespitler yapıyor.

Memo Tembelçizer efsanedir ;D Utanmadan İddia Ediyorum serisi okunmalı:

Spoiler: Göster
(http://img1.dr.com.tr/pimages/Content/Uploads/ProductImages/339499/0ee506d0-72dc-4a11-b040-cfc42625d37d-1.jpg)


Spoiler: Göster
(http://static.idefix.com/cache/0/270/407894)



Şimdi size birkaç ifade sunacağım ve bunlardan bir sonuç çıkarmanızı isteyeceğim. Evet, yine sizlerden gelecek yorumlara ihtiyacım var. Kendi düşüncelerim mi? Onlar zaten hazır ;D

Memo Tembeçizer'den ekonomi üzerine yaptığım alıntıda geçen bir ifade vardı:  "Bir malın fiyatını ne malın maliyeti belirliyordu, ne de işletince getireceği gelir. Sadece tek bir şey belirliyordu: alınıp satılma hareketliliği!"


Önceki yazılarımdan birinde, şöyle demiştim:
Dünyayı mahveden şeylerin temelinde, değersizleşme yatmaktadır. Dünyayı kurtarmak isteyen birinin yapması gerekenlerden biri de, değer üreterek değersizleşmeyi durdurmaktır.


Şimdi bir önerme daha sunuyorum size: Para ile pek çok şeyi satın alabilirsiniz. Fakat kesin olarak satın alamayacağınız bir şey vardır: Kültür. "Kapitalizm, gölgesini satamayacağı ağacı keser." ifadesini hatırlayınca anlamı artıyor bu gerçeğin.

Günümüz ekonomisinde bir şeyin fiyatını belirleyen değeri değil, ne kadar alınıp satılabilir olduğudur.

Kültür, alınıp satılabilir bir şey olmadığı için, günümüz ekonomisinde fiyatı (bunun yerine ekonomik değeri de diyebiliriz) sıfıra yakındır.

Belki de bu yüzden günümüzde kültürsüzlük, görgüsüzlük, magandalık bu kadar moda olmuştur. Siz hiç popüler kültürün bir insanı çok donanımlı, kültürlü ve görgülü oluşuyla öne çıkardığını gördünüz mü? Aksine popüler kültürün öne çıkardığı kişiler son derece görgüsüz ve şişirilmiş insanlardır.

Popüler kültür, kültürsüzlük üzerine kuruludur. Çünkü kültür, satılabilen bir şey değildir.

Müzik üzerinden örnek verelim: Pop müzik yayını yapan herhangi bir radyo kanalını açın. Şarkıların çoğunun aynı altyapı üzerine kurulmuş olduğunu, hepsinin fabrikasyon olduğunu göreceksiniz. Seri üretimden çıkmış, kullanım ömrü kısa, Çin malı plastik eşyalar gibiler. Bir şarkı her nasılsa hit olur, 1-2 ay radyolarda çalar ve herkesin diline dolanır, ardından başka bir şarkı hit olduğunda ise unutulup gider.

Günümüz popüler müziği büyük olasılıkla yıllar sonra insanların açıp zevk alarak dinleyebileceği hiçbir klasikleşmiş eser meydana getiremeyecek.

Bunun nedeni nedir?

Çünkü klasik olmaya aday, ortaya çıkışından yıllar sonra da müzik zevki olan insanların severek dinleyeceği kaliteli bir şarkı ortaya koymak, birikim ve uzun süren bir çalışma istemektedir. Fakat günümüz insanı, böyle bir çabanın eserine hak ettiği değeri verecek müzik zevkinden yoksundur. Kaliteli eserler meydana getirmek kolay olmadığı, kaliteli eserleri kalitesiz insanlara satmak zor olduğu için de popüler kültürün derebeyleri, kolay üretilebilen-kolay tüketilebilen ve kolay satılabilen basit şarkıları, sanatsal değeri olan yapıtlara tercih eder hale gelmiştir.

"Ama insanlar bunu istiyor işte, insanlar ne istiyorsa onu veriyorlar." mı diyorsunuz? Zamanında Yaşar Kemal çok güzel bir laf söylemişti:

"Halkı neye alıştırırsanız, onu ister. Halkı uyuşturucuya alıştırırsanız, halk sizden uyuşturucu ister."


Üretim süreci, başlangıçta insanların ihtiyaçlarına cevap verecek ürünler üretmek üzerine kuruluydu. Zamanla elimizdeki olanaklar öyle gelişti ki, daha önce hayal bile edemediğimiz şeyler üretebilir olduk. Ardından üreticiler kendi kendine şöyle dedi: "Artık insanların taleplerine uygun üretim yapmaya ihtiyacımız yok. Artık insanları ürettiğimiz şeye talep eder hale getirmeliyiz."

Hatta işi daha da ileri götürdüler ve dediler ki: "İnsanları; bizim en kolay, en masrafsız şekilde ürettiğimiz, en bayağı şeyleri talep eder hale getirmeliyiz."

"Bu nasıl olur, bu kadar kolay mı yani? Bu kadar basit mi?" diye soruyorsunuz sanırım. Size hepinizin yaşadığı, çok basit bir örnek vereceğim:

İlkokulda mutlaka sınıf başkanlığı, okul başkanlığı vb. için yapılan bir yarışı görmüşsünüzdür. Kimin seçildiğini hatırlıyor musunuz? Projeleri en iyi olan mı? En parlak fikirli olan mı? En çalışkan olan mı? En zeki olan mı? Elbette hayır. Böyle seçimleri her zaman en çok tanıdığı olan kazanır.

Konuya dönelim. Kitleler kendilerine sunulanlar içinde (bu herhangi bir şey olabilir. müzik, oyun, kitap vb.) hangisini seçer? En zekice tasarlanmış olanını mı? En sanatsal olanı mı? En Sade olanı mı? En öğretici olanı mı?

Hayır. Kitleler, kendilerine en çok reklamı yapılanı seçerler.


Böylece günümüzün kurnazları; en az masrafla üretilen ürünleri, en çok alıcıya (cahillerin her zaman kültürlü insanlardan daha kalabalık olduğunu söylemiş olmalıyım), mümkün olan en iyi fiyata satarak rahata erdiler.


Günümüzün kültürsüzlüğü, tüm bu ekonomik dinamiklerin sonucudur. Ve ek olarak bir şeyin daha: kitlelerin beceriksizliği.


Sürecek...





Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 18 Şubat 2016, 20:33:32
Ek okuma: Poe - Eşya Felsefesi

Toplumlar, kendi kaymak tabakalarına imrenme ve onları taklit etme eğilimindedir. Örneğin Avrupa toplumlarında kaymak tabakayı oluşturan asillerin (sonra da burjuvanın) belli özellikleri, o toplumları okumaya itmiştir.

Avrupa asilleri ile başlayalım: Köklü bir aileden gelirler (ki bunun okumayla aslında ilgisi yoktur), kendi aralarındaki en büyük yarış; nezaket, zarafet ve ince zevk konusunda olmuştur. Avrupa asilleri, küçük yaşlardan itibaren müzik, dans, edebiyat vb. alanlarda eğitim görmekte ve bu görgülerini de asaletin bir simgesi olarak sergilemekteydiler. Çoğu klasik müzik bestecisi, kendi dönemlerinin asilleri tarafından himaye ve finanse edilmişlerdir.

Ortadoğuda ise asaletin tek göstergesi para olduğundan, daha çok para kazanmak ve çok paranın olduğunu göstermek üzerine kurulmuştur her şey. Bu yüzden altın işlemeleri, değerli taşları dekorasyonda kullanmayı çok sevmiştir kaymak tabakamız. Çünkü bunlar, o kişinin altına ve elmaslara sahip olacak kadar varlıklı olduğunu göstermekteydi. Arap emirlerinin klozetlerine kadar her şeylerinin altın kaplama olmasını buna bağlıyorum.

Belki de bu yüzden insanlarımız hala yaldızlı, elmas görünümlü plastik taşlarla bezenmiş eşyaları bayılarak kullanmaktadır. Ne de olsa yüzyıllarca topluma işlemiş alışkanlıklardan bir anda kurtulunamamaktadır.

Sonuç olarak, asaletin göstergesi olarak entelektüelliği değil, gösterişçiliği kullanma alışkanlığındaki toplumlar, entelektüelliğin temel taşlarından olan kitaplara pek tenezzül etmezler.

Türkiye, parlak fikirler ve buluşlarla zengin olunacak bir yer değildir. Kafası ticarete çalışmayanların okutulduğu bir ülkeyiz biz. Toplumumuzun zenginlerine bakın: İlkokul mezunu müteahhitler, aşiret ağaları, üçe alıp beşe satarak zengin olan kabzımallardır buranın zenginleri. Fırsatçılar ve vurguncuların oluşturduğu bir kaymak tabaka için kültür pek değerli değildir. Bu nedenle, o kaymak tabakaya özenen halk için de okumak boş bir iştir.

Yukarıdaki yazıda okumak ile ilgili söylediklerim, kültür için de geçerlidir.

Toplumumuzda sanatın gelişmemesi, tam da yukarıdaki nedenden kaynaklıdır. Çünkü ilkokul mezunu müteahhitler, aşiret ağaları, üçe alıp beşe satarak zengin olan kabzımallar sanattan, bilimden, insani değerlerden anlamazlar, onlar sadece gösterişten anlarlar. Bu yüzden bilgi ve ince zevk gerektiren, değer taşıyan şeyleri değil, gösterişli şeyleri talep ederler. Bu yüzden toplumumuzda alınıp satılabilirliği en fazla olan şey, gösteriştir.

Asgari ücretle çalışan insanların, gerçekten ihtiyaçları olmadığı halde birkaç aylık maaşları ile son model telefon almalarının nedeni, gösteriştir.

Böyle bir toplumda, gerçekten değerli olan bir şeyin, hakkının verildiğini görmek olanaksızdır.

Evet, gerçekler böyle. Peki tüm bu değersizliğin içinden nasıl sıyrılacağız?


Değeri Aramak, Değerli Olanın Peşine Düşmek, Değer Yaratmak

Eğitim ve meslek konusunda söylediklerimi hatırlamanızı istiyorum. Size önce hayatınızı kazanmanızı sağlayacak bir işe (ve bunu sağlayacak bir eğitime) sahip olmanızı, bundan sonra (ya da bunun dışında) bir alanda yeteneklerinizi geliştirmenizi söylemiştim.

Çünkü değer üreterek geçiminizi sağlayamazsınız.

Felsefe yapmak, sanatla uğraşmak istiyorsanız, bunu mesleğiniz dışında yapmalısınız. Çünkü sanatı, felsefeyi para kazanma amacıyla yapmaya çalışırsanız, ürettiğiniz gerçek değeri kimseye satamayacak, mecburen daha satılabilir olan kalitesiz şeyler üretmek zorunda kalacaksınız.

Bir şey, para kazanma aracına dönüştüğünde ticarileşir (zaten amatör  ruhu kaybetmek de bu değil midir? ), hedef kitle belirlenir ve üretilen şey her ne ise, bu hedef kitleye satmaya yoğunlaşılır. Sadece bununla kalınmaz, hedef kitle genişletilmeye çalışılır.
 
Dünyada sığ insanların, derin ve kafası çalışan insanlara göre daima çoğunlukta olduğu gerçeğini de düşündüğümüzde, sığlara ürün pazarlamanın daha karlı bir iş olduğunu anlayabiliriz.

Değerli şeylerin kaybolduğu, önemsenmediği ve unutulduğu, yeni nesillerin nelerden mahrum kaldıklarından bile habersiz olduğu bir dünyada; değerli olanın peşine düşmek ve değer üretmek kahramanca bir iştir.

Kahramanlara ihtiyacımız var.

(Herkesin değer üretme yolu kendine özgüdür. Nasıl yapacağınızı merak ediyorsanız buraya (http://www.kayiprihtim.org/forum/fantastik-edebiyat-elethtirmeni-ve-bilirkithisi-olmak-t16403.0.html;msg165952#msg165952) bakın.)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: BlackOut - 19 Şubat 2016, 15:08:17
Üniversitede yeni okumaya başlamış biri olarak bir şeylerin gerçekten doğru olduğunu söylemek için yazıyorum. Ancak farklı konulara da değineceğim. Bu başlığı okuduktan sonra bir insanın hayatına aynı gözlerle dönmeyeceğine inanıyorum. Ben bu başlığı görüp okumaya başladığımda benimle benzer şeyler düşünen insanları bulduğum için sevindim.
Eğitim sistemi üzerine derinlemesine bir şeyler anlatmayacağım zaten yeterince konuşulmuş noksan olan yerleri ve hiç becerilememiş yerleri yazılmış. Bense size yazılanların doğru olduğunu söyleyeceğim. İlkokulda matematik dersinden kalmış bir insanım ve lise ikinci (onuncu) sınıfta da kaldım aynı dersten. Annem hep bana derdi ki "Birinci sınıfa bile giderken arkana bakarak giderdin okula." okuldan ne kadar hoşlandığımı anlatmaya yeter bu cümle. Okul benden ezberlememi ve tekrar etmemi bekliyordu ben ise yıllarca bunu reddettim. Bu reddediş bana ancak vasat ders notları getirdi ve yanında biriken bir nefret. Uzun uzun anlatmak istemiyorum bu matematikten yıllarca kalmış(zar zor geçmiş) insan gittiği mühendislik bölümünde aynı dersi AA ile geçiyor. Çok zor iş değil, gerçekten çalışınca yapacağınız ders konuları ve sınav içeriğinden sonra verilmiş bir not. Burada "çalışmak" diyerek bahsettiğim şey ise fotografik hafızamı sınavda biraz zorlayarak öğretmenin sınıfta yaptığı şeyleri tekrarlamak. Bunu böyle yaptığımda "başarılı" ve "zeki" olarak değerlendiriliyorum. Bana sorarsanız içler acısı bir durum. Bunu yapamadığım bir ders de var. Fizik. Kendi anlayacağım şekilde çözüm yapıyorum, bunu elde etmek içinde saatlerce oturup tek başıma çalıştım ancak ders öğretmeninin istediği biçimde yazmadığım için tamamı doğru olan kağıdıma geçer notu zor aldım. Gerçekten trajikomik bir durumda sistem. Kendi yönteminizi geliştirmenize, yaratıcı davranmanıza ve bu yolla özgürleşmenize izin vermiyor. Yeter bu kadar ders içeriğinden yakınmak.
Üniversitedeki çalışanların "memurlar" olarak değerlendirildiğini okuduğumda yüzüme bir sırıtış yayıldı. Çünkü aynısını ilk dönem defalarca söyledim "Devlet dairesi gibi hiçbir işi halletmiyorlar bu ne !" diyerek sitem etmişliğim olmuştu. Anladım ki gerçekten devlet dairesiymiş.
Beraberimde okuyan öğrencileri nereden anlatmaya başlasam bilmiyorum. Biraz şanslı olarak bölüm başkanı ve yardımcılarıyla uzunca konuşma fırsatı buldum belki onların sözleri anlatır. Bölüm başkan yardımcımız demişti ki "Adam ders dinlemeye gelmiyor ki, iki metre ötemde makyaj tazeliyor, ne kadar çekiciyim diye düşünüyor. Ben de tahtayla ben varım sanıyorum sınıfta."
 Bütün derslerim İngilizce ve bir sıkıntı çekmeden takip edebiliyorum. Ancak öğretmenlerin tavrı yine eleştiri konusu. Adam dersi çat pat İngilizce ile anlatıyor. (Bunu eleştirmiyorum yanlış anlaşılmasın.) Sonra dönüp Türkçe'sini anlatmaya başlıyor. Bunu yapmasının amacını ise "İngilizce anlamayanlar oluyor." diyerek açıklıyor. E ne anladı bu öğrenci İngilizce eğitimden. Mezun olunca "İngilizce" eğitim almış yazacak. Yani söylemek istediğim şudur eğer siz bir şeyler için çabalayıp öğrenmezseniz eğitim sistemi size hiçbir şey vermiyor, önermiyor. İdeal bir sistem (ütopik bir sistemden bahsetmiyorum) sizi yönlendirmeli ve yolunuzu çizmenize yardımcı olmalıdır. Yalnızca bizim değil yeryüzündeki çoğu eğitim sistemi bundan çok uzak. Yine de benim takıldığım konular bunlar değildi yalnızca söylemek istedim. Sonuçta gladyatör dövüşüne benzetmiştiniz sanırım iş arama çabalarını, birinin düşeceğini belirtmiştiniz, bu aptallıklarıyla onlar düşsün bana ne diyeceğim.
Sevdiğimiz işi yapmak konusunda okuduğum ve sosyal statü olarak "düşük" görülen mesleklere sahip insanlara "Sevdiğiniz işi yapın" deme konusuna gelince: Ben gerçekten Dünyayı anlamıyorum bu  beğenmediğimiz hizmet sektörlerine çalışan insanlar olmasa bu işi kimler yapacak? Aslında yine kafama takılan bu değil. Bu insanların işlerini onlara verip onlara bunu yaptıran daha iyi durumdaki (para anlamında) insanlar mı suçlu? Yoksa bu hizmet satan insanların kendi suçu mu? Yada bu bir suç mu? Kötü olarak mı görmeliyiz bunu, yoksa eski zamanlardaki lord ve köle sisteminin şekil değiştirmiş halini kabul mi etmeliyiz? Anlamıyorum...

Son olarak dünyayı kurtarmak deyip o kadar konuştuktan sonra aklımda gelen çizim hep şu oluyor.
Spoiler: Göster
(http://i.hizliresim.com/Yr18kz.jpg) (http://hizliresim.com/Yr18kz)

Çenem düşmüş yine özür dilerim. Önizleme yapınca uzattığımın farkına vardım.
"Hımbıllar" tanımınız, olağan dışı işleri yapmayı kendine görev edinmiş insanların çektiği sıkıntılardan bahsetmeniz, ekonomi konusunda paylaştığınız şeyler hepsinde tebrik ediyorum sizi. İnsanlar bu başlıkta sizin yazdığınız şeyleri ceplerinde taşımalı, unuttuklarında okuyup hatırlamalılar.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 20 Şubat 2016, 13:01:17
İlkokulda matematik dersinden kalmış bir insanım ve lise ikinci (onuncu) sınıfta da kaldım aynı dersten. Annem hep bana derdi ki "Birinci sınıfa bile giderken arkana bakarak giderdin okula." okuldan ne kadar hoşlandığımı anlatmaya yeter bu cümle. Okul benden ezberlememi ve tekrar etmemi bekliyordu ben ise yıllarca bunu reddettim. Bu reddediş bana ancak vasat ders notları getirdi ve yanında biriken bir nefret. Uzun uzun anlatmak istemiyorum bu matematikten yıllarca kalmış(zar zor geçmiş) insan gittiği mühendislik bölümünde aynı dersi AA ile geçiyor.

Bende ise tam tersi bu durum. Bunu iyi bir şey olarak görüp görmediğinizi tam olarak anlayamadım ama. Fakat şunu söyleyeyim, calculus gibi derslerin içeriği de sınavları da benzerdir, çok değişmez. Asıl farkı yaratan uzmanlık vermesi gereken alan dersleri ki burada patlıyor zaten Türk okulları.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: BlackOut - 20 Şubat 2016, 13:40:12
Bunu iyi bir şey olarak görmüyorum, burada sistemin çarklarını en sivri uçlu olanları bile yassılaştırdığını anlatmak istemiştim. Haşa kendimi "asi" ve "sivri" olarak değerlendirmiyorum, ben daha sinsi çalışırım :D. Benzerlik olayına tamamen katılıyorum, üniversite sistemine yeni biri olarak yorumum "derste ne varsa aynısı çıkıyor işte sınavda" olmuştu. Alan derslerini henüz almadığım için bir şey söyleyemeyeceğim ancak şunu belirteyim: Hangi üniversite ve bölüm olduğunu söylemediğim için anonimliği kullanarak konuşuyorum. Ders içeriği ile ilgili bölüm başkanıyla konuşuyordum, ben biraz dersin bize ağır verildiğini ima ettiğimde dedi ki "Ben kendi bölümümde olmayan adamlara -dersin adı- dersini tamamen vermiyorum ki zaten, on kere sulandırıp öyle anlatıyoruz, fırsatını bulmuşken makine mühendisliğinden tam anlamıyla öğrenin." gibisinden bir şeyler söyledi. Kendi bölümümde olmayan adama kolayını öğretmek ne demek? Yani gidip okuyoruz ama kimin adam akıllı öğrettiği tartışılır. Böyle olunca eğitim sistemi(sistemleri) şüpheli yani.
Güncel bir örnek vereyim, iki gün önce ablamla konuştuğum konu: Metro inşaatı yapılırken gittiği bölümün dersliklerinin duvarlarının çatladığını eğitim verilemez hale geldiğini söyledi. Bu ülke nasıl mühendis yetiştiriyor ki adam çalışma yaparken çevredeki neredeyse tarihi sayılacak binalara zarar veriyor, nasıl bunu gözden kaçırıyor? (Belki işçilikte bir sıkıntı olmuştur bu kadar yerden yere vurmak istemiyorum. Yine de hata hatadır.). Konuyu dağıtmak istemiyorum. Konu bir şeyleri düzeltip kurtarmak ise ben bunun ancak otodidakt insanlarla olacağına inanıyorum.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 20 Şubat 2016, 14:20:48
Bunun sistemle, en azından Türk sistemiyle çok bir ilgisi olmadığını söylemek istemiştim ben de. Temel matematik dersleri gibi şeyleri Almanya'da da, İngiltere'de de, Türkiye'de de aşağı yukarı aynı şekilde alırsınız. Benzerlikten kastım buydu.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: BlackOut - 20 Şubat 2016, 14:36:34
Yanlış anlamışım, haklısınız. Bölüm uzmanlık derslerinde okullarımızın patlayıp patlamadığını bilmiyorum. Bekleyip öğreneceğim.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 23 Şubat 2016, 21:31:49
Çenem düşmüş yine özür dilerim. Önizleme yapınca uzattığımın farkına vardım.

İyi yapmışsınız, hepimizin çenesi düşmeli. Çünkü zamanla anlıyorum ki hepimizin yaşadığı sorunları ve o sorunlar için geliştirdiği çözümleri paylaşmasına ihtiyacı var toplumun. El elden üstündür. Belki de hiçbirimizin aklına gelmeyen güzel bir düşünce, hiç beklemediğimiz birinden çıkacak. O yüzden, konuşmaktan geri durmayın lütfen.

Blackout ve Grayswandir'in üzerinde tartıştığı konuya ilişkin görüşlerim: matematik öğrenirken ezberlenmesi gereken kavramlar, izlenmesi gereken formaliteler olabilir. Fakat Müfredatı ayarlamak bana kalsaydı şimdikinden çok daha farkı bir matematik öğretimi planlardım. Öğrencinin kavramları anlaması, anlamlandırması ve hissedebilmesini, içselleştirebilmesini sağlardım. Çünkü matematik doğayı anlamak için önemlidir.

Güzel bir kitap: Ali Törün - Matematiğin Mizahı

Spoiler: Göster
(http://img1.dr.com.tr/pimages/Content/Uploads/ProductImages/757177/35e80421-a3f5-4461-a95b-15c5a202c847-1.jpg)



Mevcut sistem, kişileri eğitmek ve yetiştirmekte başarısız. Fakat bu eli-kolu bağlı oturmak için bahane değil. Acemiler İçin Bilim Rehberi (http://www.kayiprihtim.org/forum/acemiler-ycin-bilim-ryuk-ve-maglorun-bilim-rehberi-t16657.0.html)'nde, matematik ve pozitif bilimlere ilişkin paylaşım yapmaktayım. En azında bu şekilde üstüme düşeni yapmaya çalışıyorum :)

 

Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 14 Mart 2016, 20:07:53
Ankaralıyım ben efendiler.

Ve dün, şimdiye kadar binlerce, milyonlarca kez geçtiğim, sayamadığım kadar çok anımın olduğu yerde yüzlerce insan öldü.

Bunu düşünürken aniden fark ettim. Her an ölebilirim, hepimiz ölebiliriz.

Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan
Ölmemek elimizde değil ki bizim
İyi yaşamamak, beni tek korkutan
- Hayyam


Ölümden korkmayacak kadar cesur değilim. Ama beni asıl üzen, söylemek istediklerimi söyleyemeden ölmek olur sanırım. Bu güne kadar düşündüğümüz her şeyin manyağın biri tarafından hiçliğe gönderilebilecek olması sinir bozucu.

Yazacak çok şey var, ama kafamı toplayamıyorum. Fakat bir süredir yaptığım bir kitap listesi var.

Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce onu anlamalısınız.

Bu listedeki kitapları tekrar tekrar okumuşumdur. Hepsinin ortak özelliği, hakkında yazıldıkları konuya ilişkin olmazsa olmaz bilgileri içermeleridir.

Her konu için geçerli olan bir gerçek var: o konuyla ilgili olmazsa olmaz bilgiler, o konuyla ilgili ikinci derece önemli bilgiler, konuyla ilgili özel (uzmanlık gerektiren) bilgiler ve son olarak olmasa da olur türünden bilgiler mevcuttur. Önceliğiniz, olmazsa olmaz türü bilgileri öğrenmek olmalı.

1- Olmazsa Olmaz Kitaplar

İlk olarak bu kitabı okumalısınız: Müslüman toplumlardaki (ve elbette bizim toplumumuzdaki) gerilemenin tarihsel kökenlerini tarafsız bir şekilde anlatır bu kitap: Cengiz Özakıncı - İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü.

Not: Bu dini bir kitap değildir, tarih kitabıdır. Ortadoğu insanının neden bu kadar cahil ve vahşi olduğunu merak ediyorsanız, okumalısınız.

Spoiler: Göster
(http://img1.dr.com.tr/pimages/Content/Uploads/ProductImages/398159/64268be7-5c06-4a0b-af87-a7d24a66900c-1.jpg)


İkinci olarak okunacak kitap: Evrim sadece biyolojik bir olgu değildir. Biyolojik evrimin ilkeleri aynı şekilde sosjolojik olarak da geçerlidir. İnsanlığın sadece biyolojik olarak değil; tarihsel, toplumsal olarak da nereden gelip nereye gittiğini anlamak için evrimi anlamak zorundasınız.

Richard Dawkins - Gen Bencildir

Spoiler: Göster
(http://static.idefix.com/cache/0/270/660896)


Ek olarak: Paul Lafargue - Tembellik Hakkı


Aşağıdaki iki kitap, roman gibi başlayıp bitirilecek eserler değildir. Baş ucunuzda durmalı, sindire sindire okumalısınız.

Orhan Hançerlioğlu - Düşünce Tarihi

Spoiler: Göster
(http://imageserver.kitapyurdu.com/select.php?imageid=105650&width=180&isWatermarked=true&pagecount=429)


Server Tanilli - Uygarlık Tarihi

Türkiye'de ortaöğretimi, özellikle de liselerin, 1950'lerle beraber gelip girdiği ve bugün de süren bir çıkmazı da şudur: Tarih, felsefe, sosyoloji, edebiyat ve sanat gibi kültürün temel konularında, gençlere -hemen hemen- hiçbir şey verilmiyor; öğrencilerin kafalarına yalan yanlış, abuk sabuk, ipe sapa gelmez birtakım şeyler tıkıştırılıyor. Ne gerçekçi ve bilimsel bir yaklaşım, ne de bir bütün olarak kucaklayış kültürü. Bir bölük pörçüklük, bir derme çatmalık, bir keşmekeş kısacası.

Egemen sınıfların bir oyunudur bu!

Amaç da ne yapıp edip gençlerin uyanmasını engellemektir.

İşler öylesine tezgahlanıyor ki, daha liseden başlayarak gençlerin gözlerinin önüne bir "duman perdesi" çekiliyor; içinde yaşadıkları çağa ve topluma yabancılaştırılıyorlar. Liselerden üniversite ya da yüksekokullara bu durumda gelen öğrenciler de, ne kendi aralarında ne de öğreticilerle bir "kültürel diyalog" kurabiliyor ve bir "kör dövüşü"dür gidiyor. Bu kitap işte bu oyunu bozmak için yazıldı.


Spoiler: Göster
(http://static.idefix.com/cache/0/270/318124)



2- Filmler - Kitapları hemen alıp okuyamasanız da, bunları şimdi izleyerek başlayabilirsiniz işe

Egemen sınıfın bizleri nasıl uyuttuğunu 80'lerin geyik havasıyla anlatır: They Live

Spoiler: Göster
(http://t1.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQX8MepQQzDRYB-DGdiKOnjhJzsb9AitL-Av_fUEmjSK7psyRR2)


İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü'nü okumadan önce izleyin. Üretici, aydın, özel insanların; cahil kalabalıkların zulmüne nasıl uğradığını görmek için:

İstanbul Kanatlarımın altında

Spoiler: Göster
(https://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/thumb/7/7a/Istanbulkanat.jpg/220px-Istanbulkanat.jpg)


Agora

Spoiler: Göster
(https://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/thumb/8/81/Agoraposter09.jpg/220px-Agoraposter09.jpg)


Acilen önlem almazsak evrimin bizi nasıl kayalıklara çarpacağını anlatır: Idiocracy
Spoiler: Göster
(http://i43.tower.com/images/mm106970625/idiocracy-luke-wilson-dvd-cover-art.jpg)



Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Kitap Adam - 14 Mart 2016, 21:02:02
Ankaralıyım ben efendiler.

Ve dün, şimdiye kadar binlerce, milyonlarca kez geçtiğim, sayamadığım kadar çok anımın olduğu yerde yüzlerce insan öldü.

Bunu düşünürken aniden fark ettim. Her an ölebilirim, hepimiz ölebiliriz.


Hepimize çok geçmiş olsun ama geçmiyor bir türlü. Ne geçiyor, ne de bitiyor!
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 07 Nisan 2016, 22:00:51
Hepimize çok geçmiş olsun ama geçmiyor bir türlü. Ne geçiyor, ne de bitiyor!

Ne diyeceğimi bilmiyorum böyle zamanlarda. Umarım daha güzel günler görebiliriz.

Ya da biz göremesek bile, umarım bir gün iyi insanlar güzel günler görebilirler.


Efsaneler, Toplum, Beğeni, Takdir

"80l'ler efsaneydi". Ya da "90'lar efsaneydi" gibi ifadeleri sıkça duyuyorsunuz. Neden?

"Herkes kendi çocukluğunun geçtiği zamanları efsane olarak hatırlar." diyeceksiniz. Ben de uzun süre böyle düşündüm. İnsanın genel bir özelliğidir geçmişi olduğundan daha iyi hatırlamak.

Fakat gerçek hiç de öyle değil.

80'ler ve 90'lar, ya da daha eski zamanlar neden efsaneydi biliyor musunuz?

Çünkü o zamanlar bir insanın ya da eserin (ya da her ne ise) efsane olabilmesi, takdir görebilmesi için gerçekten kayda değer bir başarısı, özelliği olması gerekiyordu. O dönemler yapılan işler ne olursa olsun (sinema, müzik, edebiyat vb.) her birinin özgünlüğü vardı. Aynı kişinin elinden çıkan iki eser bile birbirinden farklı ve özgündü.

Günümüzde ise tüm işler aşağı yukarı aynı. Popüler çoğunluğun gölgesinde kalan istisnalar dışında her şey birbirine benziyor.

Yapılan işlerin hiçbirinde beceri, ince zevk, birikim ve emeğin izlerini göremiyorsunuz.

Peki bu "işler" ve onları yapanlar nasıl piyasada tutuluyor ve insanlar tarafından beğeniliyor?

Çünkü reklamcılık daha önce hiç şimdiki kadar ustaca, profesyonelce yapılmamıştı:

İlkokulda mutlaka sınıf başkanlığı, okul başkanlığı vb. için yapılan bir yarışı görmüşsünüzdür. Kimin seçildiğini hatırlıyor musunuz? Projeleri en iyi olan mı? En parlak fikirli olan mı? En çalışkan olan mı? En zeki olan mı? Elbette hayır. Böyle seçimleri her zaman en çok tanıdığı olan kazanır.

Konuya dönelim. Kitleler kendilerine sunulanlar içinde (bu herhangi bir şey olabilir. müzik, oyun, kitap vb.) hangisini seçer? En zekice tasarlanmış olanını mı? En sanatsal olanı mı? En Sade olanı mı? En öğretici olanı mı?

Hayır. Kitleler, kendilerine en çok reklamı yapılanı seçerler.

İnsanlar bu tercihi bilinçli olarak yapmazlar. Ortalama insan ezberci yaşar. Kendinden öncekilerin yaptıklarını yapar, keşfetmek ve daha iyisine ulaşmak için çaba harcamaz. Çünkü değerli olana ulaşma çabası, kararlılık ve birikim gerektirir; ortalama insan bu niteliklere sahip değildir.

Tekrar ediyorum: Ortalama insan ezbere yaşar ve neye alıştıysa, neye alıştırıldıysa onu tekrar eder.

"Ama insanlar bunu istiyor işte, insanlar ne istiyorsa onu veriyorlar." mı diyorsunuz? Zamanında Yaşar Kemal çok güzel bir laf söylemişti:

"Halkı neye alıştırırsanız, onu ister. Halkı uyuşturucuya alıştırırsanız, halk sizden uyuşturucu ister."

"Biz böyle gördük", "bize böyle öğretildi", "bunu yapamayız çünkü bizim geleneklerimizde yeri yok" gibi  sözler sarfeden insan aslında şunu söylüyordur:

"Ben, bana gösterilenler, öğretilenler dışında hiçbir şey bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Bir birey olarak, kendi başıma bir arayışa girmek ve bir şeyler öğrenmek gibi yeteneklerden yoksunum.  Kendi başıma bir şey öğrenemiyorum, ancak başka biri bana zorla bir şeyler öğretebilir."

Egemen zümre ise söz konusu kendi başına bir şey öğrenemeyen kitleyi yönlendirmek konusunda ustadır. Söz konusu kitleye bir şeyi her gün, her yerde, sürekli tekrarlayın. Sonunda mutlaka size inanacaklardır.

Sürekli gözlerine sokarsanız, tüm ilan panolarına yerleştirirseniz, sürekli reklamını yaparsanız; ortalama insan sonunda mutlaka sizin ona yaptırmak istediğiniz şeyi yapacaktır. Aslında hiç ihtiyaçları olmayan şeyleri, gözlerine soktuğunuz için (fiyatı maaşlarından fazla da olsa) sonunda gidip alacaklardır.

(http://4c79id2ej5i11apui01ll2wc.wpengine.netdna-cdn.com/wp-content/uploads/2015/02/they-live-660x455.jpg)


Not: They Live'i izleyenler yukarıdaki görseli anlayacaktır. Eğer şimdiye kadar izlemediyseniz: İzleyin.


Aynı şekilde, aslında hiçbir vasıfları olmasa bile sahte "efsaneler" yaratan egemen zümre, o sahte efsaneleri ortalama insanın gözüne soka soka, sonunda ortalama insanı o sahte efsaneye hayran edecektir.


Spoiler: Göster
(https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/236x/ae/f0/c1/aef0c121ee5b5f124af500ed9417dc20.jpg)


Spoiler: Göster
(https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/236x/13/ee/20/13ee200c9a847bdceea676fa7a2281e6.jpg)


Spoiler: Göster
(https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/236x/c1/83/e1/c183e1f9ec1da81175d3bd73ab8db7c2.jpg)


Bu sayede egemen zümre, emek gerektiren değer yaratma çabasına hiç girmeden, seçtiği sıradan birini reklam ve pazarlama projeleriyle idol haline getirerek büyük bir masraftan kurtulmaktadır.

Yaratılan sahte efsaneler, ortalama insanın gözünde kaymak tabakayı oluştururlar. Çünkü onlar topulmun idolleri, ünlüleridir. Hayranlık duyulan şöhretleridir. Ve her toplum, kendi kaymak tabakasına imrenme ve onu taklit etme eğilimindedir.

Özünde vasıfsız insanlardan oluşan, becerikli olduğundan değil; reklam ve pazarlama sektörü sayesinde efsaneleşmiş bu sahte idollere hayranlık duyan toplumun, gerçekten değerli olan şeyleri görmesi ve onların hakkını vermesi mümkün değildir.


Beethoven günümüzde yaşasaydı belki de kimse yaptıklarına değer vermeyecekti. Müzik dehası sayesinde sağır olmasına rağmen gösterdiği başarı, ortalama insan tarafından değersiz görülecekti, hatta "Şuna bak sağır haliyle beste yapmaya kalkmış bir de." diye eleştirilecekti. O sırada ortalama insan, "Elbette tüm şarkılarım birbirine benzeyecek. Yedi tane notayla kaç beste yapılabilir ki?" diyen büyük sanatçı(!) Serdar Ortaç'ı dinliyor olacaktı.


O yüzden efendiler, yaptıklarınızın değerinin toplum tarafından anlaşılmasını beklemeyin. Değer arama ve değer üretme çabanızı sadece "değeri" sevdiğiniz için yapın. Ortalama insan değil, değerli insan olabilmek için yapın.


Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 13 Nisan 2016, 19:25:37
Bu yazı tamamlanmış, oturmuş bir yazı olmayacak. Şimdi aklıma gelenleri hızla yazmalıyım yoksa unutacağım:

Anti Hımbılizm vol2

Hımbılların belli davranış kalıpları vardır. Örneğin her şeyin topluca, bir arada yapılması gerektiğine inanırlar. Bir insanın tek başına bir işe kalkışması anlamsızdır. Kendi başına spor yapılmaz, mutlaka takım sporları yapılmalıdır, kendi kendine gülen delidir vb.

Oysa insanın kendini keşfedebilmek için yalnız kalabilmeye ihtiyacı vardır. Deşarj olabilmek için de yalnız olmaya ihtiyacı vardır. Tuvaletini yapmak gibi, mahrem bir şeydir bazen deşarj olmak. Belki de insanımız hiç yalnız kalamadığı için böylesine şiddete meyilli ve mutsuzdur. Bastırılmış, deşarj edilememiş duygular insanı hırçın ve mutsuz yapar çünkü.


"Hobi" denen şeye değer vermezler. Toplumumuz için hobi, boş uğraştır. Toplumumuzdaki insanların da hobileri yoktur zaten (bunun nedenlerini başka bir zaman anlatacağım). Oysa hobi aslında kişinin para kazanabilmek için mecburen yaptığı mesleği dışında, zevk almak ve yaşamını anlamlandırmak için yaptığı uğraştır. Gelişmiş ve refah seviyesi yüksek ülkelerde herkesin bir hobisi olduğunu (hatta iki) ve hobi olarak seçtikleri uğraşları ciddiye aldıklarını ve bu uğraşlarda başarılı olduklarını görürsünüz.

Örneğin bizde gitar çalmayı hobi edinmiş genç; iki akor basabilir seviyeye varıp kızları kendine baktırır hale gelmek dışında bir şeyi pek amaçlamaz. Ama Norveç'deki bir genç zevk alarak yapabildiği sürece gitar becerisini geliştirir, hobisini insanlara hava atma aracı olarak değil; kendini gerçekleştirme aracı olarak görür. Belki de o yüzden kuzey ülkelerinden çıkan metal grupları sağlamdır ;D

Genel olarak bizde hobi başkalarına sergilenmek için yapılır. Gitar kursuna yazılan insanlar hemen sosyal medyada gitarlı fotoğraflarını paylaşırlar. Zaten yaptığı hiçbir şeyi kendisi için değil, başkaları için yapar bizim insanlarımız. Neden?

Çünkü bizde yalnızlık ve kişinin bireysel mutluluğu denen kavramlar yoktur. Yapılan her şey toplum tarafından onaylanmalıdır. Yapılan her şey toplumun beğenisini kazanmak için yapılır.

Bizde insanlar yaptıkları şeyle "kendileri" mutlu olmak için uğraşmazlar. Onunla topluma gösteriş yapıp, toplumun takdirini kazanarak mutlu olurlar. Neden biliyor musunuz?

Toplumlar, kendi kaymak tabakalarına imrenme ve onları taklit etme eğilimindedir.

Türkiye, parlak fikirler ve buluşlarla zengin olunacak bir yer değildir. Kafası ticarete çalışmayanların okutulduğu bir ülkeyiz biz. Toplumumuzun zenginlerine bakın: İlkokul mezunu müteahhitler, aşiret ağaları, üçe alıp beşe satarak zengin olan kabzımallardır buranın zenginleri. Fırsatçılar ve vurguncuların oluşturduğu bir kaymak tabaka için kültür pek değerli değildir. Bu nedenle, o kaymak tabakaya özenen halk için de okumak boş bir iştir.

Toplumumuzda sanatın gelişmemesi, tam da yukarıdaki nedenden kaynaklıdır. Çünkü ilkokul mezunu müteahhitler, aşiret ağaları, üçe alıp beşe satarak zengin olan kabzımallar sanattan, bilimden, insani değerlerden anlamazlar, onlar sadece gösterişten anlarlar. Bu yüzden bilgi ve ince zevk gerektiren, değer taşıyan şeyleri değil, gösterişli şeyleri talep ederler. Bu yüzden toplumumuzda alınıp satılabilirliği en fazla olan şey, gösteriştir.


Hımbıllar, toplum tarafından takdir edilmek istedikleri için ve toplum da farklı, özgün olan şeylerden ölümüne nefret ettiği için; toplumdan ne gördülerse onu tekrarlama eğilimindedir. Yalnızca toplum tarafından kabul görmüş şeyleri yapar, yaptıklarını da sık sık etraflarına teyit ettirirler.


Tüm bu nedenlerden dolayı, hımbılları asla böyle göremezsiniz:

(https://s21.postimg.org/ecnbifwh3/çomar.jpg)

Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 15 Nisan 2016, 19:53:02
Bir önceki yazıdan devam:

Hımbıllar için söylediklerimden dolayı onları aşağılama eğilimine kapılmayın, böyle olmak onların suçu değil.

Fakat "böyle olmak onların suçu değil" dedim diye de tatlı su hümanistleri gibi "haydi o zaman hepimiz hımbılları bağrımıza basalım ve onları aydınlatalım" dediğimi zannetmeyin ve asla böyle düşünmeyin.

Hımbılları kurtarmak imkansızdır.

Alıntı
"Bu insanların çoğu serbest bırakılmaya hazır değil. Ve büyük bir kısmı o kadar içine girmişler, sisteme o kadar bağımlı hale gelmişler ki, onu korumak için savaşacaklar." -Morpheus (Matrix)

Yapacağınız, yaşayacağınız ne varsa, hımbıllara rağmen yapacak ve yaşayacaksınız.  "Ama bu insanların yardıma ihtiyacı var." diyebilir vicdanınız. Evet, yardıma ihtiyaçları var; ama onlardan önce sizin kendinize yardım etmeye ihtiyacınız var.

Böyle bir zamanda, böyle bir yerde yaşamak zaten çok zor. Kendinizi kurtaracak, kendinizi mutlu ve kuvvetli kılacak gücünüzü; onlara yaptığınız iyiliği anlamayarak murdar edecek insanlar için harcamayın.

Evet; kötü olmak kötülerin, cahil olmak cahillerin suçu değildir belki. Ama bu durum, kötü ve cahil olanların bana zarar vermesine, hayatımı zorlaştırmasına ve beni aşağı çekmesine izin vereceğim anlamına gelmez.


Zamanında Ekşi Sözlük'de görüp beğendiğim bir yazı vardı ve bir word dosyasına kopyalamıştım (Ekşi Sözlük yönetiminin yaptıklarından dolayı onlara tıklama kazandırmamak adına link paylaşmayacağım, isteyen yazıyı arayıp bulabilir):

Alıntı

Bir Ülkenin Geri Kalmış Olduğunu Anlama Yolları:

Yüzbinlerce insanın sabah erken saatlerden akşam geç saatlere kadar evi dışında çalıştırılıyor olması, geri kalmışlığı anlama yollarından biridir.

Bu zavallı ülkenin insanlarının yaşam amacı, değmeyecek meblağlar karşılığında "çalışmak", ömrünü çalışarak tüketmek ve bir türlü gelişemeyen ülkesinin "ayak işleri" için tüm zamanını sarf etmektir.

Bu ülkenin insanları alelade robotlardır, harcanmak üzere üretilmiş malzemelerdir.

Hayatlarında kültürel-sanatsal faaliyetler ya yoktur, ya da zorla ve ite-kaka edinilen minimum düzeyde olan şekliyledir.

Sağlık, eğitim, vs yine ölmeyecek düzeydedir. İnsanlar çalışma savaşının yanısıra insani ihtiyaçlarını karşılamak için de savaşır.

Eğlence, gezi, seyahat, vs, yine savaşarak elde edilen asgari düzeyde ve çoğu zaman niteliksiz türde ve çabalamadan sahip olunmayan nimetlerdir.

Bu ülkenin en belirgin özelliği "fakir" olmasıdır. Paçalarından akar fakirlik ve sefillik.

Ölürken geriye baktığında bu ülkelerin insanları, sadece "çalışmak"la geçen boş ve zevksiz bir ömür görürler. Kahırlarından ölürler.

-why not before

Burada yaşamak gerçekten de alıntıda anlatıldığı kadar zor. Tüm bu zorluk sırasında, bir kırıntı kadar enerjiniz kalacak kullanmak için.

Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? O zaman o kırıntı kadar kalan enerjinizi de önce kendinizi geliştirmek, sonra da ancak sizi ve anlattıklarınızı anlayabilecek; uyanmaya hazır insanlara yardım etmek için harcayın.

Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Celebhol - 21 Eylül 2016, 20:13:59
Dünya kurtarılamaz. Ruhu karanlıktan oluşan bir varlık olan insanın oluşturduğu bir düzen, asla iyi olamaz. Sadece, daha az kötü olabilir. Barış adına insanların birbirini katlettiği, demokrasi adına kan döktüğü ve bunların hepsininin kocaman bir beyin yıkama ve dezenformasyon perdesinin arkasından gerçekleştiği bir dünyadayız. Perdenin diğer yanındaysa, "ortak iyi" adına olduğunu iddia ettikleri bu katliamlardan çıkar sağlayan bir avuç güçlü vahşi oturuyor. Gizemli bir örgüt ya da benzeri bir konsey gibi bir şey değil; dünyanın en politik ve ekonomik açıdan en güçlü kişileri sadece.

Bin yıl önce, krallar adına savaşıyorduk. Bugün demokrasi adına savaşıyoruz. Kaybeden insanlık, kazanan bir avuç CEO, başbakan, cumhurbaşkanı vb. kişiler; var olmaması gereken konumlara sahip mahluklar. Wikileaks'e, Panama Belgelerine bakın; en az kötü sistem demokraside bile yozlaşmanın yaygınlığını göreceksiniz. CIA'in Phoenix Programı ve devamına, Batı'nın orta-doğuda çıkardığı proxy savaşlara bakın; medeni batının kan ve vahşet üstüne kurulu, yalandan barışını göreceksiniz. Orta-doğuya, yaşadığımız çöplüğe bakın; insanlığın en aşağılık varlıklarından kimilerini göreceksiniz.

Arada bir, şans eseri iyi bir şey olduğundaysa, çarptırılıp, kirletiliyor. Gandhi'nin adını ağzına alan liderlere ve onun adını kullanarak iğrenç politikalarını ilerletenlere bakın. Hindistan'ın geldiği duruma, Gandhi simgesinin şu an geldiği yozlaştırılmış hale bakın. İyi, bu dünyada tutunamıyor. İnsanlık iyi değildir, olamaz. En azından büyük, kurumsal, sistemsel bir çapta. İyi olabileceğiniz tek sosyal halka aileniz ve arkadaşlarınız arasında, küçük bir çaptadır. Bir insan, iyi olabilir. İnsanlık, olamaz.

Soruya cevabım; hayır, bu dünyayı -yani insanlığı- kurtarmak istemiyorum. İnsanlığın hiç var olmamış olmasını istiyorum.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: BlackOut - 21 Eylül 2016, 23:42:38
Bu yazınızın karamsarlığından yola çıkarak bir şey söyleyerek başlayacağım: Çevrenizde iyiye çabalayan ve ilham veren insanlar bulmanız dileğiyle. Burada oturup insanlığı aklamaya çalışmayacağım zira suçumuzu kabul etmek gerekir. Ancak bir gerçek var -bundan o kadar memnunum ki anlatamam- her gün "iyi" insanlar görüyorum ve bu "iyi" insanlar yalnızca kendi dünyalarını düzeltmeye uğraşıyor. Bunun bencilce olduğunu düşünüyorsanız, tekrar düşünmenizi istiyorum. Kimse elinde sihirli değneği ile gelip insanlığa yön göstermeyecek, büyük çapta değişimler böyle küçük toplumsal grupların(Aile ve arkadaş grubunuz gibi küçük gruplar da dahil.) değişmesiyle olacaktır. (Gençliğin -daha doğrusu, doğruyu öğrenmeye çalışan herkesin- bu "iyi" yöndeki değişime özenmesi durumu hızlandırır. Özellikle özenme dedim zira elimizde bulunan reklam organları ile pek basit.)

Şunu söyleyerek devam edeyim: İnsanlık kavramı yakın gelecekte o ütopik hayallerimize ulaşmayacak. Ben insanlığın bu bahsettiğim hayallerdeki gibi muazzam bir birlik içinde olamayacağını düşünsem de bir gün birleşeceğimize eminim. Bu başlık politik ve siyasi saçmalıklardan uzak ele alınmış olmasıyla benim kalbimi kazanmış yazılarla dolu, aynı şekilde Dünya'nın kurtuluşunun politik ve siyasi olayları değerlendirerek olacağına inanmıyorum. Şu an hızla değişen "şeyler" var ve insanlar bunun sancısını yaşıyor. Bu sancı ya ölü bir gezegenin ya da yeni bir doğumun habercisidir benim gözümde.

"Var olmaması gereken konumlar" durduk yere oluşmuş şeyler değil. İnsanların en büyük korkusunun kaos olduğuna inanıyorum ve insanlar devletleri ve kurumlarını -haliyle bunların başındaki insanları- kaosu sonlandırmak, düzeni sağlamak için kurmuştur. Sosyal birer varlık olan insanlar her zaman bu tip liderlere ihtiyaç duyacaktır. Zira büyük gruplar düzen olmadan hiçbir şey başaramaz. Bu düzeni de ya bir zümre ya da bir lider sağlamıştır bugüne kadar, belki ileride insanlar daha farklı sistemlerle bu lider ve zümrelere ihtiyaç duymayacak ama ben bunu yakın ihtimal görmüyorum. Ayrıca bunun doğanın da bir kanunu olduğuna inanmaktayım. Birçok hayvan bu yönde evrilmiştir. (Alfalar, baskın olan bireyler vb.). Yani bir gün benim inandığım insanlığın birleşmesi geçekleşir ise, bu işin de başında birileri olacak.

Arada bir olan "iyi" şeyler şans eseri değil, "iyi" insanların gece gündüz yılmadan çalışmasıyla olmakta. Bu kelimeyi özellikle tırnak içinde yazıyorum ki burada kavramsal olarak anlaşmazlıklar oluyor. Eğer bu kavram üzerinde ortak bir anlaşma sağlanacak olursa eğitim sistemleri -kökten değişmesi gerektiğine inandığım sistem- de bu "iyiyi" insanlığa tanıtabilir. Ancak bu üzerinde saatlerce konuşulup tartışılacak kavramsal konuyu burada uzatmamayı öneriyorum. Yalnızca neden özellikle işaretlediğimi söylemek istedim.

Daha önce söylediğim kimsenin sihirli değnekle bize yardım etmeyeceği konusunu son kez konuşmak istiyorum: Burada insanlığı kökten değiştireceğimizi iddia etmiyoruz. Burada fikir alışverişinde bulunup, doğru bildiğimizi test etmekteyiz ki henüz ortaya ne çıkaracağı belli olmayan fikirler doğru yolda ilerlesin. Bu fikirlerin ürününü büyük bir ihtimalle ömrümüz yetmez ve göremeyiz ama bu gerçek bizi alıkoymamalı. Bizden sonraki evlatlarımıza mirasımız bu çalışmalar olabilir. Bunları beyhude çabalar olarak görecek birçok insanı hiç de zorlanmadan bulursunuz. Ben onların gerçeklikle boğulduğuna inanıyorum, onlar da benim hayaller ile boğulduğuma inanıyordur büyük ihtimalle ama bir şeyler hayal edilip tasarlanmadan gerçekleşmeyecektir de. Bu yüzden yılmadan bu iş için çalışmalıyız; evet, somut sonuçlar almak neredeyse imkansız. Yanlış hatırlamıyorsam Ryuk daha önce birçok iyi insanın örselenerek veya farklı nedenlerle mücadeleci ruhunu kaybettiğini söylemişti ve ben de bu fikre katılmıştım. Mücadele etmekten vazgeçmeyin iyiyi isteyen insanlar çünkü savaşmaya değer. (Evet, farkındayım Sam'in Yüzüklerin Efendisi'ndeki konuşmasına benzer bir cümle oldu.)

Son olarak ben çevremdekileri bile etkileyip değiştirmeyi başaramazken bunları yazabiliyorum çünkü Dünya için çalışan insanlar olduğuna eminim. Yaşayan ve son zamanlarda etkin bir örneğini de size söylemek istiyorum, zira hayatını ve çalışmalarını okuyup biraz inanç bulabilirsiniz: Elon Musk (https://tr.wikipedia.org/wiki/Elon_Musk)
İngilizce kaynaklarda hakkında çok daha detaylı bilgiler var. Bundan yalnızca birkaç ay önce ise büyük projelerinden birini açıklamıştı. Ben özellikle enerji kaynakları, doğanın tahribatı ve korunması konularıyla ilgilendiğim için biliyorum kendisini. Şu resim de bugüne kadar yaptığı şeylerin kısa bir listesi bulunmakta:
Spoiler: Göster
(http://i.imgur.com/1Xk9Hsf.jpg)

Bu bir girişimcilik örneği olsa da benim buradan anladığım şudur: Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz, ilk önce başarılı ve güçlü olun.

Not: Yazılış tarzı size hitap ediyormuş gibi olsa da ilk cümle haricindekileri genel olarak söyledim.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Celebhol - 22 Eylül 2016, 00:56:11
@Blackout

Tabii ki de, insanlar kaostan korktuğu için liderler seçiyor. Diktatörlerin yükselme sebeplerinden birisi de budur. Pek övülen 1789 devrimi ve Paris Komünü girişimi sonrası öyle bir kaos çıkmıştır ki, insanlar Napoleon gibi bir diktatöre razı olmuştur. Ancak, güç yozlaştırır ve mutlak güç, mutlak yozlaştırır. Bir organizasyon ve düzen olması gerekiyor. İnsanlar aptal ve vahşi oldukları için, devlet gibi zor kullanan bir organizasyon olmayınca birbirlerini yemeye başlıyor.

Devletin var olmasının zorunlu olması bile, insanlığın nasıl bir tür olduğunu gösterir. Devletin koyduğu yasalar zor yoluyla uygulanır. Bunu korumaya adanmış bir organizasyon vardır ve zorlama, bir kötülüktür. Kötülüktür çünkü şiddet içerir. Bu şiddet illa fiziksel değildir ama her zorlama, bir şiddet eylemidir. Buradan şu sonuca varıyoruz.

İnsanlar devlet olmadan var olamaz.
Devlet zorlama kullanarak yasaları uygular.
Zorlama, şiddettir ve şiddet kötüdür.
O zaman devlet, kötüdür.

Ancak, devlet olmazsa da, kaos çıkar ve kaos, zaman zaman zorunlu bir kötü olabilse de, insanlığın olağan durumu olarak süremez. Bu yüzden, devlet zorunlu bir kötülüktür. Elimizde ne sonucu var o zaman?

"İnsan, daha kötü olmamak için, kötülüğe ihtiyaç duyan bir yaratıktır."

Böyle bir türün üyesiyiz. Şiddet ya da şiddet tehdidi olmadan, daha fazla şiddeti bile önleyemiyoruz.

Gelelim devletlerin yapısına. Monarşiler, aristokrasiler ve demokrasiler arasında bir sınıflandırılma yapıldığında, yozlaşmanın en kötü olanının önce monarşi, sonra aristokrasi, en son demokrasi olduğunu görüyoruz. Neden? Çünkü devletin güce en çok sahip olduğu sistem monarşi, en az güce sahip olduğuysa demokrasidir. Buna rağmen, Wikileaks ve Panama Belgelerinden -ayrıca kendi ülkemizden de- görüyoruz ki, demokrasiler bile çok yaygın bir şekilde yozlaşmış durumda. Çünkü yine bir güç var, yine hiyerarşi var. Gücün olduğu her yerde, insanın içindeki kötülük kendisini dışa vurur.

Ayrıca, en medeni ülkelerin demokrasilerinde bile seçimlerdeki adaylar, büyük çoğunlukla, en zenginler ve nüfuz sahibi olanlar arasından çıkıyor. Bu politikacıların hepsinin yalancı ve güç tutkunu olduğu gerçeği de var. Yine, önümüze zorunlu olarak getirilen iki kötüden birisini seçiyoruz. Zaten, sistemlerde de "daha az kötü" olanı seçmiştik. İnsanlığın büyük güzelliği burada yatıyor işte.

Denirse ki, "daha az kötü" ile iyi arasında ne fark var? Daha az kötü olan, öldürülmek yerine işkence görmektir. İyi olan, hiç birisine uğramamaktır.

Gel gelelim, "iyi"lerin eserlerine. Tarihte bize iyi diye aktarılanların aslında iki kötü taraf arasındaki savaşın kazananları tarafından yazıldığını unutmayalım. Ve her ülke, kendi tarihinin kahramanıdır. Kaybedenler, neredeyse istisnasız şekilde, kötülerdir hep. Peki, günümüzde yaptığımız gözlemlerle uyuşuyor mu bu? Çoğunlukla iyiler mi kazanıyor? Madem tarih böyle örneklerle dolu, neredeler onlar? Yoklar, çünkü bunlar kazananlar tarafından uydurulmuş yalanlar. Okullarda beyin yıkama, farklı toplumlar ve gruplar arasındaki echo chamber'larda tekrarlanarak uydurulmuş yalanlar ve dezenformasyonlar.

Ek olarak, yine, Paris Komünü'ne ve Fransız Devrimi'ne bakmanı öneririm bu konuda. Şu anki medeniyetin ve düzenin beşiği sayılan şeylerden birisi olan yerde, nasıl politik oyunlar, katliamlar ve kan banyoları gerçekleşmiş. Şiddet nasıl hüküm sürmüş bir görmeli.

İyilerin çabalamaları genellikle başarısızlığa uğrasa da (çünkü çabalama tek başına yeterli değildir), bir şans eseri, yani bir şekilde başarıya ulaştıklarındaysa çarptırılıyorlar. Demokrasi çarptırıldı. Demokrasi diyerek, medeni ülkeler onlarca ülkede savaş çıkardı. Demokrasi diyerek, bizim ülkenin kendi insanları yine kendi insanlarını katletti. Barış adına, insan öldürdüler. Nefreti her yere saçtılar. Kan ve kaos içinde yaşıyoruz. 15 Temmuz öncesinde de demiştim, tekrar diyorum; önümüzde sadece yıkım, cesetler, kan ve kül var. Bu ülke, sadece, daha da kötüye gidecek. Yine, iki kötüden birisini seçmek zorunda kalacağız.

Her şeye rağmen, internette herkesin bahsetmeyi sevdiği ve senin gösterdiğin resim gibi bir formatta, ünlü bir bilgi var. Şu an, dünya en barışçıl dönemini yaşıyormuş bir araştırmaya göre. Araştırmanın kendisini arayıp bulmuştum zamanında. Makaleyi yazan bilim adamlarının buna sunduğu açıklamaysa, "Barışın, savaştan daha karlı hale gelmiş olması çünkü uluslararası ticari ilişkilerin gelişmiş olması." Bu ne demektir, biliyor musun? Şu an, dünya, geçmişine göre daha az savaşıyor çünkü daha çok para getiriyor. İyi bir sonuca ulaşabilmemiz için, onun en ekonomik yol olması gerekiyor. Bilim alanında uğraşan bir kişi olarak bunu gayet iyi biliyorum. Projenin ya da araştırmanın ne kadar iyi olduğu tek başına yetersizdir. Bu kapitalistik dünyada, en karlı yöntem olması gerekir.

Demokrasi, özgürlük demek değildir. Demokrasi, ticari özgürlüğün zaferidir. Kapitalizmle kol kola gider.

Bunlara rağmen, denemekten vazgeçmemizi söyleyen, dünyayı çözmüş olduğunu zanneden basit insanlara kulak vermemek gerek. Dünyanın bu halde olmasının en büyük sebeplerinden birisi onlar. Doğaları gereği böyleler, sosyoekonomik koşullar vs. vs. fakat bir sülük, doğası gereği öyle olsa da, yine de ondan iğrenirim. İşe yaramayacağını bilsek de, devam etmeli. Sisifos olmalı ve kayanın tekrar aşağı yuvarlanacağını bilerek, onu yukarı çıkarmalı. Bu şekilde, dünyayı kurtaramayabiliriz ama kendi ruhumuzu kurtarabiliriz.

Not: İngilizcen iyiyse, en medeni ve demokratik ülkelerin pisliklerini göstermek için şu linklere bakmanı tavsiye ederim.

http://www.globalresearch.ca/plans-for-redrawing-the-middle-east-the-project-for-a-new-middle-east/3882
https://youtu.be/f5CDJm0Edh8
http://www.globalresearch.ca/the-phoenix-program/5506322
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 26 Eylül 2016, 21:55:14
Sevgili Celebhol:

Ben daha iyimserim.

İnsanlık bu güne kadar kötü olmaya daha yatkın gibi davranmışsa da, bu durumun değişmeyeceğine ve insanlığın hep kötü olacağına ilişkin bir kanıt yok. Şimdiye kadar böyle olması, bundan sonra da böyle olacağı anlamına gelmez.

İnsanlık değişebilir ve gelecekte bu gün olduğundan daha iyi olabilir.

Örneğin bir zamanlar arıların tümü avcı (hatta böcek dünyasının barbarları) iken, içlerinden bir kısmı evrimleşerek bu gün bal arısı dediğimiz; üretken olan ve zehirli iğnesini ancak kendini korumak için kullanan ırklara dönüşmüştür. Benzeri insanlık için de mümkündür.

Karanlığa lanet etmek yerine bir mum yakmayı deneyebiliriz. Evet, karanlık büyük ve yaktığımız mum henüz onun çok küçük bir kısmını aydınlatacak. Fakat zamanla yakılan mumların sayısı arttıkça, karanlık da dağılacak.


Evet, dünyadaki en "medeni" ülkeler bile gereçekte o kadar da medeni değiller. Ben de zaten ülkeleri değiştirmek amacında değilim. Birey olarak yapabileceğim ve yapamayacağım şeyler olduğunu biliyorum. Politikadan yana hiç bir iddiam yok, kendi başıma savaşları ve işgalleri önleyemem, küresel şirketlerin ekosisteme zarar vermesini engelleyemem. Fakat bir insan olarak hala yapabileceğim şeyler var.


Tek başımıza dünyayı kurtaramayız, fakat en azından kendimizi kurtarabiliriz.

Kendimizi kurtardıktan sonra diğer iyi insanlara kendilerini nasıl kurtarabileceklerini anlatabiliriz. En azından onlara, kayboldukları karanlık labirentten çıkabilmeleri için yakacakları bir mum verebiliriz.

Dünyayı  ve tüm insanlığı kurtaramasak bile, iyi insanları kurtarabiliriz.  "İyi insanlar çok az" diye düşünüyor olabilirsiniz, bence o kadar az değiller. Sadece güçsüzler ve sindirilmişler, bu yüzden de kendilerini gösteremiyorlar.

Bugün bize sıradan gelen şeylerin çoğunun bir zamanlar hayal olduğunu hatırlayın.  Bir hayalim var: İyi insanların aynı zamanda güçlü ve cesur olduğu bir dünya.





Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: - 27 Eylül 2016, 10:07:36
Bence fazlaca genelleme yaparak bolca yanlışa düşülüyor. İnsanlar, "insanlık" denilerek tek bir çerçevede dile getirilemeyecek kadar farklı ve çeşitliler. Bu, "hayvanlar kan dökücüdür" demek gibi bir şey, bırakın kan dökmeyi, hayatı boyunca ottan başka bir şey tüketmeyen hayvanlar var. "Dünya" ya da "insanlık" diye genellediğiniz olgular çok büyük, derin ve karmaşık ilişkiler ağıyla birbirine bağlı. Bunların oluşturduğu denklemi böyle genellemelerle aşırı basite indirgeyerek çözmek mümkün değil. Her problem, kaynağı ve ilintili olduğu diğer değişkenler ile beraber ele alınıp değerlendirilmeli.

Bu bakımdan, önce problem tespiti yapılarak işe başlanmalı. "İnsanlık" kurtarılmaya muhtaç bir şey mi, önce ona bakmak gerekmez mi? Böyle bir ihtiyaç varsa dahi, bu, sizin ya da benim gücümüz ve kapasitemiz dahilinde yapılabilecek bir şey midir? Bunu da düşünmek gerek.

Mevcut sosyo-ekonomik modelin sürdürülemez olduğu ve sürekli sonsuza doğru artan borç tavanlarına ve ortalama değeri sürekli düşen karşılıksız banka notlarına (yaygın bilinen adıyla kağıt para) dayandığı hepimizin malumu. Bu şartlar altında, gezegenin toplam kaldırma kapasitesi yaklaşık 44 milyar nüfus olarak hesaplanmasına rağmen, 7 milyarlık nüfusun yarısından fazlası açlık sınırında yaşıyor, üstelik üretilen gıda miktarı yaklaşık 10-12 milyar kişiyi doyuracak seviyede olmasına rağmen. Yani bu açlık meselesi bir irrigasyon problemi değil. Üretilen kapitalin %90'ından fazlası ise toplam gezegen nüfusunun %1'den daha azının elinde toplanmış vaziyette. Yani yaklaşık 70 milyon kişi, 44 milyar insana yetecek kaynakları tüketip, bu arada gezegeni paylaştığı 4 milyar insanı aç bırakmayı başarıyor. Arada kalan diğer 2,5 milyar vatandaş da şu veya bu şekilde günü kurtarıyor ki onlar da biz oluyoruz herhalde. Karnı doyan, kafası gezegenin problemlerine basan ancak bir türlü çözüm üretecek "egemen" katmanına geçemeyen tabaka. Durumun kabaca bir özeti oldu diyebiliriz sanırım.

Bu verilere şöyle kısaca bakıldığında bile sorunumuzun adının "sosyal adalet" olduğu anlaşılıyor. Ancak bu bile fazlaca kaba bir genelleme olabilir. Çünkü sosyal adaletsizlikten söz etmek için (literatüre göre) görece homojen bir toplumu çerçeve almanız gerekir. Halbuki biz inatla gezegenin tamamı üzerine bir çerçeve çiziyoruz. Halbuki bahsi geçen bu 70 milyonluk zümre gezegenin her yerine dağılmış vaziyette değil, kabaca 4-5 ülkede yoğunlaşmış vaziyette (Geldiniz mi Dünya 5'ten büyüktür sözüne :) ). Demek ki sadece insanlar arasında değil, coğrafyalar arasında da bir dengesizlik söz konusu. Bu da bizi ülkeler arası siyasi dengeler karmaşasına sokuyor ki oradan çıkmak zaten mümkün değil.

Bütün bu sistematiğe bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra galiplerin kurduğu bir sosyal düzenin içinde yaşadığımızı anlamak mümkün. Tabii ki bu düzen adil değil, kendi taraflarına doğru 1/100.000 yontacak şekilde dengesiz. Biz, bu paylaşımın daha Birinci Dünya Savaşı safhasında kaybedeni olduğumuz için toplum olarak elbette ki geri bırakıldık ve hala geriyiz.

Yalnız benim hatırlatmak istediğim bir husus var ki o da tarihi veri incelendiğinde benzer dönemlerden daha önce geçildiği görülebilir. Yani meşhur "tarihin tahtırevallisi"nde aşağı inmek kalıcı bir durum olmayabilir. Türk tarihi incelendiğinde benzer durumları muhtelif kereler yaşadığımız görülebilir. Her seferinde bir öncekinden daha iyi ve daha güçlü bir devletle geri döndüğümüz tecrübeyle sabittir. Haçlı ve Moğol işgali gibi herhangi bir topluluğu yok etmeye birinin dahi yeteceği iki felaketi aynı anda yaşayıp yıkımı atlatmış bir 1300'ler coğrafyasından Osmanlı gibi bir devleti, Osmanlı'nın yıkıntısından çok kısa bir sürede modern bir cumhuriyeti çıkarabildiğine göre bu topluluğun dinamiklerine de biraz güvenmek gerektiğine inanıyorum.

İşimiz kahinlik değil, geleceğin ne getireceğini bilemeyiz. Ama tarih ve kültür, sosyal düzen ve adalet gibi kavramlar yeniden yorumlanabilir, eksikleri varsa giderilebilir ve toplumlar iyiye ya da kötüye doğru değişebilir ve gelişebilir. Sosyal evrimleşme dediğimiz bu değil mi zaten? Hakim düzen şu anda bu diye her zaman böyle kalacak diye bir kaide yok. Gün gelir Amerikalılar kötü adam olur, Dünya'yı kurtardıkları hayali kurgular yerine Irak'ta ırzına geçtikleri 400.000 kadın ve çocuk ile ilgili filmler çevirilir, bakarsınız düzen değişir. Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Bize düşen, çokça çalışmaktır.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Ozymandias - 27 Eylül 2016, 10:30:43
Teorik açıdan örnek alınası düşünceleri var ama şu tüketim çağında sömürgeciliğe sağlam bir başkaldırı bu yollarla olmaz olursa da para sahiplerinin vereceği +100 dolara bir çok köle daha bulunabilir.
Bu dönem de en çok ihtiyacımız olanın direniş olduğu gerçek ancak savaştığı somut bir kavram yok.
Tamam ben direneyim ama neye karşı?

Arkadaş doğru demiş. Başlık çok güzelmiş ryuk teşekkürler
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Celebhol - 27 Eylül 2016, 18:42:41
@ryuk

Russell'ın çaydanlığını biliyor musun? "Uzayının boşluğunun içinde yol alan bir çaydanlık olduğunu ama bunun teknolojik yöntemlerle tespit etmek için çok küçük olduğu," örneğini verir, Russell. Russell'ın çaydanlığı, kanıt eksikliğinde bir iddianın absürtlüğünü gösteren güzel bir analojidir. İddiayı ortaya atanın görevidir onu kanıtlamak, bunu yapmadan önce karşıtlarının karşı-kanıt getirmesini beklememek gerek. Bu yüzden, insanlığın bugüne kadar bu şekilde olan davranışının değişeceği konusundaki iddianı ciddiye almıyorum çünkü arkasında herhangi bir kanıt yok. Sadece, bir anekdot var ki, kanıt yerine asla geçemez. Söylediklerin mantık değil, inançtan oluşuyor ve inanç, kişisel olarak sahip olma özgürlüğüne sahip olsan da, tartışmalarda yeri olmayan bir şeydir.
Öne sürdüğüm sebep ve kanıtları çürütmek için hiç uğraşmadığını da eklemem gerek.

Vazgeçelim demiyorum ama çabalarımız asla bu küçük çapları geçemeyecek.

@Şenaydın

İnsan diye bir kavram olduğu sürece, insanlık da olacak. İnsan tanımı, her elde beş parmağı, iki bacağı, belli bir neurocranium şeklini vb. içerdiğine göre, insanın belli bir karakteristiği var demektir. Örneğin, doğadaki en iyi taklitçi hayvan insandır. Bir insanın öğrenme şekli -konuşmayı öğrenmekten tut zararlı bir durumu anlamaya kadar- yoğun şekilde taklide dayanır. Ne kadar sosyoekonomik ve kültürel koşullar, insanı değiştirirse değiştirsin, insan yine insandır.

Ancak, insan doğası var mıdır yok mudur tartışmaları konuyu saptırır ve konumuz bu değil. Şu anki haliyle dünyanın ekonomik durumu hakkında dediklerine katılıyorum. 44 milyar taşıma kapasitesi hariç; bu bilgiyi nereden gördün ve kaynağını atar mısın?

Sadece 1. Dünya Savaşı ya da kapitalizm değil, bu ekonomik farkı ve ondan doğan fakirliği oluşturan. Şu belgeseli önereceğim; http://www.imdb.com/title/tt2507488/
Burada da belirttiği gibi, insanlık kapitalizm-öncesi (çok çok öncesi hatta!) dünyada bile her zaman bariz bir zengin-fakir ayrımına ve benzer yüzdelerle sahipti.

Sosyal adalet kavramının kilit bir noktaya sahip olduğu kesin, ancak şu anki sistemde sosyal adalet oturaklı bir konuma gelemez. İyinin ancak en ekonomik seçenek olduğunda gerçekleştiği bir sistemde (bir önceki mesajımın son kısmında bu konuyu görebilirsin) sosyal adalet yaygın halde oturamaz, ki otursa bile demokrasi denilen sistemin bile kötünün iyisi olduğu gerçeği hala önümüzde. Bir önceki mesajımdaki diğer konular da hala yerli yerinde duruyor.

Türklük hakkındaki yorumunaysa, şu anki Türkiye insanı dünyada hiç var olmasa daha iyi olurdu, diye cevap vermek istiyorum. Vahşiler ve cahillerden oluşan bir toplumuz, sebebi ne olursa olsun.

Son olarak, evrim, iyiye ve gelişmişe gitmek demek değildir. Ortama daha iyi uyum sağlamış değişikliklerin bir sonraki nesile aktarılmasından oluşur özünde. Yani, sosyal evrim diye tabir edilen kavram sonucu, bir gün ABD'li kötü, Türk iyi olsa, bu gerçeğin gözü önünde bir şeyi değiştirmez. Ezilen ve ezenin yer değiştirmesi, A yerine, B'nin A'yı ezmesi, kötülüğü değiştirmez. Sadece oyuncuların pozisyonları değişmiştir.

Tamam ben direneyim ama neye karşı?
Arkadaş doğru demiş. Başlık çok güzelmiş ryuk teşekkürler
Kendisine karşı direnecek birisi mi arıyorsunuz? Etrafınıza bakmanız ve adaletsizlikleri görmeniz yeterli.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: - 28 Eylül 2016, 11:37:14
Sevgili Celebhol, mesajındaki pek çok noktaya katılmadığımı ifade etmem gerek. "İnsanlık" diye bir üst çerçevenin, etik ya da felsefik temelde dahi var olduğuna inanmıyorum. Bunu iddia etmek, şuna benziyor; "Elementler var olduğu sürece element kavramı da var olacaktır ve elementlerin belirli bir karakteristiği vardır." sanki ikisinin de etrafında elektronlar dönüyor diye uranyum ile hidrojen aynı kefeye konulabilirmiş gibi. İnsanın bir hayvan türü olduğu fikrine de katılmıyorum. Bence insan insandır, hayvan da hayvan. İnsanı, var olduğu bilinen bütün hayvan türlerinden ayıran belli başlı özellikleri vardır, bu bakımdan hayvanlarla aynı kefeye konulamayacağımızı düşünüyorum. 44 milyar taşıma kapasitesi bilgisini -hafızam beni yanıltmıyorsa- REC Türkiye Ofisinden Rıfat Sayman'ın bir iki ay önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yaptığı bir sunuşta dinledim, yanlış hatırlamıyorsam o da o bilgiyi BM'in yaptırdığı bir çalışmadan almıştı ama toplantıdan sonra sunuşu edinmediğim için şu anda sana malesef kaynak gösteremiyorum.

Sosyal adalet kavramının esas eksiklik olduğu noktasında hemfikir olduğumuza sevindim ve mevcut düzen içinde bunun çözülemeyeceği kanaatine de sonuna kadar katılıyorum. Düzenin kesinlikle değişmesi gerekiyor.

Dilini konuştuğun bu topluluğa aidiyet hissetmiyor olman ise beni üzdü. Tabii ki böyle bir aidiyet hissetme zorunluluğun yok ama topluluğumuzun "hiç var olmaması dilenecek" kadar kötü olduğu savına katılmıyorum. Türkler tarihte pek çok önemli işi başarmıştır ve bunlar hem bilimsel hem sosyal gelişime önemli katkılarda bulunmuştur. Vahşiler ehilleşebilir ve cahiller eğitilebilir, ancak bu aşağılık kopmleksiyle çözülebilecek bir mesele değildir, olsa olsa idealizm ve adanmışlık ile aşılabilir. Sana nacizane tavsiyem "vahşi ve cahil" olarak nitelediğin toplumdan kendini soyutlamak yerine onları biraz daha yakından tanımaya çalışman. Bunu tanımıyorsundur diye söylemiyorum, bilakis bazen içimizden en iyi tanıdığımızı sandıklarımızın bile bilmediğimiz bir yönünü keşfedebildiğimize göre bu zengin çok-kültürlü topluluğun seni -olumlu anlamda- şaşırtacak yönleri olabilir.

Cüretimi mazur görürsen tamamen iyi niyetli olarak bir tavsiyem daha olacak, kronik kötümserlikten kaçınmaya çalış. Hayatı, en başta ve en çok senin için, çekilmez hale getirebilir. Eskiden, ben de belki senin kadar kötümserdim, hayattan ve insanlardan hiç bir beklentim yoktu. Hele de zamanla, yıllar geçtikçe insanın daha da -hayatın gerçeklerinin farkına vardıkça- kötümserleştiği ve idealizmini kaybettiği söylenip durdu bana. Ama nedense ve her nasılsa, ben yıllar geçtikçe daha ümitvar ve idealist bir insan olup çıktım. Belki de bu benim şahsımla alakalı bir meseledir, o yüzden bu son paragrafta yazdığım her şeyi subjektif şahsi kanaatim olarak gör lütfen. Daha iyi bir düzenin ve daha iyi bir dünyanın var olabileceğine inanıyorum ve bu kuru bir inançtan ibaret de değil üstelik, bunun mümkün olabileceğini aklımla da hesap edebiliyorum. Bu yüzden ümidimi kaybetmeden yola devam edebiliyorum sanırım. Dünya'yı bir çırpıda değiştirmek için belki elimde sihirli değnek yok ama elimden geleni yapıyorum, yani sanat icra etmeye çalışıyorum -az ya da çok, kabiliyetli ya da kabiliyetsizce ama elimden geldiğince işte. Neil Gaiman'ın dediği gibi, işler kötüye gidiyorsa, sen iyi sanat yap. (Şurada güzel bir karikatür eşliğinde işlenmiş sözü var http://zenpencils.com/comic/50-neil-gaiman-make-good-art/ Beğenirsen sayfadaki diğer çalışmalara da göz atmanı öneririm, çok güzel şeyler var.).

En nihayetinde değişimi getirecek olanlar sürekli şikayet edenler değil değişimi teşvik edenlerdir. Çabalarımızın küçük çapta kalacak olmasından çekincen olmasın, Cicero'nun dediği gibi "Herşeyin başlangıcı küçüktür.".
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 29 Eylül 2016, 04:30:45
Celebhol insanlık diye bir tanım olduğunu söylerken felsefi ya da etik bir çerçeveye değil, safi empirik veriye dayalı konuşmuş. Dolayısıyla öznel fikir belirtmeye açık bir sav ortaya koymuyor. İnsan diye bir canlı ve bu canlının her bireyinin sahip olduğu(anomaliler bu duruma antitez oluşturmaz), insandan ayrılamayacak özellikler vardır. İnsan doğasının nitelikleri ayrı bir mesele, ve yine kendisinin belirttiği gibi başka bir tartışmanın konusu.

İnsanın bir hayvan türü olduğu yine aynı şekilde bilimsel bir sonuçtur ve "bence öyle değildir" denmeye açık olmayan bir gerçektir. Tartışmaya da açık olduğu söylenemez hani, epey açık ve net bildiğimiz bir gerçek. İfade özgürlüğünüzü kısıtlamaya çalıştığımı falan düşünmeyin, yalnızca bilim söz konusu olduğunda "bence" ile başlayan herhangi bir ifade bir anlam ifade etmez. İnsanı diğer hayvan türlerinden neyin ayırdığı ya da böyle bir ayrımın var olup olmadığı ise yine başka bir tartışmanın konusu. İnsanın özel olmadığını- ya da böyle demeyelim, örneğin bir karınca ne kadar özelse o kadar özel olduğunu söylemek bu noktada yeterli olacaktır. Felsefe faydalıdır, fakat doğa gerçeklerini görmezden gelemez.

Asıl konuya gelirsek... Açıkçası Celebhol'un insanlığın bir bütün halinde iyi olamayacağı düşüncesini gerçekten uzak bulduğumu söyleyemem. Çoğu insanın burada bahsettiğimiz anlamda "iyi" olduğundan epeyce eminim. En azından iyiye kötüden daha yakın yaşıyor çoğunluk hayatını. Fakat ne yazık ki bu iyiliğin insanlığın bir bütün halindeki eylemlerine etkisi, baskın olmaktan çok uzak gibi görünüyor. Bunu sağlayan mekanizmalara dair fikirlerim olsa da tartışacak kadar bilgi sahibi olmadığımı söylemem gerek.

Kanıt sahibi olmadan kesin yargılarda bulunmayı sevmediğimden (bugüne kadar böyle olmuş olması bilimsel kanıt teşkil etmez) pek de Celebhol kadar kötümser değilim. Bir zerre de olsa "benefit of the doubt"(mazur görün fakat Türkçesi ne olabilir hiçbir fikrim yok) hak ediyor olabilir insanlık. Ne yazık ki sizin kadar iyimser de değilim, diğer uca daha yakınım hatta. Dediğim gibi, her ne kadar kesin bir kanıt teşkil etmese de şimdiye kadar yaptıklarımız geleceğe dair epey makul bir fikir edinmemizi sağlıyor bana kalırsa. Fakat bu insanlığın yok olmasını istememe sebep olmuyor. Niçin? İnsanım çünkü. İnsanlık bir hastalıksa virüslerden biri benim, dolayısıyla kendi varlığımı bu şekilde hiçe saymak her türlü içgüdüme aykırı.

İnsanın fıtratında "kötülük" olduğunu düşünmüyorum, zira insan doğanın bir uzantısı ve doğa iyi ve kötü kavramlarıyla işlemez. İnsan bu anlamda çok açık arayla bildiğimiz en başarılı türdür. Doğa ne bir bilince sahiptir ne de canlılığın dengesini umursar. Evrimin yegane amacı türün devamlılığıdır, ve bu süreç her bir tür için diğer türlerden bağımsız işler. Aslında bağımsız demek doğru değil, fakat bir türün hayatta kalması için başka binlerce canlının yok olması doğanın umurunda değildir. Zira söylediğim gibi, doğa bir bilinç değildir. Fakat şayet ki olsaydı, bizden nefret etmek yerine gurur bile duyabilirdi.

Konudan sapıyorum. Elbette doğa zalim olsa da insanlar değil ve olmaları gerektiğini de savunuyor değilim. Her eylem iki kategoriden birine alınamayacak olsa da doğru ve yanlışın var olduğunu düşünüyorum. Fakat bizden bağımsız değiller. Ahlak dediğimiz şeyin özellikleri ve orijini hala kısmen tartışmalı olsa da bir şekilde bilincin (insan bilinci veya daha ilkel) bir uzantısı olduğuna pek şüphe yok. Olasılıkla da sosyokültürel evrimin bir sonucu. Bir canlının doğasının karanlık olduğu iddiasının canlıdan önce, dolayısıyla da canlıdan bağımsız var olan bir kötülük kavramına işaret ettiğini düşünüyorum ki bunu destekleyecek hiçbir kanıtın varlığından haberdar değilim.

Doğanın yaratımı olan varlıklar olarak eylemlerimizin, aynı yaratımın bir parçası olan ahlakla çatışması da nereden baksanız ironiktir.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Celebhol - 29 Eylül 2016, 19:33:05
@şenaydın

Grayswandir'in de belirttiği gibi, felsefi boyuttan öte bir bilimsel gerçekten bahsediyordum "insan" kavramından bahsederken. Doğadaki en iyi taklitçi hayvan olmamız (ve bağlantılı olarak, ayna nöronlarımızın çok gelişmiş olması), bir kişi için optimum toplumsal etkileşimlerin 150 kişilik gruplarda gerçekleşmesi, beynimizin üç evrimsel katmanının en içindeki sürüngen beyni* denilen tabakanın varlığı da bir gerçek.

İnsan bir hayvandır. Yığınlarla evrimsel kanıtlarla oturtulmuş bir durumdur bu ve tartışmaya açık, felsefi bir bilgi değildir. Bazı özelliklerimiz diğer memelilerle, omurgalılarla, omurgasızlarla, hatta bakterilerle ve arkelerle bile aynıdır. Bazı özelliklerimiz ise bizi diğer türlerden ayırır. Çok yüksek derecede, hatta en başarılı, doğa mühendisi bir tür olmamız gibi. Tam açıklama, bu konuya girmediği için daha fazla detaya girmiyorum, ancak, beyin de insanın bir parçası. Hatta türsel farklılığımız açısından büyük bir role sahip. Yapılan nörolojik çalışmalar, insanın beyninden bağımsız bir zihin varlığı olduğuna dair hiç bir kanıt içermiyor. Hatta, daha da ötesinde, nörolojik bulgular özgür irade kavramının bir yalan olduğu ihtimaline bile daha yatkın.

Bu yüzden, insan diye bir şey vardır. Bir hayvandır, beyni vardır ve bu beyin, çevresel koşullardan ve kişinin ailesinden aldığı kalıtımsal özelliklerden etkilense de, belli başlı özelliklere sahiptir. Örneğin, doğumu izleyen ilk günler ve anne ilgisi, çocuk açısından çok önemlidir ve burada bir eksiklik olursa, kişi ömür boyu bundan etkilenecektir. Aynı şekilde, bir bebek, belli aylar içinde yeterince insan yüzü görmezse, ileride ne kadar çok ve sık insan yüzü görürse görsün, asla onları doğru düzgün ayırt edemeyecektir. Bağlantılı olarak, doğada insan yüzüne benzer şekilleri ayırt etmeye çok meyilliyiz çünkü hayatımızın ilk ayları boyunca bir tanesini izliyoruz sürekli; annemizinkini. İnsan yüzündeki gerek fiziksel, gerek duygusal farklılıkları ayırt etmede de, bundan dolayı iyiyiz. Aynı şekilde, diğer ırkların yüzlerini daha zor ayırt ediyoruz çünkü bebeklikteki öğrenme aralığında, bu ırkların yüzlerine maruz kalmadık. İki farklı ırktan ebeveyni olan çocukların, bahsedilen ırklar için, bu sorunu çekmediği bilinmektedir.

Nörolojik ve genetik temelden başka bir örnek, prefrontal korteksi (PK) az aktivite gösteren kişilerin psikopat olmaya meyilli olmasıdır. PK'daki aktiviteyi pek çok molekül etkilemektedir ve bunlardan birisi de MAOA denilen bir moleküldür. Aynı isimli bir gen tarafından kodlanmaktadır ve MAOA genindeki bir anormallik, anormal bir ürüne yol açmakta ve bu da PK'daki sinyalizasyonu bozmaktadır. Sonuç olarak, PK aktivitesi azalmaktadır.

İnsanın, özellikle beyninin, belli karakteristikleri olduğunu ve bunların bizi şekillendirdiğini oturttuğumuza göre asıl konuya geçebiliriz. İnsanın kötüye ne kadar meyilli olduğuna dair, ünlü Milgram deneylerinden bir tanesinin sonuçlarına bakmak ilginç olacaktır.

Deneyin sonucuna göre, insanların çoğunluğunun, nasıl da, karşılarındaki kişiyi acı içinde kıvrandıracak, hatta hayati tehlike teşkil edecek derecede yüksek elektrik şoku vermeyi kabullendiğini görmek şaşırtıcıdır; sırf otoriter bir figür öyle diyor diye bir de. Tabii, karşı tarafta acı içinde kıvranan kişi aslında bir oyuncuydu ve elektrik şoku almıyordu fakat deneklerin bundan haberi yoktu. Bu deneyin benzerleri, insanlar ve hayvanlar üstünde tekrarlanmıştır, ve sonuçlar benzer çıkmıştır. Yalnız, hayvanlar üstünde yapılanda gerçekten şok veriliyordu. Neyse ki, şu anki etik kurallar böyle bir deneyi kesinlikle yasaklıyor.

Son olarak, lafların için teşekkür ederim, amacının iyi olduğunun farkındayım fakat gerçeklerden gözünü çevirecek bir insan değilim. Ne kadar kötü olursa olsun, yalandan daha iyidir. İnsanlık elbette değişecek, daha az kötüleşeceğiz kendimizi yok etmediğimiz sürece fakat büyük çapta her zaman kötü olacağız. "Uzaylı" filmlerimizdeki, başka canlıları esir eden ve kullanan, vahşi ve kana susamış tür aslında biziz.

* Sürüngen beyni; bölgesel ve saldırgan davranışlardan sorumlu beyin kısmı. Sürüngenlerin davrandığı gibi. Evrimsel olarak, Homo sapiens'in sürüngen olan çok eski atalarından kalmış bir kısım.

@Grayswandir

Belli başlı konularda anlaştığımıza sevindim.

Bir cezalandırma sistemi bütün sosyal canlılarda mevcuttur. İnsandaki ahlakın, kısmen, buradan kaynaklandığını düşünüyorum. Sonuçta, adaletin ve ahlakın amacı toplumsa düzeni sağlamak. Yani, ahlakın insan yaratımı değil, insan aracılığıyla yine evrim sonucu oluşmuş bir doğal fenomen olduğu fikrindeyim. İşin ironik yanı, yine bu evrimsel fenomene göre aslında kötü olmamız. Çoğu kişinin bunu fark etmemesi ise, insanın kendini kandırması -ve yine bunu sağlayan evrim- açısından bir başarı fakat gerçek açısından kayıp.

"Kanıt sahibi olmadan..." kısmı için; tarih boyunca hep belli neden-sonuç ilişkileri olmuş ve bunların sonucunda şu an olduğumuz yerdeyiz. Bunun aksini gösteren yeterli bir kanıt görmediğim için sahip olduğum fikirlere sahibim. Tabii, bu bilimsel değil. Zira bilimsel metodun dışında kalıyor ve benim şahsi fikrim fakat gerçekten çok da uzak olmadığını düşünüyorum.

Bu arada, karamsarlığın gerçekliğin doğasında olduğu düşüncesindeyim. Örneğin, adalet hiç bir zaman doğanın bir parçası olmadı. Milyarlarca yıl boyunca, sadece Yerküre'de, evrenin bir kırıntısı bile değil, yok olan on milyonlarca canlı türü ve doğanın tarafsız vahşeti buna yeterli kanıttır. Doğada hak, adalet ve eşitlik yoktur; koşullar ve onlara uyum sağlama dereceleri vardır. Doğanın olağan hali adaletsizliktir yani (en azından insan türünün adalet anlayışına göre). İnsan, doğada var olmayan bir şeyi kendi elleriyle oluşturmaya çalışıyor ve çok da güzel başarısız oluyoruz.

Bütün bunlara rağmen, dediğim gibi, denemeyi kestiğimiz an her şey çok daha kötü olacak. Küçük zaferler ve mutluluklardır bizim ruhumuzu kurtaracak olan. İnsanlık zaten kaybolmuş.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 29 Eylül 2016, 19:58:43
Bir fikrim var!

Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 29 Eylül 2016, 21:45:01
Bir fikrim var!

Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)


Ben beğendim bu fikri. :)

Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Tenekeci - 30 Eylül 2016, 01:23:44
Bir fikrim var!

Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)


Destekliyorum... :)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: muaet - 30 Eylül 2016, 11:53:27
Destekliyorum! Uzun zamandır pek ileti gelmiyordu bu konuya. Son birkaç gündür dönen bu tartışmayı zevkle takip ediyorum :)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: - 30 Eylül 2016, 12:34:15
Değerli arkadaşlar, konuyu rayından saptırmak niyetinde değilim, lütfen yanlış anlaşılmasın, ancak bir hatayı düzeltmek adına tekrar söz alıyorum. İnsanın hayvan olduğu bilimsel olarak ispatlanmış bir şey değildir. Bu konuda öyle yığınla delil falan da yoktur. Bu noktada ufak bir fark var, gözden kaçtığını düşünüyorum. İnsanın bir hayvan türünden evrimleşmiş olduğu ile ilgili bulgular vardır, ve genel kanaat bu yöndedir (bu bile %100 kesin değil yani ama genel geçer kabul görür o yüzden doğrudur diyebiliriz), ancak bir hayvan türünden evrimleşmiş olmak insanı hayvan yapmaz. Bu, tıpkı bir bakteriden evrimleştiği için bitkilere "bunlar bakteridir" demek gibi bir şey. Evet, bitkiler tek hücrelilerden evrimleşmiştir, en büyük ağaçlar bile tek hücreli bir alg gibi fotosentez yapar, doğru, ama bu o ağacı alg yapmaz. Ağaç bitkidir, alg de alg. Çünkü ikisi arasında türsel sınıflandırmaya esas alınacak belirgin farklar vardır. İnsanı hayvan türlerinin tamamından ayıran karakteristik bir özelliği vardır ki ona şuur ya da bilinç (conciousness) deniyor ve evrim teorisinin bir parçası olarak insanın hayvanlardan evrimleştiğini en sıkı şekilde savunan eserlerde dahi bu gerçeğin altı çizilmekte ve henüz insanın bu özelliği nasıl kazandığı tespit edilemediği açık bir dille ifade edilmektedir. Bu bakımdan insanın bir hayvan türü olduğunu iddia etmek, taksonomi bilimine göre hatalıdır çünkü türler arası sınıflandırma yapılırken temel esas benzerlikler değil farklılıkları baz almaktır. Ortada devasa bir fark dururken, ve bunun doğada insan ile hayvan arasında nasıl bir pergel gibi açıldığı bir vakıa iken, insanı hayvan olarak sınıflandırmak hatalıdır ve malesef arkasında bilimsel bir akıl değil ideolojik bir saplantı vardır. Gün gelir, insanın maymundan ya da sürüngenlerden ya da herhangi bir türden hiç ama hiç bir farkının olmadığı bilimsel olarak kanıtlanır ise (yani bizi farklı kılan özellik başka canlılarda da tespit edilebilirse) işte o zaman yaptığınız sınıflandırma doğru olur. O zamana kadar, insan insandır, hayvan da hayvan.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: salvorhardin - 30 Eylül 2016, 13:14:41
Bir fikrim var!

Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)

Bekliyorduk döneceğini yayınlara, ama böyle bir konuyla hayatta tahmin etmezdim :) Belki cesaret bulupta izleyici kısmından (bu konu için diyorum) çıkarım yayın zamanı :D
Bir şey daha diyeceğim. Tek yayıncı olarak değil de, şu an ki konudaki muhattaplardan biriyle gerçekleştirebilme gibi bir durum olabilir mi? Bunu şunun için söylüyorum, yayın sırasında sen bir yandan konuşurken yorum olarak argüman yetiştirmek zor olabilir :)
P.S. Her defa yorum yazdıktan sonra TDK' tan bakarak yazım hatalarını gidermeye çalışma alışkanlığını kazanıyorum yavaştan. Daha çok acemiyim tabii ki :)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 30 Eylül 2016, 13:50:13
Efendim, insanın bir hayvan türü olduğu kesin ve açık bir bilimsel gerçektir. Taksonomik bir hata bulunmuyor burada. Şayet aksini destekleyen bir bilimsel kaynak biliyorsanız bizimle de paylaşın lütfen. Buna dair kaynak sunayım diyeceğim ama hangi birini koyayım bilmiyorum. 1-2 dakikalık bir araştırma onlarca kaynağa ulaşmak için yeterli aslında. Burayı (https://en.wikipedia.org/wiki/Human) okumak bile yeterli aslında, tek tek yazmanın gereği yok (wikipedia'nın akademik kaynak olmadığını söyleyip eçmeyin rica ediyorum, bu baştan savma tavır ülkemizdeki üniversitelerde uygulanıyor artık sadece. 230 tane referans var, isterseniz incelersiniz). Birden çok alandan o kadar fazla kanıt var ki bu konuda, saymakla bitecek şeyler değil.

İnsan, büyük insansı maymunlar(hominidler) familyasına dahil bir memelidir. Türkiye'deki liselerde bile bu bilgiyi verebiliyorlar artık. Burada (http://animaldiversity.org/site/accounts/classification/Hominidae.html) da tam olarak nasıl sınıflandırıldığı görülebilir. Bunlarda bir hata olduğunu iddia ediyorsanız, söylediğim gibi, bunu ispat yükü sizdedir ve o zamana kadar söylediklerinizin maalesef bir değeri yok. Zira bu aşağı yukarı son yüz yıldır kabul gören bir iddia değil. Yazdıklarınızın neredeyse tamamı hatalı, bilimsel geçerliliği olan hiçbir kaynakta böyle bilgilere ulaşamazsınız. Yani abartı olmasın ama "dünya düzdür" diyen dayıdan (https://www.youtube.com/watch?v=V4qRoEKY_hY) daha bilimsel değil bunlar. Bilmiyorsak ya da eksik biliyorsak iddiada bulunmak yerine öğrenmeye çaba göstermek herkes için faydalı olacaktır.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 01 Ekim 2016, 20:23:12
Hepinize teşekkür ederim :)

Muhtemelen konuyu tek bir yayında değil, bir yayınlar dizisi halinde inceleyeceğiz.

Burada sizlerden bir talebim olacak: konuya ilişkin değinilmesini istediğiniz noktaları, sormak istediklerinizi, eklemek istediklerinizi lütfen bu başlık altında ya da bana özel mesaj göndererek belirtiniz ki dolu dolu ve hepimiz için yararlı yayınlar yapabilelim :)

Salvorhardin'in sorusuna yanıt olarak: ilk birkaç yayını yapıp düzenimizi oturttuktan sonra neden olmasın :)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Celebhol - 02 Ekim 2016, 00:13:36
@Şenaydın

Bir şeyler biliyorsunuz ama yeterli olmadığı belli. Konuya daha tarafsız ve bilimsel literatüre uygun kaynaklardan bakmanızı tavsiye ederim. Popüler bilim olarak, Türkçe kaynaklardan Evrim Ağacı ve İngilizce olanlardan IFL (I Fucking Love Science) bu konularda iyidir. Aynı zamanda, Kozmos adlı belgeselin Neil deGrasse Tyson tarafından çekilmiş yeni versiyonunu -bu ve daha çok astronomik ağırlık konularda bilgi edinmek için- izleyebilirsiniz.
Stephen Jay Gould'un yazdığı Darwin ve Sonrası isimli kitap ise, kafanızdaki soru işaretlerinin giderilmesinde en çok yardımcı olacak kaynaklardan birisidir. Dilinin, bir popüler bilim kitabına uygun şekilde akıcı fakat aynı zamanda çok da bilgilendirici olduğunu söylemeliyim.

Taksonomi konusunda tamamen yanıldığınızı da eklemem gerekli, bunu taksonomi ve sınıflandırma konusunda da dersler almış birisi olarak söylüyorum. Evrim, taksonlar arası ayrımların neye dayandırıldığı ya da, en basitinden, bir taksonun ne olduğu oturmamış.

Konusu açılmışken, günümüzde, bilim topluluğunda Homo sapiens'in bir hayvan türü olduğunun aksini iddia etmek bile absürttür çünkü yer çekiminin var olmadığını iddia etmekten bile daha temelsiz bir iddiadır. Malesef, bilgi eksikliğinden dolayı, dediğiniz ideolojik tuzağa düşen siz olmuşsunuz fakat insanlığın iyileşebileceğine inanıyordunuz. Eğer bu dediğinizde içtenseniz, kendiniz daha iyiye adım atarak ve bu konuyu daha iyi araştırarak başlayabilirsiniz. Zira, bilgisizlik ve ondan doğan fikirler, dünyayı kötüleştiren ana unsurlardan birisidir. Özellikle de ideolojikse.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 02 Ekim 2016, 21:27:14
Sevgili Celebhol, aşağıdaki yazınıza cevap vermeyi unuttuğumu fark ettim. Kusuruma bakmayın.

@ryuk

Russell'ın çaydanlığını biliyor musun? "Uzayının boşluğunun içinde yol alan bir çaydanlık olduğunu ama bunun teknolojik yöntemlerle tespit etmek için çok küçük olduğu," örneğini verir, Russell. Russell'ın çaydanlığı, kanıt eksikliğinde bir iddianın absürtlüğünü gösteren güzel bir analojidir. İddiayı ortaya atanın görevidir onu kanıtlamak, bunu yapmadan önce karşıtlarının karşı-kanıt getirmesini beklememek gerek. Bu yüzden, insanlığın bugüne kadar bu şekilde olan davranışının değişeceği konusundaki iddianı ciddiye almıyorum çünkü arkasında herhangi bir kanıt yok. Sadece, bir anekdot var ki, kanıt yerine asla geçemez. Söylediklerin mantık değil, inançtan oluşuyor ve inanç, kişisel olarak sahip olma özgürlüğüne sahip olsan da, tartışmalarda yeri olmayan bir şeydir.
Öne sürdüğüm sebep ve kanıtları çürütmek için hiç uğraşmadığını da eklemem gerek.

Vazgeçelim demiyorum ama çabalarımız asla bu küçük çapları geçemeyecek.

Russel'ın çaydanlığı ile yargılanmayı haketmediğimi düşünüyorum :)

Çünkü bu benzetmenin muhattabı olacak şekilde bir tezim hiç olmadı. İnsanları dogmatik bir düşünceye inanmaya davet etmedim, onlardan benim sözlerime inanıp "müritlerim" olmalarını beklemedim, onlardan düşüncelerimi savunmak ya da gerçekleştirmek için fedakarlıkta bulunmalarını istemedim.

Kısaca, kendimi ve düşüncelerimi asla şu şekilde savunmadım:

(https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/564x/27/c7/32/27c732118b0f51ad88dbcf6c54496d2c.jpg)

Özellikle üzerinde durmak istediğim bir ifadeniz var

insanlığın bugüne kadar bu şekilde olan davranışının değişeceği konusundaki iddianı ciddiye almıyorum çünkü arkasında herhangi bir kanıt yok.

İnsanlığın bu güne kadarki davranışlarının kesin bir şekilde değişeceiğini iddia etmemekteyim.

İddiam şu: Söz konusu davranışlar değişebilir de, değişmeyebilir de. Eğer gelecekte daha iyi bir dünya olmasını istiyorsak, söz konusu davranışların iyi yönde değişmesini sağlamalıyız.

Yapmamız gereken, bu "iyi yönde değişimin" nasıl gerçekleşeceğini bulmak olmalı.

Eğer insanlığın bugüne kadar bu şekilde olan davranışının kesinlikle değişmeyeceğini, bu nedenle çabalamanın yersiz olduğunu iddia ediyorsanız, o zaman Russel'ın çaydanlığı benzetmesi benim için değil, sizin için geçerli olacaktır.

Öne sürdüğüm sebep ve kanıtları çürütmek için hiç uğraşmadığını da eklemem gerek.

Durumun ne kadar kötü olduğunun farkındayım. Bu başlıktaki yazılarımın bazılarında bundan çok kez söz ettim, özellikle kitlelerin ne kadar bilinçsiz ve "hımbıl" olduğunu, bu halleriyle "kötü olanlara" farkında olmadan nasıl hizmet ettiklerini üzerine basa basa anlattım. Sanırım siz henüz o yazıları okumadınız.

Vazgeçelim demiyorum ama çabalarımız asla bu küçük çapları geçemeyecek.

Büyük yolculuklar küçük adımlarla başlar. Çabalarımızın şimdilik büyük bir etki yaratmayacağı düşüncesine ben de katılsam da bir yerden başlamak gerek.

Sevgili Celebhol, farkındayım ki bilgili ve zeki bir insansınız. Sizin durumunuzdaki biri bu kadar karamsar olmamalı. Çünkü zeki birinin, adeta kaldıraç etkisi yaparak kötü giden dengeleri alt üst edecek fikirler üretme becerisi vardır.

"Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır." Der Russel. Aptallar böyle küstahça kendinden emin bir şekilde dünyaya zarar verirken, sizin gibi akıllı insanların kuşku içinde karamsarlığa gömülmesi durumu daha da kötüleştirir sadece. Bana inanmayabilirsiniz, ama kendinize ve yapabileceklerinize inanın.


Ek: Karamsar görüşlerimizi burada (http://www.kayiprihtim.org/forum/distopya-korkulary-t14839.0.html;msg140958#msg140958) paylaşabiliriz.


Radyo Yayını Hakkında:

Arkadaşlar, yayın hakkındaki konuşmalarımıza buradan (http://www.kayiprihtim.org/forum/ryukun-radyosu-t15870.0.html) devam edebiliriz.

Yayınların hangi gün ve saatte yapılacağını kararlaştırarak başlayabiliriz :)
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: - 03 Ekim 2016, 08:56:04
Değerli arkadaşlar, bu tartışmada daha fazla vaktinizi çalmak istemiyorum. Bahsettiğiniz kaynakların çoğunu okudum ve mesajımda yer alan savı çürütecek hiç bir veriye rastlayamadım. Örneğin, özellikle daha önce de bana linklenmiş olan evrim ağacı sitesi 'değindiğim konuların' hiç biriyle ilgili bilimsel makalelere referans vermeyen baştan aşağı subjektif görüşlerle doluydu. Sadece şunu söyleyeceğim, insanın hayvan türü olarak sınıflandırılması bir "kabul"dür, "gerçek" değil. Bana atfettiğiniz yakıştırmalara üzüldüm, halbuki gerçekten bilimsel düşünce ve bilgi üretme konusunda tecrübesi olan insanlar bilimsel konularda "gerçek" gibi bir sözcüğü asla kullanmazlar, bunu da bilmenizi isterim. Bir şeyin yokluğu ile ilgili değil varlığı ile ilgili ispat gerekir, bunu da belirtmem gerek. Mesajımı daha dikkatli okumanızı ve ne demeye çalıştığımı anlamanızı umuyorum. Zaten bu tartışmanın konusu dışında kaldığı için gereğinden fazla uzattığımın da farkındayım. Bu sebeple aykırı görüşlerinizi arzu ederseniz lütfen bana özel mesaj olarak iletiniz. Ne olursa olsun, bildiklerim yanlış da olsa sizlerle paylaşmaktan ve kendi eksiklerimi düzeltmekten de memnuniyet duyarım.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 03 Ekim 2016, 21:34:59
Bahsettiğiniz kaynakların çoğunu okudum ve mesajımda yer alan savı çürütecek hiç bir veriye rastlayamadım.

Aslında tamamı öyle, ama zaten (hâlâ) mesajınızda yer alan savı destekleyecek herhangi bir şey sunmadığınız için çürütmemiz de gerekmiyor. Daha önce de söylemiştim: Siz iddianızı ispatlamakla yükümlüsünüz, biz aksini ispatlamakla değil. Tersi ispat yükünü kaydırmaya ve bunun sonucunda da argument from ignorance'a girer ki bu bir mantıksal safsatadır.

Tartışmanın asıl konusuna dönülebilir sanıyorum artık.

Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Celebhol - 04 Ekim 2016, 00:01:12
@şenaydın
Sayın şenaydın, size ve diğer başka kişilere de kaynak olabilecek ve kafanızdaki bu fikri değiştirecek bir yazı yazmayı kendim isterdim. Ancak, hem popüler bilim yazısı yazmak kolay bir iş değil ve her bilim insanının harcı değil hem de buna enerjim yok. Bir biyoloğun kendi elinden çıkmış, gerekli referanslara ve temel kavramlara sahip bir yazının işinize yarayacağını düşünüyorum fakat bunu, belirttiğim sebeplerden dolayı, kendim şu an yapamadığım için size Darwin ve Sonrası isimli, Stephen Jay Gould'un kitabını bir daha tavsiye ediyorum. Eğer, gerçekten işin aslını ve bunu bilimsel literatüre saygılı bir kaynaktan öğrenmek istiyorsanız, kendisi çok iyi bir kaynaktır. Konuyu daha fazla saptırmamak adına, bu konuyla ilgili son mesajımdır. İyi akşamlar dilerim.

@ryuk
Malesef sizin mesajınıza cevabınızı sonra atacağım çünkü şu an çok yorgunum. Bu mesaja düzenleme yapar ya da yeni mesaj halinde yollarım.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: KingKiller - 12 Ekim 2016, 23:53:12
Paylaştığın blog nedense çok çekici geldi, yarım saattir yazılarını okuyorum. Herhalde artık sıkı bir takipçisi olacağım :D Teşekkür ederim okuyacak birşeyler arıyordum bende.

Edit : Bahsettiğim forum, http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 13 Ekim 2016, 06:46:52
Paylaştığın blog nedense çok çekici geldi, yarım saattir yazılarını okuyorum. Herhalde artık sıkı bir takipçisi olacağım :D Teşekkür ederim okuyacak birşeyler arıyordum bende.

Edit : Bahsettiğim forum, http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/

Bu kişiye karşı sanıyorum başka bir başlıkta uyarmıştım insanları, burada da yineleyeyim. Kimseye, hiçbir şeyle ilgili "bunu okuma", "bundan uzak dur" gibi tavsiyeler vermeyi sevmem. Ve fakat geçmişte kendisini sıkı takip eden biri olarak bu arkadaşı okurken çok  dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum. Müthiş etkili bir anlatımı var. Çoğu insanı tamamen kendi yazdığı bir senaryonun gerçekliğine inandırabilir -ki yaptığı bundan çok uzak değil- ve bu tehlikeli bir beceri. İnsanları ikna etmek için belli başlı teknikleri de güzel kullanıyor, biraz dikkatli okuyan biri bunları cımbızla ayıklayabilir (örnek: "onlar göremiyor, onlar sizinle dalga geçer, ekşici piçler" gibi laflarla sizi ayrıcalıklı olduğunuza inandırmak). Hitap ettiği kitlenin %99'u anlattıklarını doğrulamak gibi bir çaba içine de girmediğinden istediği gibi at koşturabiliyor. Okumayın demiyorum, hobi olarak yine okuyun ama fazla da ciddiye almayın. Bir komplo teorisyeni olmadığına kendini bile inandırmış olabilir, ama gerçek maalesef böyle değil.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Nightmare - 13 Ekim 2016, 06:55:09
Paylaştığın blog nedense çok çekici geldi, yarım saattir yazılarını okuyorum. Herhalde artık sıkı bir takipçisi olacağım :D Teşekkür ederim okuyacak birşeyler arıyordum bende.

Edit : Bahsettiğim forum, http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/

Bu kişiye karşı sanıyorum başka bir başlıkta uyarmıştım insanları, burada da yineleyeyim. Kimseye, hiçbir şeyle ilgili "bunu okuma", "bundan uzak dur" gibi tavsiyeler vermeyi sevmem. Ve fakat geçmişte kendisini sıkı takip eden biri olarak bu arkadaşı okurken çok  dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum. Müthiş etkili bir anlatımı var. Çoğu insanı tamamen kendi yazdığı bir senaryonun gerçekliğine rahatlıkla inandırabilir -ki yaptığı bundan çok da uzak değil, ama neyse- ve bu tehlikeli bir beceri. İnsanları ikna etmek için belli başlı teknikleri de güzel kullanıyor (örnek: "onlar göremiyor, onlar sizinle dalga geçer, onlar ekşici piç" gibi laflarla sizi ayrıcalıklı olduğunuza inandırmak). Hitap ettiği kitlenin %99'u anlattıklarını doğrulamak gibi bir çaba içine de girmediğinden istediği gibi at koşturabiliyor. Okumayın demiyorum, hobi olarak yine okuyun ama fazla da ciddiye almayın. Bir komplo teorisyeni olmadığına kendini bile inandırmış olabilir, ama gerçek maalesef böyle değil.

Zamanında uyarılanlardan biri de benim. Arkadaşın da dediği gibi çok etkili bir anlatımı var. Bu yüzden her anlattığı doğru gibi gelebilir. Şu an anlıyorum cahilliğimi. Tabi ucunda ölüm yok, biraz inceledikten sonra saçmaladığını fark edersin zaten.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: KingKiller - 13 Ekim 2016, 23:37:13
Aşırı etkileyici bir yazı tarzı var ve bu nedense çok hoşuma gitti... Tabii saçmalıklarını farketmem geç olmadı ama doğru söylediği bir çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Ciddiye almayacağım ama hobi olarak gene okumaya devam edeceğim sizin dediğiniz gibi :D Ve kimliğini sakladığını farkettim, yada saklamıyor da ben mi göremedim?

Edit: http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2011/12/pazar.html?m=0 böyle güzel yazılarını da es geçmemek lazım bence.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: Grayswandir - 14 Ekim 2016, 00:39:24
Aşırı etkileyici bir yazı tarzı var ve bu nedense çok hoşuma gitti... Tabii saçmalıklarını farketmem geç olmadı ama doğru söylediği bir çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Ciddiye almayacağım ama hobi olarak gene okumaya devam edeceğim sizin dediğiniz gibi :D Ve kimliğini sakladığını farkettim, yada saklamıyor da ben mi göremedim?

Edit: http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2011/12/pazar.html?m=0 böyle güzel yazılarını da es geçmemek lazım bence.

Yok saklamıyor kimliğini. Bir süre anonim devam etti ama şu anda öyle değil. Twitter hesabında (https://twitter.com/msikkofield) da adı soyadı var zaten. Fuarda kitap falan da imzalamıştı.

Dediğim gibi saçmalık filtreniz (bullshit filter diyor ecnebiler) yeterince güçlüyse her şeyi okuyun, her yazılanın size katacağı bir şey olabilir. Bu yazı güzel evet, konu dışı yazıları daha okumaya değer oluyor genelde bence.
Başlık: Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
Gönderen: ryuk - 15 Ağustos 2017, 22:30:16
Zamanında şöyle söylemiştim: Dünyayı kurtarmak istiyorsanız, önce onu anlamalısınız.


Genç ve hevesli insanların en büyük eksikliği, dünyada genel olarak neler olup bittiği konusunda yeterli bilgilerinin olmaması. Yeterli bilgisi olanlar ise artık öylesine yorulmuş, yaşlanmış ve yıpranmışlar ki, artık bir şeyler yapacak güçleri, sabırları, azimleri yok.


Kısaca, eğer bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünen biri olarak bunları okuyorsan efendi, önce olup biteni anlaman gerek.


Tam da bu nedenle, bir okuma listesi hazırladım. Kitapları seçerken de, mümkün olduğunca "az ve öz" davranmaya çalıştım. Öyle ki listedeki her kitap, gerekli bilgiyi verme konusunda yeterli ve kolay okunabilir olmalıydı. Diğer yandan fazla sayıda kaynak önererek okuyucu için süreci fazla uzatmaktan kaçındım.


Not: Önerdiğim kitapların hiçbiri, sonuna kadar her ifadesine katıldığım eserler değildir. Özellikle bilgi içerikli kitapların hepsinde de ciddi anlamda katılmadığım noktalar bulunmaktadır. Bazı kitapların içinde siyasi-dini ifadeler ve göndermeler mevcuttur ama kişisel olarak bunlara tümüyle katıldığımı söyleyemem. Fakat bu durum, söz konusu kitapların güzel bilgiler taşıdığı ve üzerinde düşünmeye değer olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.


Bilgi - Düşünce Kitapları


İlk olarak bunu okuyun: Yuval Noah Harari - Sapiens


Bu kitapları yine sırayla veriyorum, fakat siz kitapları temin edebilme durumunuza göre ya da o anki isteğinize göre istediğiniz sırayla okuyabilirsiniz:

* Bertrand Russel - Sorgulayan Denemeler

* Niccolo Machiavelli - Prens

* Cengiz Özakıncı - İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü (https://yadi.sk/i/kCFjIbE13LYqdG) (müslüman toplumlarda bilimsel gerilemenin tarihsel kökenlerini anlatan objektif bir kitap, mutlaka okunmalı)

* Richard Dawkins - Gen Bencildir

* Richard Dawkins - Kör Saatçi (mümkünse Dawkins'in iki kitabını hemen birbiri ardına okumayın)

* Michael Guillen - Dünyayı Değiştiren Beş Denklem


Bu iki kitabı edinmeli, fakat zamana yayarak ağır ağır okumalısınız:

* Server Tanilli - Uygarlık Tarihi

* Orhan Hançerlioğlu - Düşünce Tarihi


Roman

Bilgi içerikli kitapları okurken araya sıkıştırabilirsiniz bu romanları:
 
* Vladimir Bartol - Alamut (aynı ismi taşıyan farklı yazarların kitapları da var, dikkat)

* George Orwell - Hayvan Çiftliği

* George Orwell - 1984

* Ray Bradburry - Fahrenheit 451

* Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya

* William Golding - Sineklerin Tanrısı


Ek Okumalar

Yukarıdakilere ek olarak, fazladan okuma yapmak isteyenler için:

* Memo Tembelçizer - Fak

* Paul Lafargue - Tembellik Hakkı

* Muazzez İlmiye Çığ - Kuran, İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni

* Memo Tembelçizer - İddia Ediyorum (iki cilt halindedir)

* Şehirdekiler için sürdürülebilir yaşam rehberi


Filmler

* Agora

* İstanbul Kanatlarımın altında

* Abuzer Kadayıf (toplumumuzun yapısını tek filmde anlamak için izlenmeli)

* Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü

* Idiocracy

* They Live

* Maymunlar Cehennemi (1968 yapımı olan)