Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: M.K.Immortal - 28 Ocak 2014, 20:52:44

Başlık: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 28 Ocak 2014, 20:52:44
Not: Kitap olarak yazmayı düşündüğüm kurgumun ilk bölümünü paylaşıyorum. Okuyan arkadaşlar yorumlarıyla, eksiklik ve beğenilerini dile getirirseler sevinirim :) İyi okumalar.

-ADALET-

     Yoğun, yorucu ama bir o kadar güzel geçen hafta sonunun bitmek üzere olduğunun habercisiydi güneşin gözden kaybolması. Turuncunun hakim olduğu sokaklar gittikçe kararıyordu. Taşındıkları evlerine henüz yerleşmiş olan Güçlü ailesi ise kararan havanın verdiği huzurla kendilerini oturma odalarındaki kanepeye atmışlardı.

     Cem, bacaklarını sehpaya uzatıp kollarını iki yana açmış ve başını geriye düşürmüştü. Yüzünde garip bir gülümseme vardı. Aynı gülümsemeyle ona karşılık veren eşi Aylin ise, bacaklarını dürtüp Cem’in rahatını bozmuştu.

     “Sehpaya ayaklarını koymak yok. Yeni ev, yeni kurallar.”

     Dört yıllık evlilikleri boyunca yaşadıkları apartman dairesinden kurtulmanın verdiği mutluluktu onlarınki. Üst kattaki öğrencilerin gürültüsü, apartman yöneticisinin sömürücü tavrı, olup olmadık kurallar, bencil komşular… Hiç biri olmayacaktı. Kendi hallerinde yaşamayı seven çift dört yıl boyunca çocuk yapmayı bile düşünmemişlerdi. Kendilerinden bir parçayı bile tam anlamıyla henüz benimseyemeyen iki sevgili için apartmanda yaşamak kabus gibiydi.

     Birkaç yıl önce, elektronik eşyalar sattığı mağazasında müdürlüğe yükselen Cem, kazandığı parayla ilk iş olarak araba almıştı. Ardından ise birikimini yapıp, iki katlı müstakil evi satın almışlardı. Birikimlerinin üzerine ekledikleribanka kredisinin aylık ödemesi, önceki evlerinin kirasından az olması onları taşınmak konusunda daha fazla beklememeye itmişti.

     Beş katı geçmeyen binaların bulunduğu muhitte yer yer aralara serpilmiş müstakil binalardan biriydi onlarınki. İlk başta, İzmir’in merkezinden arabayla on dakikalık uzaklıkta olmalarının kötü olacağını düşünmüşlerdi. Fakat arabalarının olması ve şehrin hareketinden uzaklaşma istekleri bu düşüncelerini bir an önce kafalarından atmalarına yardım etmişti. Kalabalık ve gürültüden uzak, sakin bir hayatları olacaktı.

     Beyaz duvarları ile parlayan parkelerini birbirinden ayıran, kestane rengi süpürgelikleriyle göze çarpan, alt katında oturma odası, mutfak ve banyo, üst katında ise iki adet yatak odası ve ebeveyn banyosu olan evi ilk gördüklerinde Aylin, “burası olsun” demişti. Ankastre mutfak, evin tamamı gibi beyaz, gri, siyah ve kahve renkleriyle donanmıştı. Girişin solunda kalan oturma odasındaki beyaz şömine de bu renkleri içine almıştı.

     Evin dış kapısının hemen önünden ve oturma odasının köşesindeki yuvarlak merdivenden üst kattaki koridora çıkış vardı. Koridorun bir kısmı, bir kenarı yuvarlak olan oturma odasının etrafını sarıyordu ve odanın tamamen görünmesine neden oluyordu. Evin dışı kadar iç tasarımına da bu denli uğraşılmış olması, eve taşındıkları gibi oraya ısınmalarına neden olan etkenlerden biriydi.

     Eşinin uyarısıyla ayaklarını sehpadan indiren Cem, Aylin’in yüzündeki gülümsemeyi paylaşıyordu. Onu ne kadar çok sevdiğini hatırlıyordu mavi gözlerine her bakışında. “Neden beni sevdi” düşüncesi kemirirdi eskiden onun gözlerinde kaybolduğunda. Siyah, kısa saçlarını genelde üçe vururdu Cem. Köşeli çenesi olmasına rağmen genel olarak yüzü daha çocuksu hatlara sahipti. Kahverengi gözleri olan normal bir insandı görüntüsü. Hiç ön plana çıkan bir yeri yoktu, aksine çocukluğunda kırılan burun kemiğinin ters kaynaması sonucunda, profilden bakılınca yamukluğu belli olan çirkin bir burnu bile vardı. Yine de Aylin onu sevmişti.

     Dışarıdan gelen bir kaza ve çığlık sesi duymuşlardı. Boğuk gelen ses, evlerinden onlarca metre uzaktan yükselmişti. O an için ikisinin de aklından aynı şey geçmişti. Önceki evlerindeki, her akşamlarında bir olay yaşanan belalı muhitin benzeri miydi acaba taşındıkları yer de? Önceden yaptıkları araştırmalarda mahallelinin çok sakin olduğu, gürültüden yoksun bir yer olduğunu duymuşlardı. Fakat şimdiki gürültü duyduklarını çürütür nitelikteydi.

     “Sanırım kaza oldu” dedi Cem. Aklına gelen en mantıklı cevap bu olmuştu.

     Birkaç dakika sonra gelen polis sireninin sesi ise, düşüncelerine inanmakta onlara destek veriyordu sanki. Büyük bir ihtimalle kaza yapan iki taraf kavgaya tutuşmuştu ve olaya polis müdahale etmek için yetişmişti diye akıllarından geçmişti ikisinin de. Gittikçe yükselen bağrışmalar ve gürültünün başka bir anlamı olamazdı.

     “Daha ilk günden gürültüyü peşimizden mi sürükledik” dedi Aylin gülerek. Aynı şekilde karşılık vermişti Cem de.

     “Neyse, bizim sorunumuz değil. Sabahtan beri evi toparlayacağız diye canımız çıktı. Valla şu an ne onları düşünecek, ne de kendimi koltuktan kaldıracak halim var.” Yüzüne yapay, masum bir ifade takınarak devam etti Cem. “Üstelik sabahtan beri su içmedim. Ne kadar susadım anlatamam. Ama kalkacak gücüm kalmadı. Ama susadım da yani. Keşke su ayaklanıp yanıma gelse.”

     İmayı anlayan Aylin gülerken kafasını onun omzuna dayamıştı. Aylin’in kahkahalarına eşlik eden Cem bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.

     “Su yok ki gelsin. Su gibi berrak olmak vardı şimdi. Su küçüğün derler ama büyükler de içmeli bence. Su içene yılan bile…”

     “İyi tamam tamam anladık” diyerek yerinden kalmıştı sarışın kadın. Giriş kapısının sağında kalan mutfak ile oturma odası, genel olarak bakıldığında bir bütün gibiydi. Mutfağın geniş, çift kapılı girişi açıkken oturma odası rahatlıkla görülebiliyordu. Aynı şekilde Cem de mavi kot pantolonu ve beyaz tişört giymiş eşini gözleriyle izliyordu mutfağa kadar.

     Aylin musluktan doldurduğu bir bardak suyu yudumladıktan sonra bardağını çalkalayıp kenara koydu. Cem’in bu konuda olan titizliğini bildiğinden başka bir bardakla suyu götürecekti. Rafa elini uzattığında ise Cem’in sesi yükselmişti oturma odasından.

     “Musluktan mı içiyorsun suyu?”

     “Evet” diyerek karşılık verdi Aylin.

     “Yahu pis o su biliyorsun. Damacana aldım kenarda, oradan içsene.”

     Aylin’in eski alışkanlıklarından biriydi bu ve her seferinde Cem uyarsa da unutuyordu. Tamam diyerek kafasını sallarken onun suyunu damacanadan doldurup tekrar oturma odasına geçti.

     “Buyurun padişahım” derken sesindeki kinaye gülümsemesi ile kayboluyordu.

     Cem suyunu yudumlarken kapıdan gelen ses ikisini de şaşırtmıştı.

     “Tak… Tak… Tak…”

     Aylin kapı ve Cem arasında gözlerini gezdirdikten sonra kaşlarını hafifçe çattı.

     “Bu saatte kim olabilir ki?”

     “Polislerdir” dedi Cem. “Kaza ile ilgili soru sormaya gelmişlerdir belki. Baksana gürültüye, gittikçe artıyor sanki. Baya büyümüş herhalde olay” dedikten sonra yerinden kalktı. Eşi kapıyı açmak konusunda acele etse de birkaç saniye sonra yanında bitip polisten olup biteni öğrenmeye niyetliydi.

     Kapıdaki tıklama sesi kesilmeden devam ederken Aylin de ona hak vermişçesine kafasını salladı. Ardından dış kapıyı açmak için yöneldiği yerden sürekli aynı sesin gelmesi onu gittikçe gerilime sokuyordu.

     “Tak… Tak… Tak…”

     Her ne kadar “patlama be geldik işte” demek istese de bunu yapmadı. Önce, dışarıdakinin kim olduğuna bakmak için kapı deliğine eğilse de, dışarıyı aydınlatan ışığın çalışmıyor oluşu, karanlık silueti iyiden iyiye gizemli hale getiriyordu. Siluetin kapıya her yaklaşmasıyla yükselen “Tak” sesi, dışarıdaki adamın kapıyı kafasıyla çaldığını anlamasına yetmişti.

     Kapıyı ürkek bir tavırla açan Aylin, kormuş olduğunu saklayamıyordu gözlerinde.

     “Birine mi bakmıştınız” demişti karşısındaki adama.

     Adam bir süre daha kafasını ileri geri boşluğa doğru sallamaya devam etti. Ellerini arkasında bağlamış, ağzı sonuna kadar açılmış ve salyası akıyordu. Aylin, Cem’e dönerken iyice korkmuştu. Karşısındaki adamın, evde bir erkek olduğunu anlaması ve korkması içindi tamamen Cem’e seslenişi.

     “Aşkım, kapıda bir adam var, istersen sen…”

     Daha cümlesini bitiremeden adam gri gözlerini nefretle Aylin’e dikti ve üzerine saldırdı. Elleri arkadan kelepçeli adamın üzerine atlamasıyla geriye düşen kadın hemen arkasındaki merdivenlere çarpmıştı kafasını. Adamın bağırışlarıyla ve eşine durmadan attığı kafa darbelerinin şokuyla kaskatı kesilen Cem neler olduğunu anlayamamıştı.

     Bir anlık duraksamanın ardından eşini kurtarması gerektiğini fark etti. Azılı bir suçlu olmalı diye düşünmüştü bir an adamın. Şömine ateşini harlamak için kullanılan demir parçasını eline aldığında, daha adama saldıramadan bir başka şok yaşamıştı.

     Eşinin çığlıkları, adamın onu boynunda ısırıp koca bir et parçası koparmasıyla kesilmişti. Ama Cem’i durduran asıl şey, kapıdan giren diğer üç kişinin de eşine saldırmasıydı. Adamlardan biri kadının bacağını tekmeleyip kırılmasına neden olmuştu. Daha sonra bacağı kırık yerinden koparana kadar defalarca salladı ve çekti. Diğer iki adam da boş buldukları her yere saldırıyor ve kadının cansız bedenini parçalara ayırıyorlardı.

     Cem’in bedeni korkudan ve çaresizlikten titremeye başlamıştı ki adamlardan biri gri gözlerini ona çevirdi. Kanlı dişlerini bir köpek gibi hırlayarak gösteriyordu. Nefret dolu bakışları da saldırmaya hazır bir kurt gibiydi. Vakit kaybetmeden Cem’e doğru koşmasıyla, Cem de elindeki demiri adamın göğsüne soktu. Adamdan gelen bir tıslama önce gözlerinin şaşkın bir ifade almasına neden olmuştu.

     Adamın bir anlık duraksaması, diyaframına saplanan demiri iki eliyle yakalamasıyla son bulmuştu. Tekrar sinirli ifadesini takınarak Cem’e bakmaya başladı. Ellerini savurup onu yakalamaya çalışırken bir yandan da onu engelleyen demiri aralarından çekmeye çalışıyordu.

     Cem var gücüyle adamı geriye savurduğunda, Aylin’den arta kalanlar gözüne ilişti. Diğer üç adam onu tamamen parçalamışlardı. “Hala onu kurtarabilirim” diye düşünmeye kalmadan kapıdan içeriye iki kişi daha dalarak ona doğru koşmaya başladılar.

     Cem, ani bir kararla, oturma odasındaki merdivenlere yöneldi ve üst kata çıkmaya başladı. Bileğine yapışan adamın suratına indirdiği tekmeden sonra, adamın elinde kalan sadece çorabı olmuştu. O an daha hızlı olması gerektiğine karar vermişti. Diğer merdivenden çıkan başka gri gözlü adam kendisine doğru depar atarken yatak odasına girmiş ve kapısını arkadan kilitlemişti. Yeni taşındıkları evdeki tüm kapıların üzerinde anahtarın duruyor olması büyük şans idi onun için. Aksi halde kaçacak yeri kalmayacaktı.

     Kapının ardındaki sesler gittikçe yükselirken, saldırganların sayılarının arttığını anlamıştı Cem. Titreyen bedenini durdurması gerekiyordu. Gördüklerinin hayal olmasını istedi önce. Ama bunu yapmaması gerektiğini anladı. Böyle bir durumda aklına sahip çıkmalıydı. Mantıklı şeyler düşünmeliydi ve o da ilk iş olarak cep telefonuna sarıldı. 155 rakamlarını tuşlarken titreyen elleri yüzünden yanlışlıkla bastığı haneleri defalarca silmek zorunda kalmıştı.

     Telefonu kulağına dayadığında hiç ses gelmemişti. Tekrar telefonunun ekranına bakınca “Sinyal Yok” uyarısı korkudan büyüyen gözlerinin iyice açılmasına neden olmuştu. Kapıyı yumruklayan adamlar her vuruşlarında, kapının nasıl esnediğini görebiliyordu artık. Kilitli bile olsa bu onları durdurmayacaktı. Üstelik adamlar kapının kolunu çevirmeyi denememişlerdi bile.

     Ani bir kararlar kendini pencereden dışarıya sarkıttı Cem. Dış cephedeki beş santimlik çıkıntıya ayaklarını koyarak sırtını duvara verdi ve yavaş yavaş pencereden uzaklaşmaya başladı. İki metre kadar uzaklaşmıştı ki yatak odasından gelen kırılma sesiyle irkildi. Kapıyı kıran adamlar odaya bir anda doluşmuş ve eşyaları yerle bir ederek Cem’i aramaya koyulmuşlardı. Ama Cem’in asıl korkusu tam karşısındaki şehir manzarasıyla büyümüştü.

     Yükselen dumanları aydınlatan yangınlar, çığlıklar, koşuşturmalar… Şehir kargaşayla besleniyordu sanki. Bütün insanlar çıldırmış olmalıydı. Kendi mahalleleri, uzaklardan gelen çığlıklar ile kıyaslanınca fazlasıyla sakindi. Hatta kendi sokaklarında, sadece evlerden yükselen çığlıklar vardı o an için.

     Pencereden kafasını uzatan gri gözlü adamı görünce korkuyla irkildi Cem. Ayağı neredeyse kayacaktı. Gri gözlü adam dişlerini çıkararak elini uzattığında pencereden tamamen sarkmıştı. Ağırlığı yerçekimine karşı koyamadan pencereden aşağıya düşerken, gözlerini bir an olsun Cem’den ayırmıyordu. Adam yere ayakları üzerine düştüğünde, sağ bacağı dizinden kırılmıştı ve evin ön bahçesindeki çimenler kana boyanmıştı. Fakat adam kırık dizine aldırmadan ayağa kalkmayı deniyordu. Her denemesinde dizindeki kırıklar daha da ufalanıyor ve iyice yırtılan pantolonundan dışarıya et fışkırıyordu. Yine de adam gözlerini bir an için bile Cem’den ayırmıyordu.

     Defalarca yaptığı denemelerden sonra bacağı tamamen kopmuştu adamın. Tek ayağıyla ayağa kalkmayı denerken diğer ayağının yokluğunu unutuyor ve tekrar yere yığılıyordu adam. Acı çekmeden, tek umursadığı birilerini öldürmek olan psikopat bir katildi Cem’in gördüğü.

     Bir süre sonra adamın hareketleri yavaşlamış ve gözleri kapanmaya başlamıştı. Etrafa yaydığı kan artık bacağından akmıyordu. Adam tamamen hareketsizleştiğinde ise Cem de tıpkı adam gibi nefes almayı unutmuş ve donuklaşmıştı. Kafasından düşünce geçmiyordu artık. Eşinin ölüşünü bile unutmuştu. Sadece boş ve korku dolu gözlerle yerde yatan adama bakıyordu.

     Sokaktan geçen ambulansın sireniyle bir an gözleri sokağa kaydı. Hızla giden ambulansın peşinden koşan adamların savaş çığlıkları iliklerine kadar korku salıyordu Cem’in. Kendi evlerindeki adamlardan ikisi de dış kapıdan hızla çıkıp depar atarak ambulansı takip etmeye başlamıştı. Bir başka adam ise yatak odalarındaki pencereden dışarı atlayarak kafa üstü yere düşmüş ve boynunu kırmıştı. Tıpkı bacağı kopan adam gibi o da artık hareketsizce yerde yatıyordu.

     Cem, iyice yaklaştığı balkona bakıp ayağını balkon demirliklerine attı. Sokaklar emniyetli değildi. Olabildiğince yukarıda kalmaya karar verdi ve evin çatısına sıçrayarak elleriyle pervazları yakaladı. Kendisini yukarıya çekerken, az önceki korku ve donuk adamın aksine, içinde müthiş bir güç olan birine dönüşmüştü sanki. Salgıladığı ve vücudunda iyice biriken adrenalini bir anda atıvermişti. Evin tepesine kadar süründükten sonra sırtını bacaya dayadı. Gözlerini kırpmayı, nefes almayı, hatta düşünmeyi bile unutmuşçasına öylece durup şehri izlemeye koyuldu. Çığlıklar, yangın ve ölüm vardı sadece şehirde. Cem de ölümü izler gibi izliyordu şehri.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: Oghertay - 28 Ocak 2014, 21:15:48
Çok başarılı bir giriş yapmışsın. Dil bilgisi hataların var galiba biraz ama ahkam kesecek kadar bilgili değilim. Birde birkaç kelimeyi birleşik yazmışsın (bkz. muhitinbenzeri). Bunlar düzeltilemeyecek şeyler değil. Okuduğum şey bir kitap başlangıcı gibiydi(başta belirtmişsin zaten :) ) yani iyi bir giriş yapmayı başarmışsın.
Sadece biraz daha kan biraz daha vahşet sanırım hikayeyi daha da güzelleştirebilir. Devamını okuyacağımı rahatlıkla söyleyebilirim. Kalemine sağlık..
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 28 Ocak 2014, 21:32:47
Okuduğunuz için teşekkür ederim :) Amatörüz sonuçta, hala yanlışlarım olabiliyor. Hatta buraya eklemeden önce okuması için bir arkadaşıma göndermiştim. Sağolsun eksik yerleri düzeltmemde yardımcı oldu. O arkadaşımın düzeltmediği haliyle göndersm daha da kötüydü kısacası :D

İlerleyen zamanlarda vahşet ve kan olacak ama bir kısmına kadar. Olaylar ve kurgu çok farklı bir yere gidecek aslında. Spoiler da veremiyorum tabi :D Yorumunuz için teşekkür ederim :)
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: Sayhh - 29 Ocak 2014, 00:27:40
Oldukça popüler olmalarına karşın zombiler üzerine ne bir öykü okumuşluğum ne de bir şeyler izlemişliğim yok. Okuyanlar arasında benim gibi başkaları da olacaktır. Dolayısıyla hem konuya hakim olanları sıkmayacak hem de hiç bilmeyenleri aydınlatacak şekilde zombiliğin doğasını ince bir ayarda anlatmanız gerekecek. Tercih ettiğiniz gibi bu öyküye özel yeni bir tür oluşturmak iyi bir fikir olabilir. İlk ölüyle birlikte onun yeniden dirileceği bilgisine sahiptik, ancak kadını öyle paramparça ettiler ki yeniden ayağa kalkamayacağını düşündüm. Dirilebilmek için vücut bütünlüğü korunmalı mı, ne kadarı korunursa geri dönüş olabilir, ölüm sırasında gövde ikiye ayrıldıysa dirilmeden sonra her iki taraf da hareket eder mi, mesela ortalıkta gezinen kopmuş bir el görebilir miyiz gibi sorularım vardı. Balkon safhasında bu soruların cevabını aldım sanırım, zombilerden ikisi öldü ve onların da ölme eşikleri olduğunu öğrendik? (Hala emin değilim bir yandan.)

Metnin ikinci yarısını oldukça beğensem de ilk yarısına pek ısınamadığımı söylemeliyim. Çiftin mutluluğunu ve birbirlerine karşı sevgilerini ifade edişini biraz abartılmış buldum. Sonradan meydana gelecek ani ölümle karşıtlık oluşturmayı ve okuyucuyu bir anda dehşete sürüklemeyi hedeflediğinizi anlayabiliyorum ancak daha gerçekçi durması açısından dört yıldır birlikte yaşayan bir çiftin daha az cilveleşmesini beklerdim ben.

Bir başka eleştirim tasvirleriniz konusunda. Hepsini ilk kısma sığdırmaya çalışmışsınız sanki, üst üste binmeleri benim biraz gözüme battı. Biraz daha yedirilebilirlerdi belki öykünün içine. Örnek vermek gerekirse:



     “İyi tamam tamam anladık” diyerek yerinden kalmıştı sarışın kadın. Giriş kapısının sağında kalan mutfak ile oturma odası, genel olarak bakıldığında bir bütün gibiydi. Mutfağın geniş, çift kapılı girişi açıkken oturma odası rahatlıkla görülebiliyordu. Aynı şekilde Cem de mavi kot pantolonu ve beyaz tişört giymiş eşini gözleriyle izliyordu mutfağa kadar.


Önce kadının fiziksel görünüşü, sonra evin plan şeması, sonra yeniden kadının giyimi konularında bilgiler peş peşe geldi. Tam olarak nasıl ayarlanabilirdi bilmiyorum ama tasvir yapmalıyım diye kendinizi zorlamışsınız gibi hissettim.

İkinci kısmı daha bir severek yazdığınızı düşünüyorum, o kısımlarda yer alan tasvirler de sırıtmıyordu hem. Olayların hızlı geliştiği bölümleri aktarmakta oldukça iyisiniz. Kırık bacağına rağmen ayakta durmaya çalışan zombinin anlatıldığı bölümü fikir ve işleyiş olarak oldukça beğendiğimi de söylemeliyim. Yine kurulan göz temasının vurgulanması da hoşuma giden bir detaydı.

Dilbilgisi iyi olan biri değilimdir ve yanılıyor olabilirim ama di'li ve miş'li geçmiş zamanları kullanımınızda bazı sıkıntılar olabilir. İkisi arasında çok seri geçişler vardı.

Bu arada zombi kelimesini kullandım ama sizin öykünüzde bu kelime hiç bulunmuyor sanırım. Oradaki gri gözlü adamlara (evet erkektiler hep öyküde) zombi diyebilir miyiz ya da bu ifadenin kullanılmamasını mı tercih edersiniz?

Keyifli bir öyküydü, elinize sağlık.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 29 Ocak 2014, 01:46:27
Öncelikle bu dolu dolu yorumunuz için teşekkür etmek istiyorum. İnanın çok güzel bir yorum oldu benim için.

En başta söylediğiniz detaylar tabi ki zamanla verilecek. Ne oldukları, nasıl ortaya çıktıkları, nasıl öldükleri... Ama yine dediğim gibi tam zombi de değiller. Spoiler oluyor gerisi o yüzden anlatamıyorum yine :D

Gözlemleriniz tam yerinde olmuş. Aynen dediğiniz gibi dehşet anının daha vurgulu olmasıydı amacım çiftin ilişkisini anlatırken. Yine dediğiniz gibi (ki nokta atışı yapmışsınız) kadının giyimi, saç rengi gibi detaylar, olmak zorunda hissiyatından geliyordu. Normalde çok tasvir yapmayı seven birisi değilimdir. Ama uzun çalışmalarda da yazmak gerekiyor bir yerde diye düşünüyorum. Yine de eleştirinizi ciddiye alıp, olayları oluruna bırakmam daha iyi olacaktır sanırım bu konuda.

Geçmiş zaman yazarken -miş ve -di arasında çok geçiş yaptığımın farkındayım. Nedeni bilmiyorum ama bir problem olarak da görmediğim için hiç gözüme çarpmıyorlar. Sanırım bu yüzden çok fazla yapıyorum bu geçişleri. Ama tabi bu benim görüşüm, genel anlamda bir rahatsızlık oluşturuyorsa bunun da üstesinden gelmem gerekecektir.

Günümüz zombi eserlerinde artık zombi kelimesi kullanılmıyor zaten. Aylaklar, yürüyenler, onlar gibi isimler vererek kalıbın dışına çıkmak tercih ediliyor. Ama buradakiler dediğim gibi tam da zombi değiller. Gri Gözlüler olarak adlandırılmaya başlanacaklar ilerleyen bölümlerde. Yine de kısaca zombi demekten zarar gelmez :)

Hepsinin adam olduğunu bilerek ekledim. Kadın, çocuk, hayvan zombi (ben de zombi diyorum ama olsun o kadar :D ) fikirlerini daha sonra, daha vurgulu şekilde ortaya atmanın iyi olacağı kanaatinde olduğum için bu şekilde yazmayı planladım. Hepsini tek seferde harcamamak gerek :)

Gerçekten çok yardımcı olan güzel bir eleştiriydi. Uzun bir kitap olmasını hedeflediğim için emin olun eleştirileriniz çok işime yaracak. Tekrar yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: duhan - 29 Ocak 2014, 12:03:33
Kötü eşeltiri anlamında söylemiyorum ama çok klişe bir giriş olmuş. Zombi filmlerinden fırlamış gelmiş bir giriş. Anlattıklarını film izler gibi gözümde canlandırabildiğim için oldukça başarılı buldum. Sanırım burada olanlar bir zombi vakası değil. 28 days Later tarzında enfeksiyona kapılmış yaratıklar göreceğiz gibi.

Şahsi olarak mantık hatası olarak algıladığım bir durum var, telefonlarda sinyal yoksa bile 155-112-110 gibi numaralar aranabiliyor diye biliyorum. Bu amerikan filmi klişesini keşke yazmasaydın ama zararı yok.

Kitasp girişi dediğine göre uzun soluklu bir hikaye bizi bekliyor. merakla takipteyim. kalemine sağlık.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 29 Ocak 2014, 22:57:35
Öncelikle yorumun için teşekkür ederim duhan :) Aslında "28 Gün Sonra" filminden de farklı. Yarına kadar Cem'in yaşadıklarının devamını bitirebilir ve yayınlarsam eğer ne demek istediğim biraz olsun anlaşılacaktır.

Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum, kitabı birbirinden bağımsız 3 farklı karakter üzerinden anlatmayı planlıyorum. Yani 3 farklı giriş yayınlayacağım burada. Fakat devamını -eğer bir aksilik olmazsa- bitirip kitap olarak yayımlatmayı istiyorum. (ki yine yayımlanmazsa buraya e-kitap olarak koyarım gerçi :D ) Sizin önerileriniz ile kitap versiyonunda da değişiklikler yapacağım. Yani bu yüzden verdiğiniz her tavsiye benim için altın değerinde.

Yorumun için tekrar teşekkür ederim.

Ek not: 155 olayını atlamışım pardon :D Sizden duydum aslında onu da. Telefon hattı olmasa da 155 aranıyor biliyorum fakat telefonun ulaşabileceği bir baz istasyonu yoksa bunu nasıl yapar hiç düşünmemiştim. Orada yani telefon hatlarının tamamen çökmesiydi düşüncem. Yine de araştırmak gerekiyor sanırım. Uyarınız için teşekkürler.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 30 Ocak 2014, 19:32:20
     Gün doğmuş, çığlıklar azalmış, kana susamış şehir biraz olsun sakinleşmişti. Cem ise saatlerce kıpırdamadan çatıda oturup beklemişti. Kendini deliliğe bırakıp, bütün bunların birer hayalden ibaret olduğuna inandırmak için uzun vakti olmuştu. Fakat ne zaman bunları düşünse mahallenin bir köşesinden çığlık yükseliyordu. Kırılan pencereler, kaza yapan arabalar ve bitmek bilmeyen yangınlar hakimdi baktığı yer yere.

     Ne istiyordu bu saldırganlar diye düşündü uzun süre. Eşini gözlerinin önünde parçalara ayırmışlardı. Sırf birilerini öldürmek için kendi hayatlarını dahi hiçe sayıyorlardı. Bir tür yeni akım mıydı, yoksa kimyasal bir silah? İnsanlar bir anda delirmiş miydi, ya da kendisi dünyanın en gerçekçi kabusunu mu görüyordu? Bütün bu sorular akıl sağlığını iyice kaybetmesine neden oluyordu Cem’in.

     Evlerinin bulunduğu sokak yine sakinleşmişti. Sadece bir kadının hıçkırarak ağlaması geliyordu biraz ileriden. Sokakta olmalıydı kadın, sesi yankılanırken hiçbir engelle karşılaşmıyordu sanki.

     “Salak! Salak! Eve gir, yükseğe çık!”

     Cem olduğu yerde ileri geri sallanırken bunları tekrarlıyordu sessizce.

     “Sokaklar güvenli değil. Aptal! Salak! Eve gir!”

     Bağırıp kadını uyarmak istese de, hala kendi evinde o saldırganların olup olmadığını bilmiyordu. Sesini duyurup yine korku dolu anlar yaşamayı istememesi sessiz kalmasına neden olmuştu. Fakat kadının ağlaması yüzünden daha fazla hareketsiz duramayacağını da biliyordu. Bağırmadan, kadının yanına gidip onu güvenli bir yere götürmesi gerektiğine karar verdi. Sessizce ve güvenli.

     Önce çatının kenarına kadar oturur vaziyette ilerledi. Ardından kendini balkona attı. İçeride kaç kişi olduğunu hesap etmeye çalışıyordu o sırada. Önce dört, daha sonra iki kişi daha girmişti evlerine. İkisinin öldüğünü, iki kişinin de ambulansın peşinden koştuğunu görmüştü. Gece boyunca evlerine giren veya çıkan birinin sesini duymamıştı. O halde kendisini koruması gereken iki saldırgan daha olmalıydı içeride.

     Balkonun kapısını açıp üst kat koridoruna girdiğinde evin içi fazlasıyla sessiz geldi ona. Dün gecenin gürültüsü yoktu ama bu sessizlik daha korkutucuydu. “Neredeler” diye geçirdi içinden. Birkaç adım attıktan sonra oturma odası iyice görünür hale gelmişti koridordan. Odaya inen merdivenlerin önüne kadar ağır adımlarla ilerledi. Çorapsız ayağı soğuk parkelere her değdiğinde biraz gıcırtı çıkarıyor gibi geliyordu ona. Bu yüzden daha dikkatliydi adımları.

     Oturma odasına göz gezdirince, şöminenin biraz ilerisinde göğsüne demir sapladığı adamı gördü. Sırt üstü, hareketsizce yatıyordu. Göğsü inip şişmediğinden nefes almadığına, yani ölmüş olabileceğine kanaat getirdi. Ardından aynı sessizlikle merdivenlerden aşağıya inmeye başladı.

     Merdivenler bitmeden olduğu yerde durdu. Sanki evdeki eşyalardan biriymiş gibi hareketsizce açık dış kapıya baktı. Kapının önünde elleri arkadan kelepçeli adam duruyordu. Ayakta, yüzünü sokağa dönmüş bekliyordu adam. Arada sırada bütün bedeni ve kafası titreyerek sağa sola bakıyordu. Hemen arkasında beliren gölgesi evin içine vuruyordu.

     Cem aynı sessizlikle yerde yatan adamın yanına kadar gitti. Göğsündeki demir onun işine yarayacak tek silahtı etrafta gördüğü. Gözleri açık yatan adamın tepesine kadar geldiğinde içini bir korku kapladı. Adamın ifadesiz yüzü, sanki hemen kalkıp tekrar o korkunç görüntüye dönüşecekmiş gibi duruyordu. Ayağıyla adamın kolunu dürterken, onun gerçekten ölüp ölmediğini kontrol etmekti Cem’in amacı.

     Ellerini demire, ayağını da adamın göğsüne bastırarak silahını geri almak için kendini geri çekti. Demir sopa biraz direndikten sonra aniden yerinden çıktı ve Cem’in geriye doğru iki adım atmasına neden oldu. O an için yine bir eşyaya dönüştü Cem, gözlerini kocaman açıp dış kapıdaki adama bakarak. “Duydu mu acaba” sorusu vardı kafasında o an için sadece.

     Bir süre sonra adamın duymamış olduğunu anladı. Ona doğru sessizce yürürken, sokaktaki kadının ağlama sesi geliyordu hala. “Neden ona saldırmıyor bu piç?” diye geçirdi yine içinden. Adam ile arasında üç metre kalmıştı ki, gördüğü manzara yüzünden sıkıca tuttuğu demir neredeyse elinden düşecekti. Hemen yanında duran eşinin cesedi miydi? Ayaklarının altındaki kurumuş kan onun muydu? Etrafa dağılmış et yığınından başka bir şey görmüyordu merdivenin dibinde. Hangi tür psikopat, neden onu bu hale sokabilirdi ki?

     Korku ve sinir aynı anda hükmetmeye başladı tüm vücuduna. Eşine bu yaptıklarını ödetmek için can atıyordu artık. Dudaklarını büzüp, kaşlarını çattı. Ona saldıran adamlardan çok daha korkunç bir ifade takındı o an için. Vakit kaybetmeden elindeki demiri kaldırıp savaş çığlığı atarak arkası dönük adama doğru koşmaya başladı.

     Adam sesi duyar duymaz arkasın dönüp Cem’e baktı. Adamın suratındaki korku ifadesi, dün geceki görünüşüyle tezat düşüyordu. Dünkü roller yer değiştirmiş gibiydi. Cem sinirli ve kana susamış, adam ise şaşkınlık ve korku yaşıyordu.

     Cem elindeki sopayı hızla adamın suratına geçirdi. Adamdan o an için “Aaaa” diye bir ses yükseldi. Hemen ardından ise adam daha da büyük bir şaşkınlıkla Cem’e baktı. “Neler oluyor” diyordu adamın gri gözleri. Ağzını ve gözlerini kocaman açtığında ise Cem bir anda elindeki demirle onun gri irisini deşti. Kafasına saplanan demirin etkisiyle anında adam yere serildi. Tüm bedeni aşırı derecede titremeye başladı. Avlanmış ve karaya atılmış bir balık gibi ağzı ve gözleri açık, sürekli titriyordu. On saniye sonra ise tamamen durgunlaştı.

     Cem vakit kaybetmeden silahını adamın gözünden söküp çıkardı. Demirin ucundan akan kan, eski, pıhtılaşmış kan ile birleşmişti. Sokağı dikkatlice izlemeye koyuldu. Karşı cephedeki binaların birinde, yaklaşık elli metre kadar uzakta bir çığlık yükseldi. Kapıdan çıkan bir genç ve onu kovalayan yaşlı bir adam sokağa fırlamıştı. Genç arkasına bile bakmadan koşmaya devam ederken, yaşlı adam sokağın ortasında birkaç adım attıktan sonra durdu ve ardından dizleri üstüne çöktü. Kafasını öne eğip etrafına bakınmaya başlamıştı ki, Cem hızlı olmak zorunda olduğunu hissetti.

     İki bina vardı ağlayan kadın ile kendisi arasında. Hemen onu alıp eve götürmeliydi. Dışarısı tehlikeliydi. Onu kurtarmalıydı. Eşini kurtaramamıştı, ama onu kurtarabilirdi. Hatta bu düşünceyle beslendiğinin farkındaydı. Eğer o kadını kurtarırsa, eşini de kurtarmış olacaktı.

     Sessiz ama bir o kadar hızlı adımlarla kadına doğru ilerledi. Elindeki demiri iki eliyle, her an beysbol topuna vurmaya hazır bir oyuncu gibi tutuyordu. Kadının ağlaması, kusmaya çalışmasıyla kesiliyordu arada sırada. Ağzından dışarıya bir şey çıkmasa da öğürerek midesinin kusma isteğini yerine getirmeye çalışıyordu. Cem, kadının yanına gelip omzunu sarstığında gözlerini sürekli, ani bir saldırıyı görebilmek adına sokakta gezdiriyordu.

     “İyi misiniz?” Kadını tekrar sarsıp kendisine gelmesi için daha yüksek sesle devam etti. “Hanımefendi, iyi misiniz? Dışarısı emniyetli değil, benimle gelin.”

     Kadın bir eliyle kırık kolunu tutuyor ve her zerresi kanla kaplanmış ellerine ve giysisine bakıyordu. Kafasını çevirip ona seslenen adama baktığında kadının gri gözlerindeki üzgünlük Cem’in korkuyla bağırmasına neden oldu. Elindeki demiri düşürüp geriye doğru iki adım attı ve kalçasının üstüne sert bir iniş yaptı.

     “Beni kandırmak için ağlama numarası yapmış!” diye geçirdi içinden önce. Fakat kadının korkusu da kendi yaşadığından farklı değildi. Kadının içindeki caninin çıkmasını bekleyerek oturduğu süre boyunca birbirlerine baktılar. Bu süre boyunca “Neden saldırmıyor?” sorusu “Acaba benim de mi gözlerim gri oldu? Yoksa herkesin mi gözleri gri?” sorusuna dönüşmüştü bir anda Cem için.

     Kadın normal biriydi fakat gözleri onu dün akşamki saldırganlar ile aynı kefeye koyuyordu. Fakat onlardan farklı olmalıydı. “Belki de kimyasal saldırı kadınları saldırgan yapmıyordur?” diye düşündü. Sessizlik bir ömür boyu sürmüştü sanki. Bir apartmandan yükselen “imdat!” sesine kadar da öylece bakıştılar.

     Cem yere düşürdüğü demiri alırken gözlerini kadından ayırmıyordu. Ona olan güvensizliği nedeniyle dikkati elden bırakmamaya karar verdi. Yerinden kalkıp kadına tekrar seslendi.

     “İyi misiniz?”

     Kadın kafasını iki yana sallayıp

     “Bilmiyorum” derken yine gözlerinden yaşlar damlıyordu.

     “Dışarısı güvenli değil. Benimle gelin.” Cem bu sözleri sarf ederken aynı anda “acaba doğru mu yapıyorum” sorusu da kafasını kemiriyordu.

     Kadın başını “tamam” anlamında sallayıp ayağa kalktı. Kırılmış kolu dirseğinden on santim kadar sonra aşağıya sarkıyordu. Kadın kolunu yerinde tutmak için sıkıca tutuyordu.

     “Çok mu acıyor” diye sordu Cem. Fakat yine “bilmiyorum” cevabını almıştı kadından. Aşırı adrenalin nedeniyle acıyı hissetmiyor olmalıydı Cem’e göre. Ya da…

     Ona güvenmek için erken diye düşündü. Belki kendi gözleri de gri olmuştu ama bundan emin olana kadar o kadına tamamen güvenemezdi. O yüzden kadının bir adım gerisinde, elinde hazır tuttuğu demir sopasıyla yürüyordu. Sokakta olup biteni artık umursamıyor, bütün dikkatini kadının yapacağı herhangi bir harekete odaklıyordu.

     Evlerinin önüne kadar geldiklerinde sokağın ortasına oturmuş, sırtı dönük yaşlı adamın, etrafına öylece bakındığını gördü Cem. Ses çıkarmadan acele edip eve girmeleri gerekiyordu. Hatta evin pencerelerini ve kapılarını sıkı sıkı kapatmalıydılar. Gece boyunca bu saldırganları durduramayan onlarca şey gördü ve duydu. Odaların kapılarını nasıl kırıldıklarını, insanları nasıl parçalara ayrıldıklarını işitti saatlerce. Onlara karşı çok iyi savunmalıydılar kendilerini. Ve bir o kadar da birlikte kalmaları gerekiyordu.

     Cem bütün bunların bir tür kimyasal silah nedeniyle olduğuna artık emindi. Koca şehrin çok az kısmı bu silahtan etkilenmemiş, ama onlar da etkilenenlerin ellerinde can vermiş olmalıydılar.

     Kadın, Cem’in evinin önünde duraksadı. Kapının önündeki bir gözü oyulmuş ceset, bahçede yatan diğer ikisi ve hemen girişin ilerisindeki et yığınına bakakalmıştı. Dehşet yüzüne yansıyıp yüzü de gözleri gibi solduğunda, Cem’den birkaç adım uzaklaştı.

     “Korkmayın” dedi Cem fısıltıyla. “Bu adamlar bize de saldırdılar. Ben onları öldürmedim. Daha doğrusu… Şey…”

     “Size mi saldırdılar?” dedi kadın inanmayan bir tavırla.

     “Evet. Dün akşamdan beri olanları diyorum. İnsanlar herkesi öldürmeye başladı hani. Bize de saldırdı insanlar.” Sesi biraz titremişti. “Eşimi…” yutkunup devam ederken gözleri yaşlanmıştı. “Eşimi öldürdüler. Kendimi savundum sadece.”

     “Dün akşam mı?”

     “Evet. Hatırlamıyor musunuz?”

     “Şey. Ben…”

     Cem, kadının da şok geçiriyor veya iyice delirmiş olabileceği ihtimallerini düşündü. Yaşadığı korku dolu anları unutmak istemesi nedeniyle hatırlamıyordu belki de dün yaşananları. Kendine gelmesi için bu stresli ortamdan uzaklaşması ve dinlenmesi gerekiyordu.

     “Dışarısı emniyetli değil.” Sesi sert çıkmaya başlamıştı artık Cem’in “Bakın acele etmemiz gerekiyor! Tekrar gelebilirler.”

     Kadın kafasını onay verircesine sallayıp, etrafı iğrenç görüntülerle dolmuş evin kapısına doğru yürümeye başladı. İçerideki et yığınının uzağından, mutfağa doğru iki adım atıp durduğunda, Cem sokağın ortasına oturan adama dikkatlice bakıyordu. Dün akşamki saldırganlar bacakları dahi koptuğu halde durmamışlardı. Bu adam neden aniden gencin peşini bırakıp öylece oturmuştu?

     Kafasındaki sorular evin içinden gelen kızgın bir bağırmayla anında bölündü. Kadın, ciğerleri patlayacak kadar şiddetli çığlıklar atıp etrafa nefretini kusuyordu. Aninden arkasını dönüp kaşlarını çatmış olduğu gri gözlerini Cem’e dikti. Sıkıca tuttuğu kırık kolunu bırakmıştı, hatta umurunda bile değildi. Tek istediği en yakınındaki adamın boğazına çöküp onu öldürmekti.

     Cem daha neler olduğunu anlamadan üzerine atlayan kadın yüzünden evin önündeki taş yola devrildi. Kadın elleriyle tokatlar savurup Cem’e olabildiğince zarar vermeye çalışıyordu. Cem’in onu durdurmak için dayadığı ellerini dişlemek için uğraşırken, bir yandan da tırnaklarını suratına geçiriyordu. Yüzündeki öfkenin dün akşamki adamlardan farkı yoktu. Öldürmeye aç bir caniye dönüşmüştü kadın bir anda.

     Sadece birkaç saniye süren bu olay, kadının şaşkın bir ifadeye bürünüp, eliyle gözlerini siper edip güneşe bakmasıyla son bulmuştu. Cem de bu fırsattan istifade ederek kadını üzerinden attı ve demir sopasını tüm gücüyle kadının kafasına indirmeye başladı. Her darbesinde kadın “Dur!” diye haykırsa da, Cem artık gri gözlü kimseye güvenmemesi gerektiğini öğrenmişti. Kadının sesi kesilene kadar, hareketsizce kalana kadar, kafasını bedeninden ayırana kadar vurmaya devam etti. Kadının kafasından geriye kan banyosu kaldığında bile devam etti.

     Nefes nefese kaldığında ise demiri bırakıp ellerini yumruk yaptı ve yere dayadı. Tekleyen göğsü ağlamasına eşlik ediyordu. Çıldırmamak için kendini zor tutuyordu. Kadını kurtaramamıştı. Aksine, eşini tekrar öldürmüş oldu o kadınla birlikte.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 31 Ocak 2014, 22:25:31
Not: Kitaptaki 3 anlatıyı da 3 başlık altında toplayacağım. -Adalet-, -Özgürlük- ve -Yoldaş- olacak başlıklar. Cem'in bölümünün en başına da bu başlığı eklemiş bulunmaktayım.

İkinci grubun grişini yayınlıyorum şimdi. Lütfen yorumlarınızı ve yardımlarınızı eksik etmeyin.



-ÖZGÜRLÜK-

     “Uzun zaman oldu lan.”

     Yasin ve Mehmet kapının eşiğinde sarılıp sırtlarına elleriyle vurduktan sonra, gülümsemelerini bozmadan birbirlerine baktılar.

     “İş güç işte, ne yapalım” dedi Mehmet bahane olduğunu belli eder bir ses tonuyla.

     “Hoş geldin yenge. Ne haber kız makarta” diyerek devam etti Yasin, Mehmet’in eşi ve kızı Sueda’ya bakarak. Çocukken makarnaya, makarta dediği için ona bu lakabı takmışlardı.

     “Yasin Amca ya öyle deme artık bana” diyerek cevap verdi Sueda, sitem ve gülümsemeyle karışık bir ses tonuyla.

     Yasin’in eşi Pelin de misafirlerini tıpkı kocası gibi güler yüzle karşıladı. Kucaklaşmaların ardından bir süre daha kapı önünde muhabbet ettiler. Sonrasında sıkı dost olan Mehmet ile Yasin’in, balkona doğru yürüyerek “hey gidi bee” ile başlayan cümleler ile devam etti konuşmaları. Yirmi yıllık arkadaşlar, Mehmet’in İzmir’den taşınması yüzünden iki yıldır görüşememişlerdi. Arada sırada telefonda konuşup hal hatır sorarlardı. Ama hiçbirisi uzun uzun yaptıkları eğlenceli sohbetlerin, 66 oynamalarının ve politik tartışmalarının yerini tutmamıştı.

     Oturma odasından balkona açılan kapıya yaklaşmalarıyla televizyondan gelen ses daha belirgin oldu. Yasin olduğu yerde bir süre durup sabahtan beri verilen can sıkıcı haberleri gösterdi.

     “Lan olum, Asya resmen kaynıyor. Asya’da ne kadar ülke varsa hepsinde iç savaş çıkmış.”

     “Hadi yaa” diye karşılık verdi Mehmet. Yolculukları uzun sürmüştü ve o sırada dünyada olup bitenden haberleri olmadığını gösteriyordu ses tonu.

     “Çin, Kore, Rusya, Japonya, Hindistan… Alayıyla iletişim kesilmiş.”
 
     “Normaldir abi, adamlar daha fazla dayanamamışlar demek ki. Çok yakındır bizimkiler de ayaklanır hükümete.”

     “Yine başlama be oğlum. Nesi varmış hükümetin.”

     Tartışmaya dönüşen sohbetleri, televizyondaki haberi bırakıp balkona doğru yürürken devam etti.

     Kübra, Pelin ve Mehmet ile Kübra’nın yirmi iki yaşındaki kızları Sueda da, radyoda çalan müzik eşliğinde, mutfakta çayın suyunun kaynamasını beklerken kendi aralarında sohbete tutuşmuşlardı.

     “Yine buldular birbirlerini” dedi Kübra kocalarını kastederek.

     “Sorma sorma. Şimdi sıkı fıkı sohbete daldılar ama biraz sonra başlarlar yine yok o parti benim bu takım senin diye.” Pelin, Sueda’ya göz ucuyla bakıp konuşmasına devam ederken diğer yandan önüne aldığı tabakları kuru pastalar ile dolduruyordu.

     “Eee Sueda, senin okul nasıl gidiyor?”

     “İyi valla Pelin Teyze. Sınavları verdik, tatilin tadını çıkarıyoruz.”

     “Zafer’in okulu bitmedi mi?” diye sordu Kübra, Pelin’in oğlunun buzdolabının kapağına yapıştırılmış resmini göstererek.

     “Bütünlemelere kalmış. Bir ay sonra gelecekmiş.”

     Kısa süreli konuşmaları Mehmet’in aniden kapıda belirmesiyle kesilmişti.

     “Ya kusura bakma Pelin, bir bardak su alabilir miyim” derken, yol boyunca kuruyan boğazını yutkunarak ıslatmaya çalışıyordu.

     “Tamam ben getiririm sen geç içeri, kumamı yalnız bırakma” dedi Kübra. Onun cevabı diğerlerini de güldürmüştü.

     Eşinin soğuk su takıntısını bildiğinden eline aldığı bardakla hemen buzdolabına yöneldi. Raflarda duran cam şişelerden birini almıştı ki Pelin onu uyarmak zorunda hissetti kendini.

     “O suyu daha yeni doldurdum, o kadar soğuk değildir.”

     “Aman, biraz sıcak içsin, ne yapalım.”

     Suyu balkona götürüp eşine teslim ettikten sonra tekrar yakın arkadaşının yanına döndü. İki yıllık hasretleri kocalarınınki kadar çok sayılırdı. Hararetli sohbetleri, akşam ezanının okunmasıyla kesilmişti. Pelin, radyonun sesini tamamen kapatıp, çaydanlığa sıcak suyu boşalttı ve demini alması için tekrar ocağın üstüne koydu.

     Konuşmalar ve kahkahalarla dolu birkaç dakika boyunca, arada sırada dışarıdan gelen gürültüleri dahi duymamışlardı. Ta ki kendi balkonlarından gelen gürültüye kadar.

     “LAN OLUM MANYAK MISIN?”

     Mutfak ahalisi birbirlerine neler oluyor bakışları fırlattıktan sonra hepsinin birden tüyleri ürpermişti. Genelde politik kavgaları olurdu eşlerinin ama bu denli bir bağırma hayra alamet olamazdı.

     Hepsi birden telaşla mutfaktan çıkıp oturma odasına doğru koştular. Pencereden, Yasin ile Mehmet’in balkonda kıyasıya bir kavgaya tutuştuklarını görünce Kübra istemsizce ve korkuyla bağırmıştı. Kızı da onun tepkisini paylaşırken Pelin yerinden fırlayıp balkonun kapısını açtı.

     “Ne yapıyorsunuz!”

     Yasin, gözü dönmüş Mehmet’i durdurmak için var gücüyle uğraşıyordu. Mehmet’in savurduğu tokatlar, yumruklar ve onu yakalamak için uğraştığı tüm girişimlerini ustalıkla savuşturuyordu Yasin. Yine de yediği bir iki tokadın sızısı hala yüzündeydi.

     Mehmet’in saldırılarına karşılık vermesi gerektiğini düşündüğünde ise, uzun zamandır yaptığı kickboks becerilerini kullanmaya başladı. Mehmet’in şakağına attığı yumruk ve karnına indirdiği tekme, onu bir an için bile durdurmadı. Hem arkadaşına çok büyük zarar vermek istememesi, hem de ondan sakınması gerektiğini düşündüğünden, onun bacağına savurduğu tekmenin hemen ardından balkondan çıktı ve kapıyı sıkıca kapattı.

     Mehmet aldığı darbeyle yere düştü. Ayaklarının altına takılan kilim yüzünden kalkmakta zorlanırken, nefret dolu gözleriyle öldürmek istediği can yoldaşına bakıyordu. Oturma odasında korkuyla bekleyen eşleri ise vakit kaybetmeden sorular sormaya başladı.

     “Yasin, manyak mısınız, neyin alıp verememesi bu?” dedi Pelin, kocasının kolunu sıkıca kavrayarak.

     “Yahu ne bileyim. Durup dururken kendimi kötü hissediyorum dedi, sonra tekme tokat saldırdı. Lan bir şey değil balkondan düşecek geri zekalı.”

     Daha diyecekleri vardı ki, Mehmet’in balkon kapısındaki pencereye attığı kafa ile hepsi birden yerinde hopladı. Sueda’nın “baba ne olur dur” diyerek ağlaması, Kübra’nın “Mehmet bir sakin ol” haykırışlarıyla karışıyordu.

     Mehmet ardı sıra attığı kafalar ve yumruklar ile kapıyı kırmaya çalışırken kırdığı burnundan akan kan bütün cama yayılmıştı. Odadakileri iyice dehşete düşüren bu görüntünün ardından sokaktan yükselen her gürültüyle de yerlerinden sıçrıyorlardı. Kaza yapan arabalar, çığlıklar ve uzak bir yerden gelen patlama sesi... Hepsi tam şu an olmayı bekleyen talihsiz kazalardı sanki.

     Yasin durmadan “OLUM LAN SAKİN OL” diyerek Mehmet’i durdurmak istese de, gözleri grileşmiş arkadaşının onu duymadığını anlayabiliyordu. Pişmanlık bedenini sarmıştı. “Acaba yanlış bir şey mi demiştim” düşüncesiyle boğuştu bir süre. Ama arkadaşındaki değişim, basit bir-iki cümle ile olacak gibi değildi.

     Düşünceleri ise Mehmet’in son attığı kafayla birlikte, tıpkı karşısındaki çift cam gibi tuzla buz oldu. Mehmet, açılan küçük alana ellerini sokup Yasin’i tutmaya çalışırken, Yasin de tıpkı diğerleri gibi odanın gerisine doğru kaçtı. Mehmet’in yarılan kollarından ve kapıdan geçmeye çalışırken kırık camlar yüzünden kopan parmaklarından kanlar fışkırıyordu etrafa.

     Pencerenin büyük bölümünü parçalayıp kendini odaya savurdu. Karnına giren üçgen şekilli cam neredeyse sırtından çıkmıştı ama Mehmet’in umurunda bile değildi. İleriye doğru hamle yaptıkça karnını daha çok yarıyordu. Her hamlesinde bağırıyordu fakat bu bağırış acıdan değil, gri gözlerini gezdirdiği diğerlerine olan nefretindendi.

     Uğraşılarının ardından kendini tamamen odaya atabildi. Eskisi kadar çevik ve kuvvetli hareket edemiyordu ama nefretinden bir nebze bile kaybetmemişti. Ayağa kalktığında, yarık karnından dökülen bağırsaklar önünden sarkıyordu. Karnından yere bir kova kan boşalmıştı sanki. Duvarlar ve eşyalar bir anda kızıla boyanmıştı.

     Son kez dişlerini sıkıp Yasin’e doğru sıçradığında, göğsüne yediği tekme ile bir kısmını yerde bıraktığı bağırsaklarına kadar havada süzülüp düşmesine neden oldu. Tekrar kalkmak için kollarını iki yana sallarken, sırt üstü yatan kaplumbağa gibi sağa sola kıvrılıyordu. Hareketleri yavaşça donuklaştı. Göğsü teklerken ağzından çıkan kanlar etrafa saçılıyordu. Onu bu haliyle izleyen eşi bayılıp yere düştüğünde Sueda da bir köşeye kusmaya başladı.

     Pelin titremesine engel olamadan ayakta durmak için bütün gücünü kullanıyordu. Bayılan arkadaşına baktığında, kendini toplaması gerektiğini anladı. Eşini bu halde görmesinin ne demek olduğunu tahmin bile edemezdi. Yine de, kendi gördükleri de aşağı kalır bir manzara değildi.

     Yasin’e, Kübra’yı yatak odasına götürmesini söyledi. Ayıldığında bu manzarayla tekrar karşılaşmaması en iyisi olacaktı. Pelin de Sueda’yı omuzlarından kavrayarak, hıçkırıkla karışık ağlarken nefes alması zorlaşan kızı sakinleştirmeye uğraşıyordu. Genç kızın, babasının şokunu atlatamadan sokaktan gelen her gürültüyle biraz daha uzun süre nefesi kesiliyordu.

     Üst kattan gelen eşyaların kırılma sesiyle, bütün bu yaşananların normal bir şey olmadığını anlamışlardı. Hep birlikte yatak odasına geçtiler. Pelin bir bardak su alıp Kübra’nın yüzüne sürüyor, onu ayıltmak için uğraşıyordu. Yasin ise bir eliyle kafasını tutup odanın içinde volta atarken ruhani bir ses tonuyla Sueda’yı sakinleştirmeye çalışıyordu.

     “Sorun yok Sueda… Sakin ol evladım… Sorun yok…”

     Kübra gözlerini hafifçe araladığında olan bitenin birer hayalden ibaret olduğuna inanmak istiyordu. Fakat kızının haykırışları ve diğerlerinin solmuş yüzleri, bütün bunların gerçekliğinin ispatıydı. Tekrar ağlamaya başladığında Pelin elindeki suyu onun dudaklarına dayadı.

     “Şşşş tamam sakin ol. İç suyu tamam geçti.”

     Kübra suyu zoraki yudumlarıyla bitirip tekrar ağlarken, sesi sokaklardan gelen diğer boğuk ağlamalar ile karışıyordu. Sueda da yerinden kalkıp yatakta uzanan annesine sarıldı ve ağlamasına böyle devam etti.

     Birkaç dakika boyunca sadece Sueda’nın ağlaması duyuldu. Kübra bile gözlerini tavana dikip durgunlaştı. Pelin ile kocası ise birbirlerine “neler oluyor” soruları yöneltiyorlardı bakışlarıyla. Sueda’nın ağlamasının “Anne! Anneee! Acıyor saçım” diyerek haykırmasıyla tüm odadakiler tekrar gerildi. Kübra’nın açık gözleri gri olmuştu. Yasin eşinin omzunu sarsarak

     “Mehmet’in gözleri gibi!” dedi. Pelin olduğu yerden önce fırlayıp, daha sonra kolları altında kıvranan Sueda’yı çekip aldı. Kübra’nın gözleri yavaşça odadakilere döndüğünde ifadesizliği korkutucuydu. Yerinden yavaşça doğrulduğunda, Pelin ona “İyi misin?” dedi.

     Kübra yerinden sıçrayıp kızının boğazını kavradığında yüzündeki durgunluk yerini kana susamış bir canavara bıraktı. Kızının kulağını ısırıp kopardığında, dudaklarından çenesine kadar akan kanlar, nefret dolu yüzündeki son aksesuar oldu.

     Pelin Sueda’yı tekrar kurtardığında, Yasin de Kübra’ya bir tekme fırlattı. Yatağın üzerine düşen kadından kaçmak için odadan çıkıp mutfağa yöneldiler. Pelin’in kolları arasındaki genç kız ise “Anneee ne olur yapmaaa!” diyerek çığlıklar atıyordu. Adımları, yerdeki kilime basıp kaymasıyla son buldu. Pelin de onunla birlikte düşerken, arkasına bakan Yasin de yerdeki bedenlere takılıp, diğerlerinin arasındaki yerini aldı.

     Kübra büyük bir hışımla odadan çıkıp koridora döndüğünde, en yakınındaki kızını gözüne kestirdi. Sueda ise daha kulağındaki sızı geçmeden bir yenisine katlanamayacağından, hemen yanındaki dış kapıyı açıp durmaksızın merdivenlerden aşağıya koşmaya başladı. Annesi de vakit kaybetmeden onun peşinden gidiyordu ki, açık kapıya vuran kolundan gelen çatırdı, koridorda korkuyla donmuş diğerlerinin akıl sağlığını iyiden iyiye bozdu. Kübra, ortadan kırılan koluna aldırmaksızın kızını kovalıyor, kızı ise beşinci kattan aşağıya “anneee, anne dur ne olur!” diyerek ağlayarak koşuyordu. Apartmandan yankıyla yükselen sesler, apartmanın dış kapısının kapanmasıyla tamamen yok oldu.

     Yasin hemen kalkıp dış kapıyı gürültüyle çarptı. Eşine, tıpkı onunki gibi bir bakışla karşılık verdi. “Neler oluyor” sorusuydu onların bakışları. Yarım saat boyunca hareket bile etmeden bakıştılar. Ardından hiçbir şey demeden yerlerinden kalkıp yatak odasına gittiler ve sarılarak uyudular. İkisinin de aklında “bu kabustan uyanmalıyım” düşüncesi vardı. Gözlerinin kapanması biraz sürse de, ikisi de bayılmışçasına anında kendinden geçti.

     Sabah olduğunda nadiren gelen çığlıklar yükseliyordu şehirden. Hala, bütün bunlar rüya olmalı düşüncesi vardı akıllarında. Dışarıdan gelen sesler yüzünden bir kabus görmüş olabileceklerine inanıyorlardı. Yerlerinden kalkıp, oturma odasına bakarak bütün bunların gerçekliğini öğrenmeye karar verdiler. Sadece bir dakika sonra ise Pelin’in, odadaki manzarayı görüp kusmasıyla inanabildiler olanlara. Mehmet ölmüş, Kübra ise kızını kovalayarak apartmandan çıkmıştı. Bütün şehir, hatta haberleri düşününce bütün dünya delirmiş olmalıydı. Hala gelen sesler de bunu destekler nitelikteydi.

     Pelin, ağzındaki pis tattan kurtulmak için mutfağa geçti. Titreyen eliyle kavradığı bardağı musluğun altında tutmakta zorlanıyordu. Bardağı yarısına kadar doldurup ağzına doğru getirirken, eşinin eline sertçe vurmasıyla yerinden hopladı. Onun da bir anda delirip kendisine saldıracağını düşünüyordu ki, Yasin’in ağzından çıkan kelimeleri duydu.

     “Sakın suyu içme!”
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: Oghertay - 01 Şubat 2014, 03:06:28
Sevgili M.K.Immortal, hikayeni okudum ve çok ağır eleştirilerim var. Beni yanlış anlamayacağını ümit ediyorum.

İlk bölüm beni nedense şaşırtmadı. Ağlayan kadının bir canavara dönüşeceğini, hikayeni üç ayrı bölüme ayıracağını söylediğin için kestirdim hemen. İlk bölüm güzeldi. Yazarın bizi şaşırtabilecek bir hikayesi olduğu izlenimi uyandırdı bende.

İkinci bölüme gelince biraz endişelendim. Şimdi herkesin bildiği bir 'The Walking Dead' olayı var. Yazdığın hikayen ona doğru kayarsa başarılı olamazsın. Ben biraz sıradan buldum 2. bölümü. Yani, malum dizinin ana karakterlerini saymazsan, diğer insanların yaşadığı klasik bir Zombi (gri gözlüler) saldırısı şeklinde.

Adamlar bunu yazmış yani. Sen bunu daha değişik şekilde sunmalısın bize. Her şey bir anda olmamalıydı. Hemencecik grigözlü'ye dönüşen insanlar var hikayede. Bu nasıl oluyor hemen? ( O malum hikayede bile adamlar 1 gün falan süre tanımış.) Asya falan yıkılıyor ama bizim ülkeye onlar yıkıldıktan sonra sıra geliyor. Bizim farkımız ne?

Bu hastalığın ya da virüsün neden bulaştığına dair hikayenin sonunda verdiğin ipucu ise ümit verici. Dünyadaki tüm insanların kullanmak zorunda olduğu bir şey. (adını söylemeyeyim spoiler olmasın). Ama unutma ki insanlar o şey olmadan yaşayamaz.

Farklı bir şeyler okutmalısın bize. Bizi ikna etmelisin hikayeye. Belki de ben önyargılıyımdır bilmiyorum. Belki, ilerleyen bölümlerde bunu düzeltebilirsin. Belki de beni öyle şaşırtırsın ki bu yorumumdan dolayı utanırım.

Saldırı betimlemelerin iyiydi ama karakterlerin saç rengini bile bilmiyoruz. Yasin uzun boylu bir adam mı? Pelin sarışın bir bayan mı? Bunları sen yazmazsan ben nereden bilebilirim ki?

Benim yorumum böyle. Yazım yeteneğin konusunda eleştirim yok ama hikaye çok tanıdık. Zombi hikayesi yazmayacağım demiştin ve senden zombi olmayan bir hikaye bekliyoruz.(gri gözlüler azınlıkta ama güçlü olabilirlerdi. Diğer eserlerde mal gibiler ama seninkinde çok daha güçlenmiş olabilirlerdi.) Umarım beni diğer bölümlerde şaşırtırsın ve kaleminin gücüyle beni ikna edebilirsin. Unutma ki bende bir okurum sadece ;)
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 01 Şubat 2014, 03:29:16
Yanlış anlamak ne demek, aksine çok mutlu oldum yorumunuzu görünce :)

Daha önce de dediğim gibi bildiğimiz zombilerin dışındalar Gri Gözlüler, ki 3. grubun girişini yazdığım zaman her şey tam olarak netleşecek, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta Asya'dan sonra neden bizim ülkemize geldiğinin bile nedeni var. İki başlık boyunca bunun ufak işaretlerini vermiş olsam da asıl konu üçüncü başlık ile belli olacak fakat tüm detaylar tabi ki çok daha sonra verilecek. (virüsün yayılma aşaması, hızı vs gibi)

İnsanlar o şey (verdiğim ipucum) olmadan yaşayamaz biliyorum ki aslında tekrar bakarsan nasıl çözümü olduğuna dair bir fikir var Cem'in bölümünde. Gri Gözlüler saldırmadan hemen öncesini oku diyerek de spoiler vereyim hatta :D

Karakter betimlemelerim gerçekten çok sönük kalmış. Hatta yazdığım bütün yazılarda genelde öyle oluyorlar. Vur dediler biraz da öldürdüm betimleme konusunda sanırım :D Daha dengeli olmaya çalışacağım bu konuda. Uyarın için teşekkürler.

Son yazdıklarına tekrar cevaben, zombi hikayesi olup olmadığının tartışmasını dediğim gibi üçüncü girişi yazdığım zaman tartışırsak daha iyi olacaktır. Yorumun için çok teşekkür ederim :)
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: Oghertay - 01 Şubat 2014, 03:38:06
Evet, şu an farkettim o çözümü. Benim eleştirilerim hep 'İyi olmuş' şeklindedir. Sen kitap çıkarma düşüncesine sahip olduğunu belirtince biraz daha detaylı irdeledim. Kitap çıkarmayı herkes ister buna şüphe yok. Madem ki kitap çıkarma düşüncen var bizim yardımımız da bu eleştirilerle olacaktır. Yeni bölümü bekliyorum artık. Kalemine kuvvet..
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: duhan - 01 Şubat 2014, 12:46:40
Üzgünüm ama okuduklarımdan sonra gözümde 28 Gün Sonra filminden başka birşey canlanmıyor. Giriş olduğüunu biliyorum elbette ilerleyen bölümler çok farklı yollara sapabilir bu hikaye ama şu an için, çok klişe bir öykü olarak duruyor. Bu virüs ya havadan ya sudan bulaşır başka alternatif yok. Varsa eğer, bu kadar çabuk bu kadar büyük kitleleri etkilemesi imkansız. Hikyedeki gir gözlü insanların zombi olmadığı aşikar. Öfke nöbetine tutulmuş olduklarını anladım ki, bu da 28 Gün Sonra filminde ki rage virüsünün etkileriyle aynı. Hoş herkes o filme hala zombi filmi der ama zombi değillerdi.

Yani sonuç olarak merak uyandırsa da, gidişat diğerlerinden pek farklı değil ve olmasını beklemekte ayıp olur aslında. Finalde dünyaya göktaşı çarpar kökten ölürsek süpriz diye buna derim. umarım mutlu sonla bitmez :)
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 01 Şubat 2014, 13:21:39
Hala 28 Gün Sonra filminden farklı bir etkenimin olduğunu iddia ederek üçüncü bölümden sonra da yorumunuzu almak isterim. Yanlış anlamayın, bunu meydan okuma olarak değil, aksine, hala klişe bir gidişat olarak nitelendirirseniz bu kitaba ciddi değişiklikler yapmam gerektiğini anlamam açısından söylüyorum. Yorumunuz için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: duhan - 01 Şubat 2014, 14:10:33
Hala 28 Gün Sonra filminden farklı bir etkenimin olduğunu iddia ederek üçüncü bölümden sonra da yorumunuzu almak isterim. Yanlış anlamayın, bunu meydan okuma olarak değil, aksine, hala klişe bir gidişat olarak nitelendirirseniz bu kitaba ciddi değişiklikler yapmam gerektiğini anlamam açısından söylüyorum. Yorumunuz için teşekkür ederim.

sabırsızılıkla bekliyorum.
Başlık: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi - Yoldaş)
Gönderen: M.K.Immortal - 01 Şubat 2014, 17:53:18
not: Son girişi de yayınlayarak yardımlarınızı beklediğimi belirtmek istiyorum. İyi okumalar.

-YOLDAŞ-

     Sıkılmıştı artık. Saatine baktığında tam üç saattir bu şekilde oturduğunu fark etti. Apartmanın terasına açılan çelik kapıya sırtını dayamış, hemen karşısındaki korkuluklara bağlanmış yakın arkadaşına gözlerini dikmişti. İlk zamanlar düşündüğü çelişkili sorular bile kalmamıştı aklında. Ettiği duanın kabul olup olmadığını düşündü. Belki de Faruk farklıydı. Onun bedeni virüse dayanmıştı. Samet, iki eliyle gevşekçe tuttuğu kırmızı renkli baltasını yerde sürterken tam olarak bunları düşünmüştü.

     “Hala bir değişiklik yok mu?” diye sordu Samet en yakın arkadaşına bakarak.

     “Başım uyuşuyor arada. Belki güneş çarpmıştır” diyerek cevap verdi Faruk.

     Gri gözlerini Samet’e döndürmek istemiyordu. Onun kendisine bir canavar gibi bakmasını istemiyordu. Bir süre sonra değişecekti ve arkadaşından istediği gibi kafasına baltayı yiyecekti. Bunu yapmak zorundaydılar. Yoksa Samet’in sonu da diğerleri gibi olacaktı.

     “Bu kadar yeter!” diyerek yerinden kalktı Samet. Elindeki baltayı sıkıca kavramıştı bu sefer.

     Faruk bir anlık dehşete kapıldı. Dönüşene kadar beklemek üzere anlaşmışlardı. Fakat belli ki arkadaşının bekleyecek sabrı kalmamıştı. “En başında yaptığımız planı şimdi gerçekleştirecek” diye düşündü.

     Samet, arkadaşına iyice yaklaştıktan sonra elindeki baltayı korkuluklara dayalı şekilde dikine koydu. Faruk’un kahverengi kıvırcık saçlarını göğsüne bastırarak arkasına doğru eğildi. Kollarını sıkıca bağladıkları hortumu gevşetmeye başlamıştı ki Faruk kafasıyla onu savurdu.

     “Delirdin mi!” dedi gri gözlerini kocaman açacak. “Bağlarımı açamazsın! Ya dönüşürsem, seni öldürmek istemiyorum!”

     “Hadi ama olanları gördün. Birkaç dakika sadece, herkes birkaç dakikada saldırgan oluyordu. Sen belli ki farklısın. Üç saattir tek bir değişim bile yok… Gözlerinin dışında. Sende bağışıklık olmalı.”

     “Ya yanılıyorsan?”

     Samet buna cevap veremedi. Yanılıyorsam seni öldürürüm diyemezdi. Faruk’un gözleri ilk değiştiği zaman bile bunu yapamadı. Şimdi nasıl yapabilirdi ki? Bütün gün öylece bekleyemezlerdi. Bir şekilde ilerlemeleri gerekiyordu. Üstelik iyice susamıştı. Ellerindeki tek su kaynağı, Faruk’un sırt çantasındaki pet şişedekiydi. Ama onun etkilerini öğrenmişlerdi. Susuz kalmayı, bir yaratığa dönüşmeye tercih ediyordu.

     “Belki ben de sudan içmeliyim” dedi Samet. Aklına başka bir çözüm yolu gelmediğini kafasını sallayarak gösterdi. Kendisi de dönüşürse eğer tüm sorunlarından kurtulacaklardı.

     Çelik kapıdan gelen bağırtı ve yumruk sesiyle yine ürktü. Dün akşamdan beri o yaratıklar kapının önünde beklemişlerdi. Apartmandan çıkmanın tek yoluydu o kapı. Yedi katlı binanın, başka bir apartmanın çatısına atlayacak kadar yakınında bir yer yoktu. Sadece yumruklanan çelik kapıydı kurtuluşları. Ve kurtulamazlarsa, bu terasta açlıktan öleceklerdi.



     Dün akşamüstü başlamıştı bütün her şey. Lisenin, son dersin bitiş zili çalınca kendilerini sokağa atmışlardı. Samet, sıcağın etkisiyle dalgalı saçlarını geriye atmıştı. Uzun boylu ve yakışıklı görünümü, kızların sürekli peşinde dolaşmasını sağlasa da, günün tüm vaktini en yakın arkadaşı Faruk ile geçirmeyi tercih etmişti. Okulların bitmesine bir hafta vardı. Bunun tadını çıkarmaya karar vermişlerdi.

     Birkaç saatlik zaman geçirmenin ardından, park üzerinden dolmuş duraklarına yürüyorlardı. Durakta beklerken uzaktan gelen gürültülerle irkilmişlerdi. Gittikçe büyüyen çığ gibi artıyordu sesler. Ve en sonunda duraklarına hızla girip dolmuşları darmadağın eden otobüs ile yerlerinden sıçramışlardı. İnsanlar etrafta kaçışıyor, bağrışıyor ve birbirlerini öldürüyorlardı. Bütün bu katliamlar, onları bir an önce emniyetli bir yere gitmek için acele etmeye zorlamıştı.

     Okullarına geldiklerinde okul kapısından tırmanıp içeriye atmışlardı kendilerini. Kırdıkları pencereden girip ellerine geçen yangın malzemeleriyle üzerlerine gelen birkaç gri gözlüyü alt etmişlerdi. Gözü dönmüş canavarların sayıları arttığında ise tekrar yollara koyulmuşlardı.

     Onlarca ölen görmüş, bir o kadarını da öldürmüşlerdi. Faruk, okuldaki duvara asılı itfaiye malzemeleri arasında ilk eline geçirdiği şey olan mızrağı bir gri gözlü üzerinde bırakıp kaçtığında en yakınlarındaki apartmanın çatısına koşuyorlardı. Terasa açılan çelik kapının ardında kilit mekanizması olması onlar için büyük şanstı. Tabi bu şansları, sabah olup Faruk’un susamasıyla tersine dönmüştü.

     Arkadaşının suyu içmesinden çok geçmemişti ki gözlerindeki değişimi fark etmişti Samet. Diğerleri gibi görünüyordu artık. Onları saatlerce kovalayan o vahşi yaratıkların gözlerini almıştı. “Gözlerin” diyebilmişti sadece. Devamını çok geçmeden anlamıştı arkadaşı. Kafasını öne düşürüp uzunca Samet’in elindeki baltaya bakmıştı. Kan kızılı baltayı istemesini, o yaratıklara dönüşmesiyle bağdaştırmıştı. Cani bir yaratık ve bir silah… Ama aklından geçenler öyle değildi. Başını kaldırıp parlayan gözlerini Samet’e çevirmiş ve “öldür beni” demişti. Aksi halde tıpkı diğerleri gibi o da Samet’e saldıracaktı.
Birkaç boşa sallanan baltadan sonra Samet bunu yapamayacağını belirtmişti. Hiç olmazsa şu an için. Faruk ise terasın köşesindeki sulama hortumunu alıp kendisini bağlamasını istemişti. Korkuluklara bağladığı arkadaşı dönüştüğü zaman ona verdiği sözü tutacaktı Samet. Fakat uzun süre o an gelmemişti.



     Düşünceli dakikalar bulutların üstlerinden geçmesiyle kesildi. Samsun’un sıcak öğlen saatinde saatlerdir bekleyen iki genç için serin bir nimetti bu bulut. Samet kafasını kaldırıp gözlerini kapattı ve biraz da rüzgar esmesi için bekledi. Ruhunu okşayan hafif bir meltem esintisi veya bir meleğin nefesi olsa yeterliydi. Bir rüzgar bekledi... Yeter ki canının yangınını ondan alsın.

     Faruk’un çığlığıyla yeşil gözlerini tekrar açarak geriye sıçradı. O, artık dönüşmüştü. Yıllardır aynı sırayı paylaştığı can dostu ve son bir gündür sırt sırta yaşam savaşı verdiği yegane arkadaşını da kaybetti. Bu acımasız dünyada yalnız kaldığını anladığında, arkadaşının da diğerleri gibi bir cani olmasıyla ağzını büzdü ve kaşlarını düşürdü.

     “Artık bitti” dedi. “Düşüncelerim yanlışmış. Keşke… Keşke dönüşmeseydin.”

     Faruk’a verdiği sözü tutması gerektiğinden önce silahını aradı. Baltasını onun yanında bıraktığını gördü. Elleri bağlı olsa da kurtulmak için delice çırpınan arkadaşına yaklaşmanın ne kadar doğru olacağını sorguluyordu. Yine de bunu yapmak zorundaydı. Kan kardeşinin son isteğini kendi hayatı pahasına yerine getirmeliydi.

     Ağır adımlar ile Faruk’a yaklaşırken, onun delicesine çırpınması hortumu gittikçe gevşetiyordu. Hızlı olmalıydı. Baltanın durduğu kenardan iyice yaklaşıp uzandı ve baltasını eline aldı. Faruk’un onu ısırmak için delice uğraşmasına acınası gözlerle izliyordu. Yakın arkadaşının önüne geçtiğinde artık baltayı iki eliyle tutuyordu. Burnundan derin bir nefes aldı. “Beni affet kardeşim” diyerek baltasını havaya kaldırdı. Bulutun ardındaki güneş yüzünü tekrar gösterdiğinde, Faruk için Cennet’e açılan bir kapı olarak nitelendirmişti bunu. Balta inecek ve Faruk ışığa yükselecekti.

     Son hamlesini yapmak için iyice gerinip hızla kollarını aşağıya indirdiğinde “DUUUR” sesiyle bir anda ne yapacağını bilemedi. Baltanın yönünü var gücüyle değiştirip korkuluklara çarptığında çıkan demir sesi tüm mahallede yankılandı. Faruk’un korkuyla kocaman olan gri gözlerine bakakaldı. “Dur” demişti ona.

     “Ama… Sen…”

     “Ne yapıyorsun?” diye karşılık verdi Faruk olanlardan habersizce.

     “Sen dönüştün… Az önce, ama…”

     Faruk neler olduğunu hatırlamaya çalışırcasına kafasını iki yana sallayıp tekrar arkadaşına baktı.

     “Ben… En son senin sudan içmek istediğini söylemeni hatırlıyorum. Sonra tam karşımda baltayı bana savurdun!”

     Samet yere oturup gözlerini diktiği arkadaşına garip bir ifadeyle bakmaya koyuldu. İnanılmaz ve aptalca gelen bir hikaye dinleyen çocuk gibi kaşlarını çatmıştı.

     “Ne yani hatırlamıyor musun?” dedi.

     “Neyi?” diye sorarken Samet’ten daha fazla bir şaşkınlık vardı yüzünde.

     “Nasıl olur” düşüncesi, Samet’in aklında şimşek gibi parlayan fikirle anında silindi.

     Ayağa kalkıp etrafını hızla kontrol etti. Terasın köşesindeki korkuluklara asılmış halıyı almak için büyük adımlarla yürüdü ve koca halıyı aynı hızla arkadaşının yanına kadar getirdi.

     Faruk’un “ne yapıyorsun?” sorularına aldırış etmeden aklındaki düşünceyi denemeye koyuldu. Önce gökyüzüne baktı. Güneşin etrafında bulut yoktu. Sonra arkadaşına döndü ve halıyı onun üzerine serdi.

     “Manyaklaştın mı?” sorusundan birkaç saniye sonra Faruk’un konuşmaları, böğürtüler ve inlemelere dönüştü. Samet’in çıkardığı sesi duyunca ise yine deliye döndü ve kafasını sağa sola sallamaya başladı. Samet, ucundan kavradığı halıyı çektiğinde arkadaşının sinir dolu ifadesiyle tekrar karşılaştı. Fakat bu çok uzun sürmedi. Öfkeli bakışlar yerini anlamsızlığa bıraktı.

     “Hassiktir” dedi Samet garip bir mutlulukla. Tekrar gökyüzüne bakıp yakınlarda bulut olup olmadığını kontrol etti. Ardından arkadaşının hortumla bağlanmış ellerini çözmeye başladı.

     “Lan neler oluyor olum?” diyerek karşılık verdi sadece Faruk. Samet bir şey demeden aklından geçenleri yapmaya koyuldu sadece. Faruk’u çözdüğü elinden tutarak ayağa kaldırdı. Eskiden alışkanlık olarak yaptıkları, her kenarı kirlenmiş okul üniformalarını temizlemeyi denememişlerdi bile.

     “Buldum olum” dedi Samet mutluluğuna ara vermeden. Onu kolundan tutarak terasın köşesine kadar götürdü. “Zaten buradan kurtuluşumuz yok, dua et ki düşündüğüm herkesin üzerinde işe yarasın. Burada bekle.”

     Faruk daha neler olduğunu anlamadan Samet koşar adımlarla teras kapısının yanında bitti. Dikkatlice kapının kulpunu yukarı çevirip çok daha hızlı şekilde arkadaşının yanına koştu. Faruk daha “Ne yapıyorsun!” demesine kalmadan kapıdan içeriye üç gri gözlü dalmıştı.

     Etraflarına baktıktan sonra sinirli ifadelerini Samet’e çevirip hızlanmaya başladılar. Faruk, Samet’i korumak adına kendini siper etmek için öne atıldığında gri gözlülerin adımları da yavaşladı ve birkaç metre kala durdular. Hepsinin yüzünde Faruk’un halının ardından çıktığı ifade vardı. Şaşkın ve anlamsız bakışlarını birbirleri ve kendi üzerlerinde gezdirirken Samet, Faruk’a dönüp heyecanlı şekilde konuşmaya başladı.

     “Güneş” dedi ilk önce gözlerini kocaman açarak. “Güneş normale döndürüyor. Bulduk lan işte. Güneş.”

     “Güneş mi?” diye sormak zorunda hissetmişti Faruk kendini.

     “Evet. Ne zaman güneş ışığı olmasa deliriyor gözleri farklı olanlar. Güneş dostum, güneş” sonraki kahkahası tüm sokakta yankılanmıştı. Söylediklerini anlamayan diğer gri gözlülerin ise şaşkın ifadelerinin yerini korku alıyordu. Neler oldu sorusu vardı hepsinde. Aralarındaki tek kadın ise eksik parmaklarını görünce çığlık attı.

     “Parmaklarım!” derken diğerleri de onun çığlığıyla daha çok korkmuşlardı. “Parmaklarım yok” diyerek dizleri üstüne çöken kadının ağlamasıyla Samet’in mutluluğu da kayboldu. Güneş onları durduruyordu belki ama, bu insanlar dönüştüklerinde kendilerinden bir parça bırakıyorlardı kimi zaman. Gölgelerden uzak durmak zorunda olan hasta birer insandı onlar.

     Aklında beliren düşünceler, bir süre sonra çok daha büyük bir korkuyla ağlamasına neden olmuştu Samet’in. Bu insanların yerinde olmanın ne demek olduğunu anlamıştı. Sadece kendilerine değil, sevdiklerine bile istemeden zarar veren birer canavardı onlar. Üstelik onlardan biri en yakın arkadaşıydı.

Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: Oghertay - 03 Şubat 2014, 00:46:32
Güzel bir yazı olmuş. Eline sağlık. Tabi ki yine biraz eleştireceğim seni  :)

İlk başta şu insan tasvirleri konusunda bir anlaşma yapmamız gerekiyor. Bir hikaye anlatıyorsun ama bu adamlar kim? Ne boyları, ne saç renklerini biliyoruz. Hiç tasvir yok. Direkt olarak hikaye anlatılıyor. Bir hikayeyi insan zihninde canlandırmak istiyorsan tasvirlerden faydalanmak zorundasın. Geçen yazdığım eleştirimde de bunu belirtmiştim ama dikkat etmemişsin anlaşılan.

Hikayeyi farklı bir boyuta sokmayı başardın benim gözümde. ( Koyu kahverengi benimkiler, kimsenin korkmasına gerek yok :) ) Yalnız bu su olayını nasıl çözeceksin. İnsanoğlu 3 gün su içmezse ölür. Bu genel geçer, geri dönüp tekrar geçer bir gerçektir. Belki bununda çaresini bulmuşsundur.

Geçen ki eleştirimde yazdığım ama sonradan silip göndermediğim bir tespitim vardı. Hocam bu acele niye? Neden ardı ardına bölümleri paylaşıyorsun? Niye dinlendirmiyorsun yazdıklarını? Bırak yazdıkların bir dinlensin, biraz toparlansın ve sende sakin bir kafayla son kez gözden geçir ve paylaş.

Kalemine sağlık..

Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: duhan - 03 Şubat 2014, 10:07:42
su içemiyorlarsa kola içsinler :D şaka bir yana su konusu garip oldu biraz. eğer sular kirlendiyse, buharlaşmanın etkisiyle bu virüs havaya da karışacaktır, haliyle solunum yoluyla da bulaşır. Şimdi olayı bilimsel şekilde zora sokmuş olabilirim ama her ne kadar fantastik kurgu da olsa kendi içinde mantıklı olmak zorunda. virüsler havada asılı kalabiliyor bildiğim kadarıyla buna ne gibi bir çözüm getirirsin bilemiyorum ama ben okumaya hevesliyim. kolay gelsin.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 03 Şubat 2014, 10:52:30
@Oghertay; Siz söyledikten sonra aslında Faruk ve Samet'i tasvirlemeye çalıştım ama yine yeterli olmadığını anladım. Daha detaylı karakter anlatımları yapmaya özen göstereceğim.

Su konusunun çok basit çözümü var elbette. Ama o çözüme ulaşamadan insanların çoğu zehirlendi zaten. Kitaptaki etkiyi yapan bir virüs değil, mikroorganizma. Ki kaynatılan suda yaşayan mikroorganizma sayısı azdır :D Detaylar dediğim gibi ilerleyen zamanlarda verilecek. Ama yine de bu konuda cevapsız bırakmak istemedim.

Acele etmemin birkaç sebebi var aslında. İki-üç haftaya kadar yer değişikliğine uğrayacağım. Ki yer değişmemle birlikte yazılarım da seyrekleşecek aslında. Yer değişmeden önce yetiştirmem gereken bir Ütopya Projesi ve birkaç öykü daha var. O yüzden bir an önce elden çıkarmak ve eksiklerimi görmek istedim bu konuda.

Yorumunuz için teşekkür ederim.

@duhan; sanırım sizin sorunuzun cevabını yukarıda verdim :D Normalde bilimkurgu yazmayı seven ve en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen biriyimdir. Detaylar olmazsa bilimkurgu olmaz düşüncesindeyim. İki gün önce özellikle çok basit bir etken vardı bu kitapta. Yazmazsam çok az kişinin fark edeceği basit bir kurgu hatasıydı ki onu bile mantıklı bir cevaba ulaştırmak için kaç saat araştırma yaptım diyebilirim. Yine de elbette eksikler olacaktır. Umarım en az seviyede kalırlar.

Okuduğunuz ve yorum yaptığınız için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: duhan - 03 Şubat 2014, 11:28:42
sevgili immortal, mikro organizma olarak belirttiğin hastalığın kaynağında sıkıntı oluşur. mikroorganizma dediğin şey mikrop ve bakterilerin genel adıdır ve mutasyon geçirmezler yada geçirtmezler. yani antibiyotikle üstesinden gelinebilen hastalıklara sebep olurlar. öyle olmasa grip mikrobu yüzünden hepimiz salyangoza evrilebilirdik :D

virüsler ise ilaca yanıt vermezler bunun sebebi zaten canlı olmayışlarıdır. yapıştıkları dna ve rna ipliklerini ele geçirip kopyalama yoluyla çoğalırlar, yani çoğalan hücreler yine bize ait hücrelerdir ama mutasyona uğramıştır. mikroorganizmanın böyle bir hastalığa sebep olması biraz zor ve kısa süreli hastalıklara neden olurlar.

Hikayede güneşe çıkan hastaların normale dönmesi, hastalığa sebep olan şeyin ısıya dayanıksız olduğunu gösteriyor ki bu da, virüslerde görülen bir durum. yani senin hastalığı mikrop yada bakteri dğeil, virüs yayıyordur :D

Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 03 Şubat 2014, 12:10:52
Gittikçe zevkli hale geliyor olay :D Aslında ilginçtir ki mikroorganizmalar mutasyon geçiriyor diye biliyorum. Veteriner fakültesinde okuyorum bu arada. Gerçi hala bitirememiş olmamdan dolayı yanlış da biliyor olabilirim :D Ama zaten çok uç bir durum söz konusu olacak ki bu kadar büyük bir felaket olsun. Yani mutasyona uğratmaktı niyetim. Kaldı ki normal zombilerin çürüyen etlerine rağmen hala nasıl hareket ettiklerini merak etmişimdir. Yani bu tip uç fikirler ortaya atmak sıkıntı yaratmayacaktır.

Aslında insanları mutasyona da uğratmıyorlar bu arada. Yine detay olduğu için veremediğim sebepleri var insanların bu hale gelmesinin.

Mikroorganizmalar her ne kadar antibiyotiklere karşı zayıf olsalar da bir o kadar bağışıklık kazanma eğilimindedirler. Sırf bu yüzden yeni nesil antibiyotikler çıkarılmak zorunda kalınır. Antibiyotik her zaman çözüm değildir, olsa bile yeni nesil üretmek için zaman gerektirir. Ki nüfusu yok olmanın eşiğine gelmiş bir dünyada bu çözüme ulaşmak takdir edersiniz ki çok daha uzun zaman alacaktır.

Kitabın sonu hakkında bir cevap olarak düşünmeyin bunu da. Yani aşıyı bulup insanları iyileştirecekler demiyorum. Hala detayların sonrada kalması taraftarıyım :) Fakat bu denli güzel bir eleştiri beni memnun etti. Çok daha ince eleyip sık dokumam gerektiğini anladım sayenizde. Teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: duhan - 03 Şubat 2014, 12:18:46
Gittikçe zevkli hale geliyor olay :D Aslında ilginçtir ki mikroorganizmalar mutasyon geçiriyor diye biliyorum. Veteriner fakültesinde okuyorum bu arada. Gerçi hala bitirememiş olmamdan dolayı yanlış da biliyor olabilirim :D Ama zaten çok uç bir durum söz konusu olacak ki bu kadar büyük bir felaket olsun. Yani mutasyona uğratmaktı niyetim. Kaldı ki normal zombilerin çürüyen etlerine rağmen hala nasıl hareket ettiklerini merak etmişimdir. Yani bu tip uç fikirler ortaya atmak sıkıntı yaratmayacaktır.

Aslında insanları mutasyona da uğratmıyorlar bu arada. Yine detay olduğu için veremediğim sebepleri var insanların bu hale gelmesinin.

Mikroorganizmalar her ne kadar antibiyotiklere karşı zayıf olsalar da bir o kadar bağışıklık kazanma eğilimindedirler. Sırf bu yüzden yeni nesil antibiyotikler çıkarılmak zorunda kalınır. Antibiyotik her zaman çözüm değildir, olsa bile yeni nesil üretmek için zaman gerektirir. Ki nüfusu yok olmanın eşiğine gelmiş bir dünyada bu çözüme ulaşmak takdir edersiniz ki çok daha uzun zaman alacaktır.

Kitabın sonu hakkında bir cevap olarak düşünmeyin bunu da. Yani aşıyı bulup insanları iyileştirecekler demiyorum. Hala detayların sonrada kalması taraftarıyım :) Fakat bu denli güzel bir eleştiri beni memnun etti. Çok daha ince eleyip sık dokumam gerektiğini anladım sayenizde. Teşekkür ederim.

Mikroorganizmalar hakkında dedikleriniz doğru ama bu hastalık ya da herneyse, muhtemelen sinir sistemini ve beyni etkileyen bir durum. mikraopların yada bakterilerin sinir sistemini etkilediğini hiç duymadım belki bu benim ayıbımdır. :D

Sonuçta kumanda sizde ve sizin yarattığınız bir dünya, tüm tasarruflar elbette size ait olacak.  Ukalalık yapmak istemem. Ama bir mikrop bu denli büyük bir yıkıma neden olacak davranış değişimlerine sebep olabilir mi sorusuna olamaz yanıtını veriyorum kendi kendime.

Domuz gribi, at giribi, avrupada yaşanan veba salgını vs büyük çaplı olaylardı ve mikrop kökenliydi ama kurbanlar, davranış değişikliğine girmiyordu, hastalanıp ölüyorlardı. bunu da not olarak ekliyim. sizi zorlamak istemiyorum lütfen ukalalık olarak algılamayın.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: grikunduz - 05 Şubat 2014, 16:43:31
İyi dizi kurgusu çıkar bundan. Tebrik ediyorum güzel bir kurgu. Ancak özellikle ilk iki bölümde olmak üzere hikaye genelinde bir okumayı yavaşlatan bir dil var. Belki ikinci bir kez daha geçseniz üzerinden daha iyi bir sonuç alırsınız.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 06 Şubat 2014, 02:15:03
Tavsiyeniz için teşekkür ederim. Üzerinden elbette birkaç kez geçmeyi planlıyordum ki sizin tavsiyeniz ile akıcılığa dikkat ederek incelememi yapacağım. Yorumunuz için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: duhan - 07 Şubat 2014, 16:41:56
sen yaz incelemesini biz yapalım :D yeni bölüm yok mu yakın zamanda?
Başlık: Ynt: Gri Gözlü Lanet - (Kitap Girişi)
Gönderen: M.K.Immortal - 07 Şubat 2014, 19:23:55
Ne yazık ki yeni bölümler kitap olarak basılırsa görünecekler :D Amacım kitap olarak bitirip yayımlatmak için uğraşmak olacak. Giriş bölümlerini koyarak yorumlarınızı almak istemiştim ki bu konuda ciddi anlamda yardımcı oldunuz. (bütün yorum yapan arkadaşlar için söylüyorum)

Tabi zamanla belki bir iki bölüm daha ekleyebilirim. Fakat şimdilik, hatta uzun bir süre yeni bölüm eklemeyeceğim. İlginiz için teşekkür ederim.