Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: duhan - 03 Şubat 2014, 14:43:44

Başlık: Kan Döngüsü (İkinci Kısım - Gümüş Konsey İki Yeni Bölüm)
Gönderen: duhan - 03 Şubat 2014, 14:43:44
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ; Vampirler, ilgimi çeken ama suyu çıkartıldığı için bu ilgimi yavaş yavaş kaybettiğim bir konu. Bu sebeple, kendi yarattığım bir vampir dünyası ile böyle bir hikaye yazmak istedim. Bilinen vampirlerden biraz daha farklı, daha realist bir tür olarak kurgulamak istedim.

                                               -----------------------------------

“ Ne için, kim için savaşıyoruz? Neden kendi hayatlarımızdan vazgeçtik?  Ne zaman başladı bu savaş, ne zaman bitecek? Ya da bitecek mi? Kazanabilecek miyiz?”

Aynı anda bu kadar çok soru sormuş olmasını yadırgamamıştı yaşlı adam. Onda kendi gençliğini görüyordu. O da ilk zamanlar hep sorular içinde kaybolmuş, aldığı cevaplardan tatmin olmamış, zaman zaman ümitsizliğe kapılmıştı. Zamanla alışmış, soruları bir kenara bırakmış, soru sormadan kendini işine vermişti. Aslında bu soruları herkes soruyordu ama cevap veren olmamıştı. Aslında onun da cevabını merak ettiği tek soru vardı ;

“Kazanabilecek miyiz?”

Ömrünün büyük bölümünü yiyip bitiren bu savaş ta, bir çok kez zaferlere şahit olmuş, pek çok ölüm görmüş, mağlubiyetlere şahitlik etmiş, gencecik çocukları kaybetmişti.  Onlara birer mezar taşı bile dikememiş olmanın utancıyla, acı ve hüzün yüklü gözlerini dikti, karşısındaki zeytin yeşili gözlere. Çocuk diğerleri gibi çok gençti. Belki birkaç saat belki 70 yıl daha ömrü olacaktı ama kesin olan şey, acı çekecek, kederlere boğulacaktı bu genç. Yaşı yirmilerin başındaydı,  ne uzun ne kısaydı boyu. Ucundan bucağından spora bulaşmış olduğu düzgün fiziğinden anlaşılabiliyordu.  Kısa kestirdiği saçlarının rengini tam olarak bilmek zordu ama; sarıyla, kahverengi arasında gidip geliyor gibiydi.

Yeşil gözler hala, sorularının cevabını beklercesine bakıyordu gözlerine. Sorular çoktu, ama kesin ve tatmin edici bir cevap bulunamamıştı bugüne kadar.  Muhtemelen, nikotinden sararmış beyaz bıyıkları ve sakallarının arasında belli belirsiz kıpırdadı dudakları.

“Tüm soruların cevaplarını veremem sana, savaşmak zorunda olduğumuz için savaşıyoruz, kendimiz için, ailemiz için ya da ülkemiz için değil, sadece savaşmak zorundayız ve savaşıyoruz. Bu savaştan kesin bir zafer elde etmek mümkün olmadı bugüne kadar ve muhtemelen uzun bir süre daha olmayacak. Ya kendiliğinden bitecek ya da sonsuza dek devam edecek.”

Yaşlı adamın “ daha fazla soru sorma” imalı bu cevabını yaşından beklenmeyecek olgunlukta ve hızda anlayan genç ;

“Ne zaman başladı?” sorusunu sormaya hakkı olduğunu düşündü. Madem savaşacaktı, o halde kiminle savaştığını ve neyle karşılaşacağını bilmeye hakkı var diye düşüncü yaşlı adam. Yaşına göre oldukça gür olan uzun ve beyaz saçlarını eliyle geriye doğru sıvazlarken, tabakasından çıkardığı, sarma sigarasını ağzına yerleştirdi, ortalığı kükürt kokusuna bulayan kibritini yaktığında, loş oda, kısa süreliğine aydınlandı.

“Kükürt” dedi yaşlı adam, kokusu hoşuma gidiyor, sigaraya sırf kibrit kokusunu sevdiğim için başladım.  50 yıldır içiyorum bu zehri, başladığımda senin yaşlarındaydım, ne öldürdü ne güldürdü.”

Çocuk bu gereksiz bilginin kendisine ne faydası olduğunu düşünüp, içten içe sinirlense de, bu yaşlı adamın az sonra anlatacaklarına dair bir girizgâhtı.

“ Ne zaman ortaya çıktıklarını kimse bilmiyor. Çok ta önemli değil, önemli olan ortaya çıkmış olmaları ve halen ortalarda olmaları. Nerede ortaya çıktıkları ise tam bir muamma.  Orta doğu diyen var, Uzak Doğu diyen var, Doğu Avrupa diyen var.  Sahip olduğumuz kayıtlara göre, en az 3000 yıldır varlar. Öncesini bilen yok, herhangi bir kayda rastlamadık. İnsan gibi görünüyorlar, İnsan gibi giyiniyorlar ama insan olmadıklarını biliyoruz. En azından safkanlar insan değil. Safkan olmayanların hepsi köle, insandan ve hayvandan devşirme yaratıklar. Tehlikeliler ama en tehlikeli ve yenilmez olanları safkanlar.

Safkanlar vampir olarak doğanlara deniyor. Vampir anne ve babadan doğma, genetikleri vampir olarak tasarlanmış. Bunları kölelerden ayıran pek çok özellikleri var.

 Metabolizmaları çok sağlam, hücre yenilenme süreleri çok ısa ve bu sayede çok hızlı iyileşebiliyorlar. Hikâyelerde okuduğun kadar insanüstü değiller ama. Örneğin uçma yetenekleri yoktur. En azından ben görmedim, bu konuda yazılmış bir rapor da okumadım.

Işınlanır gibi hızlı hareket ettikleri de gerçeği pek yansıtmıyor. Hızlılar ama… Tanıdığın en hızlı koşan adamdan iki kat daha hızlılardır diyebilirim. Bunu da eşsiz kas yapılarına ve kalplerine borçlular. Normal bir insandan 3 kat daha hızlı atan kalplere sahipler bu sayede dolaşımları çok hızlı ve kaslarının ihtiyaç duyduğu kanı çok kolay sağlayabiliyorlar. Vücutlarında yaklaşık 10 litre kan bulunuyor.

Köleler ısırılan insan ve hayvanlardan oluşuyor. Normal bir insandan çok farklı değiller. Kana susamaları ve kana acıkmalarını saymazsak. Yemek yemezler, su içmezler, insanlara has psikolojik durumları yoktur. Depresyona girmezler, âşık olmazlar, hüzünlenmezler, mutlu olmazlar. Safkanlarda da olduğu gibi, vücutları sadece adrenalin üretir. Fiziki üstünlüklerini de buna borçlular. Bizlere göre çok daha uzun ve hızlı koşabilirler, ağır kaldırabilirler, yumruklarıyla kafatasını çok rahat kırabilirler. Köleler de hızlı iyileşir ama safkanlar kadar değil.

 Aslında onlar kendi içlerinde savaş halindeler. İnsanlar gibi belli bir ömürleri vardır ama bu ömür bizlerden biraz daha kısadır. Vücutlarına giren ve onları değiştiren şey  -ki bir çeşit virüs-  vücut tarafından sürekli dışarı atılmak için uğraşılır. İnsan hücreleri ve mutasyona uğrayan hücreler sürekli savaş halindedir, yaşları artıkça yenilenme hızları düşer ve hücre savaşı, kölenin ölmesine neden olur.  40-45 yaşlarına gelmiş bir vampir, 70-80 yaşında bir insan gibidir. Bu yüzden yaşlı kabul edilip infaz edilirler ya da yem olarak kullanılırlar.

Vampirler arasında aşılamaz bir statü farkı vardır. Lortlar, kraliçeler, beyler ve köleler olarak sıralanırlar. Hiçbir Köle  Bey olamaz. Beyler bazı durumlarda Lort olabilirler ama konsey izin vermelidir. Binlerce yıldır, yüzbinlerce köle Bey öldürdük ama lort ya da kraliçe yakalamaya  ya da öldürmeye Muaffak olamadık.  İlginç olan, İki köleden doğan vampirlerin safkan olması. Bu safkanlar,  2000 yıl kadar önce, lortluk ve beylik hakkı iddia edince, konsey kararıyla avlanıp yok edildiler ve kölelerin evlenmesi ve doğurmaları yasaklandı.  Sadece lortlar ve beyler evlenip, üreme hakkına sahip oldular.

Artık üremek için çiftlikler kullanıyorlar. Tüp bebek diyebiliriz. Safkan dişi vampirlerin doğurma süresi insanlar kadar uzun olduğundan,  sayılarını artırmak için teknolojiyi kullanıyorlar. Seri üretim yapan fabrika gibi her gün yeni safkanlar üretip, nüfuslarını artırıyorlar.

Zaman içinde artan nüfusla birlikte kan ihtiyaçları o kadar arttı ki, kendileri de korkmaya başladı. Isıracak, kanını emecek insan kalmadığında, açlıktan öleceklerini bildikleri için, izinsiz ve aşırı avlanmayı yasakladılar. Bizi av hayvanı gibi görüyorlar. Doğanın kanunu bu evlat, bizim hayvanlara yaptıklarımızı, onlar da bize yapmaya başladı. Neyse ki, kan ihtiyaçlarını teknoloji sayesinde, sentetik kan üreterek karşılıyorlar ama insan kanının yerini tutmuyor.  Malum kolanın öbürlerinden farklı olması gibi bir şey bu. Ne yaptılarsa, insan kanını tam olarak taklit edemediler.

Bizim de en büyük kozumuz bu oldu. Safkanlar sentetik kana kolay ulaşabiliyorlar ama köleler için çok  zor. Kendilerine verilen kadarıyla yetinmek zorundalar ve bu onları tatmin etmiyor. Benim için sigara neyse, onlar için kan o dur evlat. Bağımlılık… Seni öldüreceğini bilsen de vazgeçemezsin. İçtikçe içmek istersin, doyamazsın.
Bu köleler ava çıktılarında, onları takip edip, saklandıkları yerleri belirliyoruz. Mümkün olursa hepsini birden imha ediyoruz. Ekmek kırıntılarını takip eden, Hansel ve Gratel gibiyiz.  Zehirli yemi yedikten sonra, tüm yuvaya zehir saçan hamamböcekleri de onlar oluyor. Bu köleler, bizim en büyük kozumuz, Konsey izinsiz avlanan köleleri sorgusuz sualsiz ortadan kaldırır. Ama kan… İnsan kanı,  ölümü göze almak için yeterince iyi bir sebep.”
Başlık: Ynt: KAN DÖNGÜSÜ
Gönderen: M.K.Immortal - 03 Şubat 2014, 17:05:06
Sıra bana geldi :D Sanki hemen karşıt cevap veriyormuşum gibi olacak ama işin aslı şu ki; sizin yorumlarınızı görmeseydim sadece yazım olarak ve içerik olarak söyleyeceklerimi söyleyip bırakırdım yorumumu. Ama sizin detaylara bakışınız ve farklılık arayışınız nedeniyle öykünüzü ben de bu gözle okudum.

Öncelikle bir iki yazım hatasını belirtmek istiyorum. Ayrı yazılan "de" sertleşmez. "Çok ta", "Savaş ta" şeklinde birkaç yerde bu sertleşmeyi yapmışsınız. Lort olarak yazdığınız yerler de lord olmalıydı. Gözüme çarpan yazım hataları bu kadar.

Teknik olarak bakacak olursak değişik bir vampir konusu yok ortada. Sadece metabolizmaları hakkında birkaç bilgi ve tüp bebek konusu var sanırım. Onun dışında tamamen vampirler. Sadece bu şekilde bir anlatımla kalacak tek bölümlük bir hikaye mi yoksa devamı var mı acaba öğrenmek isterim. Devamında daha farklı bir sistem getirecekseniz olay değişir.

Kölelerin mutlu ve aşık olmadıklarını söylemişsiniz. Neden evleniyorlar, veya neden çocuk yapıyorlar sorusu gelmişti aklıma? Seks ihtiyacı mı var veya üremek zorunda mı hissediyorlar kendilerini? Keşke bunları biraz daha net belirtseydiniz.

Ayrıca kölelerden safkan bebek doğması genetik olarak biraz sallantıda sanki. Vampirliğe neden olan bir gen var demek ki safkan ve köle ayrımını yapabiliyoruz. Genetik olarak bakınca kölelerden safkan doğma ihtimali %25 olurdu. (AA Safkan, Aa köle, aa insan olarak bakarsak) Sanırım daha çok doğan bebek karında vampir olarak şekilleniyor diye bakmışsınız olaya.

Tüp bebek gibi bir üreme niye var onu anlamadım işin aslı. Uzun süreyi kısatmak adına hızlandırmak için mi sadece? Ki bu vampirlerin ömürlerini bilmiyoruz. Eğer ölümsüzlerse, zaten kan kıtlığı çekerken ölümsüz bir kitle oluşturmayı neden isterler ki? Anlıyoruz ki onlar da tam ölümsüz değiller sanırım.

Kan arayışı için aslında Vampir İmparatorluğu filmini izlemenizi öneririm. Orada güzel bir çözümleri vardı vampirlerin ki burada da ona benzer bir şey gelecek zannettim bir an. Hiç olmazsa kölelerden doğan bebeklerin yine %50 ihtimalle köle, %25 ihtimalle insan olma olasılığı var. Eğer ki virüs bebeği etkilemiyorsa tabi. İnsan olarak doğsunlar diye köleleri çiftleştirip bu bebekleri büyütüp kanlarını içmeyi planlamalarını bekledim bir an ama olaylar farklı gelişti biraz :D

Çok fazla eleştirdim sanırım, iyi yanlarına gelelim öykünün. Karakter betimlemelerinizden örnek almam gerektiğini anladım. Şahsen çok zayıf yazıyorum ama sizinkiler hem göze hoş gelecek hem de detaylıca verilmiş şekildeydi. Karakterler gözümde canlandılar. Tebrik ederim.

Öykü akıcı bir dile sahip. Cümleler ardı sıra okunuyor. Devamı olsa okunur cinsten bir girişiniz söz konusu. Çok orjinal bir şey beklemek zaten zor onca yazılıp çizilmiş vampir varken. Ama yine de okutuyorlar kendilerini. O yüzden devam etmesini isterdim şahsen.

Umarım kırıcı olmamışımdır eleştirilerimde. Elinize, emeğinize sağlık.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: duhan - 04 Şubat 2014, 13:05:25
Yorumlarınız beni çok kırdı, yıkıldım :D Şaka bir yana yorum olmayınca insanın yazası gelmiyor zaten, ukalalık sınırlarına dayanmayan her yoruma boynumuz kıldan incedir.

Kölelerin evlenme sebepleri elbette üreme. Sanırım yorumlarımla sizi çok sıkıştırdığım için, al sana diyerek yorum yaptınız :) acele etmişsiniz biraz hikayenin ilerleyen kısımlarında daha detaylı bir vampir dünyasını yavaş yavaş açık edeceğim. Safkan ve köle ayrımı, genetikten çok statü farkından. Vampir olarak doğanlar ve sonradan vampir olanlar arasında bir ayrım var. Genetik olarak elbette hepsi safkan doğacak diye bir husus yok. Hikayede çiftliklerden bahsettim, bu çiftliklerin amacı da, zayıfları ayıklamak zaten ama sırası gelmediği için henüz açıklamamıştım, sorduğunuz için söylüyorum.

Ölümsüz değiller. Yani köleler değil, 40-45 yaşına geldiklerinde yaşlı sayıldıklarını ve ortadan kaldırıldıklarını zaten belirtmiştim. Safkanlar için ölümsüzlük gibi bir düşüncem yok, dediğim gibi daha realistik, en azından bilinen vampir kalıbndan farklı olmasını istiyorum.

Kan itiyacı için sentetik kanı kullandım ama onunla ilgili söyleyeceklerim henüz bitmedi kan ile alakalı sıkıntılarını daha da açacağım. Belki acele ettiniz ama zararı yok :D

yorumları bekliyorum her zaman.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: duhan - 04 Şubat 2014, 15:42:53
UZAKLARDA

Yeşil gözlerini babasından almıştı Mark. Hiç görmediği babasından. Sadece anlatıldığı kadar biliyordu babasını. Kahramandı, İnsanların hayatını kurtarmıştı, İnsanlar için kendini feda etmişti. Geride ne bir fotoğrafı kalmıştı ne de bir hatırası. Niye diye sormasına izin vermemişlerdi, sormak yasaktı.

Sorgulamak yasaktı. Yıllarca, garip binaların içinde, garip adamlar ne derse onu yapmıştı. Yer silmiş, çiçek sulamış, hayvan beslemiş, sırf yapacaksın dendiği için saatlerce yağmur altında beklemiş, çıplak elle kobra yakalamış, günlerce aç kalmıştı. Kulağına fısıldanan bir şeyi, söylemesi istendiğinde söylemiş ve ağır biçimde cezalandırılmıştı. Sonradan öğrenmişti, sır saklamanın önemini. Daha sonra yine kulağına saçma sapan bir şeyler fısıldanmış, bu kez de söylemesi için günlerce işkenceye maruz kalmıştı.  Sonra Adamlardan biri gelip, Başını şefkatle okşayıp, “Sınavı geçtin evlat” demişti.

Günler, aylar, yıllar hep sınavlarla geçmişti. Fiziki ve psikolojik dayanıklılığı artırma maksatlı, yorucu, acı verici hatta zaman zaman fiziken zarar verici sınavlarla geçip gitmişti yirmi yıla yakın zaman.

Kel kafaları ayna gibi parlayan, turuncu elbiseli adamlar vardı her yanda. Bunlara elbise demek pek doğru değildi aslında, daha çok çarşafa dolanmak gibiydi. Dingin insanlardı, hep sakinlerdi. Ses tonları hiç yükselmezdi. Dışarıdan bakınca vurdumduymaz gibi görünseler de her biri, bilge insanlardı.

Sonra başka dersler başlamıştı. Sadece sesini duydukları biri – ki ona öğretmen diyordu herkes-  bağdaş kurup oturdukları, zemini yer yer bozulmuş ve bu nedenle insanın kıçına batan taşlarla kaplı, her daim nemli, karanlığı; mum ve gaz lambası ışığıyla aydınlatılmış, pencereleri hasırdan kafeslerle örtülmüş bir odada onlara; savaştan ve hayatta kalmaktan, insanoğlunun devamından ve daha bir çok şeyden bahsediyordu. 
 
Son derste, “VAMPİR” demişti birkaç kez ama ne olduğunu, ileride öğreneceklerini de belirtmişti. Yolculuğa çıkacaklarından bahsetmiş, dünyanın değişik yerlerine gideceklerini söylediğinde, başka dünya mı? Diye birbirine sormuştu odadaki öğrenciler.

Yaşadıkları izole hayatın dışında, bambaşka bir dünya olduğundan haberi yoktu hiçbirinin. Mark, tapınak dedikleri bu yerden otomobil denen şeye bindirilip, havaalanı dedikleri ve uçan demir nesnelerin sıra sıra dizildiği büyük geniş alana vardığında, turuncu çarşaflara dolanmamış, kafalarında saçları olan, herkesin birbirinin aynısı olmadığı bu yerin neresi olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Yol boyunca kalabalık yollardan, geldikleri tapınağa hiç benzemeyen binalarla dolu yerlerden geçmişlerdi. Herkes farklıydı, her şey farklıydı. Demek ki öbür dünya dedikleri şey buydu.

Adına uçak denilen demir yığınının, onları bir yerden başka bir yere nasıl götüreceği hakkında fikir yürütmesi gerekmişti. Buraya geldikleri otomobilin biraz değişiği olmalıydı, tekerlekleri vardı çünkü. Uçak havalanıp, dünyaya kuşların gözünden baktığında şaşırmış, nasıl olup ta kuşlar gibi uçabildiklerini anlamaya çalışmıştı.
Adına Prag dedikleri bir yere geldiklerini, onlara refakat eden adamın, yine adına telefon dedikleri bir nesneden, karşısında biri varmışçasına kendi kendine konuşmasından anlayabilmişti. Prag kalabalık bir yerdi. Burada da insanlar birbirine benzemiyordu. Geldiği yerdekiler gibi giyinmiyorlardı ve çoğunun saçı vardı. Binalar çok farklı ve kasvetli görünüyordu. Tapınağı düşündüğünde, etrafı çevreleyen yüksek ve garip görünüşlü binalar ürkütücü görünüyordu.

Mark tapınaktan birlikte geldikleri 2 arkadaşının farklı yerlerde, farklı adamlara teslim edildiğini gördüğünde, kendi akıbetini merak ediyordu. Hiç tanımadığı bir dünyaya atılmış, tek başına kalmış gibi hissediyordu. Ömrünün tamamında garip bir yaşam biçimi sürdüğünü düşünürdü hep ama gördüğü şeyler ona daha garip geliyordu. Etrafta akan insan selleri, tapınaklarda yaşıyormuş, kobra avlıyormuş gibi görünmüyorlardı.
Otomobil, lüks bir binanın önünde durduğunda, refakatçisi arabadan indi, onun yerine bir başkası bindi. Adam hiç konuşmadı, Mark ta bir şey sormadı. Bu döngü bir süre devam etti. Değişik yerlerde, adamlar iniyor, yerlerine başkaları biniyordu.

Son durak olduğunu tahmin ettiği, tapınaklarına benzeyen devasa binanın önünde durmuştu araba. Adam inmesini işaret etti. Mark, binanın ihtişamına ve büyüklüğüne şaşkınlıkla bakarken, kolundan hoyratça çekiştirildiğini fark etti. Adam onu sürüklercesine binanın içine sokmuştu.

Binanın içi de dışı gibi görkemliydi. Duvarlarda insan resimleri, çıplak ve kanatlı küçük çocuk figürleri göze çarpıyordu. Girişin tam karşısında, renkli duvar süslemeleri ve bir tahtaya bağlanmış, başı öne düşmüş, kafasında dikenlerden örülü bir taç  taşıyan adamın devasa heykeli duruyordu. İlerledikleri yer, sağlı sollu, ahşap oturakların çevrelemesiyle koridoru andıran bir hal almıştı. Uzaklardan çan sesini andıran bir ses ritmik olarak kulaklarına çalınıyordu.

Adam, kapı yerine bir perdeyle örtülmüş, dar bir kabine sokmuştu onu. Kısa bir bekleyişin ardından, ayaklarının altından gelen, uğultu ve sarsıntı, irkilmesine neden olmuştu. Üstünde durdukları zemin, yavaş yavaş yerin dibine batmaya başladığında, kabinden çıkmak için ileri doğru atıldı ama yanında duran adam onu omuzundan yakalayıp durdurmuştu. Kısa süre sonra, yolculukları bittiğinde, zeminden indiler ve zemin geldiği yere, yukarıya doğru tekrar yükselmeye başladı. Uzun ve sağlı sollu kapılarla dolu, kırmızı granitten koridoru aşmaları biraz vakit almıştı. Yine hareket eden bir zemin ve yine aşağı doğru bir yolculuğun ardından, tıpkı yukarıdaki koridor gibi, kırmızı granitten başka bir koridoru adımlıyorlardı.

Koridorun bittiği yerde, tabandan tavana kadar uzanan, çift kanatlı, üzerinde kakmalar olan, devasa bir kapı onları bekliyordu. Kapıyı çalmalarına gerek kalmamıştı, keza birkaç adım kala, kapı kendiliğinden açılmıştı. Bu görkemli kapının ardında gördüğü manzara hayal kırıklığı yaratacak cinstendi. Devasa odanın ortasında uzunca bir masa ve biri başında, diğeri sonunda iki sandalyeden başka hiçbir şey yoktu. Etrafı aydınlatan cılız ışığın kaynağı aralıklarla, duvarlara asılmış meşaleler gibi görünüyordu.

Mark etrafına bakınırken, gözlerinde oluşan bembeyaz bir perde, ellerini gözlerine siper etmesine sebep olmuştu.  Ellerini yavaş yavaş indirirken, gözleri bu parlaklığa çabuk uyum sağlamıştı. Az önce bir adım önünü zor gördüğü oda,  aydınlanmış her yer bembeyaz olmuştu. Yerler beyaz granitle, duvarlar ise kırmızı granitle kaplıydı. Masa oldukça eskiye benziyordu keza sandalyeler de öyle.
 
Kırmızı duvarlardan birinde bir hareketlilik olunca gözü o tarafa kaymıştı Mark’ın. Duvarın bir kısmı sağa doğru kaymış, karanlık bir dehlize benzeyen boşluk kalmıştı. Karanlığın içinden, beyaz saçları ve sakalıyla biri çıkıp kendilerine doğru yürürken, yanındaki adam, ellerini göbeğinin altında kenetleyip, belinden yukarısı eğik duracak bir şekil almıştı. Adama bakmıyordu, bunun bir selamlama olduğunu anlamıştı.

Ardından ışıklar, tekrar sönmüş, meşaleler tekrar alevlenmişti.  Mark,  bu yeni ortama tekrar uyum sağlamak için gözlerini kısarken, beyaz saçlı adamın sesi duyuldu;

“ Seni bekliyordum”
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: M.K.Immortal - 04 Şubat 2014, 16:17:22
Yine ben :D Önceki bölümde uzun uzun eleştirmemin nedeni öykünün devamı olup olmayacağını bilmememdi aslında. Devamı olduğunu görünce sevindim.

Gizemli, eğitimli ve saf (arınmış anlamında) bir karakter var şimdi karşımızda ki öyküyü ilginç kılmaya başladı. Neden ve niye soruları belirdi kafamda. Haliyle kurgusal anlamda bu bölümle ilgili söylenebilecek fazla bir şey yok. Devamında ne olacağını merakla bekliyorum.

Anlatım yine akıcı. Kelimeyi kullanmadan detaylar vererek onların ne olduğunu anlatmanız gayet hoş. Sadece şu paragrafın biraz işlenmesi gerekiyor sanırım.

"Son derste, “VAMPİR” demişti birkaç kez ama ne olduğunu, ileride öğreneceklerini de belirtmişti. Yolculuğa çıkacaklarından bahsetmiş, dünyanın değişik yerlerine gideceklerini söylediğinde, başka dünya mı? Diye birbirine sormuştu odadaki öğrenciler."

"ne olduğunu söylememiş" veya "anlatmamış" denilseymiş sanırım daha açık olacaktı. "başka dünyalar mı?" sorusu da tırnak içinde verilirse okunması daha rahat olurdu.

Özetle güzel devam ediyor öykünüz. Devamını da okumak dileğiyle. Elinize sağlık.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: grikunduz - 05 Şubat 2014, 10:28:14
Enteresan bir hikaye başlıyor gibi görünüyor. Ayrıca Vampirlerin şerefini kurtarma çabalarını her zaman takdir etmişimdir. Merakla bekliyorum devamını.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: duhan - 05 Şubat 2014, 16:12:46
“Neden ben? Arkadaşlarım nereye götürüldü? O tapınakta yüzlerce kişi vardı benim gibi, onlara ne oldu?”

Mark soruların hoş karşılanmadığını bilmesine rağmen, hiçbir şey bilmemenin, zihninde yarattığı girdaplardan kurtulmanın yolunu arıyordu. Sürekli soruyordu. Sorduğu şeylerin, asgari bilmesi gerekenlerin cevabı olduğunu düşünüyordu.

Sarma sigarasından bir dal daha sıkıştırdı yaşlı adam dudaklarına. Kibriti yaktı ama sigarasına götürmedi. Yanışını seyretti bir müddet. Alev parmaklarına ulaşmadan hemen önce kendiliğinden söndü. Yanık çöpü masanın üzerine bıraktı, yenisini yaktı, sigarasını ateşledi, hala yanmakta olan kibriti izledi bir süre daha, o da kendiliğinden sönünce, derin bir nefes çekti sigarasından, sanki son kez çekiyordu, sanki bir daha sigara içemeyecekmiş gibi çekmişti, dumanı ciğerlerinden tahliye etmesi 2-3 saniye sürmüştü. Mark, adamın her hareketini izliyor, kafasında onlarca senaryo yazıyordu.  Adam bir türlü cevap vermeyince, Mark, sinirlendi içten içe yine.

“ Arkadaşların iyi merak etme. Onlar da senin gibi görev alacakları yerlere götürüldüler. Onların görevi biraz daha farklı. Tıpkı tapınaktaki diğer çocuklar gibi. Tıpkı dünyanın değişik yerlerinde eğitim görmüş yüzlercesi, binlercesi gibi. Bu bir döngü Mark. Kan döngüsü diyoruz biz buna. Geldiğin tapınak tek değil. Değişik yerlerde yüzlercesi mevcut. Ve her birinde, binlerce çocuk, tıpkı senin gibi eğitim görüyor. Zamanı geldiğinde, savaşa katılıyorlar.”

Parmaklarının arasında sıkıca tuttuğu sigarasından derin bir nefes daha aldı yaşlı adam. Her nefes alışını bir ritüele dönüştürmüştü adeta, bunu fark etmişti Mark. Adam sigarayı içerken, ona saygı duyuyor gibiydi. Her anın tadını doya doya çıkartıyordu adeta. Ciğerlerini dumandan arındırdıktan sonra tekrar konuşmaya başladı ihtiyar;

“ Seni onlardan ayıran iki şey var. Birincisi, hepsinden daha zeki olman, liderlik yeteneklerinin gelişmiş olması. İkincisi ise baban”

Mark bir an için heyecanlanmıştı. Bu adam babasını tanıyordu demek ki.

“Babamı tanıyor musun?”

Adam fırsat kollar gibi, yine ağzına götürdü sigarasını, yine o can sıkıcı ritüelini tekrarladı, sessizlik canını sıkıyordu Mark’ın. Adamın keyfini bekleyemedi;

“Babamı tanıyor musun?” bu kez daha yüksek ve daha sabırsızdı ses tonu.

Başını salladı yaşlı adam. “Hem de çok iyi.”

Mark, heyecanla karışık sevinmişti. Bu hayatta en çok merak ettiği, hakkında hiçbir şey bilmediği babasını tanıyan birinin karşısında oturuyor olması çok mutlu etti onu.

Adam yeni bir soruya mahal vermek istemiyormuşçasına hemen konuşmaya başladı.

“Baban iyi biriydi evlat. İyi biri ve kahraman”

Bugüne kadar babası hakkında duyduğu iki kelimenin aynısıydı bunlar. Adam bu kez yarım bırakmayacak gibiydi;

“Babanla çok iyi arkadaştık. 10 yıl kadar birlikte çalıştık. Defalarca hayatımı kurtarmıştır. Sadece benim de değil üstelik. Bugün insanoğlu olarak hayattaysak, bunda babanın payı çok büyük, buna inan evlat. Korkusuz ve dürüst bir insandı. Tarih kitaplarının yazdığı tüm kahramanlardan daha büyük bir savaşçıydı. Tarih babanı yazacak olsa, inan ansiklopediler dolup taşardı. Ama yazamadılar, yazamazlar da.

Sen doğduğunda, baban çok sevinmişti. Yerine geçecek bir erkek evlat yetiştirmek için sabırsızlanıyordu ama olmadı. Anneni öldürdüğünde, senin annen de o olmuştu. Gitti ve geri dönemedi.”

“Annemi öldürdüğünde mi?” Mark annesi hakkında da bilgi sahibi değildi ama annesini babasının öldürdüğünü duyunca, şoka girmişti adeta.

“Annemi babam mı öldürdü? “

İhtiyar fazla bekletmedi Mark’ı ;

“ Aslında öldürdü diyemeyiz. Onu kurtardı.  Baban, Vampirlerin başına bela olan özel bir avcı birliğini komuta ediyordu. Babanın kafasına ödül koymuşlardı diyebiliriz. Babanı öldüren bir köle olursa, ona beylik verileceğini ilan etmişlerdi. Vampirlerin aşılamaz statü sistemini düşünecek olursan bunun ne kadar büyük bir ödül ve babanın nasıl bir bela olduğunu anlayabilirsin. Ama babana ulaşamadılar, pek çok kez pusuya düşürmek istediler ama başarılı olamadılar. En sonunda, muhtemelen bir ihanetin neticesinde, ailesine ulaştılar. Bir gece katliam oldu. Bu korkunç detayları anlatmak istemiyorum sana, baban seni son anda kurtardı ama annen için yapabileceği ve yapması gereken tek şeyi yaptı. Sanırım anlıyorsun.”

Bu kez küçük bir nefes çekmişti sigarasından, ritüeli uzun sürmedi ve sözlerine devam etti ;
“ Uzun lafın kısası, babanın ölümünün ardından sen bana kalmış, çok değerli bir emanettin. Babanın seni yapmak istediği şey için, seni tapınağa ben yolladım ve sonrasını biliyorsun. Babanın bıraktığı yerden devam etmen için de şimdi buradasın. Benim yanımda, görev alacağın zaman kadar eğitimini tamamlayacaksın.”

“Eğitim mi?” dedi şaşkın bir ifadeyle Mark. “Bittiğini sanıyordum”

“Eğitim hiç bitmez Mark. Öğrenmek istediğin sürece, öğrenecek yeni şeyler hep olacaktır. Sen eğitiminin teori kısmını bitirdin, bundan sonrası cesaretine kalmış.”

Mark’a diktiği  kahverengi gözlerinde, soru işaretleri vardı adeta ;

“Cesur musun Mark?”

Mark bu alaycı gibi görünen soruya, kendinden emin bir cevap verdi ;

“Çıplak elle, kobra yakalayacak kadar hem de.” Dedi.

İhtiyar sırıttı.  “ Kobrayı yakalamak mı cesaret ister yoksa yakalamaya karar vermek mi?”
Mark, soruda bir tuzak hissetmiş ama gafil avlanmış gibi garip bir surat ifadesi takınarak, ihtiyarın yüzüne bakakalmıştı.

Adam Mark’ı daha fazla sersemletmek istememiş ve bilge bir tavırla ;

“Kobrayı yakalayamadığında ne oluyordu Mark?”

“Tekrar denememize izin veriyorlardı. Ta ki başarana kadar”

“Peki yakalamak istemediğinde, bu görevi reddettiğinde ne oluyordu Mark?”
“Cezalandırılıyorduk.”

Adam tekrar, sırıttı;

“Eğer görevi reddettiğinde ceza verilmiyor olsaydı yine kobrayı yakalamak ister miydin? Yani özgür olsaydın?”

Mark ağır bir mağlubiyet hissi yaşıyordu, mahcup olmuştu aynı zamanda ve adam kesinlikle haklıydı.
Mark’ın veremediği cevabı zaten biliyordu adam, yerinden kalkıp, Mark’ın yanına gitti, elini omzuna koyup, sarstı onu. Cesaretlendirmeye çalışıyor gibiydi.

“ Şimdi özgürsün Mark. İstersen şu an, kapıdan çıkıp gidebilirsin, Kobraları başkaları da yakalayabilir. Ya da kalırsın ve kobraları yakalamaya devam edersin. Yakalamak ister misin? Vereceğin karar, senin cesaretindir.”

Bir süre öylece durdular. Sessizlik oldu. Konuşmadan anlaşıyor gibiydiler. Her ikisi de birbirinin aklını okuyabiliyor gibiydi.

Yaşlı adam, Mark’ın omuzunu  bırakıp, sandalyesine doğru hareketlendiğinde ekledi ;

Ve şunu unutma Mark. Savaşlar cesaretle değil, stratejiyle kazanılır. Cesurları mezar taşları, Stratejistleri ise tarih kitapları yazar.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: M.K.Immortal - 06 Şubat 2014, 08:33:09
Son söz özlü söz olmuş gerçekten :D Keş adamın konuşması ve söyledikleri gayet güzeldi. Kill Bill geldi nedense aklıma o adamı okuyunca. Daha doğrusu Quentin Tarantino'nun bu ağıııır ağır konuşan karakterleri gibiydi :D Tabi kötü anlamda söylemiyorum bunu, gayet ilgi çekici bir karakter olmuş.

Akıcılık ve merak devam ettiği için üzerine söylenecek bir şey yok. Devamını bekliyor olacağım. Ellerinize sağlık.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: duhan - 06 Şubat 2014, 17:27:35
Mark; etrafta bolca bulunan ve konuştuklarına hiç şahit olmadığı takım elbiseli, mimiksiz, sanki bir bilgisayar vasıtası ile kontrol ediliyormuş hissi uyandıran adamlardan birinin refakatinde, kendine tahsis edilen odasına doğru yürüyordu.  Uzun ve dar koridorda sağlı sollu kapılar dizilmişti. Aydınlatma her yerde olduğu gibi, burada da yetersizdi.  Az ileride sağa ve sola ayrılan iki koridorun girişleri görülüyordu. Sağa döndüler, tıpkı geçtikleri koridor gibi burası da sağlı sollu kapılarla doluydu, biraz ilerledikten sonra, adam kapılardan birinin önünde durdu, her zamanki gibi, saygı gösterisinde bulundu. Mark odasının burası olduğunu anlamıştı, kapı koluna hamle yapacakken, adam ondan önce davranıp kapıyı açtı. Mark, bilmediği bir yere girmenin tedirginliğini yaşarken, adam kapıyı kapatmıştı bile.

Sağda battaniye ile örtülmüş bir yatak gözüne çarptı. Tapınakta, genelde yerde uyurlardı. Hayatında hiç yatakta yatmamıştı. Eliyle yumuşaklığını kontrol etti, esneyen yatak, cılız gıcırtılar çıkartıyordu. Tavan oldukça yüksek ve tavana gömülü bir lamba görülüyordu. Kapının karşısındaki duvarda, epey yüksekte küçük bir pencere vardı ama pencereden ışık girmiyordu. Muhtemelen panjur ya da benzeri ir sistemle örtülmüştü. Güvenlik gerekçesiyle yapıldığını anlaması zor olmadı. Yatağın başucunda küçük, ahşap bir masa, masanın üzerinde küçük bir masa lambası ve yine ahşap bir sandalye odadaki diğer eşyalardı. Yumuşak yatak haricinde, tapınaktaki odasından çok farklı değildi. Mark için sorun oluşturmayacaktı.

Mark arkasını döndüğünde, kapının yanındaki duvara konuşlanmış küçük bir dolap gördü. Boyu 1 metre kadardı, etraftaki her şey gibi o da ahşaptı. Dolabın kapağını açtı, askıda kendisine refakat eden adamın giydiğine benzer bir elbise ile, muhtemelen uyurken giymesi için bırakılmış eşofman tarzı başka bir elbise vardı.

Mark yorulduğunu hissetti. Hem bedenen hem de ruhen bitkin düştüğünü fark etti. Kendini yatağa bırakınca, eliyle hissettiğinden daha yumuşak olduğunu anladı. Usulca gözlerini kapadı, uykuya dalması uzun sürmemişti.

………..

OPERASYON : GÜN IŞIĞI

Şehirde ki neredeyse tüm binalar gibi bu bina da oldukça büyük ve kasvetliydi. Barok mimarisinin tüm özelliklerini üzerinde taşıyordu. Sütunlarla bezeli giriş kapısına çıkan 8-9 basamaktan oluşan, geniş bir merdiveni vardı. Beyaz otomobil, binanın önüne gelip durdu. Şoför yerini beğenmemiş olacak ki, tekrar hareket edip, birkaç metre daha ilerledi ve tekrar durdu. Yaklaşık bir dakika kadar hiçbir hareket gözlenmedi araçta. İnen ya da binen olmamıştı. Hareketsizlik, ardı ardına açılan kapıların, yine ardı ardına kapanmasıyla çıkardığı sesle bozuldu. Arabadan inen 5 kişi, neredeyse tek tip giyinmişti. Hepsi takım elbiseli şık adamlardı. Güneş gözlükleri, kravatları, ceketleri aynı renk ve tipteydi. Hepsinin elinde büyük sayılabilecek, dikdörtgen çantalar görülüyordu. İkisi önde, üçü arkada olmak üzere, seri adımlarla merdivenleri tırmanıp, içeri girdiler.

Kapıdan giren iki adamın arkasında, neredeyse ikizleri gibi giyinmiş üç adam daha görmüştü güvenlik görevlisi. Kim görse dikkat kesilirdi bu adamlara. Dikkat çekmemelerinin imkânı yoktu. Olduğu yerde, istifini bozmadan, başıyla adamları takip ediyordu güvenlik görevlisi.  Adamların dikkatini çektiği, sadece o değildi.  Bekleme sıralarında oturan birkaç müşteri, o sırada bankolarda işlem yaptırmakta diğer müşteriler, hatta banko görevlileri bile dikkat dağıtan bu adamları sık sık göz ucuyla süzmeye başlamıştı. Adamların mafya filmlerinden fırlayıp gelmiş gibi bir havaları vardı.

Beş kişi, bekleme sıralarına yönelip, oturduğunda, görüş alanından çıktıkları insanlar, arkalarını dönüp onlara bakmaya devam ediyorlardı. Nereye girseler, ortamda huzursuzluk yaratacakları kesindi. Rutinin dışındaydı çünkü hem giyimleri, hem de tavırları.

En ön sıralara yan yana oturup çantalarını dizlerinin üzerine koydular. Güvenlik görevlisi, bu garip adamları, teker teker; tepeden tırnağa süzüyordu. Adamlar, üzerlerine çevrili onlarca gözden rahatsız oluyormuş gibi görünmüyorlardı.

Beşliden, rutini bozan biri vardı. Gözlüğünü çıkardı önce. Dizlerinin üzerinde duran çantasına bakıyordu. Çantanın dış yüzeyi garip bir kaplamaya sahipti. Standart deri çantalara benzemiyordu. Çantanın ön yüzeyi de arka yüzeyi de; kaplumbağa kabuğu desenini andırıyordu. Bu desenler, elini üzerinde gezdirdiğinde hissedilecek kadar kabarıktı. Çantasını sağ eline alıp, oturduğu yerden hızlıca kalktı. Elinde tuttuğu gözlüğünü ceketinin cebine koyup, gözlerini üzerlerinden ayırmayan güvenlik görevlisine doğru hareketlendi. Bu arada görevli, adamları daha iyi kontrol edebileceği bir açıya; bankanın ortasına kadar gelmişti. Yaptığı iş, herkesten ve her şeyden şüphe etmesini gerektiren güvenlik görevlisi, kendine doğru yaklaşan adamın da görebileceği şekilde, elini beline götürdü ve silahını muhafaza eden kılıfın metal çıtçıtını açtı.

 Bu dolaylı bir mesajdı karşıdakine;

“Senden hoşlanmadım, hareketlerine dikkat etsen iyi olur”

Görevlinin bu uyarısına aldırış etmemiş gibiydi adam. Hareketlerinde herhangi bir yavaşlama yada değişiklik olmamıştı. Artık görevlinin eli, silahının üzerindeydi, derhal çekip kullanmakta tereddüt etmem der gibiydi gözleri.

“ Merhaba”

Görüntüsüyle etrafa verdiği tekinsiz adam imajının aksine, oldukça kibar bir selamlama olmuştu. Güvenlik görevlisinin fikrinde bir değişiklik olmamıştı, tetikteydi ve strese girmişti. Konuşmadan, başıyla karşılık verdi adama. Adam aynı kibarlığını sürdürerek;

“ Müdür Bey ile görüşmek istiyoruz”

Görevli, dik duruşunu bozmadan, karşısındakine, “sert adamım ben” mesajı vermek istercesine cevap verdi;

“Konu nedir beyefendi? Müdür bey şu an meşgul, biraz beklemeniz gerekecek.”

“Çıkın gidin buradan” demiş kadar olmuştu, beden dili ve mimikleriyle. Adam ;

“ Vaktimiz var, bekleyelim o zaman, teşekkürler” deyip, arkadaşlarının yanına doğru hareketlendiğinde, güvenlik görevlisinin dikkatini çeken bir şey olmuştu. Adam, elinde getirdiği çantayı, az önce konuştukları yerde, görevlinin 1 metre kadar uzağında unutmuştu. Konuşurlarken, yere bırakmış olmalıydı.

Arkadaşlarına doğru yürüyen adama seslendi hemen ;

“Beyefendi… Çantanız….”

Kendisine seslenildiğini anlayan adam, vücudunu döndürmeden, sadece başını çevirip görevliyle göz göze geldi. Çantaya baktı ve hınzır bir gülümseme belirdi yüzünde.

“Senin olsun…”

 Başını çevirip, arkadaşlarına doğru yürümeye devam etti. Birkaç adım atmıştı ki, birden olduğu yere çömelip, ayaklarının üzerinde cenin pozisyonu aldı. Aynı anda arkadaşları da aynını yapmıştı.

Görevlinin gördüğü son şey, kör eden bir parlama ve vücudunun üzerinden tank geçiyormuşçasına hissettiği baskıydı. Arkasından, bir boşluk hissi…

Çantanın üzerindeki kaplumbağa desenleri saniyede bin yüz metre hızla etrafa saçılan şarapnel parçalarına dönüşmüştü. Tıpkı; bir el bombası gibi. Ortaya çıkan basınç, zeminde büyük bir çukur açmıştı. Yakın mesafedeki üç kolonun zeminle bağlantıları kesilmiş, ortasından aşağısı yok olmuştu.  Mağaralardaki sarkıtları andırıyorlardı şimdi. Patlama noktasının solunda kalan bankolar yerlerinden sökülüp, savrulmuştu. Tavan kaplamasının büyük bölümü parçalanmış, kablolar ve borular sarkıyordu. Binanın tüm camları sokağa püskürmüş, kapı ve pencereler kasalarıyla birlikte yerlerinden çıkmıştı.

Toz bulutu yavaş yavaş dağılırken,  duyulan tek ses bankanın alarm sesiydi. Beş adam yavaşça doğrulurken, bu kıyametten pek etkilenmiş gibi görünmüyorlardı. Üzerlerini kaplayan kalın toz tabakası hariç. Bunun tek bir sebebi vardı;  şık takım elbiselerinin, nanoteknoloji ile üretilmiş, kevlar malzeme olması idi.
Kalan dört çantayı da alıp, bankanın kasa bölümüne doğru harekete geçtiklerinde, ceset  ve moloz parçalarının üzerinde yürümeleri pek umurlarında değildi.

Şimdi bankanın alarm sesine, uzaklardan gelen siren sesleri de eklenmişti.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: M.K.Immortal - 07 Şubat 2014, 19:34:06
Ve olaylar gelişir... Aksiyon başladı ama merak daha çok arttı. Düşüncelerim var elbette bu suikastin (suikast diyelim de spoiler olmasın) ardında kimler olabileceği hakkında ama "neden" sorusu daha fazla hakim.

Saldırı anı çok belli olmasına rağmen gayet güzel anlatılmış. İlk önce çantanın şeklinin nedenini düşünsem de sonradan gelen açıklamayı beğendim. Daha farklı bir olay yaşanacak diye beklerken biraz ters köşe oldum açıkçası.

Ama bir yandan da vamprileri görmek için sabırsızlanıyorum desem yeridir. Yeni bölümlerinizi okumak dileğiyle. Ellerinize sağlık.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: duhan - 07 Şubat 2014, 21:07:09
Yorumların için teşekkürler immortal.senden başka okuyan yok sanıyorum :) yorumların ve fikirlerin benim için çok değerli. Aksiyon başladı dediğin gibi ama aksiyon üstüne kırgulanmış bir hikayec olmayacak suyunu çıkarmadan zaman zaman ger alacak. Banka bölümü henüz bitmedi sana süprizlerim var. Aslında ekmek kırıntılarını serpiyorum hikayenin içine. Hikaye bittiğine otomatik olarak tüm boşluklar dolacak. Banka bölümü içinde süprizler var soru işaretlerine boğacağım seni :) işleri biraz daha karmaşık hale getirmek biyetindeyim
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: Quid Rides - 08 Şubat 2014, 00:46:01
@duhan okuyan vardır illa ki ama bir çoğu benim gibi yazmaya değecek bir yorum bulamamışlardır. En azından ben öyle düşünüyorum. Hem bu yorum yazmama mevzu birazda kronik aslında. Kurgu iskelesinde bin kere okunmuş (üst taraftaki saayıdan bahsediyorum) hikayelere bile yorum yazılmıyor. Şahsi olarak algılamayın bence :D

Bu arada ne zamandır söyleyeceğim unutuyorum aklıma gelmişken söyleyeyim. M.K.Immortal cidden forumun özellikle kurgu iskelesinin benzini, mazotu gibi birşey oldun :D İyi anlamda söylüyorum bunu. Yazmak isteyen birinin öyküsüne yorum yapınca adamın yazası geliyor. Hem böyle olunca o da dönüp sana yorum yazıyor ve ortaya gaayet güzel bir "geri dönüş" ağı çıkıyor. Son bir iki haftadır zaten kurgu islesinde üç dört farklı hikayenin yazarları arasında dönen bir muhabbet var ara sıra bende katılmaya çalışıyorum ama hem sınava hazırlanmamdan dolayı yazmaya zamanım olmuyor hemde kendi kendime "Yazdığın yorum adama bir şey katsın yada bir fikir versin" diyorum kafada pek basmıyor öyle işlere yorum yapamıyorum. :D (Ohh be içi döktüm rahatladım :D)
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: M.K.Immortal - 08 Şubat 2014, 01:05:47
:D Yorumsuzluk ne demek iyi bilirim diyerek girecem olaya :D Dediğin gibi bazen "katkı olmayacaksa ne yazayım yahu" diyerek kaldığım oluyor ama iyi kötü birkaç cümle yazmak gerekli. İlla kusur mu veya çok çok iyi bir etken mi olmalı yorum yazmaya?

Amacım geri dönüşler değil aslında, kurgu iskelesinin hareketlenmesini istiyordum ki son bir-iki haftadır, Son Mesajlar'da kurgu iskelesinin mesajlarını görüyoruz sürekli :D Diğer haberleri zaten görmek mümkün birçok sitede, o yüzden burayı değerli kılan etkene odaklanmak gerek. Herkes yazıyor ve yazdıklarının okunduğunu bilmek ister. Yukarıda binleri bile bulsa tıklanma sayısı, acaba okuyorlar mı sorusu kalıyor hep akılda. O yüzden dediğim gibi bir iki cümle de olsa yazanın zahmetine karşılık bir saygı niteliğinde okuduğumuza yorum yapmalıyız sanırım.

Her ne kadar ben de son zamanalar bunu yapıyor olsam da daha öncesinde yaşadığım sorunlar nedeniyle pek ilgilenemiştim iskeleyle. Şimdi ise bol bol vakit ayırabiliyorum. Umarım bir yandan da rahatsızlık vermiyorumdur kimseye. Yani "ulen ne zaman girsek birilerine yorum atıyor bu kerkerez" diyenler çıkıyordur. Şimdiden onlardan da özür dileyelim en iyisi :) Ama direnişimiz devam edecek :D

Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: Stormholder - 08 Şubat 2014, 02:55:40
Her zaman ayrintilarin hikayeyi guzellestirdigini dusunurum. Sizin hikayenizde de ayrintilara rastlamak mumkun. Konu disi muhabbete dahil olarak; ben de hikayeme M.K.Immortal'in yorumlariyla (sagolsun) devam ediyorum :) Forumdaki bu suskunlugu bitirmenin vakti geldi sanirim. Bazi kurgular dikkatimizi cekmese bile -ki bu kurgu benim dikkatimi cekiyor :) - bir takim onerilerle birbirimize destek olabiliriz diye dusunuyorum.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: duhan - 08 Şubat 2014, 10:21:02
İskelenin yorumsuzluk sorununu yeni değil. Alındığım yok ama bir şeyler paylaşıp ta kendi kendine yazıyormussun hissine kapılmak üzücü. Herkes için bu böyledir eminim. İmmortal ın dediği gibi, illa bir şeyler katması gerekmez yorumun. Güzelmiş beğendim demek bile bir katkıdır. Ya da sıkıcı buldum, vs vs demek bile bir eleştiridir, yazarı silkeleyip yerine kendine getirebilir. İskeledeki hareketsizliğin sebebi bu. Tıklanma sayılarına bakarsak, herkes okuyor ama yorum yapan yok :D
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: Quid Rides - 08 Şubat 2014, 11:27:18
duhan senin hikayeni sohbet alanına çevirdim kusura bakma :D önceki mesajda bahsettiğim gruptan bu konu dışı muhabbette sadece grikunduz yok. O da gelsin tam olsun :D
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü
Gönderen: duhan - 08 Şubat 2014, 11:47:28
duhan senin hikayeni sohbet alanına çevirdim kusura bakma :D önceki mesajda bahsettiğim gruptan bu konu dışı muhabbette sadece grikunduz yok. O da gelsin tam olsun :D

Sıkıntı yok hikaye burda nasılsa arayınca bulunur :D
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( Yeni Bölüm Eklendi)
Gönderen: duhan - 12 Şubat 2014, 14:24:48
Beş adam, neden oldukları yıkıma aldırmadan, patlamadan önce bankoların bulunduğu kısmın arkasında kalan kapıdan geçip, alt kata inen merdivenleri adımlamaya başlamıştı. Merdiven sayısına bakılırsa iki kat aşağı iniyorlardı. Merdivenlerin bittiği yerde başlayan dar koridor, birkaç metre sonra, metal parmaklık şeklinde bir kapıyla son uluyordu. Parmaklıkların arasından, karşıdaki büyük, yuvarlak kasa kapısı görülebiliyordu. Doğru yolda olduklarının kesin kanıtıydı bu.

Kapıyı açılmaz kılan kilit, direniş gösteremedi çok fazla. Kapıyı geçtikten sonra geniş bir oda ve tam karşılarında devasa, yuvarlak kasa kapısı vardı şimdi. Adamlardan biri çantayı yere bırakıp, hızlıca açtı, içinden çıkardığı şerit benzeri bir şeyi kapının etrafına yapıştırmaya başladı. İşini bitirdiğinde, Beşi birden,  az önce girdikleri parmaklık şeklindeki kapıdan çıkıp, sırtlarını duvara verdiler. Siper almışlardı. Şeridi duvara yapıştıran adam ceketinin cebinden, küçük bir cisim çıkardı. Üzerindeki kapağı kaldırdı. Arkadaşlarıyla göz göze geldi ve düğmeye bastı. Adamın düğmeye basmasıyla, sağında ve solunda siper aldıkları kapıdan içeri, alev topu, ardından da toz ve moloz  yığınları püskürdü. Çıkan ses, önlem almamış olsalar, kulaklarını sağır ederdi. Toz bulutu dağılınca,  tekrar göz göze geldiler. Ceketlerinin kamufle ettiği,  Krom namlu eklemeli ve şarjörleri uzatılmış MP5’leri atışa hazır hale getirdiler. Ardı ardına inen kurma kolu sesleri, yaşanacak kıyımın startını veren gonk sesi gibiydi. Nişan almayı kolaylaştıran kırmızı lazerler,  görüşü bulandıran toz bulutunun içinde net şekilde görülebiliyordu.

Tüm hareketlerinde olduğu gibi yine mükemmel bir senkronizasyonla harekete geçtiler. İki adamın içeri girmesiyle, silahların gürlemeye başlaması neredeyse aynı ana denk gelmişti. Diğer üç adam da çatışmaya katıldığında, artan silah sesleri aynı zamanda çeşitlenmişti de. İçeridekiler de silahlarına davranmışlardı.  Daha tam olarak dağılmamış toz bulutuna, havada uçuşan kağıtlar, odanın her yerinden havaya ve etrafa saçılan çeşit çeşit eşya parçaları, karavana mermilerin isabet ettiği duvarlardan kopan beton parçaları ve küçük çaplı toz bulutları eklenmişti.  Metal metale çarptıkça çıkan ses ve kıvılcımlar, küçük çaplı bir havai fişek gösterisin andırıyordu.  İçeri dalan beş adam; profesyonelce, görerek ateş ederken karşılık verenler genelde  saklandıkları eşyaların ve koltukların arkasından rastgele ateş ediyordu. Boş kovanların, beton zemine düştüklerinde çıkardıkları ses, zaman zaman bozulan ritmine rağmen bir akarsuyun şırıltısını andırıyordu.

İlk vurulanlar,  kendilerine siper olarak koltuk takımlarını seçenler olmuştu. İki adam mermilere sıfır direnç gösteren koltuğun azizliğine uğramıştı. Koltukla birlikte delik deşik olan vücutları, birbirlerinin üzerine yığılmıştı.  Adamların girdiği kapının solunda kalan ve laboratuvar masalarını andıran metal bankonun  arkasındakiler ise şanslıydı. Mermiler yüzeyine çarptıkları metali delemiyor ama hurda yığınına çeviriyordu.  Bu yoğun ateşe daha ne kadar dayanacakları meçhuldü.  Siperdeki üç kişiden ikisi,  AK-47 lerini siperlerinin üzerinden çıkarıp hedeflerini görmeden yaylım ateşine tutuyorlardı.  Bunu da genelde, karşı tarafın ateşi azaldığında yapıyorlardı ki, şarjör değiştirdiklerini biliyorlardı. Kalan bir kişi ise, Beretta’sını, ateşlemek konusunda oldukça cimriydi. Muhtemelen yetersiz mühimmat nedeniyle yapıyordu bunu. Beş adam ortalığı cehenneme çevirirken,  diğerleri sadece ölmemek için direniyor gibi görünüyordu.  Adamlar baskın çıkmış, kendilerini sindirmişti. Kimse kafasını çıkarmaya cesaret edemiyordu.

Kafasını çıkarmaya ilk cesaret eden, kapının sağındaki büyük metal dolabı kendine siper eden,  M1A4 kullanıcısıydı. Ateşin kesilir gibi olduğu bir an, hasımlarını kontrol etmek için başını uzattığında çok büyük bir hata yaptığını bile anlayamadan mermiyi kafasına yemişti.

Odanın uzak köşesinde mini bar görünümlü bir bankonun ardından  UMP’larındaki mermileri  ihtiyatlı kullanmaya çalışan 2 adam ise, uygun buldukları zamanda, kısa süreliğine kalkıp, odanın ortasında açık hedef şeklinde  duran hasımlarına mermi yağdırıyordu.  Çatışmanın sona erme vakti geldiğine karar veren beş adamdan ikisi harekete geçti. Bellerinden çıkardıkları silindir biçimli, on santimetreden daha uzun olmayan cisimlerin üzerlerindeki pimleri söküp, hasımlarının gizlendikleri yerlere savurdular. Odanın karşılıklı köşelerinde patlayan cisimler, standart el bombalarının yaratacağı etkinin kat be kat fazlasını yaratmıştı. Metal bankonun ardındaki üç adam, parçalar halinde odaya saçılırken, barın arkasında siper almış olan adamlar, vücut bütünlükleri onlara göre daha az bozulmuş biçimde ayrı yönlere fırlamıştı. Son duyulan ses, patlama sesiydi. Ardından kısa ve tedirgin bir sessizlik oluştu.

Adamlar şarjörler seri biçimde yenilendikten sonra, ellerini tetikten çekmeden yavaş ve dikkatli adımlarla odanın içinde ayrı yönlere doğru yürümeye başladı. Odanın dört bir yanına dağılmış hasımlarını teker teker kontrol edip, yaşam belirtisi gösterenleri kafalarına birer kurşun daha sıkmak suretiyle ebediyete uğurladılar.

Elbiseleri yoğun çatışmanın izleriyle doluydu. Ceketleri gibi, gömlekleri ve yelekleri de özel üretilmiş kevlardı ve bu ürünün hafif silahlara karşı dayanıklılığı böylece başarıyla test edilmiş oluyordu. Kayda değer bir yaralanma yoktu hiçbirinde.
 
İşin büyük kısmını bitirmişlerdi ama onlar aşağıda  ölüm kusarken, yukarıda polis her yeri kordon altına almış, binaya girmek için hazırlık yapıyordu. Acele etmezlerse Polisle de çatışmaya girme riskleri çok yüksekti.

Savaş alanına dönen odanın içindeki başka bir kapı hedefleriyle aralarındaki son engeldi.  Metalik renkli kapının yanındaki duvarda konuşlanmış ve üzerinde kırmızı bir ışığın sürekli yandığı küçük kutucuk, onca adamı öldürmekten daha zor bir  işi müjdeler gibiydi. Bu kapının açılmasını sağlayan güvenlik kontrol kutusuydu. Muhtemelen parmak izi yada retina taraması yaparak geçişe izin veriyordu. Adamlardan biri gidip, kutucuğu inceledi. Seri biçimde dönerek ölü adamlardan birinin kopmasına ramak kalmış kolunu özgürlüğüne kavuşturup, kutucuğun yanına döndü. Kapı muhtemelen parmak iziyle çalışıyordu çünkü, retina taraması yapacak herhangi bir göz tarayıcı görünmüyordu. Kopardığı kolun yumruk şeklinde kalmış parmaklarını açmak için çok fazla çaba sarf etmesi gerekmemişti. Başparmağı tarama yaptığını sandığı bölüme bastırdı, kutudan çıkan ses, başarısız olduğu anlamına gelen sesti. Tekrar denedi ama sonuç değişmedi. Kapıyı açan parmak özel birinin parmağı olmalıydı. Erişime izni olan biri. Tüm adamların parmaklarıyla uğraşmak zaman kaybı ve zaman kaybı da polisle çatışma riskini barındırıyordu.

İçlerinden biri, parçalanan metal bankonun yakınlarında ve elinde tabanca ile yatmakta olan adama doğru ilerledi. Adamın belden aşağısı ve kafasının yarısı yoktu. Diğerlerinin aksine sadece tabanca taşıdığına göre muhtemel işi,  güvenliği sağlamak değil, kilitli kapının ardındaydı. Adamı oraya taşımaktansa, omzuna gönderdiği birkaç mermi vastasıyla kolunu söküp götürmeyi tercih etti. Parmağı tarama alanına bastırdı ama ses yine sinir bozucuydu. Derken, tarama alanının hemen üst kısmında, saç kılından daha kalın olmayan, iki adet kısa çıkıntıyı fark etti.  Adamın parmağını çıkıntıların üzerine getirip bastırdı ve kapının açıldığını gösteren sesle birlikte, kutunun üzerindeki kırımızı ışık yeşile döndü. Çıkıntılar, iğne görevi görüyor ve dna testi için parmaktan kan alıyordu.

İki parçadan oluşan kapı, sağa ve sola doğru duvarların içine doğru kayarken, adamlar hızla içeri girdi.

Aradıkları şey tam önlerinde duruyordu...

"ÇİFTLİK"  


50 metre veya biraz daha uzunluğa, 20-25 metre kadar da genişliğe sahipti oda. Oldukça soğuktu ve tamamen aydınlıktı. Bu aydınlığı sağlayan, çok kısa aralıklarla  duvarlarla, tavanın kesiştiği noktalara takılmış uzun led lambalardı. İçerideki  cihazlar buranın gelişmiş bir laboratuvar olduğunu anlamaya yetecek kadar teknolojik görünüyordu.

Oda boyunca sağlı sollu ve üst üste iki sıra şeklinde, marketlerdeki içecek dolaplarını andıran kabinler sıralanmıştı. Ön tarafı tamamen cam olan kabinlerin içi, kırmızıya çalan bir sıvıyla doluydu. Suyun içinde ise, kimisi küçük kimisi daha büyük ve tıpkı anne karnında olduğu gibi cenin pozisyonunda uyuyan ceninler vardı. Burası insan üreten bir fabrikayı andırıyordu. Anne karnında olması gereken ceninler, laboratuvarda büyüyordu.

 Market reyonlarının bir benzeri olan, odayı ikiye bölen ve oda boyunca devam eden raflarda ise, plastik serum paketlerine benzeyen paketlerde koyu kırmızı sıvılar dikkat çekiyordu. Binlerce paket olmalıydı. Bunların kan olduğunu tahmin etmek pekte   zor değildi.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü (Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: M.K.Immortal - 12 Şubat 2014, 15:17:24
Hollywood filmlerini aratmayan bir aksiyon canlandı gözümde. Hareketli bir çatışma okudum. Oyunlar ve filmlerden silahların özelliklerini, çıkardıkları sesi falan biliyor olmam bu bölüme daha fazla tat kattı ama bunları bilmeyen birisi için ne anlam ifade ederdi tam kestiremiyorum. Gerçi bütün silahları tek tek de anlatmak mümkün olmayacağından, gayet yerinde tasvirlerle bezendiğine inanıyorum bölümün.

Konu ilginçleşiyor. Mark'ın bu öyküdeki yerini merak etmeye başladım açıkçası. Ellerinize sağlık.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü (Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: duhan - 12 Şubat 2014, 15:43:31
Hollywood filmlerini aratmayan bir aksiyon canlandı gözümde. Hareketli bir çatışma okudum. Oyunlar ve filmlerden silahların özelliklerini, çıkardıkları sesi falan biliyor olmam bu bölüme daha fazla tat kattı ama bunları bilmeyen birisi için ne anlam ifade ederdi tam kestiremiyorum. Gerçi bütün silahları tek tek de anlatmak mümkün olmayacağından, gayet yerinde tasvirlerle bezendiğine inanıyorum bölümün.

Konu ilginçleşiyor. Mark'ın bu öyküdeki yerini merak etmeye başladım açıkçası. Ellerinize sağlık.

bu hikayeyi yazmamda bana olan desteğin yadsınamaz :) senin yorumların olmasa heralde devam etmezdim. silahlar için tasvir yapacaktım detaylı ama dallanıp budaklanır konuyu sündürür diye yapmadım ama ekleyebilirim bir kaç kelimeyle. Markın yerini bulmasına daha var. Biraz daha karıştırayım konuyu sonra becerebilirsem çözeceğim düğümü :D
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: duhan - 12 Şubat 2014, 17:26:38
Odanın içine dolduran yaşam destek ünitelerinin yoğun sesi gittikçe rahatsız edici olmaya başlarken, adamlardan biri, kan dolu torbalardan birini eline alıp, sanki ağırlığını tartarmışçasına birkaç kez attı. Poşeti evirip çevirdi ve hemen yanında duran arkadaşıyla göz göze geldi. İkisinin de yüzünde aynı sinsi tebessüm vardı. Ardından cebinden çıkardığı küçük sustalıyı açıp, poşete batırdı, küçük bir delik açıp, ağzına dayadı.  Günlerdir çölde suya hasret kalmışçasına büyük bir iştahla içiyordu ki, arkadaşı da başka bir poşetle aynısını yapmaya başladı. Diğerlerinin katılması çok uzun sürmedi ve boş kan torbalarıyla dolmaya başladı ayaklarının dibi. Susuzluklarını giderirken, görevlerini unutmuşlardı. Kendilerine gelmeleri uzun sürmedi. Odanın dört bir yanına dağıldılar, üst katta ortalığı cehenneme çeviren çantalardan birini bir duvara, diğerini de diğer duvara yapıştırdılar. Bunu yapmak için kullandıkları yapışkan ped oldukça pratik ve kullanışlıydı. Son çantayı da kan torbalarıyla dolu rafın üzerine bırakıp,  odanın sonuna doğru ilerlediler.

Her biri bir şeyler arıyor gibiydi. Duvarlarda, zeminde, dolapların arkasında aranıp durdular bir müddet. İçlerinden birinin el işareti aradıkları şeyi bulduklarını haber veriyordu. Boyutuna bakılınca oldukça ağır görünen metal dolabın altındaydı aradıkları. Zemine açılmış bir geçitti bu. Kapağı kaldırıp, aşağısını görebildikleri kadarıyla kontrol ettikten sonra teker teker aşağı atladılar. Eski bir metro yada lağım tüneliydi bu. Nemli, pis kokulu ve karanlık... Geldikleri yolu kullanamayacakları için buradan çıkışın tek yoluydu. Operasyon brifinginde böyle bir çıkışın olduğu bilgisi zaten kendilerine verilmişti.

Beş adam, tünelin karanlığına karıştı. Yeterince uzaklaştıklarını düşündüklerinde ceplerinden çıkardıkları ateşleyicilere ardı ardına bastılar. Tünelin sarsıldığını hissettiklerinde, geride bıraktıkları görkemli bina önce dirense de, fizik kurallarına daha fazla karşı koyamamış ve onlarca polis, itfaiyeci ve sağlık görevlisi ile etrafta bulunan sivillerin üzerine bırakıvermişti kendini. Ölüme ölüm katan beş kişi altta hızla ilerlerken, yerin üstünde yaşananlar tam bir trajediydi.

Tüm dünyada ses getiren bu olay, geride kalan onca delile rağmen terör saldırısı olarak kayıtlara geçmişti bile.
Tünelden çıkma vakti geldiğinde, pas tutmuş ıslak demir merdiveni tırmanmaya başlamışlardı. Rögar kapağını hafif aralayan adam, hızlıca etrafa göz attıktan sonra kapağı ittirip kendini hızlıca dışarı attı.  Diğerleri de onu takip etti. Çıktıkları yer, şehrin oldukça dışınca terkedilmiş fabrikaların olduğu eski sanayi bölgesiydi. Operasyon planına sadık kalarak, işaretlenmiş fabrikaya doğru yürüdüler. Adamlardan biri pek sağlam gibi görünmeyen fabrikanın devasa sürgülü kapısını var gücüyle ittirmeye başladı. Yeri göğü inleten çığlıklar atarak açıldı eski kapı. Her şey plana uygun yürüyordu. Kendileri için bırakılmış yeni bir araba, tam da olması gerektiği yerde duruyordu. Vakit kaybetmeden arabaya bindiler. Anahtarlar üstündeydi ama şoförlük yapacak olanı, motoru çalıştırmak için acele etmiyordu. Gömleğinin üst tarafından iki düğme açıp, elini daldırdı, çıkardığında elinde tuttuğu şey, hepsinin yüzünde yine o şeytani tebessümün belirmesine yol açmıştı. Havaya uçurdukları binadan bir hatıra…

Bıçağı yine torbaya daldıran adam, sanki elinden alınacakmışçasına bir aceleyle ağzına götürdüğü torbadaki kanı sülük misali emmeye başladı. Ardından, esrarkeşlerin ritüeline benzeyen bir döngü başladı arabanın içinde. Torba, sırayla elden ele dolaştı ve tek bir damlasının bile boşa gitmesine izin verilmedi.  Şeytani tebessüm, yüzlerinin tümüne yayılırken, direksiyondaki adam kontağı çevirdi.

Doğanın yaydığı sesleri silip atan gümbürtü dalga dalga yayılırken, beş kişinin içinde olduğu araba binlerce parçaya bölünerek, merkezden etrafa doğru saçılmıştı bile.  Maruz kaldığı basınca daha fazla dayanamayan eski çatı, kendisine katılan kiriş ve kolonlarla birlikte bırakıvermişti kendini. Domino etkisi, tüm yapıyı etkileyince, az önce pek güven vermese de ayakta durabilen fabrika enkaza dönüşmüş,  ölüm tacirlerine anıt  misali mezar olmuştu.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: M.K.Immortal - 12 Şubat 2014, 19:20:29
Ters köşe oldum biraz :D Neden bu saldırıyı yaptılar ki düşüncesi hakim şu anda. Kendi içlerinde bile bir karmaşa mı söz konusu yoksa? Ya da kan bankası mıydı orası sadece? Soruların cevabını zamanla öğreneceğiz anlaşılan. Ellerinize sağlık.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: Stormholder - 13 Şubat 2014, 00:19:31
Klasik bir soygun gibi gelmisti basta ama devami merak uyandirici :) Son paragrafta "haydaa" demekten kendimi alamadim  ;D
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: duhan - 13 Şubat 2014, 00:35:16
Kurguya feci yoğunlaşmış durumdayım iki final arasında kaldım şimdiden. Biraz uzun soluklu olacak mecburen ve finali akışa bırakmaya karar verdim aslında. Tüm bölümler kendinden önceki soruları cevaplayacak şekilde olacak. Ters köşelerin devamı gelebilir seviyorum böyle şeyleri. Okuduğunuz ve yorumlarınızı esirgemediğiniz için teşekkür ederim
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: Stormholder - 13 Şubat 2014, 00:46:06
Alternatif finaller bazen bas agrisi olabiliyor. Cunku her biri digerinden ayri bir guzel gelir. Acikcasi iki farkli finali de okumak isterim. Tabi uzun soluklu olacagini belirtmissiniz muhtemelen kurgu olarak dallanmalar soz konusu. Gonul ister ki anlatmak istedigimizi hemen anlatabilsek; icimizde kalmasa :) Tekrardan kaleminize saglik.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: serhan1310 - 14 Şubat 2014, 14:39:21
ıcınde vampırler oldugu ıcın basta es gecıp okuduktan sonra tek solukta bıtırererek eeee sımdı dıye mausu caresızcw asagı surukleyıp devamını arama durumuna dustum. Yaslı adam oyle sıgara ıcıyokı benımde ıcessım geldı ılk basta marlboronun eskı reklam fılımındekı meshur kovboyu canlandı gozumde. Bankadakı catısma sahnesı cok ıyıydı. Matrıx 1 fılmındekı o meshur slow motıon catısma canlandı adeta. Onemsız bır soforun bıle aractakı hareketını tasvırın bır hıkayeden daha cok sankı fılım senaryosu hıssı uyandırdı bende kı bu benım gercekten sevdıgım bır olay. Devamını merak ettım neden nıye ve artık su vampırler amaclarını acıklansın yaff :)
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: duhan - 14 Şubat 2014, 14:44:37
ıcınde vampırler oldugu ıcın basta es gecıp okuduktan sonra tek solukta bıtırererek eeee sımdı dıye mausu caresızcw asagı surukleyıp devamını arama durumuna dustum. Yaslı adam oyle sıgara ıcıyokı benımde ıcessım geldı ılk basta marlboronun eskı reklam fılımındekı meshur kovboyu canlandı gozumde. Bankadakı catısma sahnesı cok ıyıydı. Matrıx 1 fılmındekı o meshur slow motıon catısma canlandı adeta. Onemsız bır soforun bıle aractakı hareketını tasvırın bır hıkayeden daha cok sankı fılım senaryosu hıssı uyandırdı bende kı bu benım gercekten sevdıgım bır olay. Devamını merak ettım neden nıye ve artık su vampırler amaclarını acıklansın yaff :)

İnsanı yazmaya teşvik eden bu güzel yorumun için teşekkür ederim. Okuduğum şey de olduğu gibi yazarken de, anlatmak istediğim şeyin tam olarak okurun gözünde canlanmasını isterim. Bu yüzden yazdıklarım genelde senaryo detayında olduğu söylenir en azından 3-4 kez duydum bunu okuyanlardan. Hoşuma gidiyor. Yaşlı adam tiryaki :D Vampirlerden ben de sıkıldım o yüzden değişik bir kurguya yöneldim. Herşeyin bir sebebi var ve ilerledikçe öğreneceğiz. Hiçbir şey havada kalmayacak merak etme :D biraz sabredersen yakında devamını yayınlayacağım.

Tekrar teşekkürler.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: grikunduz - 14 Şubat 2014, 17:17:24
Şimdi ilk önce hikaye hakkındaki yorumumu yapayım. D:

Hikaye güzel ilerliyor ve gizem geçen her saniyede büyüyor. Sorular bariz; Vampirler neden özellikle kan üreten bir binaya saldırsınlar? bu vampirler arasında bir tür iç savaş belirtisi mi? Bir şey çalmadılar, sadece yıktılar. Bu bilinçli bir kaynak saldırısı galiba. (Aklımda Middle Earth 2'de ağaçlarıma saldıranlar geldi, hiç sevmezdim onları. Hain Uruk-Hai'ler)

Kurguyu geçip dile gelecek olursak, yazım şeklin çok güzel bu hikayede. Hem betimlemeler bol hem aksiyon çok, ayrıca dilinin sadeliği de okumayı kolaylaştırıyor lakin sende kendimde de sürekli gördüğüm ve düzeltmeyi bir türlü başaramadığım bir üslup hatası görüyorum. Çok süslüyoruz ve dikkatleri hikayeden uzaklaştırıyoruz. Yapmamak lazım. :D (Çok mu ukalalık ettim ya. Eğer öyleyse gerçekten üzgünüm amacım o değildi. :))

Şimdi öykü dışındaki muhabbete gelelim, arkadaş bunu niye burada konuşuyorsunuz ya gidin tartışma bölümüne allalla. -Yok ya bunu demiyecektim şey diyecektim. :D- İskele genelinde yorum yapılmamasının asıl sebebi -kanımca- okurların "hele bir tamamlansın, hepsini okuyayım öyle yorumlayayım" algısı. Ancak bu algıya karşın geçen bölümlerde yorumlanmayan yazarlarda ise başka türlü bir algı oluşuyor. "Kimse yorumlamıyor demek ki kimse okumuyor, ben en iyisi bununla uğraşmayım" Elbette bu da bir tür kısır döngü oluşturuyor. Ayrıca okurlara da hak vermek lazım. Son bir yıl içinde kaç tane uzun soluklu öykü sonlandı ki? Bu yüzden insanların ciddiye almaları için hikayeyi bir yere taşımak gerekiyor. Kısacası babamın dediği gibi, sokranmakla olmaz kaldırıp, çalışmak lazım. :D

Not 1:
Alıntı
bu konu dışı muhabbette sadece grikunduz yok
kambersiz düğün olmaz. :D

Not 2: Tiryaki mi? Bu mudur yani? Benim aklımda kaç senaryo oluşmuştu. Sigaranın pahalılaştığı bulunmasının imkansızlaştığı falan. :D

Son olarak da her zamanki gibi Devamını bekliyoruz efem. :D


Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: duhan - 14 Şubat 2014, 17:34:05
Şimdi ilk önce hikaye hakkındaki yorumumu yapayım. D:

Hikaye güzel ilerliyor ve gizem geçen her saniyede büyüyor. Sorular bariz; Vampirler neden özellikle kan üreten bir binaya saldırsınlar? bu vampirler arasında bir tür iç savaş belirtisi mi? Bir şey çalmadılar, sadece yıktılar. Bu bilinçli bir kaynak saldırısı galiba. (Aklımda Middle Earth 2'de ağaçlarıma saldıranlar geldi, hiç sevmezdim onları. Hain Uruk-Hai'ler)

Kurguyu geçip dile gelecek olursak, yazım şeklin çok güzel bu hikayede. Hem betimlemeler bol hem aksiyon çok, ayrıca dilinin sadeliği de okumayı kolaylaştırıyor lakin sende kendimde de sürekli gördüğüm ve düzeltmeyi bir türlü başaramadığım bir üslup hatası görüyorum. Çok süslüyoruz ve dikkatleri hikayeden uzaklaştırıyoruz. Yapmamak lazım. :D (Çok mu ukalalık ettim ya. Eğer öyleyse gerçekten üzgünüm amacım o değildi. :))

Şimdi öykü dışındaki muhabbete gelelim, arkadaş bunu niye burada konuşuyorsunuz ya gidin tartışma bölümüne allalla. -Yok ya bunu demiyecektim şey diyecektim. :D- İskele genelinde yorum yapılmamasının asıl sebebi -kanımca- okurların "hele bir tamamlansın, hepsini okuyayım öyle yorumlayayım" algısı. Ancak bu algıya karşın geçen bölümlerde yorumlanmayan yazarlarda ise başka türlü bir algı oluşuyor. "Kimse yorumlamıyor demek ki kimse okumuyor, ben en iyisi bununla uğraşmayım" Elbette bu da bir tür kısır döngü oluşturuyor. Ayrıca okurlara da hak vermek lazım. Son bir yıl içinde kaç tane uzun soluklu öykü sonlandı ki? Bu yüzden insanların ciddiye almaları için hikayeyi bir yere taşımak gerekiyor. Kısacası babamın dediği gibi, sokranmakla olmaz kaldırıp, çalışmak lazım. :D

Not 1:
Alıntı
bu konu dışı muhabbette sadece grikunduz yok
kambersiz düğün olmaz. :D

Not 2: Tiryaki mi? Bu mudur yani? Benim aklımda kaç senaryo oluşmuştu. Sigaranın pahalılaştığı bulunmasının imkansızlaştığı falan. :D

Son olarak da her zamanki gibi Devamını bekliyoruz efem. :D




yorumun için teşekkürler. Sadece sigara konusuna deyinmek istiyorum.
Evet tiryaki. :D çok seviyor.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: duhan - 17 Şubat 2014, 14:54:53
Yazdığım hikaye bir yayınevinin dikkatini çekmiş. Aslında yabancı bir yayınevinin türkiye bağlantısı mı yoksa adamımı demek doğru bilmiyorum. Başka bölüm olup olmadığını sordular hazır olan bir kaç bölümü gönderdim, kurgunun seyri ve final hakkında bilgi istediler, detaya girmeden bilgi verdim, onlar da bir teklifte bulundular. Hafta sonu bir kaç görüşmemiz oldu bu işlerden pek anlamadığım için bilen birisinden yardım istedim. onlar tekliflerini iletti biz de değerlendiriyoruz pek iç açıcı gelmedi ama olumlu  ya da olumsuz sonuçlanana kadar bu hikayeye devam etmemei rica ettiler ben de etik olarak kabul ettim. sanırım yarın netleşecek. olumlu olursa devam edemeyeceğim ama olumsuz olursa kaldığı yerden sürdürmeyi düşünüyorum. takip eden arkadaşları beklettim bir kaç gündür ama durum böyle. Büyük ihtimal yarın kesinlik kazanacak.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: M.K.Immortal - 17 Şubat 2014, 15:00:57
Sevindim valla duhan :) Hele ki yabancı yayınevinin dikkatini çekecek gibi bir işe imza atman çok daha güzel. İnşallah olumlu bir sonuç çıkar da kitabını okumamız nasip olur :)
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İki Yeni bölüm eklendi )
Gönderen: duhan - 17 Şubat 2014, 15:28:16
Sevindim valla duhan :) Hele ki yabancı yayınevinin dikkatini çekecek gibi bir işe imza atman çok daha güzel. İnşallah olumlu bir sonuç çıkar da kitabını okumamız nasip olur :)

teşekkür ederim immortal. Hayırlısı neyse o olsun inşallah.
Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İkinci Bölüm - Gümüş Konsey Prologue )
Gönderen: duhan - 02 Nisan 2014, 16:15:00
GÜMÜŞ KONSEY

İlk başladığında kimse bu raddeye geleceğini tahmin bile etmemişti. Avrupa cadılara alışıktı ve bunun da cadıların işi olduğunu düşünmüştü herkes. Pek umursanmadı ilk başlarda. Ne de olsa kurbanlar hayvanlardan müteşekkildi.  Cadılara neler yapıldığını çok iyi biliyordu herkes ve bu cürete de hayret ediyordu bir yandan.
Katledilen hayvan sayısı arttıkça, rahatsız olmaya başlamıştı herkes. Kiminin kümes hayvanları, kiminin tek geçim kaynağı inekleri, koyunları üçer beşer katledilmeye başlayınca homurtular da çoğalmıştı. İşin garip olan tarafı; hayvanları kim ya da ne telef ediyorsa çok garip bir yol benimsemişti. Hayvanların hiçbir yerine zarar vermiyor sadece kanlarını içiyordu. Cadı avı sonuç vermemiş, olayların mahiyeti ve sayısı her geçen gün artmaya başlamıştı. Silah niyetine kullanılabilecek ne varsa kapıp yola düşmüştü insanlar. Kazmalar, kürekler, tırpanlar işi çiftçilik olanların ellerinde, kılıçlar, palalar ve mızraklar kullanmasını bilenlerin ellerindeydi.
 
Bir gece yarısı gerçekleşen saldırının ardından düşmüşlerdi yola. Ormanda saklanıyordu cadı. Güçlü bir söylentiydi bu. Saklanmak için bundan daha iyi bir yer de olamazdı herhalde. Kalabalık grup ellerinde meşalelerle ormanın derinliklerine yürüdü. Geride kalanlar merak ve endişe içinde beklerken, gece yerini gündüze bırakmıştı. Onca zamandır ne gelen olmuştu ne de giden. Yeni bir grup oluşturup, gece gidenleri aramaya çıkmışlardı. Gün tekrar batana dek arayıp taramışlar ama  ne cadıdan ne de ava çıkanlardan bir iz bulamamışlardı.

Endişe yerini korkuya bıraktığında, köy meydanını siluetlere boğan meşale ateşlerinin altında ne yapacaklarını tartışan insanların aklına gelen tek şey, kraldan yardım istemekti. Fikir birliğine vardıkları tek konu buydu. Sabah gün doğmadan yola düşecekti ulak. İyi at binen, cesur bir genç talip olmuştu göreve. Şansları yaver giderse, yanında Kral’ın askerleriyle dönecekti.

Plan buydu ama uygulamaya fırsatları olmamıştı. Bir gece önce cadıyı avlamaya giden grup geri dönmüştü. Dönmüşlerdi ama gittikleri gibi değil… Hayvanlara neler olduğunu anlamaya başlamıştı herkes ama bunu kimseye anlatamayacaklardı. Babalar çocuklarını, abiler kardeşlerini, annelerinin boynuna acımasızca geçiriyordu dişlerini. Köy meydanını dolduran titrek meşale alevleri ve çığlıklar azalarak tükendiğinde, karanlık  ve sessizlik tekrar egemen olmuştu geceye.

Kim savaşmaya çalıştıysa başarılı olamadı. Ya öldüler, çoğunlukla da savaştıkları şeye dönüştüler. Sayılarının hızla artması yetmezmiş gibi, ölümsüz olduklarına dair çıkan dedikodular insanları derin bir korkuya hapsetmişti. Kimse gün battıktan sonra dışarı çıkmaz olmuştu, evlerin kaplarını pencerelerini sıkı sıkı kapatmak yapabilecekleri tek şey olsa da, pek işe yaradığı söylenemezdi.

Kılıç ve okla öldürülemedikleri söylentisi, bu yaratıkları insanların gözünde birer canavara dönüştürmüştü. Hatta tanrının kendilerini cezalandırmak için gönderdiği cehennem yaratıkları olduklarını düşünüyorlardı.  Zaman içinde organize olan insanlar, kendilerine özgü savaş teknikleri geliştirerek bu yaratıkların hakkından gelmeye çalışıyordu. Savaş her yerde devam etse de çok başarılı oldukları söylenemezdi. Her karşılaşma sonrasında yeni bir söylenti yayılıyor ve bu da insanların korkusunu körüklüyordu.

Ölmüyorlardı. Kılıç onları öldürmüyor, vücutlarına saplanan onlarca ok hızlarını bile kesmiyordu. İnsanlara göre çok daha hızlı ve çeviktiler. Sayısal üstünlük insanlarda olsa da, niteliksel üstünlük bu yaratıklardaydı.
Azılı düşman ve olanakların yetersizliği yetmezmiş gibi, yardım istenecek kimseler de yoktu. Birkaç bölgede görülen bu olaylar, hep münferit cadı vakaları olarak algılanıyordu. Kan içen, ölümsüz yaratıklar krallara komik gelmekten öteye gitmemişti. Kara büyücüler ve cadılar vardı ama kan içen bu yaratıkların varlığına inanmak komik geliyordu nedense.

Bu lanet derebeyleri ve soylular arasında da yayılmaya başladığında, işler daha da zora girmişti. Eli kolu uzun bu nüfuzlu kişiler kendilerini saklamakta zorluk çekmiyordu artık. Sahip oldukları imkanlar her yerde insanların aleyhine şartlar doğuruyordu. Bir avuç insan dışında “Vampir” adını taktıkları bu yaratıklarla mücadele eden kimse yoktu.  Tek çare organize olup, mümkün olduğunca gizli çalışarak, bu yaratıklardan kurtulmaktı. Kurtulmak mümkün değilse de, en azından kontrol altında tutmaktı. Gizli kalmak ilk ve en büyük şarttı. Keza kimin hangi tarafta olduğunu bilmeye imkân yoktu. Bu şartlar altında direniş savaşa dönüşmeye başlıyordu.

*******

Gümüş Konsey, yıllarca süren yerel savaşların ardından kurulmuş, din adamlarından ve zenginlerden destek alan, cesaret ve savaşçılıklarıyla nam salmış şövalyelerden oluşan gizli bir topluluktu. Bir keresinde, bir çatışma esnasında yakalanan bir yaratık üzerinde günlerce deneyler yapmışlar, onları nasıl öldürebileceklerini bulmaya çalışmışlardı. Bu çalışmalar esnasında, bu yaratıkların gümüşe aşırı tepki verdiğini görmeleri, karanlık tünelin ucunda beliren bir ışık olmuştu.  Vücuduna sapladıkları gümüş bir hançer, yaratığın acılar içinde, çığlıklar atarak mum misali erimesiyle sonuçlanmıştı. Bu olaydan sonra kurdukları bu birliğin adını Gümüş Konsey olarak belirlemiş ve savaşmaya devam etmişlerdi.

12 kişiden oluşan konseyin her bir üyesi kendi bölgesinde savaşı devam ettirmekten sorumluydu. Ayda bir kez bir araya gelip strateji belirliyorlardı. İçlerinden birinin yeni öğrendiği bir bilgi varsa paylaşıyorlar, yeni silahlar bulma hususunda çalışıyorlardı. Savaşta en çok ihtiyaç duyulan şey, insan gücüydü.  Nitelikli ve cesur asker ihtiyacı had safhadaydı. İnsanları bu savaşa ikna etmek ve bu yaratıklarla karşı karşıya geldiklerinde, onları savaş meydanında tutabilmek oldukça zor bir işti.


Başlık: Ynt: Kan Döngüsü ( İkinci Bölüm - Gümüş Konsey Prologue )
Gönderen: duhan - 02 Nisan 2014, 18:04:36
TOPLANTI - Sonun Başlangıcı

Atını dikkatle mahmuzladı. Sağ tarafında uzanan ve arzın merkezine kadar gidiyormuşçasına dipsiz gözüken uçuruma düşmemek için gözünü dört açmak zorundaydı. Önündeki atla birkaç metre mesafe bırakmıştı ki ters bir durumda  manevra yapmaya vakti kalsın. Toplantı her ay başka bir yerde yapılıyordu. Güvenlik ve gizlilik için alınmış bir önlemdi. Bir ulak gizli mühürle mühürlenmiş bir mektubu kendisine getirir o da yola düşerdi. Belirlenen buluşma yerinde, kendisine rehberlik edecek adamla buluşur ardından toplantının yapılacağı yere giderdi.

Bu rutin bir uygulamaydı ve konseyde ki herkes için geçerliydi. Toplantı için bu kez hayli zor bir yer seçmişler diye düşündü. İnsanın buraya gelmeyi istemesi için ya deli ya da çok cesur olması gerekiyordu. Yolculuk boyunca geçtiği yerleri, atlattığı badireleri düşündükçe, dönüş yolu şimdiden ıstırap vermeye başlamıştı ona. 

Ayazın insanın kemiklerine bir bıçak gibi işlediği, keçi oylundan bile berbat bir patikanın sonuna kurulmuş bir köydü burası. Aslında köy demek pek doğru olmazdı. Topu topu 6 ev vardı ve biri hariç hepsi enkazı andırıyordu. Birbirine oldukça yakın inşa edilmiş evlerin hemen ardından dümdüz bir duvar gibi yükselen dağın zirvesini kaplayan şey bulut mu yoksa sis mi bilmek mümkün değildi. İnsan niye böyle bir yerde yaşamak ister ki diye düşündü  Lord Valon.

Ayaklarının tutulduğunu ancak atından indiğinde anlayabildi. Bunun sebebi yorgunluk mu yoksa insanın sümüğünü bile donduracak kadar soğuk olan hava mı tam olarak bilmiyordu ama bildiği tek şey, bir an önce sıcak bir yer ve bir kap sıcak çorba bulamazsa bu dağ başında heykele dönüşerek öleceğiydi.  Deli gibi soluyan atına acıyarak baktı Valon. Zavallı hayvanın yüzü gözü salya sümük içinde kalmıştı. Rehberi atından inip, onun da atını yularından çekiştirerek ahır için bile fazla harap görünen yapıya doğru yürürken, o da toplantının yapılacağı yer olduğunu anladığı kulübeye doğru yürüdü.

Yer yer çürümüş, yer yer çakıldıkları yerden sökülmüş tahtaların örttüğü, çatısının bir kısmı içeri doğru göçmüş, etrafındakilere göre oldukça iyi durumda olduğu varsayılabilecek bu kulübenin toplantı için en uygun yer olduğunu düşünmekle hata yapmadığını anlaması uzun sürmedi. İçeriden sızan cılız ve titrek ışık ta bu fikrini güçlendirmişti. Yıkılacakmış gibi duran ahşap kapıyı dikkatli ve yavaşça itip, içeri girdi. Uzun boyu eğilmeden geçmesine izin vermemişti. Tutulmuş bacakları gibi beli de isyan etti kamburlaşınca. Kapıyı geçip durdu ve  sağlamlığı konusunda derin şüpheler uyandıran uzun masa haricinde yine tuzakmış gibi görünen tahta sandalyeler haricinde herhangi bir şey barındırmayan kulübeyi hızlıca taradı. Sağ ve sol duvarlara takılmış meşalelerden çıkan kesif is kokusu, oksijen bombardımanına alışmış ciğerlerini yakıyordu.

Dışarıdan gelen nal sesleri gelen başka birilerinin habercisiydi. Masanın uzak ucunda oturan kapüşonlu adam usulca ayağa kalkıp, konuşmadan selamladı Valon’u. Nal sesleri uzaklaşırken, ahşap kapı gıcırdayarak tekrar açıldı. İçeri giren adam yine Valon gibi eğilmek zorunda kalmıştı. Yorgunluğu ve üşümüş olduğu her halinden belli olan adam, konuşmadan başıyla elam verdikten sonra, içerideki tek ısı kaynağı olan meşalelere doğru yürüdü. Sobada ellerini ısıtırmışçasına siper etti birkaç saniye. Buz kesmiş derisine işleyen sıcaklık hoşuna gitmişti.

Gece boyu nal sesleri, at kişnemeleri eksik olmadı. 12 kez açıldı kapı ve son sandalyenin de sahibi geldiğinde toplantı başladı. Şahsen tanışan bu adamlar birbirleri hakkında çok fazla bir şey bilmiyordu. Zaten bilmeleri de gerekmiyordu. Ne kadar az bilgi o kadar az risk demekti. Herkes sadece verilen görevi ifa etmekle yükümlüydü ve merak içinde olmak bu görevler arasında yoktu.