(http://chapellerie-western-classic.wifeo.com/images/w/wes/western.jpg)
KÖTÜ PARA - Üç Kurşun
"Marco Cadda, ölmeden önce söylemek istediğiniz bir şey var mı?"
"Canınız cehenneme!"
Son sözlerim üzerine kasaba halkı gülme krizine girdi. Herkes eğleniyordu, bende eğleniyordum. Özellikle Şerif Dakota, hepimizden çok eğleniyordu. Benim gibi azılı bir banka soyguncusunu ilk fırsatta yakalamak büyük beceri gerektirirdi; şerifte bu fırsatı değerlendirebildiği için kendisini becerikli bir adam sanıyordu. Ahmak herif!
Kasaba halkına acıyordum. Böyle korkak, kendini bir avuç para için satacak birini şerif seçmişlerdi. Doğrusunu söylemek gerekirse adam şanslıydı. Beni, Meksikalı bir kızla yatarken yakalamıştı. Belki de kızı o, ayarladı. Eğer öyleyse beklediğimden çok daha akıllı.
İnsanın birkaç dakika sonra öleceğini bilmesi ve buna rağmen korkmaması çok tuhaftı. Hiçbir şey hissetmiyordum. Kızgın güneş, yüzümü yakarken bile. Leşçi akbabalar gökyüzünde beni selamlıyorlardı. "Ahbap, ölmeni bekliyoruz."
Şehir haklı sabırsızlanmıştı. Karılar kocalarına bir şeyler fısıldıyor, belki de bana lanet okuyorlardı. Eğer ellerinden kurtulur da kaçarsam diye korktukları için çatılara yerleştirdikleri adamların namlularının ucu kafama doğru nişan almıştı. Eh, anlaşılan her türlü ölecektim. Ayağımın altındaki sandalye de sürekli sallanıyordu. Rahip, duasını bitirdiğinde asılmış olacaktım. "Ulu tanrım, bu adamın kötülüklerini affet."
İpin ucu boğazıma geçirildi. Ölüm. Gençliğimden beri ölüm ve ben... Yakın dost sayılırdık. Annemin ve babamın öldürülüşü, eski çeteden arkadaşlarımın ölümü ve hapishanede bize uygulanan işkenceler...
Hepsinin ismini hatırlıyorum: Yılan John, Garold, Sosa, Kızıl Peter...
O eski çeteden geriye bir ben kalmıştım. Fırtınalar estirdiğimiz yılları hatırlıyorum. Biz beşli, kuru topraklarda atımızı sürerdik. Geçtiğimiz her kasabada ismimiz ve resimlerimiz asılmış olurdu. Kızıl Peter, "şu resmimi görse babam benimle gurur duyardı," derdi. Evet. Gurur duyarlardı. Oğulları soyguncu olduğu için gurur duyarlardı.
Ayağımın altındaki sandalye kaldırılıverdi. İp boğazımı sıkmaya, beni boğmaya başladı. Ayaklarım istem dışı boşluğu tekmeliyor, çırpınıyordu. "Tanrım! Ölüyorum." Zar zor nefes alıyordum. İpin yakıcı sıcaklığı boğazımı alev gibi yakıyordu. Nefes alış-verişim yavaşlamıştı.
Şerif, kasabalı halk, çocuklar... Hepsi gülümsüyordu bana. Gözlerim kayıyordu. Karanlığı değil. Aydınlığı, beyazlığı görüyordum. Akbabalar, kanatlı meleklere dönüşmüştü. Gülümsüyordum. Şerifte sırıtıyordu.
"Cehennemde görüşürüz, evlat." Evet. Görüşürüz şerif.
Bir anda, kalabalığın içinden biri ateş etti. Bir duman... Asılı olduğum ip kesildi ve yere yuvarlandım. Kalabalığın ayakları arasında sürünmeye başladım. Kargaşa yüzünden halk dağılmaya başladı. Çatıdaki adamlar bir bir vurulup aşağıya süzüldü. İşler tersine dönmüştü.
Hala nefes alıyordum ve sanırım bugün ölmeyecektim. Şerif, şimdi sırıtabiliyor muydu acaba? Onu göremiyordum. Kaçıp gitmişti herhalde.
Saman yığınlarına doğru süründüm. Çatışma şiddetlenmişti. Göremediğim iki adam, şerifin adamlarıyla çatışıyordu. Adamlardan biri yanıma yaklaşıp bana silah uzattı. Silahı kaptım. Nişan almadan rastgele etrafa ateş etmeye başladım. Bir yandan da atların olduğu tarafa doğru koşuyorduk. Bana yardım edenler kimdi merak ediyordum. Ama zamanı değildi.
Atletik bir hareketle benim için getirilen ata bindim. Atlarımızı çıkışa doğru sürerken, bir çiftçi at arabasıyla gidiş yolumuzu kapadı. Sağ tarafa dönüp başka bir sokağa girdik. Çatılarda atlayan, zıplayan adamlar bizi takip ediyordu. Dagwood Kasabası yazan tabelanın altından tozu dumana katarak çıktığımızda arkama bakmak için fırsat buldum.
Şerif ve on adamı arkamızdaydı. Adamlardan birine nişan aldım. Namlu, elimde sağ sola sallanıyordu. Bir patlama ve duman... Adamlardan biri yuvarlandı. Onu boğazından vurmuştum.
Yandaşlarımdan biri geriye doğru döndü ve arkadaki adamlardan birini vurdu. Çok iyi ateş etmişti. Anlaşılan işini bilen birileriyle beraberdim. Atlarımızı dağlara doğru sürerken, kalkan dumanlar gözümü rahatsız ediyor, önümü görmemi engelliyordu. Tekrar arkaya dönüp ateş ettim. Adamlardan biri atından düştü. Sonra arkamızdakiler gruplara ayrıldı. Bende başka yöne dönmeye karar verdim ve atımı sola döndürdüm. Sağa doğru gitmeye yeltenen iki dostum, yönlerini sola çevirdiler; beni takip ediyorlardı.
Korkmamıştım. Belki çetelerine lider arayan biriydiler. Bizim buralarda bu durum çok yaygındı.
Adamlardan birinin yüzünü görme fırsatım oldu. Genç ve beyaz tenli bir İrlandalıydı.
Uzun ve dağınık turuncu saçları şapkasının altından dalgalanıyordu. Şerif ve adamları ortalıktan kaybolduğunda gölgeli bir ağacın altında durduk. Hemen atımı ağaca bağladım. Silahımı onlara doğrultum.
"Evet, beyler. Kim olduğunuzu söyleme vakti geldi."
Adamlardan biri atından indi. Şapkasını çıkardı. Onu tanımıştım. "Yılan John!" Silahımı indirdim. "Sen ölmüştün!"
Gülümsedi. Biraz yaşlanmıştı ama hala beyaz dişlere sahipti. "Beni öldürmek için bir mermi yetmez." Gömleğini açıp eski yarasını gösterdi. Tam göğsünden vurulmuştu. Ama hala dimdik ayaktaydı. "Beni nasıl buldunuz?"
"Arada bir gazetelere baksan iyi olur." Yanındaki İrlandalı`ya baktım. "Bu kim?"
"Bu, Malcolm. Onunla barda tanıştım. Son derece güvenilir biri." Birbirimize selam verdik. Eğer John, güvenilir diyorsa güvenilirdi. Eyerlerimizi indirdik. Ben bir ateş yaktım. Ateşin başına oturduk ve gecenin sonuna kadar sohbet ettik.
Kendimi geliştirmek adına her gün yeni bölüm yazıp bir gün arayla yayınlamaya karar verdim. Bu hikaye kesinlikle devam edecektir. Akşam kovboy filmi izledim, biraz onun etkisi oldu ;D