Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: M.K.Immortal - 15 Ocak 2015, 10:46:10

Başlık: Zeka ve Haz
Gönderen: M.K.Immortal - 15 Ocak 2015, 10:46:10
Not: Uzun bir aradan sonra vakit bulup tekrar öyküler yazmaya ve yayınlamaya vakit bulmanın mutluluğu bir başka diyebilirim :) Yine de şimdi paylaşacağım öyküm bir sene önce Gio Ödülleri 2014 için yazmış olduğum öyküdür. Şimdiden okuyan arkadaşlara çok teşekkürler.



   Karanlık gecenin siyaha mahkûm olma kuralını bozan renkli ışıklar, etraftaki insanları olay mahallinden uzak durmaları konusunda uyarıyordu. Etrafta toplanmış insanlardan yükselen fısıltıların arasından seçilebilen tek ses ise öfkeyle yankılanıyordu.

   “Hay anasını satayım!”

   Aylardır bir katilin peşindeydiler ve ondan geriye birkaç kesik hologram görüntüsünden başka bir şey yoktu. Gelişen teknolojisi sayesinde yıllardır yasalara karşı çıkanları yakalamışlar, birçok davayı çözmüşlerdi ve suç oranının düşmesine neden olmuşlardı. İnsanlar ise güvenli sokaklarda korkusuzca ve özgürce hareket edebiliyorlarken, uzun yıllardan sonra bir seri katilin içlerine saldığı korkuya kapılmaya başlamışlardı.

   Katilin son kurbanı yirmi yedi yaşındaki genç bir kızdı. Bir gün önce İş yerinden çıkıp arkadaşlarıyla barda biraz zaman geçirmişti. Eğlenceli saatler, arkadaşlarından ayrılıp evine giden ıssız yola girmesiyle, tıpkı hayatı gibi son bulmuştu. Sarı saçları, omurgasına kadar kesilen boynundan fışkıran kanlar ile kızıla boyanmıştı.

   Seri katilin izlerinden biriydi bu öldürüş şekli. Kurbanlarının boyunlarını kesip onları yüz üstü yatırıyor ve sırtlarına, bıçağıyla insanlığa ders verircesine yazılar kazıyordu.

   “İnsan beyni ile teknoloji yarışamaz!” yazmıştı son kurbanının sırtına. Her mesajında sanki polislerle alay ediyor, onların aptallıklarını teknoloji ile kapatamayacaklarını ima ediyordu.

   Olayın fazlasıyla uzaması üzerine ülkenin en ünlü dedektifini olay mahalline çağırmışlardı. Polisler genelde detektifler ile çalışmayı sevmeseler de, gün geçtikçe yakalanamayan katil yüzünden halkın tedirgin olması ve polise olan güvenlerinin azalması nedeniyle bu meseleyi bir an önce sonuca ulaştırmak için yardım almayı kabul etmişlerdi.

   Suçluları yakalamak konusunda polislerin en önemli yardımcılarından biri olan Q2 aletinin olay yerine kurulumu sırasında, bir adam sarı şeritleri eliyle kaldırıp engeli aşmaya çalışıyordu. Adamın yanında bitip onu durdurmaya çalışan polisi engelleyen ise Komiser Fuat oldu.

   “Hop, sakin ol. Sorun yok, bize yardım etmesi için çağrıldı kendisi.”

   Dedektifin kendinden emin, kısık gözleriyle fırlattığı bakışlarını, dudağının kenarıyla gülümsemesi tamamlıyordu. Çenesini sağa ve sola hareket ettirerek çiğnediği şeye bir süre ara verip öylece durdu.

   Her ne kadar Haven ve Q2 teknolojileri çıktığından beri dedektiflere ihtiyaç duyulmasa da, yine de arada sırada çıkan, bu teknolojileri alt edecek kadar akıllı olan insanları yakalayacak özel kişiler bulunuyordu dünyada. Polislerin yetersiz kaldığı zamanlarda bu kişilere danışılıyordu.

   Dedektifin, son zamanlar fazlasıyla satılan kevlar ve poliüretan destekli pantolon giymesi dış dünyaya olan güvensizliğini sergiliyordu. Mavi pantolonunu, siyah kalın tabanlı spor ayakkabılarını ve siyah tişörtünü, giydiklerine zıt düşen turuncu bir atkı tamamlıyordu. Renginden çok, temmuzun ortasında atkı takmış olması insanlar tarafından garipsense de Dedektif Yavuz insanların ne düşündüğünü umursamıyordu. Her ne kadar aykırı giyim tarzı ve hareketleri olsa da insanların ilgisini çeken bir yanı daha vardı. Siyah gözleri, uzun favorileri, üç numara kestirdiği saçları ve çocuksu yüz hatları vardı. Hatta çocukken geçirdiği kaza yüzünden, ortası çıkmayan sağ kaşına rağmen yakışıklı bile sayılırdı.

   “Merhaba Dedektif” diyerek söze girdi Fuat, ellerini şişman göbeğinin iki yanına atarak. Pantolonunu zar zor turan kemerinin üzerindeki rozetini ön plana çıkartmak amacıyla daha da gerinip, kendisine dikkat dahi etmeyen dedektife varlığını göstermek için bıyığının altından sesini yükseltti. “Sizi buraya neden çağırdığımızı biliyor…”

   Daha cümlesini bitiremeden genç dedektif araya girdi.

   “Etraftaki insanları Haven’den geçirdiniz mi?” diye sordu. Amacı ön bilgiler almaktan çok onu heyecanlandıran bu olayı çözmekti.

   “Hayır” diyebildi sadece komiser. “Almalı mıydık?”

   Yavuz ters bir bakış atarken ağzındaki şeyi çiğnemeye devam ediyordu.

   “Her katil olay yerine kesinlikle döner diye bir şey duymadınız mı Komiser? Yaptığı şey hedonizmden başka bir şey değil. Ve onu yakalamaya çalışan sizlerin ne kadar başarısız olduğunu görerek kendisini eğlendirmek istemiştir. Yani olay yerine dönmüş olmalı.”

   “Bunun sadece haz ile alakalı olduğunu nereden anladın?” Komiserin sesinde merak vardı.

   “Altı cinayet ve hepsinde bir mesaj… Belli ki katilin derdi birilerini öldürmek değil, belirli görüşleri ve sizleri alt etmek.”

   “İyi ama şimdiye kadar riske girmemek için bir depolayıcı kullanmıştır. Haven’den geçirsek bile bunu anlayamayacağızdır.”

   Haven teknolojisinin isminin -namı diğer Hafıza Verileri Nakledici- İngilizcede “Sığınak” anlamına gelmesi,Türk mucitler tarafından özellikle seçilmişti. Cihaz, iki başlıktan ibaretti ve bir insanın beynindeki anıları depolayan protein zincirlerini bir başka insana nakletmesiyle çalışıyordu. Cihazın anıları değiş tokuş etmesinin yanı sıra, daha önce hiç işlenmemiş hafıza verilerini başka insanlara aktararak, diğer kişinin anılarının hiç yaşanmamış gibi göstermeye de yarıyordu.

   Hafıza tarama teknolojisi, hava alanlarında, ifade almalarda, büyük şirketlere girmeden önce ve önemli alanlarda sık sık kullanılıyordu. Ancak yasadışı olarak çalışan ve başka insanların saklamak istedikleri anıları kendisine aktaran, Depolayıcı adı verilen suçlular yüzünden her anıya ulaşmak mümkün olmuyordu. Her ne kadar unutulmak istenen anıların nakli için psikiyatrisler tarafından Haven kullanılsa da, yeterli miktarda parası olan katiller de, kurbanlarını öldürdükleri anılarını aktarmak için yasa dışı olarak Haven’i ve depolayıcıları kullanabiliyordu.

   “Sanmıyorum”diyerek konuşmaya başladı Dedektif. “Haz için buradaysa eğer geçmişini hatırlamak isteyecektir. Ne olduğunu bilmediği bir ortama bakarak bunu yapamaz. Eğer depolayıcı kullanmışsa bile, buraya gelmesi için kendisine bir not bırakmış olacaktır. Burayı gözlemledikten sonra kendi hafızasını geri alarak hazzını yaşayabilir. Haven taramasında insanların birkaç saat içindeki anılarını incelersek bir ipucu yakalayabiliriz. Buraya gelmesi için kendisine bıraktığı bir not mesela işimize yarayabilir.”

   Komiser de zekâ oyunlarına katılarak kendi düşüncelerini ustalıkla ifade etmeye başladı.

   “Ya katil, yolu üzerindeki yerlerde cinayet işliyorsa? Buradan geçeceğini bildiği için kendisine not bırakmak zorunda kalmayabilir.”

   “Birbirinden ellişer kilometre mesafelerde bulunan yerlerden mi geçiyor yani? Bunu yapabilecek tek kişi olayı soruşturan polislerden başka kimse olamaz. Belki kendi ekibinizi de Haven taramasından geçirmemiz gerekiyor, ne dersiniz?”

   “Polislerimiz her gün düzenli olarak taranıyorlar zaten. Bu durumda burada yetkili olup taramaya girmeyen bir tek siz varsınız…” Komiser bunu söylerken gözlerindeki şüpheyi gizlemiyordu.

   “Elbette. Taramayı yapıp işimize devam edelim o zaman. Ayrıca, işimizi garantiye almak adına, etraftaki insanları da hızlı bir taramadan geçirip verileri inceleyicilere teslim etmenizi öneririm.”

   Dedektif Yavuz, uzman tarafından getirilen başlığı takıp tarama için hazırda tutulan kamyonetin arkasındaki koltuğa geçti. Aracın içinde bilgisayarlar ve onlarca monitör vardı. Tarama veya nakil sırasında bazen dişleri sıkma veya yutkunma tepkileri verildiği için ağızda herhangi bir şey bulunmaması gerektiğini bilen Yavuz, ağzında çiğnediği şeyi eline tükürdü. Onu dikkatle izleyen Komiser ise, geldiğinden beri çiğnediği şeyin eski bir kalem kapağı olduğunu görünce bir kaşı havaya kalktı. Sıra dışı biri olduğunu görünüşünden ve önceden birlikte çalıştıkları zamanlardan biliyordu, fakat kalem kapağı çiğnemek şimdiye kadar en garipsediği şey oldu.

   Anılar pür bir düzgünlükte bulunmadığından, sahne sahne monitörlere yansıyordu. Cinayetin işlendiği saatlerde herhangi bir anısı yoktu Yavuzun. Birkaç saat sonra ise koltuğunda, onu uyandıran bir kadın ile başlıyordu görüntüler.

   “Bu kim?” diye sordu Komiser monitördeki kadını göstererek. Siyaha boyadığı saçları, yuvarlak yüzü, büyük ön dişleri ve beyaz teniyle güzel bir kızdı görüntülerdeki.

   “Ev arkadaşım. Bana kâğıt işlerinde yardım eder. Ayrıca romanımın da editörlüğünü yapıyor.”

   Kadın, Yavuz’u uyandırıp ona gelen telefonu anlattı. İşlenen cinayeti ve olay yerine gitmesi için çağrıldığını söylüyordu. Sonraki görüntüleri hızla izleyip hemen ardından, uykudan önceki anılarını görmek için görüntüyü geri sardılar. Uyumadan önceki ilk anısında ise, on saat önce, ev arkadaşıyla öğle yemeğini yiyip ardından koltuğuna kurulup uyumaya başlamasından başka önemli bir ayrıntı yoktu.

   Komiserin görüntülerde tek garipsediği şey, Yavuz’un sabahları uyuyup akşamları uyanık olmasıydı. Fakat kitap yazan ve geceleri iş yapan bir dedektif için gayet normal bir uyku düzeni olmalıydı bunlar.

   Dedektifin temiz olduğuna kanaat getiren Komiser, onunla birlikte tekrar olay yerine gitti. O sırada, olay yerine yerleştirilmiş olan Q2&V’nin çalıştırılmadan önce, kurulması gereken mavi çadır sokağa yerleştiriliyordu. Sokağın duvarlarından başlayıp üç metre kadar yükseğe çıkan çadırın kurulma sebebi, Q2’nin çalışıyorken insanlarda bilinç kaybı, Alzheimer hastalığı ve hatta beyin kanamasına kadar ciddi zararlar vermesiydi.

   Yavuz ve Fuat, çadırın kurulum işlemleri devam ederken, içeriye girilmesi için bırakılan açıklıktan süzülerek cesede doğru ağır adımlarla yürümeye başladılar. Cesedin yanında iki uzman delillerin resimlerini çekiyorlardı. İşlerini neredeyse tamamlamışlardı. Standart prosedürdeki işlerin tamamlanmasının ardından Q2 çalıştırılarak olayın nasıl gerçekleştiği öğrenilecekti.

   Yavuz, yerde yüz üstü yatan cesede dikkatlice bakarken, Komiser Fuat olayla ilgili ayrıntıları vermeye başladı.

   “Maktulün adı Serpil Temiz. Üç saat önce arkadaş grubundan ayrılıp evine doğru giderken öldürülmüş. Katil, neşter ile boğazını kesip üzerindekileri parçalamış ve sırtına bu yazıları kazımış. Daha önceki cinayetler ile aynı her şey.”

   “Ve yine ne bir kamera ne de net bir Haven görüntüsü çıkmayacak anlaşılan.”

   Fuat kaşlarını çatıp dedektife dikkatlice baktı. Şaşkınlığı, bu bilgiyi nereden öğrendiğiyle alakalı olsa da, birkaç saniye sonra onun bir dedektif olup cinayetleri en ince ayrıntısına kadar araştırıp, detayları öğrenmeye çalışan biri olduğunu anlaması uzun sürmedi.

   Yavuz, kafasını kaldırıp etraftaki binalara bakmak istese de, kurulan çadır yüzünden etrafını kaplayan mavilikten başka bir şeygöremiyordu. Yerde yatan ceset, yola yayılan kan, cesedin iki metre uzağına kurulan, yarım metre uzunluğunda, silindir biçiminde bir sopaya benzeyen Q2 ve etrafı aydınlatan bir başka silindirin ucundaki ışık kaynağından başka bir şey yoktu etrafta.

   Dedektif, yere eğilip cesedin sırtındaki yazıya dikkatlice bakmaya başladı.

   İnsan beyni ile teknoloji yarışamaz!

   Yazı, kadının kürek kemikleri arasına kazınmıştı. Keskin kesikler bazı yerlerde dışarı taşıyordu. Pıhtılaşmış kanla kaplı derinin üzerinde yazıyı ayırt etmek zor olmuyordu. Nedenini düşündü bir süre Yavuz. Katilin bu mesajları neden bırakmış olabileceğini merak ediyordu. Altı ceset ve hepsinde bir yazı vardı;

   “Teknoloji insana tapar!”, “İnsanların yarattığı şeyler, kendilerini yenebilir mi?”, “Kimse Tanrı değildir, ama herkes Azrail olabilir!”, “Her yükseliş ardından düşüşü getirir”, “Düşünün, düşünerek yaptığınız şeylere muhtaç kalmayın” ve son olarak “İnsan beyni ile teknoloji yarışamaz!” mesajları titizlikle kazınmıştı maktullerin sırtına.

   Katilin, zekâsını göstermek için bu cinayetleri işlediğini anlamasının tek nedeni verilen mesajlar değildi. Haven teknolojisinin ilk çıktığı zamanlar insanların tüm anıları izlenebildiği için suç oranı ciddi oranda düşmüştü. Ancak depolayıcılar çıkıp suç içeren anıları kendi hafızalarına aktarmalarıyla, eskisi kadar olmasa da tekrar suç oranı artmıştı.

   Q2 ile gelen, geçmişin izlerini görüntüleyebilme teknolojisiyle ise suç oranı tekrar neredeyse tamamen yok olmuştu. Fakat yine aykırı birisi çıkarak bu teknolojiyi alt etmenin bir yolunu bulmuş, işlediği cinayetlerin görülmemesine neden olmuştu. Sadece ara ara görüntüler yakalayabilen polisler ise bu deliller ile kılık değiştirmiş katil hakkında çok az bilgi sahibi olabilmişlerdi.

   “Hiç görgü tanığı yok mu?” diye sordu Yavuz bir sürelik sessizlikten sonra.

   Komiser kafasını iki yana sallayıp sıkıntılı bir iç çekmenin ardından cevap verebildi.

   “Yok yine anasını satayım. Balkonda yaşlı bir teyze varmış ama olay anında içi geçmiş dediğine göre. Sonradan cesedi görüp polisi arayan da o olmuş.”

   “Neden?” Yavuz sesli düşündüğünün farkında değildi. Elinde bir süredir oynadığı kalem kapağını tekrar ağzına atıp çiğnemeye başladı.

   “Ne neden?” diye sordu komiser.

   “Cinayetlerin yaşandığı sıralarda hep aynı ifadeler söz konusu. Olayı tam olarak görebilen birisi yok. Yavaşça katilin bir hayalet olduğuna dair inanışlar belirmeye başladı. Ne tam bir görüntüsü var ne de onu görebilen birisi. Neden? Veya doğru soru belki de nasıl olmalıydı. Nasıl kendisini gizliyor?”

   Delilleri inceleyen uzmanlardan birisi komiserin yanına gelip konuşmaya başlayana kadar sessizce cesede baktılar.

   “Komiserim, işimizi hallettik. Q2 için hazırız.”

   Komiser başını sallayarak onay verdikten sonra hep birlikte çadırın içinden çıktılar. Işık kaynağı da çadırdan çıkarıldıktan sonra içerisi hiçbir şekilde görülmeyecek şekilde tamamen kapatıldı. Aletin yaydığı yüksek miktardaki leptonların insanlara ulaşamayacağına emin oldukları zaman ise alet çalıştırılmaya başlandı.

   Elli yıl kadar önce atom altı parçacığı olan kuarkların hafızaları olduğu keşfedildi. 77 saatlik bir zaman diliminde geçtikleri her yeri hafızalarında tutabiliyorlardı. Quantum Quark Visioner adı verilen, Q2&V olarak bilinen ve kısaca Q2 olarak adlandırılan (halk arasında izleyici veya takipçi olarak bilinmektedir) cihaz ise bu izleri tıpkı bir video kaydı gibi hafızasına alabiliyordu.

   Kuarklar arasında gerçekleşen güçlü çekim ve elektromanyetik enerjilerinin, geçtikleri yerlerde farklılık göstermesine dayanarak hafızaları olduğunun keşfi sayesinde, uzun yıllardır teorik olarak söz konusu olan kuantum bilgisayarların veri kaydetme sistemi de gerçekleşmişti. Her hidrojen atomu içerisine sekiz gigabytelık veri kaydetme olanağı sunan bu keşfin üzerine yapılan en önemli cihaz ise Q2 olmuştu.

   Fakat Q2, sadece ortamda bulunan nesnelerin geçmişini görüntüleyebiliyordu. Genelde katilin düşürdüğü bir nesne varsa onun, 77 saat içinde şehirde nerelerde hareket ettiğini görebiliyorlardı. Genelde ise bu tip kanıtlar, katilin evini bulma fırsatını veriyordu polislere. Maktulün olay anında ne yaptığını ve nasıl öldüğünü de yansıtabilen teknoloji, sadece katilin yüzünü gösteremiyordu.

   Bunun üstesinden ise cesedin üzerinde uygulanan Haven ile geliyorlardı. Maktulün ölmeden önceki anıları ile Q2’nin aldığı veriler birleştirilerek bütün bir cinayet anı tüm çıplaklığıyla gösterilebiliyordu. Ancak son zamanlar fazlasıyla canlarını sıkan seri katilin görüntüleri Haven taramalarında bir türlü çıkmıyordu. Maktuller onu görüyor, onunla iletişime geçiyor fakat katilin silik birkaç görüntüsünden başka bir şey görünmüyordu anılarında.

   Cesedin anılarının Haven ile alınmasından sonra Q2 çalıştırılıp gerekli olan tüm veriler toplandı. Geriye ise sadece olay yerine yansıtılacak hologram görüntülerini izlemek için, olay yerinin son düzenlenişi ve görüntülerin izlenmesi kalmıştı.

   Yirmi dakikalık düzenlemenin ardından Q2’nin yerini Hologram Görüntüleyici adında başka bir cihaz aldı. Çadır, dışarıdaki insanların görüntüleri görmemesi için hala duruyordu. Çadırın içinde Dedektif, Komiser, iki uzman ve bir teknisyen bulunuyordu.

   Hologram görüntüleyicisine, Haven ve Q2’den alınan veriler işlenip, hafızasında bulunan şehir haritasına da koordinat kaydı yaptıktan sonra, olayın gerçekleştiği saatte sokakta neler yaşandığını bire bir göstermesi için çalıştırıldı.

   Tüm ekip sokağın bir kenarında sakince neler olacağını merakla bekliyorlardı. Merakları çok sürmemişti ki on metre kadar ileriden, çadırın başladığı yerden maktulün hologramı sokağa yavaş adımlarla girdi. Kadın başını öne eğmiş şekilde yürürken hala birkaç saatlik mutluluğunun tadını çıkarırcasına gülümsüyor, az sonra yaşanacaklardan habersizce ilerliyordu.

   İki metre yürümüştü ki eliyle başını tutup kafasını iki yana hızlıca salladı. Sanki istemediği bir şeyler aklına gelmiş ve kötü düşünceleri başından savar gibiydi. Yürüyüşündeki sallanmalar dikkat çekici oranda artmıştı. Cesedin olduğu yere geldiğinde ise hızla kafasını çevirip kısık gözlerle ekibin olduğu yöne baktı. Ekip daha neler olduğunu anlayamadan, bir anlık görünüp yok olan katil, hedefinin yanında yerini aldı. Sonraki görüntülerde katilden geriye hiçbir görüntü olmamasına rağmen, neler yaptığı tahmin edilebiliyordu. Kadın dizlerinin üstüne çöküp, başını geriye doğru olabildiğince yasladı. Saçlarının havalanıp bir alanda dolanmış olması, katilin onu saçlarından kavramış olduğunu gösteriyordu.

   Sonraki görüntüler dehşet verici olsa da onu izleyen ekip için sıradandı. Kadının boynu kesilip dışarıya fışkıran kan sokağa yayılıyordu. Fakat kadın olanlardan habersiz gibi uyuşmuş kısık gözlerle gökyüzüne bakıyordu.

   Kızın cesedi yere devrildikten sonrası ise ceketinin kesilip, sırtına kazınan mesajın ortaya çıkmasından ibaretti. Katil büyük bir titizlikle, sokağın ortasında yakalanmaktan veya görülmekten korkmayarak harfleri tek tek cesedin sırtına kazıyordu. Sonraki birkaç dakika boyunca hiçbir değişiklik gerçekleşmeyen olay mahalline bakan ekibin içinden ilk Komiser konuşmaya başladı.

   “İşte bu kadar. Yine elde avuçta bir bok yok!”

   “Bekleyin!” diyerek araya giren Yavuz oldu. Eliyle işaret ettiği yer, sokağın karşı ucuydu. Yerdeki tozlar zaman zaman, zor da olsa görünür şekilde havaya kalkıp yere iniyordu. Katilin ayak izleri olduğunu anlamaları fazla uzun sürmemişti ki, karşıki duvarı saran çadırın dışından içeriye doğru giren metal bir cisim herkesin dikkatini çekti. Cisim havada bir süre süzüldükten sonra kaldırım kenarındaki tahliye ızgaralarının üzerine düştü. Sonrasında, katilin ayaklarından yükselen tozlar ilerleyerek çadırdan dışarıya kadar yol aldı.

   İnceleme uzmanlarının gözden kaçırdığı bir ipucu, ızgara demirlerinin arasına sıkışmıştı. Izgara ile aynı renkte olması ve durduğu yer nedeniyle onun parçası sanılan şeyin, maktulün katili görmesine rağmen neden hiçbir görüntüsü olmadığının cevabını vereceğine inanıyordu Yavuz.

   Ekip cismi yerinden çıkarıp incelemeye alırken, Komiser ile Dedektif de katilin bir anlık göründüğü saniyedeki hologramı durdurup onu inceleyerek olay hakkında konuşmaya başladı.

   “Katilin eski bir asker olduğunu biliyoruz. Giymiş olduğu sarı pardösüyü ve beyaz maskesini ayrı mağazalardan satın almış olmalı. Maskenin ve pardösünün altında giydiği, daha önceki görüntülerde de gördüğümüz, yine mavi bir giysi var ancak görüntülerdeki pürüz yüzünden ne olduğunu bulamıyoruz.”

   “Bir saniye” diyerek araya girdi Yavuz. “Asker olduğunu da nereden çıkardınız?”

   “Giydiği askeri botlar satılmıyor. Askerlik döneminden kalmış olmalılar.”

   Yavuz botlara dikkatlice bakarak cevap verdi.

   “Askerlik yapmadınız değil mi?”Komiserin hayır anlamında kafasını sallaması üzerine devam etti. “Bu kadar yeni botlar giyiyor olması ya askerliğinin çok kısa sürdüğünü ya da bu botları başka şekilde temin ettiğini gösteriyor. Askerden kaçmış, hatta üst rütbeli biri dahi olabilir. Yani askerlik görevini uzun süre yapmadığını veya botları hor kullanacak bir er olmadığını anlıyoruz. Elbette botlar ona ait ise.”

   “Anlıyorum. Soruşturma önceliklerimizi buna göre düzenleyebiliriz. Peki dedektif, başka görebildiğiniz bir ayrıntı var mı?”

   “Botları bu kadar yeniyken neden ayakkabılarının altı bu kadar tozlu? Beyaz ve sarı renkli tozların bu sokak ile alakalı olmadığına eminim. Yürüdüğü yerlerde kireç ve kum kalıntıları bırakmış anlaşılan.”

   “Yani buraya gelmeden önce kumlu ve kireçli bir yerde yürümüş olmalı, değil mi?”

   “Hayır. Botlarını bilerek kirece ve kuma bulamış. Bence geldiği yeri bulmamızı istiyor.”

   “Nasıl?”

   Yavuz, Komisere sıkılgan bir bakış fırlattı. Daha bu kadar basit şeyleri dahi hesap edemezken nasıl bu rütbeye ulaştığını kafasında yorarken, Komiserin sorusunu da cevaplıyordu.

   “Q2’nin hafızasında şehir haritası da işlenir değil mi? Bunun nedeni kuarkların yetmiş yedi saatlik verileri hafızalarında tutmalarıdır. Yani bir atom parçasının üç gün önce nerede olduğunu görebiliriz. Q2’yi yerdeki tozların izlerini sürmek için kullanabiliriz.” Sonraki söylediklerinde, sesinde alaycı bir ton vardı. “Q2 için neden takipçi veya izleyici denildiğini düşünüyordunuz ki? Sadece katilin düşürdüğü bir ipucunu takip etmeye değil, bıraktığı ayak izlerini dahi takip edebilecek şekilde tasarlandığı için bu ismi aldı.”

   “O zaman bu toz izlerinin takibini alırsak katilin oturduğu yeri bulabiliriz.”

   “Yine yanılıyorsunuz. Sadece başka bir ipucuna götürecektir bu izler bizi. Parmak izi yok, görüntü yok, yüzü ve bütün bedeni kapalı bir katil var karşımızda. Bence böyle basit bir hata yapmayacaktır.”

   Katilin nereden geldiğini öğrenmek isteyen Komiserin emri üzerine teknisyen, Hologram Görüntüleyicinin bilgisayarına yerdeki tozları işaretledi. Tozların üç gün içindeki hareketleri, sokağın ortasında hologram olarak beliren şehir haritasının üzerinde kırmızı izlerle görünüyordu. Bu sırada ise Yavuz katilin kim olabileceği konusunda kafasında yüzlerce soru işaretiyle boğuşuyordu.

   Katil şu an burada olan kişilerden birisi olmalıydı ona göre. Uzmanlar bütün soruşturmalarda bu işi üstlenmişlerdi. Delilleri saklayabilme ihtimalleri vardı. Aynı şekilde teknisyen, ilk iki cinayet vakası dışındaki bütün araştırmalarda aynı ekip ile çalışmıştı. Q2 ve Haven teknolojileri üzerinde fazlasıyla hâkim olması, onları nasıl alt edeceğini biliyor olabilme ihtimalini ortaya atıyordu. Fakat Yavuz’u asıl düşündüren komiserin ta kendisiydi.

   Komiser Fuat, Yavuz için fazla akıllı biri olarak görünmese de, aldıkları eğitimler sayesinde yalan makinelerini dahi atlatabilecek kadar kişilik değiştirme ve yalan söyleme özelliklerine sahip olmalarından dolayı, şimdiki görünüşünün de tamamen bir oyundan ibaret olabileceğini biliyordu. Aptala yatıyor ve yaptığı sanat eserinin güzelliğinden, onlarca insanın olayı çözememesiyle zevk alıyordu. Fakat bu şüphedeki sorun, Komiserin de dediği gibi bütün ekibin düzenli olarak Haven’den geçip anılarının inceleniyor olmasıydı. Eğer katil o olsaydı şimdiye kadar bir açık bırakmış olmalıydı.

   “İnsanlar neden birilerini öldürür ki?” diye sordu Komiser yüzünü buruşturarak. Sanki Yavuz’un aklından geçenleri okumuş ve kendini iyi biriymiş gibi göstermek için konuşuyormuş gibi yersizce gelmişti bu soru. Ama yüzündeki tiksinme, gerçekten içinden gelen bir his ile bu kelimeleri sarf ettiğini gösteriyordu.

   “Bencillik” diyerek cevap verdi Yavuz. “Her insan bencildir ve bir o kadar kötüdür. Sadece insanlar arasında bencilliğin derecesi ve yaptıkları kötülükleri kendilerince haklı sebeplerle örtmelerinin farkları vardır.”

   “Nasıl yani?” diye sordu Fuat.

   “Düşünün Komiser. Siz kendi yakınlarınızı ne pahasına olursa olsun korumaz mısınız? Haklı veya haksız olsun, öncelik her zaman yakınlarımızdır. Çoğu zaman sevdiğimiz insanlar için veya belirli çıkarlar uğruna, belirli kişileri yüceltiriz. Ve bunu yaparken birçok insanın hakkını yeriz. Bu önemli bir kötülük değildir, çünkü hakkını yediğimiz insanların kim olduklarını bilmeyiz, onu görmeyiz. Veya onların ne acılar çektiğini, hakkını yediğimiz şeyin onlar için ne ifade ettiğini umursamayız. O an için tek derdimiz kendi yakınlarımızdır. Kimi insanlar için bu sınırlar çok daha fazladır. Birinin ölmesi onun için bir anlam ifade etmez. Nasıl olsa bir gün ölecektir. Fakat onun, o an ölmesi için kendince haklı sebepleri vardır.”

   “Ama belirli hak ve hukuk var.”

   “Elbette var. Ama verdiğim örnekteki kadar iyi işliyor mu bu sistemler? Elinizdeki ekmeği önce oğlunuza mı verirdiniz yoksa çok daha aç olan birine mi? Adalet her zaman yeterince adaletli değildir Komiser. Kimisi böyle düşünür, kimisi ise kurallara uyar.”

   “Burada bir ceset var ve bu olay, katilin yaptığı şeyi doğru göstermiyor. Onun ne düşündüğü umrumda bile değil, bir insanın yaşama hakkını elinden aldı!”

   “Ben de onu diyorum. Herkes başkalarının haklarını ellerinden alır zaten. Ama kimisi için sınırlar çok daha fazladır sadece.”

   Yavuz konuyu daha fazla uzatmamak gerektiğini düşünerek sustu ve katilin donuk duran hologram görüntüsüne bakmaya devam etti. Bekledikleri süre boyunca katil hakkında bir sürü farklı düşünce geçti kafasından. Ortamdaki kişilerden biri olma ihtimalini tüm detaylarıyla irdeliyordu.

   Teknisyen işini bitirdiğinde, ayak izleriyle gelen tozların, olay mahallinden iki kilometre uzaklıkta terk edilmiş bir fabrikadan geldiğini öğrendiler. Uzmanlardan birisi de komiserin yanına geldiğinde yüzünde şaşkınlık vardı.

   “Komiserim, ızgaraya sıkışmış parça bir Q2 aletinden düşmüş. İz takibinde ise bu parçanın da, ayak izlerinin geldiği aynı fabrikada olduğunu öğrendik. Üç gündür hareketsizce orada beklemiş.”

   “Tahmin etmiştim” dedi Yavuz kendinden emin bir şekilde.

   Komiser sert bir bakışla Yavuz’a dönüp haykırdı.

   “Tahmin mi etmiştin? Neyi lan, neyi!”

   Komiserin sert tavrını umursamadan aklındakileri söyledi Dedektif.

   “Q2’nin hafızaya olan etkilerini biliyorsunuz. Hafıza kaybı ve gördüklerinin unutulması, bütün maktullerin ve olayın görgü tanıklarının başına gelen bir durum. Üstelik hiçbir kamera kaydında katilin görünmemesi de Q2’nin manyetik alanı bozmasıyla oluşan etkiden meydana geliyor. Suçluları yakalamak için kullandığınız aleti, katil kendisini gizlemek için kullanıyor anlayacağınız. Olay yerine kadar taşıyor ve insanlar onu görse dahi hatırlamıyor. Sonrasında aleti kurbanını öldüreceği alana kuruyor. İçine giydiği mavi giysi de Q2’nin dışarıya olan zararını engellemek için üretilen çadır malzemesinden yapılmış olmalı. Bu sayede kendisi ondan etkilenmiyor.”

   “Bu kodumun cihazını nasıl almış o zaman?!”

   “Evet, asıl sorulması gereken soru bu Komiser!” Dedektif, Komiserin gözlerine bakarken hafifçe sırıtıyor, gözleriyle ona olan şüphesini gösteriyordu.

   “Dediğin gibi katil ekibin içinden biri olabilir. Yasadışı yollarla bu aleti almayı öğrenmiş, hatta bu yollarla aleti temin eden insanların, el konulan cihazlarını çalmış olabilir.”Komiser en yakınındaki uzmana dönüp devam etti. “Hemen karakoldaki bütün el konulan cihazların sayımını yapın. Hatta onlar üzerinde de Q2 taraması yapılsın. Yerinden kıpırdamış bir alet olup olmadığını öğrenmek istiyorum.”

   Yavuz aklından geçenleri anlatmaya devam ederken bir eliyle başının üstünü kaşıyordu.

   “Hala eksik bir şeyler var gibi. Cihazdan düşen parçanın üç gündür fabrikada olduğunu söylediler. Bu kadar uzun süre aleti karakoldan çıkarmış olmaları mümkün değil. Cinayetin işlendiği sırada çalışanların nerede olduğunu teyit etmeniz daha çok işinize yarayabilir.”

   Yavuz bir an için duraksadı. Çiğnediği şeyi diliyle biraz çevirdikten sonra durdu ve Komisere baktı. O an için gözleri kocaman açıldı ve burnundan derin bir nefes aldı. Yutkunurken kalem kapağını yutmamak için kafasını öne doğru eğmişti. Kapağı ağzından çıkarıp cebine koydu ve devam etti.

   “Ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye sordu bir kaşı havaya kalkmış şekilde.

   “Ayak izlerinin geldiği fabrikaya gideceğiz. Oraya düşürmüş olduğu bir nesne bulursak Q2 ile izini sürüp katile biraz daha yaklaşabiliriz.”

   “Sanmıyorum ama denemeye değer” diyerek cevap verdi Yavuz. Kendinden emin tavırları yerini kuşkulu gözlere bırakmıştı.

   “Ne demek sanmıyorum?”

   “Katilin ne kadar dikkatli ve elinde ne denli imkanlar olduğunu biliyorsunuz. Buraya gelmeden önceki eşyalarını boş bir fabrikaya bilerek koymuş, birkaç gün boyunca orada durmalarını sağlamış. Üzerinden cinayet anında bir nesnenin düşmesinin bile bir amacı olabilir… Sizleri boş bir alana götürmek gibi mesela.”

   “Fabrika içerisine bıraktığı giysileri giymeden önce de bir ipucu düşürmüş olabilir. Onu kullanarak bulabiliriz onu. Bir saç teli, kirpik veya en ufak bir kalıntı dahi onu enselememiz için yeterli.”

   Yavuz gülerek devam etti.

   “Eminim bulacaksınız da.”

   “Ne yani, katil kendini yakalatmak mı istiyor?”

   “Daha önceki beş cinayette bu denli tozlu bir alandan gelmemişti katil. Çok daha dikkatliydi. Belli ki bilerek botlarını tozlandırmış. Botların üstü temizken altları bu kadar kirli olması mantıklı değil. Amacı sizi fabrikaya çekip, orada bıraktığı bir kalıntıyı takip etmenizi sağlamak ve sizi daha fazla aptal yerine koymak. Bambaşka birine götürecektir izler sizi. Ve siz onunla oyalanırken kendisi sonraki cinayetini planlıyor olacaktır.”

   “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

   “Ben dedektifim Komiser. Benim işim bu.”

   Ekibin toparlanıp fabrika alanına gitmesinin ardından ise Yavuz delilleri inceleyeceğini söyleyerek onlardan ayrıldı. Yarım saatlik yolun ardından, yaşadığı beş katlı bir apartmanın dördüncü katında bulunan eve varmıştı.

   Onu çok heyecanlandıran cinayetin peşini bir anda bırakmasının nedeni ilgisini kaybetmiş olması değildi. Cinayeti çözmüştü ve polislerden önce bunun nedenini kendisi öğrenmek istiyordu.

   Evin kapısına anahtarını uzatmadan kapı açıldı. Ev arkadaşı Duygu mavi gözleriyle ona bakıyordu. Uzun süredir yalnız yaşayan Yavuz, nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde ev arkadaşı aradığına dair bir ilanı gazeteye vermişti. Yalnızlıktan sıkılmış veya masrafları paylaşacak birini aramak değildi amacı. Sadece o an için öyle istemişti ve şimdi bunun doğru bir karar olup olmadığını sorguluyordu.

   “Yorgun görünüyorsun. Kanepeye otur en iyisi” diyerek konuşmaya başladı Duygu.

   Yavuz sesini çıkarmadan denileni yaptı. Onun aklından geçenleri az çok tahmin edebiliyordu. Kız, odasına gidip bir dakika sonra geri geldi ve Yavuz’un kurulduğu kanepenin tam karşısındaki koltuğa oturdu.

    “Tahmin edeyim” dedi Yavuz. ”Yatağa gidip yattın ve birkaç saniye sonra kalkıp yanıma geldin, değil mi?”

   “Evet.” Duygu gülümsüyordu. Yüzündeki haz, Yavuz’un ağzından çıkan kelimeler ile çoğalacak gibiydi. “Olayı çözmüşsün sanırım.”

   “Neden yaptım?” diye sordu sadece Dedektif.

   “Önce nasıl çözdüğünü anlat.”

   Yavuz, cebindeki kalem kapağını çıkararak ev arkadaşına gösterdi. Bütün bir olayı ufacık bir parça ile çözmesinin mutluluğunu ve olanların verdiği soğuk ter ile karışık korkuyu aynı anda yaşıyordu.

   “İpucu bırakmışım. Haven’den geçtim olay yerine gittiğimde. Görüntülerde uyumadan önce yemek yiyordum. Ardından bu koltuğa oturup uyumuşum. Sonrasında ise iş için olay mahalline çağırdıklarını söyledin bana. Bu arada görüntülerde bu kapak ağzıma hiç girmemişti. Uyuduğum ile uyandığım süreler arasında bunu yapmış olmalıyım.”

   “Kapağı nasıl da unutmuşuz” dedi Duygu elini alnına dayayarak.

   “Neden bunları yaptım?”

   “Anılarını geri aldığında hepsini hatırlayacaksın.”

   “Hayır, geri almak istemiyorum.”

   Cinayetleri kendisinin işlediğini artık iyice emindi. Depolayıcı olarak ev arkadaşını kullanıyordu ve olay mahalline çağırılacağını bildiğinden kendisine bir not bırakmak zorunda kalmamıştı. Tek cevap veremediği şey ise bütün bunları neden yapmış olduğuydu.

   “Her seferinde aynı şey.” Duygu, tepkisini kahkaha ile tamamladı.“Ama sonunda merak edeceksin ve geri isteyeceksin yine. Nasıl planladığını, nasıl işlediğini, neden işlediğini merak edeceksin. Onlarca insanı nasıl alt ettiğini, Q2’yi nereden bulduğunu, onu nasıl kullandığını…”

   “İyi de neden?”

   “Çünkü kendi zekanla başa çıkabilmeyi arzuluyordun. O aptal polislerin bir şey başarabilecekleri yoktu. Sen ise kendi işlediğin cinayeti çözüp çözemeyeceğini merak ediyordun. Neredeyse yaklaşmıştın aslında, ama cinayetleri planlarken kullandığın kalemin arkasını çiğnerken ağzında unuttun. Nasıl da unutmuşuz.”

   “Planlar mı?”

   “Evet. Planlar. Eğer birileri senden şüphelenirse diye roman yazmaya başladığın ve roman çalışmaların olarak işlenen cinayetleri kullandığını iddia edeceğin, gizli not defterin.”

   “Anlıyorum. Peki ya sen nasıl bunları kabul ettin?”

   “Hatırlamaman normal. İlk zamanlar formaldehit içinde sakladığın cansız bir beyin kullanıyordun depolayıcı olarak. Cinayetlerini, planlarını ve seni suçlu çıkarabilecek her şeyi ölü bir beyine naklediyordun. Ama zamanla ölü beyin işlevini yitirmeye başladı. Ona verdiğin elektrik desteği ile bir süre daha işe yaradı. Sonra canlı bir depolayıcı bulman gerektiği kararına vardın. İşlediğin cinayetleri senin için saklayacak ve sonra ondan geri alıp yaptığın şaheserin tadını çıkaracağın bir suç ortağı. Benimle çalışma saatlerin zıt düşüyordu, zaten beni bu yüzden ev arkadaşı olarak aldın. Sabahları ben işe gitmeden anıları sana veriyorum, akşamları ise sen evinden çıkmadan bu anıları senden geri alıyorum.

   Haven’i karaborsadan satın aldıktan sonra bana çok güzel bir anı paylaşmak istediğini söyledin. Tüm hazlarını ve cinayetlerini bana aktardın. Ve ben, sen oldum. Her seferinde bir anı paylaşacağını söyleyerek kandırıyordun beni. Nasıl olsa hatırlamıyordum neler olduğunu. Ama her seferinde bunu yaptıktan sonra memnun kalıyorum açıkçası. Cinayetlerin verdiği haz senin kadar beni de memnun ediyor. Aslında çoğu zaman sana geri vermek istemedim bu anıları. Güç ve aklın göstergesiydi bunlar. Fakat yenileri için senin beynine ihtiyacım var. Senin de benimkine.”

   “Hastalıklı düşüncelerimle seni de etkilemişim.”

   “Doğru söylüyorsun. Bu düşünceler tamamen senin. Hastalıklı olan sensin ve bu hastalığı benden geri alman gerekiyor.”

   Yavuz kafasını salladıktan sonra başını öne eğdi. Son parçaları da yerine oturtmuştu.

   “Yatağa o yüzden yattın. Yatmandan sonraki anıları da bana aktaracaksın, bu sayede herhangi bir şekilde taramadan geçersen, en son uyuduğun görülecek. Tıpkı benim en son kanepede uyumuşum gibi görünmem gibi.”

   “Kendinle gurur duyuyor olmalısın. İşte bu yüzden bu anılara ihtiyacın var. Zekânın tüm kalıntıları bende. Tüm detayların… Onlarsız sen sadece bir şeyleri çözmeye çalışan basit bir dedektifsin.”

   Duygu yerinden kalkıp, oturma odasının köşesine kadar yürüdü. Parkelere eğilerek bir kapağı havaya kaldırdığında, küçük, gizli bir bölmenin açıldığını gördü Yavuz. Muhtemelen bu bölmeyi kendisi yapmıştı fakat bu anıları da Duygu’ya verdiği için hatırlamıyordu.

   Duygu, bölmeden bir not defteri ve iki adet Haven başlığı çıkardı.

   “Hazineni geri alma vaktin geldi” dedi. ”Ben ise neler olduğundan habersiz günümü geçireceğim. Sen de yeni cinayetini kurgulayıp bir ay içinde işleyecek ve daha sonra bütün bunları bana geri vereceksin.”

   “Senden anıları geri alacağım. Ama yeni bir cinayet işlemeyeceğim. Sadece bunda senin bir suçun olmadığı için bunu yapıyorum. Anıları alıp teslim olacağım.”

   Duygu’nun attığı kahkaha korkutucuydu.

   “Madem teslim olacaktın, soruşturma anında katilin kendin olduğunu anladığında neden teslim olmadın peki? Çünkü merak ediyorsun. Ve anılarını geri aldığında yine eski sen olacaksın. Tıpkı şu an benim yaşadığım hazzı yaşayacaksın. Birbirimize çok benziyoruz Yavuz. Ne kadar inkar etsen de değişemezsin.”

   “Hayır, bu sefer farklı olacak.”

   “Altı keredir hep farklı olacaktı. Her seferinde aynı şeyleri söylüyorsun. Kendine notlar düştüğün, bu yaptıklarının ne kadar aptalca olduğunu ispatlamaya çalıştığın da oldu. Anılarını aldığın anda ise o saçma notları yakıp attın. Emin ol bu iş bitmedi. Sen, son yılların en büyük suç dehasısın.”

   O an için kendinden emin olsa da Duygu’nun söylediklerine de hak vermiyor değildi. Yine de iradesinin gücünü öğrenmenin tek bir yolu vardı.

   “Daha fazla tartışmanın manası yok. Anıları geri verebilirsin.”

   Yavuz başlığı kafasına geçirdiğinde Duygu da daha önce hazırladığı, aktarılacak anıların tarihlerine fazladan bugünkü son konuşmalarını da eklemişti. Anı aktarımı sırasında Duygu’nun yatağında olması gerektiği için, transfer işlemini onun yatak odasında, yatağına yatmış şekilde yapmaya karar verdiler.

   Aletin uyuşturma modu aktif olarak çalışmasıyla birlikte ikisi de kendinden geçti. On dakika kadar süren aktarma işleminin sonunda, ilk gözlerini açan Yavuz oldu. Duygu’nun başlığını çıkararak odadan çıktı ve başlıkları oturma odasındaki gizli bölmeye yerleştirdi.

   Olduğu yerde gülümsedi bir süre. Duygu’yu şimdiye kadar kullanmış olmasının nedenini düşündü. Bu anıları bir başka cansız beyine aktarabilme ihtimali varken, neden onu kullanmış olmalıydı? Sonra Fuat Komisere söyledikleri geldi aklına. Katil bir işaret bırakmak için fabrikada bulunmuş olmalıydı ve polisleri bilerek oraya çekmişti. Bir günah keçisi seçmiş olmalıydı Yavuz ama bunu hatırlamıyordu. Aldığı anıları arasında fabrikayla ilgili bir şey yoktu. Duygu ise bu anıların eksikliğini fark etmemişti bile.

   Eksik anılarını sadece kendisinin bulabileceği bir etken olmalıydı. Etrafına baktı dikkatlice. Ardından odasına, cinayet planlarını yaptığı masasına geçti. Masanın tam karşısında bir ayna vardı. Ona bakarak kendi zekâsıyla övünüp megalomanlığın zirvesini yaşıyordu. Ama o aynada ona hatırlatması gereken bir de ipucu vardı. Sadece kendisini görüyordu orada ve o aynanın ardından sadece kendisinin bulabileceği bir şeyler olmalıydı diye düşündü. Aynayı yerinden çıkarıp arkasındaki boş bölmeye baktığında ise düşündüklerinin doğru olmasıyla tekrar kendi zekâsına hayranlık duydu.

   Formaldehit içinde bulunan beyin tam olarak aradığı şeydi. İkinci bir depo alanı kullanmış olması, Duygu’dan sakladığı bir şeyler olduğunu gösteriyordu. Vakit kaybetmeden Haven başlıklarını tekrar gizli bölmeden çıkarıp, cansız beyindeki verileri de kendine aktardı.

   Artık tüm taşlar yerine oturmuştu. Cinayetleri Duygu’nun üzerine atacaktı. Onun saçlarını taramak için kullandığı taraktan aldığı saç tellerini fabrikaya bırakmıştı bugün. Polislerin o tellerin izini sürerek evlerini bulmaları an meselesiydi. Onlar geldiklerinde, tüm suçları işlemiş birini onlara bırakmalıydı.

   Önce Duygu ile yaptıkları, hafıza verileri aktarım anıları dışındaki bütün cinayet ve suç planlama anılarını, hala baygın şekilde yatan Duygu’ya verdi. Daha sonra neler yapacağını gayet iyi biliyordu. Kalan anılarını kavanoz içindeki beyine geri koydu. Ardından dış kapıyı açtı ve kanepesine oturup, ellerinde Haven’ler ile bekledi. En son kanepede bulunmalıydı ve geriye kalan, aynanın arkasındaki gizli bölme anısı ile ellerinde tuttuğu Haven’lerin yok olması gerekiyordu. Arkasından gelen, kapının açılırken çıkardığı gıcırtı ile gülümsedi. Başlığının birini kafasına geçirdi ve gözlerini kapattı…

   Kapının çalmasıyla uyandığında koltuğunda buldu kendisini. Kapının ardındaki ses, birkaç saat önce birlikte suçu çözmeye çalıştıkları Komiser Fuat’ınkiydi. Neden burada olduklarını bilmiyordu. Neden koltukta uyuyakaldığını da. Duygu ile bir şey konuşacağını hatırlıyordu en son. Fakat geldiği gibi uyumuştu ve şimdi ise polisler kapısına dayanmıştı.

   Komiser ve ekibi kapıyı kırmadan gitti ve usulca kapıyı açtı. Ekip büyük bir hışımla içeriye daldığında, Komiser’in yüzündeki sinir olay yerindekinden çok daha fazlalaşmıştı. Evi tamamen aramaya koyulan polisler Duygu’yu buldukları gibi uyandırıp kelepçelediler. Duygu onların neden burada olduklarını biliyordu. Cinayetleri işlediğini hatırlıyordu fakat neden yaptığını veya nasıl yakalandığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Aklında kalan tek şey ise, eldivenleri takılı şekilde cinayet planlarını yaparken kullandığı eski kalemdi.

   Yavuz, daha neler olduğunu anlamadan apar topar ev arkadaşını ve kendisini kelepçeleyip evden çıkardılar. Meraklı apartman komşuları gürültü nedeniyle kapılara çıkmıştı. Yavuz’un o an için tek dikkatini çeken şey ise, birkaç saat önce nasıl ağzına girdiğini hatırlamadığı kalem kapağının, ona gülümseyerek bakan yan komşusunun elinde olmasıydı. Ve şu an umursadığı tek şey, soruşturmanın ardından serbest bırakıldığında, bütün bunları ondan öğrenmek olacaktı.



Not: Sonuna kadar okuyan arkadaşlara teşekkürler. Umarım yorumlarınızı eksik etmezsiniz. Haven teknolojisi ile ilgili yazdığım ilk öyküyü de alttaki linkten bulabilirsiniz.

http://oyku.kayiprihtim.org/haven-m-k-immortal/