Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Tartışma Platformu => Rıhtım Okuma Etkinliği => Konuyu başlatan: Sayhh - 04 Mayıs 2015, 12:56:50

Başlık: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Sayhh - 04 Mayıs 2015, 12:56:50
Hepinizin bildiği gibi Rıhtım Okuma Etkinliği uzun bir aradan sonra yeniden başladı. Etkinlik sürecinde yedinci kitaba kadar gelinmiş olsa da pek çoğumuz bu kitapla birlikte etkinliğe ilk kez katılmış olacak.

Okuyup tartışacağımız kitabın türünü "bilimkurgu" olarak belirlemiştik. Türün en güçlü temsilcilerinden biri olan Ursula K. Le Guin'in yazdığı Karanlığın Sol Eli'ni tartışıyoruz şimdi de. Pek çok yönden okuyucuyu zorlayan bir kitap olmasına rağmen birlikte en iyi şekilde çözümleyeceğimize inanıyorum.

Mesajlarınızı bu başlığın altına göndermeye başlayabilirsiniz.

Herkese iyi tartışmalar.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Fırtınakıran - 04 Mayıs 2015, 13:29:30
Hadi "Bismillah" diyerek, her ne kadar; Ataist olduğunu söyleyen bir yazarın kitabını eleştirmeye Tanrı adıyla başlamak ne kadar doğruysa ilk taşı, pardon ilk lafı atıyorum...
Öncelikle yapacağımız tartışmayı ciddiye aldığımı söylemeliyim. Öyle, "Valla çok güzeldi... Fena değildi" tarzından bir kaç kelamla sıramı savuşturmak istemiyorum. Kitabı yirmi gün önce falan bitirdim. İstediğim önce bir okuma yapmak, daha sonra dikkatli bir şekilde ve alışkanlığım olmadığı halde önemli kısımların altını çizerek okumaktı. Kitabın bende bıraktığı ilk etki bu romanın benim tarzım olmayışıydı. Bilim Kurguyu sevdiğimi her zaman her yerde söylemişimdir. Bir kaç yıldır da Fantastik Kurgu okumaya başladım. Karanlığın Sol Eli beklediğim ve daha önceleri okuduğum bilim kurgulara benzemiyordu. Maalesef okumakta zorlandım ve inanın -Ursula Hanım hayranları beni bağışlasın- okumaya tekrar başlayamadım. İşyerim ile evim arası uzun sayılabilecek bir yol. Genellikle bir kitap olur yanımda, yolda, minibüslerde okumak için. Karanlığın Sol Eli kaç gündür yanımda ve açıp tekrar okumak içimden gelmiyor.
Bu yazdıklarım sonucunda tartışmalara katılmayacağım anlamı çıksın istemiyorum. Bu nedenle Mayıs ayının dördü olduğu halde hala birşeyler yazılmamış, tartışmalar başlamamış olduğunu gördüğüm için bir yerden başlamak için yazıyorum.
hadi bakalım sıra sizde...


Edit: Arkadaşımızın başka bir konuya attığı mesajını olduğu konudan alıp buraya taşıyınca ilk mesaj onunki oluyor. Oysa konunun ilk mesajı Sayhh'ın açtığı olmalı. Sayhh'tan önce atılan bir mesaj olunca zaman şeysi sorun çıkartıyor.
Her neyse, tartışmamızın ilk mesajı azizhayri'den geldi :). O nedenle bu konuda bu şekilde paylaşıyorum.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Aerndal - 04 Mayıs 2015, 18:49:40
İlk defa böyle bir etkinliğe katılıyorum o yüzden ne yazmam gerektiği hakkında biraz tereddütlüyüm ama bir yerden başlamak lazım. 
Uzun zamandır Le Guin in kitaplarından birini okumak istiyordum. Kendisinin ismi hep büyük isimlerle beraber anıldığı için ilgimi çekmişti. Ben Yerdeniz serisiyle başlarım diyordum ama etkinlik sayesinde bir yerden başlamış oldum.
Açıkçası kitabı okurken zorlandım. Okunması zor yada ağır bir kitap olduğu için değil. Ne kadar uğraşsam da bir türlü kitabın içine girmeyi başaramadım. Bunun en büyük nedenini her zaman fantastik kurguyu daha fazla sevmeme bağlıyorum.
Her şeye rağmen kitabın konusu oldukça ilginç. Cinsiyetsiz insanların dünyası ve uzaydan onu kendi birliğine katmaya gelen elçi.Bizim için normal olanın kitap boyunca ucube ve sapıkça görünmesi de oldukça ilginçti.
Asıl ilgimi çeken nokta  cinsiyetin ve şehvet eksikliğinin toplum üzerine etkisiydi. Bir çok alanda daha iyiymiş gibi duruyorlardı.Ama kitabı kapattığımda ne olursa olsun insanın ne yazık ki insan olmaya devam ettiğini düşündüm.
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar herhalde,tartışma devam ettikçe görüşürüz.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Rosemary - 04 Mayıs 2015, 19:07:02
Kitabın başlarında içerisine girmekte bayağı zorlansam da okuyarak bunu biraz olsun aşabildim.

Dünyaya iki karakterin gözünden bakıyoruz, Ai ve Estraven. En çok hoşuma giden ise iki cinsin dışarıya ve birbirine bakış şekli. İkilik durumunun olmamasını ideal olarak görmek sanırım etik duruyor. Fakat ne ölçüde faydalı ve ilerlemeye açık olduğu ise tartışılabilir. Bence cinsel kimlik kişinin yürümek istediği yolda göze alabileceği tüm risklerdir, dünyalılar açısından. Cinsel kimliğin bir anlamda yok olması ise risklerin ve bununla birlikte makul getirilerin ortadan kalkmasıdır.

Çift cinsiyetliliğin yaşamın her alanına sirayet etmesi hayatı daha mı yaşanılır kılmış ya da tekdüzeliğin monoton ritmi bireyleri hissizleştirip mekanik bir doğrultuya oturtarak varoluşsal bir anlamsızlığa mı sürüklemiş? Bilemedim.

Yanıtlanması zor olan fazla sayıda soru var. Fakat bu soruların cevaplanma isteği dışında asıl olarak kişiyi rahatsız etme amacıyla sorulduğunu düşünüyorum.

Kitabı fazlasıyla karanlık ve kışkırtıcı buldum. Güzel fikirlerle takla attım. Gerçi hâlâ tam olarak çözemediğimi düşünüyorum bu yüzden pek fazla şey söyleyemeyeceğim. Bir daha okursam daha iyi anlayabilirim gibi. Ama bir daha okumaya da pek isteğim yok gibi, okuma olarak sıkıcı bir deneyim sunduğundan dolayı.

Bir de nasıl karşılarsınız bilmiyorum ama, dile getireyim. Kitap fikir ve kurgudan oluşuyor. Fikir güzel, kurgu güzel. Ama ikisi bir potada bence tam olmamış. Yani bence bu kitap ya kurguya odaklanmalıydı ya da bir fikir kitabı olarak çıkmalıydı, belki o zaman daha çok özümseyebilirdim. Kitaba bilimkurgu demek pek içimden gelmiyor. Belki de ilk defa böyle bir kitap okuduğum için ben duvara toslamış olabilirim. Ama bence fikirler kurgunun çok da önüne geçmemeli aksi halde pek lezzeti kaldığını düşünmüyorum.

Alıntı
“Hode yanıtladı, ‘burası tipinin içindeki yer. Biz, kendi canına kıyanlar burada kalırız’”

Burada aklıma direkt 2006 yapımı Wristcutters: A Love Story (http://www.imdb.com/title/tt0477139/?ref_=nv_sr_1) adlı film geldi. Filmde intihar edenler sadece intihar ederek ölen kişilerin yaşadığı bir dünyaya gidiyor. Filmle kitaptan önce tanıştığım için çok etkileyici bulmuştum. Kim bilir belki de film yukarıdaki cümleden az da olsa esinlenmiştir.

Ayrıca mil yerine kilometre kullanılsaydı daha güzel olurdu diye düşünüyorum. İkide bir kafa hesabına başvurdum bu yüzden.

Son olarak. Bi ekmekelması olsa nasıl yerdik ya!
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Quid Rides - 04 Mayıs 2015, 19:48:03
Merhaba arkadaşlar, öcelikle mazeret kısmımız geliyor.

Spoiler: Göster
Okulumdaki sınavların düzensizliğinden dolayı kitabı okumuş olsamda üzerine uzun uzun düşünme fırsatım olmadı maalesef. Ve haziranın başına kadar da olamayacak. Ah şu finaller. Halbuki kitapta tartışmaya açık tonla yer var. :) neyse devam edelim.


Başlaycağım nokta için Machevelli’nin yazmış olduğu “Prens” kitabından iki kavramın tanımını almam lazım. Bunlar hali hazırda olan ama Machevelli tarafından yeniden tanımlanmış kavramlar. “Fortuna” ve “virtue”. Fortuna, İngilizcede “fortune” olarak kader, talih, şans, kısmet gibi anlamlara gelir ki “kader” dışındaki anlamların aydınlanma döneminden sonra dile girdiğini varsaymak pekala doğrudur. Çünkü o devirde olan şey ilahi olan kaynakların dünyevi olanlar ile değiştirildiği bilinen bir şeydir. Machevelli fortune derken sosyal ilişkileri ve bunların getirdiği olanakları, kısaca “şans” diyebileceğimiz ve şans minvalindeki herşeyi ifade ediyor. Yani kaderi değil insanın yaşadığı hayattan doğan olanakları. Virtue ise İngilizceden erdem diye çevrilebilecekken Machevelli’nin kullandığı anlam daha farklıdır. Bu tanımı Estrave’nin bir cümlesiyle belirtmek sanırım daha iyi olacak. Tek bir yeteneğim vardır benim; talih çarkının ne zaman dönmeye başladığını bilmek ve harekete geçmek. Machevelli’nin tanımı  tam olarak budur. Bir nevi fortunayı kullanabilme becerisi.

Bu tanımı kullanarak iki karakteri; Genli Ai ile Estraven’i inceleyelim. Ai maalesef sadece fortuna ile iş gören bir karakter. Ona sağlanan yardımlar ile ayakta kalıyor ve işlerini yoluna koyuyor. Estraven ise tam anlamıyla (Günümüzde kullandığımız anlamda.*) bir Machevelyenist. (doğru mu yazdım emin değilim ama siz anladınız :)) Kendi hedefleri uğruna her türlü yolu deniyor. Uğraşıyor didiniyor. Ai farkında olmadan hayatını kurtarıyor mesela burada Machevelyenist tanımından çıktığını düşünebilirsiniz maalesef çıkmıyor. Çünkü onun yaşayıp gezegene davasını anlatması ve Ekumen’e Kış’ı üye yapması aslında Estraven’in hedefi. Kitabın sonunda
Spoiler: Göster
kendi canını vermesi bile bunu değiştirmiyor. Zira her ne kadar aşkı (?) uğruna ölsede, ölümünün hedeflediği şeye katkıda bulunacağını biliyor.


Tanımlar üzerinden gideceğim kısım bu kadar aslında şu anda kafamda toparlaya bildiğim kısım sadece bu kadar. Üzerinde konuşmak istediğim konular: “Nusuth” kelimesi ve onun altında yatan felsefenin nasıl bir şey olduğu, Kış taki “Hinddharta” (Sanıyorum doğru yazdım) inanışı, Estraven’in ülke sevgisi anlayışı, tabiki iki toplumun yaşayış farkı ve bunun devlet sisteminlerine etkisi yada tam tersi. Son olarak millet kültürünün olmayışıyla birlikte farklı iki devlet sisteminin yaşamını devam ettirebiliyor oluşu.
Spoiler: Göster
Demem o ki ben yazamıyorum. Siz tartışın ben okuyayayım araya girerim artık :D


*Günümüzde Machevelyenist, daha çok siyasi düzlemde kullanılan bir kavram. Hedefleği şey uğruna insanın herşeyi yapabilecek olaması herşeyi.[/i] Bunun sebebi ise örneğin “Prens” kitabında Machevel’in prenslere prensliğin nasıl olması gerektiğinin anlattığı ve bunu yaparkende acımasız yöntemleri kullanma cevazı veren inanıştır. Russo’ya göre ise Machevel’in Prens’i prenslere “Nasıl Prenslik Kurulur 101” olmaktan öte halka “Bak bu prensler böyle iş görüyor, inanma, kanma  bu bit yavrularına uyanık ol” çağrısı.

Alıntılar
+ Ulaşılacak bir sonu olan bir yolculuk yapmak iyidir, ama asıl önemli olan yolculuktur.

+ Ülkesini sevmek nedir; başka ülkeleri sevmemek mi? Öyleyse iyi bir şey değil bu. Yoksa sadece kendini sevmekten mi ibaret.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheSpell - 04 Mayıs 2015, 23:45:12
Spoiler uyarısını baştan ekleyelim önce :D

Kitabı bitireli yaklaşık bir hafta oldu. Aslında şu an bu yazıda nelerden bahsedeceğimi bilmiyorum o yüzden dağınık bir şey çıkabilir ortaya, kusura bakmayın :D

Bu etkinlik aracılığıyla Rıhtım'a da ufak bir geri dönüş yapmış oldum böylelikle. İzmir Kitap Fuarı zamanlarında Denaro Forbin'le konuşurken "Le Guin okumak istiyorum sence ne okuyayım?" gibi bir şey demiştim o da okuma etkinliğinden bahsetmişti ve bu şekilde gidip kitabı almıştım.Fuardan döner dönmez de başladım okumaya.

Kitapta ilk olarak şu gözünüze çarpıyor, başlarda her iki kelimeden birinin anlamını bilmiyorsunuz ve yer adları, tuhaf kişi adları ve değişik kavramlar arasında kafanız karışıyor. Okudukça oturuyor yavaş yavaş.

Aslında kitap hakkında en sevdiğim ve bahsetmek istediğim şey de buydu: kitaptaki bize yabancı gelen her şey iki yüz küsür sayfada o kadar güzel işlenmiş ki, cidden hayran oluyorsunuz bitirdiğiniz zaman. Kemmer diye bir şey var mesela. Kitabın ilk seksen sayfasında defalarca görüyorsunuz bu kelimeyi ama anlamını tam olarak kavrayamıyorsunuz hiç. Sonra hop Le Guin oraya bir tür ara bölüm koyuyor, kemmer kavramı oturuyor. Dünyayı tam tanıyamıyorsunuz diyelim, kendinizi yabancı hissediyorsunuz hala, korkmayın. Her şey oturacak. Hem de öyle güzel oturacak ki, ne olduğunu anlamadan hem kitabı bitirmiş hem de her şeyi anlamış olacaksınız. Bahsetmek istediğim ilk şey bu.

İkincisi ise tabi ki kitapta işlenen cinsiyetsiz (ya da çift cinsiyetli) toplum fikriydi. Hele ki son zamanlarda bu tür konularla ilgilendiğim de düşünülürse, kitap çok iyi geldi üstüne. Başta Genli Ai ile birlikte bize de tuhaf geliyor, hayal etmekte zorlanıyoruz. Canlandıramıyoruz tam o insanları. Ama kitabın sonunda biz de Ai gibi erkek-kadın gördüğümüzde garipsiyoruz, "...bir adama ya da bir kadına değil de bir insana ait olan yüzü beni rahatlattı, tanıdık ve doğru geldi.." derken ne demek istediğini çok iyi anlıyoruz. Bu da iyi kitapların bir özelliği sanırım, insan üzerinde böylesine güçlü etkiler bırakabilmek.

Son olarak bahsetmek istediğim şey de hikayenin anlatılış biçimi. Başta Ai'nin ağzından dinliyoruz, sonra araya efsaneler, mitler vs. giriyor, sonra bir anda Estraven'in (hayır Therem'in :D ) gözünden görüyoruz olayları, sonra tekrar Ai tekrar Therem. Bu da aslında ilk bahsettiğim şeye giriyor biraz, hikayenin işlenilişi.

Sonuç olarak beni etkileyen yazarlar listesine bir kişi daha eklenmiş oldu ve elimde bulunan Mülksüzler'i okuma sıramda öne çektim. Rıhtım bana bir taşla iki kuş vurdurttu.

Ve bir alıntıyla bitirmek istiyorum, benim çok hoşuma gitmişti: Bir çocuk doğduğunda onun hakkında sorduğumuz ilk şey nedir?

not: alıntıyı internetten aldım, kitapta nerede geçiyordu hatırlayamadığım için. belki de eski baskıdaki halidir, farklı olabilir.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: KoyuBeyaz - 05 Mayıs 2015, 22:46:58
Herkes kitap hakkındaki görüşlerini ve fikirlerini kısaca yazacak sanıyorum ama ben ufak bir tartışma başlatmak niyetindeyim ve kitapta dikkatimi çeken iki noktaya değinip fikirlerinizi soracağım. (Kitabı okuyalı epeyce zaman geçti, yanlışım olursa affedin lütfen.)

Öncelikle Le Guin'in ufak bir çakallığı olduğunu düşündüğüm bir etken var kitapta; Kış gezegeninin iklimi. Kış gezegeni adından da anlaşılabileceği gibi oldukça çetin koşulları olan ve çok soğuk bir gezegen. Yazar, Mülksüzler kitabında da benzerini gördüğümüz üzere, farklı bir sistemi ele almayı denediği eserlerinde normal şartları esnetmeyi tercih ediyor. Kış gezegeninin sakinleri sürekli olarak çetin hava koşullarına alışmış durumdalar ama doğa şartları onlar için her zaman bir engel teşkil ediyor, bir nevi birbirlerine destek olmalarını gerektiren ortak bir düşman görevi görüyor. Sizce Le Guin'in kurmuş olduğu sistem daha ılıman, doğa şartlarının daha elverişli olduğu bir ekosistem içerisinde de burada olduğu gibi işler miydi? Cinsiyet farklarının olmadığı bir dünyada insanları birbirine döndürecek başka şeylerin türemesi burada olduğuna oranla daha kolay mu olurdu yoksa insan her yerde her şekilde insanlığını yapar mıydı?

İkinci değinmek istediğim nokta cinsiyet ayrımının olmadığı bir sistemi ne kadar iyi anlatırsa anlatsın bizim bunu algılama şeklimizin hiç de kitaptaki karakterler gibi olmadığı. Tamam, Ai'nin olaylara bakış açısı bizim bakış açımıza oldukça yakın, fakat bir noktadan sonra (doğal bir süreç içerisinde) o bu duruma ayak uydurmaya başlıyor. Peki biz de onunla birlikte bu çift cinsiyetli topluluğa alışabiliyor muyuz? Estraven'i kitabın son sayfalarına kadar bir kadın ya da erkek olarak düşünmeye devam ettiniz mi? Yoksa Le Guin'in anlatımı, fikirleri ve dünyası sizi içine çekerek tıpkı Ai gibi Kış halkını sadece insan kimlikleriyle görmenizi sağladı mı?

Kitabı okuduk ve bir şeyler kazandık, belki birtakım fikirlerimiz değişti. Bunların üzerine tartışmak çok tatlı olacaktır.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Fiddler - 05 Mayıs 2015, 22:59:57
Kitabı okuduk ve bir şeyler kazandık, belki birtakım fikirlerimiz değişti. Bunların üzerine tartışmak çok tatlı olacaktır.

Ya bir zamanını bulsam, tartışmaya açmak istediğim çok şey var; ama bir türlü vaktini bulup da uzun uzun yazamadım. Şimdilik sadece şunu şuraya bırakıp kaçacağım ki,

galiba 1987'da Le Guin, bir röportajında kitapta cinsiyet konusunu "aslında gerçekten de o kadar iyi işleyemediğini itiraf etti" gibi bir bilgi var elimizde.

Dolayısıyla ben özellikle bizlerin, kitapta cinsiyet/cinsellik konusunu nasıl gördüğümüz, ne düşündüğümüz, Le Guin'in işleyişine nasıl baktığımızı pek merak ediyorum.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: VeRMiNaaRD - 05 Mayıs 2015, 23:54:43
Birkaç hafta önceki Kahramanın Yol Türküsü yayınında chatte Ursula'yı beğenmediğimi söylediğimde seni öldürür buraya gömeriz demiştiniz. Ben yazarın 3 kitabını okuma yeltendim ancak üçünde de ortalarında dayanamayıp bıraktım. Bu sefer bu etkinlik için dişimi sıkıp okuyayım dedim ama yok vallahi okuyamıyorum. Ursula K. Leguin bana hitabeden bir yazar değil. Gerçi ben distopya eserleri genelde pek beğenmiyorum. Belki de ondan kaynaklanıyor ama bilmiyorum işte beni sıkan birşey var  :D
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Aerndal - 06 Mayıs 2015, 00:16:23
Bence her ne kadar iklimin yaşayış biçimleri üzerindeki etkisi büyük olsa da düşünce yapılarında bir farklılık oluşturacağını sanmıyorum. Çünkü Kış gezegenindeki insanlar farklılıklarını tamamen cinsiyetsiz oluşlarından alıyorlar.Yani ilk soruna cevap bence insan her yerde insan olmaya devam ediyor.

İkinci soruna cevabım ise hayır. Ben kitap boyunca kış gezegeni halkına alışamadım. Düşüncesi garip geldi. Tıpkı onların Ai için sapkın demeleri ve alışamamaları gibi. Bende onları garipsedim. Ama insanoğlunun yeterince süre verilirse herşeye alışabilme ve adapte olabilme özelliği var. Yani eninde sonunda normal gelmeye başlardı.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheWalkingIdeas - 06 Mayıs 2015, 01:18:31
     Kitabı okumayanların etkinlik sayfasına girmeyeceğini düşünerek yazıyorum. Böylece spoiler uyarısında da bulunmuş oldum.
     
     Uzun zamandır ha okudum ha okuyacağım deyip, araya sürekli başka kitaplar girmesi sureti ile ertelenmekten kurtulamayan bir kitaptı Karanlığın Sol Eli. Etkinlik sayesinde okumuş oldum. İyi de oldu, sevdim kitabı. Zaten Le Guin ninemizi sevmemek mümkün mü? Kendim yanıtlıyorum, hayır.

     Sanıyorumki Le Guin bilinmeyen gezegenlere yabancılar göndermeyi çok seviyor. Okuyanlar bilir Mülksüzler’de de böyledir. Karakterimiz bilmediği bir gezegene gider, gezegeni tanımaya çalışır. Farklılıklara alışması kolay olmaz. Garipsediği onlarca şeyle karşılaşır, sorgular, zamanla alışır falan filan…

     Mülksüzler, en özet haliyle iki ayrı gezegendeki siyasi ve sosyolojik yapıyı inceler ve kimse bahsetmese de vicdan kavramı üzerinde fazlasıyla durur ; içsel bir sorgulama yapmamızı da ister. Karanlığın Sol Eli’nde ise yine benzer metodlarla cinsiyet kavramının insan yaşayışı üzerinde etkisinden bahseder. Sadece ikili ilişkilerde oluşan farklılıklardan bahsetmez tabiki de, cinsiyet farkının olmadığı bir toplumun sosyolojik yapısını gözümüzde canlandırmamızı hedef edinir. Bunu yaparken de ince ayrıntıları bile atlamaz. Halkın gözünden androjen bir kral nasıl görünür, soy ilişkisi ataerkil olmayan bir toplumda nasıl sağlanır gibi sorular üzerinde de durur.

     Le Guin, uzak diyarlardan gelen gezginin gözünden olayları en iyi şekilde kavrayıp sorgulamamız için de harika bir yol seçer. Nedir o harika yol? Soruyu sorarken cevabı verdim bile. Cevabımız “yol” sözcüğüdür. Birini tanımanın en iyi yolu o kişi ile yolculuk etmektir derler. Le Guin de aynen bunu yapıyor. Gezginimizi iki yıl kadar görüşmüş olmasına rağmen bir türlü tanıyamadığı başka bir karakterle çok çok uzun bir yola çıkarıyor. Bence hikayeye kaymak kıvamını ve tadını veren öğe budur.

     Kitabın asıl amacı bizlere cinsiyet kavramını “gerçekten” kavratmak ve tabularımızı yıkmamızı sağlamak olsa da diplomasi konusunda da diplomatlara giydirmiyor değil. İki farklı ülkenin de yönetim birimlerinin -meclis ve kral - danışman ya da dış etkenlerden nasıl etkilendikleri az da olsa gösteriliyor. Biraz da yönetimin halkı gerçekten düşünmediğini söylenmeye çalışılıyor. Le Guin, her ne kadar anarşişt gösterilse de ben tamamen anarşist olduğunu düşünmüyorum. Bunun da Amerikalı olmasından kaynaklandığı düşüncesindeyim, sizler ne düşünürsünüz bilemiyorum.

     Yolculuk kısmı en hoşuma giden kısım oldu. En basitinden sadece macera kısmı bile tüm harika şeyler atılsa dahi okunur. Kitabı içim buruk bitirdim. Bunun nedeni de malum ölüm yüzünden oldu.

     Bahsedilecek onlarca şey var ancak söylemek istediklerimin devamını önemli görüp not aldığım alıntıları yorumlayarak yapacağım. Atladığım şeyler varsa kusura bakmayın, yazmaktan ellerim uyuştu.

“İnsanlar arasında yerim yok. Kimse beni görmüyor. Konuşuyorum ama duymuyorlar. Geliyorum ama karşılamıyorlar. Ateşin yanında benim için bir yer, sofrada benim için bir tabak, uzanıp yatacağım bir döşek yok. Ama hala bir adım var. Benim adım Getheren. Bu adı Ocak üzerine bir lanet olarak bırakıyorum ve yanında da bu utancı. Benim için saklayın bunu. Artık adım olmaksızın ölümümü aramaya gideceğim.” ( Sayfa 32)

     Açıkça görüldüğü gibi bahsedilen kavram toplumsal baskı, bizdeki adı ile “mahalle baskısı”. Buna kendi toplumumuzdan onlarca örnek verebiliriz. Hangimiz ailesine sevgilisi olduğunu söylerken çekinmedi ya da hangimiz bu nedenlerden ötürü yalan söylemek zorunda kalmadı? Bizim toplumumuzda -belirgin şekilde- bu baskı daha çok kızların üzerinde. Sevgilisiyle görüştü diye dayak yiyen kimseyi tanımıyor muyuz? Töre cinayetleri, insanların kardeşlerini öldürmek zorunda bırakılmaları…
     Eşcinsel insanlara kötü gözle bakılmıyor mu? Eşcinsel insanlar toplum tarafından dışlanıyor ve varlıkları görmezden geliniyor. Şiddete maruz kalıyorlar. Bazen ise daha kötüsü öldürülüyorlar. Sıradan heteroseksüsel ilişkilerin bile normal görülmediği bir toplumda bunlar çok da garip olmasa gerek, bunu üzülerek söylüyorum. Ayrıca sanmayın bunlar yalnızca bizim ülkemizde var, dünyanın her yerinde var. Ben sadece kendi yaşadığım toplumu diğerlerinden daha iyi tanıdığım için bu örnekleri veriyorum.
Utanması gereken ne eşçinsel olandır ne de sevgilisi olduğu için aşağılanan bir kızdır. Utanması gereken toplumun kendisi ve aşağılık zihniyetleridir. Toplum tabularını yıkmayı başaramadıkça da bu böyle olmaya devam edecektir.

“Yanlış soruların cevabını bilmenin ne kadar yararsız olduğunu göstermek için.” (Sayfa 69)

“ ‘Bilimmeyen’ dedi Faxe’nin ormanda çınlayan yumuşak sesi, ‘önceden görülmeyen, kanıtlanmayan, hayat bunlar üzerine kuruludur. Cehalet düşüncenin temelidir. Kanıtsızlık eylemin temelidir. Tanrı’nın olmadığı kanıtlansaydı dinler olmazdı, ne Handdara, ne Yomeshta, ne de Ocak-tanrıları, hiçbiri. Ama Tanrı’nın olduğu kanıtlansaydı da gene dinler olmazdı… Söylesenize, Genri, nedir bilinen? Kesin, tahmin edilen, kaçınılmaz olan sizin ve benim geleceğimize dair bildiğimiz tek kesin şey nedir?’
‘İkimizin de öleceği.’
‘Evet, işte, cevabı olan tek bir soru var, Genri ve o yanıtı da zaten biliyoruz. Hayatı mümkün kılan şey, sürekli, dayanılmaz belirsizliktir; yani bir sonra ne olacağını bilememek.’ “ (Sayfa 69)

     Ne zaman öleceğimizi bilseydik hayatımız bu kadar renkli ve değişken olabilir miydi? Sanmıyorum. Ama en çok merak ettiğimiz soruların başında da bu gelir. Hep geleceği merak ederiz. İleride neler olacak, hayatımızda neler değişecek gibi soruların yanıtlarını arar dururuz. Saçma bulduğum yöntemlerle bu soruların cevaplarına ulaşmaya çalışan onlarca insan görebilirsiniz. Saçma bulduklarımızı soracak olursanız, falcılık, medyumluk, büyücülük vs. cevabını veririm.

     Hayatımızı anlamlı kılan içinde sürekli olarak barındırdığı bilinmezliktir. Bilinmezlik umut doğurur, hayal kurmamızın önünü açar. Hayatımızın en kötü döneminde bile ileride iyi şeyler olabileceğini düşünerek pes etmek düşüncesinden vazgeçeriz. Belki iyi olur, belki de kötü günler silsilesi son bulmaz. Kim bilebilir ki. Düşüncenin esası da budur.


“Toplumsal-cinsel etkileşim kalıplarımızın hiçbiri yok burada. Onlar bu oyunu oynayamazlar. Onlar birbirlerini kadın ya da erkek olarak görmezler. Bizler için tahayyül edilemez bir şey bu. Yeni doğmuş bir bebek hakkında ilk sorduğumuz soru nedir?” ( Sayfa 88)

     Hemen cevap vereyim. Hepimizin bildiği gibi ilk soru bebeğin cinsiyetidir. Çünkü bu kavram o kadar önemlidir ki tüm yaşantımız cinsiyetimize göre yön değiştirir. Din ve milliyet gibi kavramlarda ayrım yapılınca hemen fark ediyoruz da bu iş cinsiyete gelince biraz daha gözardı ediliyor gibi. Oysa ki cinsiyet kavramı da dünyada büyük bir ayrım oluşturur. Le Guin, o kadar adaletli ve eşitlikçi bir insandır ki bunu gözardı etmez. Başkalarının da gözardı etmemesi için uğraş verir. Bakınız kitap yazmış.

“ Bir insan sadece insan olarak dikkate alınır ve değerlendirilir, ürkütücü bir deneyim bu.” (Sayfa 89)

     Ne kadar harika bir ifadedir, insanın yalnızca insan olarak dikkate alınıp değerlendirilmesi. Hep bunu savunmuşumdur. İnsanı yalnızca insan olarak görebilirsek hiçbir sorunumuz olmayacağını iddia ederim. Gezginin bunu “ürkütücü” olarak değerlendirmesi oldukça normaldır. Zira böyle bir dünya ile karşılaşmış olması bahsettiği gezegen düşünülünce fazlasıyla zor.

“Marjinal halklar, zorlukla ayakta kalabilen ırklar savaşçı olmazlar çoğu kez.” ( Sayfa 90)

     Keşke tüm nesneler dünyaya eşit şekilde dağılsa da kıtkanaat geçinebilen antimilitarist toplumlar olsak. Bunun en büyük nedeni de dünyadaki büyük adaletsizliktir.
Marjinal halklar demişken, farklı olmaktan bu kadar korkulmasını anlamsız buluyorum. İnsan kavramını güzel yapan içinde barındırdığı on milyonlarca fonksiyondur, farklılıklardır.

“Hipotetik deneyin amacına dair bir diğer tahmin: Savaşın ortadan kaldırılması. Eski Hainliler insan dışında hiçbir memelide rastlanmayan sürekli cinsel kapasite ve örgütlü toplumsal saldırganlık özelliklerinin birer neden ve sonuç olduğunu mu düşünmüşlerdi? Yoksa, Tumass Song Angot gibi savaşın tamamen eril bir yerdeğiştirme etkinliği, muazzam bir ırza geçme olduğunu düşünerek deneylerinde ırza geçen erkekliği ve ırzına geçilen kadınlığı mı yok etmeye çalıştılar? Tanrı bilir. Gerçek şu ki Gethenliler rekabete son derece yatkın olsalar da (prestij rekabeti, vs. için sağlanan gelişkin toplumsal kanallarda görülüyor bu) çok saldırgan görünmüyorlar; en azından savaş adını verdiğimiz şeyi hiç yaşamamışlar şimdiye kadar. Birbirlerini birer ikişer öldürebiliyorlar, nadiren onar yirmişer olabiliyor ama asla yüzlerce, bınlerce öldürme yok, neden?” (Sayfa 89)

     Savaş kavramı belki de gerçekten yalnızca erkeklik denilen kavramdan çıkagelmiştir. Belki de bahsedilen savaşsızlık durumu androjen psikolojileriyle alakasız. Le Guin de bu konu da kararsız. Belli ki yalnızca sorgulamamızı istemiş. Sizce neden?

“Karhide’de bir yabancı düşman, işgalci değildir. Bilinmeyen yabancı bir konuktur. Asıl düşmanınız komşunuzdur.”

     Bizler genel olarak bilinmeyenden korkarız. Filmlerimizde ve müziklerimizde korku öğesi olarak kullandığımız şeyler çoğunlukla bilinmeyen varlıklardır veyahut olgular. Tanımadığımız birine temkinli yaklaşırız, tanımadığımız birine kapımızı açmayız. Karhide’de bu durum farklı, toplumun sosyolojik yapısından kaynaklı bu da tamamen.

“Analık ve babalık içgüdüsü arasında sözünü etmeye değer bir fark olduğundan kuşkuluyum: Anababalık içgüdüsü, koruma, kollama isteği cinsiyete bağlı bir özellik değil…” (Sayfa 92)

     Ben de bu konuda farklı düşünmüyorum. Bu kavramı genelde analık içgüdüsüne indirgiyor “babalık” kavramını biraz daha dışarıda bırakıyoruz. Bu da çocuğu doğurup büyüten ve -genelde klasik- babanın evde daha az bulunması dolayısıyla annenin bu içgüdüye yakınlığı olarak yorumlanıyor. Düşününce çok da mantıksız sayılmaz ancak kavramları birbirinden ayıracak kadar da farklılaştırmak doğru değil.

“Ateist olmak da Tanrı’yı sürdürmektir. Varlığı da yokluğu da aynı anlama gelir kanıtlama düzleminde.” (Sayfa 134)

     Varlığını tartışmak kanıtlama düzleminde sonuçları teke indiriyor. Olasılığın “1” den büyük olamaması gibi.

“Karhide’de kral ve kiorremi, insanların yaptıklarını gayet iyi denetleyebilir ama işittiklerini pek az, söylediklerini ise hiç denetleyemezler. Burada devlet sadece eylemi değil, düşünceyi de kontrol edebiliyor. Hiç kimsenin başkaları üzerinde böylesi bir güce sahip olmaması gerek.” (Sayfa 135)

     Torba değil ki ağzını büzesin ama burada o torba olmayan ağzı da büzüyorlar demek istemiş sanırım ninemiz. Alıntının son cümlesi muazzam güzel. Böylesine bir güce sahip olunmaması gerek ama gayet sahipler. Yaşadığımız ülkede de ağız büzen, kulakları tıkayan ve gözleri kapayan biri var, onu tanıyorsunuz.

“Ve bu merkezde geçmil zaman yoktur, gelecek zaman yoktur. Olmuş değildir, olacak değildir. Olmaktır. Hepsi budur.” (Sayfa 142)

“Ülkesini sevmek nedir; başka ülkeleri sevmemek mi? Öyleyse iyi bir şey değil bu. Yoksa sadece kendini sevmekten mi ibaret? O zaman iyi bir şey olabilir, ama bunu bir erdem bir meslek haline getirmemek gerek.” (Sayfa 181)

     Le Guin’in bu sözü milliyetçiliğin faşizan hale gelmemesi için ders niyetine okutulur. Milliyetçilik kavramını harika özetlemiş. Başka diyecek bir şeyim yok. Söz gayet açık ve fazlasıyla yeterli.

“Cahil, Handdara anlamında, soyutlamaları reddetmek, nesnenin kendisine sıkı sıkı yapışmak anlamına gelir. Bu tavurda biraz kadınsı bir şeyler, soyutun, idealin reddir ve verili olana boyun eğme vardı ki bu beni rahatsız ediyordu.” (Sayfa 182)

     Soyutlamaları reddetmek kavramını maddesel varlığı bulunmayan olguları reddetmek diye ele alırsak. Bilimsellikten uzaklaşmak olarak görebiliriz. Ama Le Guin’in bunu söylemek istediğini sanmıyorum. Materyalizm’e karşı söylemiş olsa gerek. “Nesnenin kendisine sıkı sıkı yapışmak.” cümlesi de alıntının özeti olur herhalde.

“Kötü bir yönetimden nefret etmeyen adam aptalın tekidir. Ve yeryüzünde iyi yönetim diye bir şey varsa ona hizmet etmek büyük zevk olurdu.” (Sayfa 182)

     Bu söze tribün ağzıyla “yürü be kim tutar seni” tarzı bir tepki verdim. İyi yönetim denen kavramın varlığına inanmıyorum. Bu da demek olur ki tüm yönetimlere karşıyız. Ellerinden öpüyorum Le Guin.

“Bir arakadaş. Her arkadaşın ayın yeni bir evresinde sevgili olabileceği bir düzende arkadaş kimdir? Ben değilim, erkekliğim içine hapsolmuş olan ben. Ne Therem Hart’ın, ne de ikisi birden, çevrimsel aya göre değişken, bir anda başkalaşan, insanlığın bu değişkenleri, benim kanımdan değillerdi ; aramızda sevgi olamazdı.” (Sayfa 182)

“Açık sözlüydü ve karşılığında benden de, elimden gelmeyen bir açık sözlülük bekliyordu. Ne de olsa gurur meselesi yapacağı hiçbir erkeklik, erkeksilik standardı yoktu.” (Sayfa 187)

“Öte yandan, benimleyken yaptığı gibi o da şifgretor standartlarını indirse, onun benim şifgretoru anlamadığım gibi anlayamadığı erkeksi özsaygımın rekabetçi yönlerini denetleyebilirdim ben de.” (Sayfa 187)

“...Ai bitkin ve öfkeliydi. Ağlayacak gibi duruyordu ama ağlamadı. Sanırım ağlamanın kötü ya da utanılacak bir şey olduğunu düşünüyor.”  (Sayfa 195)

     Gayette oldu sevgi, kendini kandırma sevgili gezgin dostum. Alıntının girizgahı kitabın kilit noktalarından biri bence. Gezgin dostumuz da çok güzel sorguluyor kendini ve erkeksiliğini. Ağlamayı utanç olarak görmesinin yadırganması gibi.Gururdan yoksun insanın saklayacağı utanacağı bir şeyi olmaz sanıyorum. Herhalde bu gurur, onur, utanç, özsaygı, rekabet gibi kavramları cinsiyet farklılıkları yaratıyor.
Le Guin, “erkeksilik” ve “kadınsılık” kavramını gerçekten muazzam şekilde aktarmış ve eleştirmiş, hayran olmamak imkansız.

“Ateş ile korku iyi birer uşak, kötü birer efendidir.” (Sayfa 194)

     Aklıma ilk gelen Star Wars felsefesi oldu. Güç bizimle olsun değerli forum üyeleri.

“Ne de olsa artım cinsel yönden benden daha tuhaf bir yaratık, bir cinsel sapkın değil ; burada, Buz’un üzerinde her birimiz tekiliz, yalıtılmış durumdayız. Ben kendim gibilerden, toplumumdan ve kurallarından ayrıyım o da kendisininkinden. Burada benim varoluşumu açıklayacak başka Gethenlilerle dolu bir dünya yok. Sonunda eşitiz işte, eşit, yabancı ve yalnızız.” (Sayfa 198)

     Yalıtılmış, dış etkilerden arınmış olmak herhalde özgürlüğe en yakın olunan durumdur. İki farklı gezegenin insanını alıp ikisinin de bilmediği bir gezegene tüm etkenlerden bağımsız olarak bıraksak aralarındaki tüm farkları yok etmiş oluruz. İşte eşitlik, işte özgürlük, işte bağımsızlık.

“Işık karanlığın sol edilir
karanlık da ışığın sağ eli.
ikisi birdir, yaşam ve ölüm, yanyana
yatarlar kemmerdeki sevgililer gibi,
tutuşmuş eller gibi,
sonuçla yol gibi.” (Sayfa 199)

“Söylesene ırkınızın öteki cinsiyeti sizden ne kadar farklı?” ( Sayfa 199)

     Bunu sorulunca gezgin cevap veremez. Şaşırır, düşünür. O an bulunduğu gezegendeki farklılığı düşünür ve bence aslında bir fark olmadığı sonucuna varır.


“Tek başıma dünyanızı değiştiremem. Ama o beni değiştirebilir.” (Sayfa 219)

     Değiştirir de. Bir kişinin bir gezegeni etkilemesi mi daha kolaydır yoksa tek kişinin o gezegenden etkilenmesi mi? Tabi bir de bulunduğu gezegendeki duruma alıştıkça bunu sevip kabullenmesi var. Hepimize çok ufak gibi görünen cinsiyet farklılığı aslında ne kadar da değişikliği yol açar tek başına. Bunu görmek ve yaşamak etkileyici olsa gerek. Hak veriyorum.

“Bizler gibi bir seçim olarak görmüyor onlar intiharı. Onlara göre seçimi reddetmek, başlı başına bir intihar eylemi.” (Sayfa 240)

     İntihar seçim değil, seçim hakkını kendi elinle yok etmektir. Le Guin’in bu konudaki tavrı da açıkça ortada. Fikirlerini kitalarına serpiştirme becerisi mükemmel.

KoyuBeyaz'a Not: Kış halkını yalnızca insan kimlikleri ile görmeyi başardım. Estraven'i de cinsiyetsiz olarak görmeyi malum uzun yolculuk başladıktan sonra tam anlamıyla başarabildim ve bu kitap bitene kadar sürdü.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Denaro Forbin - 07 Mayıs 2015, 01:52:38
Hedefim tartışma başlangıcından birkaç gün önce kitabı edinip okumaktı ama İdefix'in kargomu geciktirmesi sonucu kitabı henüz yeni edinebildim.

Yorumlar gelmeye başlamış yavaş yavaş. Ben de henüz sadece önsözü okuyabildim. Ve daha fazla gecikmek istemediğim için ilk yorumumu önsözü baz alarak yapacağım. Elimdeki kitap 8.baskı, farklı bir baskıdan okuyup da "önsöz nerede?" diyen olabilir. Eski baskılarda var mı yok mu bilmiyorum.

Le Guin, kısaca sevdiğim bir yazar. Kendisinin Yerdeniz'i ile tanışmıştım ve Yerdeniz Büyücüsü hayran olduğum bir kitap. Onu okuduğum birkaç gece hala aklımdadır ve kitabın da tadı damağımdadır. Bunun haricinde Yaban Kızlar'ı okumuş ve pek ısınamamıştım açıkçası. Bir de Rıhtım Okuma Etkinliği'nin 2. ayağında Rüyanın Öte Yakası'nı okumuş ve yorumumu da şurada (http://www.kayiprihtim.org/forum/ryhtym-okuma-etkinlidhi2-ruyanyn-ote-yakasy-t14256.0.html;msg135599#msg135599) paylaşmıştım.

Şimdi sıra Karanlığın Sol Eli'nde. Yani Le Guin'in başyapıtlarından birinde. Önsözde çok önemli birkaç cümle yakaladım. Le Guin'in ne kadar usta bir yazar olduğunu, çok önemli konulara dokundurduğu ince mesajlar aracılığıyla daha iyi fark etmiş oldum. Şimdi buraya önsözden birkaç alıntı bırakacağım.

"Bilimkurgu ön bilici değil, betimleyicidir." diyor Le Guin. Bilimkurguya bakışı çok farklı ve ben bu bakış açısını sevdim. En azından Le Guin okurken böyle düşünüp de okumak gerek.

"Kehanetleri peygamberler (bedavaya); falcılar (bunlar genellikle belli bir ücret isterler, bu yüzden de peygamberlerden daha çok saygı görürler) ve fütürologlar (bu işten maaş alırlar) yaparlar. Kehanet peygamberlerin, falcıların ve fütürologların işidir. Romancıların işi değildir. Bir romancının işi yalan söylemektir." diyor Le Guin. Ateist olduğunu bildiğimiz Le Guin'in dinlere karşı öfkeli oluşuna şaşmamak gerek. Bu cümle, Le Guin'in dinleri yayma görevi edinen peygamberlere ve yaymayı amaçladıkları dinlerine karşı tavrını açıkça ortaya koyuyor. İnce bir dokunduruş yapıyor. Ve yazarların asıl yaptığı şeyin "yalan söylemek" olduğu fikrini çok beğendim. Haklı bu konuda.

"Sanatçıların özel bir görme gücüne sahip olamayacaklarını, esinle dolup ötelere uzanamayacaklarını, Tanrı'nın onlar aracılığıyla konuşamayacağını söylemiyorum. Bütün bunların olduğuna inanmasalardı, kim sanatçı olurdu ki? Tanrı'nın kendi dillerini, kendi ellerini kullandığını hissettikleri için bunların olduğunu bilmeselerdi? Belki sadece bir kere, bütün hayatları içinde bir kere yapar Tanrı bunu. Ama bir kere yeter." diyor Le Guin ve üstünde çok fazla düşünülmesi gereken bir cümleye imza atıyor. Nitekim düşündüm de.

Le Guin burada sizce ne demek istiyor? Eğer bu cümle bir çeviri kurbanı değilse, Le Guin tam olarak "bir" yazarı işaret ediyor. Bu güce sahip tek bir yazar olduğunu söylüyor. Düşündüm ve ben bu sonuca vardım. Bu yazar kim peki? Le Guin kendini mi işaret ediyor? Le Guin gibi büyük bir yazar, kendini herkesten üstün olarak görebilir mi gerçekten? Kendini kast etmiyorsa kimi kast ediyor peki? Kim bu yazar?

Kitabı okuyup bitirdiğimde geniş yorumum ve onlarca sorumla yine burada olacağım. İyi bir tartışma olsun.

Not: Kitabı bitirmediğim için henüz gelen yorumları da okuyamadım ne yazık ki. Kısa sürede bitirip geri geleceğim buraya!
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Sayhh - 08 Mayıs 2015, 18:44:44
Şu ana kadar katılan herkese teşekkür ederim. Eşzamanlı okuduğumuz bir kitabın farklı bakış açılarıyla değerlendirildiğini görmek, okurken gözden kaçırdığım noktalara dikkatimin çekilmesi bana çok keyif verdi.

Benim için kitabın ilgi çekici kısmı cinsiyet kavramının ele alınış biçimiydi. Genel olarak bunun üzerine konuşaracağım ve bir yandan da şu soruları cevaplamayı deneyeceğim.

Dolayısıyla ben özellikle bizlerin, kitapta cinsiyet/cinsellik konusunu nasıl gördüğümüz, ne düşündüğümüz, Le Guin'in işleyişine nasıl baktığımızı pek merak ediyorum.

Çift cinsiyetli (androjen) insanların yaşadığı bir gezegende olan bitenlere bir erkeğin gözünden bakarak androjenliğin toplumsal ve bireysel anlamda nasıl bir yaşayışa sebep olacağını anlamaya çalışıyoruz.

Le Guin, Kış insanlarını tasvir ederken çekik gözlü, koyu tenli ve çalı saçlı olduklarını söylüyor, böylece cinsiyetler arası fiziksel görünümde farkların az olduğu Eskimoları gözümüzde canlandırmamızı sağlayarak işimizi kolaylaştırıyor. İklim de zaten onlarınkiyle hemen hemen aynı. İklim, görünüm ve cinsiyet arasında güzel bir üçlü bağ kurulmuş bu noktada.

Bazı okuyucularda, çift cinsiyetli olmanın, cinsiyet kaynaklı tüm sorunları çözebileceğine dair bir inanç oluştuğunu düşünüyorum. Le Guin’in bunu savunmak istediğini sanmıyorum. Hatta bence sırf bu yüzden iki ayrı toplum üzerinden anlatmış gezegen halkını. Bu iki toplumun birine diğerinden daha iyi demek mümkün değil. Her ikisinin de artıları ve eksileri var. Cinsiyet konusunda da böyle bakabiliriz. Kusursuz olan anlatılmıyor, bize sunulan bir olasılık sadece.
 
İki ayrı toplum konusu üzerinden devam edeceğim. Arka kapakta şunlar yazıyor:

Alıntı
"Arkadaşlık" ve "sevgililik" arasındaki "boşluk" anlamsızlaşmış; insan düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan... ve benzeri ikiliklerini oluşturan temeller zayıflamış gibidir. Cehaletin, şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde olduğu bir gezegendir Kış.

Bu görüşler aynı zamanda, kitapta 7. Kısımda, Cinsiyet Sorunu başlığı altında yer alıyor. Genli Ai’den önce Gethen’e giden ve araştırma yapan bir ekip var. Araştırmacılardan Ong Tot Oppong, Karhide’ye; Otie Nim ise Orgoreyn’e giderek bilgi topluyor ve bu bilgileri birbirleriyle paylaşıyorlar. Ong Tot Oppong, yorumlarını Gethen üzerine yapıyor, ama aslında daha çok Karhide hakkında bilgisi var. Ben onun yorumunu bütüncül bulmuyorum ve haliyle kabul edemiyorum. Okuyucu olarak kitaptaki bir karakterin söylediklerini doğru olarak kabul etmeme de gerek yok zaten.
  
Bana göre kurgu neredeyse tamamen düalizm üzerine kurulu. Yazarın bu tercihi yapmış olması bana çok ilginç geldi.  Nedenini merak ediyorum. Eşitliği sağlamak için denge gerçekten gerekli midir? Dengeyi iki ayrı kutbun varlığı mı, yoksa kutupsuzlaşarak sıfırlanmak olarak mı tanımlayabiliriz?

Kitaba dair ilk izlenimde sanki bu sıfırlanma yoluna gidilmiş gibi algılanıyor. Ben kutupların korunduğunu düşünüyorum, değişiklik kutuplaşmanın yerleştirildiği dinamikler üzerinde yapılmış.

İnsanlar çift cinsiyetli olduğu için bir ayrım yokmuş gibi duruyor. Oysa daha yukarıdan bakıldığında biri kadınlardan, diğeri de erkeklerden oluşan iki ülke görüyorum ben. Cinsiyet kavramı bireyden alınıp topluma verilmiş gibi.

Okuduğumuz ilk bölümler Karhide’de, kadınlar ülkesinde, geçiyor. Karhide insanları edilgen ve içe dönükler. Yazarın kişilerden bahsederken, insan veya muadili olabilecek başka bir kelime kullanmak yerine adam kelimesini kullanmasını da buna bağlıyorum. Anlatımına kadınlarla başladığı için dengeleyici bir tedbir almış.
 
Orgoreyn insanları ise hem etken, hem de dışa dönük ve rasyoneller. Çift cinsiyetli insanlardan oluşan bu eril toplum, bana biraz günümüz Batı Ülkeleri’ni hatırlattı.

Karhide’den Orgoreyn’e ilk geçişte sanki Karhide yeriliyor ve Orgoreyn övülüyor gibiydi. İlerleyen sayfalarda bu durum değişti ve aralarından birinin diğerinden üstün olamayacağını anladık.

Spoiler: Göster
Işık karanlığın sol elidir
karanlık da ışığın sağ eli.
ikisi birdir, yaşam ve ölüm, yan yana
yatarlar kemerdeki sevgililer gibi,
tutuşmuş eller gibi,
sonuçla yol gibi.

s. 198


İki ülke arasındaki farklara karşın pek çok ortak nokta da bulunuyor. Çocuklar konusundaki benzer tutum beni biraz düşündürdü. İki toplumda da, farklı şekillerde olsa bile çocuklar sahiplenilmiyor ve ortak bakımla sürü halinde büyüyor. Bu bana biraz kolaya kaçmak gibi geldi. Çocuk ve doğum konuları önemliydi, en az cinsel evreler gibi ciddiye alınarak işlenmeliydi bana göre.

Cinsiyet ayrımını konuşacaksak eğer doğurganlık kilit bir nokta olmalı. Bizim dünyamızda, binlerce yıl boyunca kadının lanetlenmesi de, kutsallaştırılması da temelde doğurganlığı nedeniyle oldu. Dolayısıyla kadın ve erkek arasındaki fark ortadan kaldırılırken doğurganlığın ya tüm bireyler için mümkün kılınması, ya da dünyaya gelme hali için insan bedeni dışında bir yol bulunması zorunluluk olarak görünüyor. Le Guin birincisini seçmiş, ama bu handikapları olan bir seçim. Ben böyle bir varoluş halinde, kadınlık ve erkeklik önemli olmasa da anne-babalığın önemli olduğunu ve kişiye bu doğrultuda bir kimlik kazandırabileceğini düşünüyorum.

Gethen insanları birden fazla kez bebek sahibi olabiliyor, bir kez anne olup, bir sonrakinde baba olmaları ya da tam tersi mümkün. Çocuk sahibi oldukları halde hiç anne veya baba olmamış olanlar da var elbette aralarında.  Aynı anda hem anne hem de baba olmanın birbirlerini sıfırlayamayacağına inanıyorum. Anne ve baba olmak birbirlerine denk deneyimler değiller. Dölleme anı iki kişi için bir paylaşım olsa da, takip eden gebeliği sadece bir kişi yaşıyor. Doğurmak, öldürmekten daha ciddi bir karar, bunu bir üstünlük olarak görmüyorum ama gebelik esnasında bir bedeni iki ayrı ruh paylaştığı için çok güçlü bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Bir insan hem anne, hem de babaysa annelik yanı ağır basarmış gibi geliyor bana.
Bu konuda kitap bize şunları söylüyor:

Alıntı
Çocuklarına, onları hemen hiç sahiplenmeksizin büyük ve etkili bir şefkatle davrandıklarına tanık oldum. Herhalde “analık içgüdüsü” dediğimiz içgüdüden farklı olan, bir tek bu sahiplenmeme tavrı. Analık ve babalık içgüdüsü arasında sözünü etmeye değer bir fark olduğundan kuşkuluyum: Anababalık içgüdüsü, koruma, kollama isteği cinsiyete bağlı bir özellik değil…
s.92

Bu açıklama beni tatmin etmedi. Kadın ve anne kavramları arasındaki ilişki daha fazla irdelenmeliydi. Anneliğin ne olduğu, nasıl algılandığı ve annelikle birlikte gelen kadınsı özelliklerden onları neyin koruduğu konusunda daha çok şey bilmek isterdim. Kitabı bu yönden eksik buldum.

İkinci değinmek istediğim nokta cinsiyet ayrımının olmadığı bir sistemi ne kadar iyi anlatırsa anlatsın bizim bunu algılama şeklimizin hiç de kitaptaki karakterler gibi olmadığı. Tamam, Ai'nin olaylara bakış açısı bizim bakış açımıza oldukça yakın, fakat bir noktadan sonra (doğal bir süreç içerisinde) o bu duruma ayak uydurmaya başlıyor. Peki biz de onunla birlikte bu çift cinsiyetli topluluğa alışabiliyor muyuz? Estraven'i kitabın son sayfalarına kadar bir kadın ya da erkek olarak düşünmeye devam ettiniz mi? Yoksa Le Guin'in anlatımı, fikirleri ve dünyası sizi içine çekerek tıpkı Ai gibi Kış halkını sadece insan kimlikleriyle görmenizi sağladı mı?

Kitap boyunca Estraven benim için kadındı. Onu öyle algılamaktan kendimi alamadım.

Okuduğum karakterleri gözümde canlandırırken fiziksel olarak onlara cinsiyet atamadım ama davranış bazında ya kadın, ya da erkektiler. Bu seçimleri de yukarıda değindiğim gibi, baskınlığı değişen cinsel durumlarına göre değil doğdukları ülkeye göre yaptım.

Ben de şunu sormak istiyorum:

Estraven'i benden başka kadın olarak gören var mı?

Spoiler: Göster
KoyuBeyaz'ın sorusuna şu ana kadar cevap vermiş kişiler insan olarak gördüğünü söylediği için gerçekten şaşkınım.


"Sanatçıların özel bir görme gücüne sahip olamayacaklarını, esinle dolup ötelere uzanamayacaklarını, Tanrı'nın onlar aracılığıyla konuşamayacağını söylemiyorum. Bütün bunların olduğuna inanmasalardı, kim sanatçı olurdu ki? Tanrı'nın kendi dillerini, kendi ellerini kullandığını hissettikleri için bunların olduğunu bilmeselerdi? Belki sadece bir kere, bütün hayatları içinde bir kere yapar Tanrı bunu. Ama bir kere yeter." diyor Le Guin ve üstünde çok fazla düşünülmesi gereken bir cümleye imza atıyor. Nitekim düşündüm de.

Le Guin burada sizce ne demek istiyor? Eğer bu cümle bir çeviri kurbanı değilse, Le Guin tam olarak "bir" yazarı işaret ediyor. Bu güce sahip tek bir yazar olduğunu söylüyor. Düşündüm ve ben bu sonuca vardım. Bu yazar kim peki? Le Guin kendini mi işaret ediyor? Le Guin gibi büyük bir yazar, kendini herkesten üstün olarak görebilir mi gerçekten? Kendini kast etmiyorsa kimi kast ediyor peki? Kim bu yazar?

Bu noktada bir yanlış anlama olmuş. Tek bir yazar işaret edilmiyor, her bir yazar bunu yaşayabilir ama sadece bir kez diyor. Bu olayı tek bir yazar yaşayabilir, o da benim dese buna da inananilirdim gerçi, Le Guin'i biraz kibirli buluyorum.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheWalkingIdeas - 08 Mayıs 2015, 20:41:11
     Estraven benim için hikayenin başında erkekti. Sonrasında ise kadınsılığı arttı. İki ülke arası uzun yolculuğa çıkıldığı zaman ise kavramlar benim için eşitlendi. Cinsiyetsiz görmek bu kadar zor olmasa gerek ki Le Guin'in anlatımını yeterli buldum.

     Eğer insanı yalnızca insan olarak, tüm etnik ve cinsi farklılıklardan ayrıştırarak göremiyorsak bu bizim hümanist yanımızın eksikliğindendir sanıyorum.

     Ayrıca önceki yorumlarda belirtildiği gibi Le Guin kesin bir iyi-kötü sunmaz. Bir fikri vardır bunu sunar ancak fikirleri düşündürme odaklıdır, kesinlik sunmak için hikayeye yedirilmemiştir. Okuyanlar bunun Mülksüzler'de de böyle olduğunu görmüştür. İki gezegen vardır; eksik ve tam yönleri değerlendirilir. Ancak bütün bir üstünlük yoktur gezegenlerin birbiri üzerinde.

     Ve belirtmek gerekir ki Le Guin kitaplarında kesin yargılar vermiyor olsa da fikirleri anlaşılır ve nettir. Hikaye ve karakterlerde kesinlik belirtmez ama bu belirtmediği kesinliklerden fikirleri ve istedikleri kesin olarak ortaya çıkar.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Sayhh - 08 Mayıs 2015, 21:23:17
     Eğer insanı yalnızca insan olarak, tüm etnik ve cinsi farklılıklardan ayrıştırarak göremiyorsak bu bizim hümanist yanımızın eksikliğindendir sanıyorum.

Yaptığınız tespite katılıyorum. Hümanist değilim gerçekten. Hümanist olmayı bir gereklilik olarak görmüyorum.

Bir insanı etnik ve cinsi farklılıklarına göre değerlendirmeyi ayıp-yanlış bir şeymiş gibi yansıtmışsınız, bu noktada ayrılıyoruz. İnsanı tüm sıfatlarından sıyırınca geriye kalan bir şey görmüyorum ben, sırf insan olarak var olma hali ortak diye insanın putlaştırılmasını anlamsız buluyorum.

Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheWalkingIdeas - 08 Mayıs 2015, 21:32:42
     Evet insanları elinde olmayan sebeplerden ayıplamayı, ayrıştırmayı ve yargılamayı yanlış, eksik ve ahlaksız buluyorum.

     Ama tabiki herkes istediği gibi düşünmekte özgür. Ben de özgürlükçü bir insanım. Kendi fikirlerimi ifade ederken çekinmezken karşı tarafı da anlayışla karşılamayı deniyorum.

     Sanıyorum ki beni yanlış anladınız. İnsanı yalnızca insan olarak görmeyi robotlaşmış tekelleşmiş insanlar olarak nitelendirmiyorum. İnsanlar yalnızca doğduklarında böyledir. Yaşayışımız bizi biçimlendirir. Demek istediğim şey dünyadaki çeşitliliğin güzel olduğu ancak insanların bu farklılıkları güzellik olarak görmek yerine "güzellik" kavramını tekele indirip diğer değerlere faşişt tutumlarla yaklaşmalarındaki yanlışlık.

Ekleme: Bizi biz yapan ancak dinlediğimiz müzikler, izlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar, gezip gördüğümüz yerler, tanıştığımız insanlardır ; din, ırk, milliyet, cinsiyet, yaş değildir.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Sayhh - 08 Mayıs 2015, 22:08:15
     Evet insanları elinde olmayan sebeplerden ayıplamayı, ayrıştırmayı ve yargılamayı yanlış, eksik ve ahlaksız buluyorum.

Estraven'i kadın ve Eskimo olarak görerek ona hakaret ettiğimi düşünmüyorum. Sıfat atamak ile ayrıştırmak, ayıplamak ve yargılamak aynı şey değildir.

Bir insanın farklılığının bilincinde olmak ve onu bu farklarla değerlendirmek mutlaka olumsuz anlamlar içerecek gibi bir kural yok. Daha tarafsız bakabiliriz. Değerlendirme aynı anda olumlu veya olumsuz ve hatta nötr pek çok fikir taşıyabilir.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheWalkingIdeas - 08 Mayıs 2015, 22:20:37
     Fikirlerimi evrende yaşayan tüm canlı organizmalar için yazdım. Bunları doğrudan kişiliğinize ve cümlenize aleyhte bir mesaj olarak görerek taraf ve tarafsızlığımızı belli etmiş oldunuz sanıyorum. Ben tarafsızlığıma güveniyorum. Ancak sürekli yanlış anlaşılıyormuş gibi hissediyorum ki haksız sayılmam.

     Estraven'i kadın ve Eskimo olarak görebilirsiniz ; kadın veya Eskimo olduğu için yargılamanızı ancak yanlış görürüm.  Bu konudaki düşüncelerim mesajlarımda açıkça yazılı , yalnızca tekrar okumanızı rica edebilirim. Sıfat atamanız konusunda bir şey dediğimi sanmıyorum. Bence de değerlendirme 3 farklı şekilde de olabilir.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Light - 09 Mayıs 2015, 13:53:42
     Evet insanları elinde olmayan sebeplerden ayıplamayı, ayrıştırmayı ve yargılamayı yanlış, eksik ve ahlaksız buluyorum.

Estraven'i kadın ve Eskimo olarak görerek ona hakaret ettiğimi düşünmüyorum. Sıfat atamak ile ayrıştırmak, ayıplamak ve yargılamak aynı şey değildir.

Bir insanın farklılığının bilincinde olmak ve onu bu farklarla değerlendirmek mutlaka olumsuz anlamlar içerecek gibi bir kural yok. Daha tarafsız bakabiliriz. Değerlendirme aynı anda olumlu veya olumsuz ve hatta nötr pek çok fikir taşıyabilir.

Yorum yazma isteği hissettim:

Ayıplamak, ayrıştırmak ve yargılamak tamamen bağlantılı şekilde kullanılmış, devamları gibi. Eğer lisede mantık dersi gördüyseniz ''ve'', ''veya'' gibi kavramların kullanımını daha doğru şekilde kavrayabilmiş olmanız gerektiğini düşünüyordum.

Ayıplayıp da diğer eylemleri gerçekleştiren kişilerden bahsediliyor. Aynı şey olduğuyla alakası hiçbir şey kullanılmamış, farklardan bahsedilmiyor kısaca ve sıfat atamanın da ayıp olduğuyla alakalı herhangi bir ifade kullanılmamış. Sıfatı ayıplama derecesinde kendi zihniyetinize göre atamaktan bahsedilmiş ki bu da yazarın kendi zihniyetine göre yazdığı bir şey.

Siz gidip otizmli birine, ''Bu 'insan' otizmli, insandan saymıyorum bunu!'' gibi bir şey söylerseniz evrensel, varoluşsal anlamda kendi içinizde gireceğiniz saçma paradoks için hissedeceği şeyleri yazmış ki benim için aynı sıfatsal değerlendirme için büyüklük kompleksi dışında, aşağılık kompleksinde de aynıdır.
*:Otizm sadece elimizde olmayan şeylere bir örnekti; ırkçılık görüşünden de buna örnek verilebilir. Herhangi bir şey.

Tamamen evrensel bir konu bahsedilen; insan beyninin içindeki safsatalardan birini herhangi görüşe sığdırmakla, sığ olmakla alakası yok kısaca.

Olumlu, olumsuz ve nötr? Bu kavramlardan bahsedildikten sonra tarafsızlıktan bahsedilmesi beni zamanla histerik gülüşlere ortak edebilecek gibi duruyor, dönüp dolaşıp aynı görüşe ortak olunuyor. Çok sığ.

Düşüncelerimiz, herhangi bir şeyi belirlemiyor; yine de yazmak istedim. Herhangi bir varlığın niteliklerini bizim düşüncelerimizin yargılayabileceği bir kapasitede olan varsa çıkıp haber versin.

Not: Yazardan kastım, TheWalkingIdeas.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheWalkingIdeas - 09 Mayıs 2015, 14:18:25
     Lisede değiliz, matematik dersi işlemiyoruz ve "mantık" konusunu " ve/veya" bağlaçlarına indirmen senin sözcüklerinle çok "sığ". Anlamı pekiştirmek değilen şeyi mantık konusuyla nasıl ilişkilendireceğimi inan bilmiyorum.

     Ayrıca aynı noktada buluştuğumuzu da sanmıyorum. Sığ olduğumuzu da sanmıyorum. İstediğin konuda bir kaos yaratılmasıysa sığ olmaya devam edebiliriz.

     Herhangi bir varlığın niteliğini belirlemek gibi bir amaç da gütmüş değilim, hiçbirimiz biyolog değiliz bildiğim kadarıyla ve bir canlıyı parçalara ayırıp sınıflandırdığımızı da sanmıyorum. Kimse kesin bir yargı belirtme yetkisine sahip değil. Ve kimse kesin bir yargı belirtme çabasında değil. Herkes kendi doğrularını ve düşünme sistemlerini belirtiyor.

     Yazılarımızdaki açıkları aramak yerine kitapla ilgili bir analiz yazarsan sığlıktan kurtulmuş oluruz.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Lordmuti - 09 Mayıs 2015, 14:38:29
Arkadaşlar konudan sapmayalım lütfen. Kitabın tartışma başlığında o buna böyle demiş, sen şöylesin ben böyleyim vb. atışmalar yapmaya gerek yok.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Light - 09 Mayıs 2015, 14:57:10
     Lisede değiliz, matematik dersi işlemiyoruz ve "mantık" konusunu " ve/veya" bağlaçlarına indirmen senin sözcüklerinle çok "sığ". Anlamı pekiştirmek değilen şeyi mantık konusuyla nasıl ilişkilendireceğimi inan bilmiyorum.

     Ayrıca aynı noktada buluştuğumuzu da sanmıyorum. Sığ olduğumuzu da sanmıyorum. İstediğin konuda bir kaos yaratılmasıysa sığ olmaya devam edebiliriz.

     Herhangi bir varlığın niteliğini belirlemek gibi bir amaç da gütmüş değilim, hiçbirimiz biyolog değiliz bildiğim kadarıyla ve bir canlıyı parçalara ayırıp sınıflandırdığımızı da sanmıyorum. Kimse kesin bir yargı belirtme yetkisine sahip değil. Ve kimse kesin bir yargı belirtme çabasında değil. Herkes kendi doğrularını ve düşünme sistemlerini belirtiyor.

     Yazılarımızdaki açıkları aramak yerine kitapla ilgili bir analiz yazarsan sığlıktan kurtulmuş oluruz.

Öncelikle, tamamen objektif bir yorum yazmıştım. Tabii ki amacım sadece bir düzeltmeydi, herhangi birine herhangi bir gönderme olmayıp genel bir kanıya sitem ettim. Şu an tabii ki düşüncelerimi yazacağım ki şahsıma bir şeyler yöneltilmiş. Bu yorumu da yazıp kitap dışı tartışmaya son vereceğim ki tamamen kitap dışı bir olguya el attığımı düşünmememe rağmen.

Edebi anlamdan, evrensel bir mantığa ''indirgemek'' gibi bir şey söz konusu sanırım! İndirgemek nedir? Kavram karmaşası? Lisede öğrenilemeyen bir mantığın, bağlacın burada öğretilmeye başlanması da saçma sanırım. Bilmeden yaptığınız şeyler sizi belirtir(ya da tam tersi), bunu tam olarak kast eden siz miydiniz yoksa etkilendiğiniz şeyler mi?

Kastetmek istediğim biyolojik anlamındaki değildi ki bu şekilde kendiniz kendinizce kendinize kendinizi öğretmiş oldunuz. J.J. Rousseau'nun da dediği şekilde bir kanıya vardırtmaya çalışmıştım. Tabii şu an buraya alıntı açmam anlamsız olur.

Evet dediğiniz gibi, sığ olduğunuzu sansanız zaten sığ olmazdınız. Bu cidden kendi içinizde iyi bir çıkarıma gebe olmuş, sadece sanılıyor.

Bu yorumunuzla, herhangi bir varlığı sığ olmayıp nitelendirme yetisine sahip olduğunuzu varsayar haldesiniz. Böyle bir niteliğiniz olmamasına rağmen, kendi içinizde çelişiyor. Bir düşünceye olumlu demek, o düşünceyi nitelendirmek demektir. Düşünceler de insanları insan yapan şey değil mi? Mesela şu an benim düşüncem de sığdı ama Dünya standartında sığ olduğumu düşünmedim.

Herhangi bir açığı da aradığım yok, beyin fırtınası yapmak niyetindeydim. Bence dikkat çeken ''saçma'' bir düşünce sistemini yermekti amacım ve biraz düşünce alışverişi yapıp, sentez mantığıyla belki de düşüncemi geliştirecektim; zira bu platformda çoğu kişi benden yaşça daha büyük, tecrübeli. Bu kitap içinse analiz yazmak istemiyorum, bitirmedim; sevemedim maalesef. İleriki bir zamana ötelemiş durumdayım.

Kötü bir niyetim yoktu kısaca, öyle bir izlenim verdiysem kusura bakmayın. İyi tartışmalar dilerim. :)
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: - 10 Mayıs 2015, 22:18:29
Ben kitabın doksan küsür sayfalarındayım, buraya kadar olan düşüncelerimi yazayım şimdilik.

Ben de kitabı okuyan herkes gibi ilk başlarda çok zorlandım. Garip terimler, yer yurt isimleri, androjen kimlikler vesaire... Bir de kitabın başlarında betimlemeler beni çok yordu, ancak alışabildim. Doğrusunu söylemek gerekirse şu ana kadar çift cinsiyetli (androjen) bir bireyi gözümde canlandıramıyorum. Kemmer olayını çok ilginç bulmakla birlikte tam anlamıyla kavrayabilmiş değilim. Kitapta arada sırada Estraven ve Ai nin dışında eskiye dair mit ve hikayeleri okumak çok keyifliydi ki bunu çok akıllıca buldum. Böylece yazarımız aktarmak istediği düşüncelerinde kendine büyük kolaylık sağlıyor.

Yukarılarda birisi Kış'ta soğuk ve zorlu bir iklimin gerekliliğiyle ilgili bir soru sormuştu sanırım. Bu doğrultuda Kış halkının kültürünün ve Kış halkına dair her şeyin bu zorlu iklime dayandırıldığını ve bunun kesinlikle gerekli olduğunu düşünüyorum. Estraven'in gözünden yaşadıklarını deneyimlemeye yeni başladım ve muhteşemdi. Benim şu ana kadar kitapta en çok hoşuma giden ve ilgimi çeken bölüm Kış'da daha önce hiç savaş olmaması. Bu nedir yaa? Bu müthiş derecede dengesiz, ilginç ve sabebi beni tatmin edebilecek bir olaya dayandırılmayan bir durum. Harika bir şey bu ve tahminimce ileride bununla ilgili bir şeyler göreceğim, öylesine üstünkörü geçilen bir bilgi değilmiş gibime geldi.

Bir de insanın normal yaşayışında cinsel bir istek veya gereklilik duymamasını gözümde bir türlü canlandıramıyorum. Ama tahminimce kitabın sonlarında onu da becerebileceğim. Ha bir de şu geleceği görme olayı var. Dokumacıya soru sor bedelini öde hop babaaa tamamdır. Şaka bir yana o kadar zekice ve felsefi bir yaklaşımla ele alınmış ki hayran kalmamak elde değil. Kış insanlarının leyla olması da gerçi o da iklimin getirdiği bir kültür :). Şifgretor olayı da çok hoşuma kaçtı :D. Kitabın başlarında Estraven, Ai'yi yemeğe çağırmıştı hatırlarsınız. Orada hiç bir şey anlamamıştım lakin ufak ufak onu da kapmaya başladım.

Başka başka üü, heh bir de millet bilinci olmayan bir toplumda krallık vesaire nasıl olur hiç aklım almıyor. Ayrıca ben ilk başlarda nasıl denir böyle kılıçların, kalkanların olduğu bir toplum bekliyordum; adamların sonik tapançaları var :D. Bak yazdıkça aklıma geliyor, Ai'nin gökyüzünden geldiğine, Ekumen'e inanmakta neden bu kadar zorlanıyorlar. Sanki burada bir sıkıntı var gibi. Ama kuruntudur benimki daha bunu söylemek için çok erken.

Onu bunu boş verin de binlerce yıldır hiç savaş yapmamış, savaş yüzü görmemiş bir gezegen. Çohh ilginç, çohh değişik çohh...
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Denaro Forbin - 11 Mayıs 2015, 19:05:40
Kitabı bitirdim. Gelelim yorumlarıma.

Canberk (TheWalkingIdeas) ve Ufuk (TheSpell) ile kitap hakkında bir hayli konuşup kendimizce çıkarımlar yaptık. Kısa kısa yazdığım cümlelerimin tamamını bu mesajımda toparlayacağım.

Le Guin'i seviyorum. Bunu en başta belirtmek istedim zira yorumumun kalanında yapacağım olumsuz eleştiriler kendisine olan sevgimi ve saygımı azaltmayacak nitelikte.

Karanlığın Sol Eli zor bir kitap. Bunu bekliyordum açıkçası ama beklediğimden de zor çıktı. Yazar Le Guin olunca kendimi o moda sokuyorum ve okuduğum kitabın altında ezilmeyi (zaman zaman) göze alıyorum.

Zor dememin sebeplerinden biri hiç kuşkusuz daha önce hiçbir kitapta karşılaşmadığım "cinsiyetsizlik" kavramı. Yazarın, okurunun düşünmesini sağladığı konu, içerisinde bulunduğumuz dünyada pek az insanın daha önce derinlemesine düşündüğü bir konu. Böylesine farklı bir konuda bir roman kaleme alan Le Guin her şeyden önce saygıyı hak ediyor.

Konu enfes kesinlikle, burada bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum kendi adıma. Fakat, konunun okura aktarılış şekli ve kurgu, konunun gölgesinde kalıyor ve tüm bunları birleştirdiğimizde ise ortaya "eksik" bir kitap çıkıyor.

Mükemmel çünkü; zaten daha önce kafa patlattığım cinsellik konusunda daha fazla kafa patlamamı sağladığı, mevcut dünya düzenini ve erkek egemen toplumun milyarlarca insanın kaderini nasıl değiştirdiğini tekrar düşünmeme sebebiyet verdiği için.

Eksik çünkü; harika bir konuyu normal, basit bir kurguyla anlatmak yerine sündürmeyi başardığı, bizi onlarca sayfa boyunca bilmediğimiz kelimelerle baş başa bıraktığı için. Bu etkenler beni kitabın içerisine uzuuun bir süre sokamadı, yabancılık çektim. Birkaç sayfa okuduğumda kendimi bambaşka şeyler düşünürker bulup o birkaç sayfayı yeniden okudum. Böyle böyle bir sürü de zaman kaybettim.

Kısaca, Karanlığın Sol Eli'ni sevdim fakat ikinci bir kez okuma fikrine sıcak bakmıyorum. Ufak bir örnekle bu düşüncemin nedenini açıklayayım hemen: Stanislaw Lem ve Ursula Le Guin'in bilimkurguya bakış açıları büyük oranda aynı. Lem'in, Solaris, Aden, Gelecekbilim Kongresi gibi başyapıtlarını tekrar okumak istiyorum lakin Le Guin'de bu durum geçerli değil. Bana göre Le Guin'in eksiği kitaplarını sürükleyici bir modda yazamayışı. Şimdi diyeceksiniz ki kadının tarzı bu. Eyvallah, zor da olsa okuyorum ben. Fakat eleştirilerim bu yönde.

Le Guin'in konuyu işleyişi hakkında bir şeyler söyledim ve Fiddler'în sorularından birine de cevap vermiş oldum böylelikle. Le Guin'in kendini eleştirdiği cümleye katılıyorum yani.

Yazımın buradan sonrasında alıntılar üzerinden gideceğim.

"Hakikati söyleyen tek bir ses, donanmalardan ve ordulardan daha büyük bir güçtür..."

Le Guin'in bu cümlesinden "gerçek olana" verilen değeri açık bir şekilde anlayabiliyoruz. İçinizde sakladığınız gerçek, her şeye çözüm olabilecek niteliktedir. Yeter ki zamanı geldiğinde onu kullanmasını bilin.

"Kötü bir yönetimden nefret etmeyen aptalın tekidir. Ve yeryüzünde iyi yönetim diye bir şey varsa ona hizmet etmek büyük zevk olurdu."

Dünyada var olan yönetim şekillerinin hemen hepsine giydirilen bir cümle. Le Guin'in anarsişt bir kadın ve aynı zamanda da ateist olduğunu düşünürsek, gezegenimiz üzerindeki tüm topraklarda yer alan hiçbir yönetim şeklinin kendisine hitap etmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Demokrasi adı altında baskılarla yönetiliyor ülkeler. Devlet ve din kuralları ile insanların kısıtlanması hoş değil. Bu sebeple, "iyi yönetim"den kastını anlayabiliyorsunuzdur sanırım.

Düşünün: Çocukların anne ve babasıyla hiçbir psikoseksüel ilişkisi yok. Kış'ta Ödip Mitosu yok.

Düşünün: Karşılıklı istemeyince cinsellik yok, tecavüz yok. İnsan dışındaki memelilerde olduğu gibi birleşme ancak karşılıklı istek ve davet sonucu gerçekleşebiliyor; aksi takdirde mümkün olmuyor. Baştan çıkarma mümkün, ama son derece iyi zamanlanması gerek."

Düşünün:İnsanlık güçlü ve zayıf, koruyucu/korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/sahip olunan, aktif/pasif diye ikiye bölünmemiş. Kışta insan düşünüşünü belirleyen o düalizm eğilimi tümüyle azaltılmış ya da değişmiş durumda.


Düşündük. Büyük bir yazar Le Guin ve kendisine minnettarım. Kolay bir okumalık olmadı ve okuyacak olan kişiler de bunu göze alarak okusunlar diyorum. Le Guin'i okumak da, anlamak da bir hayli zor zira.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Fiddler - 11 Mayıs 2015, 22:02:54
Benim şu ana kadar kitapta en çok hoşuma giden ve ilgimi çeken bölüm Kış'da daha önce hiç savaş olmaması. Bu nedir yaa?

Bunu hakikaten biraz konuşsak ya.
Ambiseksüel ve aynı zamanda da aseksüel bir dünya.
Ve o dünya hiç savaş görmemiş (düşündükçe garipleşiyor 'hiç savaş görmeme' durumu. neden garipleşiyor onu bile bilmiyorum).
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Grayswandir - 11 Mayıs 2015, 22:11:18
O değil de ben bildiğin bitiremiyorum bu kitabı. Etkinlik başladığında alıp okumaya başlamıştım ama bir yerde bıraktım. Tartışma başladıktan sonra tekrar başladım, yine gitmiyor. Olmuyor yani. Okumasına okurum da bir şey anlamam istemeden okursam, okuma isteğini de yaratamadı bu kitap bende.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheWalkingIdeas - 11 Mayıs 2015, 22:34:32
     Savaş olmayan bir dünya benim için cinsiyetsiz bir dünyadan daha zor. Savaşsızlık durumu gözlerimizde öyle ütopik bir hal almış buna öyle çok alışmışız ki süresiz bir barış fikri düşünülemez hale gelmiş.

     Bu savaşsızlık durumunun tamamen gezegenin ikliminden kaynaklandığı düşüncesine katılmıyorum. Hatırlarsanız Estraven soğuk havalarda sıkıntı çekmiyordu, bu duruma alışmıştı. Bizim yaşadığımız ülkeye - ülke diyorum çünkü Dünyamız Kış gezegeni kadar kısıtlı hava şartlarına sahip değil çeşitlilik çok fazla - adapte olduğumuz gibi Kışlılar da yaşadıkları gezegene adapteler.

     Bence savaşsızlık durumu doğrudan cinsiyetsiz olma durumuyla alakalı. Kışlıların cinsiyetsizlik durumu onların rekabet etme içgüdüsü ismini verebileceğimiz özelliklerini dizginlemiş sanıyorum. Dizginlenen hırs ve rekabet içgüdüleri ise gezegendeki barış durumunu sağlamış olmalı. Bana en mantıklı gelen bu sizler nasıl düşünürsünüz bilemiyorum.

O değil de ben bildiğin bitiremiyorum bu kitabı. Etkinlik başladığında alıp okumaya başlamıştım ama bir yerde bıraktım. Tartışma başladıktan sonra tekrar başladım, yine gitmiyor. Olmuyor yani. Okumasına okurum da bir şey anlamam istemeden okursam, okuma isteğini de yaratamadı bu kitap bende.
     Le Guin'in zorlayıcı bir yanı var bu inkar edilemez. Kendine özgü bu tarzına herkes alışamaz ama Le Guin de bu tarzından vazgeçmez. Örneğin kelime uydurmayı pek sever. Benim de kitabı okurken en zorlandığım şey kelimeleri telaffuz etmeye çalışmak oldu. Çünkü okumadan geçince rahatsız oluyordum ; okumaya gayret edince de tekrarlar ve zorlanmalar oluyordu haliyle.

     Yine de Le Guin'in bu zorlayıcı - yalnızca kelime yaratma durumundan bahsetmiyorum - yazını hoşuma gidiyor. Zorlanmadığım kitaplar okumaktan zevk alamıyorum.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: azizhayri - 12 Mayıs 2015, 08:14:48
Bir kaç gündür okuduğum kitapla ilgili bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Yazdıklarım tartışma havasından uzak olsa da yine de bir katkım olsun istedim konuya. Umarım dağ fare doğurmamıştır...
         Bilimkurgu çok uzun zaman öncesinden benim tutkumdur. Eğer bu hastalıksa bana bu hastalığı bulaştıranların başında Jules Verne gelmektedir. Ondan sonra sayısız bilim kurgu yazarıyla ve o yazarların eserleriyle hastalığım tedavi kabul etmez bir aşamaya geldi. Kimler var ki bu listede derseniz BilimKurgunun dört büyük peygamberinden söz etmeliyim öncelikle. Verne, Clark, Heinlein ve Asimov. Ve tabii diğerleri F.Herbert, D.Adams, S.Lem, R.Bradburry, ve adını sayamayacağım diğerleri. Bu listeye L.Guin kısa bir zaman önce eklendi.
   Karanlığın Sol Eli'ni bir kere okudum ve niyetim bir daha okumaktı.. Maalesef, okumaya zorlandığım veya zorla okuduğum kitaplardan biri Karanlığın Sol Eli Bu pencereden baktığımda. Başka hangileri var derseniz;  Fatih Çatallar’ın Evrenin Kapısı, W.Gibson’un Matriks Avcısı ve iyice anlamak için bir kere daha okumayı düşündüğüm R.Zelanzy’nin Işık Tanrısı. Diğerleri gibi Karanlığım Sol Eli’ni de okuyamadım,inanmayacaksınız ama şu an hemen yanımda ve açıp bakmak içimden gelmiyor. Bu durumda ödevini yapmamış tembel öğrenci gibi oluyorum. Uzun bir girişten sonra eleştirilerime başlayabilirim sanıyorum.
   Ekümenik kimdir. Biraz araştırma yaptım kelimenin tam karşılığını bulamadım. Bilen varsa öğrenmek isterim. Ekümen veya Ekümenlik bende dini bir çağrışım yapıyor. Belki kelime anlamı farklıdır bilemiyorum. Bütün tarihlerde Ekümen yılına göre yapılıyor. Ekumenin yönettiği birlikten söz ediliyor romanda. O zaman bu uzay birliği veya gezegen birliği bir dini birlik mi? Sanırım bu konuda okuyucunun hayalgücüne bırakılmış. Bir yandan da iyi olmuş o zaman daha uzun tasvirler olacaktı kuşkusuz…
   Cinsiyetsiz bir toplum veya değişken cinsiyetli bir toplum olabilir mi? Sanmıyorum Doğada bir örneği var mı? Bildiğim kadarıyla yok. Şehir efsanesi gibi anlatılan denizatlarının erkeklerinin hamile kalması dışında gelişmiş organizmalarda bilinen bir örneği var mı? Yok…Yok… Bilim Kurgu dediğimizde Rod Serling'in tanımı şöyledir: "Fantastik imkânsız'ın olası yapılmasıdır. Bilim kurgu ise olanaksız'ın mümkün kılınmasıdır”. Bir gün uzak veya yakın bir gelecekte evrilip o aşamaya gelebiliriz. Kitapta bir yerlerde bir deneyden söz ediliyor peki bu deney başarılı olmuş mudur? Aslında Le Guin kitabının görebileceği eleştirileri tahmin etmiş ve kitabın ön sayfalarında yayınlanan makalede yanıtlamıştır. “Tamam, kitaptaki insanlar androjen ama bu bin yıl içinde hepimizin androjen olacağı kanaatinde bulunduğum ya da her nedense androjen olmamız gerektiğini düşündüğüm anlamına gelmiyor.” Haklı, ben yazarım ve istediğimi tasarlarım. Bana karışamazsınız. Ancak romanın kendi gerçekçiliği içinde hata arayabilirsiniz.” Romanın kendi gerçekliğin aramamız lazım geliyor bunları. Ama benim kanaatim cinsiyetsiz veya ayın belli dönemlerinde kemmer haline geçtiğinde sürpriz yumurta gibi ne çıkacağı ne olacağı belli olmayacak bir cinsellik istemezdim doğru. Bir bebek doğduğunda ilk sorulan sorunun hep sorulmasını isterim. “Kızımız mı var yoksa oğlumuz mu?”
   Kitapta iki ayrı toplum var. Orgotalılar ve Karhideliler. Bana sanki doğu bloku ve batı gibi veya liberal sosyalist gibi iki ayrı toplumu temsil ediyor gibi geldi. Bir yanda yoksul ama paylaşmayı bilen kanaatkar olanlar diğer yanda görünüşte serbest görünen ama özgürlükleri bir şekilde kısıtlanmış olanlar gibi geldi. Siz ne dersiniz ?
   Savaş bilmeyen bir insan toplumu var mıdır? Bir yerde insanlık tarihi savaşlar tarihi değil midir? Oda muamma. İnsanı var eden duygularıdır. Hüzün, öfke, sevgi, sevinç, kızgınlık merhamet mutluluk ve sayamayacağımız diğerleri. Bunların bazıları diğer canlılarda da olabilir ama bazıları sadece insana özgüdür. Bunlardan biride ‘Hırs’tır. Azim çalışma isteğidir başarma isteğidir ama Hırs bunları aşan bir kavramdır. Hırsın daha ötesiyse bence savaştır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerinden biridir azim. Eğer azim ve başarma isteğimiz olmasaydı uygarlığımız bu gelişimi sağlamayacaktı. Azmin yan etkisi veya aşırı dozu hırstır ve Hırsında aşırısı savaştır. Keşke hırslarımızı dizginleyebilsek ama azmimize dokunmasak.
   Hangi ölçüye veya kıstaslara göre seçmiş isimleri anlayabilmiş değilim. İster yer isimleri ister kişi isimleri olsun rastgele alınmış gibi. Kitabın bu yönü okumayı zorlaştıran temel nedenlerden biri gibi görünüyor. Bu bana kendi denemelerimde zorlandığım isim bulma konusunda bir fikir verdi. Sanırım bundan sonra isim bulma konusunda zorlanmayacağım.


Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: - 17 Mayıs 2015, 03:46:22
Daha nitelikli bir yorum yapmayı isterdim ama etkinliğe oy verip de yorum yapmayanları sonraki etkinliklere almayacaklarından feci korktuğum için üstün körü de olsa bir şeyler söylemek isterim:

Benim için kitap müthiş akıcı, eğlenceli, merak uyandırıcı ve düşündürücü idi. Böyle bir kitabı okuduğum ve anlatmak istediklerinin büyük bir kısmını yakalayabildiğim için mutluyum.

Başından sonuna ana karakterlerle özdeşleşip o uzun ve zahmetli yolculuğu hissettim. Kitap her ne kadar, zaman zaman cinsiyetleri değişen bireylerden oluşan bir toplumu anlatıyor gibi görünse de benim için iki insanın arasında oluşan, aşktan da değerli dostluğu anlatıyor.

“Bir erkek erkekliğinin dikkate alınmasını ister, bir kadın kadınlığının takdir edilmesini ister, bu dikkat ve takdir ne kadar örtülü, ne kadar dolaylı olsa da. Kış'ta böyle bir şey olamaz. Bir insan sadece insan olarak dikkate alınır ve değerlendirilir, ürkütücü bir deneyim bu.”


Genri Ai’nin ürkütücü bulduğu bu deneyim Estraven’le zorlu bir yolculuk geçirdikten sonra daha anlaşılır, kabul edilebilir ve sonunda mutluluk verici bir deneyime dönüşüyor. Okur olarak ben de Genri Ai’nin değişimini yaşadım: Başlangıçta kabullenemediğim çift-cinsiyetli olma durumu benim için de doğallaşmaya başladı. Bizi ayıran kadın-erkek, beyaz-siyah, arı-melez, zengin-yoksul gibi ayrımlar olmasa “öteki” diye bir şey olmayacağını gördüm. Kendimi zıttımla var etme savaşına girmediğim zaman ne kadar bütün olduğumu fark ettim bu yolculuğu okurken.

“Ben kendim gibilerden, toplumumdan ve kurallarından ayrıyım, o da kendisininkinden. Burada benim varoluşumu açıklayacak ve destekleyecek başka Gethenlilerle dolu bir dünya yok. Sonunda eşitiz işte, eşit, yabancı ve yalnızız.”

Cinselliği yılın belli bir döneminde yoğun bir şekilde yaşadıktan sonra kalan zamanlarını onun sersemletici, kışkırtıcı gücünden azade yaşamaları çok hoşuma gitti Gethenlilerin. Bir kadını, bir erkeği sahiplenme; cinsiyetim üzerinden erk sahibi olma ya da aşağı görülme gibi saçma sapan duygulardan arınmayı isterdim onlar gibi. Hayvanlardan daha akıllı olduğu söylenen insanoğlunun hala cinsel dürtülerle hareket etmesi ne garip aslında. Daha ne kadar gelişmeliyiz kendi zihnimizi layıkıyla kontrol altına alabilmek için?

Sonra savaşı düşündüm okurken. “Savaş” sözcüğünü bile bilmeyen, kullanmayan bir toplum nasıl olur diye. Okudukça düşündükçe aklıma yattı. Doğaya karşı mücadelesinden galip çıkan insanoğlunun, gücünü zayıf bulduğu her canlı üzerinde kullanmaya devam etmesi onun varlığının laneti değil mi? Bu acı gücün altında önce hayvanlar ezildi. Sonra kadınlar. İnsanlığı tanımlarken ben bile az evvel insanoğlu dedim. Basit bir sözcük seçimi mi bu? Yoksa “erkek”, “insan”ın yerine geçtiği için mi böyle? Erk’i doğa anadan alan ata bu gücü sonuna kadar kendi adına kullandı, kullanıyor.

“Cinsel çevrim ortalama 26 ila 28 gün sürüyor (ay çevrimine göre ortalayarak 26 gün diye alıyorlar bunu). 21 ya da 22 gün kişi somer durumunda, yani cinsel bakımdan aktif değil, gizil. 18. güne doğru hipofiz aktivitesiyle hormonal değişimler başlıyor ve 22. ve 23. günde kişi kemmer'e, estrus'a giriyor.”

Erkeğin olmadığı bir dünyada, güç savaşının, çarpışmanın, ele geçirmenin, hakimiyetin ne işi olur? Bir ay sonra hangi cinsiyette olacağı belli olmayan biri hangi kör olası atasından kalan erki kullanacak da üstünlük taslayacak?

Anne ve baba diye bir kavram olmadığından doğurduğu çocuğu sahiplenme ve biriktirdiği maddi, manevi varlığı geleceğe taşıma, soyunu sürdürme gibi bencil bir düşünce hangi Gethenlinin zihninde yer bulur ki?

“Daha garantili bir şeyin peşindeydi o; halkını bir millete dönüştürmek için garantili, hızlı ve kalıcı bir yol: Savaş. Bu konuda düşünceleri pek açık değildi ama oldukça kesindi. Halkı hızla ve tümüyle seferber etmenin başka bir yolu daha vardı; yeni bir din. Bu da elinin altında olmadığına göre bunu savaşla yapacaktı.”

Belirli bir cinsiyetleri bile yokken Gethenlilerin milli duygular içinde alev alev yanarak başka milletler üzerinde hakimiyet kurmaları da beklenemez tabi. Onlar en temel ayrımdan yoksunlar. Bu yoksunluk, öyle güzel bir yoksunluk ki “ben” ve “o” düşüncesinin çoğalıp “biz” ve onlar”a dönüşmesini engelliyor.

“Bunların en tehlikelilerinden biri de medeniyetin yapay, doğa dışı, yani ilkelliğin karşıtı olduğu iması... Elbette, yaldız filan yok aslında, hepsi bir büyüme süreci, ilkellik de medeniyet de aynı şeyin farklı dereceleri. Eğer medeniyetin bir karşıtı yaptıkları bir seçimi, bu iki karşıt arasında yaptıkları seçimi değiştirmeye zorlamak olduğunu düşünüyordum.”

Zorlu şartlar altında yaşam mücadelesi veren, hırstan yoksun ve ilerlemenin kendisine büyük anlamlar yüklemeyen bir halk neden daha fazla ilerleme için başka topraklardaki kaynaklar için mücadeleye girişsin?
O kadar çok ufuk açıcı düşünce var ki bu muhteşem kitapta, aklıma onlarca fikir üşüşüyor; lakin ben bunları layıkıyla size aktarabilir miyim, emin değilim. Sırf beynimde dolaşmaları bile beni mutlu ediyor. İyi ki bu güzel kitabı okumuşum. İyi ki.

Not: Gücüm olursa kitabın çevirisine dair de bir şeyler yazacağım. Bir paragrafın İngilizce ve Türkçe'sini koymayı düşünüyorum çevirisinin güzelliğini göstermek için. Ümit Altuğ'un zihni ve elleri dert bulmasın.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: KoyuBeyaz - 17 Mayıs 2015, 09:51:26
Kitabın tam olarak kendisiyle değil de bize göstermeye çalıştığı dünyayla ilgili kafama takılan çok şey var. Cinsiyet ayrımının olmadığı bir dünyadan bahsediyoruz, Bülent Bey çok güzel noktalara değinmiş bu konuda. Savaşın olmaması, anne baba kavramının olmaması, ben'in biz'e dönüşmesi için bir sebep olmaması gibi. Fakat baktığımızda Kış gezegenindeki insanların yaşantısı bizimkinden ne kadar farklı? Ya da şöyle sorayım; Kış gezegenindeki insanların yaşantısı bizimkinden yeterince farklı mı?

Pekala, savaş yok diyelim. Savaşı tetikleyecek bir ayrım yok deniyor. Peki bizim, insanoğlunun tarihi boyunca savaşa ayırdığı güç, zaman ve düşünce Kış'ta ne şekilde ortaya çıkıyor? Sanat olarak mı? Bilim olarak mı? Felsefe mi? Savaşa gerek olmayacak kadar ayrımın ortadan kalktığı bir sistemde bu 'ırksal birliktelik' o saf insanlara ne sağlıyor? Negatif etkileri engellemesi anlaşılır, savaşın yıkımı, ayrımcılığın gereksiz ve mantıksız getirileriyle cebelleşmek zorunda değiller. Ama bir şeyleri engellemesinin yanı sıra, engellediği şeylerin yapılacağı zamanda bu insanlar neyle uğraşıyor?

Savaşın olmadığı bir toplumun çok daha hızlı ilerlemesi gerekmez mi? Cinsiyet ayrımı yokken, kadın erkek arasındaki sürtüşme ve değişiklikler yokken, insanların cinsellik güdüsü tabiri caizse hayvanlarınki ile aynı seviyeye indirilmişken (hormonal denge bakımından) insanlar bu bireysel zihin özgürlüğünü ne için kullanıyorlar? Benim düşüncem sanatın, teknolojinin, felsefenin, matematiğin vs. çok daha gelişmiş olması gerektiği yönünde. Kendi dünyamız üzerinden düşünürsek, birbirimizle savaştığımız yüzlerce, binlerce yılın yakıp yıkmaya değil de 'yapmaya' yönelik geçirilmiş olması bizi şu an olduğumuzdan çok daha ileri hale getirirdi diye düşünüyorum. Kış'ta bu durum neden yok?

Anne baba kavramlarının olmaması da aile kavramını yok etmiyor mu aslında? Aile kavramı biraz geniş düşündüğümüzde insanların birbirlerine olan zaruri bağlarının da ilki değil midir? Bizler doğduğumuz ilk andan itibaren adeta 'koruyucularımızla, bakıcılarımızla' dünyaya geliyor ve dünyanın işleyişini bu koruma, bakım altında görüyoruz. Bu korumanın, bakımın getirdiği zorunlu ilişki hayatımızın başlangıcından bitişine kadar bizimle olan bir şey. İstesek de istemesek de ebeveynlerimizin bizim için ayrı bir yeri var, olmak zorunda. Annesini ya da babasını hiç tanımamış bir insanın bile çevresinden gördükleri sebebiyle bu konuda belli bir duygu birikimi olur. Fakat burada bu bağı tamamen koparmaktan, yok etmekten bahsediyoruz. Bu insanın gelişimini tamamen farklı bir yöne çekmez mi aslında? Belli bağlardan uzak şekilde yetişmek ve hayata adım atmak, belki de kendisi için düşünmeye başlayana dek başka hiçbir insanla gerçekten somut bağlar kurmadan büyüyen bireyler mümkün Kış'ta. Bu insanların ne yönde gelişim göstermesini beklemeliyiz? İnsanlığa yararlı şekilde mi, sadece kendisi için çalışarak mı, insanlığa karşı nefret dolu ya da yıkıcı şekilde mi? Sadece kendisi için çalışan bir insanın içinde bulunduğu topluma ne kadar yararı vardır peki?

Bu da bizi bir sonraki düşünceye itiyor. Toplumdaki insanın rolünün ne olmasını istiyoruz? Bugün kendi dünyamıza baktığımızda öyle ya da böyle erkeğin ve kadının toplum içindeki rolünün pek çok açıdan farklı olduğunu görebiliriz. Birbirimize karşı olan davranışlarımız, bakışımız, düşüncelerimiz yönlendiriyor bu bakışı ama ortada daima bir fark var. Bu farkın olması doğal bir iş bölümünü de beraberinde getiriyor, belli bir düzenin oturmasını sağlıyor. Çarpık bir düzen; pek çok yönden geliştirilmesi, pek çok yönden değiştirilmesi gerekli belki ama bu bir düzen. Doğal bir ayrımın üzerine kurulmuş bir düzenle hareket ediyoruz aslında. Peki bu ayrımın olmadığı bir dünyadaki toplumun düzenini kurmak, sağlamak, insanların kendileri için olduğu kadar diğer insanlar için de bir şeyler yapmasını teşvik etmek daha zor olmaz mı? Kış gezegeninde bireyselliği bozan, kıran tek şey insanın bir diğer insana olan muhtaçlığı ve 'sevgi, iyilik, arkadaşlık' iç güdüsü mü? Eğer öyleyse bu açıklama beni tatmin etmiyor zira insanın içinde iyilik olduğu kadar kötülük de var ve bunun cinsiyetle hiçbir alakası olmadığını düşünüyorum.

Bu arada tartışmayı kitabın bize anlatmak istediklerini kendi aramızda konuşarak da biraz daha genişletebiliriz bence.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Lordmuti - 17 Mayıs 2015, 12:25:16
...
Pekala, savaş yok diyelim. Savaşı tetikleyecek bir ayrım yok deniyor. Peki bizim, insanoğlunun tarihi boyunca savaşa ayırdığı güç, zaman ve düşünce Kış'ta ne şekilde ortaya çıkıyor? Sanat olarak mı? Bilim olarak mı? Felsefe mi? Savaşa gerek olmayacak kadar ayrımın ortadan kalktığı bir sistemde bu 'ırksal birliktelik' o saf insanlara ne sağlıyor? Negatif etkileri engellemesi anlaşılır, savaşın yıkımı, ayrımcılığın gereksiz ve mantıksız getirileriyle cebelleşmek zorunda değiller. Ama bir şeyleri engellemesinin yanı sıra, engellediği şeylerin yapılacağı zamanda bu insanlar neyle uğraşıyor?
...

Savaş aslında düşünüldüğü kadar kötü bir şey değil bilimsel ve kültürel gelişme açısından. Savaşta düşmanı yenmek için silah yapmak gerekir, yeni silahlar için yeni fikirler lazımdır ve bu fikirler savaştan sonra bilimin gelişmesine katkıda bulunur. Eski çağlardaki savaş aletlerinin geometriye ve fiziğe olan katkısından tutun da 2. Dünya Savaşı sonunda başlatılan Manhattan Projesi ve bunun sonucunda nükleer enerjinin kullanımının önünün açılmasına kadar bu böyle. İstanbul'un Fethi ve ateşli silahların kullanılmaya başlaması hep savaşlar sayesinde, uçaklar ilk olarak keşif amacıyla 1. Dünya Savaşı sonlarında kullanılıyor. Tank, modern top ve otomatik tüfekler de bu savaşlar sırasında ilk kez gerçek anlamda boy gösteriyor. Nazilerin işkence odalarında yaptıkları sonucunda tıp alanında öğrendiklerimizi de radyo programlarını dinleyenler hatırlayacaktır.

Ayrıca felsefe ve din gibi alanlarda da savaşlar önemli. Yeni Dünya'nın keşfi ve Amerika'nın kolonileştirilmesi öyle iki cümleyle geçiştirilemeyecek kadar kanlı bir eylem ancak serbest ekonomi ve insan hakları gibi bazı kavramlar belli bir zaman sonra bu kolonileşme sayesinde ortaya çıkıyor. Almanya'da kiliseye karşı düşüncelerin başlaması ve din reformları baskıcı yönetimlerin ve sürekli savaşın dolaylı bir sonucu. Savaştan sonra insanların neden savaştığına dair düşünceler akla geliyor ve çeşitli felsefi akımlar doğabiliyor. Ayrıca edebiyattan da örnekler var, JRR Tolkien büyük bir savaş görmeseydi Yüzüklerin Efendisi olmayabilirdi mesela. Savaşlar sonunda yapılan fetihlerle farklı kültürlerin buluşması da gerçekleşiyor, bu çeşitlilik de yeni fikirleri doğurabilir.

Savaş olduğu zaman masumlar bu olaydan çok kötü etkilense de büyük resme baktığımızda genellikle insanlığın yeni şeyler keşfettiğini görürüz. Hiç savaşmamış bir toplum bunlardan mahrum kalacaktır. Buna ek olarak yukarıdaki mesajlarda da bahsedilmiş ama Ursula teyze eserlerini yazarken biraz hile yapıyor bence. Mülksüzler'de de böyleydi, normalde insan doğasından farklı bir ortam yaratırken fiziksel çevreyi de gerçek dünyadan farklı yapıyor. Çevre koşulları nedeniyle insanların kendi anlattığı şekilde var olması mümkün oluyor. Bence gerçek insanın yapacağı şeylerin bazılarını yapmıyorlar ya da hiç düşünmüyorlar bile bu çevrede yaşadıkları için.

Sağda solda hep söylerim: En iyi sistem bence lawful evil sosyal diktatörlüktür, hatta bunlardan birkaç tane olsun dünya üstünde. Gelişme ve kalkınma en iyi bu şekilde sağlanır :P
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: - 18 Mayıs 2015, 00:30:03
Savaş aslında düşünüldüğü kadar kötü bir şey değil bilimsel ve kültürel gelişme açısından.

Bu savınızı ve onu kanıtlamak için sunduklarınızı şaka sayıyorum. Zira iler tutar yanı yok. Canım öyle yandı ki. Böyle bir düşüncenin bu kadar doğallıkla söylenmesi canımı öyle yaktı ki.

Varsın teknolojim gelişmesin, varsın tıp alanında geri kalayım, matematiği, fiziği hiç bilmeyeyim. Medeniyet diye peşine düştüğüm şeye giderken yoluma çıkan herkesi öldüreceksem olduğum yerde sayayım, varsın.

İnsan haklarını, ekonomiyi; başka insanların yaşam haklarını elinden alarak, onları sömürerek, yeterince öldürdükten ve sömürdükten sonra şöyle bir arkama yaslanıp düşünerek öğreneceksem tüküreyim benim aklıma. Savaşın ardından doğurduğum kana bulanmış düşünce akımları toprağın altına gömülsün ve ben tekrar kabile yaşamıma geri döneyim böyle uygarlaşacaksam.

Tolkien'in tüm sözcükleri tek bir insanın yaşamından değerli mi? Edebiyat top yekün yok olsun, savaştan, zulümden, acıdan alıyorsa ilhamını. "Savaş" sözcüğüyle birlikte dilim de yok olsun, medeniyet namına biriktirdiği ne varsa insanın, yerin dibine batsın.

Her bir parçası kendinden büyük o elem dolu resim paramparça olsun. Savaşın bana kazandırdıklarına kaldıysam medeniyetime lanet olsun.

Ellerim, bedenim çırılçıplak toprağın üzerinde yakaladığımı kardeşimle, dostumla paylaştığım bir dünyam olsaydı keşke. Beni bir insan kardeşim güç için değil de bir hayvan kardeşim doymak için öldürseydi. Ya da hiç varolmasaydım, varolmasaydık, dünya o ilkel haliyle yemyeşil, kendi döngüsünde yaşayan bir yer olarak kalsaydı.

İçimdeki kaya çıkmadı dışarı ama dilimden bu kadar geliyor. Abarttım belki, yaşamdan yana olduğum için fazla romantik geldi söylediklerim. Öyleyse, affedin. Kitabın konusundan da uzaklaştım.

Le Guin içimizdeki şeytanı bildiği için belki, yerimizi değiştirmiş, bize yeni bir biçim vermiş ki kan dökmeden yaşayabilelim. Şu halimizle ne kadar çirkin olduğumuzu görüyor belli ki. Bu dünyada o kadar zaman yaşadık, barışı bulamadık. Bulmaya da niyetlenmedik. Başkasını ezmek, yoketmek, köle etmek daha kolay geldi. Vermeden almak ve bunun üzerinden bir "medeniyet" kurma fikri hoşumuza gitti.

Yine de hileye başvurmuyor yazar. O dünyada bile savaşın ilerleme getireceğini düşünen bir lider var.

"Zaman gelmişti belki de. Maddi ve teknolojik ilerlemeleri yavaş olduğundan 'ilerleme'ye kendi başına fazla bir değer atfetmemişlerdi. Sonuçta iklimlerinin insafına kalmış da değillerdi, mahsul kötü olunca bütün bir bölge açlıktan kırılmıyor ya da ağır geçen bir kış bir şehrin dışarıyla bağlantısını yok etmiyordu artık. Bu maddi istikrar temelinde Orgoreyn, birleşmiş ve gitgide merkezileşen bir devleti adım adım inşa etmişti. Şimdi Karhide de kendini toplayıp aynı şeyi yapacaktı; ve bunu yapmanın yolu gurura seslenmek, ticareti artırmak ya da yolları, çiftlikleri, okulları falan geliştirmek değildi, hiçbiri değil, bunlar Tibe'nin elinin tersiyle ittiği medeniyetti, yaldızdı. Daha garantili bir şeyin peşindeydi o; halkını bir millete dönüştürmek için garantili, hızlı ve kalıcı bir yol: Savaş. Bu konuda düşünceleri pek açık değildi ama oldukça kesindi. Halkı hızla ve tümüyle seferber etmenin başka bir yolu daha vardı; yeni bir din. Bu da elinin altında olmadığına göre bunu savaşla yapacaktı."

...

"Kus ayı boyunca Doğu kıyısında, Gorinhering adlı bir KlanOcak'ta, Hodomin Okyanusu'nun uçsuz bucaksız sisine bakan bir tepeye kurulu bir ev-kasaba-kale-çiftlikte kaldım. Burada yaklaşık beş yüz kişi yaşıyordu. Dört bin yıl önce gelmiş olsam onların atalarını aynı yerde, aynı tür evlerde yaşarken bulurdum. Bu dört bin yıl içinde elektrikli motor bulunmuş, radyo, motorlu dokuma tezgâhı, motorlu araçlar ve tarım makineleri kullanıma girmiş ve bir sanayi devrimi olmadan, hiçbir devrim olmadan bir Makine Çağı yavaş yavaş başlamıştı. Kış, Terra'nın bir zamanlar üç yüz yılda yaptığını üç bin yılda yapamamıştı ama Terra'nın ödediği bedeli de ödememişti."


Ne çok bedel ödedik biz Terra'lılar. Ne çok kan döktük. Ama olsun, uygarız ya o bize yeter.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: Lordmuti - 18 Mayıs 2015, 01:52:16
Birileri savaş fikrini düşünüyor, uygulama yok. Bunun sadece düşünülmesi için kaç yıl gerekiyor peki? Ayrıca bu düşünce uygulamaya geçse savaşın yaratacağı kayıpların ötesinde belki de gerçekten bir gelişme yaşanacaktı.

Keşke savaş olmasaydı temalı duanıza amin diyorum. İnsan hayatı hiçbir şeyle değişilemez. Ben savaş iyidir düşüncesini savunmuyorum, sadece tarihsel gerçekleri belirttim. Savunduğum düşünce şudur: Savaş oldu diye bilim durmaz, aksine daha hızlı ilerler.

Savaşın sonunda yaşanacak gelişmeler için ödenilen bedele değer ya da değmez orası tartışmaya açık, herkes kendi yorumlasın. Hiç savaş görmedim, hatta askere bile gitmedim ancak bu soruya cevap olarak evet değer dersem çok büyük ayıp etmiş olurum.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: azizhayri - 18 Mayıs 2015, 09:12:53
Savaşın özünde yarışma duygusu, rekabet duygusu vardır. Savaş, rekabetin en acımasız boyutudur. Hırsla beslenmektedir. Kabul edelim ki rekabet olmazsa da ilerleme olmaz, gelişim olmaz, büyüme olmaz. Aklı başında hiç kimse Savaş iyidir demez ama bu savaşın yaşadığımız dünyanın bir gerçeği olduğu fikrini de değiştirmez. O yönden savaşsız bir toplum olması Kış gezegeni de olsa Ursula Le Guin hanımın ütopyasıdır olsa olsa... Zaten Ai den önce giden bazı görevlilerde bunun bir deney olduğunu söylüyorlardı.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: TheWalkingIdeas - 18 Mayıs 2015, 11:00:52
     Bülent ağbi ile aynı düşünce ve duygudayız. Herhalde foruma üye olduğumdan beri okumaktan en rahatsız olduğum yorum Lordmuti'ninki oldu.

     Bence aramızdaki fikir ayrımı gelişmekten ne anladığımız konusunda değişiyor. Gelişmek yalnızca teknolojik ilerleme midir? Daha büyük fabrikalar mıdır? Sözde akıllı telefonlarımızın sarjlarının bir gün değil de bir ay gitmesi için bir dünya savaşı daha gerekiyorsa varsın olmasın. Bunları bilime karşı biri olarak söylemiyorum. Ballard da yazdığı her öyküde her romanda bu ilerleme ve gelişmenin doğurduğu toplumsal problemleri anlatır. Bu da onun hep teknoloji karşıtı olarak anılmasına neden olur. Ben buna katılmıyorum.
     
     İlerleme dediğimiz şey ya da gelişme her nasıl isimlendiriyorsak yalnızca teknolojik ve bilimsel ilerleme ile belirlenmemeli. Dünyada yalnızca matematik, fizik yok sosyal bilimler de var ve yaşantımızda hiçbir şeyin etkili olmadığı kadar etkili. Benim için ilerleme bilim alanında olduğu kadar sanat ve kültürel alanlarda da olmalı. Savaşların bilime bir ivme kazandırdığı doğrudur. Ama savaşların sanata ne kadar zarar verdiğinin farkında mısınız? Her dünya savaşında ne kadar tablo, tarihi eser, heykel yok edildi ve ne kadar fazla kitap yakıldı, yok edildi farkında mısınız? Dünya savaşına bile gerek yok ; şuan işid Mezopotamya'daki eserlere zarar verdi ve vermeye devam ediyor. Savaş her zaman sosyolojik gelişmeyi yavaşlatmıştır. Savaş her zaman işçiye, köylüye zarar vermiştir. Sanat dallarının zarar görmesini ve ekonomik gerilemeyi bir kenara bırakırsak bir denizaltının daha derine batması bir insan yaşamından daha önemli olabilir mi?

    Le Guin'in insani değerlerinin çoğumuzdan, çoğunluktan daha gelişmiş olduğuna inanıyorum, samimiyetine güveniyorum.Karanlığın Sol Eli'nde fikirlerini aktarmak için yarattığı evrenden ve seçtiği yöntemden memnunum. Fikir ayrılıklarına düşmemiz de tartışma ortamı açısından iyi oluyor, devam edebiliriz.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: azizhayri - 22 Mayıs 2015, 12:58:36
Şimdi daha önce söylediğim şeyleri bir kere daha söylemeliyim. Birinci bilim kurguyu seviyorum. Daha öncesinde okumayı seviyorum. Sanırım hazım sorunum var. Evet Karanlığın sol Eli ağır geldi beynime. Tabii ki bu KSE kötü bir kitap yapmaz. Ve Her şeyi sevmemiz mümkün değil. Belki zamanla severim yani tekrar okuduğumda. Söylemek istediğim şuydu. KSE kısır bir tartışmaya sahne oldu ve ben bu etkinliğe katılmak isteyenlerden biriydim. Hani hem istemek hemde fikir beyan etmemek tersliğini açıklam gereği duydum.
Bu arada savaş iyidir demek aklı başında hiç kimsenin harcı değil ama yarışma duygusu ve rekabet eşit koşullarda olmalı. İlerlemenin gelişmenin temel koşularının başında gelir.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: spren - 22 Mayıs 2015, 22:05:25
En geç ben yorum yazıyorum sanırım ama ancak fırsat bulabildim hatta fırsatı kendim yarattım artık ki oy verip okumamış denmesin :)
Baştan sona yazılanları okumak sonra yorum yapmanın keyfi de başka tabi o da ayrı.

Öncelikle birçok kişi gibi kitap bana da ağır geldi hatta öyle zordu ki 100 küsürlü sayfalarda ben ne okuyorum ya diyip yeniden başladım kitaba.
Yine birçok kişi bana kızacak belki ama Ursala Hanım'ın kitapları nedense beni içine çekemiyor. Yani kitap okumanın, iyi bir kitap okumanın benim için iki özelliği olmalı. Birincisi gözlerimi kapayınca kendimi o dünyada bulmalıyım. Bu konuda pek sorun yaşamadım. İkincisi ise kitabın yarısını geçtikten sonra ana karakter(ler)i benimsemem lazım. Söylediği her sözü önceden tahmin etmeli ya da işte bu o demeliyim. Bu ikinci bahsettiğimde ursala'nın kitaplarında nedense yaşayamıyorum. Mesela Yerdeniz Öyküleri'nde 4. kitaptayım hala Ged bir şey yapınca ya da söyleyince tam Ged'lik cevap/söz/hareket diyemiyorum. Aynı şey Ai'de de oldu Estraven'de de.

Fakat daha önce başka kitaplarda başıma gelmeyen bir olayla karşı karşıya geldim bu yüzden de kitabı sevdim hem de bitirmeye 3 sayfa kala sevdim. Uzay aracı inip Genli'nin inen Terra'lılara karşı yabancılığını resmen hissettim. İnenlerin uzaylı olduklarını düşünüyordum ve Genli'de böyle düşündü (onları maymuna benzetmesine de çok güldüm).

Bir de beklentiler vardı okumaya başlamadan önce. Cinsiyetsizlik beklentisi öyle yüksekti ki ilk 100 sayfayı sadece bunu bekleyerek okuduğumu ama kitapta bundan daha fazlası olduğunu ve bir şeyleri kaçırdığımı fark edince başa geri döndüm sanırım.

Son olarak kitabı kapadığım an Therem'i bir kişi olarak değil de bir gezegen olarak düşündüm ya da bir ülke. Ekumen'e katılmak için her yabancı gezegende önce bir ülke kabul ediyordu durumu inanıp üye oluyor sonra tüm ülkeler takip ediyor ve gezegen Ekumen'e katılmış oluyordu. Aynı Therem'in Genli'ye inanan tek kişi olması ve bu yolda çaba harcaması, sonradan tüm Karhide'nin inanması gibi. Anlatabildim mi bilmiyorum kelimelere dökmek çok zor.

Yani kısacası keşke buraya kitap bana ağır geldi diyen herkes yeniden okusa ama beklentileri bir kenara bırakıp okusa da ince detaylarda kaybolsa.
Başlık: Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği #7 || Karanlığın Sol Eli
Gönderen: - 22 Mayıs 2015, 22:54:28
Kusursuz bir çeviriyle sunulan bu kitaba dair şu karşılaştırmayı bırakayım. Her sözcük, hakkıyla dilimize aktarılmış, Türkçe’sinde zerre kadar ifade düşmesi yok. Anlaşırlığı yüksek, çeviri hissi vermeyen muazzam, tertemiz bir çeviri. Ümit Altuğ zor bir çevirinin altından layıkıyla kalkmış. Kendisi Le Guin’in Rüzgargülü (Gülün Günlüğü) kitabının yanında Ballard’dan Yakın Geleceğin Mitosları’nı ve daha bir çok eseri dilimize kazandırmış nitelikli bir çevirmen. Elleri, zihni dert bulmasın.


“I tried to keep out of contact with the minds of the Foretellers. I was made very uneasy by that silent electric tension, by the sense of being drawn in, of becoming a point or figure in the pattern, in the web.

But when I set up a barrier, it was worse: I felt cut off and cowered inside my own mind obsessed by hallucinations of sight and touch, a stew of wild images and notions, abrupt visions and sensations all sexually charged and grotesquely violent, a red-and-black seething of erotic rage.

I was surrounded by great gaping pits with ragged lips, vaginas, wounds, hellmouths, I lost my balance, I was falling… If I could not shut out this chaos I would fall indeed, I would go mad, and there was no shutting it out.

The empathic and paraverbal forces at work, immensely powerful and confused, rising out of the perversion and frustration of sex, out of an insanity that distorts time, and out of an appalling discipline of total concentration and apprehension of immediate reality, were far beyond my restraint or control.”


“Öndeyiciler'in zihinleri ile bağlantımı kesmeye çalıştım. Bu sessiz elektrik gerilimi, içe çekilip sürüklenme, kalıbın, ağın içinde bir nokta, bir şekil olma hissi beni huzursuz etmişti.

Ama engel koyduğumda daha da kötü oldu; kesilip atıldığımı, zihnimin içten görüş ve dokunuş halüsinasyonlarıyla, yabanıl imgeler ve kavramlardan oluşan bir bulamaca, cinsellikle dolu ve grotesk biçimde şiddetli, ani görüler ve duyumlarla, kızıl-kara için için kaynayan bir erotik hiddete kapıldığını hissettim.

Kızgın dudakları olan, yutkunan kuyularla, vajinalarla, yaralarla, cehennem ağızlarıyla çevriliydi her yanım, dengemi kaybettim, düşüyordum... Bu kaosu dışımda tutamazsam sahiden düşecektim, delirecektim ve kaosu dışlamanın bir yolu yoktu.

Cinsel sapkınlık ve tatminsizlikten, zamanı çarpıtan delilikten, tam bir yoğunlaşma ve dolaysız gerçekliğin tümden algılanışına dayalı ürkütücü bir disiplinden doğup yükselen empatik ve sözötesi güçler, denetimimin dışındaydı.”



Not: Daha kolay karşılaştırılabilmesi için paragraflandırma yaptım.