Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Herr Mannelig - 18 Şubat 2008, 22:35:09

Başlık: Francis
Gönderen: Herr Mannelig - 18 Şubat 2008, 22:35:09
uzun soluklu bir maceranın girişi niteliğinde bir yazım. yakın zamanda bunu uzun soluklu bir yazıya -maceraya- dönüştürmeyi planlıyorum


Kahverengi gözleri bir yere kilitlenmiş. Eski odadaki, tozlu bir sehpaya bakıyor hareketsiz. Belli ki bedenen burada ama ruhen değil. Dalmış gitmiş bir yerlere. Ne düşünüyor bilinmez ama çıkık elmacık kemikleri yüzünden yüzüne gömülmüş gibi görünen gözlerinin üzerindeki ince, düzgün kaşlarının çatılmasından “ düşündüğü ” belli. Doğal değilmiş, aldırmış gibi gözükmesine neden olacak kadar düzgün ve inceydi kaşları. Bu yüzden tepki görürdü genelde. Bir erkeğe yakışmazmış!

   Daldığı sadece kaşları ve bakışlarından anlaşılmıyor. Zarif, narin elini bir damarları fırlayıncaya kadar sıkıyor, bir gevşetiyor. Ancak bu hareketi ritmik değil. Düzensiz! Tıpkı yaşamı gibi! Elini her yumruk yapışında ayağı ile yere vurarak ritim tutuyor.

   Bir süre için sürüyor bu olay. En sonunda omzuna düşen yağlı saçlarını savurarak, kafasını sallayarak geliyor kendine. Ellerine onları ilk defa görüyormuş gibi bakıyor. Ne kadar da kırılgan, narin duruyorlar. Kim bilebilir ki o ellerin bıçakları nasıl ustalıkla kullandığını. Nasırın izi yok ellerinde. Pürüzsüz, açık renkli, uzun parmaklı, zarif bir el. Hah, bilmek görmek değildir! Ardından odaya ilk defa orada bulunmuş gibi bakıyor. Duvarlar kirli; kurumuş kanla, rutubetle lekelenmiş. Oda küçük. Fazlasıyla! Bir sehpa var odada, bir de koltuk. Bir kişiden fazla giremez içeriye. O bir kişi de zorlukla hareket eder. Ama ona yetiyor. Fazlasıyla yetiyor. Hareket etmeyi sevmez fazla ama hareket etmekten de şikayet etmez. Francis, bu orta yaşlı Fransız adam bütün yaşamında böyledir. Bir iş yapmak istemez, yaptı mı yani yapmak zorunda olduğunda da şikayet etmez.

   Koltuktan ağır ağır kalkıyor, bu çok yorucu bir işmiş gibi. Odanın tozlu, kendine has bir kasveti olan havasını derince soluyor. Nefes al! Göğsü ileri çıkıyor, karnı içe çekiliyor. Nefes ciğerlerinde dolanırken gözlerini kapatıyor. Tutabildiğin kadar tut! Elleri titriyor, yüzü morarıyor. Bu kadar yeter! Nefes ver! Göğsü iniyor, karnı şişiyor. Titremeler geçiyor. Boğulanlar hep soluk almaya hevesliymiş gibi görünürler, Francis biliyor ki soluk vermek istersin bazen. Soluk vermek, almaktan önemli olur. Bu orta yaşlı adam astım hastası. Bazen, çok yorulduğunda, tıkanır. Nefes alır ama veremez. Boğulur gibi olur. İlacını çeker, kurtulur!

   Bakışları duvarlarda geziniyor. Sanki odayı ilk defa görüyor. Titizlikle, yavaşça… Francis’in hareketleri yavaş. Fazla yavaş. İnsanı deli eden bir yavaşlığı var. Kollarından tutup sarsmak istersin bu adamı. “ Yürü lanet olası herif biraz acele et ” diye bağırmak istersin. O yine de aldırmaz. Duvardaki yoklamasını bitirdikten sonra omuz silkiyor. “ Her şey tam. ” diye mırıldanıyor. Sesi boğuk ve kalın ama içten. Babacan bir tavırla konuşuyor. Uzun saçları, narin gözüken ama kaslı vücudu, içten tavırlarıyla sevdirir kendini insanlara Francis. Onları böyle aldatır. Filmlerde kötü adamlar siyah giyinir ve zorbadırlar. Bu yüzden kötüler hep kaybeder. Francis kuralları biliyor; sevecen, içten görün. Dost gibi yaklaş. Gerçek yüzünü kurban son anlarında görsün ancak. O zaman başarırsın. Onurdan yoksun bir davranış evet. Tanrı da çok onurlu bir ilah değil hani. O ne kadar merhametsizse Francis de o kadar merhametsiz. Kurbanlarının ensesine batırır hançerlerini. Temiz ve çabuk bir ölüm.

   “ Ah; duvarlar! Merak etmeyin siz. Biliyorum susadınız. Dayanın! İstediğiniz kanı ve suyu getireceğim size yakında. Biraz dayanın! ”. Francis’in tek dostu duvarlar. Duvarlar onun çocuğu…