Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Celebhol - 25 Eylül 2016, 00:17:50

Başlık: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 25 Eylül 2016, 00:17:50
Tanıtım: Üniversiteye yeni girmiş bir genç kız olan Aletheia, aradığını burada da bulamamıştır. Hayatındaki boşluğu burası da dolduramayacaksa, acaba ne yapmalıdır? Bir gün, oturduğu şehrin gizemli varlıklarca saldırıya uğramasıyla her şey değişir ve kendisini bir hayatta kalma mücadelesi içinde bulur. Saldırının arkasındakiler kim ya da nedir ve içine sürüklendiği bu yol, onu nereye götürecek?

Tür: Aksiyon, Bilim Kurgu, Survival (Hayatta Kalma)

İyi okumalar.

Bölüm 1 - Serengeti

Sınıfta otururken dalgınca bir halde pencereden bakıyordu. Öğretmeni, odaklanmış bir şekilde konuyu anlattığı halde onun ilgisini çekmiyordu. Sol tarafındaki camın dışında bulunan, salınan ağaçlar daha davetkar görünüyordu. Normalde bu yeşil cümbüşe dönüp bakmazdı bile ama nedense o anda, dünyadaki en ilginç şeymişçesine onları inceliyordu.

"Affedersin, dersim seni ilgilendirmiyor mu?" diye sordu, hoca. Sesinde tepkisellik vardı.

"İyi değilim, hocam," diye yanıtladı, o da, yalan söylerek.

Cevabını umursamayan hoca, derse devam etmeye koyuldu. Otoritesini ortaya koymuş ve bu çıkıntıya haddini bildirmişti.

Öğrenci, üniversiteye daha yeni girmişti fakat şimdiden dünyadan bıkmıştı. "Bütün hayatım bu mu olacak?" diye düşündü. Belki bu daha üst seviye eğitimde bir anlam bulabileceğini düşünüyordu fakat yine, boşluğun hükmü altına girmişti. Hayatından anlamı ve değeri alıp götüren o şeyin.

Ağaçları tekrar seyre daldığı sırada bir şey dikkatini çekti. Uzaklarda bir yerde, binaların ötesinde gökte bir ışık gördüğünü sandı. İlk başta bunun bir yanılsama olduğunu düşünürken, ışık yoğunlaştı. Sınıftaki diğer öğrenciler de bunu fark ederek camdan dışarı bakmaya ve şaşkınlık nidaları belirtmeye başladılar. Tahtaya yansıttığı slaytları otomatiğe bağlamış şekilde okumakta olan hoca, olan bitenin farkına çok geç vardı.

Bu esnada ise, ışık kütlesi yere yaklaştı ve ilerideki binaların ardında yok oldu. Bunu bir sarsıntı izledi. Çarpmanın sarsıntısı.

"Meteor!" diye haykırdı, birisi.

Bundan emin olmayan kız, bir şey demedi.

"Beni bekleyin," diyen hoca, bu anormal olayın farkına varmıştı ve ne yapacağı hakkında bilgi almak için dışarı çıkmaya gidiyordu. "Beni bekleyin!" diye komut verdi.

"Gidip resmini çekelim. İnternette ünlü oluruz," diye gevşekçe bağırdı birisi.

"Boş verin be. Olabildiğince uzaklaşalım, gençler," diye başka birisi öneride bulundu, ihtiyatla.

Bunları umursamayan kız, yavaşça sınıftan dışarı çıktı. Zeminin bir üstündeki kattaydılar ve hocalar bir köşede toplanmış, aynı bilinçsizlikle tartışıyordular. Onlardan da bir hayır gelmeyeceğini anlayınca, kendisini binanın dışına attı ve hızlıca yürümeye başladı. Bol miktarda dikilmiş olan yeşil ağaçların arasından geçen yolda koşarken, eve ulaşmanın bir yolunu düşünüyordu. Sınıftakiler ya da bölümündekiler için tasalanmıyordu o anda.

"N'oluyor, bir ses duydum," diyen birisini geçti, cevap vermeden.

Bir kaç dakika sonra toplu taşıma araçlarının kalktığı yerdeydi, en iyi şansı buydu ne de olsa. Derken, onu duydu. Dehşet ve korkuyla atılmış bir çığlık. Bilinçaltının derinliklerine kadar nüfuz eden bu ses, içinde bir adrenalin patlamasına yol açtı. Neydi bu, kimdi, nereden geliyordu ve ona ne kadar uzaklıktaydı? Bütün bunları düşünürken, sesin biraz önce bulunduğu binanın, kendi bölümünün o taraftan geldiğini kavradı. O sırada, bu çığlığa yenileri eklenmeye başladı.

"Hassiktir. Ne yapacağım?" diye düşündü.

Bölüm 2 - Beyaz Gömlek

Gökten düşen parıltıyı gördükten sonra, şehre gitmek için toplu taşıma araçlarının kalktığı yere gelmişti fakat şu an bunun çok da doğru bir seçim olup olmadığını sorguluyordu.

"O da neydi?" diye seslendi birisi o esnada, gelen ikinci bir çığlık üstüne.

N'olduğunu bilmeyen fakat kötü bir şey olduğunu sezen kız, etrafına bakındı. Okuduğu üniversite ve onun bulunduğu şehir bir tepedeydi. Şehirle iç içe olsa da, onun bir ucunda -en yüksek kısmında- bulunan okulun bir tarafından aşağı doğal ve dik bir yokuş uzanıyordu. Yüzlerce metre aşağıda ise göllerle dolu, kara ağaçlarla kaplı genişçe bir orman vardı.

O esnada birilerinin, kendi geldiği tarafı işaret ettiğini gördü ve arkasını dönüp baktı. Koşturan bir sürü -çoğunlukla genç- kişi, canhıraş bir şekilde onlara doğru geliyordu.

"Kaçın!" diye bağırdı, gelmekte olanlardan birisi.

Koşturanlardan bir kaç kişi yere düştü fakat panik içindeki insanlardan hiç kimse onları kaldırmaya uğraşmadı. Hatta, üstlerine basarak yola devam ettiler. Acıyla inleyenlerden birisinden gelen çatırtı, kemiğinin kırıldığını ilan etti. Bu görüntüyü izleyen herkesin içini bir korku hissi kaplarken, sürü psikolojisi etkisini gösterdi ve başkaları da koşturmaya başladı.

Onlardan biraz uzakta olduğu için daha sakin kalabilen kız, kafasını sağa sola oynatarak insanların neden kaçtıklarını görmeye çalıştı. Çoktan bir karar vermiş olması gerekiyordu fakat o an, merak hissi ona üstün gelmişti. Uzakta, koşanların arkasında bir karaltı görür gibi oldu. İlk başta yanlış gördüğünü, aklının bir oyunu olduğunu zannetti. Ancak karaltı hareket etti ve ileriye sıçradı. En arkadaki oğlan, onunla birlikte yere yapıştı. Neler olduğunu göremiyordu ama beyaz gömlekli bu gencin üstünün bir anda kızıla boyandığını fark edebildi.

İşte o anda, diğerlerini ele geçirmiş olan his kızı da pençeleri arasına aldı. Bu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek için beklememeye karar vererek şehirden yüzünü döndü ve yokuşa doğru koşturdu. Bu sırada kalabalık, araçların bulunduğu alana varmıştı. Kimileri koşturmaya devam ederken, bir çok kişi birbirini ittirerek araçların içine girmeye çalışıyordu. Genç adamın biri, başka bir tanesinin yüzüne dirsek vurarak onu yere yapıştırdı. Orta yaşlı bir akademisyen ise, kızın birinin yüzüne tokadı basıp öne geçmişti. Okulda çalışan koca kıçlı ve göbekli orta yaşlı kadınlardan birisi ise, büyük kütlesini kullanarak kalabalığı yardı ve aracın içine girdi.

Güvenli bir şekilde inmek için tutunacak bir şey aramaya zamanı olmayan kız, diğer herkesi boş vererek çitlerin üstünden tırmanıp atladı. Diğer taraftaki, çimlerle kaplı, geniş ve uçuruma benzer yokuşun başına ulaşmıştı. Şu anlık başka birisi görünmüyordu etrafında.

Derken bir silahın sıkıldığını duydu ve keskin eğimli alandan aşağı, aceleyle, inmeye başladı. Kontrolu kaybetmemeye ve aynı anda hızlı olmaya çalışıyordu. İlk başta zorlansa da bunu sağlayabildi ama saniyeler geçtikçe daha da hızla gitmeye başladı. Bir yerden sonra ayaklarını durduramaz halde aşağı doğru koştururken buldu kendini.

"Siktir, siktir, siktir! Bu sefer kesin öleceğim!" diye düşündü içinden.

Yerdeki bir taşa takılmasıyla beraber düşmesi ve dönerek yuvarlanmaya başlaması bir oldu. İçgüdüsel ya da şans eseri bir şekilde, başını korumak için kollarıyla kafasının iki yanını kapadı. Yerdeki yeşil çimenler ve ıslak toprak ağzının içine girerken, onun emrinde olması gereken uzuvları iyice itaatsiz biçimde, arada bir kendi başlarına savruluyordu. Ne kadar zaman geçtiğini anlayamadan bir süre devam etti böyle, tek bildiği ona sonsuz bir işkenceymiş gibi geldiğiydi. Bir yerden sonra, ölüp kurtulmayı diler oldu. Derken, yarım saniyeliğine havalandığını hissetti ve bu isteğinde ne kadar hatalı olduğunu anladı.

"Küt!" sesiyle beraber bir şeye çarparak dururken, ciğerlerindeki hava atmosfere karıştı ve bilincini kaybetti.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 27 Eylül 2016, 20:15:03
Bölüm 3 - Enkai

Müzik: https://youtu.be/9nGcDqh69_k

Önce bir çınlama doldurdu varlığını, ne başka ses ne de görüntü vardı, bedeninin farkında bile değildi. Ardından, bir anda, buna eşlik eden bir ağrı belirdi. Vücudunun her tarafındaydı fakat en çok karnında hissediyordu. Gözlerini açtığında bulanıklık dışında bir şey göremedi önce. Daha sonra aşağısını gördü, koyu yeşil şeyler doluydu. Kelime aklına gelmese de bunları tanıyordu. Ağaç! Evet, ağaçtı bunlar.

Neler olduğunu ve neden bu halde olduğunu anımsayınca ofladı. Bütün bu kaçma işi çok yorucuydu, hayatta kalması gerekiyordu ama bir anda acısız şekilde gitse umurunda olmazdı da açıkçası.

Bu düşünceleri aklından uzaklaştırarak çevresini inceledi, çalı gibi bir şeyin içinde olduğunu anladı. Kıpırdayınca bedeni rahatsızlıkla kasılmıştı, özellikle bacağının orası. Otomatik olarak bacağına attığında elini, bir şeye dokunduğunu hissetti. Neydi ki?

Bakışlarını oraya çevirdiğinde bunun bir dal parçası olduğunu gördü, pantolonunu delerek uyluk bölgesine -yani bacağının üst kısmına- girmişti. Akan kanlar kuruyarak kızıl-kahverengi bir hal almış ve pantolonun kahverengi kumaşına yayılmıştı. Normalde kan görünce iğrenen birisi değildi fakat kendi kanını, hele bu şekilde görünce midesi bulanmıştı. Gelen öğürtüyle birlikte kustu ve asidik mide sıvısı çimenlerin üstünü kapladı.

O esnada kafasının üstünden bir takım sesler gelince korkuyla hemen yukarı baktı fakat hemen rahatladı. Uçuruma benzer yokuşun bitimine yakındı ve koyu yeşil ağaçlardan birisi, dibinde yetişen çalılıkla beraber bu sınırda duruyordu. Kız yuvarlanırken, bu ağaca çarpmış ve çalının içine girmişti. Çalılığın üstünde ise genişçe bir kuş yuvası duruyordu. Darbenin etkisiyle sarsılan dallardan düşerek çalının üstüne konmuş olmalıydı. Ya da çalılıkların üstüne yuva yapan garip bir kuş türüydü bu, bir yerlerde okumuştu sanki ama hatırlayamadı o an.

Kıpırdaşan yavruların sesiyle biraz rahatlayan genç kız, iyi olduklarını umdu. Kendisi yüzünden onlara bir hasar gelmiş olmasını istemezdi. Yine de, o an uğraşması gereken daha önemli şeyler vardı. Bacağına giren dal parçasını inceledi. Çok da derinde değil gibiydi ancak bir damarı delip delmediğini anlayamıyordu. Atar damarını deldiyse ne yapacaktı? Çıkarırsa ölür müydü?

Yapacağı şey tehlikeli olsa da, bir an önce buradan uzaklaşması gerekiyordu. Olay olduğunda öğlen vaktiydi ve hava kararmıştı, şu ana kadar bulunmadığı için kendini şanslı bile sayabilirdi. Bu yüzden, uzun kollu tişörtünün bir kolunu koparmaya çalıştı. Gücü yetmeyince ise keskin bir şeyler aradı. Ağacın yan tarafında hafifçe kalkmış bir kabuk görünce bunu kullanarak giysinin sağ kolunu oluşturan kumaşı kesti. Daha doğrusu yırttı.

Bacağına, dalın girdiği yerin hemen üstündeki bölgeye sıkıca bağladıktan sonra yapacağı şey için güç toplamaya koyuldu. Filmlerde ve kitaplarda bunu yaptıklarını hep görmüştü, o yüzden işe yaramasını sadece umabiliyordu. Kalbi deli gibi atarken odun parçasını bir anda çekip çıkardı.

Yeterince sıkı bağlayamadığı kumaş yüzünden kan akmaya başladı. Şansına ki atar damarı sağlamdı. Acıyan bacağındaki açık yarayı kapamak için hemen harekete geçen pıhtılaşma faktörleri, kanın içinde birbiriyle yarışırken, pıhtılaşma sürecinde yer alan serotonin salgılandı. Bunun yan etkisi olarak rahatlayan kız, çıkardığı odun parçasına baktı. Büyükçe, sivri bir kıymıktı. Ucu kanla lekelenmişti.

Onu bir kenara fırlatarak doğrulduğunda karnı acıyla sızladı. Tişörtünü kaldırarak baktığında, derisinin ezilerek morardığını ve kan oturduğunu gördü. Karın bölgesinin çoğunu kaplayan yara berbat görünüyordu. Yine de hareket edebildiğini fark etti.

"Artık siktirip gitmeliyim," diye düşünerek, yavaşça aşağı inmeye koyuldu.

Bir kaç dakika sonra ormanın girişindeydi. Ona göre yukarda olan şehre bakmaya çalıştı, pek bir şey göremiyordu fakat uzaklarda bir yerdeki ışıkları seçebiliyordu. Daha çok inceledikçe, anormal bir şekilde sarı ve kırmızı ışıkların titreştiğini gördü.

Başka bir açıklaması yoktu, şehir yanıyordu.

Zihnine binlerce düşünce ve duygu üşüşürken, ne yapacağını bilemedi. Büyük ihtimalle binlerce kişinin öldüğü bu saldırıda nasıl kurtulacaktı, o kimdi ki? Hiç bir özelliği olmayan, medeniyette rahat içinde yaşamaya alışmış biriydi sadece. Hem kurtulsa bile ne yapacaktı? Hayatında anlam taşıyan hiç bir şey yoktu, uğruna yaşayacağı bir şey göremiyordu. Öte yandan acılı bir ölüm çok daha dehşet dolu geliyordu. Hem yok olma fikrini sevdiği söylenemezdi, sevmiyor da değildi gerçi.

Düşünce cümbüşünden çıkarak derin bir nefes aldı. Hayatta kalmalıydı, bu bir zorunluluktu.

Önünde uzanan, onlarca metre uzunluktaki ağaçlara baktı. Kimi çam ağacıydı, kimiyse her gün gördüğü fakat adını hiç öğrenmediği sıradan ağaçlardı. O anda ise daha farklı geliyorlardı. Gardiyanlar gibi sıra sıra dizilmiş ve gece göğünün altında onu yargılıyor, tehdit ediyor gibi dikiliyorlardı. Heybetleri korkutucuydu ve ormanın üç metre içerisi bile görünmüyordu. Ancak gidecek başka yer yoktu.

Bacağındaki acemice yapılmış turnikeyi sıkılaştıran kız, karanlık ormanın içine daldı ve gözlerden yitti.

Bir kişinin gözleri hariç.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 28 Eylül 2016, 17:50:57
Bölüm 4 - Orman

Karanlığın içinde ilerlerken vücudunun sürtündüğü yaprakların hışırtısı kulaklarını dolduruyordu. Önünü, yer yer, yaprakların arasından yere ulaşmayı başaran ay ışığının katkısı dışında hiç bir şekilde görmenin yolu yoktu. Bu yüzden, nereye gittiğini bilmeden bir gümüşi ışık huzmesinden diğerine ilerliyordu. Şehre gitmeye pek istekli değildi, ne de olsa her yerin yandığını görmüştü, yani orası da saldırıya uğramış olmalıydı fakat bu ormanda nasıl hayatta kalacaktı onu da bilmiyordu. Üstelik yaraları da vardı.

Bu düşünceler aklında uçuşurken, susamaya başladığını hissetti. Ayaz normalde onu serinletebilirdi, ancak yoğun ormanın içine hava girmiyordu. Gece vakti terleme yapan bitkiler yüzünden de boğucu ve nemli bir hava hakim olmuştu ortama.

Okulundan aşağı bakarken, ormanın içinde göller gördüğünü hatırlıyordu. Göl varsa onu besleyen akarsu da olabileceği aklına geldi. Böylelikle, etrafa kulak kesilerek ilerlemeyi sürdürdü. Zamanla, ormandaki canlıların sesini daha iyi algılamaya başlamıştı. Metrelerce yukarıda, rüzgarla beraber titreşerek hışırdayan yapraklar. Bir insan görünce dalların üstünde kaçışan küçük sincaplar ve ayağının altında ezilen nemli otlar. Görüşünü büyük oranda kaybedince duyma yetisi gelişmişti sanki.

Bu halde, ne kadar süre geçtiğini bilmeden yoluna devam etti ve sonuç olarak, daha da çok susamış buldu kendini. Karnı da acıkmış ve bacağı iyice acımaya başlamıştı. Ne var ki talih onun imdadına yetişti ve biraz sonra, sağ tarafında, bir akarsuyun sesini duydu. Anında, rotasını o yöne çevirdi.

Ses gittikçe güçlenirken, susuzluğu daha bir yakıcı hale gelmişti. Ödül yaklaştıkça beklentiyi arttıran beyninin hain bir oyunuydu bu. İnsan aklının bu sabırsızlığı yüzünden dikkatsizleşti ve "cop!" sesiyle beraber, bir anda kendini suyun içinde buldu.

"Hay senin gibi..." diye, doğaya ve kendine söylenerek tutunacak bir şeyler aradı.

Akıntı çok hızlı değildi fakat kontrolsuzluk hissi sinir bozucuydu, böyle bir durumda daha da sinir bozucuydu. Aklına, mürenlerin insanların uzuvlarını, hatta kafalarını kopardığı hikayeler gelerek ürperdi. Acele şekilde sudan çıkmalıydı.

Debelenip dururken kolunu bir kayaya sürterek acıyla irkildi. Ancak, hızlı düşünerek uzandı ve elleriyle bu taş parçasının üst tarafını yakaladı. Biraz daha çırpındıktan sonra kendini çekerek yukarı çıkabilmişti.

Her şeyi boş vererek avuçlarını suya daldırıp, kana kana su içti. Tadı biraz toprağımsı ve yavandı fakat o kadar saatin ardından, bu serin sıvı dünyadaki en güzel şey gibi gelmişti.

Gerçekliğin diğer, daha az hoş yüzü ise bir kaç saniye sonra ona sırıtmaya başladı. Üstündeki her şey ıslanmıştı. Tamam, bu boğucu havada çok terlemişti ve serin bir banyo iyi gelmişti ama uzun vadede kıçı donacaktı.
Uzun, dalgalı ve koyu kahverengi saçlarını sıktıktan sonra başının ardında toplayınca, sıra giysilerine geldi. Üstündeki her şeyi çıkarıp, teker teker sıktıktan sonra bacağındaki turnikeye de aynı şeyi yaptı ve tekrar -bu sefer aynı hataya düşmeden, daha sıkı şekilde- bağladı.

Bunlarla işi bitince, sağ kolundaki yarayı incelemeye geçti. Önde, pazusunun ordan başlayıp, üst-arka tarafa uzanıyordu. Temizdi, ancak çok derin olmasa da hoş bir kesik değildi. Sadece yüzeyi değil, altındaki yumuşak dokuyu da yarmıştı ve kanama duracak gibi değildi. Genç kız, svetşörtünün diğer kolunu da feda etti böylece ve kolunu -iki kat- sararak kan akışını olabildiğince engelledi.

Son olarak, anadan üryan gezmenin iyi bir fikir olmayacağını düşünerek, iç çamaşırlarını ve giysilerini, üstünde durduğu taşa vurarak biraz daha kurutmaya çabaladı ve giyindi.

Akarsuyu takip etmeye koyulurken, ne yapacağını düşünüyordu. Daha bir gün bile geçmemişti, hatta sabah bile olmamıştı fakat şimdiden vahşi hayat onu zorlamaya başlamıştı. Şehre mi gitmeliydi acaba...

Göğü yararak giden uçaklarla beraber düşünceleri yarıda kesildi. Yüksek teknoloji ölüm araçlarının çıkardığı ses, kendilerinden daha sonra geliyordu ve başka hiç bir şeyle karıştırılamayacak kadar netti. Bir kaç saniye sonra, uzaklarda bir yerden patlama sesleri gelmeye başladı.

"Şehri bombalıyorlar..." diye kalakaldı kız.

İçinden bir his, bunların düşman olmadığını söylüyordu. Diğer türlüsü nedense aklına oturmuyordu.

İçindeki bu sezi doğruysa, ordu hala savaşıyor ve uçakları hava desteği için çağırmış olmalıydı. Bu demekti ki, gündüz yaşadığı olay terörist saldırısı tarzı bir şey değil, geniş çaplı bir istilaydı. Kim yapıyor olabilirdi ki bunu? Saldırı sırasında gördüğü, beyaz gömlekli genci öldüren o şey hakkında düşünme fırsatı olmuştu. Bugüne kadar karşılaşmadığı şekilde yabancıydı...

O sırada, aklına başka bir olasılık daha geldi. Belki de çatışma çoktan bitmişti ya da hükümet şehirden vazgeçmişti ve uçaklar, onunla birlikte içindeki düşmanları da yok etmeye çalışıyordu.

Konunun üstünde daha fazla düşünmemenin iyi olacağına karar vererek, önündeki duruma verdi dikkatini. Olayların ne durumda olduğunu bilmiyordu, ayrıyetten üstünü başını iyi kurutabilmeyi de başarmıştı ve ormanın içi şu anlık çok soğuk değildi.

Böylece, sabahı bekleyip, yiyecek bir şeyler bulmaya karar verdi.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 02 Ekim 2016, 21:09:30
Bölüm 5 - Su

Onları kırpıştırarak açarken, gözlerine güneş ışığı hücum etti. Bunun sonucu olarak vücudu kortizol salgılayarak uyanık ve hazır bir duruma geçmeye başladı. Yine de kendine gelmesi ve kafasını toparlaması biraz sürecekti, bugün daha da fazla. Dün geceki koşuşturmacadan sonra günün ağarmasını beklerken vücudu bir yerden sonra pes etmiş ve dinlenmek için sırtını yasladığı ağacın orada uyuya kalmıştı.

Yattığı yerden kalkarken etrafına bakındı. Gündüz vakti her şeyi daha net görebiliyordu. Bitkiler düşündüğünden de sıktı burada. Çam ve adını bilmediği sıradan ağaç dışında, bir türü daha seçebiliyordu şimdi. İnce, uzun yaprakları, dallardan fırça demeti halinde fışkırıyor ve neredeyse her yerini kaplıyordu.

Algıları yavaş yavaş yerine gelir ve tepki hızı artarken, çimlerin üstüne basarak ayağa kalktı. Bir şey dikkatini çekmişti, burası olması gerekenden çok daha sessizdi. Işıkla beraber canlanan doğa, şakımasa bile bir çok sese ev sahipliği yapıyor olmalıydı, oysa neredeyse hiç bir şey duymuyordu. Bunun nedenini merak ederken, karnı guruldayarak daha acil bir ihtiyacı hatırlattı.

Yakındaki bir çalıda kırmızı, küçük meyveler gördü fakat zehirli olup olmadıklarını bilmiyordu. Hayvan yakalamak için bir aleti ya da bilgisi olmadığı için de geriye bir tek bitki tarzı şeyleri yemek kalıyordu. Bu yüzden, çocukluğunda öğrendiği bir şeyi denemeye karar verdi. Üstündeki, artık bir atlete benzeyen svetşörtü çıkardı ve içine meyveleri doldurmaya koyuldu. Bu esnada bir tanesini alıp hafifçe yaladı.

İşi bittikten sonra atleti gevşekçe bağladı ve elinde taşıyarak etrafı kolaçan etmeye çıktı. Hava sıcak olduğundan dolayı üstünde sadece sütyeni olsa da üşümüyordu. Giysileri zaten o uyanana kadar tamamen kurumuştu ve akarsuya düşmesi sonucu kahverengi pantolonu kan lekesinden biraz da olsa arınmıştı.

Tahminen yarım saat geçti böylece ya da o, öyle olduğunu düşünüyordu. Böylece kız, bu sefer meyvenin dış kabuğunu soydu ve içini yaladıktan sonra etrafta dolanmaya döndü. Yaralarından ve açlıktan dolayı, enerjisini korumak için yavaş hareket ediyor ve bir yandan bulunduğu bölgeyi inceliyordu. Ağaçlar on beş, yirmi metre civarında olmalıydı. Fırça yapraklı ve çam ağaçlarının, dalları uzanabileceğinden daha yukarıda başlasa da, sıradan olanınkilere ulaşabiliyordu. Ancak uzandığı sırada vücudu esnediği için karnı acıyordu. Yaraya bakılırsa iç kanaması vardı. Bunun sadece kaslarla sınırlı kalmasını umuyordu, öbür türlü hayatta kalma şansı pek yoktu.

Bir tahmini yarım saat daha sonra, bu sefer meyvelerden birini tamamen yedi. Gezindiği esnada akarsuyun sesini kaybetmemeye odaklanmıştı ve onunla paralel doğrultuda gidiyordu. Aklına okulu ve evi geldi. Hayatta kalmaya odaklandığı için olan biteni neredeyse unutmuştu bir anlığına. İnsanları pek seven birisi olmamıştı zaten, yine de -herkes gibi- bugüne kadar hep onların arasında yaşamıştı. Bir şekilde, onlarla işbirliği yapmanın ve göze batmadan hayatını sürdürmenin yolunu bulmuş olsa da, derinlerde bir yerde hep uzaklaşmayı dilemişti. Bazen, her şey çok fazla geliyordu ona. Bütün bu insan denizinde boğuluyor ve kişiliğini kaybediyormuş gibi hissediyordu. Şimdiyse istediğini elde etmişti ama hayatta kalmak istiyorsa, eninde sonunda tekrar onların yanına dönmeliydi.

Bunları düşünürken, gereğinden fazla terlemeye başladığını fark etti. Aynı zamanda midesinde de bir şeyler ters gidiyordu. Hemen boğazını parmaklamaya yeltendi. İlk başta öğürdü fakat bir şey gelmedi. Düşündüğünden daha zor olacaktı. Parmakları boğazına sokup, ittirirken gözleri doldu, yine de elini çekmedi. Bunun sonucu olarak sağlam bir şekilde öğürdü ve kusmaya başladı.

Ağzına o iğrenç, acımsı ekşi tat dolmuştu yine. Derin derin nefes aldıktan sonra şansına sövdü. Topladığı meyveler zehirliydi. Onları test etmek için yapmıştı bütün bunları ve şu ana kadar her şey iyi gitmişti. Atletten yaptığı bohçayı açarak içini boşalttı ve temizlenip, su içmek için akarsuya gitti.

Bu tarafta, ağaçların biraz açılması nedeniyle ışık daha yoğundu. Ağzını çalkalamak için eğildiğindeyse, gözüne bir şey çarptı. Karşı kıyıdaki ağacın birine yapışık, karayosununa benzer bir şey vardı. İşi bittikten sonra oraya geçmeye karar verdi.

Yüzüne ve vücuduna su çarptığı sırada hala terliyordu. Ne de olma zehirlenme hoş bir şey değildi. Aklına derslerde öğrendiği bir şey geldi o sırada...

"Mantar zehirlenmelerinin tedavisinde genellikle fizyolojik tuzlu su verilir size. Kanı sulandırarak toksinlerin etkisini azaltmaya yöneliktir bu," dedi, sınıfın içinde gezinen genç akademisyen...

Yediği şey mantar olmasa da, suyun önemini kavrayan kız, bol bol su içmeye koyuldu. Bir yandan da, böyle bir bağlantı kurabildiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Kavramlar arasındaki ilişkileri ortaya çıkarabilmek hoşuna gitmişti hep.

Bir süre sonra kendisini daha iyi hisseder buldu. Diğer amacı doğrultusunda akıntıyı yokladı. Şu anlık sakin görünüyordu. Giysilerini çıkardı ve onları başının üstünde tutarken, sağlam olan sol koluyla kulaç atarak, beş-altı metrelik suyu geçti ve karşı taraftaki kayalık kıyıya çıktı. Garip hissettirse de, sıcağın içinde bir şey giymek için çabalamak amaçsız geldiği için, doğrudan hedefini incelemeye yöneldi. Etrafta nasıl olsa onu görecek kimse yoktu, değil mi?

Çömelip baktığında gördü ki, odun kabuğunda rahatça yayılmış olan yeşilimsi bu canlının marul gibi kıvrımlarının ucu koyu renkliydi ve yakından incelenince ne bir bitkiye ne de karayosununa benziyordu. Emin olmasa da liken olabileceğini düşündü. Acaba yenebilir miydi?

Küçük bir parça alıp dilini değdirdiğinde pek bir tat alamadı ama kötü de değildi. Daha önce meyveye yaptığı prosedürün aynısını uyguladığında, bu sefer talih yüzüne güldü. Kendisine bir zarar gelmeyeceğini anladığı anda, likenleri çılgınlar gibi ağzına tıkıştırmaya koyuldu. Bir ara aklına bir şey geldi ve bir tanesini gidip suya bandırdı. Islatıldığında daha kolay yenir olmuştu ve tadı biraz daha iyiydi. Geri kalanını da bu şekilde hüpletti.

"Bir gün içinde iyice barbar gibi oldum," dedi kendi kendine, gülümseyerek.

Ağzını elinin kenarıyla sildikten sonra, terlemesinin de durulduğunu fark etti. Su ve çıplaklık yardımcı olmuştu herhalde. Bacağını incelediğinde yaranın kapanmış olduğunu gördü ve turnikeyi bozdu. Kolu ise o kadar şanslı değildi. Dikkatli olmazsa, en küçük harekette hemen kanlar süzülmeye başlıyordu. Belki de yara daha temiz, yani çatallanmayan bir kesik olduğu için iyileşmesi daha uzun sürüyordu?

Bacağından çıkardığı bez parçasını, saçlarını başının ardında toplamak için kullandı. Ardından kolundakini çıkarıp, yarasıyla beraber şöyle bir yıkadıktan sonra tekrar yerleştirdi. Elindeki tek dezenfeksiyon yolu buydu, enfeksiyon kapmayı kesinlikle istemezdi.

Bu düşünceyle beraber, artık gerçeklikle yüzleşmesinin vakti geldiğini anlamıştı. Ne kadar istemese de şehre gitmesi gerekiyordu, yoksa bu ormanda ölüp gidecekti.

Bir kaç dakika sonra, üstünü başını giymiş ve ormanın içinde ilerliyordu. Geri dönme olasılığa karşın, dün geceki uçakların gittiği doğrultu ile bombalamanın sesinin geldiği yönü aklına kazımıştı. Geriye bir tek şehre ulaşması kalmıştı. En azından, o böyle düşünüyordu.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 04 Ekim 2016, 15:30:47
Bölüm 6 - Sınır

Müzik: https://www.youtube.com/watch?v=lmc21V-zBq0

Saatler süren yürüyüşün ardından, nihayet ağaçlık bitmişti ve yukarı tarafta, tepenin üstünde bulunan şehir sınırına bakıyordu. Kısa yolculuğu sırasında şehrin nasıl olacağını tahmin etmeye çalışmıştı. İlk gördüğü şey kaosun içinde kaçışan insanlar mı olacaktı, yoksa tam gaz devam eden bir çatışma ya da bomboş, terk edilmiş bir bölge mi? Her ne idiyse, beklediği kesinlikle bu değildi.

Kısa çimenlik araziyle binaların birleşiyor olması gereken yerde, parlak mor bir enerji bariyeri boylu boyunca uzanıyordu. Diğer tarafın görünmesini engelleyen, yaklaşık beş metre yüksekliğinde olan yapıdan bir insanın yardım almadan geçebilmesinin hiç bir yolu yok gibiydi. Dahası, bu enerji alanını oluşturabilecek bir şey de yoktu ortalıkta. Sanki kendi kendine havadan peydahlanmış, büyülü bir varlıktı.

Hayra alamet olmayan garip yapıyı incelediği sırada, kuşun birisi hattın üstüne konmak için inişe geçti fakat vücudu mor enerjiye değer değmez ölü gibi, diğer tarafa düşerek gözden yitti. Ömründe ne böyle bir teknoloji görmüş ne de duymuş olan kıza, içinden bir şey, birisi onu görmeden hemen oradan uzaklaşmasını söyledi.

Bu hisse uyarak geriye dönmüştü ki kulağına bir ses çalındı. Vücudu kendiliğinden hareket ediyormuşcasına en yakın ağaç gövdesinin arkasına atılırken, ses yaklaşmaya başladı. Neydi bu? Ayak altında ezilen kuru otların neden olduğu çıtırtıya benziyordu, ancak koşan ya da yürüyen birinin çıkaracağının aksine ritimsizdi. Kalın kabuklu çamın ardından kafasını hafifçe uzatıp olan biteni anlamaya çalıştığında, ağaçlar arasında saniyelik olarak belirip kaybolan bir karaltıyı gördü. İki gün öncesinin anıları aklına hücum ederken, gömleği kana bulanan gencin görüntüsü zihnini işgal etti ve adrenalin vücudunu esir alarak ona savaşmasını ya da kaçmasını söyledi.

Tabii ki de kaçmayı seçti.

Paniğin pençesinde, doğru düzgün düşünemez biçimde tepeden yukarı koştururken arkasına bakmıyor ve açıkçası bariyeri nasıl aşacağını bilmiyordu. O an aklından geçen tek şey, ölmek istemediğiydi. Kan oturmuş karnı ve yaralı bacağı acıyla ona isyan ederken gözlerine yaşlar doldu fakat umursamamaya, görmezden gelmeye çalışarak elinden geldiğince hızlıca yukarı çıktı.

Şansı şimdilik yaver giden kız, bariyerin önüne ulaştığında, derin bir oksijen ihtiyacı içinde, nefes nefese etrafına bakındı. Giriş yolu göremeyince bariyerin yanı sıra, bu sefer yalpalayarak koşmaya başladı. Bir delik, zayıflık, içeri girmesini sağlayabilecek herhangi bir şey arıyordu. Bu esnada aşağı baktığında tekrar karaltıyı gördü. Aradaki mesafeyi inanılmaz bir hızla kapatarak ona doğru geliyordu, hatta arkasına bir tane daha eklenmişti.

Tekrar o anormal çıtırtı sesini duyarken, seçeneği kalmayarak bariyere çevirdi yüzünü. Biraz önceki kuşun akıbetinden dolayı bu ne idüğü belirsiz şeye dokunmak istemiyordu fakat çareler tükenmişti. Gözlerini kapadı ve ölmeyi bekleyerek ileri fırladı.

Bir an sonra, kendisini şehrin içinde yerde yatarken bulmuştu. Kalbi güp güp atarken, toz toprağın içinden kafasını kaldırdığında, bariyerin dibinde dizilmiş sürüyle ceset gözler önüne serildi.

Bölüm 7 - Şehir

Hala şokta olan kız, ilk başta neye baktığını anlayamadı. Nereye gelmişti, bir çeşit fantastik boyutlar arası kapıdan falan mı geçmişti? Hayır, burası cidden kendi şehrine benziyordu. Hatta, burayı tanıyordu, kendi evine bir kaç yüz metre uzaklıktaki bir yerdi. Çıtır çıtır simit çıkaran bir fırın bile vardı.

Şimdiyse, pencereleri patlamış ve betonu çatlayarak, yer yer kırılmış binalardan oluşuyordu. Şehrin parçalanmasından dolayı çıkan gri toz ise her yere çökerek etrafı iyice mezarlığa benzetmişti. Yerden bir el çıkıp o anda kızı çekse, hiç şaşırmazdı. Tabii, bu düşünce sayesinde gerçekliğe dönüş yaptı. Enerji bariyerinin dibinde dizilmiş olan cesetlerin yüzüne bakamadı. Hiç bir yararı da olmazdı böyle bir şey yapmasının. Peki onları ne öldürmüştü? Bir dakika, biraz önce bir şeylerden kaçmıyor muydu o?

Hemencecik, yakınlardaki hırpalanmış bir binanın kapısını açarak içeri attı kendini, ve en üst kata çıktıktan sonra, apartman koridorunda endişeyle beklemeye koyuldu fakat şansına, hiç kimse ya da hiç bir şey bariyeri aşıp gelmedi. Kırılmış pencereden aşağıyı gözetlerken, bedenlerin düzenli bir şekilde dizildiğini fark etti. Sanki dışarı çıkmaya çalışmış da çarpılarak ölmüşler gibi. Dikkatini çeken ikinci şeyse, yeterli yükseklikte olsa da mor ışığın ötesini göremediğiydi. Görüşü bulanıklaşmıyor ya da başka türlü çarpılmıyordu, ancak beş metrelik bariyerin üst tarafına her bakmaya çalıştığında, kendisini, gözünün kenarında asla yakalayamadığı fakat orada olduğunu bildiği bölgeye odaklanmaya çalışıyormuş gibi hissediyordu. Kovalamaca anından dolayı unutmuştu fakat dışarıdan şehre bakarken, bir sürü olmasına rağmen hiç bir gökdelen göremediğini de hatırladı. Kendisi tepenin aşağısında olsa da, o kadar da büyük bir fark değildi oysa bu.

Edindiği her bilgiyle birlikte, kendisini bir çıkmazın içine attığı hissi kuvvetlenmişti. Buraya gelmekle hata etmişti, cesetlerin tek bir anlamı olabilirdi; dışarıya çıkmaya çalışanları öldürüyordu. Kendisi içeri girebilmişti fakat hafif bir yorgunluk haricinde bir şeyi yoktu. Neden içeri girişi engellemediğini bir an merak ettikten sonra içinde bulunduğu duruma odaklanmayı seçti. Neyse ki, durum çok ciddileştiğinde -çoğu zaman- ortamdan soyutlaşabilme gibi bir yeteneği vardı. Daha önce -doğru bir şekilde- ormana kaçmasını sağlayan da bu düşünme tarzı olmuştu.

Öncelikle, etrafta görünmeseler de, kendisinden başka yaşayanlar da olmalıydı fakat böyle bir ortamda insanların nasıl davranacaklarını bilemezdi. Gördüğü her kişiye düşman olarak yaklaşmalıydı.

İkinci olarak, yaralarını temizlemesi ve kolundaki kesiğe dikiş atması gerekiyordu.

Üçüncü olarak ise, yiyecek ve içecek bir şeyler bulmalıydı. Hemen herkesin öldüğü düşünülürse bu pek de zor olmazdı.

Son olarak ise, kendisini korumaya yarayacak bir şeyler bulmalıydı.

Hedeflerini belirledikten sonra içinde bulunduğu yapıyı araştırmaya koyuldu. Kapılardan birisinin açık olduğunu fark edince, ihtiyatlı şekilde onu açıp içerisini bir kolaçan etti. Kimsenin bulunmadığını anlayınca, hala çalışan su sistemi sağ olsun, yaralarını yıkadı. Buz dolabını açtığında ise elektriklerin gittiğini gördü. Olayın olduğu günden beri gidik olmalıydılar çünkü dolaptaki tavuk eti şimdiden bozulmuştu. Yenilebilecek durumdaki tek şey patates çorbasıydı. Aceleyle karnını doyurduktan sonra mutfaktan çıktı ve banyoya yöneldi.

Açık ecza dolabındaki malzemeler yere fırlatılmıştı. Yağmalanmış gibi duruyordu. Eğilip, daha fazla bakındığında hiç bir ağrı kesici olmadığı fark etti, ancak bulduğu anti-septikler sayesinde yaralarını dezenfekte edebilirdi. Doğrulduktan sonra dolabın kapağını çektiğinde, aynadaki yansımasıyla karşı karşıya kaldı.

İki günde ne kadar da değişmişti. Arkada topladığı uzun saçları kabararak kahverengi bir yumağa dönmüştü. Toz toprakla kaplı yüzünün sağ tarafı ise morarmıştı. Dokunduğunda sıcacık derisi acıyla sızladı. Aynı zamanda şekilli, ne çok büyük ne de çok küçük, kavisli ya da kemerli olmayan, düz burnunun altında kurumuş bir kan öbeği bulunuyordu.

Yüzüne soğuk suyu uzun uzun çarptıktan sonra, gri gözleriyle tekrar kendine baktı. Temizlenen yüzü, normal, açık ten rengine dönmüştü. Kendini daha iyi hissederek saçına attı elini. En kolayı kesmekti, zaten hiç bir zaman onunla uğraşmayı sevmemişti.

Bir makas bularak işe girişti. Bir süre sonra orta uzunluğa getirdiği saçına baktığında memnun kaldı. Hala ensesine dökülecek uzunluğa sahip kahverengi dalgalar, yüzünün iki yanına doğru uzanıyordu ve absürt şekilde kısa değildi. O sırada fark etti ki, iki günde acayip pislenen vücudu onu rahatsız eder olmuştu. Kendisini ödüllendirmeye karar vererek duşa girdi ve ona bir çağ gibi gelen koşuşturmanın ardından sıcak suyun keyfini çıkardı. İçinden bir his, bunun rahatlamak için son şansı olduğunu söylüyordu.

Vücudunu kuruladıktan sonra, yaralarını dezenfekte edip, sargı beziyle sardı. Ardından evde yeni giysiler buldu. Kendine uyan sütyen yoktu ve eskisi pislenmişti, bu yüzden sargı bezini göğsünün etrafına doladı. Siyah bir svetşörtü giydi ve garip bir şekilde serin olan şehirde sıcak tutacağını umarak, kahverengi bir yuları boynunun etrafında dolayıp, bağladı.

Kendine biraz bol gelen siyah bir pantolon ve pofuduk başlıklı, petrol yeşili bir montu giydikten sonra son bir kontrol yaptı.

Evde bulduğu uzun, tırtıklı bir ekmek bıçağını montun iç cebine yerleştirmişti. Su, bir kaç konserve ve dezenfektanlar ile bandajları, bulduğu bir sırt çantasına tıkıştırmıştı.

Yola çıkmaya hazırdı; sıradaki hedefi bir hastahane bulmaktı. Pansuman yaptığı sırada kolundaki yaranın iyice kötüye gittiğini fark etmişti. Bir an önce dikmezse başına büyük bela olabilirdi.

Binadan çıkıp, adımını gri şehrin içine atarken içini tekrar bir gerginlik kapladı. Geçici tatili bitmiş ve hayatta kalma savaşı tekrar başlamıştı.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 09 Ekim 2016, 17:26:13
Bölüm 8 - Hastane

Kimine göre ihtiyatlı, kimine göre ise ürkekçe sokakların arasında dolanan genç kız, şu ana kadar hiç bir canlı izine rastlamamıştı. Sanki bütün insanlar yer yarılıp da içine girmişti. Daha ilginci, şehir sınırındaki bariyerin orada bulunan cesetlerin aksine, buralarda hiç ceset olmamasıydı. Arada bir kan lekesi olduğunu düşündüğü şeylere rastlamış olsa da, hepsi bu kadardı. Herkes nereye gitmişti?

Bunları merak ederek, yakındaki bir hastaneye doğru ilerlemeye devam etti. Şu hayatta kalma korkusu olmasa aslında güzel bile diyebilirdi bu hale; insanların arasında olmayı uzun süredir sevmiyordu. Nedenini tam çözememişti, onları anlamamaktan mı yoksa çok iyi anlamaktan mı kaynaklandığını. Ne olursa olsun, bir yabancıydı o.

Hedefine -yani şehrin içine- yaklaştıkça havanın giderek serinlemeye başladığını fark etti. Aynı zamanda binalarda gördüğü hasarlar da artmaya başlamıştı, çatlaklar fazlalaşır ve derinleşirken, bir süre sonra yıkılmış yapılarla karşılaşmaya başlar oldu. Bir tanesine yaklaşıp incelediğinde etrafa pek bir parça saçılmamış olduğunu gördü. Sanki içten bir şeyler çökertmişti onu.

Kısa bir süre sonra, uzakta kocaman, kırmızı -fakat elektrik olmadığı için ışıldamayan- "Hastane" yazısı belirdi. Böylelikle, şehre n'olduğu endişesini bir kenara atıp, asıl amacına odaklandı. Yirmi katlı, gri binanın bir tarafı parçalanarak yok olmuştu. Ayakta duran diğer tarafı ise sağlam görünmese ve arada zorlanan çelik iskeletin iniltileri kulağa çalınsa da, şimdilik dayanacak gibi duruyordu. Zaten başka seçeneği de yoktu, kolundaki yarayı halletmesi gerekiyordu.

Anlık bir saflıkla açık caddeye çıkmıştı ki, yolun diğer ucundan gelen bir çıtırtıyla beraber hemen bir çöp konteynerinin arkasına atıldı. İlk başta soluğunu tutmayı düşünmüş olsa da, ne kadar burada kalacağını bilmediği geldi aklına. Bir anda bütün o karbondioksiti dışarı verirse, çıkan sesten yeri anlaşabilirdi. Bu yüzden, yavaş ve derin soluklar almayı yeğledi. Uzun görünse de aslında yarım saniye bile sürmeyen bu düşünsel süreçten sonra, çantasına attığı bir aynayı çıkararak arka tarafa bakmaya koyuldu. Daha önce karşılaştığı gölgelerden birine benziyordu ancak onların aksine, çok yavaş hareket ediyordu. Salınarak yürürken, pek bilinçli görünmüyordu.

Küçük aynadan potansiyel tehdidi süzmeye devam ederken, ne yapacağını düşündü bir yandan ve şimdilik beklemeye karar verdi. Bir saat olduğunu düşündüğü bir süre sonra, gölgemsi şey hala bulunduğu yerden ayrılmadan volta atmaya devam ediyordu. Daha fazla zaman kaybedemezdi.

Yerden taşın birisini aldı ve küçük aynayla caddeyi kesti. Yabancı canlı, hastane ile dört yol ağzının kesiştiği bir yerde, sağ taraftaydı. Hastane alanının beton çitleri ise soldaydı. Yeterince kuvvetli atarsa, hedefini görüş alanını kesebileceği bir yere yönlendirebilirdi.

Aynayı kapayıp, bir hışımla ayağa kalkıp fırlatmaya hazırlanmıştı ki, yabancının yere düştüğünü görerek şaşırdı. Şimdi ne yapacaktı? Bir insansa, gidip yardım edebilir ve ne olup bittiği hakkında bilgi edinebilirdi fakat o gölgelerden ise büyük ihtimalle kendi sonunu hazırlamış olurdu. Hem insan olsa bile, ona ne kadar malzeme ve zaman harcayabilirdi ki? Kısıtlı erzağı vardı ve önce kendisini düşünmesi gerekiyordu. Ayrıca, bu kişinin insan olması düşmancıl olmayacağı anlamına da gelmiyordu.

Bütün farklı ihtimallere rağmen, merak hissi ona baskın çıktı ve belki de aptallık ederek bulunduğu yerden çıkıp, temkinli ve kaçmaya hazır şekilde yere düşene yaklaşmaya koyuldu. Mesafe azalınca, bunun bir insan olduğunu anladı ve büyük oranda rahatladı. Siyah ve gizlenmeye yönelik tasarlanmış üniformasından bir asker ya da polis olduğu çıkarımını yaptı. Öyle olmalıydı yani, sivil hayatta böylelerine rastlamamıştı fakat internette gördüğü resimlerde özel harekat diye addedilen sınıftan bir savaşçıya benziyordu.

Dibine geldiğinde ise bunun bir kadın olduğu ortaya çıktı. Kısa kesilmiş saçlarından ve yapılı vücudundan anlamamıştı ilk başta. Yanına çöküp incelediğinde görünürde bir yara bulamadı. Bir sokak arasına çekerek biraz su vermeyi planlayarak, kadını koltuk altlarından tuttuğu sırada aniden uyanan savaşçı ile göz göze geldiler. Üstüne eğilmiş ve kollarını tutmuş bu yabancıyı, içgüdüsel olarak bir tehdit olarak algılayan kadın, kızı tuttuğu gibi çekip yere çaldı. Hareketin devinimini kullanarak düşmanının üstüne çıkar çıkmaz, onu yok etmek için ellerini boğazına götürmüştü ki, öğrencinin çıkarttığı ekmek bıçağı kadının boğazına dayandı. Böyle bir cümbüşte hemen çekebilmek için, kemerinin bir yanına kıstırmıştı uzun cismi.

"Kalk!" diye bağırdı, kız.

Karşısındakinin bir sivil olduğunu idrak eden asker duraksadı ve ardından sallanarak bilincini tekrar kaybetti. Heyecandan dolayı soluk soluğa kalmış olan genç, üstüne düşen yükü yana ittirerek doğruldu. Ruhunun içine bakan yeşil gözlerde hiç bir acıma görememişti. Devam etseler büyük ihtimalle ölmüş olacağı düşüncesi midesini bulandırmıyor fakat onu iğrendiriyordu. Korunmasız bir durumda olmak, hayatta en son arzuladığı şeydi.

Söverek kadını sokak arasına çekmeye koyuldu. Bütün bu zahmetine değerdi umarım.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 08 Ocak 2017, 18:43:13
Bölüm 9 - Savaşçı

Kısa, sarı saçlı askeri sokak arasına çektikten sonra soğuğa rağmen alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi ve beklemeye koyuldu. Kadının vücut yapısı, üniformasına rağmen belli oluyordu. Geniş omuzları ile kalın bacakları, aynı zamanda çıkıntılı hatlara sahip yüzünde çok az yağ bulunması sağlam bir antrenman düzeninin ürünü olmalıydı. Kolları ise çok hacimli değildi fakat iddiaya girerdi ki yeterince kas barındırıyorlardı. Bu figürün nedenini sorguladı kendi kendine. Büyük ihtimalle çok koşturma içeren bir görevde bulunuyor olmalıydı ya da ekipmanı ağırdı. Oysa şu an, belindeki siyah tabanca haricinde bir şey görünmüyordu. Bir de, taşırken fark ettiği iç zırh vardı. Eski modellerin aksine kıvrılabilir bir yapıya sahipti ve böylece esneklik sağlıyordu kullanıcısına. Ancak yine de sertliğinden dolayı ne olduğu belli oluyordu.

Bir süre sonra uyanan kadın, ağzını şapırdatarak buğulu gözlerle etrafına bakındı. Kız, savaşçının kaçış yollarını kestirdiğini fark etmişti.

"Al," diyerek, yanındaki su şişesini ona verdi.

Ardından bir konserve patlıcan kızartmasını, evden aldığı kaşıklardan biriyle beraber kadına iteledi. Kana kana içtiği suyu bitiren kadın, yıllardır yemek görmüyormuş biri edasıyla kızartmaya girişti. Hiç bir şey demeyen kız, çevreyi kolaçan ederek yaklaşan olup olmadığına baktıktan sonra, kısa sürede karnını doyuran kadının yanına döndü.

"Ben Aletheia. Senin adın ne?" diye sordu, sosyal geleneğin gerektirdiği gibi.

"Guerra. Neden beni kurtardın?" dedi, şüphesini hiç gizlemeyerek.

"Doğrudan konuya yani... iyi. Şehirde neler olduğunu söyleyebileceğini düşündüm," dedi kız, ikinci amacını gizli tutarak.

"Burada değildin yani. Zaten senin gibi tatlı kızın tekinin nasıl hayatta kaldığı kafamı karıştırmıştı. Şimdi daha iyi oturdu," dedi, kabaca "Onlar oldu."

Bunu derken, şehir merkezini işaret etmişti.

"Onlar?" diye sordu, anlamayarak.

"Uzaylılar," dedi kadın, çok normal bir şeymiş gibi.

"Benimle..." derken kız, saldırıya ilk tanık olduğu an geldi aklına. Klasik önyargıya kapıldığını fark edince kendini düzeltti, bu çağda herhangi bir şeye şaşırmaması gerekiyordu "Şehirdeki insanlara n'oldu peki?"

"Hepsini topladılar, tarla süren çiftçiler gibi hem de," derken parmağını şıklattı "İlk kez seks yapan bir erkekten bile daha kısa sürdü. Sivillerin hepsini ve aptal, şişko polislerin çoğunu hemen yakaladılar. Biz askerlere ise kaybolmuş bir savaşı vermek kaldı. Çaylaklar gibi davrandık, kaçmaya çalışsak daha iyiydi."

"Bariyerlerin orada bir sürü ceset vardı, çıkışı kapatmışlar. Kaçmamanız daha iyi olmuş derim -dediği esnada konudan saptığını fark etti- nasıl saldırıyorlar? Ne gibi silahları var?" diye sordu.

"Yok. Vahşiler gibi üstümüze atılıp, direnen herkesi kestiler. Bir kaplandan daha atikler ve bir çakaldan daha sinsiler. Onu boşverirsek, sen ne yapıyorsun? Şehre nasıl girdin?" diyerek, kendi kafasındakilere geldi.

"İlk saldırı olduğunda üniversitedeydim. Şans eseri ormana kaçabildim, tutunamayınca da şehre döndüm," dedi kız, güven bağı kurmaya çalışarak.

"Hassiktir. Sıfır Noktası'nda mıydın? Oradaki herkes öldü," diyen asker, sallanarak ayağa kalktı "Baksana, sivil olsan da seni gözüm tuttu. Pratiksin ve hayatta kalmaya odaklanmışsın, şu amına koduğumun şehrinden beraber çıkmaya ne dersin?"

"Memnun olurum," dedi kız, ikinci amacına ulaşarak. Bir savaşçının ona çok faydası olacaktı "Yalnız iyi değil gibisin."

"Vuu... gözlem yeteneğine hayran kaldım," dedi pis pis sırıtarak "Olayın başından beri çatışmadayım ama şu halimle bile senden on kat daha iyiyim. O güzel aklını yorma böyle şeylere."

İçinden gelen cevap verme dürtüsünü bastıran kız, gülümseyerek elini uzattı. Hoşuna gitmişe benzeyen asker, sertçe onu sıktı.

"Yanımda olacaksan bana destek olman lazım. O saçma bıçak bir işine yaramaz, şunu al," diyerek, botuna elini soktu ve minik bir tabanca çıkardı.

"Sağol, nasıl kullanacağımı da göster," diyen kız, ilk gerçek silahına kavuşmuş oldu böylece.

"Onu nasıl salladığını gördüm. Hastaneye ondan mı geldin?" diyerek sağ kolunu işaret etti, asker.

Aletheia'nın onaylamasıyla, ilk hedefleri belli olmuştu.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 09 Ocak 2017, 16:12:30
Bölüm 10 - Operasyon

Yarısı yıkık hastanenin içine girerlerken, güneş batıyordu.

"Akşam oluyor, kolunu bir an önce hallet. Dikmeyi biliyor musun?" diye sordu, Guerra.

Başını sallayarak onayladı kız, bir yandan üstlerindeki erzağı hesaplıyordu. Konserveler ertesi günü çıkarırdı, su da aynı şekildeydi fakat şehirde ikisini de bulmak sorun olacak gibi değildi. Bu yüzden aklına yeni bir soru gelmişti.

"Benle karşılaşana kadar hiç bir şey yemediğini söylemiştin. Neden?" dedi, kafasında bir şeyleri oturtmaya çalışarak.

"Savaştığımı söylemiştim, kafanı bir yerlere mi vurdun?" diyen kadın, kendi büyük tabancasını çıkarıp kontrol etti.

"Tek başına mıydın?" derken, ana girişe vardılar.

Açılır kapı, elektriğin gidik olması sebebiyle çalışmıyordu.

"Sen arkaya geç ve silahı gösterdiğim gibi kullan, böyle bir iş için zayıfsın," diyen kadın, pistolu kılıfına koyup kapıyı açmaya koyuldu "Ana gruptan ayrılmak zorunda kaldım. En son şehrin içine gidiyorlardı, şimdiye ölmüş olmalılar."

"İyi de hiç mola vermediniz mi? Dönüşümlü olarak birbirinizi koruyabilirdiniz," diyen Aletheia, içerden fırlayabilecek herhangi bir şeye karşı pozisyon almıştı.

Ağır kapıyı çekerken boyun kasları gerilen sarışın kadın, içeri girebilecekleri kadar genişliğe getirdikten sonra geri çekilip kendi silahını tekrar çıkardı.

"Götümüzü yere koyacak bir an bile yoktu, o ucubeler etrafta dolanıp her köşeden fırlarken ne yapmamızı bekliyordun? Hayatta olmam bile mucize, tatlı kız," dedi.

Temkinli şekilde içeri girdiler. Karanlık binada attıkları bir kaç adımdan sonra, zifiri karanlık kaplamıştı etrafı, bu yüzden genç öğrenci çantasından çıkardığı fenerin tekini yaktı. Yere devrilmiş portatif hasta taşıyıcılar, her yere saçılmış makas, neşter vb. tıbbi aletler onları karşıladı. Panik anında terk edildiği belliydi.

Bir süre ilerledikten sonra bir ameliyathane ile karşılaştıklarında, gerekli şeyleri bulmaya girişti kız. Kapakları açık olan malzeme dolaplarındaki ağrı kesiciler ve çoğu pansuman malzemeleri gitmişti. Demek ki burası da yağmalanmıştı, ki ana girişin kapalı olduğu düşünülürse elektrikler gitmeden önce gerçekleşmiş olmalıydı. Bir kaç dakika sonra istediklerini bulmuştu. Pamuk, antiseptik sıvı, steril iplik ile iğneyi paketleri kapalı halde alırken, hiç uyuşturucu iğne yoktu. Zamanları az olmasa daha fazla bakınabilirdi fakat şu an başka seçeneği yoktu.

Üstündekileri çıkardığında, kapıyı koruyan kadının, göğsündeki sargıyı ve karnındaki morluğu süzdüğünü fark etti. Umursamayarak, el fenerini ameliyathanenin aşağı inen pahalı -fakat çalışmayan- lambasına bir ip yardımıyla astı ve kolundaki sargıyı çıkardı. Açık yara güzel görünmüyordu, ancak hayati seviyede bir enfeksiyon olmadığını fark ederek rahatladı. Ellerini yıkadıktan sonra, ameliyat masasına oturarak yarayı antiseptikle dezenfekte etti. Pakedini açtığı gereçleri aldığında eli titriyordu. Sağ pazusunun üst kısmında çaprazlama geriye uzanan yara çok ters bir yerdeydi ve dikebilse bile, çok zor ve acılı olacaktı.

Rahatlamaya çalışırken, ağzına bir şeyler tıkmasının iyi olacağını hatırladı ve yan taraftaki svetşörtünü -ellerini kirletmek istemeyerek- eğilip, ısırarak ağzına aldı. Bir kaç kez derin ve yavaşça soluk alıp verdikten sonra hazırdı. İpliği geçirdiği iğneyi derisine sokarken, acıyla tereddüt etti fakat kararsızlığının çok şeye mal olacağını bilerek metal parçasını daha da derine ilerletmeye devam etti. Bir kaç saniye sonra, gözünde yaşlar gelerek iğneyi başarılı şekilde yaranın diğer tarafından çıkardığında bir rahatlama dalgası vücuduna yayıldı. Oysa daha ilk dikişi tamamlamıştı.

İçinde bulunduğu duruma sövme isteğini göz ardı ederek, ikinciye başladı ve bu şekilde, zaman zaman acıdan kıvranarak, kimi zaman -ve her seferinde daha güçlü şekilde- bırakma isteği gelerek operasyona devam etti. Ona çağlar gibi gelen bir sürenin ardından işi bittiğinde ise, iğneyi bir kenara fırlatarak doğruldu. Salya ve göz yaşıyla ıslanan svetşört bok gibi bir şey olmuştu.

Biraz soluklandıktan sonra, çıkardığı işi inceledi; idare edecek gibi duruyordu.

Yorgunluğuna rağmen daha fazla antiseptik bulması gerektiği aklına gelerek, dolapları tekrar karıştırdı ve bulduklarını çantasına doldurdu. Ardından yeni bir steril bezle kolunu sarıp, düzgünce düğüm attı.

"Ne yaptığını bilen birine benziyorsun tatlı kız. Söylesene, saldırıdan önce ne yapıyordun?" diye sordu, Guerra.

"Üniversiteye yeni başlamıştım," dedi, bölümünü söylemeyerek.

"İstersen beş senedir okuyor ol, böyle bir şeyi yapabilecek çok kişi yoktur. Tam bir kapalı kutusun kızım," diyen kadın, aklına gelenleri çatır çutur söyleyen bir tipe benziyordu "Asıl konuya gelecek olursak, bana bir konuda yardımın gerek."

Bunu beklemeyen, daha doğrusu neden daha önceden söylemediğini merak eden kız şaşırmıştı. Çok zor bir şey istemeyeceğini umdu.

"Öyle bezgin bezgin bakma. İlgini çekeceğine iddiaya girerim," derken, üstündeki kamuflaj giysisini çıkarmaya başladı.

Zırhını çıkarmasıyla birlikte, altı adet kas öbeğinin bulunduğu ve "V" şeklindeki adonis kasının aşağı doğru indiği karnı gözler önüne serilmişti. Tahmin ettiği gibi kolları çok hacimli olmasa da bayağı sıkıydılar, soldakinin pazu kısmında ise keskin hatlara sahip, dikene benzeyen desenlerden oluşan siyah bir dövme de kolunu turluyordu . Ayrıyetten, onun gibi yapılı ve yağ oranı düşük vücuda sahip birisinden beklenmeyecek şekilde büyük göğüslere sahipti.

Utanan ve gözlerini kaçırdığı sırada zırha bakan kız, askerin neden sütyen takmadığını da o anda anladı. Zırh, kadının bedenine özel olarak tasarlanmıştı ve çatışma sırasında göğüslerinin zıplaması önleyecek şekilde, sıkı biçimde vücuduna oturuyordu. Başka bir deyişle, kadın bedeni şeklindeydi.

"Ay utanırmış da," diyen Guerra, yine pis pis sırıtıyordu "Bedenimi göstermekte bir sorunum yok, bu bebekler her erkeği kudurtabilir -derken kendi memelerinden birisi tokatlayıp, sallanmasına yol açmıştı- fakat bunun için soyunmadım. Bak."

İstemeyerek, kadının bedenini daha yakından inceleyen öğrenci, bunu beklemiyordu. Guerra'nın vücudunda, dövmeye benzeyen ve seçmesi zor olsa da, vücuduna kazınmış garip şekiller vardı. Rünlere benziyorlardı.

"Bunlar da ne?" diye kaldı, kız.

"Ben de onu soruyorum ya. Geceleri bir garip hissettiriyolar, tarif etmesi zor," dedi kadın "Sende de var, karnında."

Üstünü henüz giyinmediği için hemen bakan kız, onun haklı olduğunu görerek şaşırdı. Daha önceden yoktu bunlar, şehre ilk girdiğinde karnındaki yarayı bol bol inceleme fırsatı olmuştu ne de olsa. Oysa şimdi, kadındaki kadar çok ve belirgin olmasa da, onun karnının alt tarafında da bu şekiller vardı.

Bir şaşkınlık nidası koyuverdi.

"Senin gibi dikkatli biri daha önce görmediyse yeni olmalılar. Bendekiler de orada başlamıştı, zamanla arttılar," dedi kadın, üstünü giymeye koyularak.

"Şehirden nasıl çıkacağız?" diye sordu Aletheia, tek mantıklı sonuç buradaki bir şey yüzünden rünleri ortaya çıktığıydı.

"Şu dediğin bariyer nasıl bir şey? Zayıflığı falan var mı?" diye sordu kadın.

"Hayır."

"O zaman geriye tek bir şey kalıyor... o yaratıklardan birini yakalayacağız," dedi sarışın kadın, çok normal bir şeymiş gibi.

"Bunu nasıl yapmayı planlıyorsun?" diye sordu sakince, içindeki "Kafayı mı yedin gerizekalı?" demek isteyen tarafı bastıran, kız.

"Onları tatmin etmesi zor bir kadın gibi düşün. Bizim de beş metrelik yarrağımız yok yani," diyen Guerra, yine pisleşmişti "Ve elimizdeki bu silahlar onlara karşı Japon çükü gibi bir şey. Demek istediğimi anladın mı, tatlı nevale?"

"Ne saçmalıyorsun?" diye sordu, rahatsız olan öğrenci.

"Hiç, bir Japon'la seviştin mi?" diye devam etti, kadın.

"Hayır..." dedi, kadının göze batan cinselliğinden bıkan kız.

"Çüklerinin kısalığını pislikleriyle telafi ederler. Biz de onu yapacağız," diyen kadın, şeytanca sırıtarak ona bakıyordu "Seni yem yapacağız."
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 13 Ocak 2017, 17:58:11
Bölüm 11 - Plan

Gecenin bir yarısı, karanlık ve bomboş caddenin ortasında dikilen kız gerginlikle bekliyordu. Plan kafasına yatmıştı, sonuçta başka çareleri yoktu ancak yine de çok büyük bir risk aldığı su götürmezdi. Yeterli zaman geçtiğine karar kılarak elindeki feneri yaktı ve önündeki yol aydınlandı. Kulaklarına ulaşan tek ses, şehrin merkezinden gelen uğultuydu. Çok uzaktan ve boğuk geliyordu, onun dışında ise kendi bölgesinde çıt çıkmıyordu. İnsanların olmadığı yetmezmiş gibi, yanlış bir şeyler olup bittiğini anlayan hayvanlar da ses çıkarmıyordu.

Nefes alıp verişi ve ayak sesleri "Ben buradayım!" diye bağıran bir bildiri gibi gelirken, yavaşça merkezden uzaklaşmaya koyuldu. Bir şeylerin onu izlediği duygusu aklından çıkmıyordu, sanki her an köşenin birinden o yaratıklar atılacaktı üstüne. Aklını bulandırdığı için korkusunu dinlememeye özen göstererek devam ederken, elindeki tabancayı sıkıca kavramıştı.

Bir kaç dakika ilerledikten sonra, arkasından, yaklaşık yüz metre uzaktan gelen sesle irkilerek döndü. Köşenin tekinde kaybolan bir şeyler gördüğüne yemin edebilirdi. Vaktin geldiğini anlayarak koşturmaya koyuldu, daha hızlı olmak için çantasını Guerra'ya bırakmıştı.

Depara kalkmasıyla birlikte sesin arttığını fark etti. Kadından öğrendiği kadarıyla bu yaratıklar ölüm kadar sessiz ve ani olabiliyorlardı. Bu da demekti ki, peşindeki şey onun geldiğini bilmesini istiyordu. Kolay bir av ile oynuyordu.

Panik dalgası zihninin köşesinden sürünerek çirkin yüzünü gösterirken, hızını daha da arttırdı. Arkasına bakmamalıydı, göreceği şey bacaklarının kilitlenmesine yol açabilirdi. Arkasına bakmamalıydı.

Tam arkasına inen bir şeyi duyar duymaz, istemsizce dönüp kafasını çevirdiğinde ise onu gördü. Karanlık bir gaz bulutuyla çevrilmiş, bembeyaz ve keskin dişlere sahip siluet ona sırıtıyordu. Bir metre yetmiş santim civarı olan yaratık, kolunu kaldırırken, uzvun iç tarafı kızın fenerinden çıkan sarı ışıkla parıldadı. Zevkle takırdayan dişlerin ritmi, kıyametin gözünün içine, kızıl gözlere, bakan kızın zihnine işledi.

Eli ayağı birbirine dolanıp yere düşerken, tabancayı bir kaç el ateşleyebildi. Baskılayıcının etkisiyle çok fazla ses çıkmamıştı fakat yaratığı vurduğu kesindi. Oysa, küçük aletin gram etkisi olmamıştı. O anda, başka bir silahın patlamasını duydu.

Yolun sonundan çıkan Guerra, kendi -daha büyük ve güçlü- silahını çıkarıp ateşlemişti. Bu, biraz etki yaratmışa benziyordu. Kafasından vurulan gölge sersemlemişti.

"Koş!" diye bağırdı, kadın.

Demesine gerek yoktu. Can havliyle ayağa kalkan Aletheia, savaş-ya da-kaç moduna giren bedeninin verdiği enerjiyle ömründe hiç olmadığı kadar hızlı koşmaya başladı. Dönemece vardığında, kadının çoktan geri çekilmiş olduğunu gördü ve kararlaştırdıkları bölgeye ilerlemeye devam etti. Bir kaç saniye sonra, biraz önce bulunduğu taraftan gelen tiz çığlık içini gıcıklarken, hedefin yemi yuttuğunu anladı.

Planladıkları gibi -hiç bir teknolojik araç çalışmadığı için- bir kenara koyduğu bisiklete binen kız, amaçladıkları yere doğru pedal çevirmeye başladı. Az kalsın arkasından fırlatılan keskin bir nesne sonu oluyordu. Şansına, ona isabet etmese de, yaratığın sinirlendiği belliydi. Oynamak için geldiği bu yerde, avı tarafından dalga geçilmiş ve onuru kırılmış olmalıydı.

Biraz daha ilerlemeliydi, sonra güvende olacak ve o boktan konserveyi afiyetle midesine indirebilecekti. İçinde bulunduğu duruma söverek giderken, bir kaç saniye sonra amaçladığı yer görünmüştü ki, fırlatılan ikinci bir nesne kafasını sıyırdı ve dengesini kaybederek son hızda yere kapaklandı. Acıyla bağırırken, sinirlenmişti. Bu kadar yaklaşmışken vazgeçmeyecekti.

Tekrar ayağa fırlayıp, sekerek koşturmaya başladı. Yaratık yaklaşmışken, tıkırdama sesi içine işledi.

Tanımadığı bir dilde bir şeyler diyen, tiz, sadistik ses kulaklarını doldurdu.

"Theia!" diye seslendi, asker.

Zamanın geldiğini anlayan kız yan tarafa atlarken kafasını elleriyle korumaya aldı. Bir kaç metre geride, gölgenin bulunduğu zeminin hemen arkası infılak ederken, bir kaç küçük beton şarapnelin kendi vücuduna saplandığını hissetti. Patlamanın etkisiyle, bir kaç metre ileride bulunan otobüse çarpıp seken yaratık yere düşmüştü. Bu iş bu kadardı.

Ya da o öyle düşünüyordu. Hala hareket edebilen yaratık ayağa kalkıp, yüzünü tuttu. Şaşırmışa benziyordu.

"Sikerler," diyen Guerra, otobüsün kırık camından fırlayıp, gölgenin üstüne kondu ve onu tekrar yere yapıştırdı. Bir metre seksen santimlik kas kütlesi kadın, bir eliyle kafasını tuttuğu yaratığın yüzünü yere gömerken diğer eliyle belinin arkasından çektiği bıçağı onun bacağına saplamaya yeltendi. Ancak, gölge bir anda çıkardığı tekmeyle kadını metal araca fırlatırken tekrar ayağa kalktı ve uluyarak keskin kolunu savurdu.

Bedeninin ön tarafı yarılan ve kanlar boşanan Guerra, acıyla dişlerini sıkarken yaratığa kafa atarak tekrar yere düşürmeye çalıştı onu. Oysa uzaylı, diğer eliyle kadının kafasını durdurup çevirerek yere çaldı. Kaslı boynu ve tecrübesi olmasa kadının boynu çok rahat şekilde kırılabilirdi. Çok da fark etmezdi gerçi, iç tarafı keskin kolunu kaldıran yaratık onun işini bitirmek üzereydi. Zar zor bilincini koruyabilmiş olan Guerra, bir şey yapabilecek halde değildi.

Tam o anda, yaklaşan Alethia elindeki silahı ateşleyerek yaratığın gövdesine bir kaç mermi isabet ettirmeyi başarıp da dikkatini dağıtmasaydı öyle olacaktı da. Öfkelenen canavar arkasına dönüp, kızla göz göz geldi.

"Hassiktir," diyen kız kaçılmaya çalışırken, gölge onun üstüne fırladı.

Saliseler birbirini kovalarken, zaman yavaşlamış gibi geliyordu. Buraya kadar olmalıydı, yapabileceği hiç bir şey yoktu. Keskin kolun kalktığını ve canavarın ağzının çarpıkça büküldüğünü gördü. Gülümsüyor olmalıydı.

Ormandan kaçarken duyduğu çıtırtı tekrar kulaklarını doldururken, gökyüzünden inen, parlak mavi bir kütle canavarın vücuduna saplanarak onun dengesini bozdu. Anlık fırsattan yararlanan öğrenci yoldan çekilerek kurtuldu. Vurulup yere yere yuvarlanan yaratık acıyla tıslayıp, inilderken vücudundan fışkıran kara gaz artmıştı. İkinci bir saldırı kafasını delerek onu öldürdüğünde ise çırpıntıları kesildi. Bu sefer ne olduğunu görebilmişti kız; bir oktu bu.

Atıldığı yeri tahmin ederek baktığında ise, uzaklardaki bir binanın tepesinde başka bir karaltı gördü.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 14 Ocak 2017, 19:49:02
Bölüm 12 - Karaltı

Otobüsün önünde, vücudundan kanlar akarak yatan Guerra'dan çıt çıkmıyordu. Yaratığın cesedi ise, biri sırtını diğeri de kafatasını parçalayarak girmiş oklarla yere serilmişti. Işıması geçen oklar, şimdi koyu siyah, metalden yapılarını ortaya çıkarmışlardı. Ölü bedenden fışkıran dumanların miktarı ise gittikçe azalıyordu.

Neye tanık olduğunu anlamaya çalışan kız bakışlarını tekrar binanın tepesine çevirdiğinde siluetin gittiğini gördü. İçinden bir ses, şehre girmeye çalıştığı sırada gördüğü iki karaltıdan birisinin o olduğunu söylüyordu. Çıtırtı sesi aynıydı zira. Peki neden onu takip ediyordu bu kişi? Basitçe tesadüf müydü yoksa onun peşinde miydi? Eğer öyleyse nedeni neydi?

Bu sorular aklında dönüp dururken, askerin inlemesiyle dikkatini önündeki duruma vermek zorunda kaldı. Ayağa kalkıp kadının yanına gittiğinde, zırhın parçalanarak kesildiğini gördü. Yara, kadının sağ omzundan başlayıp karnının sol tarafına kadar uzanıyordu. Daha yakından incelediğinde, kanamanın büyük ölçüde durulduğunu fark etti. Zırh, kadının hayatını kurtarmıştı.

"Ne... noldu lan?" diyen asker, gözlerini açtı.

"Hatırlamıyor musun?" diye sordu kız, kadının zırhını çıkarmaya girişirken.

"Ah!" diye bir inilti koyuverdi "Gökyüzünden bir şeylerin uçuşarak geldiğini gördüm en son. Daha genç ve saf olsam, gök yarılıp da bir mucize indiğine inanırdım."

"Birisi o şeyi öldürüp bizi kurtardı," dedi kız, koruyucu tabakayı çıkarmıştı.

Tırtıklı yara, tahmin ettiği gibi bayağı uzun bir alanı kesmiş ve her yere kan bulaşmasına yol açmıştı fakat böylesi daha iyiydi. Eğer temiz bir kesik olsaydı, iyileşmesi daha uzun sürerdi. Yaptıkları saldırının yaratığı yavaşlatmış olabileceği geldi aklına çünkü Guerra'nın anlattıkları ve kendi çıkarımlarına göre bu tarz bir zırh, onlar için pek de engel teşkil etmezdi normal şartlar altında.

"Garip... söylesene... şey," dedi, endişeli görünen kadın yeşil gözlerini ona dikerek.

Ne demek istediğini anlamayan kız, bir yandan antiseptiği yaraya döktü ve çantadan çıkardığı bezin biriyle yaydı. Yanan kesik yüzünden gözü seğiren kadın yine de ona bakmaya devam etti.

"Kesik... memelerime bir şey olmuş mu?" diye sordu, en sevdiği oyuncağı bozulmuş bir çocuk edasıyla.

İlk başta aval aval ona bakan kız, bir an sonra kahkaha patlatarak gülmeye başladı. İnsanlar cidden garipti.

"İz kalacak ama ciddi bir şey yok, zırhına şükret," dedi, sırıtarak.

Rahatlayan kadın bir soluk koyuverirken, Aletheia yarayı sarmaya girişti. Guerra'nın da yardımıyla, steril bezi kadının bedenine dolarken, sırtında boylu boyuna yapılmış bir dövme ilgisini çekmişti. Karanlıktan dolayı, aşırı detaylı işlemeyi pek seçememişti fakat kadının sert belinin biraz üstünde bulunan bir tanesi aklında yer etmişti; ateşler içinde bir ayna. Dövmenin merkezi gibi görünen bu yerden çıkan alevler, diğer desenlerle birleşiyordu.

Aynı zamanda, kadına ilk yardım yaparken rahatsız edici başka bir şey de gördü. Rünlerin miktarı ve belirginliği artıyordu.

"Plan buraya kadarmış," dedi, işi bittikten sonra.

"Tezeği çift elle avuçladık, tatlış. Aklıma başka bir şey gelmiyor," dedi, doğrulup kamuflaj giysisini giyen kadın. Zırh artık bir işe yaramazdı.

"Patlayıcı uzmanı olduğunu söyleyince, tuzak fikrinin işe yarayabileceğini düşünmüştüm. Son malzemen miydi onlar?" diye sordu kız.

"Şehirdeki kimyasallardan bir şeyler yapabilirim ama çok zayıf olurlar. Bir süre doğru düzgün savaşabileceğimi de zannetmiyorum," dedi, Guerra "Ee, ne bok yiyeceğiz?"

İnisiyatif ona geçen kız, bir süre düşünmek için durakladı. Bir kaç saniye sonra kararını vermişti.

"Bizi o kurtaran o kişiyi izleyelim. Belki yardım edebilir," dedi.

"İyi bakalım. Nereye gittiğini biliyor musun?" dedi, oflayarak ayağa kalkan sarışın kadın.

"Şu binadaydı," diyerek şehrin içine doğru uzanan bir bina dizisini işaret etti "Sanırım merkeze doğru gidiyor."

"Ağzından bal damlıyor," dedi, yavaştan normal haline dönmeye başlayan savaşçı "Haydin yola düş, bu sefer önden sen gitmek zorundasın."
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 15 Ocak 2017, 20:12:56
Bölüm 13 - Yol

Onları kurtaran esrarengiz okçunun ardından gitmeye başlayalı dört gün olmuştu. Yola çıkmadan önce hastaneye tekrar uğramışlardı ve Guerra'nın yarasını diken kız, aynı zamanda ilk yardım stoğunu da yenilemişti. Okula girerken aklında olan bu değildi fakat yavaştan doktora dönüşüyormuş gibi hissediyordu, ki yararlı bir yetenek olsa da ikinci planda kalmak hoşuna gitmiyordu. Yine de kadın, yara uzun olduğu için süresi de öyle olan operasyondan sonra, ona teşekkür ettiğinde, içinde bir tatmin duygusu oluşmamış değildi. Hem kendine hem de başkalarına yardım edebilmesi sayesinde bir grupla karşılaştığında kolay yer edinebilirdi de. Sonuçta, büyük ihtimalle bu saldırı sadece kendi şehrine olmuş bir şey değildi. Dünyanın halini düşününce endişeleniyordu, ne gibi bir çevre bekliyordu onu bundan sonra?

Bir kaç saat önce, boşalmış evin tekinden erzaklarını yenileyip tekrar yola koyulmuşlardı. Daha önce bulduğu beyaz bir atleti giyen Guerra da artık çanta taşıdığı için daha az duraklamak zorunda kalıyorlardı. Durumları iyiye gidiyor denebilirdi, eğer şehrin içine daha çok girdikçe karşılaştıkları manzara olmasa. İçten yıkılmış binaların sayısı artarken, iyice insanın içine işleyen soğuk rahatsız edici hale gelmişti.  Hatta, bir süre sonra yerde donmuş su birikintileri belirir olmuştu. Aynı zamanda alevlerin kasıp kavurduğu ve sadece moloz ile kül yığınlarından oluşan bölgelerle de karşılaşır olmuşlardı.

"Ordunun şehri bombaladığını sanıyordum, gökdelenler sağlam duruyor," dedi, kız, yürürlerken.

Gizlenme konusunda ona bir kaç numara öğretmiş olan Guerra ve kadının -kısmen- yüzeysel olan yarasının iyiye gitmesi sayesinde daha rahat hareket eder olmuşlardı.

"Füzeler onlara hiç ulaşmadı. Yaklaştıkları anda yönlerini değiştirip sağa sola saçıldılar," dedi kadın "Bir tanesi benim birimime isabet etti. En az on kişiyi orada kaybettik. İyi çocuklardı ama yeterince şanslı değillermiş."

"Grubundan nasıl ayrıldın?" diye sordu, Aletheia.

"Saldırı başlar başlamaz bütün teknolojik aletlerimiz bir anda bozuldu, EMP'ye dayanıklı tasarlananlar bile. Bunun için de bir protokol var; önceden kararlaştırılmış alanlardan birine ilerlemeye koyulduk.Yolda adamlarımızın yarısından çoğunu kaybettik. En sonunda vardığımızdaysa o siktiğimin yaratıkları tarafından istila edildiği ortaya çıktı. Kabak gibi açıktayken, her yerden gelen o garabetler bizi tavuk gibi yolmaya başlamıştı," derken, bir şeyleri anımsadığı belliydi "Bir grup, bizim kaçıp savaşı sürdürebilmemiz için kendini feda etti. Salaklar, sanki öyle bir şey yapabilecekmişiz gibi... orada ne olduğunu onlar da görmüştü."

"Daha sonra?" diye, dinlediğini belli etti kız.

"Liderimiz, merkeze gidip işi bitirme kararı verdiği sırada ikinci bir grup avcı saldırdı. Çatışmada başka bir askerle, Lucius ile ana gruptan ayrı düştük. Bir süre sonra onu da aldılar fakat şans eseri kaçabildim. Gerisini biliyorsun, bir süre dolandıktan sonra senle karşılaştım," dedi savaşçı "Bunları boşver, silahı nasıl kullanacağını kavradın mı?"

"Az çok, sana köstek olacağım düşünme," dedi, öğrenci.

"Tam tersine, iyi öğreniyorsun. O pisliklerle karşılaştıklarında en iyi askerlerin bile nutkunun tutulduğunu gördüm," diye onu övdü.

"Sağol..." diye yarım yamalak cevapladı, övgü kabul etmeyi pek becemereyen kız.

Bir kaç saat daha, tek tük konuşarak ilerlemeye devam ettiler. Onlar merkeze yaklaştıkça, şehrin tam kalbinde simetrik halde dizilmiş dört gökdelenden gelen vınlama sesi artıyordu. Uzaylıların üssü burası olmalıydı. Böylece, bir gün daha bitti ve tekrar gece çöktü. Bir apartmana girip mola verdiklerinde, banyoya girip bedenini inceleyen kız rünlerin iyice çoğaldığını gördü. Guerra'nınkiler ise artık boynuna kadar ulaşmışlardı. Fark ettiği başka bir şey ise, zamanla içinde beliren garip hissin arttığıydı. Geceleri, sanki bir şey onu çağırıyormuş gibiydi. Sesli ya da görsel bir şey yoktu, sadece bir hissiyattı. Kendi aralarında buna "çağrı" demeye başlamışlardı. Çağrının güçlenmesinin ise, rün miktarının artmasından mı yoksa gökdelenlere yaklaşmış olmalarından mı kaynaklandığını bilmiyordu. Belki her ikisiydi.

Kız banyodan döndüğünde, üstündeki önü yırtık kamuflajı çıkarmış olan Guerra'nın kanepeye yayılarak keyif çattığını gördü. Ayaklarından birini yere uzatmışken, diğerini kanepenin tepesine atmış ve elindeki konserve barbunyayı kaşıklıyordu. Onun bu rahatlığı arada şaşırtıyordu Aletheia'yı.

"Böe..." diye anlamsız bir kelime çıktı ağzından, yediği yemek yüzünden tıkanmıştı. Yutkunduktan sonra devam etti "Bak ne buldum."

Bunu dedikten sonra yerden koyu mor bir ceket çıkarıp fırlattı ona. Yüzüne çarpan giysiyi tutup baktığında, çok ince olduğunu gören kız sorar gözlerle baktı kadına.

"Son model dağcı cekedi, kıçımız donmaz artık o soğukta," dedikten sonra, başka bir tanesini çıkarıp gösterdi. Onunki koyu kızıl ve daha büyüktü, büyük ihtimalle bu evde yaşamış olan bir çifte aittiler.

"Heh, bak bu da hoşuna gider," deyip, daha küçük olan ikinci bir parçayı yolladı.

Üstünde beyaz bir işaret olan bir bereydi. Bir an sonra, işaretin bir beynin ortasından geçen kanlı bir neşterden oluştuğunu fark etti. O aralar gençler arasında bayağı popüler olan bir dizideki baş karakterin semboluydu. Gündüzleri zeki ama normal bir doktor olan karakter, geceleri intikam ve adalet saçan bir süperkahramana dönüşüyordu. Gücünün kaynağı ise, zamanında tedavi etmeye çalıştığı gizemli bir hastadan kaptığı virüstü.

"Oha, nereden bildin?" diye sordu, sevinen kız. Zihninin bir köşesi, böyle küçük bir şeyle mutlu olduğuna şaşırmıştı.

"Ölüm Cerrahı'nı -karakterin süperkahraman adı buydu- sevebileceğini düşündüm sadece, tatlış," dedi, sırıtan kadın.

"Oyuncusunu seviyorum ben de. Var ya, taş gibi vücudu," diye devam etti, gülümsemesi pisleşerek.

"Çok sağol," dedi, bereyi kafasına takıp, yemeğe oturan kız.

Askeri yavaştan sevmeye başlamıştı.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 16 Ocak 2017, 19:30:32
Bölüm 14 - Av

"Kanı daha yeni pıhtılaşmaya başlamış, çok uzakta olamaz," dedi kız.

Sokak arasında, kafasından vurulmuş bir avcı cesediyle karşılaşmışlardı. Eğilip, onu inceleyen Guerra bunun bir okun işi olduğuna karar vermişti. Bu iki bilgi ve daha önce yolda hiç cesetle karşılaşmamış olmaları, peşinde oldukları kişinin, öldürdüğü yaratıkları gizlediği sonucuna işaret ediyordu. Artık çok yaklaşmışlardı.

"Caddede biri geziniyor, bir tane de karşı taraftaki binanın içinde var. Daha fazlası olabilir etrafta," diye -kıza öğrettiği- el işaretleriyle bilgi verdi Guerra.

Yaratıklar tetikte görünüyordu. Onların varlığından haberdar olduklarından değildi bu, etrafta çok daha tehlikeli biri olduğunun farkında olmalıydılar. Turunculaşmış güneşten yayılan ışınlar her an azalırken, okçunun neden böyle bir riske girdiğini merak etti, Guerra. O ana kadar gördükleri ve görmediklerinden dolayı, onun tam bir gizlilik içinde hareket ettiğini anlamıştı. Oysa şimdi risk alıyordu, gece çökmeden saldırıya geçmişti. Ne amaçlıyordu?

İçinden gelen çağrı yüzünden düşünceleri başka yöne kaydı o sırada. Gökdelenlerden gelen ses ile birlikte çağrı da iyice kuvvetlenmişti ve onları çağıran şeyin ne olduğunu ikisi de biliyordu artık. O binalar zihinlerinin içine sesleniyordu. Boynundaki rünleri kaşırken, beklemekte karar kıldı asker. Herhangi bir şey yapacak durumda değillerdi.

Böylece yarım saat boyunca, yakınlardaki güvenli bir binanın içine girip ortalığı gözetlemeye koyuldular. İnat eden avcılar bir türlü ayrılmıyor, etrafta tur atarak bir şey arıyorlardı. Okçu hiç bir şey yapmazken bir saat daha geçti ve gece bütün karanlığıyla tekrar çöktü. Bu noktadan sonra, dışarıdaki hiç bir şey göremez hale gelmişlerdi.

"Siktiğimin yaratıkları," diye hafifçe homurdandı kadın, eli kolu bağlı halde oturmaktan sıkılarak.

"Orada bir şey var," dedi o esnada, öğrenci.

Haklıydı da. Kız cümlesini tamamladığı sırada, caddenin karşısında bir hareketlilik belirmişti. Ne olduğunu tam seçemiyorlardı fakat gelen sesten en az beş altı avcının orada toplandığını anladılar. Bağırıp çağırırlarken, bir anda bir kaç mavi ışık belirdi ve ardından, onu izleyen tam bir sessizlik ortama hakim oldu.

"Bu kadar mı...?" diye kendi kendine konuştu kız.

"Hadi. Ya şimdi ya hiç," diye fısıldayan Guerra, hızlıca merdivenlerden aşağı inmeye başladı.

İkili apartmandan çıkıp tekrar sokak arasına daldığı esnada çatının üstünden bir şey önlerine "tup!" diye düşüverdi. Kafasına, uzunca ve mavi ışıltılar yayan bir ok saplı bir avcıydı bu.

"Vay amına koyim," dedi olan biteni anlayan savaşçı "Onlara meydan okuyor!"

Etraftan gelen ulumalarla gerilen Aletheia, elindeki tabancanın kilidini açtı. Buradan nasıl kurtulacağı konusunda hiç bir fikri yoktu. Onlar daha bir tanesini, önceden hazırlık yaparak bile yenememişken şimdi bu cümbüşün ortasında kalmışlardı.

"Savaşta tereddüt etmenin anlamı yok. Gel," diyen kadın ileri atılarak caddede koşturmaya başladı.

Onunla birlikte fırlayan öğrenci, yanlarına atlayan bir avcı yüzünden irkilerek döndüğünde bir ok yaratığın kafasına saplanarak onu hakladı. Başka bir tanesi Guerra'nın önüne indiğinde kadın, yaratığı alnının ortasında vurarak sersemletmişti. Hemen sonra bir ok daha gelerek onu da hakladı.

"Hadi! Senin ayak işini yapacağız pezevenk okçu!" diye bağırdı kadın.

Bununla birlikte, etraflarına sekiz tane daha avcı inerken, havada vurulan bir tanesi Aletheia'nın üstüne düşerek kızı yere yapıştırdı. Cesedin altından kalkmaya çabalarken, kadının etrafta bulduğu malzemelerden hazırladığı bir şeyi havaya fırlatmış olduğunu gördü. Zaman kaybetmeyen savaşçı fırlattığı nesneyi vurduğunda ise kızın gözlerini bembeyaz bir perde kapladı. Işığın içinde kör olmuş gibi hissediyordu. Bunu bekleyen Guerra, cekedinin ense kısmından onu yakalayıp ayağa kaldırdıktan sonra, kızı yönlendirerek koşturmaya koyuldular. Geçici olarak olarak görüşünü kaybetmiş yaratıkları haklayan oklar, ardı arkası kesilmeden vızıldıyorlardı.

Yukarıdan gelen bir hışırtı duyan savaşçı, refleksif şekilde kızı yana fırlatıp, aynı anda belindeki bıçağı çekerek darbeyi bloklamaya çalıştı. Ancak savrulan keskin kol çeliği kesip geçerek, kadının sağ koluna derin bir yarık açmıştı. Bıçaktan kalanlar yere düşerken kolundan fışkıran kanları umursamayan savaşçı, diğer eliyle çektiği tabancayı önüne inmiş olan iğrenç yaratığa sıkacaktı ki, başka bir darbeyle silah uçarak elinden gitti. Bir anlığına tamamen korunmasız kalmıştı.

Kızıl gözleri parlayan yaratığın ağzı açılarak keskin dişlerini gözler önüne sererken, kolu öldürmek için kalktı. Ancak bir silah sesiyle birlikte kafasına inen kocaman bir buz sarkıtı yaratığın dengesini bozarak yere yapışmasına yol açtı. Bu anı ele geçiren Guerra atılarak silahını kaptı ve yaratığın başındaki miğferin bağlantı noktalarına ateş etti. Daha önceki tecrübelerinde cesedi inceledikleri zaman öğrenmişti bunların yerini.

Miğferin kenet kısımları parçalanarak açılırken, mermisi biten silahını fırlatan savaşçı kadın, kendine gelmeye başlamış yaratığın üstüne fırladı. Avcı, iç tarafı keskin olan kollarını döndürmeye fırsatı olmadığı için ona bir tekme çıkarmıştı fakat tecrübeli kadın bu sefer darbeden sıyrılmayı başarabildi. Ancak bunun sonucu, dengesi bozularak kontrolsuz şekilde yaratığın üstüne kapaklanıverdi.

Bundan yararlanmak isteyen yaratık, kesmek için uzvunu kaldırdığı esnada Aletheia arkasından belirerek, elindeki bereyi onun kafasına geçirdi. Bu hareketenin bedeli olarak, yüzüne yediği kuvvetli bir dirsek darbesiyle geriye savruldu. Ancak, Guerra'ya bir şans vermiş oldu böylece.

Önünü göremeyen yaratığın açıktaki suratının ortasına bir yumruk oturtan kadın, ardından onun yüzünü ısırarak bir parça et koparttı. Acıyla uluyan yaratık, kontrolu kaybederek nereye olduğunu bilmeden öfkeyle üst üste darbeler savurduysa da, yumrukla sersemlemiş olduğu için çok yavaş kalmıştı. Yan tarafa geçip, kabzasının ucunda azıcık bir metal kalmış olan bıçak kalıntısını alan Guerra, kafasındaki bereyi çıkartmayı aklına yeni getirebilmiş olan yaratığın suratına üst üste sapladı.

Avcının son gördüğü şey, kızıla boyanmış bir kolu işlevsiz şekilde sallanan heybetli kadının, amansız biçimde indirdiği darbeler ve ölüm saçan yeşil gözler oldu.

Kendi küçük çaptaki savaşları biten soluk soluğa kalmış ikili, yara bere içinde dönüp baktıklarında, sağa sola saçılmış bir sürü avcı cesediyle karşılaştılar. Çoğunluğu kafasına saplanmış tek ok ile ölmüştü ama arada bir, vücudunda iki tane olanlar da yok değildi. Bir tanesinin bedeni ise, tam aşağı atladığı anda göğsünün ortasına giren bir okla yangın merdiveninin tekine saplanmıştı ve rüzgarla birlikte bir sağa bir sola sallanıyordu.

Adrenalinin etkisi geçerken, kolundaki yaranın ne kadar ciddi olduğunu fark eden Guerra acıyla onu tuttu. Bütün bir kas kütlesini yarıp geçen darbe, aynı zamanda atar damarı kesmişti. Kaybettiği kanın etkisiyle yere çöken kadın, bedenindeki yaşamın çekilmeye başladığını hissetti.

Yanına gelen kız, kadının sağlam kolunun altına girerek onu güvenli bir yere götürmeye çabaladı ancak savaşçı onun için çok ağırdı. Yine de buradan bir an önce uzaklaşmaları gerekiyordu, daha kaç tane avcının etrafta gezindiğini bilmiyordu.

Adım atacak hali bile kalmayan kadın, tökezleyip yere düştü.

"Buraya kadarmış tatlı kız... beni bırak yoksa seni de sikerler," dedi, her zamanki gibi pis pis sırıtmaya çalışarak.

Yalan olmasın, bu olasılık aklından geçmemiş değildi fakat Aletheia kararını bir kere vermişti. Bunu yaptığına inanamayarak ve bir yandan yumuşadığını düşünerek kendine söverken, cesur görünmeye zorladı kendini.

"Saçmalama. Kolunu hele bir halletim mi hiç bir şeyin kalmayacak," dedi, çantasını açarken.

Bu cehennem çukurunda tek başına kalmak istemiyordu. Ya onunla birlikte ölecekti ya da ikisi de kurtulacaktı. Aptalca olduğunu biliyordu fakat elinde değildi. Hastaneden aldığı iğne ipliği çıkardı ve bu sefer antiseptikle uğraşmaya yeltenmeden kadını dikmeye girişti. Ancak ne kadar uğraşırsa uğraşsın, parçalanan damarı düzeltemeyeceği için akan kan durmuyordu.

"İyi olacaksın... iyi olacaksın..." diye arada bir sersemce tekrar ediyordu kendini.

Oysa bilincini kaybetmiş olan Guerra onu duymuyordu artık. Yine de çabalamayı kesmedi. Arkasından birinin yaklaştığını duyduğunda da durmadı. Dişlerini sıkarak, her an gelecek olan ölüm darbesine hazır halde işine devam ediyordu ki, omzuna bir elin, yumuşak bir elin değdiğini hissetti.

Dönüp baktığında, onu gördü. İki metreye yakın bedeninin arkasında dalgalanan pelerini ve mavi deriyle kaplı elinde tuttuğu yayıyla, okçu karşısında dikiliyordu. Kızı yavaşça yana çektikten sonra, eğilerek elindeki bir jeli ölmekte olan savaşçının koluna sürdü. Ardından çıkardığı bir paketi açıp, içindeki tozu onun üstüne hafifçe döktü.

İşi bittikten sonra kalkıp, koyu, masmavi gözlerini kıza dikti.

"Yaşayacak," dedi, su gibi akıcı bir aksanla "Gel, takip et."
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 24 Ocak 2017, 22:03:50
Bölüm 15 - Apokhsaj

Guerra'yı yere yatırdıktan sonra, okçu, dönerek ona baktı. Bir süre ilerledikten sonra güvenli görünen, yuvarlak ve otuz metre çapında bir şarap mahzenine inmişlerdi. Sıra sıra dizilmiş şişeler duvarları kaplarken, arada bir, üstlerine konulmuş olan mumlar etrafı az da olsa aydınlatıyordu. Mavi derilinin şu anki güvenli üssü burası olmalıydı.

Okçunun onu süzdüğünü fark eden kız rahatsız oldu. İki metreye yakın boyu, uzun beyaz saçları ve zarif hatlarıyla bu kadın ona çok yabancı gelmişti. Mavi derisinden dolayı insan olmadığı belliydi fakat bunun dışında yürüyüşünde de değişik bir şeyler vardı. Hareket ederken ayaklarına tam yüklenmediği dikkatini çekmişti. Sadece sabit durduğunda, deri ya da ona benzer bir şeyden yapılmış ayakkabısının tabanlarına basıyordu. Her an atılmaya hazır bir çita... evet, buna benziyordu. Güzel yüzü sadece bir aldatmacaydı.

Dahası, önde Guerra'yı omzuna atmış giderken arada bir dönüp kızın takip edip etmediğini kontrol ettiğinde vücudunun üst kısmı çok kolay, insani sınırların izin vermediği bir açıyla dönebilmişti. Öğrendiklerinden, bunun kürek kemikleri ve göğüs ile bel-sırt kısmındaki kas yapısı farklılığından olması gerektiği sonucunu çıkarmıştı. Kadının anatomisini daha çok inceledikçe onun tam bir avcıdan evrildiği hissiyatı hakim oldu. Soluk mavi derisi, büyük ihtimalle gece avlanan bir türden geldiğini ima ediyordu. Beyaz saçın nedenini çözememişti gerçi.

Ne olursa olsun, karşısında atik, hızlı ve güçlü bir türün üyesi olduğunu biliyordu. Aynı zamanda, bu kişinin onu neden -üç kez- kurtardığını da merak ediyordu. Kendisi söz konusu olduğunda bilinmezlikler canını sıkardı hep.

"Beni neden takip ettiniz?" diye, tekrar o su gibi akıcı aksanıyla sordu okçu.

"Şehirden bir çıkış yolu bulmak için," diye cevapladı, kız.

Sorguya alınmıştı, saldırı öncesi hali olsa gerilerek çekinirdi fakat bu sefer karşılık verecekti.

"Peki sen beni niye kurtardın?" diye sordu, bu kadın karşısında lafı dolandırmanın bir anlamı olmayacağını seziyordu.

"Bu sorunun cevabını hak ettiğini nereden çıkarıyorsun, insan çocuğu?" diye sordu kadın, bu sefer kelimelerine bir hinlik sızmıştı.

Güzel soru, diye düşündü. Kimdi ki o? Hafiften bağlılık duyduğu birisi yaralandığında panik yapıp, dikiş atmadan önce turnike yapmayı bile unutan birisiydi. Bütün bu olaylar sırasında herkes ölmüş ya da yakalanmışken, neden o hayatta kalmıştı? Ancak bu tarz sorular, olaylara yanlış yaklaşmak olurdu. Hayatta kalmasının bir anlamı yoktu, sadece şans ve analitik düşünmenin bileşimi sayesinde kurtulabilmişti. Sınandığını anlamıştı ve asıl cevabın ne olabileceğini bulmaya çalışıyordu. Aklına bir şey gelmişti.

"Benim kurtarılmayı hak ettiğimi neden düşünüyorsan o yüzden," dedi, emin şekilde.

"Belki de şanstır sadece. Her 'uzaylı' acımasız değil, belki de muhtaç birisini gördüğümde yardım ettim sadece," dedi okçu, istifini bozmadan.

"Olabilir," kalbi heyecanla hızlanan kız "Öyleyse bizi burada bırak ve git ne yapacaksan yap."

"Belki de bu kız biraz akıllıdır," dedi, uzun yaratık "Belki de neden saldırı başladığında kalabalıkla birlikte gitmek yerine onlardan uzaklaştığını merak etmişimdir."

"Orada mıydın?" diye sordu, şaşıran kız, üniversitedeki kaosu anımsayarak.

"Senin için değil fakat evet, oradaydım," dedi okçu.

"Bize, insanlara neden yardım ediyorsun?" diye sordu kız.

"Belki de muhtaç birisini gördüğümde yardım ettim sadece," diye kendini tekrarladı.

Daha fazla cevap alamayacağını anlayan kız, tartışmadan çekilerek düşünmeye koyuldu. Neden kaynaklandığını tam anlamasa da, karşısındaki bu kişinin ona zarar vermeyeceği duygusunun yerinde olduğu sonucuna varmıştı. Ancak, hala tehlikeli bir yabancıydı. Bu şehirden kurtulmak için -kendine yediremese de- ihtiyaç duyduğu bir yabancı.

"Bize yardım edebilir misin? Bu şehirden kaçmak istiyoruz," diye bir istekte bulundu.

"Üstünüzdeki İşaretlerle kaçsanız bile bir faydası olmaz," diye cevapladı, gidip bir zulanın başına çöken kadın.

"Bu rünleri mi diyorsun? Onlar ne peki?" dedi, merakla, bir yandan öğreneceği şeyin hoş olmayacağını bilerek.

O sırada Guerra, baygın uykusunda inleyerek kolunu tuttu. Gözleri ona kayan kızın içinde tekrar endişe belirirken, savaşçı kadının boynundan yüzüne doğru yavaşça ilerlemekte olan rünlerin hayra alamet olmadığını düşündü. Artık iyice belirginleşmişlerdi. Çağrının şiddetinin gittikçe arttığını o da hissediyordu.

"Apokh'un İşaretleri. Apokhsaj'ın, layık avları belirlemek için kullandığı bir sistem," diye yanıtladı.

Başlıklı pelerinini çıkarmış olan mavi kadın, konuşurken bir yandan zulayı karıştırıyor ve kollarının hızlı hareketiyle üstündeki ince, koyu gri tişört titreşiyordu.

"Apokh-ne?"

"Apokhsaj, sizi avlayan türün adı. Apokh'un İşaretleri ise senin rün dediğin şeyler. İstila ettikleri yerlerdeki avları elimine etmeye yarıyorlar. Şehrin etrafındaki bariyerleri görmüştür kız elbet?" dedi, eline bir nesne alıp inceledikten sonra zulanın içine geri atarak.

Kahverengi saçlı kız onu onayladı.

"İçeri giriş serbesttir, çıkmaya çalışmak ölümle sonuçlanır. Kurbanlarını tek bir alanda tutarlar böylece ve avlanırlar. Hayatta kalanlarda zamanla Apokh'un İşaretleri belirir, ne kadar hayatta kalırlarsa izler o kadar artar ve güçlenir. Bu süre yeterince uzunluğa ulaştığında artık layıktırlar," dedi kadın, istediği şeyi bulduğu sırada.

"Neye layık?" diye sordu, öğrenci.

"Gen havuzuna katılmaya. Apokhsaj, farklı türlerin genetik yapısını absorbe edebilen bir tür. Ne kadar güçlü yaratıkları avlarlarsa o kadar güçleniyorlar. Aynı zamanda nörolojik damgayı da emebiliyorlar," dedi, doğrulup bekleyen kadın.

Tam anlamadığını çaktırmak istemiyordu kız fakat hala soruları vardı.

"Nörolojik damga, bir bireyin zihinsel aktivitesinin haritasıdır. Bunu elde ettiğinde o bireyin kişiliğini anlayabilirsin," diye devam etti, onu anlayan mavi kadın.

Bu sefer kavrayabilmişti kız. İnsanların ekinlere yaptığı yapay seçilime benziyordu. Tarımsal düzene geçişten beri insan nesli, daha lezzetli ve daha çok ürün veren ekinleri seçmişti hep. Böylece, onları farkında olmadan yapay seçilime uğratmışlardı. Bu Apokhsaj denilen yaratıklar da avlarına aynı şeyi yapıyordu fakat onları yemek yerine kendi gen havuzlarına katıyorlardı. Nörolojik damga ile de, avın neden ve nasıl bu kadar süre hayatta kaldığını daha iyi anlıyorlardı. Ona tamamen vahşilerden oluşuyorlarmış gibi gelmişti oysa. Bu kadar gelişmiş bir mekanizmaya sahip olduklarını asla hayal edemezdi.

Kendi düşünce akışından sıyrılarak, kadının ellerindeki nesnelere baktı. Halka şeklinde, iki taraftan basık bir metal parçası ile bir bıçak tutuyordu.

"Yardım istemişti kız. O zaman kendine yardım edecek..."
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Ozymandias - 24 Ocak 2017, 22:53:34
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 30 Ocak 2017, 22:16:50
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Ozymandias - 31 Ocak 2017, 00:17:55
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D

Sizi övmek için değil efendim. Bizim için. Okuyalım zevk alalım diye   :shrlock
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 31 Ocak 2017, 03:22:49
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D

Sizi övmek için değil efendim. Bizim için. Okuyalım zevk alalım diye   :shrlock
Olsun, yine de belirtmek istedim ;D
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Ozymandias - 31 Ocak 2017, 04:55:52
Bilgili bir kişi. Hikayesi okunur.
Teşekkür ederim :D

Sizi övmek için değil efendim. Bizim için. Okuyalım zevk alalım diye   :shrlock
Olsun, yine de belirtmek istedim ;D

Rica ederim efendim. Zevk zevk  :hug
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 01 Şubat 2017, 20:01:33
Bölüm 16 - Karşılık

"Bu bombayı söylediğim yere koy. Apokhsajları oyalayacağım fakat ne olacağı belli olmaz. Derde girince kız bıçağı kullanacak," demişti, bir saat önce kadın ona.

Şimdi

Heybetli gökdelenden yüz metre uzakta saklanan kız, zamanını bekliyordu. Beş dakika sonra, çok yakın olmayan fakat çok da uzakta olmayan bir binanın üstünden gelen mavi ışıltı, Okçu'nun harekete geçtiğini bildirdi ona. Önündeki yapının kapısından bir anda dökülen otuz kadar avcı o tarafa yönelirken, işini garantiye almak için bir kaç dakika daha beklemeye karar verdi. İyi ki de öyle yapmıştı çünkü bir süre sonra ikinci bir grup daha çıkarak Okçu'nun arkasından dolanmak için yola koyuldular. Bedenleri kara dumanla çevrili bu yaratıklar, sistemli şekilde hareket eden avcılardı.

Guerra'nın siyah kamuflajını üstüne giymiş olan Aletheia, yavaşça ve her seferinde bir kaç adım atıp, gizlenerek binaya ilerlemeye koyuldu. Gecenin karanlığı görüşünü kısıtlarken, bir kaç yüz metre uzaktaki çatışmanın ve çığlıkların sesi duyuluyordu sadece. Dört simetrik yapıdan ona en yakın olanının girişine varmıştı bir süre sonra. Çantasını geride bıraktığı için, cebine attığı aynayı çıkarıp içeriyi gözetledi. Pek bir şey göremiyordu ama temiz gibiydi ortalık. İçeri adımını attığındaysa, derince ve geniş bir çukur karşıladı onu. Hedefi burasıydı, içine girecek ve yer altındaki merkeze gidip yuvarlak aleti yerleştirecekti. Kendinden olabildiğince uzakta tutmaya çalıştığı korkusu, bütün hayatı yutan kara çukurun görüntüsüyle beraber tekrar canlanarak onu pençesine almaya yeltendi. Bunu yapmak istemiyordu, ancak başka çaresi yoktu.

Böylece, derin boşluğun içine atladı. Çığlık atmamak için kendini zor tuttuğu bir kaç saniyelik düşüşün ardından, yumuşak bir şeyin üstüne indiğini hissetti. Doğrulduğunda bunun bir beden yığını olduğunu gördü. Pelteye dönüşmüş etten oluşan kemikli bedenler, birbirine kaynaşarak kocaman bir kabarcık haline gelmişti. Arada bir, bir zamanlar bir insana ait olan, ölü, saydam gözlere sahip bir yüz silueti kabarcığın içinde görünüyordu.

Dehşet içinde fırlayıp kendini toprağa atarken, ağzına gelen midesini durdurmak için çabaladı. Yine de, kendine hakim olamayarak bir köşeye kusuvermişti. Elinin tersiyle çenesini silerek tekrar ayağa kalktığında, artık dehşetle savaşmayı bırakarak ilerlemeye koyuldu. Korkuyordu ve bunu geçirmenin yolu yoktu, hisle idare etmek zorunda kalacaktı. Geniş, yuvarlak tünelde yürürken, bıçağı sıkıca kavramıştı. Sağa sola serpilmiş kızıl küreler, oyulmuş toprağı az da olsa aydınlatıyordu en azından. Ancak onlar yüzünden gölgeler daha bir ürpertici hale almıştı.

Bir kaç dakika süren yolculuğun ardından tünel biterek, yerini geniş bir odaya bıraktı. Onun bulunduğu kısım, odaya göre daha yukarıdaydı. Görülmemek için yere uzanıp, aşağı tarafı incelemeye koyulduğunda, oda ya da mağaranın -her ne ise- ilk başta sandığından çok daha geniş olduğunu anladı. Asitle eritilmişe benzeyen topraktan oluşan duvarları ve tavanı destekleyen, bilmediği bir materyalden yapılmış fakat kemiğe benzeyen kirişleriyle, bir kilometre çapında bile olabilirdi. Her şeyin ortasında ise, kara metalden yapılmış yuvarlak bir makine dikiliyordu.

Devasa bir kovaya benzeyen makinenin içindeki bir mekanizma ile dönen sıvının sesi, kızı tiksindirmişti. Öğürtü seslerini çağrıştırıyordu. Sadece sesini duyduğu sıvının ne olduğunu bilmiyordu, öğrenmek de istemiyordu. Ancak, ona her bakışında çağrı daha da kuvvetleniyordu. İçine atlamasını söylüyordu, öyle yaparsa bütün bu koşuşturma bitecekti. Daha fazla çabalaması gerekmeyecekti.

Sese kulak asmayarak tereddütünü bir kenara iteledi ve görevine odaklandı. Önündeki manzarayı kolaçan ettiğinde kimsecikler bulunmadığını gördü. Ya hep ya hiç mentalitesine uymayarak, tedbiri elden bırakmadan makineye yaklaşmaya koyuldu. Bulabildiği her şeyin, toprak birikintisi olsun, kolon olsun arkasına saklanarak giderken içindeki panik daha da büyüyor ve ona buradan kaçmasını söylüyordu. Sinirlenerek kendi zayıflığına sövdü içinden ve adımlarını hızlandırdı.

Yüz metre kala etrafta gizlenebileceği başka hiç bir şey kalmamıştı. Son bir kez çevresini yokladıktan sonra, başka çaresi kalmayarak ileri atıldı. Adımlarını iyice sıklaştırmıştı artık. Ancak hedefine vardığını düşündüğü sırada ayağı bir şeye takılarak yere kapaklanıverdi. Kalkmaya çabaladığında ise sağ ayağını hareket ettiremediğini fark ederek, neye takıldığına baktığında, onu gördü. Yumuşak toprağın altından çıkan çürümüş bir el kendisini yakalamıştı. Panikle küçük bir çığlık atan kız, eli tekmeleyerek kendinden uzaklaştırdı ve sürünerek geriye kaçıldı. Bunu takiben, toprağın altından bir el daha peydahlandı ve ikisi toprağı avuçlayarak, bir bedeni yukarı çekmeye başladı.

Erimiş yerin altından fırlayan, mor ve siyah etlerle kaplı kafadan yayılan çürümüşlüğün kokusu, kızın burnunu dolduruyordu. İçinden, kıvranan, halkalı beyaz kurtların fışkırdığı yarısı yenmiş burna sahip bu yüzü tanımıştı. Bir zamanlar, saldırı öncesi onun komşusu olan orta yaşlı bir erkekti. Şimdiyse açılmış ağzından bir inilti yayılan, ölü bir et parçasıydı.

"Hassiktir!" diyerek ayağa fırlayan kız ne yapacağını unutarak afallamıştı.

Arkasından başka bir ses geldiğinde, yerden başka bir cesedin daha çıkmaya başladığını gördü. Sadece bu da değildi, etrafındaki alanın her yerinde eller belirmişti ve sayıları gittikçe artıyordu. Beyninde "savaş ya da kaç" emri yankılanan öğrenci, kaçmak için geldiği tarafa döndüğünde çıkabileceği bir yer olmadığını hatırladı. Tünelden aşağı atlamıştı, yani geldiği yön kapalıydı.

Elindeki küçük bıçağı tutan kızın vücudunu bir titreme kaplamıştı. Zangır zangır parmaklarından silahı düşürmemeye çabalayarak, makineye doğru ilerlemeye koyuldu. Yerden fışkıran ellere dikkat ederek patikasını belirliyordu. Eğer ölecekse, bu orospu çocuklarını da kendiyle beraber yok edecekti.

Planı başta kusursuz şekilde işlese de, bir kaç saniye sonra yerden çıkan cesetler önünü kesmişti. Etrafına baktığında çürüyen cesetten bir çemberin onu sardığını gördü. Buraya kadardı... dizlerinin bağı çözülerek yere çöktü. Canlı eti tatmak için açılan ağızlar ve ona uzanan şişmiş parmaklar bedenini yavaş ve acılı şekilde parçalamak için üstüne geliyordu. Kaderini kabullenerek gözlerini kapadı.

O anda zihninin bir köşesinden, bıçağın yan tarafındaki düğmeye basmak fikri geldi. Bunun ne işe yaradığını Okçu ona söylememişti fakat kızın dikkatini çekmişti. Önüne doğrulttuğu silaha bastırırken, içinden fışkıran mavi bir soğuk gaz bulutu cesetlere fışkırdı. Donan bedenlerin hareketinin kesildiğini gören kız tekrar beliren cesaretiyle anı değerlendirdi ve ayağa kalkarak ileri fırladı. Can havliyle koşarken, hala yaşayan cesetlerin, gözleriyle onu takip ettiğini görmüştü. Ancak kıpırdayamıyorlardı. Etrafından dolanamayacağı bir tanesine denk geldiğinde ise onun kolunu bıçakla kesti. Çürümüş et yere düştüğünde, önündeki son engel de kalkmış oldu böylece.

Hızlıca yuvarlak metali makineye yerleştirdi ve arkasına bakmadan, yaşayan ölülerin aksi yöne koşturmaya devam etti. Bir süre sonra yeni bir tünel belirdiğinde ise rahatlayarak ona tırmandı ve akciğerleriyle dalağı daha fazla zorlamaması için ona isyan ederken, ilerlemeye devam etti. Doğal olmayan o yaratıkların nefesini hala ensesinde hissediyordu.

En sonunda tünelin çıkışına vardığında ise geldiği taraftaki gibi onun da yukarı çıkış yoluna sahip olmadığını gördü. Kullanabileceği herhangi bir şey için etrafına göz gezdirdiği sırada, anlık bir ilhamla -burada da bulunan- et yığınının içinde bir bacak kemiği gördü. Bıçakla yığını kesip, kan, et ve mukustan oluşan bulamacın içine kolunu daldırarak kemiği aldı ve ikisini sırayla toprağa saplayarak tünelden yukarı tırmanmaya koyuldu.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 11 Şubat 2017, 15:54:25
Bölüm 17 - Çıkış

Müzik: https://youtu.be/QAWSzAUaCIM (https://youtu.be/QAWSzAUaCIM)

Enerjisi tükenmek üzere olan kız, işi biterek gökdelenden çıkmıştı ve şarap mahzenine doğru ilerliyordu. Her yerine bulaşmış olan pislikten öte, kolundaki insan bulamacından oluşan kalıntı onu rahatsız etse de, duracak vakti yoktu. Okçu'nun çatışmasının sesleri hala -daha uzaktan da olsa- etrafta yankılanıyordu. Yavaşça korkusu geçerken, kanında dolaşan adrenalin azaldı ve yorgunluk çöktü üstüne. Etrafını kolaçan etmeyi ihmal etmeden yürürken, aşağıda gördüğü şeylerin ne olduğunu düşünüyordu. "Layık" addedilen kişiler o yürüyen ölülere mi dönüşüyordu? Hayır, bu olamazdı çünkü çok fazla vardı ve pek de bir işe yarıyor gibi durmuyorlardı. Onun gibi sivil birisini durdurmak için çok elverişli olsalar da silahlı bir birliğe karşı işe yaramazlardı. Ayrıyetten gen havuzuna katma işleminin bu tarz bir şey olması mantıklı gelmiyordu. O zaman geriye tek bir seçenek kalmıştı; şehirden kaybolan bütün o insanlar, avlanmış ya da kaçırılmış olsun, şimdi o garabetlere dönüşmüştü. Neden yaptıklarını anlayabiliyordu, değersiz buldukları kişileri dehşet saçan silahlara dönüştürüp avladıkları türün üstüne salıyor olmalıydılar. Hem pek kaynak harcamamış hem de daha zor koşullar yaratarak daha sağlam bir eliminasyon yapmış olacaklardı böylece.

Kabul etmek istemese de etkili bir yoldu bu. Apokhsaj denilen bu yaratıkların kaç gezegeni bu şekilde yok ettiklerini merak etti. İnsanlığın -ve dolayısıyla onun- sonu pek de iyi görünmüyordu. Ancak belki, Okçu gibi başkaları da varsa bir şansları olabilirdi. Gerçi o da, kıza ne ile karşılacağını, hatta verdiği silahın işlevini bile söylemeden, kendisini boktan çukurun içine yollamıştı. Tahmin ettiği gibi tehlikeli ve pek çok şeyi açıklamayan birisiydi. Neden hiç tanımadığı birisine, hele bir uzaylıya güvenebileceği düşünmüştü ki?

Yorgunluktan yıkılmak üzereyken gizlenmiş mahzenin bulunduğu dükkana adımını attığında bir rahatlama dalgası kapladı içini. Sonunda güvenli bir yere varmıştı. Guerra'nın uyanıp uyanmadığını merak ederek mahzene yöneldi. Acaba, olan biteni açıklayan notunu almış mıydı?

Bunları düşünerek merdivenlerden aşağı inmeye yeni başlamıştı ki, aşağıdaki mumlardan gelmesi gereken ışığın orada olmadığını fark etti. Bir gariplik vardı. Artık böyle durumlara şartlanmış zihni, ona bir şeylerin ters gittiğini söylüyordu. Bıçağı çekerek çömeldi ve yavaş, sessiz adımlarla aşağı inmeye devam etti. Birisinin odada dolandığını duymuştu. Guerra mıydı o? Öyle olsa neden karanlığın içine gezinsindi? Peki o zaman bu kişi kimdi ve savaşçı kadına ne olmuştu?

Yapılacak tek şey vardı, bu tehdidi etkisiz hale getirmeliydi. Bıçağın düğmesini kavrayıp, daha önce yaptığı gibi önüne doğrulttu. Merdivenler biterek sert zemine bastığında, ayağının altında çıtırdayan bir şeyin sesi, hafif de olsa, otuz metrelik odaya yayılmıştı. Başka çaresi kalmayarak ileri atıldığı esnada, arkasını dönen figürü geriye kalmış tek bir mumun ışığında gördü. Guerra'ydı bu. Tam rahatlayacaktı ki, kadında bir gariplik seziverdi. Kamburu çıkmış şekilde duran savaşçının derisinin rengi iyice solmuştu ve gözleri bomboştu. Saydamdı. Daha, yakın bir zamanda gördüğü bir saydamlıktaydı.

"Hayır hayır hayır..." diyerek geriye çekilirken, olan biteni inkar etmeye çabaladı.

O güçlü kadın bu hale gelmiş olamazdı.

Guerra ağzını açıp doğal olmayan bir hırıltı koyuverdi.

Hayatını kurtaran o insan, bu şeye dönüşmüş olamazdı.

Kıza doğru savsak adımlar atarak yaklaştı asker.

İyileştirmişlerdi onu. Kurtulmuştu o.

Genci, mengene gibi sıkan kollarıyla tutmuştu Guerra. Isırmak için ağzını açtı.

Düğmeye basmasıyla beraber fışkırmasını beklediği soğuk dalgası gelmeyince, ona kenetlenmiş olan yeşil gözlerin içine bakarak, bıçağı Guerra'dan geriye kalmış bu garabetin çenesinin altından saplayıp beynine kadar soktu ve çevirdi. Darbenin etkisiyle çenesi "tak" sesiyle kapanan ceset, biraz sallandıktan sonra yere yıkılıverdi.

Yarım saat sonra şehir merkezinden gelen bir patlama sesi duyulmuştu. Bir saat sonra ise Okçu mahzene geldiğinde, üstüne kamuflaj giysisi serili cesedin başında oturan kızı buldu. Kolunun teki her türden insan sıvısıyla kaplanmıştı, diğeri ise Guerra'dan akan kurumuş kanla. Ağlamıyordu, sadece, merdivene yönelmiş olsa da aslında boşluğa bakan gözleriyle olduğu yerde duruyordu.

Bölüm 18 - Görüşme

"İki ay önce şehirden nasıl kurtulduğumu sormuştunuz. Aynen böyle oldu," dedi, üstünde siyah hatlarla kaplı kızıl desenlerin bulunduğu beyaz bir svetşört giyen kız.

"Peki Veritas -Okçu'nun adı buydu- hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu, hologramdan yansıyan kişilerden birisi.

Aynı kadın gibi, o da mavi deriliydi. Erkek olsa da, Veritas gibi uzun ve ince bir yapıya sahipti. Ancak bu görünüşün altında aslında neyin yattığını iyi biliyordu kız; kafasına bir şey koydu mu onu her şey pahasına kovalayan bir avcı. Bu canlıların, Okçu'dan öğrendiğine göre, Apokhsaj ile aynı atasal türü paylaştığı düşünülürse şaşılacak bir şey yoktu.

"Yöntemleri zaman zaman hoş olmasa da -derken kadının ona hiç bir şey söylemeden yürüyen ölülerin arasına "test" amaçlı yollaması gelmişti aklına- çok şey öğrenebilirim," diye yanıtladı, bir yandan arkada kenetlediği elleriyle oynayarak, sanki askeri bir disiplin komitesi tarafından sorguya çekiliyormuş gibi hisseden kız.

Gerçi olan bitenden çok da uzak değildi. Okçu onu çırağı olarak yetiştirmek istiyordu fakat onun türü olan Leivarh'ın tarihinde daha önce görülmemiş bir istekti. Bu yüzden -türünün yasalarına aykırı olmasa bile- üst kuruldan izin alması gerekmişti. Ana gezegen çok uzakta olduğu için kuantum dolanması sayesinde çalışan hologramlar aracılığıyla bir görüşme yapıyorlardı şu an.

"Bunun alışılmadık bir durum olduğunu biliyor olmalısın. Sen ne düşünüyorsun?" diye Veritas'a sordu, diğerlerine göre daha olgun görünen kadın üyelerden birisi.

Kuruldaki herkesin ona büyük saygı duyduğunu fark etmişti Aletheia.

"Sadece yüz yaşında bir genç olabilirim ama yargımın arkasındayım. Kızda potansiyel var," diye yanıtladı, Okçu.

"İşaretler ne olacak?" diye sordu, ilk konuşan erkek.

Vilor isimli bu adamın, olan bitenden hoşlanmadığı belliydi. Ancak kendince haklı nedenleri vardı. Makine yok edildiği halde Aletheia'nın üstündeki rünler geçmemiş, aksine artmış ve belirginleşmişti. Daha önce duyulmamış bir olaydı. Veritas bunun sebebini şuna bağlıyordu; makine yeni bir model olmalıydı. Elektronik bomba sayesinde etkisiz hale getirilmeden önce, son anda, kendisini yok eden kişi olarak Aletheia'yı belleyip onu işaretlemişti. Bu mantık, aynı zamanda, neden insan kızındaki İşaretler'in bugüne kadar gördüklerinden farklı olanları içerdiğini de açıklıyordu.

"O konuya gelirsek... Aletheia?" diyerek sözü ona bıraktı kadın.

Büyük kozlarını oynamanın vakti gelmişti.

"Şehirden kaçtıktan sonra bir şey fark ettim. Apokhsaj varlığımı sezebiliyor fakat bu karşılıklı. Ben de onları sezebiliyorum," dedi kız.

Hayret içinde kalan kurulun sesi soluğu bir anda kesilmişti. İçten içe gülen Veritas, istediği tepkiyi elde ettiğini bilerek eğlendi.

"Dediğiniz doğruysa, o zaman hemen insan kızını buraya getirerek üstünde çalışmalıyız," dedi, Vilor.

"Bilinçli canlılar üstünde deney yapmanın yasak olduğunu biliyor olmalısın. Galaktik Konsey'in emirlerine karşı çıkmak mı istiyorsun, sevgili Vilor?" dedi, iğneleyici bir eda haricinde, istifini bozmayan Veritas.

"Saçmalık. Bu teknolojiyi anlayabilirsek ne kadar işe yarayacağını görmemek için kör olmak gerek," dedi adam.

Aletheia ona hak veriyordu. Tam anlamasa da, bu anomali çözülürse neler yapabileceğini kimse tahmin edemezdi.

"Vahşiler gibi hemen birbirimizi yememize gerek yok," dedi olgun kadın "Eminim Veritas'ın aklında bir şeyler vardır."

"Tabii ki de, sayın Leina. Gemimdeki teknoloji ile çoktan kıza kısa bir tarama yaptım. Eğer çırak isteğimi kabul ederseniz bunları size yollayacağım ve daha fazla analiz yaparak, veri aktarmaya devam edeceğim," dedi, Okçu.

Gözlerini kısan Vilor ona onaylamaz şekilde baktı. Üst kurula alenen şantaj yapma cesaretini bulan bu aptal sinirlerine dokunuyordu fakat yapacak bir şey yoktu.

"Öyle olsun. Oylamaya geçelim," dedi adam.

Kuruldaki beş üyenin hepsi de teklifi kabul etmişti.

"Veri ağını çırak kabul işlemi için açacağız," dedi adam ve ekledi "Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun, Veritas. Galaksiye bir birey yerine bir nesne bırakmayı tercih etmeyi senden bile beklemezdim."

"Kibir cidden kötü bir şey," dedi, onun görüşünü zerre umursamayan kadın.

"Görüşme bitmiştir," demesiyle Leina'nın, hologramlar yok oldu.

İkisi de rahatlayan -kendi türlerine göre- genç kadınlar, bir an bakıştıktan sonra uzay gemisinin mutfak bölümüne geçtiler.

"Nesne ile neyi kastetti o adam?" diye sordu, insan kız.

"Boşver, kibrinden önünü göremeyen bir budala sadece. Ne istiyorsun? Siz insanların kırmızı eti çok sevdiğini duymuştum," dedi kadın.

Olur anlamında başını sallayan kız, açık gri metalden yapılmış odada ilerleyerek bir koltuğa oturdu. Son haftalarda bir çok şey yaşamıştı ve hala burada olduğuna inanamıyordu. Guerra'nın ölümü ve şehirden kıl payı kaçışlarının ardından, bir süre depresif gezinerek Okçu ile konuşmayı reddetmişti. Ne de olsa kadın onu, neyin içine girdiğini bile söylemeden yaşayan ölülerin arasına yollamıştı. Bunun dışında, ilk başta mavi derili bu uzaylıyı, savaşçı kadının ölümünden sorumlu tutmuştu. Oysa Guerra'nın zehirlendiğini anlamasının bir imkanı yoktu. Sonuçta bir doktor ya da benzeri bir şey değildi o. Aptallık ederek, ilk konuşmalarında kadına bağırıp çağırırken, o hiç bir cevap vermeden kızı izleyerek öfkesinin hedefi olmayı kabullenmişti. Daha sonra utanarak özür dilediğinde ise hiç bir sorun olmadığını söyleyerek, asıl niyetini açıklamıştı.

Kızın hayatta kalma yeteneğinden etkilenen Veritas, onu kendi yanına çırak olarak almak istemişti. İlk konuşmalarında, insan kızı sınamak için özellikle tavır takınmıştı. Yeterince uygun olduğuna karar verdiğindeyse, onu yer altına yollayarak asıl testi gerçekleştirmişti. Kendi dediğine göre gidip bombayı döşemesi onun için hiç bir sorun olmazdı, ki bundan şüphe etmiyordu.

"Aklıma takılan bir şey var. Neden senin üstünde hiç bir işaret yok? O kadar süre şehirde bulundun," diye sordu öğrenci.

"Kız sonunda karamsar halinden çıkmış demek," dedi eti kesen Veritas "Apokhsaj her makineyi, avladığı türe özel tasarlar. Beni hedef almıyorlardı."

Bunu tahmin etmişti zaten kahverengi saçlı insan ama doğrulamak başka bir şeydi. Hayatında öğrendiği bir şey varsa, o da, mantığın gerçekten çok daha kapsamlı bir şey olduğuydu. Mantıklı olan bir şey çoğu zaman gerçekle örtüşmüyordu.

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordu.

"Veri ağının açılmasını bekliyorum. O zaman kızın kabul işlemini gerçekleştirebileceğiz."

"Neden hep benden üçüncü kişi olarak bahsediyorsun?" diye bir soru daha geldi.

"Ah, her zaman değil. Yine de anladım. Eski bir alışkanlık," diyen kadın keyifli şekilde yemeği yapmaya devam etti.

Onu çözemeyen Aletheia merakla kadını süzdü. Mavi derili bu uzaylı, küçük fakat diri göğüslerini kapayan beli açık ve ince, gri bir tişört giyiyordu. Guerra'nın fiziğiyle alakası olmasa da, karnından aşağı "v" şeklinde inen iki kas çizgisi ise antrenmanlı olduğunu gösteriyordu. Altındaki, tişört ile aynı renk şort da uzun, sıkı bacaklarını belli ediyordu. Şehirde ilk karşılaştıklarında da böyle giyinmişti, bir tek sırtındaki pelerini vardı ek olarak. Kuruldaki kişilerin böyle ince giysilere sahip olmadığını da fark etmişti, Aletheia. Acaba kendi dünyalarındaki hava daha soğuk olduğu için Yerküre gibi bir gezegen bir Leivarh'a çok mu sıcak geliyordu?

Bunlar bir kenara, kadın sözcüklerini çok iyi seçiyordu. Yalan söylemiyordu (en azından bildiği kadarıyla) fakat bütün gerçeği söylemeden başkalarını manipüle etme gibi bir yeteneğe sahipti. Kaçamak konuşan birisinin aksine, yeri geldiğinde -kurula yaptığı gibi- ültimatom vermekten de çekinmiyordu. Aynı zamanda, hem yüz yılın getirdiği bilgeliği hem de gençliğin verdiği atılganlığı taşıyordu. Kısaca, kadının aklında habire bin tilki geziyormuş gibi hissediyordu. Merakını uyandırmıştı bu durum.

"Kız aklındakileri paylaşacak mı yoksa bakmaya devam mı edecek?" diye sordu, kadın.

"Şey, şehirde olan biten her şeyi neden kurulla paylaşmadın?" diye bir karşılık geldi.

"Bir spekülasyonu üst kurula bildirmek için yeterli bir sebep yok," dedi Leivarh kadını.

"Ne gördüğümü biliyorum."

"Canlılar pek çok şey görür. Kendi yaptığı yemekte tanrısının yüzünü gördüğünü sanan pek çok kişi mevcut," diye lafı dolandırdı.

"Öyle olmadığını biliyorsun," dedi, Aletheia.

"Diyelim ki, kız bu kısa sürede İşaret üstünde ustalaştı ve Apokhsaj olmadığını düşündüğü bir şey sezdi. Kurula bunu inandırabilir mi? İnandırsa ne olacak? Varlığı belirsiz bir şeyi bir Leivarh nasıl avlayacak? Ya da neden avlasın?" diye hızlıca bombardımana tutarak, onu bir köşeye kıstırdı.

Haklıydı da. Kaçtıktan sonra, bir süre yakınında konaklamak zorunda kaldıklarında, Aletheia artık ölülerle dolu olan şehirden garip bir şeyler sezmişti. Zamanla rünlerin hissine alıştığı için bunun farklı olduğunu biliyordu ama kime nasıl açıklayacaktı?

"Peki istila hakkında ne yapacağız? Dünya yok mu olacak?" diye sordu, fikirleri tükenerek.

"Bir anda dünyayı umursamaya mı başladı kız?" diye, hedefi on ikiden vuran son soru geldi bunun üstüne.

Doğru, bencilliğini inkar edemezdi. Diğerleri pek de umrunda olmamıştı bugüne kadar, yıllar içinde kendi kendi yetmeyi öğrenmişti ama onun için gittikçe genişleyen bu evrende sabit bir noktaya ihtiyaç vardı. Yine de... bilmiyordu. Belki de saçma bir bağlılıktı hissettiği, insanlığı uzun süredir sevmiyordu ne de olsa. Yine de milyarlarca insanın ölmesi fikri doğru gelmese de, ne yapabilirdi ki?

"Ben kıza inanıyorum. Bu yüzden galaksinin merkezine gideceğiz," dedi o sırada, doğranmış etleri tencereye atan kadın.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 13 Şubat 2017, 12:32:27
Bölüm 19 - Yol

Dünyadan ayrılan aracın penceresinden bakan kız, huşu içinde Yerküre'yi izliyordu. Uzay boşluğunun içinde süzülen uçuk, mavi nokta ne kadar da küçük görünüyordu. Bütün yaşadıkları, bugüne kadar yüz milyarı aşkın insanın ve pek çok hayvan, bitki, bakteri, arke vb. türün yaşadığı gezegenin bu kadar minik görünmesi onda bir şaşkınlık yaratmıştı. Aynı zamanda şaşkınlıkla beraber gelen, bu kadar çatışmanın aslında ne kadar anlamsız olduğu farkındalığı.

"Kişiyi değiştiriyor, değil mi?" dedi, yanına gelen Veritas.

Bu sefer giydiği, uzun saçlarıyla aynı renkte olan bir atlet, sıkı omuzları ve kollarını ön plana çıkarmıştı. İnce yapısını bozacak derecede kaslı değillerdi fakat kadının fitliği belli oluyordu. Bunun yay kullanmaktan dolayı olduğu sonucuna varmıştı kız çünkü -bacakları haricinde- vücudunun geri kalanından daha yapılıydılar. Mavi bacakları ise, çok hacimli olmasalar da hızlı koşmaya tasarlanmış bir yırtıcınınkiler gibi kaslıydı. Aynı zamanda fark etmişti ki, küçük geminin içinde çıplak ayakla dolaşan kadının beşinci ayak parmağı, yani baştaki, diğerlerinden daha yukarıdaydı. Sadece bu da değildi, bir insanınkinden çok bir çitanın patisine benzeyen ayaklarıyla sabit durduğu sırada, baş parmaklarını kullanarak yükü dağıtıyordu fakat hızlı hareket ettiği zaman sadece dördünü kullanıyor olmalıydı.

Buna tezat şekilde, elleri neredeyse tamamen bir insanınkini andırıyordu. Sadece daha ince parmaklara sahipti ve uçlarının iç tarafı açık, neredeyse beyaza yakın bir renkteydi. Bir de, hem ellerinde hem de ayaklarında bulunan sivri tırnaklar vardı tabii ki.

"Evreni izlemeyi her zaman sevmişimdir. Karanlığın içinde bütün kudretiyle, saniyede sayısız kez kendi etrafında dönen bembeyaz bir nötron yıldızının ışıltısı kadar güzel bir şey yok," diye devam etti, kadın "Bir gün çırak da görür belki."

"Onay geldi yani?" diye sordu, Aletheia.

"Evet, gel," diyerek onu odalardan birine yönlendirdi.

İçeri girdiğinde, iki metre genişliğindeki bir ekranın önündeki panele yerleştirilmiş siyah küre dikkatini çekmişti. Kadın ona elini koymasını söylediğinde, ne olacağını sorduğundaysa ağzından bir kelime bile alamadı. Israr etmenin işe yaramayacağını anlayarak, elinin camdan yapılmışa benzeyen topa yerleştirdi. İlk başta hiç bir şey olmasa da, bir kaç saniye sonra etrafındaki oda kaybolarak kendini mutlak karanlığın içinde bulmuştu. Korkuyla değil ancak merakla etrafına bakınmaya çalıştığında bir bedeni olmadığı fark etti. Sanki uzayın içinde süzülen bir ruhtu sadece.

"Yeni kullanıcı: Onaylandı."

Elektronik sesin duyulmasıyla beraber etrafındaki karanlık dağılmaya ve mavi bir ışık etrafı kaplamaya başladı. Bir an sonra, aynı ışıktan yapılmış bir bedene sahip olmuştu.

"Sinir ağı analizi: Tamamlandı... Hoş geldin, Aletheia. Ben Jira, Miraiah Sum'da rehberin olacağım," diyen kadın sesi yumuşaktı.

"Miraiah Sum da ne?" diye sordu.

"Senin dilindeki anlamı Ayna Diyarı olan, yol göstermek için tasarlanmış bir sistemdir ve Leivarh'ın en büyük gurur kaynaklarından birisidir."

"Sanal bir diyar yani? Hah, Matrix gibi yani," diye, kendi kendine konuştu kız.

"Uyan, Neo. Matrix sana sahip."

"Ne?" diyen kız şaşırmıştı "Matrix'in ne olduğunu nasıl bildin?"

"Miraiah Sum, kişinin sinir ağını tarayarak bedensel ve zihinsel profilini çıkaran bir sistemdir. Kimileri kişisel referanslar yapılmasını sevmez, istemiyorsan bunu kesebilirim, Aletheia."

"Hayır, gerek yok. Peki tehlikeli değil mi bu? Ya birisi bütün bu bilgileri ele geçirirse?" diye, şüpheyle sordu.

"Ana ağ sadece yansıma motorunu çalıştıran bir sistem olarak tasarlandı. Asıl veriler kişinin kendisidir ve ağa asla kaydedilmez. Yine de tehlikeleri var fakat Miraiah Sum, sıkı bir şekilde uzmanlar tarafından korunuyor. Tarihinde bir tane bile başarılı veri hırsızlığı girişimi yoktur."

"Peki bakalım, Jira. Ne işe yarıyor Miraiah Sum?" diyen kız, bir yandan sanal bedenini inceliyordu. Gerçeğine etkileyici şekilde yakındı, saçındaki telleri bile seçebiliyordu.

"Amacına bağlı. Ne istiyorsun, Aletheia?"

Bir süre düşünen kız iyi bir cevap bulmaya çalıştı. Aklına gelen ilk şey nasıl hayatta kalacağını öğrenmek olmuştu, bu da savaşmayı öğrenmesi demekti.

"Nasıl savaşacağımı öğrenmek istiyorum. Bunu yapabilir misin?" dedi.

"Evet. Nörolojik ağına bağlı olarak saptadığım, izleyebileceğin bir kaç yol var. Listelememi ister misin?"

Kızın onay vermesiyle beraber önünde, havada uçuşan parlak beyaz yazılar belirmişti. Menzilli Savaşçı, Okçu ve Keskin Nişancı olarak ayrılıyorlardı. Başka bir deyişle, hepsi de hedeften olabildiğince uzak kalmak üstüne tasarlanmıştı. Oysa şehirde yaşadıkları nedeniyle bunun -en azından onun için- yeterli olmayacağını biliyordu.

"Hepsi bu kadar mı?" diye sordu kız.

"İzlenebilecek yollar çok daha fazla, Aletheia. Belirtilenler kişiliğin ve bedeninin durumuna en uygun olanlar."

"Bedenimi burada geliştirebilir miyim peki?" diye sordu, merakla.

"Hayır. Sadece çalışma yoluyla zihinsel yapını değiştirebilirsin. Bunun da sınırları var. Bilmediğin bir şeyi Matrix'teki gibi bir kasetle beynine yerleştirme imkanım yok."

"O zaman bana hem gerçeklikte uygulayabileceğim bir antrenman programı hem de burada öğrenebileceklerimle birleştirebileceğim sınıfların listesini oluştur," dedi.

Bunu söylemesiyle beraber, yüzlerce maddeden oluşan bir liste önünde belirdiğinde, afallayarak kaldı. İlk başta neden sadece üç seçenek olduğunu daha iyi anlamıştı artık. Yine de seçeneklerini olabildiğince geniş tutmayı tercih ederdi. Böylelikle yazılara göz gezdirmeye başladı. İlk başta ilgisini çeken ya da çekse de yeterince etkili olamayacağını düşündüğü yollarla karşılaşmıştı hep. Bir süre sonra ise, uygun olduğunu düşündüğü bir tanesine denk geldi.

"Jira, bana Santire yolu hakkında daha fazla bilgi verir misin?" diye sordu, merakla.

"Santire; hayatta kalmak üzere kendini bedensel ve zihinsel olarak yetiştiren kimse. Santire Yolunu izleyenler her koşula adapte olabilmeyi ve çevrelerindeki şeyleri kullanmayı amaç edinirler. Bu yolda ustalaşanlar, hem yakın menzilli hem de uzun menzilli silahlar konusunda geniş bilgiye sahiptirler. Eğitimleri kimilerince acımasız ve Leivarhi, yani "Leivarh dışı" olarak nitelenir. İnsan diline, insanlık dışı, insanlıktan çıkmış olarak çevrilebilir. Santire Yolunda uzmanlaşmak, yıllar boyunca yoğun çaba göstermek, zihinsel esneklik ve acıya dayanıklılık ister."

"Santire Yolunu seçiyorum," dedi, kararını vermiş olan kız.

"Seçim onaylanmak üzere... bir konuda onayına ihtiyacım var, Aletheia."

"Nedir o?" diye sordu kız.

"Santire Yolu eğitimi yüksek tehlikeli olarak sınıflandırılmış. Hayati risk teşkil ettiğini ve sana gelebilecek fiziksel ve mental zararların bilincinde olduğunu kabul ediyor musun?"

"Kabul ediyorum."

"Santire yolu onaylandı. Bugünkü eğitimine başlıyoruz..."
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 04 Mart 2017, 15:36:21
Bölüm 20 - Santire

"Santirea kadim zamanlarda, Leivarh ve Apokhsaj arasındaki savaş sonucu yıkılan şehirlerde ortaya çıkmıştır. Kimse ilk Santire'nin kim olduğunu bilmiyor fakat yıkıntıların içinde dolanan Leivarhi canlıların hikayesi halk arasında zamanla yayılarak bir efsane haline gelmiştir. Orduya entegre edilmeleri ise dönemin askeri liderlerinden Alteniu'nun çabaları sonucu gerçekleşmiştir. Kısa zamanda her alanda yeteneklerini gösteren Santirea, Leivarh tarafından sevinçle karşılanmıştır."

Jira'nın sesi sanal düzlemde yankılanırken, Apokhsaj'ın kol gezdiği yakılmış şehirlerin görüntüsü belirmişti kızın önünde. Gölgelerin içinde dolanan mavi derili figürler, arkalarından saldırdıkları avcıları vahşice katlediyordu. Görüntü değişirken, etrafı on tane avcıyla çevrilmiş ve elinde sadece metal bir boru bulunan bir Leivarh'ı gösterdi. Pejmürde görünen mavi yaratık, aldığı darbeleri umursamadan hızlıca dört tane düşmanı indirdikten sonra, ardından avcılardan birisini esir alarak boğazına soktuğu boruyla beraber, onu kalanların üstüne fırlattı. Elindeki düğmeye basmasıyla beraber patlayarak her yöne saçılan metal parçaları dört kara avcının bedenine saplanırken, kalan sonuncu kaçmaya yeltendiğinde arkasından fırlayarak onu devirdi ve kafasını acımasızca yere vurmaya başladı...

Görüntüler burada sona ererken, kızın önünde mavi ışıktan oluşan bir Leivarh figürü belirdi. Antrenmanın başlaması için Jira'nın yapacağı duyuruyu beklediği için gard alma ihtiyacı duymayan kız, yaratığın aniden ona atlayıp yüzüne bir yumruk oturtmasıyla beraber yere yapıştığında, şaşkınlıkla acıyı bütün gerçekliğiyle hissettiğini fark etti.

"Santire'nin Birinci Kuralı: Asla hiç bir şeyi göründüğü gibi ele alma."

Bununla yetinmeyen yaratık onun yerde yatan bedenini tekmelerken, soluğu kesilen kız hiç bir şey yapamayarak kaldı. Darbelerini kesmeyen mavi figür ona vurmaya bir süre daha devam ettikten sonra, geriye çekildi.

"Santire'nin İkinci Kuralı: Acıyı kabullen."

"Bir silah bile vermeyecek misin?" diye bağırdı, çırak.

"Santire'nin Üçüncü Kuralı: İlk önce vücudunu kullanmayı öğren."

Sesin yankılanmasıyla beraber tekrar üstüne atılan yaratıktan kaçınmaya çalışan kız, başarısız olarak tekrar darbelere maruz kalırken, ağzından ve burnundan mavi kanlar boşandı. Dişlerini sıkarak ve içinden gelen vazgeçme isteğini bastırarak, yediği dayağa dayanmaya çabaladı. Yaratık tekrar geri çekilirken, ayağa kalkıp soluklanan Aletheia, bu sefer üstüne atılan yaratığın ilk darbesinden kurtulmayı başarabileceğini düşünüyordu. Ancak yine yanılmıştı. Yediği tekmelerle kolunun çatladığını hissederken, acıyla çığlık attı.

Birinci seans bu şekilde devam etmişti. Daha tek bir saldırıdan bile kaçmayı başaramayan kızın cesareti kırılsa da, kazanacağı şeyleri düşünerek programa devam etme kararından caymadı.

"Gerçeklikte uygulayacağın çalışma programı hazır, Aletheia. Bunları aklında tutmanı ve Miraiah Sum'dan çıkar çıkmaz bir yere yazmanı tavsiye ederim."

Akciğerine batan kaburgası yüzünden kan öksüren kız, bir cevap veremeden önündeki listeye iyice baktıktan sonra sanal düzlem yok oldu ve kendini tekrar uzay gemisinin içinde buldu. İlk yaptığı şey, endişeyle, vücudunu kontrol etmek olan öğrenci, hiç bir fiziksel hasar olmadığını fark ederek rahatlamıştı. Ancak hisettiği acı kesinlikle gerçekti. Jira'nın neden "mental hasar" diye özellikle belirttiğini artık daha iyi anlıyordu.

"Santire ha? Kız belki de boyundan büyük bir işe bulaştı," dedi, bacak bacak üstüne atmış şekilde odanın köşesinde kitap okuyan Veritas.

Olan biteni ekrandan takip etmişti.

"Su var mı, bir de kağıt ve kalem?" diye sordu, yaşadıklarını üstünden atmaya çalışan kız.

Başlangıç aşamasının her zaman en zor süreç olduğunu bilen kız, programı aksatmak istemediği için bir kaç saat sonra fiziksel çalışmaya geçmişti. Güzelce esnedikten ve ısındıktan sonra, koşu bandında yarım saat geçirdi. Nefes nefese ve ter içinde kalmış olsa da asıl antrenman şimdi başlıyordu. Daha alet kullanacak seviyede olmadığı için şu anlık beden ağırlığını kullanan hareketler yapıyordu sadece. Yine de bir saatin ardından ardından kendini aşırı aç ve yorgun halde duşa attığında, gemideki kısıtlı suyu verimli şekilde kullanmak üzere tasarlanmış mekanizma, dört bir yandan vücuduna sıcak su püskürtürken, bir tatmin hissi içini dolduruyordu. Önünde zor bir süreç vardı fakat sonunda işe yarar bir şeyler yapabilmek güzeldi.

Bölüm 21 - Çalışma

Günler birbirini kovalarken, hala tek bir darbeden bile kaçmayı başaramayan kız kendini iyice yetersiz hissetmeye başlamıştı. Ona bundan bahsetmese bile, artık ustası olan kadın bunun normal olduğunu ve Santire Yolu'nun çok fazla emek ile zaman isteyen bir şey olduğunu söylediğindeyse biraz rahatlamıştı. Garip bulduğu şey ise, kendisini döverek her gün kemiklerini kıran o holograma karşı anlamsız bir öfke beslemesiydi. Ancak, şu anlık karşı saldırıya geçmeyi bırak, savuşturmayı bile beceremiyordu. Öte yandan, en azından ilk iki kuralı daha iyi kavramaya başlamıştı. Jira'nın her gün ayrı ayrı yarattığı rastgele çevrelerde çalışan kız, sürpriz saldırılardan kaçamasa da nereden gelebileceklerini bir nebze tahmin edebiliyordu artık. Aynı zamanda acıya karşı direnci de artıyordu.

Böylelikle, antrenmanla geçen iki hafta sonunda, Veritas portala yaklaştıklarını haber etti. Galakside belli bir seviyeye ulaşmış türler, iş birliği yaparak bu portalları oluşturmuşlardı ve ışık hızının üstünde yolculuğu bu şekilde mümkün kılmışlardı. Doğal olarak portalları kullanmadan uzayda gezinmek -ne kadar gelişmiş bir gemi olursa olsun- çok kısıtlayıcı oluyordu.

"Bunu nasıl başardınız? Işık hızının üstüne çıkılamayacağını sanıyordum," diye sormuştu, çırak.

"Basit. Kendi araçlarımızı değiştirmeye çalışmak yerine uzay-zaman dokusunu manipüle eden motorlar kullanıyoruz. Yerküre'de bunların benzerine solucan deliği diyorlar. Zamanda yolculuk hayali kuranlar bile olmuş insanlardan," dedi Veritas.

Bu bir hafta içinde, dünyanın sağından solundan topladığı kitaplara gömülmüştü kadın. Camus ve Sartre'dan tut, Kozmos'a kadar giderek, insanlık hakkındaki bilgisini bayağı bir arttırmıştı.

"Gerçek böyle değil. Zaman çizgi halinde ilerliyor ve bunu asla değiştiremeyiz, ancak uzay-zamanda açtığımız yarıklarla arada yapay bağlantılar oluşturulabilir. Şimdilik sadece kısa mesafede, kendi galaksimiz içinde yapabildik bunu," diye ekledi.

Dünkü çalışmadan dolayı kolu ağrıyan kız, onu esnetirken bir yandan protein içeceğini hazırlarken, Leivarh'ı can kulağıyla dinliyordu. Kadının bilgisi, özellikle astrofizik alanındaki derinliği onu şaşırtmıştı. İlk başta -ne kadar iyi olursa olsun- basit bir savaşçı olduğunu düşündüğü bu kişinin, aslında çok yönlü biri olduğu gerçeği ona bayağı yararlı oluyordu. Kızın kendi alanı olan ve daha üniversiteye başlamadan önce lisans düzeyinde kitapları rahatlıkla okuyabilecek seviyede olduğu biyolojide bile, mavi kadından yeni şeyler öğreniyordu.

"Yaşlanma sorununa insanlık yanlış yaklaşıyor," demişti bir sohbetleri sırasında kadın "Telomer kısalması asıl çözüm değil. Homeostaziyi koruyamaz beden bu şekilde, dev bir kanser yığınına dönüşür ve ölürsünüz."

Kadına, kendisi için biyoloji kitapları edinip edinemeyeceğini sorduğundaysa, gülerek "Kız çok hevesli," demişti.

İlginç şekilde, uzay gemisinde geçirdiği zaman ona iyi gelmişti. Guerra'nın ölümünün ardından böyle bir şeye ihtiyaç duyuyordu. Tek sorun, eğitimin onu aşırı yormasıydı. Bu yüzden Veritas ile konuşacak pek bir hali kalmıyordu. Yine de, Leivarh'ın -özellikle oluşturduğu- büyük bir gizemle, sadece "galaksinin merkezi" deyip, bir açıklama yapmayı reddettiği yere vardıklarında karşısında yepyeni bir dünya bulacağı hissi teselli ediciydi. Kaç tane insan, dış uzayda yolculuk edip, farklı türlerle tanışma ayrıcalığı yakalamıştı ki bugüne kadar?

"Ambara yapışmak istemiyorsa koltuğuna otursun kız," dedi bir süre sonra kadın "Portala vardık."

Geminin ön tarafındaki iki koltuktan birine yerleşen kız, önündeki camın ötesinden devasa yapıyı gördü. Bir kaç kilometre çapında olduğunu tahmin ettiği küremsi yapının küçük bir girişi vardı. Dıştaki metal kabuk sürekli dönerken, girişin olduğu yer istisnai olarak, kolosal yapının etrafındaki uzay-zaman dokusunun bükülmesiyle, gelen ışık da bükülmüştü.

Kontrollerin başına geçmiş olan Veritas, çok dikkatli şekilde gemiyi bu etkilenmemiş alandan ilerletmeye koyuldu. Fizik bilgisinden anladığı kadarıyla, eğer bu bükülmüş alana azıcık da olsa girerlerse sonları iyi olmazdı. Neyse ki tecrübeli kadın sayesinde böyle bir şey gerçekleşmedi ve tez zamanda girişe vardılar. O anda, kürenin içindeki açık mavi bir ışığın, karaltılarla birleşerek döndüğünü gördü kız. Bir nevi girdabı andırıyordu. Heyecanlanırken kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Gemi gittikçe yaklaşırken, koltuğa ellerini yapıştırdı sıkıca.

"Evet, kız. Sana Samanyolu'nu takdim ediyorum."

Bunu demesiyle beraber ateşleyicileri körükleyince, portalın içine tamamen giren gemi gözden kayboldu. Bir an sonra kendisini, etrafında sayısız ışığın hızla akıp geçtiği bir tünelde ilerlerken bulmuştu, Aletheia. İlk kez Güneş tutulması gören bir çocuk gibi gözlerini pencereden ayıramıyordu. Şurada mavi bir hat, onu izleyen beş ayrı renkten oluşan cümbüş, kırmızıyla turuncunun uyumlu dansı. Hız yapan bir araba, trafik ışıklarını ne kadar görebilirse onun yüzlerce katı hızla bir an görünüp, ardından kayboluyordu.. evren ne kadar da güzeldi. Bu anı hiç bırakmak istemedi, sonsuza kadar, önünde bir oluşup bir yok olan ışık selini izleyebilirdi.

Ancak bir kaç saniye sonra yolculuk bittiğinde, kendisini daha da şaşkınlık verici bir şeyin karşısında buldu. Milyonlarca ve milyarlarca yıldızın ışığıyla yıkanan, kelimelerle anlatılmayacak kadar büyük bir yapı uzayın içinde süzülüyordu. Üstünde yükselen onlarca kilometrelik gökdelenlerin küçücük çimenler gibi kaldığı metal küre, üstüne düşen ışığın tamamını bastıracak şekilde her yerinden sarımtırak ışıklar yayıyordu. Bir an sonra anlamıştı ki, onların kaynağı koca bir habitat olan kürede yaşayan canlıların aydınlatmasıydı sadece. Sanki evrenin ortasına yerleştirilmiş bir anıt gibi ışıldayarak, doğa harikası yıldızlara meydan okuyordu.

"Galaksideki en gelişmiş altı tür bir araya gelince böyle bir şey ortaya çıkıyor," dedi Veritas, ardından gözlerini kısarak bir noktaya odaklandı ve önündeki panelde bir düğmeye bastı.

"Başkent, burası Feinar gemisi. Neler oluyor? Alfa sektöründe kızıl bir nokta görüyorum," dedi.

"Feinar, burası Başkent. Kiminle konuşuyorum?" diye bir soru geldi.

"Leivarha'nın Veritas'ı," diye yanıtladı, mavi kadın.

"Veritas! Ben Komutan Kiu. İyi ki geldin... kısa tutacağım. Konsey'den bir kişi suikaste uğradı. İniş yaptığında derhal yanıma gel," dedikten sonra, bağlantı kesildi.

"Bu hiç iyi değil," diyen kadın, arkasına yaslanarak gemiyi limanlardan birine yönlendirdi.

Aletheia, kadının ilk kez bir şeyden rahatsız olduğunu görmüştü.
Başlık: Ynt: Aletheia
Gönderen: Celebhol - 03 Nisan 2017, 20:21:49
Bölüm 22 - Naksh

Limana inmiş gemiden ayrılan Aletheia ve Veritas metal zeminin üstünde yürürlerken, kadın sadağı ve yayını yanına almıştı. Kız, normal boyutta olan sadağın içinde yüzlerce ok barındırdığını öğrenmişti. Bunu sağlayan ise, sadaktaki okların incecik bir formda olmasıydı. Çıkarılır çıkarılmaz genişlemek üzere tasarlanmışlardı. Aynı zamanda, ilk başta metal zannetiği bu nesnelerin, Veritas'ın deyimiyle "karbonfiber benzeri bir maddeden" yapıldığını da öğrenmişti. Şaşırmıştı çünkü siyah, parlak oklar hiç de öyle görünmüyordu.

İkili, iki yana açılan kemerli bir kapıdan geçtiği sırada, yüzleri dahil her yeri zırhlarla kaplı kişiler karşıladı onları. Kimisi kısa, kimisi çok uzun olan bu canlıların -zırhın dışından bile- birden fazla türü içerdiği belli oluyordu. 1.80 civarı iki tanesinin dizleri geriye kıvrılıyordu, 1.60 olan başka birisi ise eğilmiş şekilde ellerinden destek alıyordu. Dördüncü ise insana benziyordu, en azından giydiği gri zırhın dışından öyle görünüyordu.

"Hoş geldiniz. Komutan Kiu sizi bekliyor," dedi, humanoid olan.

Dörtülünün ona ilgiyle baktığını fark etti kız, ilk kez bir insan görüyorlardı herhalde.

"Güzelliğe bak," dedi içlerinden birisi ve gülüştüler.

Gri üstüne lacivert işlemeli zırhıyla rütbece onlardan üstün duran humanoid, miğferli kafasını çevirip onlara bakınca sus pus olmuşlardı.

"Bu barış zamanlarında işini ciddiye kalan asker bulmak zor," dedi ve ikiliye rehberlik ederek onları aydınlık koridordan geçirmeye koyuldu.

"Onlar ilk kez mi bir insan görüyor?" diye doğrulamak için sordu, kız, Veritas'a.

"Evet, hanımefendi. Mazur görün, sizin türünüz galakside pek de bilinmiyor," diye gri zırhlı adam -sesinden öyle olduğunu tahmin ediyordu- cevaplamıştı onu.

"Kız bunun nedenini tahmin edebiliyor mu?" diye sordu, Veritas.

"Varlığımız tamamen gizli değil anladığım kadarıyla. Yani insanlığın varlığından haberi olan kişiler var. Tahmin etmem gerekirse, yeterince gelişmemiş türleri koruyan galaktik bir kanun olmalı," dedi, Aletheia.

"Doğru tahmin ettiniz. Galaktik Konsey oluştuktan sonra ilk çıkan yasalardan birisiydi. Doğal hayata karışmak kesinlikle iyi bir şey değil," diyen adam, ardından susarak yola devam etti.

Ancak, onun her şeyi söylemediğini düşünüyordu kız. İnsanlık ve benzeri "gelişmemiş" türleri bir sınama yolu da olmalıydı bu. Sonuçta her teknolojik gelişme, o uygarlık için bir sınavdı ve bunu geçemeyen türler eninde sonunda kendilerini yok ediyorlardı. Bir nevi doğal seçilim, diye düşündü, ve eğer bu seçilimi geçemezsek galaksideki diğer başarılı canlılarla iletişim kurmayı da hak etmiyoruz o zaman.

"Apokhsaj ne peki?" diye sordu fakat adam anlamayarak ona bakmıştı.

"Kız güzel noktaya parmak bastı," dedi Veritas, demek istediğini kavrayarak "Apokhsaj bu sınavı geçen bir tür değil. Leivarhanın yüz karası."

"Nasıl yani?" diyerek, kadının soru-cevap oyununa dahil oldu.

"Leivarha ile Apokhsaj aynı gezegende evrilmiş iki ayrı tür. Biz yeterli gelişimi gösterdiğimiz halde onlar hala vahşilikleri içinde kendini kaybetmişti. Leivarha ilk kez diğer galaktik türlerle iletişim kurduğundaysa, doğal olarak lafı gezegende yayıldı. Bizden çaldıkları gemilerle yolladıkları ajanlarla diğer türlerin teknolojisini ele geçiren Apokhsaj, başka dünyaları işgal etmeye başladı," dedi, kadın.

"Bu yüzden mi o kanunu çıkardınız?" diye sordu, çırak.

"Evet. Ancak uygulamada başarısız olduk. Başkente gelmemin bir nedeni de bu. Leivarhanın elçisi çoktan durumu konseye bildirdi fakat birinci elden tanık olarak yaşadıklarımı anlatmam emredildi bana," diye cevaplamıştı, mavi kadın.

Bunu dediği esnada, gri zırhlı adam durarak onlara bir kapıyı göstermişti. Önünde bir nöbetçi bekleyen beyaz odaya girdiklerinde, koltukta oturan birisi karşıladı onları. Kambur şekilde, önündeki masaya kollarını dayamış, simsiyah derili kısa bir canlıydı bu. Geniş ve büyük gözlere sahip kafada hiç bir saç bulunmadığını fark etmişti, Aletheia.

"Veritas! Uzun zaman oldu," dedi, sevinmiş adam.

"Kiu, her zamanki gibi tembel tembel koltuğuna yayılmışsın," diye cevapladı, kadın.

"Yapma ama. Bir Naksh'ın bedeninin ayakta durmak için tasarlanmadığını biliyorsun," dedi, şakasına yakınan kısa adam "Yanındaki?"

"İnsan Aletheia, çırağım," dedi, mavi kadın.

"Çırak mı? Sen mi?" diyen yaratık kahkaha attı "Hem de bir insan! Senden tam da böyle bir şey beklerdim."

"Aletheia, bu Kiu. Eski bir arkadaşım," diye tanıttı "Kendisi bir Naksh'tır."

"Memnun oldum," diyen kız, elinde olmadan adama dik dik bakıyordu fakat Kiu bir kere bile gözlerini ona çevirmemişti.

"Bir insan için açık renkli derisi var. Duruşundan da son zamanlarda ağır fiziksel ve zihinsel aktivitede bulunduğu anlaşılıyor. Gri irisinin içinde, gözbebeklerinin etrafında sarı bir halka var... yanılmıyorsam insanlarda bu göz rengi pek de yaygın değil," dedi, Kiu.

Şaşıran Aletheia, adamın bunu nasıl bildiğini merak etti. Gözbebeklerini çevreleyen sarı halka sadece çok yakından ve doğru aydınlatma altında görülebiliyordu.

"Nasıl?" diye sordu.

"Bu siyah deriyi görüyor musun? Onun sayesinde her tarafımı görebiliyorum," dedi eğlenen adam.

Fotoreseptörler barındırıyor olmalı. Ayrıyetten derisinin karalığı ışığı daha iyi toplamak için herhalde. Vücudunun küçüklüğü yüzey/hacim alanını arttırmak için mi? Daha sonra buna bakmalıyım bir...

"Gözleri ve yüz kaslarının hareketine bakılırsa beni çözmeye çalışıyor. Sevdim bu insanı," dedi adam.

"Kızla uğraşmayı bırakırsan asıl konuya gelelim, Kiu," dedi kadın.

"Evet evet. Oturun," diyerek masanın önündeki bir çift koltuğu işaret etti.

"Konsey üyesi Jakir'i dün gece, odasında öldürülmüş halde bulduk..."