Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: RabenLied - 29 Ekim 2017, 23:58:31

Başlık: Kış'ın Şarkısı
Gönderen: RabenLied - 29 Ekim 2017, 23:58:31
Çok eskiden yazdığım ve tekrardan elden geçirmeye başladığım hikayemin ilk bölümü. Okul sağ olsun yeni bölümler çooook yavaş gelecek. Her neyse fazla uzatmayayım. İyi okumalar.

I
SİROKO


Yaklaşan kış ile birlikte akşamlar gittikçe soğumaya başlamıştı. Güzbitiminin son güneşinin ışığı puslu dağların ardından kızıl gökyüzünü terk ederken Kızılçam Sürüsü’nün kurtları boş midelerle gün batımını izliyorlardı. Bir haftadır ellerine doğru dürüst bir av geçmemişti.

Rüzgar, uçurumun hemen ucunda uzanmakta olan Kalima’yı hafifçe yaladı. Oldukça iri, bir o kadar da yaşlı bir kurttu. Griye çalan siyah renkte bir kürkü, kahverengi büyük gözleri ve parçalanıp kopmuş, sadece alt kısmı kalmış bir sağ kulağı-kulak denebilirse-vardı. Sürübaşıydı Kalima ancak yalnızdı, çünkü normal bir sürüye liderlik etmiyordu; bir aile olan çoğu sürünün aksine Kızılçam Sürüsü yolgezerlerden, sürgün edilmiş ya da ailesi ölmüş kurtlardan, oluşuyordu.

Sürünün yanbaşı olan Alser usulca Kalima'nın yanına sokulup “Yarınki av için nasıl bir plan düşünüyorsun?” diye sordu.

Kalima kadar olmasa da Alser de iri ve de güçlü bir kurttu. Sarı gözleri, simsiyah kürkünün altından altın sikkeler gibi ışıldıyordu. Son derece zeki, aynı zamanda kıyıdaki kayaları tırmalayan vahşi dalgalar kadar sert ve  saldırgan biriydi. Yine de Kalima'dan çekinirdi; o, kızgın olduğunu düşündüğünde gerçekten korktuğu tek kişiydi.

“Bu gece ava çıkacağız.” diye yanıtladı Kalima, gözlerini tek tük ağaçların oraya buraya dizildiği ovaya dikmişti. “Büyük bir şey yakalayamazsak haftaya anca leşimiz çıkar. Erişkin geyikler halen eski otlaklarında. Şansımız yaver gider de bir tane öldürebilirsek bizi en az üç hafta idare edecektir.”

“Bu gece neredeyse dolunay var.” dedi Alser. “İşleri bozacak ona şüphe yok. Ah, keşke daha düzgün bir zamana denk gelseydi. Galiba bulutlu bir hava ummaktan başka çaremiz yok.”

Kalima Alser'e döndü, “Herkesi bilgilendir, gecebaşında yola çıkacağız.” dedi.

Alser hiç bir şey söylemedi, arkasını döndü, Kalima'nın yanından yavaşça uzaklaştı. İki dakika sonra Ceygün karşısındaydı. Alser, kısa bir bakışmanın ardından “Ay çıkınca ava gidiyoruz.” diye söze girdi.

Ceygün Alser ile birlikte ikinci yanbaştı. Alser'den biraz daha küçük ve gençti, ancak yine de onunla yarışabilecek güçteydi. Kızıla çalan kahverengi bir kürkü vardı; sırtı ve kuyruğunun ucunda siyaha dönüyordu rengi. Gözleri ise açık kahverengi ile yeşil arasında gidip gelen bir renge sahipti.

Bir süre düşündükten sonra “Tamam.” diye yanıtladı. “Karnıç'a da haber verdin mi?”

“Hayır.” dedi Alser. “Şimdi gidecektim. Kafanı kemiren bir şey mi var?”

Ceygün esneyip “Bazen niye birlikteyiz diye düşünüyorum.” dedi. “Biz aile değiliz; hiç kimse de yemeğini paylaşmak istemiyor zaten.”

Alser sert bir bakış atıp “Gitmek istiyorsan defolup gidebilirsin.” diye karşılık verdi. “Aile kurabilecek olsaydım şimdi seninle burada olmazdım, ama gerçeği sen de biliyorsun ve senin aksine soyumu kurutmaya niyetim yok. Üç büyük boy ile etrafın çevriliyken bir dişi bulsan da düzgün bir in alanına varmak kolay değil.”

Sözünü bitirir bitirmez arkasını dönüp kuzeye doğru yürüdü. Ceygün, Alser'e hak veriyordu. Her ne kadar kurtlar bölgelerine giren yabancıları öldürse de-ki bunun temel nedeni yiyecek kıtlığıydı-başka canlıların yaşama hakkına saygı duyarlardı. Bu nedenle de kendilerinin veya ailelerinin hayatı söz konusu olmadıkça bir canlıya zarar vermezlerdi. Ancak hayatta kalmak asla kolay bir iş olmamıştı ve işte bu nedenden ötürü yolgezer sürülerinin bireyleri arasındaki gerginlik her daim yüksek olurdu; hal böyle olunca da çoğu yolgezer bu tip sürüler kurmaktan yahut onlara katılmaktan uzak dururdu.

Karnıç her zaman olduğu gibi uçurumun ucunda oturmuştu. Gümüşi bir kürkle kaplıydı tüm vücudu. Yalnız kalmayı severdi Karnıç, sürünün gerginliğinden uzak kalmak için iyi bir yöntemdi. Diğerleri tarafından biraz itilip kakılsa da pek aldırış etmezdi bu konuda. Edebilecek konumda da değildi gerçi; içlerindeki en çelimsiz kurttu ve tek başına hayatta kalma şansı diğerlerinin aksine yok denecek kadar azdı.

Karnıç, Alser'in kokusunu alır almaz ayağa kalkıp arkasını döndü ve başını eğerek onu selamladı. “Bu gece ava çıkıyoruz.” dedi Alser. “Şimdi iyi uyu, ayak bağı olursan senin için hoş olacağını sanmıyorum.” Sözünü bitirdikten sonra cevabını beklemeden Kaima'nın yanına döndü.

Kalima likenden beyaza dönmüş bir çam ağacının gölgesinde uzanmış, derin düşünceler içerisindeydi. Güneş artık ufuktan  kaybolmuş olsa da hava halen oldukça aydınlıktı. Alser, birkaç metre ötesinde oturup genişçe esnedi. Ardından “Bu gece av için nereye gideriz sence?” diye sordu.

“Güneydoğuya doğru yamaç aşağı inip oradan batıya döneriz diye düşünüyorum.” dedi Kalima. “Vadi boyunca zikzak çizerek on kilometre kadar ilerleriz. Eğer ki av bulamazsak, o zaman kuzeydoğuya doğru geri tırmanırız.”

Alser iç çekti, “İyi bir plan gibi duruyor.” dedi. “Umalım da ayılara rast gelmeyelim, veya başka bir boya. Neyse, ben biraz uyuyacağım. Gece olunca konuşuruz.”

Kalima bakışlarıyla onayladı. Bir süre boyunca vadiyi süzdü hafifçe. Sonra başını kollarına yaslayıp gözlerini yumdu ve çok geçmeden uykuya daldı.

Uyandığında gecenin çökmesinin ardından birkaç saat geçmişti. Ay, bulutlardan birini battaniye gibi üzerine çekmiş; ışığının çoğunu dünyadan saklamıştı. Gökyüzünün yarısı takım yıldızlarıyla deniz fenerleri gibi ışıldasa da hava oldukça karanlıktı. Kalima solgun gözlerle vadiye baktı. Buz gibi gece meltemini ciğerlerine çekip kendisine gelmek için gerindi. Birazcık da esnedikten sonra “Zaman geldi!” diye uludu. Yanıt çok gecikmedi; bir dakika içinde tüm sürü toparlanmıştı ve hemen ardından koşar adımlarla güney doğuya doğru inmeye başladılar.

Vadiye indiklerinde bulutlar biraz daha açılmış, bu nedenle de hava biraz daha aydınlıktı. Rüzgar, genelde olduğu gibi batıdan esiyordu vadi boyunca. Vadi, iki yamaç arasında yaklaşık on beş kilometre kadar uzanıyor; genişliği genişliği seksen ile yüz metre arasında gidip geliyordu. Bahar aylarında yemyeşil olan ölü otlar vadi boyunca yayılmıştı. Ağaçlar ise seyrekti, ancak yamaçlara doğru elli metre kadar çıkınca kızılçamlar ile karaçamlar sıklaşmaya başlıyordu. Daha önceden de planladıkları şekilde batıya döndüler. Henüz bir av kokusu yakalamamıştı burunları.

Sürü vadiyi tarayarak-iki yamaç arasında zikzaklar çizerek-bir saat kadar yol aldı. Artık hava iyice berraklaşmıştı. “Birkaç kilometre daha gidersek Kuşnak'ların topraklarına gireceğiz.” dedi Ceygün. “Hoş karşılanacağımızı da pek sanmıyorum. Ne yapıyoruz, Kalima?”
Kalima bir anlığına duraksadı. Sonra dönüp “Yapacak bir şey yok.” dedi. “Kuzey doğuya dönmek tek seçeneğimiz gibi duruyor. Belki geri döndükten sonra bir tur daha atarız ama şimdi onu düşünmenin sırası değil.”

“Desene bu av da elimiz boş döneceğiz.” diye silkindi Alser. “Böyle giderse haftaya anca leşimiz çıkar.”

Ceygün yanıt vermek istese de ortamı daha da gerginleştirmemek için sessiz kalmayı tercih etti. Moralleri bozuktu, ancak bu içlerindeki açlığı unutup vazgeçmeleri için bir neden değildi.

Yamacı çıkmaya devam ettiler. Yirmi dakika sonra başladıkları noktayla aralarında sadece yüz metre kalmıştı. Hiç biri bir şey bulacaklarını düşünmüyorken birden bir şey dikkatlerini çekti; kan izleri! İzler kuzey batıya doğru uzanıyor, ara ara birkaç metre boyunca kesilip tekrar devam ediyordu. Heyecanla izlere doğru koşup kızıla bürünmüş toprak ve otların üzerinde burunlarını gezdirdiler.

“Geyik...” dedi Karnıç. “Buradan geçeli bir saatten fazla olmamış. Burnum beni yanıltmıyorsa genç bir erkek.”

İzleri takip etmeye başladılar. Elli metrede bir yavaşlayıp izleri kokluyor, sonra tekrardan koşar adım izleri sürmeye devam ediyorlardı. On dakika gittikten sonra Kalma arkadakilere “İlginç bir durum.” dedi. “İzlerin dizilişine bakılırsa geyik sendeliyormuş, ve aynı zamanda da bir şeyden kaçıyormuş. Ancak çevrede başka herhangi bir ayak izi veya ona benzer bir iz yok. Ayrıca kanında salya kokusu yerine demire benzer bir koku var. Bu yarayı bir hayvan açmamış gibi duruyor.”

Alser “Haklısın.” diye onayladı. “En azından bir şeyden kaçtığı konusunda emin olabiliriz. Tek başına ölen bir geyiğin leşinin üstünde mutlaka kuzgunlar dolanırdı, fakat görünürde tek bir tane bile yok. Umalım da karşımıza kötü bir şey çıkmaz.”

İzleri yirmi dakika kadar daha takip ettikten sonra ağaçların iyice seyreldiği bir düzlüğe çıktılar. İçindeki taşlar ay ışığında parlayan sığ bir derecik önlerini kesiyordu. Karşı kıyının aşağı yukarı on beş metre ötesinde aradıkları leş, yarısı yenmiş bir şekilde uzanıyordu. Ancak bekledikleri manzara tam olarak bu değildi; burnu ve boynu kana bulanmış dişi bir kurt leşin yanı başındaydı. Bir yığın karga ise yerde kümelenmiş, leşten bir parça alma umuduyla bekleşiyorlardı.

Kurt başını yemekten kaldırıp gelenlere sert bir bakış attı. Güzel, kahverengi gözleri dolunayın mavi ışığında fener misali ışıldıyordu. Kürkü genel anlamda gri ile beyaz karışımındaydı; sırtına ve başının üstüne doğru önce boz sonra da siyaha bürünüyordu. O da Kızılçam kurtları gibi bir yolgezerdi, genç yaşına rağmen.

Sürünün dereyi geçip hafiften etrafına yayılmasına karşılık birkaç adım gerileyip “Bir avuç yolgezerin bir parça leş uğruna sürü kurup içli dışlı olması ne tuhaf?” dedi. “Leşi istiyorsanız sizin olsun. Dört kişiyle dövüşecek kadar aklımı yitirmedim.”

Kalima gözlerini yabancınınkilere kitledi. Kurdun bakışlarında olması gerektiğinin aksine korkudan eser yoktu. Meydan okurcasına alev alev parlıyorlardı. O bakışlar açıkça belli ediyorlardı; çetin bir kişiliğe sahip olduğu şüphesizdi. Birkaç adım ilerledi. “Sen de bizim gibi yolgezersin.” dedi Kalima. “Adın ne?”

Hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi kurt, “Sen kendininkini vermeden ismimi mi istiyorsun sürübaşı? Biz kimsenin toprağında değiliz; bundan yola çıkarak da bir hanım olarak önce senin ismini öğrenmek isterim. Ondan sonra tanışabiliriz diye düşünüyorum sizlerle.”
Alser ileri atılıp “Şansını fazla zorlama istersen.” diye hırladı. Kız, sert bir bakışla cevap verdi; beden dili her şeyi net bir şekilde ifade ediyordu.

Kalima iç çekip “Töreye uymak düşer o halde bize.” dedi. “Benim adım Kalima. Umarım artık bu güzelin adını öğrenebilirim.”

Alaycı bir gülümsemeyle cevap verdi kız, “Hıh, güzel  demek. Pekala o zaman; benim ismim Siroko.” diğerlerine döndü, “Sizler de isimlerinizi bahşederseniz tanışmamız için bir engel olacağını sanmıyorum beyler.”

Alser hafifçe sırıttı. “Ben Alser, hanımım.” arkadakilere dönerek “Bunlar da Ceygün ile Karnıç. Sizin yerinize konuştuğum için bozulmazsınız diye umuyorum.”

Siroko kuyruğunu iyicene indirip sürüye bir iki adım yanaştı. Ardından sırayla yanına gelip bir süre koklaştılar. Kurtla böyle tanışırdı. Birisinin-hatta bir şeyin-ne olduğunu kokusu belirlerdi. İsim sadece bir hitap biçimiydi ve genelde yabancılar arasında kullanılırdı. Kaldı ki bir kurt ilk yaş gününe dek ismini alamazdı. Hayatta kalmayı hak etmeyenlere isim vererek zaman harcamazdı kurtlar.

“Aileni terk edip eş aramaya çıkman için yanlış bir mevsim eğil mi?” diye sordu Ceygün. “Bizler uzun süredir yolgezeriz, fakat senin kokunla daha önce karşılaştığımı hiç anımsamıyorum.”

Siroko başını hafifçe yana eğip “Eş arayıp aramadığım bana kalsın isterseniz beyim.” diye cevap verdi. “Bu konu oldukça ilginizi çekiyor bakıyorum da. Ancak sizin yerinizde olsam pek umutlanmazdım. Her neyse, aç olduğunuz düşüncesindeyim. Karşılaşmamıza asıl neden olan bu yemeğe buyurmaz mıydınız?” Ardından bir köşeye çekilip uzandı ve diğerlerinin leşe girişmelerini seyretti.

Yarım saatlik yemeğin ardından herkes sonunda doymuştu. Kargalar, gürültülü patırtılı bir biçimde leşten arta kalan, oraya buraya saçılmış kemik parçalarını didikliyordu. Onca koşuşturmanın yorgunluğu ve de toklukla tüm kurtlar aralarında kayda değer bir mesafe ile uzanmış, kürklerine bulaşan kan, yağ, et ve benzeri artıkları yalıyorlardı.

Tüm bunlar olurken kapkara bir karaltı uzaklardan onları izlemekteydi. Yabancı, çok geçmeden Siroko'nun dikkatini çekmeyi başardı. Birdenbire tüm bedenini rahatsız edici bir duygu kaplamıştı. Başını hafifçe kaldırıp solgun bakışlarla süzdü gölgelere bürünmüş figürü. Sanki birisi, ıslak ıslak, yardım dilenircesine bakıyordu kendisine. Neden böyle hissettiği hakkında en ufak fikri dahi yoktu. Bir anlığına gözlerini kırptı; karaltı artık orada değildi. Sanki hiç var olmamış gibiydi. Siroko iç çekti. Bakışlarını diğerlerine çevirdi. Oldukça sakindiler; kendi hallerinde yalanmayı sürdürüyorlardı. “Yorgunluktan olsa gerek, düş görüyor olmalıyım.” diye düşündü kendince. Minik bir esnemenin ardından başını soğuk ve nemli toprağa yasladı. Az önce gördüğü, hissettiği her ne idiyse aklından bir türlü atamıyordu. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu bununla ilgili. Gözlerini usulca yumdu ve kısa bir süre sonra uykuya daldı. Diğerleri de çok geçmeden onu takip etti.

Alser gözlerini açtığında havaya loş bir aydınlık egemendi. Yıldızlar artık görünmüyor olsa da güneşin ufuktan yükselmesine daha vardı. Biraz gerindikten sonra şöyle bir çevresine bakındı. Karnıç her zaman olduğu gibi herkesten önce uyanmış, ormanın içinde, gözden uzak bir köşede dinleniyordu; ancak yine de sürü hareketlenecek olursa haberi olacak kadar yakındı. Onun dışında herkes mışıl mışıl uyumaktaydı daha, ancak tan ağarmadan önce uyanacaklarını biliyordu.

Bakışlarını Siroko'ya devirdi. Bir süre masum masum uyuyan kızı izledi dalgın gözlerle. “Hoş kızsın aslında,” dedi kendi kendine. “Keşke bu kadar dik başlı olmasan. Belki seninle bir gelecek düşünebilirdim.” Ardından ufka dönüp gündoğumunu beklemeye başladı.

Ceygün pek geçmeden uyandı. Alser bunu fark etse de arkasına bile dönmeden sadece soğuk bir “Hoşkalktın.” ile yetindi.

Ceygün, fazla aldırış etmeden “Sana da” diye karşılık verdi. Kısaca Kalima ile Siroko'yu süzüp “Sence de sevimli bir çift olmazlar mı?” dedi alaycı bir tonla.

Alser iç çekti. “Bakıyorum bu sabah çok neşelisin.” diye yanıtladı. “Gözümden kaçtı sanma, kızla ilgileniyorsun. Yalnız, onun için aynı şeyi söylemem pek de mümkün görünmüyor gibi. Sana tavsiyem, kıza fazla yılışma. Senin için hoş olacağını hiç düşünmüyorum.”

“Beni şaşırtan, senin böyle bir duruma bu kadar tepkisiz kalman.” dedi Ceygün. “Hep soyumu kurutmaya niyetli değilim demez miydin, Alser?”

Alser ayağa kalkıp Ceygün'e döndü ve “Bu konuşma giderek anlamsızlaşıyor.” dedi. “Buradan sonra sana bir şey demem faydasız. Ancak unutma, yolunu çizecek olan sensin.” Sonra tekrar arkasını dönüp oturdu.

Yarım saat sonra güneş sonunda kendisini dağların ardından kendisini göstermeye başladı hafif hafif. Gri gökyüzü birden alev aldı; kızıl oklar yeryüzünü okşayarak karanlığı yardılar. Bu ani aydınlıkla beraber Kalima ile Siroko da gözlerini açtı. Kısaca gerindikten sonra “Bu günkü planı şimdiden tartışsak iyi olur.” dedi Kalima. Siroko'ya döndü, “Bizimle gelmeyi düşünüyorsan sen de düşüncelerini sunabilirsin.” diye devam etti.

Siroko soğuk bir tonla “Büyük bir olasılıkla sizinle dolaşacağım gibi duruyor.” diye karşılık verdi. “Yalnız başıma dolaşmamın bana bir katkısı yok sonuçta. Hem belli mi olur, belki aranızdan birisiyle yuva bile kurabilirim.”

Bunun üzerine “Karnıç'ı çağıralım mı?” diye sordu Alser. Pek umurunda değildi aslında. Fakat yine de sorma zorunluluğundaymış gibi hissediyordu.

Kalima biraz düşündükten sonra “Gerek yok.” diye cevapladı. “Bizden uzak kalmak istiyorsa bir şey diyemem ancak böyle bir durum söz konusuysa da bizim kararlarımıza uyması gerekir.”

“Eh,” dedi Ceygün. “Öyle diyorsan öyle olsun. Her neyse, bence bu gün av peşinde koşuşturmamıza gerek yok. Ne de olsa hepimiz yeterince tokuz.”

“Katılıyorum.” diye araya girdi Alser. “Dünkü konak yerimize doğru yavaş yavaş, dinlene dinlene yürüyelim derim. Sonra belki güneye, vadi içlerine ineriz duruma bağlı olarak.”

Siroko hafifçe iç çekti.”Buraları siz benden iyi biliyorsunuz; bu yüzden ne karar verdiyseniz ona uyarım.” diye yanıtladı.

“Karar verildi anlaşılan.” dedi Ceygün. Bir anlığına duraksadı. Sonra devam etti, “Karnıç'ı bilgilendireyim m?” Kalima onaylar bir biçimde başını salladı. Ceygün “Gidiyoruz!” diye uludu. “Gelmek istiyorsan çabuk ol! Seni beklemeyeceğimizi düşünme!” Ardından dördü birlikte güney doğuya doğru yürümeye başladılar.

Karnıç çağrıyı alır almaz son hız onlara doğru koşmaya başladı. Beş dakika sonra yanlarındaydı. Geldiğinin farkında olduklarını biliyordu. Hiçbir söz söylemeden grubu en arkadan usulca takip etti sadece.

Siroko'nun gelmesiyle birlikte tüm sürü değişmişti. Bu birlikteliğin fazla sürmeyeceği besbelliydi. Öyle ya da böyle Kızılçam Sürüsü dağılacaktı. Dağılmaya başlamıştı bile. Hepsi bunun son derecede farkındaydı. Tek başlarına kaldıklarında bir yıl daha sağ kalıp kalmayacakları konusunda ise hiçbir fikirleri yoktu. Ancak hayatta bu kadar yol geldikten sonra soylarını devam ettirememeleri pek de olası değildi. Yine de ellerindeki tek seçenek bekleyip görmekti.

Buz gibi sabah meltemi, güneyden sakin sakin esiyordu. Sürü, artık ormanın iyice derinliklerine dalmıştı. Ağaçlar tekrar sıklaşmış, toprak kozalak, dal ve ölü yapraklarla kaplıydı. Ortalık sakindi. Üç beş kuş cıvıltısı haricinde orman son derece sessizdi; ancak yine de kargaların bağırışmaları arada bir olsa da bu sessizliği bozmaya yetiyordu. Güneş hala fazla yükselmemişti. Dolayısıyla orman çok olmasa da karanlık sayılabilecek kadar ışıksızdı.

Bir buçuk saat kadar gittikten sonra elli metrelik sarp bir yamaç tarafından yolları kesildi. Uçurumun sol ucunda ulu bir çınar ağacı vadiye doğru hafifçe yatmış bir şekilde yükseliyordu. Grimtrak kahverengi gövdesi onlarca yılın üzerinden kıvrım kıvrım olmuştu ve üç metreden kalındı. Ağacın neredeyse tüm altı kısmı liken ve yosunla kaplıydı. Türlü türlü mantar, kökleri arasına kent kurmuş gibi oradan buradan fışkırıyordu. Etrafları-şimdi çıplak olan dalları bir zamanlar yeşille kaplayan-kızıl yapraklarla çevriliydi.

“İşte!” dedi Kalima. “Bizim konağa geldik. Büyük olasılıkla günün geri kalanında burada mayışmaktan başka bir şey yapmayacağız gerçi. En azından başka bir konak aramakla zaman harcamayacağız.”

Siroko şöyle bir etrafına bakındı. “Eh,” dedi. “Yani şimdi olabilecek en uygun yer değil ama yeterli gibi duruyor. Üç boyun ortasında sıkışıp kalmış olmak kesinlikle hiç hoş değil ancak sonuçta elden bir şey gelmez.” Vadiye karşı uzandı. Birkaç dakika boyunca vadiyi seyretti. Sonra tekrar konuştu; “Kış neler getirecek, göreceğiz artık.”

Kış hiç şüphesiz kapıdaydı. Soğuğa yenik düşenler olacaktı, açlığa ve kara. Kış acı yüzünü dünyaya bir kez daha gösterecekti; ve yeryüzü tekrardan griyle, beyazla ve kanla boyanacaktı.