Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Roselyn - 10 Şubat 2010, 18:33:59

Başlık: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 10 Şubat 2010, 18:33:59
(http://i62.photobucket.com/albums/h97/little_winged/rs_header.jpg)

Rosemary kendimi sınamak için, biraz da son zamanlarda okuduğum ve izlediğim şeylerin bünyemdeki yaratıcı kısımları aktive etmesiyle beraber oluşmuş bir hikaye. Azıcık Adramelech'in Gölge hikayesinden esinlenmiş olabilirim yazım tarzı olarak, biraz da Sherlock Holmes'un geçtiği zamanların etkisi var. Konseptin yanlış anlaşılmaması için pilot bölümümüz iki bölüm birden şeklinde olacak =)

--------------------------------
Günümüz...

"RAVEN!" Bir kadının kızgın sesi gürledi yemek salonunda.

"Buyrun hanımım?" Uzun siyah saçları düzgünce toplanmış bir adam yavaş adımlarla odaya girip, başı öne eğik sessizce durdu.

"Bu ne?!"

Adam hafifçe gözlerini yukarı çevirip, kadının gösterdiğine baktı; kahvaltısı için hazırladığı yumurtaydı bu. "Kahvaltınız için hazırladığım yumurta, hanımım."

Masadaki tabağı bir anda yüzünde buldu adam; desenli ince porselen tabak yere düşüp tuzla buz olurken, yanaklarından akan yumurtaya hiçbir tepki vermedi. Yüzü mahçup bir ifade takınmıştı ve olduğu yere büzüldü iyice. "Sizi hoşnut etmeyen nedir, hanımım?"

"Peynirli istemiştim. PEYNİRLİ!" Kadın, sertçe masaya vurdu elini. "Bu o kalın kafana ne zaman sokacaksın?!"

"Bir daha olmayacak. Hemen istediğiniz gibi yenisini hazırlıyorum hanımım. Kendimi size affettirmek için başka ne yapabilirim?"

"Krep. Ekstra vanilya ve çikolata sosuyla. " Uzun, manikürlü tırnaklarını çenesine dayadı bir an, yeşil gözleri adamı süzdü. "Diz çök." diye emir verdi. Adam gözleri hala yere çevrili bir biçimde dizleri üzerine çökerken kadın sakince ayağa kalktı, adama doğru yürüdü. Topukları ahşap zemin üerinde takırtılar çıkarırken, adam korkuyla titredi. Kadının bordo ojeli tırnakları sertçe kulağını kavradı ve yere doğru ittirdi adamın kafasını. "Ye."

"Hemen, hanımım."

Adam itaatkar bir biçimde yerdeki yumurtayı yerken, kadın adamın kafasına topuğuyla bastırmaya devam etti. Tatmin olduğunda elleri adamın arkadan toplu saçını kavrayıp çekti ve yüzüne baktı. "Umarım bu sana bir ders olmuştur, pet."

Adam korkuyla başını salladı ama bir yandan kızıl saçlı kadının porselen bir bebeği andıran yüzünü bu kadar yakından görebildiği için gülümsemeden edemedi. Nitekin kadın düşüncelerini sezmiş, okkalı bir tokatla ödüllendirmişti onu. "Acele et. Mutfağa, şimdi! Açım." Adamın saçlarını bıraktıktan sonra çizmesinin ucuyla poposunu tekmeledi.

Çabucak toparlanarak ayağa kalkan adam hızlı adımlarla mutfağa yollanırken kadının arkasından "Kahvemi unutma!" diye bağırdığını duyabiliyordu.

Kadın kıkırdayıp masaya geri döndü, üzerine tereyağı sürülmüş ekmeği kemirirken, kenarda duran kitabı kurcalamaya devam etti.

"Fazla sert davranıyorsun ona." diye geçti aklından bir an. "Ama bunu hak etmişti, hem, bundan hoşlanıyor biliyorsun." "Belki, ama bu yaptığını onayladığım anlamına gelmiyor." "Lütfen, o da ölecek diğerleri gibi. Benim elimden ya da bir kazadan olmasa bile, maksimum 80yıl. Bizimkine oranla yaşadığı bu kısa süreyi onun için çekilebilir hale getiriyorum, daha ne yapabilirim? Barınacak bir evi, yiyebilecek yemeği, özel tasarım giysileri var. Bana hizmet ettiği için minnettar olmalı." "Eminim oluyordur Mary."

Çok geçmeden Raven sıcacık bir tabak peynirli yumurta koydu kadının önüne, kocaman bir kupa kahve hazırlamıştı ve hemen ardından çikolata sosuyla tatlandırdığı krepler hazır bekliyordu. Tüm tabakları özenle süslemişti adam kendini affettirebilmek için.

"Afferim..." Mary gülümseyerek hafifçe okşadı adamın kafasını. "Çekilebilirsin."

Adam başını sallayarak onayladı ve kadını kahvaltısıyla baş başa bıraktı. Kırmızı bir kurdele ile bağlanmış rulo halindeki gazeteye uzandı, kahvesinden koca bir yudum alırken haberlere göz gezdirdi. Belki bugün. . . belki bugün bulabilirdi bir ipucu. . .

***

Siz insanların yaşayabileceğinden fazlasıyla uzun yaşadım. Bilmiyorum, garip geliyor bana, doğuyorlar, büyüyorlar, ölüyorlar? Ben de doğdum. Hem de iki kere. İkisi de birbirinden önemliydi benim için.

Fiziksel doğumum 1832'de, Kuzey İrlanda'nın ufak bir kasabasında oldu. Orta halli bir çiftçinin karısıydı annem. Uzun, buğday sarısı saçları vardı, fakat ben muhtemelen babama çekmiştim ki saçlarım o kadar açık renkli değildi. Ne annemin adını ne de annemin bana verdiği adı hatırlıyorum şu an. Ama muhtemelen güzeldi, çünkü güzel bir kadındı annem.

Babamı tanımaya hiç fırsatım olmadı. Ben iki yaşındayken bir gün hasatı şehre götürmeye çıktığında, bir grup hırsızın hedefi olmuştu. Büyük kıtlık vardı o sıralar, daha dikkatli olması gerekirdi zavallı babamın. Gözlerini bile kırpmadan deşmişlerdi adamın bedenini, bir çuval gibi kenara atmışlardı sonra, at arabasını ise alıp götürmüşlerdi. Cesedi bir kaç gün sonra aynı yolu kullanmakta olan bir komşumuz bulmuştu. Zavallı annem, ne yapacağını bilmez bir biçimde öylece oturmuştu günlerce mutfakta. Daima lahana kokan yan komşumuzun bana baktığını hatırlıyorum, bana yemek yedirmeye çalışıyordu.

Kendini toparladıktan sonra büyük annemin yanına göç etmeye karar vermişti annem, beni apar topar İtalya'ya götürdü. Bologna'nın ücra bir köşesindeki ufak bir kasabaydı büyük annemin yaşadığı yer. Yoğun Hıristiyan bağnazlarının bulunduğu, etrafı ufak ufak kiliselerle çevrili bir kasaba. İlk adımımı attığımda ürkünç gelmişti, hatırladığımda hala ürkerim. Garip, iki yaşında bir velet olmama rağmen, hatırlıyorum çoğu şeyi. Mesela, papazların vaazları sokakta yankılanırdı hep, annemi gördüklerinde fısıldaşmalar başlardı. Ve çok geçmeden nedeni de anlaşıldı.

Ben dört yaşımdaydım ve annemin güzel kokusunun yerini artık yanık et kokusu almıştı. Bir anda başka bir ülkeden göç eden bu kadın nasıl iyi bir hıristiyan olabilirdi! Şeytandan çocuk peydahlamıştı! Dokunduğu verimli toprak ölüyor, su aldığı kuyular kuruyordu! Yakılmalıydı bu cadı evet! Hatta minik piçini de yanında yakmalıydılar!

Ama hayır, annesinin yakılışını gören bu minik kız, büyüdüğünde çok iyi bir hıristiyan olacak, kendini kapattığı kilisede ibadetlerle doğru yolu bulacaktı. Nitekim annemin ölümüne dayanamayan büyük anneme inme indi ve kendine bile bakamaz duruma geldi, bu durumda ben ya yetimhaneye gidecektim ya da beni bir manastıra yollayacaklardı.

1846'ya kadar, Bologna'da büyük bir manastıra bağlı bir yetimhanede kaldım. 14yaşındaydım artık, Tanrı'nın yolunda yürüyor, sürekli dua ediyor, günlük işleri yapıyor ve yaşadığım her güne şükranlarımı sunuyordum. Böyle çalışmaya ve ibadet etmeye devam edersem, bir gün baş rahibe olabileceğim konusunda beni yüreklendiriyordu rahibeler, bana gülümseyerek bakıyorlardı, örnek bir çocuktum çünkü.

Ta ki, o yaz, kiliseye gelen siyahlar içindeki bir grup adam ile tanışana kadar.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: mimoza - 10 Şubat 2010, 18:41:03
Son derece güzel bir yazı oldu 2. bolum dahada hosuma gıttı açıkcası konu güzel anlatış biçmin bana göre ilginç ama güzel devamı varmı ? yoksa tek miydi bu konu? Başarılar... Saygılar...
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 10 Şubat 2010, 18:43:18
Yaklaşık bir 7-8 bölüm kadar yazdım, elimde mevcut. Ama elimdeki bölümleri bir anda boca etmektense, stoğumu yavaş yavaş tüketmeyi tercih edeceğim burada. Zira bir günde 8-9 bölüm yükleyip göz korkutmak istemiyorum hem de tadına varmak için biraz zaman geçmesi gerekebilir üstünden.

Ama biraz uzun soluklu olabilecek bir hikaye bu. Ne kadar sürer bir tahminim yok ancak çift hikaye olarak gidiyor; Rosemary'nin ilk hayatı ve ikinci hayatı şeklinde.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: DarLy OpuS - 10 Şubat 2010, 19:41:53
Selamlar,

Öyküne gerçekten güzel bir giriş yapmışsın. Anlatımın okuyucuda okuma isteğini devamlı olarak üst seviyede tutuyor. Çift kişilik olayı da her zaman hoşuma gitmiştir. Bakalım, merakla bekliyorum... :)
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 10 Şubat 2010, 22:39:31
Çift kişilik denebilir mi emin değilim. Denebilir tabii ama açıklama yaparsam spoiler olur =)

Hikayenin geçmişi anlatan kısmını özellikle açık bırakmayı seviyorum, insanlara biraz düşünme payı bırakmak için. Merak uyandırmak için tabii bir de. Olabildiğince sadece yazmaya çalışıyorum sıkmamak için okuyucuyu.

Yeni bir şey bu hikaye benim için. Hadi bakalım ^^
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Amras Ringeril - 11 Şubat 2010, 01:08:02
İlginç bir hikaye gibi gidiyor şimdilik kendine çeken bir anlatımı olduğu doğru. Merak ettirip okutuyor sonuna kadar. Gölge'den etkilendiğinizi söylediğiniz için umuyorum vampir temasına girmez öykü, tabi içerik size ait :)

Anlatım başlarda öyküden çok tiyatro gibi gelmişti, son kısım hoşmuş epey.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 11 Şubat 2010, 02:37:43
Vampir temasına girmeyecek hayır =) Ama karanlık, world of darkness tadında bir şeylere girecek ister istemez [zaten baş karakterimiz dominatrix, ne kadar hafif bir şey olabilir ki?]

İlk bölüm pek hikayenin gidişini temsil edemediği için iki bölümü birleştirerek koydum zaten =) Teşekkürler destek için bir de, okunduğunu bilmek çok güzel ^^
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Malkavian - 11 Şubat 2010, 10:54:20
Oh oh ne güzel sonunda Unutulmuş Diyarlar tadını alabildiğimiz hikayeler gelmeye başladı. Yazın oldukça başarılı. Bu tip kasvetli hikayelerde tasvirler çok önemli ve sen konuşma aralarını yeteri kadar tasvirle süslemişsin. Karakterin kendi ağzından yazdığı kısım da oldukça hoşuma gitti yazılarının devamını merakla bekliyorum. Kalemine sağlık.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: - 11 Şubat 2010, 21:56:40
Okuduğum her satırda bi sonraki satıra geçmek istedim. Çok güzel bir hikaye devamını dört gözle bekliyorum umarım ara çok uzun olmaz :)
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 11 Şubat 2010, 23:44:35
Yorumlar için çok teşekkürler. Hikayemiz bu dünyada geçiyor, benim temel konseptim olan Düş'ün paralel bir evreni ama bu dünya =) Zaman gel gitleri yaparken biraz araştırma yapıyorum hangi dönemde ne olmuş diye, destekli olması için çabalıyorum, umarım başarıyorumdur.

---

"Lütfen beyfendilere etrafı göster kızkardeş." dedi rahibelerden birisi. Eteklerimin ucundan tutup hafifçe eğildim, selam verdim.

"Hoşgeldiniz, lütfen beni takip edin."

Oniki kişilerdi, tam bir düzine. Yaşları 18 ile 50 arasındaydı bu beyefendilerin. Hepsi siyah takımelbiseler giymişti, siyah şapkalar takmıştı ve ellerinde son moda olan bastonlardan vardı. İçlerinden bir kaçının ellerinde deri eldivenler gözüme çarptı. Görmeye alışık olduğum düşük ya da orta tabaka halktan değillerdi. Aksanlarından İtalyan olmadıklarını rahatça çıkarabiliyordum.

Çocukluğumdan beri arşınladığım koridorlarda yolumu bulmak kolaydı benim için. Gözlerim kapalı bile bulabilirdim yolumu ki, etrafı anlatarak bu beyfendileri gezdirmek çok eğlenceli gelmişti bana. Avlu, bahçe, yemek salonu, şapel, mutfak... Yıllardır her bir saniyemi geçirdiğim yerler...

En sonunda baş rahibenin odasında durduk. Baş rahibe de, konuklar da uygun bulmadığı için yatakhanelere girilmemişti. Konuklar baş rahibenin odasındaki koltuklara otururken, ben çay ve ikram getirmek üzere mutfağa yollandım. Beyefendilerin en yaşlısı, ki bu kır saçlı, kafasının tepesi açık, gri gözlü, gençliğinde pek yakışıklı olduğunu düşündüğüm bir beyefendiydi, baş rahibe ile hararetlice bir şey tartışıyordu. Sanırım benim doğma büyüme İtalyan olduğumu düşündüklerinden, ingizlice anlamayacağımı düşünüyorlardı fakat biliyordum ve konuşulanları yarım yamalak da olsa anlıyordum. Bu beyfendilerin yeni kuracakları bir kilise için rahibelere ihtiyaçları vardı ve aldıkları belgelere göre bizim kilisemizden genç rahibelerin atanması rica ediliyordu. Daha önce hiç böyle bir şey duymadığım için garipsedim, ama sesimi çıkarmadım.

Yeni demlenmiş bir demlik çayı getirip, beyefendilerin fincanlarını doldururken, hepsinin tek tek bana baktıklarını fark ettim. Öğretildiği gibi başımı eğdim, gözlerimi kaçırdım. Tam doğrulup odadan çıkacaktım ki, beyefendilerin en genci, doldurduğum fincanı kenara koyup bileğimi yakaladı, diğer eliyle çenemi tutup başımı çevirdi ve gözlerime uzun uzun baktı. İlk başta gözlerimi kaçırdım ama bakmam için zorladı beni. Gözler yoktu sanki, simsiyah bir derinlik vardı gözbebeklerinin derinliklerinde. Hipnotize olmuş gibi bakakaldım ve elimi sertçe serbest bırakınca kendime geldim ancak. Binbir özür diledikten sonra başımı eğip kaçarcasına odadan kaçtım.

O zamanlarda, bu ufacık olayın belki de kaderimi değiştireceğinden habersizdim...
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 13 Şubat 2010, 18:21:11
Beyfendiler manastırımızda bir buçuk hafta kaldılar. Yatakhane binamızın batı kanadı, sadece onların için ayrılmıştı. Yemekleri özel olarak odalarına gidiyor, gün içinde rahatsız edilmek istemiyorlardı. Batı kanadına izinsiz girmemiz yasaktı. Geceleri garip seslerin geldiğini duyar gibi olur kokardım ama, aldırış etmezdim; baş rahibenin bir bildiği olmalıydı.

Bir buçuk haftanın sonunda beyfendiler baş rahibeye bir liste verdiler. Anlaşılan tüm vakitlerinde rahibeleri incelemişler, uygun adayların bir listesini çıkarmışlardı. Tam iki düzineydi, bir de şaşırtıcı bir şekilde ben. O gece tüm eşyalarımızı, ki aslında bir çift kıyafet dışında özel eşya bulundurulmamıza izin verilmiyordu, toparlayıp vedalarımızı etmemiz istendi; İngiltere'ye gidiyorduk ve muhtemelen geri dönmemiz zor olacaktı. Benim için dert değildi; akrabam olmadığı için herhangi bir yeri evim olarak kabul etmek kolaydı. Bağ kurmamak gerektiğini küçük yaşta zor bir yoldan öğrenmiştim.

Ertesi sabah erkenden yola çıktık. Herkes heyecanlıydı; kurulacak yeni bir kilise için seçilmek! Benim için hava değişiminden öte bir şey değildi bu yolculuk; ana vatanımın yakınına gidiyordum. Kim bilir, belki yeterince dua edersem oraları tekrar görebilirdim bir gün? Onun dışında ne yiyceklerdi acaba, hava nasıl olacaktı? Orada nasıl davranacaktı bizlere?

Uzun süren bir yolculuktan sonra Londra'ya vardık. Beyfendilerden altı tanesi bizden ayrıldı, kalanlar ise bizi yeniden toparlayıp arabalara bindirdiler. Anlaşılan şehrin uzağında, kırsalda bir yerde efendilerden birinin toprağı vardı ve oradaki kilisede görevli olacaktık. Bir an garipsedim bu durumu; 25 rahibe gerçekten gerekli miydi ufak bir kırsal kilisesi için?

Şu an düşünüyorum da, keşke daha derin düşünseymişim; o zaman belki olacakları engelleyebilirdim.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Berre - 13 Şubat 2010, 19:53:14
Çok güzel ilerleyen bir hikâye. Tüm bölümleri bir çırpıda okudum. Devamını merakla bekliyorum.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Baal Adramelech - 13 Şubat 2010, 20:50:18
Bölümleri birleştirerek yaz veya uzat bence =) Güzel gidiyor, en kısa zamanda devamını istiyorum =)
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 14 Şubat 2010, 00:21:04
berre; Teşekkür ederim ^^ bakalım, daha yeni bölüm yazamadım, eski bölümleri taşıyorum.

Adra; varolan bölümleri uzatmayı planlamıyorum. Ama yeni yazacağım bölümleri daha uzun tutabilirim sanırım. Bir yandan bölümleri birleştirerek yazarsam fazla uzun olup da insanları sıkar mı diye korkuma her bir bölümü ayrı ayrı koyuyorum.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: DarLy OpuS - 14 Şubat 2010, 01:11:22
Gayet güzel gidiyorsun. Uzun ya da kısa, öykünün her şekilde kendisini okutacağını düşünüyorum. Ellerine sağlık, devam et, lütfen. :)
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 14 Şubat 2010, 17:22:32
"... Ve şimdi hava durumu!"

Kızıl saçlı kadın battaniyesine sarınıp televizyonun kumandasına uzandı, yüzünde hayal kırıklığı içeren bir ifadeyle televizyonu kapattı, arkasını yaslanıp gözlerini kapadı. Haberlerde gene ilgisini çekebilecek bir şey yoktu. Hiç bir şey olmuyordu bugünlerde, klasik cinayetler, felaket haberleri, politika, kriz. . . Hayır, hayır, daha pes edemezdi.

"Raven, kitaplarımı getir." diye seslendi. "El aynam ve tarağımı da."

Bütün bunların yanısıra, bir bardak tarçınlı sıcak çikolata getirmişti adam. Mary kitaplardan birini aralayarak kaldığı yeri aranırken, Raven gümüş tarağı alarak sahibesinin saçlarını taramaya başlamıştı.

"Yeni kitaplarım ne zaman gelecek?"

"Kargoya verilmiş, hanımım. En geç yarın elinize ulaşır."

Durgunlaştı. "Buradan çok sıkıldım. Hiçbir şey yok. Onun burada olduğuna dair en ufak bir ip ucu bile yok.""Raven, akşam yemeği için balık istiyorum."

"Bunun için çarşıya inmam gerek hanımım."

"O zaman acele et ve çarşıya in."

"Peki hanımım." Adam itaatkar bir biçimde tarağı kadının yanına bıraktı, eksik bir şey var mı diye kontrol etti, ceketini alarak evden dışarı çıktı. Kafasında kullanacağı baharatları kurmaya başlamıştı bile...

O dışarı çıktığında Mary ayağa kalkıp çalışma masasına doğru yürüdü. Kilitli çekmeceyi açarak içinden deri kaplı defterini çıkardı, sayfaları karıştırmaya başladı; çok eski bir defterdi bu, eğer bulunsa belki incelemek için tarihçilerin elinden kaparak alacakları bir defter. Viktoryan döneminden kalma, eski ingilizce ile yazılmış, tarihi birinci gözden anlatan bir defter. . .

"Yıllardır izini bulamadın onun, şimdi nasıl bulmayı düşünüyorsun?" "Mutlaka bir iz bırakmış olmalı." "Hem bulsan ne yapacaksın ki?" "Bana yaptığını tersine çevirmesini isteyeceğim." "Bunun için benimle de konuşabilirsin." "Seninle pazarlığımız bitti. Ben sana borçlu çıktım." "Evet, ve sanırım bu yüzden bir daha benle pazarlığa oturmak istemiyorsun..." "Çünkü bir işe yaramayacağını biliyorum."

Sayfaların birinde durdu; siyah beyaz, eski bir fotoğraf iliştirilmişti bu sayfaya. Heyecanla karalanmış bir kaç cümle karalanmıştı, ama o kadar titrek bir eldi ki yazan, okunamıyordu artık geçen zamanın verdiği zarar da hesaba katılınca. Kadının bakımlı parmakları fotoğraftaki yüzün üzerinde gezdi.

"lo amerò sempre, mi'amante"
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 15 Şubat 2010, 17:39:49
Çok geçmeden varmıştık kalacağımız yere. Gerçekten de şehirden ve medeniyetten uzak bir yerdi burası. Etrafta beyefendinin malikhanesi dışında orada kalan hizmetçilerin evleri, bir kaç tane de çiftlik vardı. Anlaşılan yiyecekleri kendileri üretiyor, zorunlu olunmadıkça şehre inilmiyordu. İlk başta garip geldi bu bana; geceleri gizli gizli okuduğum kitaplarda hep balolar, davetler olurdu ama şehrin bu kadar uzağında kalırken, nasıl katılınabilirdi ki böyle etkinliklere? Hoş, tabii ki insanların zevkleri farklı olabilirdi ama bunları düşünürken 14 yaşında, ömrü boyunca manastırdan çıkmamış bir kızdım.

Arabalardan indirildiğimizde güneş batmak üzereydi. Çok fazla olmayan bir kaç parça eşyamız dağıtıldı bize ve efendiler bizi hizmetçilere emanet edip odalarına çekildiler. Henüz inşa halindeki kiliseyi görebiliyordum; çok fazla bir işi kalmamış gibi görünüyordu. Pencereleri oraya bakan genişçe 3 oda verildi bize; her odada 5 kişi kalacaktık. Yatakları paylaştık, eşyalarımızı yerleştirdik, hizmetçilerle beraber akşam yemeğimizi yedikten sonra her geceki dualarımızı ederek ibadetlerimizi yerine getirdik. Gece uykusu rahatsızdı. Yeni ve yabancı bir yer olduğu içindir düşündüm.

Bu rahat ve yeni yaşantımız iki hafta kadar sürdü. Beyefendiler bu iki haftanın sonuna kadar bir daha görünmedi. Geldikleri gün oda arkadaşım olan iki rahibeyi malikhaneye davet ettiler; anlaşılan beyefendilerden en yaşlı olanı kendi topraklarına götürecekti onları. Manastıra geldikleri gün beni bileğimden yakalayan genç efendi de oradaydı. Ben o sırada çiçeklerin bakımı ile uğraşıyor, zaman geçirmek için oyalanıyordum. Bakışlarımı kaçırarak işime döndüm fakat onun bana doğru yürüdüğünü hissedebiliyordum.

"Adını söyle bana." dedi kollarını göğsünde kavuşturarak.

Adımı söyledim. Bir an, sadece ufak bir an yüzüne baktığımda dudaklarının tatminsizlikle gerildiğini, kaşlarının çatıldığını gördüm.

"Ben Efendi Aaron'um. Ben ve ailemin topraklarında kurduğumuz kilisede hizmet vermenizi rica ediyorum sizden kızkardeş."

Başımı salladım çekingence. Güldü. Adımı sorması gerçekten hoştu, ki bence muhtemelen o ilk günden beri adımı biliyordu, bunun ne kadar önemli olduğunu çok sonradan fark edecek ve yıllar içinde kendi adımı unutacak ve onun bana verdiği adı kullanacaktım.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 16 Şubat 2010, 08:30:06
En sonunda sadece 3 kişi kalana kadar, her ay ikişer ikişer götürdüler çocukluğumu paylaştığım kızları. Bulunduğumuz malikhanedeki kilisenin yapımı bitmiş, ben artık orada görev yapmaktaydım. Kalan boş vakitlerimi bahçe ile uğraşarak ya da Efendi Aaron'un bana getirdiği kitapları okuyarak geçiriyordum. Zaman zaman birdenden yanımda bitiyor, bana benim hakkımda sorular soruyor, düşünceli bir biçimde başını salladıktan sonra iyi günler dileyip gidiyordu.

Aradan iki yıl geçti, ben artık 16 yaşındaydım. Efendiler bize iyi bakıyorlardı. Hiçbir eksiğimiz olmuyordu, her şey kaliteliydi. Efendi Aaron bana zaten bildiğim italyanca ve ingilizcenin yanı sıra, ispanyolca, fransızca, latince ve rusça da öğretmeye başlamıştı. Sürekli değişik kitaplar getiriyor, bana düşünmem ve yorumlamam için konular veriyordu. Düzenli olarak çevredeki korulukta yürüyüşe çıkıyorduk; bana çevrede olanları, tarihi anlatıyor, düşünmem için ödev verdiği konuları uzun uzun tartışıyorduk. Bu saatleri iple çekiyor, bir yandan bu hissettiğim zevkten utanıyordum; çünkü başrahibenin verdiği vaazlardan hatırlıyordum kavuşmak için yanıp tutuşacağım tek varlık Tanrı olmalıydı.

Ilık yaz günlerinin birinde malikhanede yemeğe davet edildim. Bu alışılmadık bir durumdu tabii fakat anladığıma göre Efendi Aaron'un özel isteğiydi. Sevinmiştim. Ama bir yandan da içim içimi yiyordu heyecandan; nasıl görünüyordum acaba... Davranışlarım uygun muydu? Yanımda bir şey götürmeli miydim? Neden beni çağırmışlardı ki?

Davetin olduğu gece temiz kıyafetlerimi giyinip bahçedeki en güzel çiçeklerden hazırladığım buketi aldım ve malikhaneye gittim. Oda arkadaşım olan kızkardeşlerin gözlerindeki kıskançlığı okuyabildiysem de zihnimde gerilere attım o bakışlar ve geceye odaklandım.

Kapının önüne geldiğimde elimi kaldırdım kapıyı çalmak için ama elim daha kapıya temas etmeden kapı kahya tarafından açıldı. Adam başıyla selamladı beni, elimdeki buketi aldı ve içeri buyur etti beni. Yavaşça ve dikkatlice içeri adım attım; efendi Aaron merdivenlerin yanında durmuş, bana bakıyordu. Gülümsedi. Gülümsedim. Kolunu uzattı bana, hafifçe elimi koyarak beni yönlendirmesine izin verdim.

Beyaz badanalı, yüksek tavanlı ve ferahtı malikhanenin içi. Duvarlar büyük tuvallerle doluydu, koridorun iki yanında ise saksı bitkileri ve değişik heykeller, vazolar, metal süsler diziliydi. Benim büyük bir merakla etrafı incelediğimi gören efendi Aaron hafifçe güldü. Utanarak gözlerimi yere çevirdim. Bu tepkime daha fazla güldü.

"Rahat ol." dedi güven verici bir sesle. Beni kendine çevirdi, saçlarımı gizleyen başlığı kavradı elleri ve çıkardı. Bir eliyle onu tutarken, diğeri saç tokamı kavradı, tek bir hareketle onu da çıkarıp saçlarımı dağıttı. "Böylesi daha iyi." dedi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. Ben ise gözlerimi kaçırdım tekrardan, sıcak basmıştı ve utançtan kıpkırmızı kesildiğime emindim. Bu onu eğlendiriyormuş gibi görünüyordu.

Sonra yine koluna girmemi istedi ve beni çift kanatlı kocaman bir kapının önüne getirdi. "Ailenin kalanıyla tanışmak için hazır mısın?"

Algılayamamış bir surat ifadesiyle başımı çevirip efendi Aaron'a baktım, ama o tek eliyle kapıyı iterek açtı ve beni içeri sürükledi.


Spoiler: Göster
Bu elimde yazılı olan son bölüm =) Bir haftadır beyaz sayfayla bakışıyoruz ne yazık ki. Bakalım  . . . ^^
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Berre - 17 Şubat 2010, 20:25:58
Hadi ama burada bırakamazsın lütfen ruh sağlığım için biraz acele et :)
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 17 Şubat 2010, 22:16:44
Biliyorum, biliyorum, gerçekten çok kötü bir yerde bıraktım :\ Ama nolur biraz sabredin. Pazartesi tamamen yenilenmiş bir biçimde geleceğim. Eminim o zaman yazacak gücü bulacağım kendimde =)

Olayları sıraya koymakta zorluk çekiyorum ^^; o yüzden yazasım gelmiyor.
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: magicalbronze - 27 Şubat 2010, 15:32:50
Şimdi, uzun süredir "İskele"ye uğrayıp yeni bir öykü okuyamıyordum. [*]iskele falan ne oluyor, havalandık mı ne? [/*] Geçenlerde bu öykü gözüme çarptı, çıktısını alıp eve dönüş yolunda okudum.

Açıkçası bayağı hoşuma gitti. Hatta bayağıdan da öte her bölümü artan bir merakla okudum. Bazen eve dönüşlerde iskeledeki öykülerin çıktısını alır okurum, takip edeyim diye. İyiki de bu huyu edinmişim çünkü güzel hikayenin kurgusu ve yazım tarzı çok hoşuma gitti.

Eleştiri yapayım mı?

Bence şu anlık herhangi bir eleştiriye gerek yok. Son okuduğum satır ile merakım bir kez daha arttı. Fakat öykünün devamı gelmemiş hala, bekliyoruz efenim. Ne var o kapının ardında? Bizim kızkardeşimize ne olacak, ne olacaakk?? [*](bkz: heyecanın böylesi)[/*]
Başlık: Ynt: Rosemary
Gönderen: Roselyn - 27 Şubat 2010, 15:57:36
Hikayelerin çıktısını alıp okumak gerçekten güzel =) Monitörde okumak hem yorucu olabiliyor hem de dikkat dağıtacak pek çok unsur var ^^

Beğenmenize sevindim, bunları okuyunca daha bir yazma isteği geliyor.

Rosemary'ye ufak bir ara verip, Düş hikayelerinden Kristl Kılıç'ı yazmaya başladım, zira ilham perim o yöne kaçtı. Kristal kılıç bittiğinde, Rosemary için o kapının arkasında ne olduğu tam yerine oturmuş olacak kafamda, o zaman siz de öğrenebileceksiniz.

Ama az bir şeyler çıtlatayım; eğer planladığım gibi yazabilirsem 12 Efendi ile tek tek karşılaşma şansımız olacak. Bunu yazabilmek için önce ön araştırmalarımı tamamlamalıyım tabii ki. Bir de nasıl bitireceğim sorunsalı var... =) Sorular çok olunca bir sonraki bölüme geçmek zaman alabiliyor =)

Düş'e buyur edelim sizi şimdilik ^^