Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: laklak luna - 16 Şubat 2010, 19:00:53

Başlık: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 16 Şubat 2010, 19:00:53
Pek fantastik sayılmaz sanırım hikayem. Ama paylaşmak istedim, umarım sorun olmaz ve beğenirsiniz. (:

Ölü birini sevebilmek imkânsızdır…

Peki ya ölümün kendisini seviyorsanız?

Her gece rüyalarınızda ‘ölümü’ görüyorsanız?

Yavaş yavaş ölüme çekiliyor ve bundan korkmuyorsanız?

Kasabaya taşınan yeni çocuk hakkında kimsenin bilgisi yoktur; Nereden geldi, nerede oturuyor ve neden burada… Pek de merak edilmez gerçi, çünkü Death ilgi çekmeyen bir tiptir ama korkunç bir özelliği vardır kimsenin bilmediği; O ölüdür. Hatta ölüden de ötedir; Ölümdür.

Dawn ise okuldaki en popüler tiplerdendir ve herkes onun yanında küçük bir yer alabilmek için yarışır. Ama onun da o maskesinin altına sakladığı ve kimsenin tahmin edemeyeceği bir özelliği vardır; O, ölümü hissedebilmekte, nerde, ne zaman olacağını bu sayede tahmin edebilmektedir. Aslında o yaşamdır.

Ve yaşamla ölümün yolu ise garip bir biçimde kesişmiştir; Acı dolu bir aşkla ve vahşi cinayetlerle.


Önsöz: Katil

Koşuyor, koşuyor…

Issız gecede yolunu şaşırmış bir kişi daha var önünde şimdi. Kendinden geçerken koparacağı bir gül, bir hayat daha. Ama o bunu yapmalı, bir cesetten fazlası olmak için, tekrar toprağa dönmemek için, bir gece daha rüya görebilmek için…

Kurbanının hızlı solukları onu kendinden geçiriyor adeta, düşünmesini engelliyor; Şimdi o avcı, o Azrail, o ölüm… Yaşam tehlikeli bir oyundur; Zayıflar ölür, tek güçlü yaşar... O zayıf değil… Birkaç saniye içinde ‘zayıf olanın’ solukları kesilince kendisini bir defa daha karanlık geceden kurtaracağını biliyor ve hızlanıyor.

Ve elini uzatıp saçlarından tutuyor onu. Yere düşerken duyduğu çığlık içindeki vahşi arzuyu körüklüyor. Yerde debelenen kişinin birazdan sona erişeceğini bilerek gülüyor acımasızca ve aradığı şeyin ne olduğunu düşünüyor birden. Kulak verince sessiz geceye duyuyor yükselen ritmi… Ellerini hızlıca çarpan o şeyin bulunduğu yere koyuyor hiç düşünmeden, parmaklarını bastırıyor, kurban çığlık çığlığa debelendikçe vuruşların sesi hızlanıyor…

Elleri insanın vücudunu delip geçiyor ve sıcak kanın dışarıya akışını seyrediyor. Parçalıyor alması gereken şeye ulaşmak için bütün bölgeyi, elleri değiyor sıcaklığa, dışarı çıkartıyor, taparcasına başının üstünde kaldırıyor ve sevgiliye sarılırcasına kollarının arasına alıyor. Kalbi öpüyor ve dudaklarına bulaşan topraklı kanı temizliyor diliyle. Kokuyu içine çekince kendine geliyor biraz…

Zavallı kurbanına bakıyor, sonra da kalbe… Buna değdiğini düşünürken kızdan uzaklaşıyor ve ona hayatını tekrar verecek olan, yeni bir günü görmesini sağlayacak olan şeyi sıkı sıkı tutarak koşuyor. Bahtsız kişinin ruhunun kendine aktığını hissederken ve lanetini tekrar anımsarken birinin yaşamını daha söndürse de güneş ışıklarının tekrar tepede parladığını görebildiği için şükrediyor.



1.

“Bir ölü daha... Bu hafta içindeki üçüncü cinayet.”

Bunu söylemesine gerek yoktu; En azından benim yanımda. Garip bir şekilde kâbuslarımın ertesi günü gazetelerde sapkın bir delinin yaptığı düşünülen cinayet haberleri yer alıyordu. Her kurban kalbi çıkarılmış bulunuyordu ve otopsilerde herhangi kesici bir aletin kullanıldığına dair ipucu da bulamamışlardı. Parmak izinden yola çıkmışlardı ki kayıtlarda o şekilde bir izin olmadığını görmüşlerdi. Peki, ben nasıl mı bu kadar çok şey biliyorum bu konuda? Cevap: Doktor bir babaya sahip olmam. Hem de bizzat bu konuyla ilgilenen, otopsileri gerçekleştiren ve eve gelip hepimize anlatıp midemizi bulandıran doktor bir babaya.

Babam gazeteyi masaya fırlattı ve sinirle ayağa kalktı. “Yine bir ceset inceleyeceğim yani!” diyerek aynanın karşısına gidip gömleğinin yakasını ve kollarını düzeltmeye başladı. Tamam, bu işte cerrahideki kadar iyi olduğunu söyleyemem. Annem de benimle aynı fikirde olacaktı ki, ellerini kağıt havluya silip koşaraktan 3 adım atıp mesafeyi kapattı ve babamı azarlayarak yakasını silip düzeltmeye koyuldu.

“Ah,Charles, ben olmasam gömlek de giyemeyeceksin, ne yapacağım seninle?..”

Babam gözlerini devirirken kendi kendine bir şeyler mırıldandı ve ceketine uzandı. İkisinin bu haline sırıta sırıta bakıyordum ki küçük kardeşim topuklarını vura vura, koşarak merdivenlerden inip atladı. Kendisi hiperaktiftir ve inanılmaz inatçıdır. Sanırım kardeşimi en iyi bu kelimelerle tanımlayabilirim.

“Daaaaaaaawn!!! Mısır gevreği bitmiş! Anneeeeee!”

Mısır gevreğimin sonunu da kaşıkladım ve yalandan kötü bir kahkaha attım.
“Üzgünüm, hiper-deli ama bugün okula gidecek olan benim. Annemle markete gider alırsınız on paket.”
Sandalyemi geriye ittirip gerindikten sonra yavaşça kalktım, çantamı ve montumu aldım, babamın yanına gittim.
“Hadi gidelim, ben hazırım!”

Babam aynaya son bir bakış daha attıktan sonra silah zoru kullanmama ramak kala kapıya döndü. Ben de aynaya geçip kendime bakabildim en sonunda. Pekala, üstümdeki krem rengi Lacoste marka kazak bayağı iyi duruyordu cidden. Tabii dar paça pantolonum da bir o kadar mükemmeldi. Bense… Kendimi aşırı beğenmememle birlikte çevremdeki çoğu kişi beni taparcasına seviyor. Her gün azından iki kişiden kıvırcık, turunç, kabarık saçlarıma bir iltifat alıyorum. Ya da mavi ve yeşil arasında karar kılamamış turkuazımsı renkteki gözlerime. Aynada kendime bir kez daha baktıktan sonra topuklarımın üstünde döndüm. Babam ayakkabılarını giyerken annemi öptüm ve hiper-delimin saçlarını karıştırdım. İthal yılan derisi Gucci çizmelerimi ayağıma geçirip fermuarlarını çektim ve babamın peşinden koştum. Arabaya atladığımda aniden ürperdim çünkü dışarıda hava sıcaklığı – 10 derece civarındaydı. Yani hava soğukluğu demek daha doğru olurdu aslında. Her neyse işte, montuma iyice sarınıp arabanın ısınmasını bekledim. Babam ise araba aynasına bakıyordu, Tanrı’m, bu adam neden bu kadar takıntılıydı ki? O aynaya bakınca elimde olamadan ön koltuğun ayna bölmeli gölgeliği açtım. Tamam, sanırım ben de onun kadar iyiyim bu konuda.
Beş dakika kadar bir süre motorun ısınmasını bekledik ve en sonunda babam anahtarı çevirdi. ‘Vırnn’ sesiyle araba kalkarken hemen klimayı açıp en sıcağa getirdim. Kısa bir süre içinde okulda olacaktım gerçi ama önümde ısıtıcı bir alet dururken soğuktan donmak stilim değildir.

Araba yolda sessizce ilerliyordu ve babamla konuşmuyorduk. Eğilip radyoyu açtım bu sefer. İçeriyi klasik müzik tınıları doldururken biraz ısınmış olmanın verdiği rahatlamayla kafamı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapadım. Sıcak hava dalgasıyla uykum gelmişti açıkçası. Babam bunu fark etmiş gibi “Dün kaçta yattın, tatlım?” dedi.
Aslında bu soru pek uygun değildi. Bugün kaçta kalktın ve sonra niye uyuyamadın demeliydi. Gece gördüğüm kâbustan sonra kimse benden kafayı vurup uyumamı bekleyemezdi. Hele ben o rüyayı psikopat bir katilin gözlerinden görmüşsem ve onun hissettiği hayvani duyguyu hissetmişsem uyumamı bekleyen ancak o deli olabilirdi – ya da onun kadar deli biri. Hele hele, o ölen kızcağızın – ki sanırım bizim okuldandı korkusunu da yaşamışsam bu sırada, o psikopat – ya da onun kadar psikopat biri bile benim uyumamı bekleyemezdi. Son iki aydır gördüğüm dehşet rüyaları başkası görse büyük ihtimalle tımarhaneye falan kapatılırdı. Rüyaların korkunçluğu dışında bunların sadece birer rüya olmadığını da biliyordum ki bu daha beterdi. Yani demek istediğim; Kabuslarda aynı şekilde gerçekleştirilen ölümleri görüyorsunuz ve bunu yapanın aynı kişi olduğunu bir şekilde biliyorsunuz, kurbanları öyle ya da böyle tanıyorsunuz, onların yalvarışlarını duyuyorsunuz – bu sizi daha da acımazsızlaştırıyor – ve en sonunda iki tarafın hislerini de yaşarken bir can alıyorsunuz. Sonuç olarak şehirdeki katili durdurabilecek tek kişinin ben olduğumu biliyorum, onun hakkında tek kanıt bulabilecek olanın da. Ama ben bunu yapmak yerine, kırılan tırnağıma üzülüyorum ve bu kendimi insan gibi hissettiren tek şey, ucube bir deli olmamı engelleyen tek şey. Bunun beni kötü bir insan yapıp yapmadığını düşünüyorum sık sık. Kendimle çatışıyorum. Ama geldiğim nokta her zaman olmayı istediğim insan olmam gerektiği. İşte her rüyadan sonra da bunları düşünüyorum. Şimdi biri bana söylesin, bu psikolojiyle kim uyuyabilir ki? Babamın sorusunu “İki buçuk gibi uyuyabildim ancak, özür dilerim, bir daha olmayacak.” diyerek cevapladım. Babam “Hmm…” dedi ve bu kısa konuşmamız arabanın okulun önüne gelip durmasıyla bitti.

  Arabanın kapısını istemeye istemeye açtım ve soğuk sabah havası ciğerlerime dolup uykumu alırken montuma iyicene sarındım. Babama dönüp “Akşam evde görüşürüz.” dedim ve gülümsedim. O da bana “Görüşürüz, iyi dersler.” diye karşılık verdi gülümseyerek. Ne kadar takıntılı olursa olsun bu adamı seviyorum.
Arabadan inip kapıyı ittirdim. Sesli bir şekilde kapandı ve arkamı dönüp okuluma yürüdüm. Okulum ve evim Washington’ın küçük bir kasabası olan Darrington’da – ne uyumlu değil mi? – . Ailemle iki katlı bir evde, sakin bir mahallede yaşıyoruz. Buralarda genelde çok olay olmaz ve sıradan bir yerdir. Babam Charles Hill hastanede cerrah, annem Susanne Beatrice Hill ise yazar. Buraya iki sene önce Wetherby’dan annemin romanını tamamlaması için taşındık. – Yerleri daha yakından tanımak istiyormuş kendisi. Ne büyük saçmalık, babam bile oradan buraya taşımak zorunda kaldı işlerini… – Ve işte kardeşim Ryan Ethan’la bendeniz Dawn Beatrice – Annem ikinci adını zorla bana da koydurmuş, gelenek gibi bir şey(miş). Zavallı ben… – onların peşinde bu kasabaya geldik. Ben Darrington Lisesi’ne gidiyorum, kardeşim ise henüz okula gidecek yaşa gelmedi. Altı yaşında bir hiperaktif. Annem ondan zaman bulursa bu kasabayı geziyor ve edindiği bilgilerle kitabını yazıyor.

Merdivenleri çıkıp dolabımın olduğu koridora geldiğimde gözlerim Erin ve Matthew’u arıyordu. Bulmak çok da zor olmadı aslında; Kapağı açılmış bir dolabın önünde dört bacak gördüm ve sessiz adımlarla yanlarına gittim. Beni fark etmelerini beklemiyordum çünkü birbirlerini yercesine öpüşüyorlardı; Alışık olduğum bir manzara.
Boğazımı temizler gibi sesler çıkarttım ve ellerimi göğsümde kavuşturdum. Matt Erin’i bırakıp bana yaklaştı ve yanağıma bir öpücük kondurup sarıldı. Erin ise biraz memnuniyetsiz biz şekilde gülümseyip “Hoş geldin Dawny.” dedi. Birbirimize sarıldıktan sonra Matt kollarını ikimizin omzuma attı. Tam o sırada futbol takım kaptanı Josh yanımızda bitti. Evet, şunu söyleyebilirim ki bu okulda popülerim. Josh eğilip belime sarılınca parmak ucumda yükseldim ve ellerimi boynuna doladım. Kur yapar gibi “Seni özledim. Bir gün bile görmeyince özlüyorum, nesin sen ha?” dedi. Güldüm karşılık olarak. Bu çocuğun benden bir senedir hoşlandığını zaten biliyordum – çıkma teklif etmişti – ama her gün bunu bu kadar belli etmesi de saçmaydı hani. Her neyse işte. Orada durup bir süre konuştuk. Gelen geçen selam veriyordu, inekler aramızda yer almak istediklerini, gruplaşmış olanlar ise bizi kıskandıklarını bağırıyorlardı sanki.

Sonunda zil çaldı ve Matt Erin’le yiyişmeyi kesti. Ben de derin bir nefes alarak bu kalabalıktan ve kafası boş insanlardan kurtulacağım bir yere doğru gitmenin verdiği mutlulukla hızlıca İngilizce sınıfa yöneldim. Popüler olmak sıkıcı ve zor bir şeydi gerçekten. Sınıfa girdik ve herkes sırasına geçti. En arka dört sıra; Matt & Erin, Ben & Bliss. Diğerleri gibi derslerde sıkılmıyordum. Ya da öğretmenleri çekiştirmiyordum. Evet, okulun tek sevdiğim tarafı derslerdi. Ama onlar da çabucak bitiyordu işte. Tıpkı bu ders gibi. Zil çalınca yine sahte dostlarımla dışarı çıktım. Kimin eli kimin cebinde olayları dönüyordu çoğunlukla olduğu gibi. Bu ortamdan bir şekilde uzaklaşmalıydım. Bu yüzden canım sıkkınmış gibi yaptım ve futbol takımının yanından ayrılıp tuvalete yürümeye başladım.
Neden bilmiyorum ama kendimi kötü hissediyordum gerçekten. Belki rüyanın etkisi, belki de bu konuyu normalden daha uzun düşünmem belki de…

“AH! Önüne baksana sersem!” O ana kadar ne kadar hırsla yürüdüğümü ve ağladığımı fark edememiştim işte. Ve budalanın teki gelip bana toslamıştı. Kafamı sinirle kaldırdım ve bağırmaya hazırlandım ki gördüğüm… Gördüğüm kesinlikle beklediğim şey değildi. Şaşkın şaşkın bakan iki göz... Kumral saçlarıyla uyumlu, menekşe renginde… İnsanın kendini güvende hissedebileceği – O afetin karşısından biraz daha kilit halinde kalamazdım. Ben kendimi toparlamaya çalışırken beni omuzlarından tutup kendinden uzaklaştırdı. Tek bir söz söylemeden, sanki biraz önce hiç karşılaşmamışız gibi beni orada bıraktı ve kalabalığın içinde gözden kayboldu.

“Vay be…” Benle eş zamanlı olarak yanımdan gelen sesle ürktüm ve “Ay!” dedim ama bu kişi Erin’di. Her zaman olduğu gibi sessizce yaklaşmıştı.
“O kimdi Dawny? Futbol takımında olduğunu söyle lütfen.”
Hala şaşkınlığım geçmemişti, bu yüzden kafamı kaşıyarak “Bilmem ki…” diyebildim.


***

Öğle yemeği zili çaldığında gerinerek Biyoloji sınıfından çıktım. Erin ve Matthew ve diğerleriyle yemekhanenin girişinde buluşacaktık. Günüm garip bir şekilde sessiz geçiyordu. Yani sessiz derken mecazi değil. Okul gerçekten sessizdi. Herkes kendi işine bakıyordu, kimse yeni çocuğu fark etmemişti… Yeni mi, değil mi onu da anlamamıştım ya gerçi! Öğrenciden çok öğretmene benziyordu ama öğretmen olmak için fazlasıyla genç görünüyordu. Çarpıştığımız – ya da bana tosladığı – anı tekrar tekrar aklımdan geçiriyordum. Bir şeyi unutmuş gibiydim… Sanki bir duyum o an saf dışı bırakılmıştı… Sanırım…

“Sonunda! Nerede kaldın Betsy?”

Matthew bana yarım ağızla sırıtıyordu. Tanıdığım insanlar arasında bana en sık Betsy diyen kişiliktir kendisi. Onun için Dawn veya Beatrice değil, Betsy vardır ve bu saçma bir şekilde de olsa hoşuma gidiyor.
Matt burada ne halt olduğunu tek belli edendir. Tüm kızlara askıntılık yapar ve bunu saklama gereği duymaz. Yani neyse odur. Diğerlerinden daha gerçek olması hoşuma gidebilirdi aslında, tabii bana da sarkmasaydı. Ve o kadar her şeyi kurcalamaz. Kendine yaramayacak her bilgiyi de öğrenmek istemez. Şimdiki gibi;

“Geldim ya işte.”

Konuşmadı ve yarım ağız sırıttı. Ben de karşılık olarak sırıttım ve sırada yanlarına geçtim. Sıra derken de hani en öne geçtik demek istiyorum. Eh, popüler olmanın yararları Madde 5; Her zaman yemek sırasından kurtulursun.
Erin’le kol kola girmiş birazdan boşalacak masaya doğru yürümeye başladık. Ve Erin bana şu menekşe-rengi-gözleri-olan-çocuk hakkında hiçbir soru sormamıştı henüz. Evet, lafım ağzımda kaldı.

“Dawn, şu çocuk, bugün çarptığın, adı ne söylesene?”

“Sanki ben biliyorum da Erin. Unuttun mu, burada sen araştırıp öğrenensin. Yani işi şanslar.”
Bana bir an bozulmuş bir şekilde baktı ve hemen sonra yüzüne maskesini yerleştirdi, benim yaptığım gibi. Ve masaya ulaştığımızda aynı anda “Kim güzel hanımlara yer vermek istiyor tatlılar?” dedik. Bir anda iki kişiden fazlasına yetecek yer oluşmuştu tabii ki. Biz oturunca Matthew, Josh, Bliss, Mike ve diğerleri de geldi. Ve görev tamam. Masa bizimdi.

Otururken bir anda muhabbet başladı, Erin, ben ve Bliss parfümlerden konuşuyorduk ve erkekler de arabalarla kızların bacakları arasında gidip gelen sohbetlerine dalmışlardı. Hiçbir şey anormal görünmüyordu, normaldi. Ama bir anda beynime giren bir iğne varmış gibi, hayır, “bin” iğne varmış gibi bir ağrı başladı. Elmam elimden düştü ve bu acıya son verecekmiş gibi ellerimi başıma bastırdım. Gözlerim bir anda bulanıklaştı, şimdi çift görüyordum… Bir gölge… bir –

Tam yanımdan o çocuk geçiyordu, elimde olmadan ona baktım ve… Ağrı dindi. Çocuk bana bir an baktıktan sonra yürümeye devam etti. Ve düştü. Ve benim oturduğum masadakiler dahil herkes ona gülmeye başladı. Ve, ben ona yardım edemiyordum. Her ne kadar koşarak onu yerden kaldırmak istesem de bunu yapamıyordum. Peki ne yapabilirdim? Diğerleri gibi gülebilirdim. Güldüm de.

Ve o an kendimden gerçekten nefret ettiğim, ucubeliğin esas bu olduğunu düşündüğüm ilk sefer oldu.

 
Beğenenler olursa diğer bölümleri de ekleyeceğim.
Okuyanların yorumlarını bekliyorum olumlu ya da olumsuz lütfen. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 06 Mart 2010, 17:42:02
hepsini okuyamadım ama okuyacaım. güzele benziyor ;) ellerine sağlık =) ölümü sevmek.. ilginçmiş :D

 benim kurgunda en ilgi çekici bulduğum şey konunun orjinalliği. eşi benzeri olmayan şeyler yazmışsın. =) yani bana göre amatöre benzemiyorsun hiç =) bir kitap çıkarsan, hemen alır bitiririm valla :D  gerçekten de harika bir yazar olabilirsin bence. aslında bu sırf senin için değil, diğer kurgucular  için de geçerli.

neyse fazla uzatmiyim.  dediğim gibi ellerine sağlık. hoş olmuş. beğendm ;)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 08 Mart 2010, 17:48:25
Yazdıkların, yorumun için çok teşekkür ederim.  :melk
Amatöre benzemiyor muyum cidden? *-* Aslında ilerde yazar olmak istediğim meslekler arasında ama birinden böyle bir şey duymayı beklemiyordum. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.  :hihi Kendimi çok ezik hissetmiştim birkaç hikayeye bakınca. .d
Tekrar çok çok çok teşekkürler. (:

Not: Başlığa mesaj geldiğini görünce pek sevindirik oldum yahu. .d
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 08 Mart 2010, 18:25:53
:D :D doğruyu söylüyorum canım :D bence hem sen, hem de diğer kurgucular o kadar orjinal, sürükleyici  yazıyorsunuz ki hayran kalıyorum. :clap .bir çok şair yazamıyor bunları daha! düşünün yani  ;)   umarım ben de ileride böyle şeyler yazabilirim..  :-\  aslında ben de hikaye yazarım, severim yazmayı ama asıl amatörce olan benimki ;D ;D ;D ;D  o yüzden kendini hiç düşük görme  ;)

ve de ezik de neymiş.! eğer ezikler senin gibi olsaydı en iyilerin derecesi tahmin edilemeyecek  kadar yüksek olurdu :D kendine eziyet etme bence boşuna :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 08 Mart 2010, 18:48:14
Şimdi kalkıp kolbastı yapacağım var ya. .d
Eğer yazmak istiyorsan ve yazıyorsan kimsenin ne diyeceğini düşünmeden yaz derim ben. Kendine haksızlık etme sen de o zaman, eminim ki güzel yazıyorsundur. (: Görmek isterim hani. ^-^
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 08 Mart 2010, 22:35:58
yok bence görme :D :D bu arada kolbastı biliyorsan bana da öğretsenee lütfenn :D :D bir türlü öğrenemedim gitti yaa şu oyunu :D  ya bu arada devamını lütfen gönder çoooo..ok merak ettm :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 09 Mart 2010, 17:15:42
Asjdsklşadsf, bilmiyorum ama kollarını ayaklarını tımarhanelik gibi sallayınca oynuyor oluyorsun. .d

Eğer bir iki kişi daha beğenirse koyacağım 2. bölümü de. ^.^
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 09 Mart 2010, 17:51:18
:D :D süper bir oynama tarifi:D


uff çabuk beğensinler o zamaann :D bekliyorum :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 10 Mart 2010, 12:19:29
Ölümü sevmek? Bilmiyorum sanırım onun eylemlerini reddedebilirim böğürüp kusabilir sonrada kaçınılmaz gerçekleri kabullenme yoluna giderim.  Senin cümlelerini okurken bunları hissettim. Çok gerçekçiydi.

Eleştirmek haddime düşmez ama naçizane gördüklerimi paylaşmak istiyorum. İlki noktalı virgülden sonra küçük harfle başlamalısın. Büyük harfle başlamak için iki nokta üst üste, soru işareti, ünlem vb gibi işaretleri kullanabilirsin.  Bunlar önsöz içindi.

İlk bölüm: Muhteşem.
Sanki bir Amerikan filmi izliyormuş gibi oldum, betimlemelerin çok hoştu özelikle yaşam diye düşündüğüm kişinin kendini tanımlaması okunmaya değerdi. Cümleler içinde sıkıştırılmış mizah dikkatimi özellikle çekiyor. Mizah deyip geçmeyin arkadaşlar o çok önemlidir. Hikayeyi okunur kılar ve bir metnin içine zekice yerleştirilmiş espri yazıyı zenginleştirir.

İlk bölümden olsa gerek diye düşünüyorum çünki okumayı beklediğim ama hala göremediğim yerler var; yaşam kendini biliyor mu? Ölüm kendinden eminken vampir gibi –tabi o kan idi bu yürek- ölümlülerden mi güç alıyor? Bu bildiğimiz ölüm değil de yaratık mı? Topladığı yürekleri ne yapıyor?  Yaşam ve ölüm birbirlerini çektikleri gibi iterlerde, sanırım bunun üzerine inşa ediyorsun, peki ya şimdiye kadar neden bu farklılıklarını ortaya çıkarmamışlar.
Yürekleri toplayıp ondan güç alan yaratıklı bir film izlemiştim lakin onun içn savaşçılar ve koruyucular devreye girmişti, senin yaşam ve ölüm felsefen olaya değişik bir boyut katmış.  Bunları birbirine nasıl bağlayacaksın, işte önemli olan o.  Okumak isterim.

Evet, gördüğün gibi o kadar çok soru var ki sana soracağım, bizi en kısa sürede bu meraktan kurtarırsan pek memnun olacağım.  Yazım tarzını sevdim, lakin önsöz üzerinde biraz daha çalışılabilir sanki benim fikrimce tabi.

Seni okumak bir zevkti, devamını da bekliyorum.
Kalemine sağlık.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 10 Mart 2010, 12:53:11
bak biri daha beğendi :D lütfen ekle devamını.. :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 10 Mart 2010, 17:35:29
Neutron:
İlgin için çok teşekkrü ederim, eğer bir iki yorum daha gelirse hemen koyacağım, söz. *-*

Kızıl Gölge:

Önsözü geliştirmeyi ben de düşünüyorum ama sanırım bütün hikayeyi bitirdikten sonra bunu yaparım. Üstünden geçerken. Ve dediklerini düzeltmeyi unutmayacağım. (:

İlk bölüm hakkındaki düşüncelerin için de çok teşekkür ederim. (:
Sorularına bölümler ilerledikçe cevap bulacaksın, o yüzden tadı kaçmasın diye susuyorum bu konuda. .D
Şunu söyleyebilirim ölüm olan karakterimiz ne yaratık, ne vampir. Topladıkları kalpleri ise yaşamak için kurban ediyor diybilriiz. Onun da cevabı gelecek zaten.
Açıkçası daha nasıl bağlanacak ben bile bilmiyorum diyebilirim. Başını ve sonunu belirlememe rağmen henüz oluşmadı hikaye, yazdıkça gelişiyor, temennim sonunun bir hayal kırıklığı olmaması. .D
Okuduğun ve yorum yazdığın için çok teşekkürler. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 10 Mart 2010, 18:43:57
hmm kim bilir belki de kızın kendisidir katil.. ??? :hemk

ama söyleme sakın! :D ilerlesin öyle göreceğiz. :D ya birileri yorum yapsa bir an öncee ..  :fringa   meraklanmayı hiç sevmemm.. bekletmeyin benii ben sabırlı değilimdir lütfenn..  :fringa
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 10 Mart 2010, 18:58:02
O zaman ne yapıyoruz, hemen yorum yazacak birilerini buluyoruz. Ben burada yeniyim yok mu vefalı bir dost? Ben bu hikayenin devamını okumak istiyorum. Sen de kırma ama bizi, bak söz sen yaz ben kalemimle burada olacağım.

Sevgiler
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 10 Mart 2010, 21:33:58
evet yaa çok haklısın =) =)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 11 Mart 2010, 17:24:37
Gerçekten ne desem bilemedim. (: İlginize ne kadar teşekkür etsem az. :melk
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 11 Mart 2010, 17:55:21
Ama biz devamını istiyoruz.

Yazım tarzını gerçekten de çok beğendim ve senden öğrenecek çok şeyim var. Bir an önce yükle hikayeni, çok bekletme bizi.

 :shrlock
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 11 Mart 2010, 19:36:37
benim burdaki herkesten öğrenecek çok şeyim var :D ilk olarak senden başladım ve lütfen lükle artık şu hikayenin devamınıı  :fringa 

ve kızıl gölge haklısın - yine :D - ben de yazım tarzını çok beğendim :d lütfen değiştirme sakın - yanlız lafa bak :D lütfen-değiştirme-sakın :D -  başka yollara sapma yani :D böyle gayet güzel :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 11 Mart 2010, 20:04:52
benim burdaki herkesten öğrenecek çok şeyim var :D ilk olarak senden başladım ve lütfen lükle artık şu hikayenin devamınıı  :fringa 

ve kızıl gölge haklısın - yine :D - ben de yazım tarzını çok beğendim :d lütfen değiştirme sakın - yanlız laf
a bak :D lütfen-değiştirme-sakın :D -  başka yollara sapma yani :D böyle gayet güzel :D
Bak ne diyorum, sevgili yazarımız yeni bölümünü ekleyene kadar biz birinci bölümü konuşalım.

En çok hangi bölümü beğendin? Ve seni etkileyen nükte nedir?
İlk ben başlıyayım. Ençok katilin cinayeti işleyişini anlatımını beğendim. Katilin yeniden doğumu kendi gözünde kutsayışı harikaydı. Özellikle günün doğumunu bağlaç olarak kullanması beni çok etkiledi. Hani derler ya, gece bile güne kavuşur her gecenin bir sabahı vardır işte bu bağlamada aynen bunu yazmış. Müthişti. Gizemi gözümüzün önündeki noktalardan bulup çıkatıyor.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 12 Mart 2010, 16:24:22
Yok artık. ;D Ciddiyim şımaracağım. Ne o öğrenecek çok şeyim var lafları yahu. Ben de amatörüm şunun şurasında. *-*
Ayrıca yazar falan demeyin yani, ne bileyim, havaya girerim sonra. alskdşa .d
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 12 Mart 2010, 20:01:35
kızım asıl havaya girmesi gereken sensin,senin gibiler.. diğerleri öylesine senden 1000 kat daha amatörce şeyler yazıp "ay ne güzel" diye böbrlenip havaya giriyorlar. ama sen bu halinle bile iyi olmdığını düşünüyorsun.. anla artık yaa :D :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 14 Mart 2010, 13:50:47
Tekrar çok teşekkürler o zamaan. *-*
Sizin ısrarlarınıza dayanamayıp 2. bölümü koyuyorum. Yalnız o kadar beğenmeyebilirsiniz bunu, geçiş bölümü gibi biraz. .D


2.


Öğle yemeğinin üstünden iki ders geçmişti ama kendimi hala kötü hissediyordum. Tabii bunu diğerlerine gösterecek halim yoktu. O yüzden takmaya alışık olduğum o neşeli ve popüler kız maskemi giydim. Bu biraz da olsa çocuğu unutmamı sağlıyordu. Aynı zamanda onu görmemden hemen önceki baş ağrısını. O acı… Bana gerçekten çok tanıdık bir duyguyu hatırlatıyordu ve aşırı derecede korkmama sebep oluyordu. Panoların orada durmuş etrafa bakınıyordum ki Jason gülümseyerek yanıma geldi. Kendisi basketbol takımındadır, ben de Erin’in zorlamasıyla ponpon kızlardan olmuştum liseye başladığımın ilk senesinde. Ha şimdi değil miyim? Öyleyim. Hem de hem futbol hem basketbol.
Her neyse, Jason her kızın hayalini süsleyen şu tatlı çocuklardandır. Uzum boylu, kaslı, sarışın, beyaz tenli ve boncuk gibi mavi gözleri parlayan biridir. Onu severim. Ama arkadaş olarak. Ha, tabii onun niyeti pek de öyle görünmüyor.

“Selam Dawn. Nasıl gidiyor?”

Yanıma gelip panonun altındaki kalorifere yaslandı o da. Bana bembeyaz dişleriyle gülümsüyordu. Elimde olmadan ben de güldüm ve “İyi… gibi. Senin nasıl gidiyor bakalım?”

Bir an bir şey diyecekmiş gibi durdu ve sonra “Aslında bir – ” Ve, evet, konuşmamızı kesen kişi tahmin edilebileceği üzere sevgili dostum (!) Erin’di. Kendisi beni gördüğü her çocuktan kıskanmak gibi bir özelliğe sahiptir. Yüzümde bir ifade olmaksızın durdum ve diyeceği şeyi beklemeye başladım. Nefes nefese gibi bir hali vardı. “Koşun, çabuk! Ah, aman Tanrı’m! Josh kavga ediyor! Hem de şu yeni gelen çocukla!”

Bir an elim ayağım tutmadı ama kendimi çabucak toplayıp “Nerede” dedim ve bu sırada üçümüz yürümeye başladık – en önden giden bendim tabii - . Okul bahçesine çıktığımızda kollarımı birbirine doladım ve üşümemek için daha hızlı hareket etmeye çalıştım. (Jason ise bana montunu vermek için ısrar ediyordu.) Çevrelerine toplanmış kalabalığı yararak kendimize yol açtık ve en önde durup birbirine yumruk savuran, sonu hiç iyi bitmeyeceğe benzeyen kavgaya tutuşmuş çocuklara baktık. Josh, yeni çocuğun karnına yumruk üstüne yumruk atıyordu. Tanrı’m… Buna daha ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum açıkçası ve iki şık arasında kalmıştım.

a) Oradan hızlıca uzaklaşmak.
b) Arada kaynama tehlikesine rağmen ikisini ayırmak.

Çocuk yere düşünce gözlerimi kapadım. Josh şimdi üstüne çıkıp bir hayvan gibi tepinecekti işte… Derken çevremdekilerin saçma sapan sesler – yuhalama benzeri - çıkardığını duyup gözlerimi açtım. Josh yere devrilmişti, menekşe-renkli-gözlü-çocuk ise ağzının etrafındaki kanı temizliyordu. Etraf tekrar alevlenmeden yapmam gerekeni anladım ve çizmelerimin topuklarını yere vura vura yanlarına gittim. Elimi Josh’a uzatıp kalkmasına yardım ederken etraftan şaşkınlık sesleri çıkmaya başlamıştı. Josh tam çocuğa saldırmaya hazırlanırken ellerimi göğsüne koydum ve hafifçe ittirdim. Sonra diğer çocuğa dönüp “Sorunun ne senin? Belanı mı arıyorsun?!” diyerek çıkıştım. Menekşe rengi gözleri iri iri açılmıştı. Bir şey söylemek için ağzını açtıysa da balıklar gibi görünerek tekrar kapattı. Ona küçümser bir bakış attım. Josh’ın koluna girdim ve diğer çocukları toplayarak oradan uzaklaştım. Garip bir şekilde hiçbiri karşı çıkmamıştı. Okul kapısından içeri girmeden önce son kez çocuğa baktım. Orada öylece dikiliyordu. Gözlerinde kırmızı bir ışık parlıyor gibiydi. Elimde olmadan ürperdim ve bakışlarımı kaçırdım. Kendimi çok tekinsiz, sessiz bir ormanda gibi hissetmeme neden olmuştu.

Güldüm ve Josh’ı durdurup “Ne akla hizmet gidip de yeni gelen bir ezikle kavga ediyorsun moron?” diye sinirli bir sesle sordum. Josh aval aval yüzüme bakıyordu. Elimi gözlerinin önünde sallayıp “Aloo!!” diye bağırdım. Erin elimi tutup indirdi ve kulağıma “Ben sana sonra anlatırım.” diye fısıldadı. Bu davranışları beni gerçekten sıkmıştı. Ne yani, sırf onları ayırdım diye dışlanacak mıydım? Ya da düzgün bir neden yok diye mi böyle davranıyorlardı? İkincisi kulağa daha mantıklı geliyordu. Gözlerimi devirdim ve “Yürüyün.” derken derin bir nefesle arkama tekrar baktım. Yoktu…

***

Günün geri kalanı tamamıyla sıkıcı geçti. Yani; Etrafımda aval aval etrafa bakınan, sorularımdan kaçınan ve espri seviyesi -0 olan bir grup vardı. Derslerde de kurtulamıyorum ki! Aklımı meşgul edecek çok şey varken bir de bu davranışları… Gerçekten sinirlerim bozulmuştu ve okulun bittiğini haber veren zil çaldığında dizlerimin üstüne kapanıp Tanrı’ya şükretmemek için kendimi zor tuttum. Ta ki Erin o koca çenesini açıp şunları söyleyene kadar; “Bugün voleybola kalıyor musun tatlım?”

Bugün hiç bitmeyecek miydi?! Elimden geldiğince sakin olmaya çalışarak “Ben… Kendimi iyi hissetmiyorum aşk. Bayan Wanson’a yakalanmadan kaçacağım.”

İlk önce susacak gibi göründü ama hemen sonra kafasını kaldırdı ve “Bugün Josh ve o çocuğun neden kavga ettiğini gerçekten bilmek ister misin?” diye şappadanak – böyle bir sözcük var mı? – sordu. Ani gelen bu soruyla tabii ki şaşkına döndüm. Düşünmeye fırsatım olmadığından refleks olarak kafamı salladım. O da anladım anlamında beni tekrarladı ve koluma girdi. Bahçeye çıktığımızda benim konuşmamı belemeden bir dedikodu bulmuş gibi heyecanlı heyecanlı konuşmaya başladı. “Bak, aslında bize dediği şey şu; Yolda yürüyormuş ve aniden biri ona çarpmış. Josh da dönmüş ve çocuğun yanına gitmiş. Omzunu tutup özür dilemesini istemiş ama çocuk dinlememiş hatta onun özür dilemesini istemiş! Sonra Josh da sinirlenerek ittirmiş onu. Çocuk aniden yumruk atmaya başlamış. Aynen böyle anlattı Joshy. Ama ben biliyorum kiii o senden hoşlanıyor! Çocukla kantinle bakıştığınızı gördü, hepimiz gördük! Hani fena da değil açıkçası, tatlı bir şey. Hele o gözleri… Sana neden öyle baktığını bilmiyorum ama…”
O hatırlattığında aklıma tekrar bana baktığında geçen o acı geldi. Sanki her şeyin sonuydu… Sanki duygularım kaybolmuştu… Bilmediğim ve bilmek istemediğim bir histi, yine de… Huzur vermişti. Evet, huzur dolu bir andı. En az evde sıcak odamda oturup kitap okumam, kendimi kaybederek saatlerce resim çizmem kadar. Ama aynı zamanda en nefret ettiğim şeyi de hatırlatıyordu. Babam sağ olsun, eve getirdiği o ceset kokusu. Başım dönmeye başlayınca kendimi Erin’in sözlerine odaklamaya çalıştım.

“… Ve gerçekten kıskandı! Kulağıma eğilip “Kimdi o yere düşen salak?” dediii. Bilmediğimi söylediğimde bana yalan söylediğimi ve eğer gerçeği söylemezsem gidip Eric’e bildiği her şeyi anlatacağını falan saydı. Gerçekten bir şey bilmediğimden ve korktuğumdan o tatlı çocuğun senden hoşlandığını söyledim.”
Kulaklarıma inanamayarak birkaç dakika öylece bekledim. Biraz hareket edebilir hale geldiğimde çantamı yerden alıp ayağa kalktım. Erin ise suçlu ses tonuyla söyleniyordu; “Aşkım kızmadın değil mii? İstersen gidip bilmediğimi de söyleyebil – ”

“Hayır, hayır, gerek yok. Boşver belki peşimi bırakır.” Diyerek onu susturdum. Sonra yanıma geldi ve bilinen o uzaktan öpme stiliyle beni öptü. Sonra yavaşça el salladım ve koşaraktan okuldan çıktım… Evet! Okuldan çıkmıştım en sonunda! Tanrı’ya şükür ki çevrede bizim takımdan kimsecikler de yoktu. Yani biraz yalnız kalabilecektim. Koşarak arabaların yanından geçtim. Hızlı ve tempolu bir halde yürüyordum. Aslında koşuyordum. Her neyse.
Filmlerde etrafına bakınmadan yürüyen insanların başına ne gelir bilirsiniz; Bir direğe toslarlar ve evet, bana da bu oldu. Kafamı ellerim arasına alıp sessiz sessiz küfrederek yürümeye devam ettim. Arkamdan bir ses gelinceye kadar. “Sorun değil, gerçekten! Sen de diğerleri gibi davranmaya devam et. Başkalarının karşısındayken de yalancıktan “Ay, kavga etmeyin.” de. ” Hızlıca döndüm ve hala konuşan çocuğa baktım. Yine o. Her yerde neden karşıma çıkıyor ki? Sabrım taşmak üzereydi artık. Zar zor kendimi tutarak dişlerimin arasında konuştum.
“Bak, seni görmedim tamam mı? Ayrıca sen kim oluyorsun da haksız yere durmadan kavga çıkarıyorsun? Git kendi denginlerle – yani serserilerle – kavga et. Senin saçmalıklarına katlanacak değilim burada.” En sonuna kadar bağırmaya başladığımı fark etmemiştim. Çocuğun yüzündeki kırılmış ama aynı zamanda öfkeli meydan okuyan ifadeyle ve boğazım ile ses tellerimdeki acıyla bunu anladım. Belki bir salisenin onda biri kadar birbirimize baktık. O an bakışlarında tüm gerçekleri görmekten canım yandı. Orada bir saniye dahi bekleyemezdim ve arkamı dönüp biraz öncekinden daha hızlı koşmaya başladım.

Ah, evime ihtiyacım vardı. Sıcak çikolataya ihtiyacım vardı. Ve çizeceğim şeyin ne olacağını bilsem de bir kalemle kağıda.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 15 Mart 2010, 12:56:51
çookk güzel olmuşş :D :D evet biraz geçiş bölümü gibi, yani kısa kısa anlatmışsın her şeyi ama yine de harika.! :D

bu arada dawnı nedense hiç sevmedim ben  :shrlock yani tamam iyi bir kız olabilir ama hiç bir zaman popülerleri sevmemişimdir ... :shrlock

 :zuha
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 15 Mart 2010, 19:00:34
Vay canına, buna rağmen beğenmene bayıldım. :D
Dawn aslında yanlış anlaşılan biri, çok temiz bir yüreğ var, tanımaya çalışın, ben de anlatmaya çalışacağım. ^-^
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 15 Mart 2010, 20:24:41
:D :D ya iyi biri olabilir, hatta az çok belli oluyor da.. ama ne bileyim.. sevmedim işte :D kanım ısınmadı :d popülerleri hiç bir zaman sevmemişimdir, dediğim gibi :zuha



Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 15 Mart 2010, 21:43:09
Ne yalan söyleyeyim ben de sevmem popülerleri. .D Ama o kadar da önyargılı olmamak lazım yahu. ^-^
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 16 Mart 2010, 18:57:58
ya biliyırum ama bile bile sevmiyorumm :D neyse :D belki lerde ünü düşer de :P sevmeye başlarım :P :D :D şaka şaka :D



ve bu arada sanırım aşık olmaya başlıyorum, o yeni çocuğu çooo..ok sevdiimm :D :D huyları, görünüşü falan çok dikkatimi çekti :D ayyhh :D  :klp :klp
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 17 Mart 2010, 18:58:41
Hehehe :D

Ahahaha ;D
İlerleyen bölümlerde daha çok tanıyacaksın çocuğu, biraz karmaşık biri aslında ama evet şirin düşünmüşüm ne yalan söyleyeyim. ;D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 17 Mart 2010, 18:59:37
evet çok şirin düşünmüşün :D :D allahııım :D  kurtar beni bu acıdaaan :D yolla beni onun evreninee :D dawn olmaya bile hazırııım :D



ama o çocukta bir bit yeniği var daa.. neeyysse :P :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: diana - 17 Mart 2010, 19:55:10
Henüz ilk bölümünü okudum.Vede şunu demeliyim.Harikaydı.Dha önsüzünden kendine çeken bir öykü.Kesinlikle mükemmeldi.O kadar güzel anlatmışsın ki ilk bölümün nasıl bittiğini anlamadım bile.

İkinci bölümüde en kısa zamanda okumaya çalışacağım.[*]bilgisayara uzun süre bakmak gözlerimi ağrıtıyor[/*]

Tekrar tekrar tebrikler.Kalemine sağlık.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 18 Mart 2010, 19:35:33

neutron: Heheh, eh artık bölümler ilerledikçe ne çıkar ortaya bilmem ben. ^^

diana: Çok teşekkür ederim yorumun içiiin. (: Hikayemi beğenmene çok sevindim, umarım bundan sonraki bölümler de hoşuna gider. (:
Çok sağ ol tekrar tekrar. *-*
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 18 Mart 2010, 20:39:13
puff çok merak ettim :D ya ne zaman eklersin diğer bölümleri? =)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 19 Mart 2010, 19:26:34
En kısa zamanda diyelim. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 19 Mart 2010, 20:49:21
pff.. en kısa zaman ne zaman ? :D bu arada yazdn mı yeni hikayeyi? yoksa yazım aşamasında mı şu an ? :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 20 Mart 2010, 13:40:08
Yazım aşamasında diyelim ona da, ama en kısa zamanda gelecek. ;D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 20 Mart 2010, 19:19:27
;D ;D tamamdır :d baskı yapmiyim bari :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 21 Mart 2010, 14:29:39
Teşekkürler. ;D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 22 Mart 2010, 12:23:08
Geciktiğim için kusura bakma, sınavdı işti derken kendime ayıracak zamanı zor buluyorum. İkinci bölümü de zevkle okudum. Bence Dawn popüler olmakla pek ilgilenmeyen sadece lider karakterli biri olmasının verdiği ayrıcalıkla hareket eden güzel bir kız. Popüler olmak zor iştir ve bunu kaldırabilmek hele de iyi bir kalbiniz varsa işte bu en zorıdur. Bemce Dawn a bir şans verin, sizi hayal kırıklığına uğratmayacak.

Müsadenle luna, takıldığım bir yer var sana sormak istiyorum.
Kavga sahnesini anlatırken Dawn'nın başı ağrıması gerekmez miydi? Yani yeni çoçukla ne zaman göz göze gelse ya da yanından geçse beden, acıyla ona tepki ver miyior muydu? Kavga sahnesinde bu ayrıntınun eksikliğini hissettim ve son karşılaşmalarındada aynı eksiklik vardı.

Bir kaç tane de kelime hatan var ama bir kere daha gözden geçirirsen bu hatalarıda yok edeceğine eminim.
*"Ben... Kendimi iyi hissetmiyorum aşk" buradaki aşk nedir? Aşkım diyebileceğini düşündüm ya da yarım kalmış bir sözcük ve 3 noktayı atlamış olabilirsin.
*...Bahçeye çıktığımızda benim konuşmamı belemeden bir dedikodu..." sanırım buradada beklemeden diye yazmak istemiştin.
*...şey şu; Yolda ..." noktalı virgülden sonra küçük harfle başlamalı yada noktalı virgül yerine iki nokta kullanmalısın.
*"Ve, evet, konuşmamızı"  ve kelimesinden sonra virgül gelmemeli, ve virgül ile aynı anlamda kullanılır.

:) Şimdilik beni hoşgör lütfen ve devamını beklediğimi de lütfen unutma. Çok güzel bir kalemin var. Sayende ilk ağızdan yazılan eserleri sevmeye başladım.

Yüreğine sağlık.

NOt: İşteyim hızlı hızlı yazıyorum hatam olduysa affola,sevgiler
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 24 Mart 2010, 18:19:43
Dawn'ın karakteri direk çözmüşsün, bravo diyorum. ;D

Sorularına gelince, açıkçası her karşılaşmalarında başı ağrımıyor. O acıyı hissedebilmesi çocuğun duygularıyla bağlantılı aslında, Dawn'ınkiler gibi değil, merak etme bunu da hikayede yazacağım. ;D

Imm yazım yanlışları ise şöyle ki, ilkinde yanlış yok, bilirsin [ya da bilmezsin ;D]tiki dediğimiz insan topluluğunun konuşma tarzı oluyor bu Kızıl Gölge. ;D
İkincisinde aynen dediğin gibi gözden geçirince düzeltmeliyim, teşekkürler. (:
Sonuncu şeyi bilmiyordum, düzeltirim, sağ ol. (:

Yorumun için teşekkür ederim, bir şeyleri sevdirebildiysem birisine ne mutlu bana. :melk
Ayrıca işte olmana rağmen okuduğun için de ayrı teşekkürler. :)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 25 Mart 2010, 08:56:17
Tiki tarzı mı? Bunu bilmiyordum işte, öğrenmenin yaşı yoktur değil mi? Hehheeee... Ben de tiki tarzını öğrenmeliyim demek ki.

Luna'cım o baş ağrısı kısmını biraz daha anlatman yararlı olacak. Belirtiler birbirini desteklemiyor gibi gözüküyor. Onu da başarırsan ki yaparsın, devamında güzel işler çıkacak sanki.

Hadiii bakalımmmm biz hazırız; nerede 3. bölüm ?

Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 25 Mart 2010, 18:46:10
Tiki, evet. Aman öğrensen de uygulama derim ben. ;D Genelde yapmacık davranışlardan oluşan bir akım zaten.

Evet, zaten bölümler ilerledikçe bir çok şey ortaya çıkacak, biraz sabır lazım sadece. (: Umarım devamı da hepinizin hoşuna gider.

Hmm, güzel bir soru bu. ;D Şu bir iki gün geçsin koyabileceğim bölümü sanırım. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 25 Mart 2010, 21:53:17
evvet.! tarih belli oldu :D

Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 01 Nisan 2010, 11:17:15
Bize 1 nisan şakası yapıp tarih yok diyerek öykünü yayınlasan ne hoş olurdu ? :) Hep süpriz hemde şaka...
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 01 Nisan 2010, 12:47:57
 :D :D evet yaa çok güzel olurdu :d :D ama nerdeeee :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 01 Nisan 2010, 12:52:50
:D :D evet yaa çok güzel olurdu :d :D ama nerdeeee :D

Dilinin etkisini hissetmek çok hoş. Bu güzelliğin devamını getirir diye umut ediyorum.

Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 01 Nisan 2010, 20:26:57
Devamını yazdım, ama 4. bölümü bitirip 3'ü yayınlamayı planlıyorum arkadaşlar. *-*
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 01 Nisan 2010, 21:52:12
iyi de ne zamaan :D ?
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 02 Nisan 2010, 17:22:10
Yarına bitireceğim söz. :D Genelde herkes yattıktan sonra yazdığım için zor oluyor zaman bulması yazmaya. *-*
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: diana - 03 Nisan 2010, 18:14:01
Sonunda ikinci bölümünüde okudum ve harika olduğunu düşünüyorum.

Okumak için ne zamandır erteliyordum.Şimdi okuyunca  keşke hiçi ertelemeseydim keni kendime hayıflandım.

Devamını büyük bir merakla bekliyor  olacağım.Birde şu dawnı çok sevdim.Eğlenceli bir karakter. :)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 03 Nisan 2010, 20:13:11
benim tam tersime desene :D ben hiç sevmedeim dawnı :D nedenini bildiğimden bile emin değilim :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 04 Nisan 2010, 15:16:03
Beğenmene çok sevindim diana. (: Yorumun ve zaman ayırdığın için de ayrı teşekkür ediyorum. *-*
Dawn ne kadar çelişki yarattı ya. :D Seven var, sevmeyen var. .D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 04 Nisan 2010, 19:25:32
:d evet öyle oldu :D



ya lunaaaa hadi ya yarın bitircem demişsin 2 gün oldu çıt yok :D :D bekliyoruz ne zamandırr :D


ya baskı da yapmak istemiyorum ama insan kötü oluyor yani :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: diana - 05 Nisan 2010, 17:31:07
neutron,bende devamını merakla bekliyorum.Fakat bence fazla üstüne varmayalım.İçinden gelince yazsın.Yoksa bizde beklediğimiz gibi güzel bir yazı bulamayız.

Umarım sözlerime kızmamışsındır.Ama karşımızda enfes bir yazı bekliyorsak biraz beklemeliyiz.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 05 Nisan 2010, 20:56:30
yok canım niye kıziyim :D  aslında çok haklısın biraz rahat bırakmam lazım ama yapamıyorum yaa işte :D zor oluyor :D ama tamam.. sustum :zuha
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 06 Nisan 2010, 19:37:51
Hepinize çok teşekkür ederim ilginiz için. (: Aslında 4.. bölümü bitirip koyacaktım ama daha fazla beklemenizi istemedim. İyi okumalar, lütfen yorumlarınızı esirgemeyin. (:

3.

Eve geldiğimde normal olarak soluk soluğaydım. Tüm yol boyunca azıcık bile yavaşlamamış, topuklarımın kırılması tehlikesine rağmen koşmuştum. Eve girdiğimde kapıyı arkamdan sıkıca kapadım ve kilitledim. Ve uçarak yukarı çıktım. Üstüme kuru bir şeyler giydiğimde ise banyoya gidip saçlarımı kuruttum ve turunç saçlarım kabarana kadar kuruduğunda ellerimle şekil vermeye çalışarak aşağı, mutfağa indim. Uzuun zamandır – en fazla bir saat – özlemini çektiğim sıcak çikolatamı hazırlamak için suyu ısıtıcıya koydum ve salona gidip televizyonu açtım. Açtım ama… İzlemiyordum aslında. Aklıma şu salak çocuk takılmıştı. Gerçekteni kimdi bu çocuk? Neden bende böyle hisler uyandırıyordu? Bilmiyorum, bilmiyorum! Bilmek de istemiyorum! Lanet olasıca şirin şey, bu kadar gıcık ve pısırık olmasan ne olurdu! Hey, ben ne dedim? Şirin mi? Hayır, onu sevemem. Onu sevecek olamam. Cümle kurmamı bile engelleyen bir özürlüyle olmaz!

“Dawn, biz geldik tatlım!”

Çelişkilerle dolu içsel konuşmam sevgili annem tarafından kesildi. Koltuktan kalktım ve ısıtıcıdaki suyu büyükçene bir bardağa dökerken “Hoşgeldiniz o zaman.” dedim.  Annem yanıma geldi ve “Ah, tatlım dışarıda feci bir hava var. Baksana, içim dışım ıslandı!” İç geçirip “Anne, ben de 15 dakika kadar önce dışarıdaydım. Hatırladın mı, ben okuyorum.” Annem mırıldanarak onayladı ve yukarıya, büyük ihtimalle küçük kardeşimi giydirmeye gitti. Derin bir nefes alırken bardağımı da masadan aldım ve yukarı, odama çıktım. Ne yapacağımı biliyordum, bir resim çizecektim. Beni bugün ancak bu rahatlatırdı. Koltuğuma oturmadan önce mp3’ümü aldım ve rahatlatıcı, sakin bir müzik açtım. Düşünmemi engelleyecek ve çizmemi kolaylaştıracak…

Ve elim işe koyuldu. Bir resim için karalamaya başladığımda artık beynim elimi değil, elim beynimi yönetiyordu sanki. Beni zihnimin içindeki en derin parçaya sürükler ve oradan bulduğu şeyi kâğıda dökerdi mükemmel bir şekilde. Yani ben suçsuzum. Yaklaşık bir buçuk saat sonra ortaya çıkan şey hakkında suçsuzum. Onu ben çizmedim, o gözleri ben çizmedim. Bugün okuldan çıktıktan hemen sonra, istemeden çarptığım o çocuktaki gözler. Menekşe rengiyle süslenmesi gereken gözler. Elimde olmadan deri bir iç çektim. Soğumaya yüz tutmuş sıcak çikolatamda bir yudum aldım ve o gözlere baktım.

O gözlere bir daha bakmamayı dilerdim ama…

***

Tekrar kendini kurtarmak için mücadele etmeli. Tekrar bir hayatı yaşamak için bitirmeli. Tekrar… Adımlarını sıklaştırıp bir köşeye dönüyor. Orada ilerlerse hızlı kap atışlarını bulacak. Taptığı o sese ulaşırsa, tekrar güneşin doğuşuna bakabilecek. Ama… O çoktan ölmüş kalbi taşırken bedeninde her saniye ölmenin acısını yaşayarak. Gökyüzü aydınlanıyor mavi bir ışıkla ve gözlerine yansıyor. Şeytani gözlerine… Ölümü kabullenmeyecek o. Ölümsüzlüğü tatmak için kabullendi tüm acıları. Her şeyini şeytana sattı.

Ve verandaya atladı. Gözleri aniden büyüyen çocuğa alaycı bir şekilde güldü. Bu seferki kurbanının ölü vücudunu görürken sevinecekti. Onun yalvarışlarını duymak daha bir haz verecekti. “Nereden buldun evimi? Kimsin sen lanet herif?!” Gülümsemesi yüzünden silinmeden ilerledi. Çocuğu yere attı tek hamleyle. Boğazını sıkarken bir hayvan gibi hırladı. Zevk içinde ellerini tatlı sesin geldiği yere koydu ve bastırırken onun çığlıklarıyla mutlu oldu. Birkaç dakika sonra… O yoktu. Artık onun kalbi vardı. Ve kalp artık onun değildi. Kırmızı kan parlarken onu ceketinin içine koyarak oradan uzaklaştı. Yine o kazanmıştı.


“YİNE!” Kesik kesik nefes alabiliyordum. Bu seferki diğerlerinden daha berbattı. Ölümünü gördüğüm, hissettiğim ve bundan zevk aldığım kişi… Bunu düşünmek bile gözlerimin yanmasına sebep oluyordu. Futbol takımının yıldızı, beni deli gibi seven çocuk artık yoktu. Josh artık yoktu. Onun ölü bedeni küçük evinin verandasında biçimsiz bir şekilde duruyordu. Ve ben gidip yardım edemiyordu. Gidip babama “Çocuk ölüyor, katili yakalayın, polislere haber vermeliyiz!” diyemiyordum. Ellerimi yumruk haline getirmiştim hissettiğim acıyı bastırmak için. Nasıl bir insan bunu yapabilirdi? Nasıl gidip de başka birinin kalbini sırf iki gün daha yaşayabilmek için sökebilirdi? Ağlamamalıydım. Ağlarsam ailemi uyandırabilirdim. Ve bu hiç hoş olmazdı.
Ne yapacaktım, ne yapmalıydım? O katili bulmak için ne yapabilirdim? Dostum orada ölürken hatta ölüyken ne yapabilirdim?! Biraz önce ağlamamak için sıktığım ellerimi şimdi sinirle bacaklarıma vuruyordum. Bir yararı dokunmayacaksa neden o canavarın yaptıklarını görebiliyordum ben?! Bu kadar kötü birimiydim ki, korku filmlerinden fırlama bu sahneleri görüyordum… Kafamı yastığıma koyduğumda elimde olmadan yanağımdan bir damla yaş süzüldü. Sonra iki, sonra üç ve artık hesaplamıyordum. Kafamı yastığıma gömmüş ağlıyordum. Ağlamaktan başka ne gelirdi ki elimden? Yarın boş bir umutla Josh’ın geri geleceğini düşünmekten başka…

Uyuyamayacağımı biliyordum. Uyursam yine o kâbusa dönebilirdim. Josh’ın cansız şekilde yerde yattığı ve o katilin yüzündeki alaycı gülümsemesiyle ona baktığı…
Yataktan kalktım. Yüzümü pijamamın kollarıyla sildim. Kendimi toparlayamazdım belki ama en azından birazcık daha kâğıtlara dökersem hislerimi rahatlayabilirdim. Kalemimi aldım, kâğıdımı aldım ve kontrolü elime bıraktım.

***

Sabah uyandığımda saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Ama hava daha aydınlanmamıştı. Büyük ihtimalle en fazla yarım saat uyumuştum çünkü terden sırılsıklam bir şekilde uyanmıştım. Gördüğüm şey her neyse hatırlamadığım için çok mutluydum açıkçası. Kafamı zorlukla masamın üstünden kaldırdım ve yanağıma bir şey bulaşmış mı diye masamın kenarındaki aynayı aldım. İlk bakışta yatağımda biri varmış gibi geldi, buna yemin edebilirdim ki Josh oradaydı. Arkama döndüğümde ise yoktu. Nefes nefese gidip ışığı açtım ve içimdeki korkunun geçmesi için derin derin havayı içime çektim. İşe yaradı gibi olduğunda aynaya tekrar baktım korkarak. Bir şey yoktu. Kafayı iyice yemiştim en sonunda işte! Aynayı kaldırdım ve yanağıma bulaşmış kara lekeleri ovuşturarak geçiştirmeye çalıştım. Lanet olasıca lekeler çıkmıyordu işte! Banyoya koştum ve hemen sabun sürüp iyicene suyla yıkadım. Şimdi daha iyiydi işte.

Masaya geri döndüğümde nende bilmiyorum bir beş dakika kadar öylecene bekledim. Sonra yavaşça hareket ederek masaya ellerimi koydum, başımı ve gözlerimi aşağı indirdim ve çizdiğim şeye baktım. Bakmaz olaydım. O gözler. O kana susamış, vahşi gözler. Bana neyi hatırlatıyorlardı ki? Daha önce gördüğüme yemin edebilirdim bu gözleri gördüğüme. Tabii ki de görmüştüm! Rüyamda düzensiz olarak 2 – 3 gecede bir görüyorum ya işte! Bir iki saniye daha baktıktan sonra çizdiğim şeyin gerçekliğinden korkarak çizimlerinin arasına koydum masanın alt tarafındaki gözü açıp. Evet, en azından daha iyiydim. Ama hala… Bu gerçeği düşünmek bile korkunçtu işte. Şimdi ne olmuştu zavallı Josh’a? Ruhu neredeydi? Böyle vahşice katledilmeyi hak etmiyordu ki o… Gözlerim tekrar dolmaya başlayınca hemencecik kolumun yeniyle sildim ve ayağa kalktım. Madem erken uyanmıştım gidip saçımı başımı düzeltebilirdim biraz. Belki bugün gözlerime lens takardım, yeşil mi, gri mi? Hımm… Bugün menekşe rengi fena olmazdı aslında.

Kendimi onaylayarak ve iç gevezelik yaparak ilerliyordum holde. Dikkatsiz kafam ki neredeyse annemin zilyonluk vazosunu düşürüp kıracaktım. Son anda garip bir şekilde elime yapıştı vazo. Aman her neyse… Kırılsa babam aynısından iki tane daha alırdı herhalde geçen doğum gününde antika taştan heykeli kırdığında yaptığı gibi.

Banyoya girdiğimde bir saniye daha orada olmak istemediğim bir halde buldum kendimi, savaş alanından çıkmışım hani. Hemen elime silahımı aldım ve vahşice tarak girmemiş saçlara daldım. Yaklaşık 15 dakika kadar süren mücadeleden kurtulmuştum ve ben başarmıştım ayıptır söylemesi. Şimdi tarağı geçirdiğimde hoop diye kayıyordu. Gülümseyerek elime düzleştiricimi aldım. Seviyesini ayarladım ve ısınmasını beklerken aynanın yanındaki dolaptan lens kutucuklarımı aldım. Onları sevdiğimi söylemiş miydim? Neyse, lenslerimi aldım ve teker teker denedim hangisi menekşe moru olan diye (Aralarında her renk bulunan güzel lenslerimle bu olay biraz uzun sürdü.). Bulduğumda dikkatlice diğerini de yerleştirdim temizledikten sonra.  Saçlarımı da düzleştirdiğimde kendime bakıverdim şöyle bir. Gerçekten bir meleğe benziyordum. Narin ve temiz yüz hatlarımı seviyorum işte!

Saçlarımı geriye atıp banyodan çıktım, odama girmeden önce holde asılı olan pek de sevdiğim guguklu saate bakmadan edemedim. Hö? Gerçekten saat 5.43 müydü yani? Saat neredeyse 6 olmuştu ve ben rahat 2.30 saattir uykusuz geziyordum. Bu akşam eğer becerebilirsem 2 saat erkenden uyumam gerekecekti.  Zaten yarın Cumartesi olduğundan sorun yoktu aslında. Yine de ani randevulara hazır olmalıydım!

Tatlı gardırobum! Bugün için en güzel şey siyah giyinmekti. Siyah ve şık. Hımm… Dar, siyah kot pantolonumu, yakası açık olan ve üstünde mor hafif desenler bulunan tek kolu düşük ve her hava şartına uyum sağlayabilen uzun bluzumu ve alttan da siyah, anneannemin bırakmış olduğu – ki kendisi çok şıkmış zamanında – safi deri çizmelerimi çıkardım. Takı takmamayı ama hafifi bir makyaj yapmayı da aklıma koymuştum hızlı hızlı giyinirken. Makyaj masama geçtiğimde biraz düşünceliydim. Acaba tamamen siyah giyinmese miydim? Anlarlar mıydı ki? Ama neyi anlayacaklardı ki. Eğer ben her zamanki gibi suçsuz moduma bürünürsem – ki öyleyim – benden her zamanki gibi şüphelenmezlerdi. Olanları görmek benim suçum değil ya! Puuf…

Hafif pembe far sürdüm ve sürme çektim. Bugün en azından on tane çıkma teklifi almazsam adım da Dawn değil. Gülümsedim aynadaki yansımama ve aşağı inmeden önce gözaltlarım belli olmasın diye kapatıcı sürmeyi de ihmal etmedim. İnip kahvaltıyı hazırladığımda annemler daha yeni uyanmıştı, ufaklık ise hala uyuyordu dünkü gezintiden yorgun düşmüş olacak ki. Uykulu uykulu esnedim elimde olmanda ve bunu okulda yapmamayı kendime tembihledim. Babam buzdolabını açıp sütü çıkardı ve direk kafasına dikti, annemse onu azarlamaya başladı. Ben de bunu değerlendirerek hızlıca kahvaltılık gevreğimi bitirdim ve “Ben bugün yürüyerek gideceğim, hepinizi öptüm!” deyip onların cevabını beklemeden çantamla şemsiyemi aldım, montumu giydim ve evden çıktım.

Yol boyunca ne içsel gevezeliğimden yaptım ne de kendimi üzecek şeyler düşündüm. Sadece kulağıma mp3’ümü taktım ve şöyle en bangırından bir şarkı açıp dinlemeye başladım. Okula geldiğimde kaç milyonuncu kez dinlediğimi bilmiyorum ama aşırı konsantre olmuş olacağım ki Erin’in salya sümük bağırarak geldiğini fark etmemişim. Geldi ve beni sarsarak neredeyse yere düşürecek şekilde sarıldı.

Ve işte rolüm başlamıştı.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 08 Nisan 2010, 16:47:50
vaaayyyyyy  :D :D :D tebrikleerrr ve çooo..ok sağoll :D :D


şimdi yorumlara geçelim :D :D

1- Josh'ın ölmesine biraz üzüldüm :D
2- Kızın lens koleksiyonunu çoo...ok sevdim :D ilerde benim de yapmayı düşündüğüm birşey çünkü :D :D
3- kafama bir tek şu takıldı, tanıdığı birinin ölümünü kendi gözleriyle gördükten sonra nasıl bu kadar rahat olabiliyor bu Dawn ? hatta gülümseyebiliyor :D onu anlamadım :D açıklarsan memnun olurum  :D
4-okurken çok sevdiğim ve gülümsemeden edemediğim yerler oldu :D inşallah diğer bölümlere de eklersin böyle şeyler :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 08 Nisan 2010, 19:40:38
bnce bnlar süper ve ötesi yani ben bile böle yazamazdm doğrusu seni çok ama çok tebrik ediyorum
Alıntı
3- kafama bir tek şu takıldı, tanıdığı birinin ölümünü kendi gözleriyle gördükten sonra nasıl bu kadar rahat olabiliyor bu Dawn ? hatta gülümseyebiliyor  onu anlamadım  açıklarsan memnun olurum 
bak buna katılıyorum[/glow][/color][/tt] :hihi :)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 08 Nisan 2010, 19:55:36
Çok teşekkrüler okudüğun için. Beğenmene sevindim. (:
LEns koleksiyonu ne yalan söyleyeyim benim de yapmak istediğim bir şey. ;D
Dawn nedne gülümseyebiliyor hemen açıklayayım; Eğer ilk bölüme bir daha göz atarsan Dawn'ın ucube olmadığını düşünmesini sağlayan, kendini diğerleri gibi görmesine yardımcı olan şey bu umursamaz tavrıydı. Ayrıca eğer çok fazla kafaya takarsa delirebilir bile. Bu yüzden çok düşünmüyor bu konuda. Umaırm yardımcı olmuştur. (:

Hangi bölümler mesela, söyleyebilir misin? Merak ettim, uzun süredir yazdıklarıma bakmıyorum. ;D

Edit: mrbe__123; beğenmene çok sevindim. Umarım soruyla ilgili yaptığım açıklama senin de aklındaki soru işaretini yok etmiştir. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 09 Nisan 2010, 13:34:36
1-Hö? Gerçekten saat 5.43 müydü yani?
2-Okula geldiğimde kaç milyonuncu kez dinlediğimi bilmiyorum ama aşırı konsantre olmuş olacağım ki Erin’in salya sümük bağırarak geldiğini fark etmemişim.
3-Banyoya girdiğimde bir saniye daha orada olmak istemediğim bir halde buldum kendimi, savaş alanından çıkmışım hani. Hemen elime silahımı aldım ve vahşice tarak girmemiş saçlara daldım. Yaklaşık 15 dakika kadar süren mücadeleden kurtulmuştum ve ben başarmıştım ayıptır söylemesi.


buralar mesela :D


ve de açıklama için çok sağol :D gerçekten işe yaradı =) sanırım önceki bölümlerde dikkat etmemişim fazla, pardon :D :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 09 Nisan 2010, 22:35:20
Vay anasını, severek yazdığım bölümler hepsi de. :D
Pardona falan gerek yok, saçmalama. (: Rica ederim. ^-^
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 10 Nisan 2010, 19:12:14
saçmaladığımı pek sanmıyorum ben kendimce :D çünkü gerçekten dikkat etmedim :D pardon demem lazımdı :D yazara saygı değil mi ama ? :D


Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 10 Nisan 2010, 21:26:52
eed bnim sorularımı cvpladı umarım gerisi hemen gelir :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 10 Nisan 2010, 22:58:08
saçmaladığımı pek sanmıyorum ben kendimce :D çünkü gerçekten dikkat etmedim :D pardon demem lazımdı :D yazara saygı değil mi ama ? :D

Yazar mı? Ben mi? Sevindim ha. ;D Kibar olmak böyle bir şey olsa gerek. Çok sağ ol. Hiç gerek yok pardona falan ama, rahat ol, bu konularda çok kuğulumdur. :D

eed bnim sorularımı cvpladı umarım gerisi hemen gelir :D

Mutlu oldum o zaman. (: En kısa zamanda gelecek. :melk
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 11 Nisan 2010, 11:01:00
yazarsın tabii :D hikayeleri -vs.- kim yazar ki başka ? :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 11 Nisan 2010, 11:44:05
Yazar ne bileyim biraz daha iddialı ya, garip hissettim. ;D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 11 Nisan 2010, 19:41:34
eee hiseediceksin kardeşim :D hissediceksin :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 15 Nisan 2010, 20:19:11
Ne diyeyim, sağ ol canım. ;D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 23 Nisan 2010, 19:19:26
daha yayınlamadın mı yaaa merktan ölcem burda :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 23 Nisan 2010, 20:35:17
En kısa zamanda koyacağım. *-*
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: Berre - 25 Nisan 2010, 10:58:49
Güzel olmuş. Anlatımı, kurgusu, akıcılığı ile bir bütün olmuş.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 25 Nisan 2010, 14:35:03
Beğenmene çok sevindim, çok sağ ol yorumun için de. (:
Yeni bölümü iki gün içinde koymayı planlıyorum bir aksilik çıkmazsa, ölmez sağ kalırsak. ;D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 26 Nisan 2010, 16:54:12
inşaallaaahhhh bir sorun çıkmazz!!  :D :D sakın ölmeyin hee :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: nobody - 29 Nisan 2010, 22:23:08
çoooo...k güzel ama yaa :)
bende bişeyler yazıyorum ama senin kadar iyi değil  :ayh
seninkileri okuyunca kendi yazdıklarımdan soğudum  :ole
gerçekten harika cümlelerin var ve gerçekten profesyonel bir yazar gibisin
alkış alkış alkış yanii  :clap :)


(bu arada Dawn birazcık tanıdık geldi bana  :salla burdanda kendi okulumdaki Dawn'a gönderme yapıyım  :dl )
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 01 Mayıs 2010, 00:53:03
İki gün deim bir hafta geçti. :D Yarın koyuyorum yeni bölümü, izci sözü. [izci olmamama rağmen. :D ]

Nobody; Çoooooo...k teşekkür ederim en başta. (:
Kendini asla küçümseme, eminim ki çok iyi yazıyorsundur.
Anlatımım beğenmene çok sevindim, her ne kadar kendimi profesyonel olarak görmesem de teşekkür ederim, cidden havalardayım. :^)

Heheh. ;D Kendi okulundaki Dawn da umarım iyi bir kalbe sahip olabilir. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 01 Mayıs 2010, 16:10:20
tmm bk yrn koy şu hikayeyi artık ama :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: nobody - 01 Mayıs 2010, 23:40:11
hadi hadi hadi hadi yeni bölüm istiyorummmm :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 02 Mayıs 2010, 13:24:13
bak yarın oldu amaa :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: nobody - 02 Mayıs 2010, 14:10:01
hadi ama yaaaaa :D :D
yeni bölüm istiyoruzzz :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 02 Mayıs 2010, 20:01:00
4.

“Ne? Ne oldu Erin, lanet olsun, konuşsana bitanem!”
 
Kendimi her zaman oscarlık bir oyuncu olarak nitelendirmişimdir. Tanrı vergisi yetenek işte. Gülümsememek için kendimi tuttum ve rolüme devam ettim.

“Erin, hemen şimdi zırlamayı bırakıp ne olduğunu söylemezsen gideceğim.” Sabırsız bir tonda konuşmuş olmamla biraz kendini toplamıştı. Mavi lensli gözlerini ovuşturmamak ve göz makyajını daha fazla bozmamak için sadece gözlerinin altını pembe peçetesine silerken “Josh!” dedi.

“Josh ne?”

Tekrar hıçkırmaya başlamadan önce bana acı acı baktı ve “ ÖLDÜ!” diye bağırdı. Açıkçası nasıl şoke olmuş olacağımı planlamamıştım, nasıl tepki vereceğimi düşünmemiştim ve kendimden o anı yaşamış olmama rağmen böyle bir tepki de beklemiyordum ama yaptığım şey aynen şu oldu; Bir an ağzım açık kalakaldım. Gözlerimden aşağı istemsiz yaşlar süzülürken elimi yanağıma götürdüm ve saçlarımı okşayan rüzgârdaki matem havasını hissettiğim anda Erin’in on katı beter ağlamaya başladım. Ve o ağlayan konumundan teselli eden konumuna geçmiş oldu.
“Yapma böyle, Dawn! Dawn kendine gel, o biz ağladığımızda hep güldürürdü, hiçbir zaman üzülmeyelim isterdi. Tatlım kendine gel!”

Kendimi kaybetmiştim, evet. Döktüğüm gözyaşları gerçekti, evet. Ve aslında sabah içime akıttığım gözyaşlarımdı bunlar, evet.

Yerlere oturuyor olmama ve Erin’in bluzumun ıslanacağını söylemesi umurumda değildi. Tüm gardırobum ıslansa şu anda kılımı bile kıpırdatmazdım. Bir insan öldüğünde, hele ki bu benim neredeyse-ex-aşkımsa onun dışında başka hiçbir şey urumda olamazdı. Olamıyordu işte. O an onu ne kadar sevdiğimi ve sonsuza kadar gitmiş olmasını kabullenemeyeceğimi anlamıştım ve bu canımı yakıyordu. Onun yüzünü her sabah okulda göremeyecek olmam ve dokunuşunu hissedemeyecek olmam canımı yakıyordu. Onun o ben-çok-maçoyum-dostum tavırlarını göremeyecek olmak bile canımı yakıyordu. Ve bunun verdiği acı o kadar büyüktü ki, buna dayanamıyordum. İşte bu yüzden deli gibi ağlayıp çırpınırken olduğum yere serilmiş ve uyandığımda kendimi revirde bulmuştum.

***

Gözlerimi kırpıştırdığımda bulanıklık yok oldu ve tepemde dikilen dört yüzün endişeli bakışlarını gördüm. Endişeli derken, ciddi endişeli. Yani o yapay yüzlerde gördüğüm en gerçek ifade. Neyse, biraz daha dikkatli beklediğimde Erin’in zırlamasını duyabiliyordum. “O da mı yoksa, Taaanrıığm?” diyerek ve ağzını büzerek ağlıyordu. Yattığım yerden zorlukla dikildim ve etrafıma bakındım tekrar. Şimdi kokuları da algılayabiliyordum. Burnuma gelen o iğrenç hastane kokusunu özellikle. Tiksinerek burnumu kırıştırdım ve Erin’in yanına gidip oturdum. Bana soran gözlerle bakarken yapmalaşmış ağlamasına da devam ediyordu. Nefesimi topladım ve “Erin, bitanem, haydi tuvalete gidelim, cenaze bugün kalkar. En azından onu güzel uğurlayalım, ha?”
Başını salladı ve gözlerini mendile sildikten sonra titrek bir sesle “İzin alıp eve gidelim olmadı, halimi burada görürsem bayılabilirim.” deyip burnunu hafifçe çekti. Ben de başımı sallayıp onayladım ve ayağa kalktım. Ama kalktığım gibi de oturdum. Başım aniden fıldır fıldır dönmeye başlayınca yani. Basketbol takım kaptanı Tim durduğu yerden uçarcasına geldi ve ellerimi tutarak “İstersen seni taşıyayım Dawn.” dedi endişeli bir sesle. Onun hemen peşinden de Erin’in sesi duyuldu; “Ahh, bayılacağım sanırım, biri beni taşıyabilir miii?”

Tim’e gülümsedim ve Erin’in bu durumda bile böyle davranabilmesine sinir olarak “Çok memnun olurum canım.” dedim. Çocuğun yüzü resmen aydınlandı. Evet, yeni sevgilime de karar vermiş bulunuyorum. Erin orada yakınmalarına devam ederken Tim beni güçlü – ve bayağı kaslı – kollarıyla kaldırdı. Ne yalan söyleyeyim, kendimi daha iyi hissetmiştim.  Kafamı göğsüne yasladığımda kalbinin atışını duymak içimde bir şeyleri alevlendirmişti sanki. Elimde olmadan ellerimi boynuna doladım ve iç geçirdim.

Onun kalbini istiyorum.

Ne? Onun kalbini mi istiyordum? Bunu ben düşünmüş olamazdım, hayır! Bunu ancak o katil düşünebilirdi! Yoksa çok mu abartıyordum? Yani ben bunu kalbini söküp çıkarmak istiyorum anlamında kullanmamıştım sonuçta. Sanırım giderek psikopatlaşıyorum, Tanrı’m…

Tim ağır ama büyük adımlarla revirden çıkarken Erin’in de kendini futbol takımından Jeremy’ye taşıttırdığını gördüm göz ucuyla. “Tanrı’m, ne kıskanç ama.” Tim’e bakıp güldüm, içimden geçenleri söylemesi hoşuma gitmişti aslında. Yine de onu şimdi onaylayamazdım, hemen arkamızdan gelirken olmazdı. Pek de sinirli olmayan bir sesle “Öyle deme…” deyiverdim. Aslında sesim daha çok alay eder gibiydi de, bu önemsiz bir ayrıntı.

Nihayet okul koridoruna çıkabildiğimizde normalden fazla ses olduğunu fark ettim. Ve bu kesinlikle benim sessizlikten çıkan kulaklarımın aniden alışamaması durumu falan değildi. Şöyle bir etrafa baktığımda ağlayan birkaç kız – ki bunlar büyük ihtimalle Josh’ıma aşıktılar – gördüm. Bunlardan kimisi inek, kimisi şişman, kimisi erkek Fatma, kimisi de aramıza katılmaya çalışan yeniyetmelerdendi. Tabii aralarında okulun önde gelen seçkinleri de vardı. – Ama onların üzüntüsüne ne kadar güvenilir bilinmez. Josh’ın peşinden ağlayan insanların çeşitliliği beni gerçekten şaşırtmıştı. Sonuçta o eziklere hep haddini bildirir, gerekirse zor kullanırdı. Buna rağmen insanların ona saygı duyduğunu ve onu benimsediğini görmek beni bir nevi mutlu etmişti. O ağlayan insanlara gülümsemek içimden gelmese de daha ağır basan Josh’ın hatırası bunu yapmamı sağladı. Tabii kafamı Tim’in göğsüne gömdükten sonra.

 Kafamı kaldırmadan önce Tim bayağı bir hareket etti, bir şeyler yaptı, birileriyle konuştu. En sonunda derin bir uykudan uyanırmış gibi ya da bir tembel hayvanın uyanması gibi – başımı kaldırdım ve etrafıma bakındım. Tim kafasını eğdi gülümsemeye çalışan yüzüyle. “Günaydın, Cinderella.” Kızgın bir yüzle ona baktım ve “Cinderella değil o bir kere.” dedim. Bana şaşkın şaşkın baktığında “Uyuyan Güzel.” deyip somurttum. Anlamış gibi kafasını sallayarak “Doğru, doğru. Çok özür dilerim. Ama sonuçta bir prensessin yani, bunu tutturdum.” deyince düşünür gibi yapıp “Sanırım evet.” diye cevap verdim. Ela gözlerindeki bitkin matlıkla güldü. Bir an onu ne kadar yorduğumu düşünüp kendime kızdım. “Ayy, Timmy! Çok özür dilerim kaç saattir kucağındayım kim bilir.” dedim pişman bir sesle. Beni duymamış gibi yaptığında dürtükledim. “Sadece sessiz ol canım.” cevabını alınca kafamı tekrar gömdüm.

Etraftaki diğer çocuklarla konuştuğundan bir arabayı ödünç alıp beni evime bırakacağını, arabasının tamirde olması yüzünden küfrettiğini duydum. Tabii bunlar elimde olmadan o ve Josh arasında bir kıyaslama yaparken bir fon gibi kulağıma ulaşıyordu.
Evet, Josh’la onu kıyaslıyordum. Elimde değildi, çünkü ciddi ciddi benzerlikleri vardı. Ama mesela Josh ölü gibi beyazken Tim daha esmer bir ten rengine sahipti. Ayrıca sivilceleri yoktu ve Josh’tan bir sene daha büyüktü. Çevresindeki insanlar genellikle zeki, disiplinli ve kendine güvenen, okulla ilgili her işe el atan insanlardı. Josh daha serseri takılırdı. Hem zekilikle de alakasızdı. Belki “Üç kere yedi kaç?” deseniz yüzünüze aval aval bakardı. Ama kalbi çok temizdi. Kesinlikle kabadayılığı, içkisi, sigarası vs. dışında kötü bir alışkanlığı yoktu. Bana karşı da hep nazik davranmıştı. Öldüğü güne kadar.

Nefesimin daraldığının hissetmeye başlamıştım hemen. Ve gözlerim de kararıyor gibi oluyordu işte. Onun öl- Bunu telaffuz etmek bile içime öyle bir acı düşürüyordu ki… Bir an Tim’in kollarında olduğum için kendimden utandım. Resmen olmam gerektiği gibi davranıyordum. Bu beni öldürüyordu.

Tim aniden ayaklandı ve içsel gevezeliğim kesildi. Arkadaşına teşekkür ederken beni tutan ellerinden birinin hafif gevşediğini hissettim. İki saniye sonra şıngırtı çıkaran soğuk madde kazağıma değdi. Kafamı kaldırıp “Gidiyor muyuz?” diye sordum sanki telefondan konuşuyormuşum gibi kulağa cızırtılı gelen sesimle. Kafasını sallayıp “Onbeş dakika sonra sıcak yatağında yatmış dinleniyor olacaksın. Bu büyük adam da sana kas gücünü gösterip çorba yapacak.” Kafamı tekrar gömdüm. Bu çocuk bana kesinlikle Josh’ı hatırlatıyor. Daha kötüsü, içimdeki ses bana pişman olmam gerektiğini söylediği halde onu dinlemiyorum!

***

Kafamı deri koltuğa iyice gömmüş, ayaklarımı toplamış yatıyordum arka koltukta. Tim de önde sessiz sessiz arabasını sürüyordu. Arada bir şarkıyı mırıldandığını duyuyordum ama umurumda değildi doğrusu. Birkaç defa derin nefes alıp konuşacakmış gibi oldu ama sonra tekrar sustu. Ben de sesimi çıkarıp onu sıkıştırmaya üşendiğim için aramızdaki sessizlik uzadı da uzadı. Ta ki eve varıncaya kadar. “Geldik sanırım, burasıydı değil mi?” Başımı istemeyerek ve hantal hantal kaldırdım. Küçük-sevgi-yuvam karşımdaydı. Tim’in evimin yerini bilmesine şaşırmam gerekiyordu ama okulun en popüler insanı olunca bilinmeyen bir şeyinizin kalması neredeyse olanaksız olduğundan pek garipsemedim. “Hı hı.” derken başımla da onayladım. Tim ise sesimi duyar duymaz benim ağır hareketlerimin aksini uygulayarak fişek gibi arabadan çıktı, kapımı açtı ve beni kollarının arasına aldı bir kez daha. “Umarım çantamı almışsındır. Anahtar içinde.” dedim kafamı gömerek. Belli belirsiz bir onaylama sesi duydum. Sonra beni tek koluyla sıkı sıkı tutarken diğeriyle bagajı açıp eşyalarımı oradan çıkardı. Onları da tek koluna alınca bagajı seslice kapattı. Evle olan mesafeyi beni de taşımasına rağmen kısacık bir zaman zarfında kapattı, kapıyı açtı ve en sonunda sıcak, güvenli ve bir derece huzurlu olan evimdeydik.

“Gel bakalım.” deyip beni üst kattaki odama bıraktı. – Odama kadar her yeri bilmesine biraz şaşırmadım değil. – Eşyalarımı da bir köşeye koyup odamdan uçarcasına çıktı ve iki saniye sonra merdivenlerden gelen sesi duydum. Çorba yapmak için zerzevatı nereden bulacağını bilmediğini düşünüyordum ama sormadığı için konuşmadım. Yaklaşık yarım saat kadar uyudum sanıyorum çünkü göz açıp kapamalık bir süre içinde beni sarsan ellerini hissetmiş ve “Dawn, uyan.” diyen yumuşak sesini duymuştum. Uyanınca ellerim gözlerime gitti ama lenslerim olduğunu hatırlayıp son anda ovuşturmaktan döndüm. Çatlak bir sesle “Ne zaman kalkıyormuş cenaze?” dediğimi uzak bir yerden işitiyordum. “Şimdi değil. Sen ilk önce çorbanı iç bakalım.” Kafamı gönülsüzce sallayıp getirdiği tepsidekileri mideye indirmeye başladım. Ne kadar acıktığımı o anda fark ediyordum. Kısa bir süre içinde leziz – gerçekten bir erkeğin elinde çıktığına inanması zor olan – kremalı mantar çorbamı ve iki dilim ekmeğimi bitirmiştim. Tim o sırada armut koltuğumda oturmuş odamı gözlüyordu sanırsam. Ne yalan söyleyeyim yemek yerken gözüm kör olmuş, başka şey görmez olmuştum.

“Bitti.” dedim ve ağzımı sildim peçeteyle. “Çok teşekkür ederim Tim. Gerçekten bugün bana çok yardımcı oldun. Ayrıca çorba da çok lezzetliydi.” Gülümsedi. “Dostlar bu günler içindir.” Şu anda başka biri olsa direk çıkma teklif edebilirdi ama o bunu yapmamıştı. Evet, gözümde bir artı daha kazanmış oldu. “Şey, saat kaç oldu?” Bir an durdu ve kolundaki saati düzeltme çabalarının ardından “Sekiz buçuğu biraz geçmiş.” diyerek beni bilgilendirdi. “Ailen merak etmez umarım? Benim için azar işitmeni istemem. Ölüm haberi onlara da gitmiştir büyük ihtimalle, geç kalırsan korkabilirler.” Umursamaz bir tavırla omuz silkti. Her konuda iyi olan bir insanın böyle davranması garibime gitmedi değildi hani. Yani omuz silkmesi ya onları takmadığı, ya da onarlın onu takmadığı anlamına gelirdi, değil mi? Çok fazla üstüne gitmedim yine de. Belki de bunun sebebi beni yalnız bırakmamak istemesiydi. “Annemler geldi mi?” diye sordum emin olmak için. Başını salladı ve “Birkaç saat önce geldiler. Sen uyuduktan hemen sonra. Şu ölüm olayını konuştuk. Yarın sabah cenaze kalkıyormuş.” Gözlerimi istem dışı bir noktaya odaklamıştım ve halimi bozmadan başımı salladım. Sonra konuyu değiştirmek için “Kaç saat uyudum ki?” dedim, sanki bir daha bu konu açılmayacakmış gibi… “Bilmem ki, herhalde iki falan. Bu arada lenslerini çıkarmayı unutma, uzun süre takarsan ne olacağını benden daha iyi biliyorsun.” Gülümsedi ve ben de gülümsedim. Sonra yatağımdan çıkıp lavaboya gittim ve lenslerimi çıkarırken kendime bakmamaya özen gösterdim. Gözüme çarptığı kadarıyla cadıya dönmüştüm. Aynaya bakmadan saçımı hale yola sokmanın içi olacağını düşünerek bir fırça kaptım ve hızlıcana tarayıp bulduğum ilk tokayla dağınık bir topuz yaptım. Şimdi daha iyiydi büyük ihtimalle. Üstümü başımı da düzeltip makyajımı çıkardıktan sonra ancak dönüp aynaya baktım. Kendime notum: Ortalama üstü.
Hole çıkınca merdivenden aşağıya baktım. Alttan sesler geliyordu çok hafif. Bir ara babamın tok sesini de duyar gibi oldum. Sonra odama gittim ve yatağımın üstüne oturdum. Tim ise duruşunu bozmamıştı. Bir süre ona bakınca fark ettim ki aşırı çökmüş duruyordu. “Hadi artık eve git Tim. Babam seni bırakır. Halin çok feci, aynaya bakmadın mı hiç bugün?” Buruk bir şekilde gülümseyip “Beni boşveer, sen iyi ol o bana yeter.” deyip göz kırptı. Kızgın bir hale bürünerek ve kaşlarımı çatarak “Hayır efendim. Hemen şimdi gidip lavaboda yüzünü yıkıyorsun, sonra da babam seni evine bırakınca deliksiz bir uyku çekiyorsun, anlaşıldı mı ?” Şu anda kimse benim fikrimi değiştiremezdi, bunu yüzümden okumuş olacak ki “Emredersiniz leydim.” diyerek ayağa kalktı. Yalpaladığı gözümden kaçmamıştı. Hemen ayağa dikildim, yanına gidip koluna girdim. Bugün en çok yaptığımız şeyi yapıp birbirimize gülümsedik ve ona lavaboya kadar eşlik ettim sonra da.

O çıkana kadar aşağı inip babamdan onu eve bırakmasını isteyip gitmeden önce yemesi için bir şeyler hazırladım. Çıktığında yine kapıda duruyordum. Kolundan tutup aşağı indirdim ve zorla bir şeyler yedirttikten sonra kocaman teşekkürlerle ve yanağından minik, masum bir öpücükle uğurladım. Babam gelince içimde kötü bir his vardı. Nedenini bilmiyordum ama o ani gelen kötü hisler var ya, onlardandı işte. Bunun boş bir kuruntu olduğunu düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım. İşe yaramadığını görünce gidip piyanonun başına oturdum ve yatağıma gidene kadar çaldım, çaldım…

Lütffen yorumlarınızı esirgemeyin. Umarım hoşunuza gitmiştir. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: Berre - 03 Mayıs 2010, 17:28:30
Tek bir yorumum var ben Tim'i sevmedim. Sanki beni sinirlendirecekmiş gibi hissediyorum.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: nobody - 03 Mayıs 2010, 17:36:30
hepsi gibi harika olmuş bu bölüm de.
Ama Josh'un yerine buldu kendine hemen birini bu Dawn'da yaaa...
Sevmedim ben bu Dawn'ı...
Pıfff... Ex-aşkı falanmış filanmış, yesinler senin ex-aşkını  :dl
Tim'i de sevmedim. Sanki Josh'un ölmesini bekliyomuş da hemen atlamış Dawn'ın üstüne.                         
Dawn için notum: Gerçekten berbat
Tim için notum: İğrenç
Bölüm için notum: Yeri göğü inleten
Senin yazarlığın için notum: DESTANSI

hihi  :salla bazı sanal oyunlardan kopya çekmiş olabilirim notlamada ama  :ehi
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: LegalMc - 03 Mayıs 2010, 17:54:41
Ben de sizin bölümlerinizi yeni okudum ve gerçekten çok etkileyici bir amlatımınız var. Gerçekten hoşuma gitti :) Kahramanları yaşıyor gibi anlatışınızda ayrı bir güzel.

Alıntı
hepsi gibi harika olmuş bu bölüm de.
Ama Josh'un yerine buldu kendine hemen birini bu Dawn'da yaaa...
Sevmedim ben bu Dawn'ı...
Pıfff... Ex-aşkı falanmış filanmış, yesinler senin ex-aşkını 
Tim'i de sevmedim. Sanki Josh'un ölmesini bekliyomuş da hemen atlamış Dawn'ın üstüne.                         
Dawn için notum: Gerçekten berbat
Nick için notum: İğrenç
Bölüm için notum: Yeri göğü inleten
Senin yazarlığın için notum: DESTANSI

hihi   bazı sanal oyunlardan kopya çekmiş olabilirim notlamada ama 

Popmundo Forever :D :clap
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 03 Mayıs 2010, 19:31:47

berre: Bölümü beğenmene çok sevindim. (: Tim konusunu çok takmaya gerek yok. ;D

nobody: berre'ye dediklerimi sana da iletiyorum. ^.^
Nick'ten kastın ne anlayamadım yalnız?
Ve destansıyls yeri göğü inleten için de ayrı teşekkür ettim. ^.^
Ahaha olsun hepimiz bir şeylerden kopya çekerek yapmıyor muyuz zaten her şeyi? (:

LeqalMc: Çok teşekkür ederim okuduğun için. Beğendiğin için de tabii. (: Elimden geldiğince kahramanları okuyucuyla yaşatmaya uğraşıyorum becerebildiysem ne mutlu bana. ^.^
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 03 Mayıs 2010, 21:03:41
bncede çok hoş olmuş bu bölüm ama dawn ın hislerine göre o çocukta ölcek sanırım :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 04 Mayıs 2010, 00:31:34
Beğenmene sevindiim. (:
Kopya vermem. :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: - 04 Mayıs 2010, 11:25:11
Neler kaçırmışım,   :inca kendime inanamıyorum.
Çıktılarını alıp hemen okumaya başlıyorum. Kısa süre içinde buradayım Luna'cım.

Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 04 Mayıs 2010, 17:48:48
A-haaa yine harika bir bölüm daha :D :D :D keşke popmundoda destansı'dan da yüksek seviyede birşey olsaydı :D :D DESTANSI (+48) :D :D :D

pek fazla yorumum olacağını sanmıyorum, 1-2 tane falan var;

1- Tim hakkında pek de fazla bir sorunum yok , iyi çocuğa benziyor
2- Dawn çoo...k sinirimi bozmaya başladı nedense :D :D
ve 3- Devamı ne zaman ? :D :zuha :zuha
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 04 Mayıs 2010, 19:43:44
tüh  yaa kopya olmamasna üzldm :D  :ehi
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: nobody - 04 Mayıs 2010, 20:38:06
Ben de sizin bölümlerinizi yeni okudum ve gerçekten çok etkileyici bir amlatımınız var. Gerçekten hoşuma gitti :) Kahramanları yaşıyor gibi anlatışınızda ayrı bir güzel.

Popmundo Forever :D :clap

hihi :D :clap
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: nobody - 04 Mayıs 2010, 20:39:51
yeni bölüm ne zaman??
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 05 Mayıs 2010, 19:42:19
Kızıl Gölge: Bekliyorum yorumunuu. ^.^

neutron: Yorumun için ne kadar teşekkür etsem az, beğenmene çok sevindim.
Sen Dawn'a baştan sinirsin zaten. aksadsasd :D
Devamını henüz yazmadım ama yazında koyacağım hemen. *-*

mrbe__123 : Eh azıcık merak edin. :D
nobody: neutron'a da dediğim gibi yazınca koyacağım. (:

Hepinize teşekkürleeer. :*
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 08 Mayıs 2010, 18:16:36
evet doğru Dawn'a baştan sinirim ama bu bölümle sanırım daha da sinir oldum :D :D olsun :D


biz sana teşekkür ederiz bu aradaaaaaa :D :D :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 11 Mayıs 2010, 18:37:19
Aslında Dawn iyi biri. Popülerliği onun suçu değil. Gerçekten. ;D
Teşekkür edecek bir şey yok yahu görevim bu. :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: KoyuBeyaz - 11 Mayıs 2010, 22:28:37
Tüm bölümleri ard arda okudum ve alkışlıyorum şu an. (ayaktayım valla bak) Gerçekten enfes bir çalışma.
1. bölüm mükemmel. 2. bölüm 1.den bile daha güzel. 3. bölümde umursamazlığa yeni bir anlam kazandırmışsın, Dawn'dan menekşe gözlü çocuktan korktuğumdan daha çok korkmaya başladım. 4. bölüm de gözü biraz yoruyor olması dışında çok güzel.
Dawn'ın kişilikle ilgili gerçekten ciddi problemleri olduğu aşikar, düşüncelerindeki ikilemi bile öyle güzel vermişsinki gerçekten karakteri yaşatıyor insana. Tebrik ediyorum ve devamını istiyorum istiyorum istiyorum  :-X
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 12 Mayıs 2010, 19:13:21
Okuduğun ve yorumun için sonsuz teşekkürler. (: Söylediklerine ceva bulamadım bundan başka, umarım affedersin. :D
Karakterler hakkında elimden geldiğince açık olmaya çalışıyorum zaten. Fark edildiğini görmek ayrı mutlu ediyor. (:
Tekrar çok sağ ol. 5. bölümü de en kısa zamanda bitirip koyacağım. ^^
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 20 Mayıs 2010, 15:12:56
ıhm ıhm.. ne zaman olurmuş bu en kısa zaman  ? :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 22 Mayıs 2010, 19:24:46
Gerçekten kesin bir tarih veremiyorum. :/
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 23 Mayıs 2010, 20:37:56
hmm.. neyse yaa ben seni zorlamıyorum :D ne zaman koyarsan koy :D D ama bekliyoruz hee :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 25 Mayıs 2010, 23:33:23
Bir sorun falan çıkmazsa bu haftasonuna geliyor bölüm. :v
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 26 Mayıs 2010, 20:54:50
yaşasın yeni bölüm geliyor :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 27 Mayıs 2010, 10:27:01
:D iyi o zaman umalım da sorun çıkmasın :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 29 Mayıs 2010, 21:27:44
Arkadaşlar çok özür dilerim ub hafta koyamıyorum, kusuruma bakmazsınız umarım. :/
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 31 Mayıs 2010, 19:25:40
hmm.. Bakmayalım baare :D ben de şu son zamanlar hikaye falan yazamıyorum bu yüzden anlıyorum halini canım =)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 31 Mayıs 2010, 22:15:52
Sınavlar falan var, haftasonu bile uyuyamıyorum adam gibi, sosyal hayatımı ayakta tutmak içi. adskjla Gerçekten yaza girelim deli gibi yazacağım valla. :D Anlayışın için teşekkürler. *-*
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 01 Haziran 2010, 19:38:40
ne demek :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: edi - 16 Haziran 2010, 14:51:27
çok beğendim.devamını bekliyorum
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 19 Haziran 2010, 13:42:42
Yen bölümü yazmaya başladım, az bir şey kaldı bitmesine. (:
Beğenmene sevindim bu aradaa.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 19 Haziran 2010, 15:15:10
 :clap :clap :clap :clap   haaarikaaa :D :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: edi - 21 Haziran 2010, 15:03:22
lütfen yeni bölümü çabuk koy.çok merak ettim.ve çok güzel yazıyorsun :) :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 21 Haziran 2010, 22:15:13
evet ya lütfen yeni bölümü çok ama çok merak ediyorum
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: edi - 25 Haziran 2010, 11:51:54
ne zaman koyabilirsinnnn
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 28 Haziran 2010, 21:48:51
evet canım yaa =) ne zaman koyabilirsin ?
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: Canina - 28 Haziran 2010, 22:17:57
evet canım yaa =) ne zaman koyabilirsin ?

Katılıyorum. Merakla bekliyoruz.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: Baal Adramelech - 28 Haziran 2010, 22:29:02
Katılıyorum. Merakla bekliyoruz.

Ben de sana katılıyorum kardeşim -rep.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: edi - 31 Temmuz 2010, 22:21:18
"Bugün yarın koyarım devamını."dedin.Ama gelmediiiiiiiiiiiiiiii
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: mrbe__123 - 08 Ağustos 2010, 19:10:19
"Bugün yarın koyarım devamını."dedin.Ama gelmediiiiiiiiiiiiiiii
evet ya devamı gelse çok güzel olur ama  :-\
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 09 Ağustos 2010, 00:53:01
Evet biliyorum bana gıcık oldunuz ve hepinizden bu uzuun süreli gecikme için çok özür dilerim. Umarım diğer bölümler gibi hoşunuza gider bu da, hepinize şimdiden okuduğunuz için çok teşekkürler. Ayrıca rom ve yorumlar ve beklerkenki sabrınız için de teşekkür ederim. İyi okumalar.

5.

Üç gün.

Tam üç, 3 yani ÜÇ koca gündür beynimin yerinde olduğundan endişeliyim, her şey o kadar çabuk gelişti ki ne tarafıma dönsem bir aciliyet, bir telaş ve endişe var. Bu üç günden sonra cenazeler, gazeteler, otopsiler ve morglar ve daha nice aptal, garip, gıcık, tiksindirici şeyler hakkında herhangi bir şey duymak istemediğime kesinlikle karar vermiş bulunuyorum.

Üç gündür babam eve uğramaz oldu, annem kardeşim ve beni evden çıkartmamak için elinden geleni yapmaya başladı ve kasabadaki tüm hayat felç oldu.

Hep rüyamdaki o gözler… Hep onlar yüzünden. O vahşi, insanın ruhunu donduran, kalbindeki kanı çekip alan katil gözler. O rüyaları görmeye başladığımdan beri yaşadığım şeyler sadece polisiye dizilerde falan görülebilecek tipten şeyler.

Eski sevgilimin öldürülmesi + gömülmesi + Tim’in son anda ölümden dönmesi ve gazetelerde çıkan diğer içimi ürperten cinayetler… Hepsi sade ve sadece o gözler yüzünden.

Bu üç günü özetlemek kelimenin tam anlamıyla imkansıza yakın. O kadar çılgınca bir döngüye girdi ki her şey, bazen ben kendim olduğumdan şüphe eder oldum. Kendimin nerede başlayıp nerede bittiğini bile anlamıyorum artık. Ve neye sürüklendiğimizi bilebilecek tek kişi olmak çok ağır geliyor.

1.gün

Uyandığımda kafamda – yanağım, şakaklarım ve bilumum izlenmeye açık bölgeler – piyanonun izleri çıkmıştı, buna emindim, çünkü piyano çalarken yorgunluktan kafamı koyduktan sonrasını hatırlamıyordum. Gözlerimi açtığımda boynum ve sırtımın ağrılarına karşı koymaya çalışarak inleye inleye kafamı kaldırmaya çalıştım. Bunu bir nebze başardığımda tutulmuş bacaklarım ve kollarımla çalışmalarıma devam ettim.

Ne geceydi ama! Deli sadist rüyalar olmadan mutlu mutlu uyumanın ne olduğunu neredeyse unutmuşum hani. Gerinmeye çalışarak yavaş yavaş açılmaya başlayan vücudumu kuyruklu piyanonun başından kaldırdım ve televizyonun karşısındaki yumuşacık koltuğa serildim. Yumuşak bir şeylerin var olduğunu unutmak için bir gece yetebiliyormuş demek ki. Kafamın altına genelde babamın kullandığı kuş tüyü yastığı aldım ve yan dönerek “Huzur…” diye mırıldandım.

NE? Huzur mu? Ne huzuru? Ex aşkım ölmüştü,  bugün cenazesi kalkacaktı ve ben huzurdan mı bahsediyordum? İçime çöken sıkıntı dalgasına söverek şöminenin yanında asılı olan ses çıkarmadan dönen o güzel yelkovanla akrebe sahip saate baktığımda yüzüm asıldı.
5.37 mu? Yani o yüzyıllık huzurlu ama rahatsız uykum 4 saat kadar falan mı sürmüştü sadece?  Ve yine uzun ve yorucu bir güne mi başlayacaktım bu sabah sabah kendime verdiğim muhteşem (!) moralle?

Kendime sorular sormaktan ne kadar bıktığımı hiç kimse tahmin edemez. Ama her gün beni şaşırtacak bir zilyon kadar olay olduğu için artık verecek sahte tepkim de kalmadı, gerçek tepkim de. Hatta öyle ki artık küfredesim bile gelmiyor desem yalan olmaz.
Belki iki saatçik daha uyuyabilirim diye kafamı rahat yastığıma koydum tekrar – aslında daha çok kafamı yastığa yapıştırdım diyebiliriz. Ama her zaman olduğu gibi ne eşek ne de başka bir hayvana ait bir şansım olmadığı için şu sesi duydum: “Aaaah! İnanamıyorum Daaaaawn! Daaaawn! Dün akşam haberlerini sana anlatmam lazım, çok önemli gelişmeler oluyor hayatım!” diyerekten ve uçaraktan merdivenlerden aşağı inen annemin sesi evin alt katında yankılandı.

“Annee… Uooaaaa… Lütfen saat daha 5.30…” diye yarı esneyerek yarı konuşarak ve azıcık da yerime yerleşerek anneme kızmaya çalıştım. Annemse yanıma gelip günlerdir uyumayan bir insanı rahatsız etmekten çekinmeyerek koluma yapıştı ve deli gibi sarsmaya başladı. “Bıraaaak! Uyuyacağım dedim sana be kadın!” diyerek ve iki, üç küfür savurarak annemi başımdan savmaya çalışsam da kadın bana sülük gibi yapıştı ve en sonunda kolumdan deli gibi çekerek kaldırdı. Bu olay gerçekleştiğinde uykusuzluğumdan kaynaklanan sinirimle ağlamaya başladım.
“Tatlıım, ağlama Beatrice, sana söyleyeceklerim Josh’la ilgili ve tabii Erin’le.”
 
Daha da sinirlenerek “HA NE YANİ BENİ GÜZEL UYKU MAHMURLUĞUMDAN ÖLMÜŞ SEVGİLİM VE ARKADAŞIM İÇİN Mİ UYANDIRDIN?!” diyerek deli gibi bağırdım. Öyle ki ev inledi ve annem ağzıma küçük bir tokat yapıştırdı. Kendime o an hakim olabilmişim iyi ki.

“Dawn iki dakika beni dinle tatlım, sonra ben de kitabımı yazmaya gideceğim zaten, Erin aradı, bugün saat 05.00’de kalkacakmış cenazesi Josh’ın, bir de dedi ki sen ona mavi lens getirecekmişsin, şu deniz mavisi olanlardan, onları istedi.”

Sustum ve devam etmesini bekledim ama bana kaşlarını kaldırmış mülayim mülayim bakıyordu. Bu evden katil çıkmamam mümkün mü gerçekten? Katil olamasam bile şimdiki gibi yarı deli bir kokana olup çıktım işte.

“Bittiyse gidebilirsin.” dedim en gıcık, şımarık kız ses tonumda ve annem de bakışını bozmadan benim mükemmel yerime yerleşmeme izin vererek yanımdan ayrıldı. Ah keşke şu anda dövebileceğim birileri olsaydı yanımda. Ya da laflarımla ezebileceğim. Ya da en azından boynuna yapışıp kalbinde atacak güç kalmayana kadar nefes almasını engelleyebileceğim.
Nefesimi tuttum ve kendi kendime sakin olmayı öğütledim. Kafamın içindeki katili susturmanın en iyi yolu kafamı meşgul etmekti. Ben de kendimi dinlendirici düşüncelere yönlendirmeye çalıştım bir zamanlar aldığım yoga derslerimi düşünerek.

Biraz işe yaradıklarını hissettiğimde kendi kendime mırıldandım. “Her şey güzel olacak, iki saat daha uyu ve bu korkunç gün hızlıca geçecek. Sadece uyu sadece…”

***

Ne güzel uyumuşum ama! İşte şimdi yarısından fazlası dolu enerjim ile iyi bir makyaja ve sonra da güzel bir kıyafet seçiminden sonra sıkıcı, iç bunaltıcı bir cenazeye hazırdım.

Saate tekrar baktığımda saatin 10.00’u geçtiğini gördüm ve biraz daha koltukta yayılarak oturduktan sonra aniden ayağa dikilerek tuvaletin yolunu tuttum. Yüzümü iyi bir yıkadıktan sora aynaya bakmadan silindim ve sonra ihtiyaçlarımı giderip dişlerimi fırçaladım. Kaç gündür banyo yapmadığımı düşündüğümde aklıma bir sayı bile gelmediğinden ne kadar pasaklı olduğuma kafa yormadan kendimi duşa attım.

İyi bir duş beni kendime getirmişti açıkçası, kendimi ferahlamış neredeyse yenilenmiş hissediyordum. Bir iki aerobik hareketten sonra üstüme giyecek güzel bir “yas kıyafeti” bakmaya başladım uçsuz bucaksız dolabımda. Pek çok elbise, tayt, gömlek ve bluzun arasından yine en siyah olanları seçtim. Düz, siyah bir elbiseyle, kalın bir şal. Tabii siyah bir gözlük ve siyah babetler.

Kıyafetlerimi seçene kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamadım zaten. Bir baktığımda saat 4.00’e 5 vardı. Sonrasında hafif bir allık ve fondötenle, parlamayan bir ruj sürdüm ve yüzüme büyük siyah gözlüklerimi geçirdim. Üstümü giyindiğimde ailemin diğer fertleri de hazırlanmıştı, evden acilen çıktık ve Erin’i evde tek başına olduğu için bizim arabayla alıp kiliseye gittik. Orada bir tören yapıldı, çabucak gömüldü, ailesinden biri çıkıp bir konuşma yaptı ve peşinden onu son yolculuğuna uğurladık tabiri caizse.

Ve sanırım bu ölümünü atlatmamı bir derece kolaylaştırmış oldu.

Sonuçta eve geldiğimde bir elimde çantam bir elimde şalım, kafamda gözlüğüm ve şişmiş ayaklarımla koltuğa oturduğumda içimdeki tüm sıkıntı gitmiş gibiydi.
Kısa bir akşam yemeğinden sonra yukarı odama çıktım ve neredeyse yalvararak huzurlu bir gece daha geçirebilmeyi dilerken uyuyakaldım.

2.gün

Kalbini çal. İçindeki hisse kulak verip kokusunun peşinden gidecek. Yeni bir cana ihtiyacı var, bir gün daha uçurumunun kenarında durduğu hayata tutunmak için bir başkasını itmeli derin karanlığa. Ve hayatının ışığını en yukarda tutmalı amacını yerine getirebilmek için. Tekrar koşmalı karanlık gecede kaybolurcasına.

İşte orada… Onun için bekliyor adeta atan kalbi, içindeki soğukluğu atıp ona tutunması için. Yavaşça yaklaşıyor, o gecenin bir parçasıyken onu göremez, duymasına da fırsat bırakmayacak Ölüm. Ellerini boynunun etrafına sar ve kendi dünyasına çekecek. İtaat etmiyor… Bu canlılık onu çağırıyor ve çılgına çeviriyor. Şimdi yine ondan daha güçlüsü yok, kimse onu göremez, kimse onu duyamaz, kurbanının göğsüne ellerini batırırkenki çığlıklar bile sadece ikisine özel sanki. Av ve avcı. Birazdan kurtulacak ve gözlerindeki kırmızı ışık kaybolup yerini o hüzünlü gözlere bırakacak. Yaptığı şeye lanet etse de yeni bir kalple yeniden güneşin ışığını hissedecek, o kara tabutun içinde geçirdiği yılları hatırlayarak –


“OLMAZ!” Yataktan büyük bir feryatla fırlayıp Tim’in şu anda öldürülmekte olduğu, iki sokak ötemizdeki parka doğru gitmek üzere evden kedi gibi çıktım. Üstümde Hello Kitty’li pijamalarımın olması umurumda bile değildi bu sefer. Bir kişiyi daha kaybetmek istemiyordum. Ağlamamalıydım hayır, dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecektim bu sefer, en fazla birkaç dakikam vardı.
Parkın ışıklarını gördüğüm anda turboya bağlamış gibi delicesine koştum ve bağırmaya başladım. “Bırak onu! TIM GELİYORUM!” Duvarın önüne geldiğim anda o hüzün bastırmış gözlerle karşı karşıya geldim. “Bu sefer olmaz.” Diye fısıldadım ve o şeye hitap ederek bağırdım “Lütfen yeter artık, bırak onu, bırak onu benim kalbimi al, daha fazla görmek istemiyorum bu korkunç şeyleri anlamıyor musun?!” Bana bakan karanlıktaki iki göz yaklaştı ve yüz hatlarını göremeden, aniden kayboldu. Sanki hiç olmamış gibi. İstifimi bozmadan koşup Tim’im yanına attım kendimi. Ellerimi kalbinin olması gereken yere koyduğumda sanki uyuyormuş gibi ritimli bir dıp dıp sesi hissettim. En sonunda kendime hakim olamayıp ağlarken öyle içim rahatladı ki göğsünün üstüne kafamı koydum, sıkıca sarıldım ve güneş aydınlanana kadar öyle kaldım. 

***

Kurbanını elinden alan Yaşam’a bakıyor. Onun sözlerine itaat etmesini sağlayan şeyin ne olduğunu bulamasa da o anda artık Ölüm değil o. Artık o masum bir insanın kalbini içinde taşıyan, Ölüm’ün kurbanı. Ellerini kızın bedenine sarıp onu diğerinden ayırıyor. Yaşam onun kollarındayken hissettiği pişmanlık ancak onu ikinci kez öldürmeye yetebilir. Kızı sıkıca tutarak koşuyor, onu ait olduğu yere getiriyor, açık camdan sabah havası dolarken kız kavuştuğu yatağında şimdi. Ve katilin pişmanlığını gösterebilecek tek bir kelimesi bile olmaması onu öldürüyor. “Dawn…”

“DAWN!” Gözlerimi açtım ve arkamı döndüm. Camdan gelen soğuk, taze hava bana dün akşam olanları hatırlattı ve buraya nasıl geldiğimi anlamaya çalıştım. En son Tim’e sıkı sıkı sarıldığımı hatırlıyordum. Hey, ben bayıldım mı yoksa? Evet, tabii ki de bayıldım. Bayıldım ve Tim beni getirdi.

Yatağımda dikildim ve komidindeki telefonu alıp Tim’in ev numarasını çevirdim.

“Alo, evet, evet. Aa, daha uyanmadı mı? Peki, çok teşekkürler, iyi günler. Hı hı, rahatsız ettiğim için özür dilerim.”

Pekala, Tim yatağında yayılmış rahat rahat uyuyordu, ben evimdeydim, ailem iyiydi, dün gördüğüm katil en az 2 günlüğüne ortalıkta fink atmayacaktı. Yani kısaca her şey öyle ya da böyle yolundaydı. Bir nefes aldım ve boş Pazar’ımın keyfini televizyon karşısında mısır gevreği yiyip çılgınlar gibi televizyon seyrederek geçirmek için aşağı kata indim. Annem salona yoktu ve bücürün sesleri de gelmiyordu. O halde ikisi parkta – bu kelime aklıma geldikçe ürperiyorum. – zaman geçireceklerdi. Babamın yüzünü göremiyordum kaç gündür zaten.

Bir elime mısır gevreği kabını bir elime sütü aldım ve kocaman bir tasa boşalttım ikisini de. Kaşığımı ve günlük yemeğimi alıp koltuğa yayıldım. Kumandayı alıp zap yapmaya başladım, müzik kanalları, çizgi filmler, haberler, haberler, haberler, ölüler, kalp, cinayet. AH! Ben kanalı değiştirdikçe önüme ölüm haberleri geliyordu ve bu benim içimi ka – rar – tı – yor be adam! Bu cinayet haberleri felaketim olup ağlamadan inatla haberleri görmemek için bir çizgi film kanalını açıp gözlerimi ekrana diktim.

Evet gerçekten muhteşem bir hayatım var.  Öyle ki tam gevreğimi yerken ve üstümde kedili pijamalarım varken evimin kapısı aniden okuldaki en yakın kankam Erin Gabriel Heward tarafından kırılırcasına çalınabiliyordu. Tanrım, tek istediğim kendime ait biraz zaman, neden bunu anlamıyorsun? Ayağa kalkıp pencereleri belki görmemiştir beni umuduyla kapattım ama hayır onun gibi inatçı bir hanımefendi hiç pes eder mi? 

“Açsana Dawn açsana, gördüm oradasın! Beni kandıramazsın yo hayır olmaz, göz kalemimi sürmeden evden fırladım bana bunu yapma!” diye feryat figan bağıran bir kız bu. İçeri almazsam büyük ihtimalle polis çağırmak zorunda kalacağımdan televizyonu kapattıktan sonra – çizgi film, evet – gevreğimi mutfağa bırakıp – ve ona hüzünlü bir öpücük gönderip – kapıya gittim. Kapının yanındaki aynaya bakıp yüzüme nasıl bir gülümseme koysam diye bir süre düşündükten sonra babamın akşam komşulardan gelen şikayetlerden dolayı beni azarlamasını istemediğim için kapıyı açtım. – mükemmel bir uykulu masum gülümsemeyle.

“Eriiin, hayatım hoş geldin!” Ona onun dilinde içten sarıldığımda bana kısaca karşılık verdikten hemen sonra beni iterek içeri kendini attı ve çantasını koltuğa atarak koltuğa gömüldü. “Tatlım harika haberlerle geldim her ne kadar hayatın acı gerçeğini içerse de.” derken yüzünde yalandan ağlamaklı bir ifade belirdi. Açıkçası son duyduğum kelimeler bana “DAHA FAZLASINI DİNLEME DAWN.” Diye avaz avaz bağırsa da devamını merak etmekten kendimi alamadım.

“Gazetede okudum ve hemen sana geldim hayatım – gazete derken magazin ekinin arkasını diyorum -. Bize şu deli gibi düşman olan korkunç bir grup vardı ya haniii…”

Bir anda merakıma yenilmiştim işte, elimde olmadan “Evet evet eee!” diyerek yüzüne baktım. Zafer kazanmış gibi bir gülümseme vardı yüzünde. Çantasından bir ayna ve bir kalem çıkarttı, makyajını tazeleyip çok sevdiği siyah göz kalemini çektikten sonra bana döndü. Kıkırdayarak “Liderleri ölü bulunmuş ve bir tanesi şimdiden bize katılmak istediğini söyledi evime gelip.” Hala elindeki aynaya bakıp gülümsüyor, yüzünü buruşturuyor ve aç gözlülükle parlayan gözlerine bakıyordu.

Bir ölüm haberine böyle nasıl sevinebilirdi? Ama hayır, sevinebilirdi. Şimdi onun yapacağını yapacaktım ben de hatta. “Taaanrııım! Bu haber mükemmel hayatım, yani okulun – bizden sonraki – en güçlü ve soylu tarafı bizden yana olacak bundan böyle. Beklediğimiz fırsat, bu sadece… MÜKEMMEL.” Kendimden tiksinerek ona sarıldım ve “Hadi bunu kutlayalım, ben hemen giyinip geliyorum tatlım.” diyerek yanından ayrıldım. Yukarı katın merdivenlerine varmadan hemen önce “Kırmızı rujunu da getir aşkıım.” diye seslenen Erin’i duydum.
Odama çıkıp kapımı kapattığım anda arkama dönüp derin bir nefes aldım. Neyi düşüneceğimi bilmiyordum, üstüme ne giyeceğimi mi yoksa Lauren’in ölümünün sebebinin ben olduğumu mu?

Bir can kaçarsa diğeri düşer tuzağa.

Tim’in ruhunu ve kalbini kurtardığım için Lauren’in ölmesi beni üzüyordu ama onun yerine daha sevgilim aşamasına yükselemeyen Tim’in ölmesi tek kelimeyle beni depresyona sürüklerdi.
Depresyon: Çikolata ve çikolata ve daha fazla çikolata.

Bencilce düşünüyordum evet, ama buna zorunlu olmak zorundaydım. Kendimden başkasını düşünmek, hele ki birilerinin hayatını mahvettiğimde beni rezil bir duruma sokabilirdi. Daha fazla burada durup Lauren’i düşünmemeliydim.

“Özür dilerim Lauren.” dedim mırıldayarak ve dolabımın önüne iki adımda gittim. Kapağı açıp yine o korkunç yığına daldığımda elime ilk gelen şeyleri giymek aklımda olan şeydi. Ama baktıkça bakasım gelirken nasıl kendimi durdurabilirdim Tanrı aşkına? Elime aldığım ilk şey beyaz yarasa kollu ince üstümdü, onun altına bir askılı giymeyi, onun da altına bir kot pantolon giymeyi düşünüyordum. Ve öyle de yaptım, sadece kot pantolon yerine kot etek giydim ve üstüme de dar uçuk pembe yarım kollu bir bluz geçirerek. Pekala, o kadar da kış için değildi giyimim ama lütfen, Erin’in taytı çok mu kış içindi? Hem altına giyeceğim deri dize kadar çizmelerim ve üstüme alacağım paltomla oluşturacağı uyum paha biçilemezdi benim için.

Günlük makyajımı yapıp aşağı indiğimde biraz önceki halimleki tek ortak yanım kabarık turuncu saçlarımdı. Onları da koyverdim gitti işte!

Koşarak aşağı indim, Erin’in bana imrenerek baktığı gözlerimden kaçmasa da onu görmezden gelip mutfaktan bir bardak su aldım ve “kibarca” kafama diktim.
Hadi gidelim anlamında elimi ona doğru salladığımda “Ah, peki.” deyip çıkmadan son kez makyajını tazeledi ve yanıma koşturdu. Evi kapatıp çıktık, Erin’in Volvo’su evin önünde, kış güneşinde parlıyordu. İçimi çektim ve bu lüks, güzel hayatın bana yaşadıklarımı unutturmasına izin verdim. Arabaya atladık, şoföre “Starbucks.” dedik ve o anda başka derdim yokmuş gibi okulun eziklerini biraz daha ezdik beraber.

Kendimi ciddi anlamda kendim gibi hissetmiyordum ama tüm bu saçmalıklar bana güven veriyordu bir şekilde. Beni mutlu ediyor ve ruhumdaki tüm canavarları uzaklaştırıyordu. Ve şu anda en çok ihtiyacım olan şey buydu. Starbucks’a gidip Frappucino’larımızı yudumladık, konuştuk, konuştuk. Bu kışın renkleri, Lauren’in ölümünün detayları – pek rahat konuştuğum söylenemez – ,  Tim’in bana ola hayranlığı, Erin’in arasında kaldığı iki erkek…

Beki hiçbiri yarın aklımda olmayacaktı ama ben şimdi mutluydum. Tim’i kurtarışım, Lauren’in kalbinin sökülmesi falan umurumda olmak zorunda değilken. “Hadi gidiyoruz!” Erin bana sahte bir mutlulukla bakarken “Nereye hayatım?” dedim, ciddi anlamda nereye gidebileceğimizi düşünemiyordum. Ah, tabii ki.

“MANİKÜR!” Elimden tuttu ve beni çeke çeke Volvo’ya götürüyordu tekrar. Manikürü severdim, beni rahatlatan ikinci bir öğe. Ve mükemmel bir koku.
Menekşe. Gözlerinin rengi onu kalabalıktan ayırıyordu. Kokusunun bana kadar gelmesi gerçekten garipti. Gerçi kokunun ona ait olduğunu nasıl bildiğimi bilmiyordum ama öyleydi işte. Tatlı bir karamel kokusu, karamel ve vanilya. Sanki kumral saçlarından geliyor gibi ona uygun. Okulda ona çarptıktan ve ona güldükten sonra çocuğun yüzünü görmemiştim ama sanki her gün görüşüyormuşuz ve çok yakınmışız gibi hissetmeden alamıyordum kendimi. Ve ben ona bakıp bunları düşünürken o da bana aval aval bakıyordu. Tam bir şapşal. Ama çok tatlı ve şirin görünen bir şapşal. Ne? Ha? Dawn sana neler oluyor bu bir ezik. E – z – i – k. Hemen kaşlarımı çattım ve gözlerimi – istemeyerek de olsa – odan uzaklaştırdım. Ama kafamın arkasında da gözlerim varmış gibi bir şekilde bana baktığını hissedebiliyordum. Ve bana yaklaştığını. Kalabalık onun hızını etkilemiyormuş gibi ilerlediğini, bana birazdan çarpacağını ve… Ona bakıyordum tamam, kendimi kandırmamalıyım. Elimi Erin’in elinden kurtararak tam zamanında ayağım takılmış gibi geri attım kendimi. Çocuk sanki bunu bekliyordu. Beni anında kollarımdan yakalayıp dengemi kurduğum birkaç saniye içinde bırakmadı. Çok tanıdık bir dokunuş. Hemen sonra da elini hızlıca çekti. Ama o elini çekmeden önce sanki tenim böyle… Yanmıştı. Fiziksel bir acı duyduğuma eminim. Ayrıca bana değdiğinde üstündeki şapşal ifade gitmiş bir askerin ciddiyeti yerleşmişti. Ve bu ifadenin içinde sanki bana dokunmak istemiyormuştu da kendini tutsa da beni yakalamak zorunda kalmış gibi bir duygu vardı. Evet, ben insan yüzü sarrafıyım.
Beni bıraktığı anda arkasına bile bakmadan daha hızlı bir şekilde yürümeye devam etti. “Hey!” Faydasız olduğunu biliyordum. Ama ona teşekkür etmek için birkaç defa böyle seslendim.

Sonra da yüzümü asarak Volvo’ya bindim.

Manikür’den sonra eve gidip rahat bir uyku çekeceğim düşüncesiyle kendimi yatağıma atacaktım. Düşündüm bunu, ve düşündüğüm gibi oldu işte.

3.gün

Güne başladığım anın uyandığım yani yatağımdan kalktığım an olduğunu söyleyemeyeceğim açıkçası. 1. Dereceden kabus sayılamayacak – ki bu demek ki birinin öldürülmediği – rüyalar zihnimin içinde dolaşırken tek gözüm açık uyuyordum diyebilirim. Bu 3. Dereceden korkunç – yani karışık kuruşuk olduğu için içime sıkıntı veren – rüyalarımın içinde Starbucks’tan çıkarken gördüğüm karamel kokulu, menekşe-renkli-gözlü-çocuk da bulunuyordu. Br an bnei öpmek için eğilirken diğerinde boğazıma yapışmaya çalışıyordu. Ve işte bu tarafı o kadar acayip ki uyandığımda bile çözemedim: Bu çocuğun olduğu her an içime yerleşmiş şu güven hissi. Rüyamda bile bir insan beni böyle korunmada hissettirmezdi, beni öldürmeye çalışırken de demek istiyorum. Manikür bile beni öldürmeye çalışsa bunu yapamazdı. Fakat gel gör ki, elin eziği… Bu çocuğu kafamdan hemen atmalıydım evet. Yoksa ciddi anlamda sorun yaşayacaktım. Tim hakkında.

Tim’in düşüncesi bu zavallıyı unutmama yetmişti bile aslında, aklıma geldiği anda yataktan fırladım ve tuvalete koştum.
İki nedeni vardı bunun.

1.Bugün onu görmeye gitmeyi planladığımdan. Hani en son onu bir parkta bırakmıştım ya da rüyamda öyle görmüştüm ya.
2.Rüyamın aklıma gelmesi ve o korkunç kırmızı katil gözler yüzünden duyduğum o berbat kusma isteğiyle ağzıma gelen safra.

Tuvaletten çıktığımda her anlamda ayılmış ve yenilenmiştim. Hemen üstümü giyinmek için odama gittim ve bol bir bej bluzla uzun beyaz taytımı giydim. Ayakkabılarımın arasında her zamanki gibi seçim yapamadım ve babamın İtalya’dan getirdiği ince topuklu, bağcıklı olan kahverengileri geçirdim ayaklarıma.

Evden tek kelime dahi etmeden çıktım çünkü akşam babam adeta bir daha dışarı çıkmamamız için evde terör estirdi. Terörden kastım sadece morg hikayeleri anlatmak değil, bildiğiniz evi birbirine kattı, yastıklar havada uçuştu kimse sesini çıkarmamasına rağmen. Bir süre sonra babam sinirini atıp toparlandığında eski düzenimize kavuştuk neyse ki. Ve ben bu düzeni sabah sabah dışarı çıktığımı söyleyip bozacak kadar aptal olmadım henüz.

Evden çıktığımda paltoma sıkıca sarındım çünkü s-dışarıda amansız bir soğuk vardı. Hemen arabama yetişip mutlu bir halde sıcak koltuklarda o yolları geçmek istediğimden garaja gidip ses çıkarmadığına şimdi şükrettiğim kapısını çalıştırdım. Yavaşça açılırken ben de içeri daldım, arabaya atladım ve Mercedes’imin anahtarını döndürdüm. Araba çalışınca bir dakika kadar bekledim, arabayı dışarı çıkarttım ve garajın kapandığını görünce gaza bastım.

Tim’in evi pek de uzakta değildi, Mercedes de altımda olunca eve 5 dk’dan uzun sürede varmam ancak espri konusu olabilirdi. Tim’in ailesi evde miydi bilmiyordum ve bu kadar erken saatte babamın sorun çıkartacağını bilmesem asla çıkmazdım ama kadere uymak lazım arada işte.

Telefonumu çıkarttım ve Tim’in numarasını tuşladım, arama bitmeden hemen önce uykulu bir “Alo.” sesi duyunca içim rahatladı ve “Timmy seni görmeye geldim hayatıım.” diye sevimli kız sesimle konuştum. Tim benim aradığımı anlamış olacak ki “Ah, selam Dawn, bir an tanıyamadım sesini üzgünüm. Nerdesin sen gelip alayım?” dedi daha ayılmış bir sesle. Bense kıkırdayarak aşağı bakman yeterli olduğum yeri görmek için, hadi aç kapıyı dondum!” diye yakındım ve iki dakika içinde içerdeydim. Eve girdiğimde sıcak atmosfer ve kaloriferin verdiği gerçek sıcaklık beni sarmalayıp uykumun gelmesine sebep oldu. Esnerken elimi zorla ağzımın üstüne kapadım ve içimden yatağımda olmayı dilemedim değil.

Tim bana neden bu kadar erken geldiğimi sorunca geçiştirici bir cevap verdim. Kimsenin babamın evde yarattığı kaos ortamını bilmesine gerek yoktu. Hoşbeşten sonra bana evi gösterdi ve Tim’in annesinin zevkine hayran kaldım. Bizim evden bile iyi döşenmiş, krem rengi ve kahve tonlarının ağırlıklı olduğu sade ama çok düşünülerek tasarlanmış çok hoş bir evdi. Tim’in odası ise tam bir beyefendi odasıydı ki Tim de bir beyefendi olduğu için beni odasında çok tutmadı.

“Annen ve baban uyanıp benim burada olduğumu görünce çok kızmazlar umarım.” diyip güldüm beraber hazırladığımız kahvaltı masasına otururken. Bana “asla” der gibi baktı ve başını şiddetle salladı. Tim’in evinde onu görmek için gelmeme rağmen baş başa bir kahvaltı yapacağımızı düşünmüyordum açıkçası. Ve bu kahvaltı sırasında bana bu kadar yakın davranıp her fırsatta elimi tutmaya çalışacağını. Yine de onun bu ilgisinden memnundum ve aşağı yukarı ailesiyle tanıştığımda, film izlerken, dertleşirken ya da başka herhangi bir aktivitede bulunurkenki davranışlarıyla gözümde birer artı puan almıştı her ne kadar bana bir şey söylemeye çekiniyormuş gibi tavırlara girse de.

Günün sonunda ben gitmeden önce elimi tuttuğunda ise bu seferki dokunuşunun farklı olduğunu hissetmiştim. Daha gergin, daha korkmuş ve daha sıkılgandı.

“Dawn, bana deli deme ama rüyamda bir şey gördüm. Biri benim kalbimi sökmeye çalıyordu ve sen beni kurtarıyordun sonra biri beni evime taşıyordu.” Hepsini bir anda söylemişti sanki ağzından çıksınlar da kurtulsun diye. Sonra tekrar konuştu. “Garip olan şu ki bunların hepsini sanki gerçekten yaşamışım gibi hissediyorum. Evet, sadece bunu seninle paylaşmak istedim ve şimdi ne kadar saçmaladığımın farkına varıyorum, üzgünüm.” Sustuğunda yüzünü bir gülümseme aydınlattı ve ona karşılık verdim ben de. – ki o gülümsemeye de bön bön bakarsanız ya bir öküzsünüzdür ya da gerizekalı.

Yine de aklımdaki o kayıp parça yerine oturmuştu. – evet, çok klasik ama öyle ne yapabilirim? – O gece yaşadıklarımın gerçek olduğunu hissetsem de evde uyanmama akıl sır erdiremiyordum. Biri, kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim olmasa da, beni de, Tim’i de oradan kaldırıp evlerimize kadar taşımış ve garip bir şekilde hiç iz bırakmadan içeri girip dışarı çıkmıştı.

Ürperdim.

Eğer bu evimize kadar girebilip de hiçbir tozda bile izi bulunmayan kişi o katilse hangimiz güvendeydik ki?
   
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: Canina - 09 Ağustos 2010, 00:56:17
Korkma ben gıcık olmadım.
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 10 Ağustos 2010, 16:41:01
Mutlu oldum o zaman. :D
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: neutron - 16 Ağustos 2010, 15:26:47
ben korktum birşey mi oldu acaba diye.. yine de yeni bölümleri koymana çok sevindim =)) daha hepsini okuyamadım bu yüzden pek bir yorum yapamayacağım.

:D umarım yeni bölümler yine bu kadar uzun bir süre sonra çıkmaz karşımıza =))
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 16 Ağustos 2010, 16:41:11
Bunun için çalışacağım ve yorumlarını bekliyoruum. (:
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: Victoria - 16 Ağustos 2010, 17:20:13
Kendime sorular sormaktan ne kadar bıktığımı hiç kimse tahmin edemez. Ama her gün beni şaşırtacak bir zilyon kadar olay olduğu için artık verecek sahte tepkim de kalmadı, gerçek tepkim de. Hatta öyle ki artık küfredesim bile gelmiyor desem yalan olmaz.
Bu bölüm çok hoşuma gitti. Bazen benimde kendime sorular sorup cevabını alamadığım zamanlarım oluyor.
Hikayeni severek takip ediyorum. Yeni bölümü en kısa zamanda eklersen sevinirim.(Yoksa meraktan ölcem :P)
Başlık: Ynt: Ölümü Sevmek
Gönderen: laklak luna - 17 Ağustos 2010, 02:11:03
Her şekilde, beğenmene sevindim, yazabilecek ilhamı bulduğumda hemencecik yazıp koyacağım ve takip ettiğin için teşekkürler. (: