Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Arlinon - 29 Mart 2010, 01:41:14

Başlık: Varlığa Dair
Gönderen: Arlinon - 29 Mart 2010, 01:41:14
     Varlığa Dair
     Birtakım dostlarım maddenin kaynağını keşfettiler. Aynı zamanda da evreninkini. Elbette bu keşfin kaynağı bilim değil, şans.
     Bu bilgiye niçin güveneceğinizi sorgulamak isteyeceksiniz. Dünyamızda doğaüstü şeylerin sadece hayal ürünü olduğunu, birazcık sağduyusu olan herkes sezmiştir; ya da yukarıda bahsettiğim şeyler hakkında yargıda bulunan eski insan eserlerinin sadece eser olduğunu da sezmiştir. İşte bu, o keşfin gerçekliğinden şüphe duymamamızın çıkış noktası oldu. Gerçekten de doğaüstü diye nitelendirebilecek bir şeye rastladık.
     Keşif şöyle olmuş; kimi tekdüze filmlerde, arka bahçesinde bir şeyler keşfeden çocuklar olur ya hani, işte bizimkilerin de düştüğü konum olayın gerçekte olması dışında tam olarak buydu. Şehir dışındaki sakin evlerinin bahçesinde kazı yapmayı heves edinmiş o iki kardeş, çok da derine kazmalarına gerek kalmadan derin bir çukura rastlarlar. Çukurun derinlerindeki küçük mağarada da o şeye rastlarlar.
     Meteorite benzeyen, çocuk boylarında, pütürlü, siyah, metalik bir kaya parçası. Üstünde de kırmızı kırmızı parlayan yılankavi bir şekil vardır.
     Anlattıklarına inanmayınca ben de oraya gittim. Bu taşın yanında bir süre bekleyince sersemlemeye başlıyorsunuz. Görüşünüz bulanıyor ve o garip hayaller ortaya çıkıyor. Devamında ise o hayalleri bilinçli bir biçimde takip ediyorsunuz.
     İşte, gördüklerim şunlar idi: Birtakım varlıklar, ki onları pek tasvir edemesem de biçimsiz ve daha çok siyah kaherengi, sert hatlı şeylerdiler. -Gördüklerim bizim  dünyadan hiçbir tanıdıklık taşımasa da o görüntüler kafamda belirdiği esnada sanki birileri olanları bana anlatıyordu, yoksa bir yargıya varabilmiş olabileceğimi pek sanmıyorum.- Bu şeyler, küçük bir kürenin etrafında süzülüyorlar. Bu kürenin en iyi benzetilebileceği şey yeni üflenen bir cam parçasıdır; çünkü ona benzemekle kalmıyor, aynı zamanda onun gibi yavaş yavaş büyüyordu. Küre belli bir boyuta ulaşınca, bana göre komik olan şu olay gerçekleşiyor: Şu söz ettiğimiz yaratıklar küreye doğru çekiliyorlar ve onun içine gömülüveriyorlar. Kürenin çeperinden geçerken tek parça olarak kalmıyorlar tabii ki, anında çok küçük parçalara ayrılıyorlar. O kadar küçük parçalar ki, abartarak anlatmaya çalışam bile yersizdir.
     Kürenin içine düşüp tuzla buz olan şeylerin başlarına gelenden bahsedelim. O küremsi şeyin evrenimiz olduğunu zaten tahmin etmişsinizdir. Biçimsiz varlıklarımız ki siz isterseniz onlara tanrı sıfatı takın, kendi ürettikleri o küreye ahmakça kapılıp tozlarına ayrılınca bizim bildiğimiz anlamda bir ölme yaşamadılar, sadece parçalandılar. Sonrasında, bir araya gelmek isteyen karmakarışık tozları boşlukta rastgele deviniyor, uygun parçalar arıyor. Böylelikle yavaş yavaş birleşen parçacıklarlar yeni parçaları oluşturuyor ve bu işlem ‘uzun’ bir süre devam ediyor. Ta ki bizim tanıyabileceğimiz büyüklükte parçalara: atomlara ulaşana kadar. Bu noktaya dek doğru yanlış birleşmekte sıkıntı çekmeyen parçacıklar artık daha büyük yapılara bürünmek zorunda kalıyorlar. Bulutsu adı verilen toplulukara şimdi daha farklı bir biçimde bakabilirsiniz. Büyük parçaların oluşma hikayesi zaten bize çok yabancı değil, atomlarımızın arayışlarıyla yavaş yavaş bildiğimiz uzay cisimleri meydana gelmeye başlar: göktaşları, güneşler, gezegenler...
     Bu noktaya kadar gelmeyi başaran “yaratıcı”larımızın parçacıkları fena çıkmazlara girmeye başladılar. Uzayda boş boş salınan maddeler birbirleriyle bundan böyle birliktelik kuramıyorlardı. Güneşler patlıyor, gezegenler yarılıyor, yenileri peyda oluyordu. Neyse ki organik oluşumlar belirmeye başladı ve bir çıkış yolu görünür gibi oldu. Ama malesef, yapbozumuz daha çetrefil bir hal almaktaydı. -Ah, unutmadan, organik şeyler sadece bizim gezegenimizde yok-muş.- Organik oluşumlar az çok gelişse de, hiçbir canlı üstün gelemeyince büyük birleşme umutları daha da köreldi. Yani bir canlı, ne kadar çok enerji bulursa o kadar büyük olur, bünyasinde o kadar madde barındırır. Ortak bir bilinçle hareket edemeyen şu yaratıcılarımızın parçacıkları kafasına göre birleştiği için, var olan her canlı büyümeyi amaçlıyor. Sonuç olarak da birbirlerini tüketiyorlar ve enerji etrafa dağılınca da hepsi küçük kalıyorlar. Dahası, güç bela, organik tasarının başarılı olur gibi olduğu durumlar ironikçe heba oluyor. Örneğin, dinozorlar. Evet, onlar büyüktüler. Büyük ve daha  başarılı. Ama olan şey, yaratıcılarımızın başıboş bir parça bütününün, bir göktaşının dünyaya çakılıp yeni oluşumları yok etmesi. Kaos! Gök cisimleri aslında canlılardan daha büyük, neden küçüklerle uğraşılıyor diye soracak olursanız, cevap basit. İnorganik gök cisimleri daha fazla birleşemiyorlar, hatalılar. Önceden de söylediğim gibi, bu berbat bir yapboz.
     Kısaca, her şey bir birleşme  çabasıdır. Uzay zaman olayının temelinde bile, büyük parçaların küçükleri kendinde toplaması mantığı yatıyor. Canlıların davranışlarnda ya da. Bilinçsiz de olsalar onları oluşturan parçacıkların yönetimindeler, ve birleşmeye, büyümeye çalışıyorlar. Malesef her canlı kendini güçlendirmeye uğraşınca da ilerleme sağlanamamış oluyor. İnsanların açgözlülük gibi dürtülerinin nereden kaynaklandığını sanıyordunuz? Ya da tapınma ihtiyacının?

      Beni bu bilgiye ulaştıran kayanın öyküsüne gelelim. Yaratıcılar, onlar da organik idi. Temelde bu var. O yüzden güç de olsa, organik girişim başarıya ulaşabilecek tek yol gibi görünüyor. Taşı yapan ve ona enerjiyi, gücü aktaran yaratık kendi ortamında başarı kazanmış büyük bir oluşumdu. Onca parça organik biçimde bir araya gelmeyi başardığı için, o canlı yaratıcı bilincinin bir kısmına ulaşabilmiş ve evrendeki diğer organizmaları bilinçlendirmek için taşları, bu nesneleri yapıp evrene saçmaya başlamış. Onun sonu ise, gülünç ama bir süpernova yüzünden geldi.

     Artık sizinle sıradan bir çocuk gibi konuşmama gerek yok. Çünkü “biliyorsunuz.” Dünya’ya varabilmiş bu taş sayesinde, insanların birleşim sürecini hemen tamamlayabileceğiz. Yüce bilincimizin bir kısmına ulaşabildim. Bir araya gelme ümitlerimiz arttı. Ama hala uzun ve tehlikeli bir yolumuz var...



P.S. Siz ki bu yazıyla temas kurduğunuza göre, büyük bilincin enerjisi size de akabilecektir. Hissetmeye başladınız mı?  :shrlock
Başlık: Ynt: Varlığa Dair
Gönderen: Amras Ringeril - 29 Mart 2010, 19:39:25
Eheh, Çağıl bekelmiyordum böyle bir yazıyı. Yazmayacağım diyordun hem bir de. Panteizm'in kırıntılarını sezmedim değil ama, bana göre hala ufak anlamsızlıklar var. Bazı çıkarımların sebepleri o sonuçları doğurmuyor gibi.

Örnek; "Ortak bir bilinçle hareket edemeyen şu yaratıcılarımızın parçacıkları kafasına göre birleştiği için, var olan her canlı büyümeyi amaçlıyor"

Canlıların evrimi iki şekilde oluyor bildiğim kadarıyla. Fiziksel ve zihinsel. Genelde ters orantılı oluyorlar. Fiziksel evrim süreci geriye de gidebiliyor. Şöyle yani; teknik gelişmediği için fizik gücüne duyulan ihtiyaç artar. İnsanlar güçlü olmak zorundadır. Bunun  için büyümeyi amaçlarlar. Nesillerin güçlü olması önemlidir. Ama sonra teknik gelişir, fizik gücüne duyulan ihtiyaç azalır. Nitelikli eleman daha önemli konuma gelir. Bugün bu topluluktaki herkes zihniyle ön planda olmak ister. Fiziksel evrim geriler.
Başlık: Ynt: Varlığa Dair
Gönderen: Arlinon - 29 Mart 2010, 21:12:10
Amras,
Kurgu bu gerçek evrimle uyuşup uyuşmadığını düşünmedim, bir anda yazdım. Bir de anlamsızlıkları anlamadım, açıkla. :D
Başlık: Ynt: Varlığa Dair
Gönderen: Ropinie Hystria - 19 Mayıs 2010, 16:49:16
İlerleyen karelerde ''Kendi dünyamı kurup, bu gezegene savaş açıcam.'' diyeceksin diye pek korktum. :)

Gerçek evrim dışında, tamamen fantastik bir tavırla bakacak olursak, sanki bir SIFIR noktasının cevabından kaçınılmış gibi geldi.

Başka söyleyeceğim bir şey yok hakim bey.

Eline sağlık :)
Başlık: Ynt: Varlığa Dair
Gönderen: mit - 22 Mayıs 2010, 13:45:25
Sevgili Arlinon, siz buralara uğrar mıydınız yahu? :) Güzel ve değişik bir öyküydü. Yalnız aynı paragraf içinde hem geniş zamanla hem de -di'li geçmiş zamanla yazıldığı için konsantre olmak zorlaşıyor.

Eee... Bu bitti ama. Başka yok mu? :)