Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: LegalMc - 03 Nisan 2010, 00:20:29

Başlık: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 17!)
Gönderen: LegalMc - 03 Nisan 2010, 00:20:29
Arkadaşlar herşeyi tamamiyle bana aittir.Okuduktan sonra görüşlerinizi bekliyorum  :D
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 03 Nisan 2010, 00:21:05
Bölüm 1 : Garip Bir Olay
  Nick Turedo 14 yaşında cesur,dik kafalı ve diğer açılardan normal bir çocuktur.Bristol’da, annesiyle beraber tek katlı,müstakil evlerinde yaşıyorlardır.Nick küçüklüğünden beri annesine hep babasını sormuştur.Annesi hep babasının o çok küçükken bir trafik kazası geçirdiğini ve öldüğünü söylemiştir.Bunu duyan Nick her seferinde tuvalete koşup hıçkıra hıçkıra ağlardı.Babasız olduğunu düşünürdü.Ta ki geçenlerde yaşadığı bir olaya kadar…
  Nick sabah 06.50’de üstünde anlam veremediği bir yorgunlukla kalktı.Rüyasında çok sıcak bir yerde koştuğunu görmüştü.Okulu 09.00 başlıyordu.Yani çok erken uyanmıştı.Nick karanlıkta uzun bir süre oturdu.Karanlığın ona huzur verdiğini hissetmeye başladı.O zaten normal çocuklardan farklı olarak karanlıktan bebekliğinden beri korkmamıştır.Sonra gözlerinin önünde karanlık bir yüz göründü.Bu yüz ona hem çok tanıdık , hemde çok yabancıydı.Sanki Nick onu hayatında ilk defa görmüyordu.Biryerlerden tanıyordu bu adamı.Ama nereden?..
  Nick daha demin yaşadığı olayın şokunu atlatamadan annesinin çalar saati çaldı ve rutin aktiviteler başlamış oldu.Annesi”Nick! Hadi oğlum uyanma vakti! “ Nick baygın bir ses tonuyla” Anne ben zaten uyanığım.”.Anneesi koşarak odadan çıktı ve “Oğlum,hasta mısın bir şeyin mi var?” Nick şaşırmıştı,”Neden anne?” Annesi hala telaşlıydı” Oğlum normalde sen hayatta erken kalkmazsın,her sabah seni uyandırmak için çok uğraşırdım.Ama görüyorum ki sen kalkmışsın.”Nick yüzünde hafif bir tebessümle “Evet anne bugünlük öyle oldu ama sana söz bundan sonra yine geç kalkarım.Ayrıca bu kadar telaşlanacağını bilseydim hiç kalkmazdım.” Annesi Nick’e sarıldı ve”Ah oğlum…Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun değil mi? Sana bugüne kadar hem annelik hem babalık yap…” Nick annesinin sözünü keserek “ Ben okula geç kalıyorum neyse hadi görüşürüz.” “İyi dersler oğlum” dedi annesi her zaman ki gibi gözü yine çocuğunun arkasından kapattığı kapıda kaldı.Her sabah aynısını düşünüyordu “Acaba oğlumun başına bir şey gelir mi?” ve mırıldandı “Tanrılar seni korusun oğlum.”
  Nick her zamanki gibi o dar sokaktan geçti ve otobüs durağına kadar yürüdü.Nick hergün aynı şeyleri yapmaktan sıkılmıştı.Ama içinden bir ses bugünün farklı bir gün olacağını söylüyordu.Otobüse bindi.Oturacak boş bir yer vardı ve oturdu.Okula az kalmıştı ki durakta biri bindi otobüse.Nick’in yüreği ağzına geldi.Korkudan gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı.Yine o yüz…Adam Nick’e baktı,gülümsedi ve göz kırptı.Sonrada “Bana gel oğlum , bana gel “ gibi bir şeyler mırıldandı adam ona doğru.Nick hemen otobüsten fırladı.Hava buz gibiydi.Ama teninin yandığını hissedebiliyordu.Korkudan herhalde diye düşündü.Sonra okula doğru yürümeye başladı.Yürüdü,yürüdü..Bir yandanda arkasını kontrol ediyordu.Yine kafasını arkaya çevirdiğinde birden bir şeye çarptı.Kafasını öne dönüdrünce 4 tane ondan çok daha fazla iri ve çok daha uzun adamlar gördü.Birinin elinde muşta vardı.Elinde muşta olan adam “Yanında kaç para var çocuk?” diye sordu. Nick soğukkanlılığını korumaya çalışarak “Hiç yok hepsini otobüse verdim.” En kısa ve en şişman  olanı “Sen kimi kandırıyorsun? Baksana bizi kandıracağını sanıyor.Marcus tut şunu!” İşte Nick o anda çok sinirlendi,sanki teninden dumanlar tütüyordu.İçine cehennem ateşi girmiş gibiydi.Marcus Nick’e dokunduğu anda ellerini geri çekti “Hey Flip bu adam yanıyor resmen.Ellerime bak” Flip yani elinde muşta olan “Bırak şunu be bir işi beceremiyorsun.” Nick işte o anda kendine inanılmaz bir güç buldu. Kafasına inen muştalı yumuruğa elini siper etti.İ çinden korkuyla karışık heyecan,hırs,nefret türünden hisler geçiyordu.Sonra 5 saniyeliğine gözlerini kapadı ve açtığında etrafta hiçbirşey yoktu.Yerdeki erimiş muşta demirinden başka…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Elijah - 03 Nisan 2010, 13:53:30
hmm.iyi bi çalışma galiba babasının kim olduğunu buldum :clap
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Perseus. - 05 Nisan 2010, 19:13:55
Bayağı bir esinlenme var sanırsam. =D
Ama güzel bir betimleme ile daha şık bir pozisyon almış.
Cidden güzel. Devam. :}
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 05 Nisan 2010, 20:52:09
Devam edeceğim zaten teşekkürler  :D Ama şu aralar yazılılar falan var biraz ara vermek zorunda kaldım :-[ ama yeni bölümü gelicek bu gece :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 05 Nisan 2010, 22:54:42
  
Bölüm 2 : Ölümün Oğlu
  Nick, koşa koşa okul kapısından içeri girdi.Sanki biraz rahatlar gibi oldu.Tanıdık simalar,tanıdık kıyafetler ve tanıdık sesler…
”Nick Turedo! Bu kıyafetinin hali ne?!”
Tanıdık seslerden biride buydu. Müdür yardımcısı Bay Banner…
”Eee…Şey Bay Banner.Ben yolda gelirke..”
”Bu kadar yeter Nick Turedo! Ben bu kıyafetlerle okula gelinmeyecek demedim mi? Eğer bir dahaki derste seni böyle görürsem okuldan atılırsın!”
Nick , müdüre sert bir bakış atarak üstüne başına baktı ve demin yaşadığı olaydan dolayı üstünün başının darmadağın olduğunu gördü.Gömleğini düzeltti ve sınıfa doğru yürümeye başladı.Geçerken bütün gözlerin ona döndüğünü hissediyordu.Bir an durdu.Ve bağırdı:
”Ne var! Niye bakıyorsunuz?!”
O anda yanına sınıftaki en yakın arkadaşı Ricky geldi. Ricky Nick’ten biraz daha uzun ve biraz daha yapılıydı.Ricky :
”Nick iyi misin? Ne oldu kimse sana bakmıyor ki her zaman ki hali okulun!”
”Ricky şimdi konuşmak istemiyorum. Biraz yalnız kalmam lazım.”
”Tamam Nick.”
  Nick uzaklaştı ve okulun ağaçlardan başka hiç bir şey olmayan bir köşesine gitti. Uzaktan gördüğünde ağaçların yaprakları yemyeşildi.Ama o yaklaştıkça yapraklar sarardı,döküldüler.Hepsi kurumuştu.Çocukluğunda annesiyle teyzesi Emma’ nın çiftliğine gittiğinde hayvanlar bağırmaya , çimenler ve çiçekler solmaya , ağaçlar sararmaya ve dökülmeye başlardı.O zamanlarda bunun nedenini bilmiyordu.Ama şimdi Yunan Mitolojisi  ve Tanrılar hakkında bilgisi vardı.Anlamıştı.O gittiği her yere ölümü getiriyordu.O “Ölümün Oğlu”ydu…
  “Olamaz! Olamaz! Olamaz! Ben O’nun oğlu olamam!” Nick bunları düşünürken ilk derse girmemişti . İlk ders matematikti ve matematikten nefret ederdi.Zaten matematik öğretmeni de Bay Banner’dı.Ama şimdiki ders tarihti.Nick tarihten nefret ederdi ama şimdi o derse girmek zorundaydı çünkü tarih öğretmeni bir Yunan’dı.Ve Bay Genakapulos illegal bir öğretmendi.Derste tarih yerine hep mitoloji anlatırdı.Ve şu anda o derse girip öğretmene birkaç soru sorması gerekiyordu.Sınıfa doğru yola koyuldu.
  “Oturun çocuklar.”
  Nick sınıfta her zaman oturduğu yerde yani duvar kenarındaki en arka sıraya oturdu. Bay Genakapulos yoklama almaya başladı. Sıra Nick’e geldiğinde Nick dalgın bir şekilde:
 ”Buradayım” dedi.
 Yoklama bittiğinde Bay Genakapulos yine mitolojiden bahsetmeye başladı. Konu “Tanrıların Önemli Silahları” ydı. En ön sıradaki Sally Reen kalktı ve:
 ”Bay Genakapulos dersimiz tarih! Mitoloji değil!”
  Bay Genakapulos sakin bir şekilde:
 “Sally Reen dersi dinlemek istemiyorsanız buyurun dışarı. Tanrıların kendine has silahları vardır. Zeus’un Şimşeği’yle başlayalım. Bu silah neredeyse Tanrılardan bile güçlüdür. Tanrılar için yapılan ilk silahtır.Eğer bu Şimşek olmazsa şimşek çakmaz. Zeus Titanları bu silahı sayesinde yenmiş ve Tartaros’a tıkmıştır.
  Şimdi Poseidon’un Üç Dişli Yaba’sına gelelim. Poseidon heykellerinde, resimlerinde hep bu Yaba ile tasvir edilmiştir. Bu Yaba’yı savurduğunda dalgalar kabarır. Yere vurduğunda depremler olur. Bu silahıyla çoğu güçlü düşmanını yenmiştir.
  Gelelim Hades’e…”
  Nick ’in kalbi “Güm Güm” atmaya başladı. Ve Bay Genakapulos devam etti:
 ”Hades’in 2 tane güçlü silahı vardır.Biri Mızrağı diğeride Görünmezlik Miğferi’dir.Hades….”Ve Bay Genakapulos durdu.
  Nick şaşırdı:
 “Ne oldu Bay Genakapulos? Niye Hades’ten bahsederken sustunuz?”
Bay Genakapulos:
”Ondan bahsetmek istemiyorum. Her yere kötülük saçıyor. Ondan bahsederken öleceğimi sanıyorum.”
  Nick sinirlendiğini hissetti. Ama neden? O babası olacak o adamı daha doğrusu o Tanrı’ yı sevmiyordu.Ama bir yandan da O’nunla bütünleştiğini hissediyordu.Artık onun bir parçasıydı.Veya o babasının bir parçasıydı…
  “Bay Genakapulos ben size birkaç soru sorabilir miyim?”
  “Tabii Nick Turedo.Sizi böyle derslerle ilgili görmek ne güzel!”
  “Bu Tanrılar’ın ölümlülerden çocukları olabiliyor değil mi?”
  Nick cevabını bildiği bir soru sormuştu.
 “Tabii ki Nick .Herkül, Theseus bunlara en güze örnekler.”
   Nick O’nun oğlu olduğunu daha çok hissetmeye başladı.Ama o arada Bay Genakapulos araya girdi ve:
 “Fakat bir savaştan sonra Tanrılar Styks Irmağını üzerine yemin ettiler.Bu bozulmaz bir yemindir.Bu yemin melezler hakkındaydı.Tanrı-Ölümlü birlikteliğinden olan çocuklar yani.O yeminden sonra hiç çocukları olmaması gerekirdi ama bu yemin de her yemin gibi bozuldu.”
  Nick “Bir kere yasal bir işe bulaşsam ne olurdu?” diye düşündü. Sonra da:
  “Peki Hades’in Yeraltı Sarayı’na nasıl gidilir?”
  “Nick Turedo, bu olayları eve gidince internetten araştırırsın. Şimdi zil çalacak.” Deyip daha zil çalmadan sınıftan fırlayıp gitti. Ricky Nick’e baktı ve:
”Helal olsun Nick daha zilin çalmasına 15 dakika var.Bizi büyük bir azaptan kurtardın.Yok Tanrılarmışta yok bilmem ne! Saçma sapan konuşuyordu.”
  Nick sadece gülümsedi.Farklı olduğunu hissettirmemeye çalışıyordu.Ama Nick Onların gerçek olduğunu biliyordu.
  Daha önünde 4 ders vardı.2 ders İngilizce ve 2 ders edebiyat.Bu dersler onun için su gibi gelip geçti çünkü hiç dersi dinlemiyordu sadece Tanrıları düşünüyordu.Gök Tanrısı,Deniz Tanrısı,Yeraltı Tanrısı…Ve bunlardan biri babası.Hepsinin yanında ise Melez olmanın zorlukları.4 derste bunları düşündü.Son zil çaldı ve çantasını kapıp çıktı. Karşı sınıftan 2 çocuk Nick’in arkasından:
 ”Koş Turedo koş. Annen seni bekler.” Dediler.Sonrada pis pis kahkahalar atmaya başladılar.Nick’in damarına basktıklarını bilselerdi hiç böyle bir şey yapmazlardı. Nick yine yandığını hissetti.Döndü çocuklara doğru yürüdü ve kendini ateşe bıraktı.Ateş ve öfke onu yönlendiriyordu. Geldi ve ilkinin suratına hayatında attığı en sert ve en sıcak yumruğu attı.Çocuğun canı öyle bir acımış olmalı ki birden yere yığıldı.Nick onun yanındaki çocuğada bir tekme savurdu ve ”Bingo!” Nick’in tamda istediği yere, karın boşluğuna gelmişti oda acıdan kıvranarak yere yığıldı.Sonra Nick’in yüzüne pis bir gülümseme yayıldı.Ardından fısıldadı “Ben Ölümün Oğluyum!”…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 06 Nisan 2010, 18:52:04
Bölüm 3:Zeus’un Öfkesi
 Nick evin zilini birkaç kere hızlıca çaldı.Annesi hemen kapıyı açtı.Nick kızgın bir şekilde içeri girdi ve bağırmaya başladı:
 “Bana neden söylemedin?”
  Annesi şarşırmıştı:
 “Neyi oğlum?”
 “Babam anne BABAM!”
 Annesi birkaç saniyeliğine öylece dondu kaldı.Sonrada:
 “Oğlum sana söyleyecektim.Ama melez olmak tahmin ettiğinden çok zordur.Artık Tanrılar seni rahat bırakmayacak.Seni öldürmeye çalışacaklar.Bende bundan korktuğumdan sana söylemedim.Çünkü bunu dile getirdiğim anda Tanrılar varlığını hissedeceklerdi.Ve artık hissettiler bile.”
  Bu arada gök inanılmaz bir şekilde gürledi ve yağmur başladı. Yağmur Nick ve annesinin yaşadığı evin camına taş gibi vuruyordu.Sonra Nick cama doğru yürüdü ve denize baktı.Dalgalar kabarmıştı.Ama Nick’e doğru değil tam tersine dalgalar yukarı doğru yükseliyordu.Nick “Poseidon bizden yana sanırım” diye düşündü.Ama Zeus onu öldürmekte kararlı gibiydi.Nick annesine döndü ve:
 “Anne keşke daha önceden söyleseydin de hazırlansaydım.Belki o zaman babam bana kılıç kullanmayı da öğretebilirdi.Neyse ben biraz dinleneyim yarın zor bir gün olacak sanırsam.” dedi ve kanepeye uzandı.Ardından bir rüya başladı..
  Rüyasında gördüğü yeri daha önce hiç görmemişti.Burası görkemli 12 tahtın olduğu büyük bir odaydı.Ama tahtlar insan boyunun çok üstündeydi.Sonra biri odaya girdi.Bu adam Nick’in büyükannesinin anlattığı masallardaki devler gibiydi.Sonra o dev bağırdı:
 “Hermes! Çabuk bana Hades’i çağır!”
  Sonra habercilik ve hırsızlık Tanrısı Hermes içeri girdi.Sonrada:
 “Tabii ki de Zeus.”
   Sonra Zeus ortadaki en görkemli tahta oturdu.Sağındaki tozlu ve simsiyah tahta baktım.Anlaşılan bu tahta uzun süredir kimse oturmuyordu.Zeus düşünceli bir şekilde oturuyordu.Beyaz sakalı ve beyaz saçlı olması onu yaşlı bir dede gibi gösteriyordu.Elinde her zaman ki gibi “İlk Şimşek” vardı.Birden Olimpos’ un koridorlarında ayak sesleri yankılanmaya başladı.Hades odaya girdi.Bir ölü gibi yürüyordu.Kardeşi Zeus’un onu çağırmasına pekte şaşırmış görünmüyordu. Nick ortaya çıktığından beri bugünü bekliyor olmalıydı .Zeus gür sesiyle:
 “Hoş geldin benim yerin altındaki kardeşim!”dedi.
  Fakat Hades hiçte hoş gelmiş gibi durmuyordu. Uzun ve kıvırcık gri sakalları birbirine karışmıştı.Hades “Tanrıların Tanrısı”na sert ve yakıcı bir bakış attı.Ve yeniden Zeus’un sesi duyuldu:
 “Seni buraya niye çağırdığımı biliyorsundur.Bugün çok değişik bir bilgi geldi kulağıma.Hemde bizzat senin o kanı bozuk oğlundan!”
  Zeus kanı bozuğu öyle bir söylemişti Hades’i bir öfke kapladı. Sinir uçlarında bir uyuşma hissetti.Ve konuştu:
 “Oğlum hakkında düzgün konuş!”
  Bunu duyan Zeus bağırmaya başladı:
 “Ne çabuk kabullendin o kanı bozuğu!”
  Hades:
 “Senin her zaman kabullendiğin gibi bende kabullendim ve tekrar söylüyorum OĞLUM HAKKINDA DÜZGÜN KONUŞ!!”
  “Oğlum hakkında düzgün konuş”u bağırarak söylemişti.Zeus yerinden fırladı ve “İlk Şimşeği” kaldırdı.Sonrada:
 “Nankör! Seni babamın azabından ben kurtardım ve şimdi benimle nasıl böyle konuşabilirsin! Benim karşımda sen bir hiçsin Hades! Bir hiç!”
  Hades gülümsedi ve :
 “Hadi o hiçi avla o zaman şu “Tanrılardan güçlü silah”ınla!!”
  Zeus bunu duyunca sinirden köpürdü.İlk Şimşeği tüm gücüyle öyle bir fırlattı ki gerçek dünyada fırtınalar koptu ve şimşekler delirmişçesine art arda çakmaya başladı.
  Ama Olimpos’ta durum farklıydı.Hades Şimşeği fırlatacağını anlamıştı ve o daha elini oynattığı anda Görünmezlik Miğferi’ni giymişti ve yok olmuştu.Şimşekte Olimpos’un geniş koridorunda derin bir yarık açtı.
  Ardından Nick kan ter içinde uyandı ve mırıldandı:
 “Bu Zeus’un durdurulması gerek!”
  Ve sonra yine bir gök gürlemesi…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 08 Nisan 2010, 19:22:16
Bölüm 4 : Öğretmen
  Nick sabaha kadar uyuyamadı.Zeus’un onu öldürmek için neler yapabileceğini düşünüyordu.Sonra durdu ve boşuna düşündüğünü anladı.Çünkü Zeus onu yok etmek için her şeyi yapabilirdi.Bu aklına gelince Nick ürperdi.Kalktı ve evinin alacakaranlık koridorunda yürümeye başladı.Nereye yürüdüğünü bilmiyordu.Ama yürüyordu.Babası gibi bir ölü sessizliğinde.Sonra salonun ışığının açıldığını gördü.Ve koridorun sonuna 5 adım kala bekledi.Nefes alış verişini yavaşlatmak için her şeyi yapıyordu.Ama korkuyordu.Çünkü kendisini savunmak için hiçbir silahı yoktu.Sonra 2 adet farklı ses duydu.Biri çok yakından tanıdığı biri de hayatında ilk defa duyduğu kalın bir sesti.Annesiyle konuşan bu adam kimdi ki?Hemde bu saatte!.. Tam içeri dalacaktı ki durdu ve onları biraz dinlemenin iyi olacağına karar verdi.Birkaç adım yaklaştı.Kalın ses :
 “Susan bunun vakti geldi.Artık onun peşine düşecekler.İki tarafta.”
  Annesi heyecanlı bir sesle konuşmaya başladı:
 “Ama Kheiron o benim oğlum biraz anlayış göster.Ondan ayrılamam.Kendini koruyabilmesini tabii ki de isterim ama o daha küçük bir çocuk benim gözümde!”
  Nick annesi Kheiron dedikten sonra söylediklerini pekte dinlememişti. Kheiron’u nerede duyduğunu hatırlamaya çalışıyordu.Okul müdürü müydü?Yo yo hayır.İki taraf neydi peki? İki okul mu?O da olamazdı çünkü Nick’in dersleri pek iyi değildi.Sonra durdu , eli ayağı tutmaz oldu…Kheiron! Tabii ya nasıl da hatırlayamamıştı? Başta Herkül olmak üzere tüm kahramanların öğretmeni.Nick dayanamadı ve içeri daldı.Kheiron’un ve Nick’in annesinin gözleri hemen ona döndü.Nick niye bağırdığını bilmiyordu ama bağırıyordu artık:
 “Biri bana burada ne olduğunu açıklasın!HEMEN! Ben nereye gideceğim ve Kheiron’un burada ne işi var?”
  Kheiron durdu ve konuşmaya başladı:
 “Sakin ol evlat.Aynı baban gibisin öfkeni kontrol edemiyorsun.Önce bunu öğretmeliyiz sana…”
  Nick, babasıyla ortak noktaları olmasına pek şaşırmadı. Ne de olsa babasıydı.Sonra eğitimi aklına geldi.
 “Siz ne eğitimden bahsediyordunuz?”
  Kheiron:
 “Bundan sonra cevabını bildiğin soruları sormasan daha iyi olur.Yüzyıllardır bütün kahramanların aldığı eğitim.Bunun için seni götürmem gerek.Fakat annen senden ayrılmak istemiyor.Sana bir şey olacağını düşünüp endişeleniyor.” Dedi o bilgelik dolu sesiyle.
  Nick :
 “Annemde bizimle gelse olma..”
 Kheiron araya girdi:
 “Olmaz evlat , olamaz… Yüzyıllardır böyle bir şey olmadı.Bu Tanrıların kuralıdır.Zaten annen gelse de hiçbir şey göremez.Sis engeller.Neyse Nick gitmemiz gerek annenle vedalaşsan iyi olur.Tam 12 dakikan var.”
  Nick:
 “Sen hep böyle dakik misindir?”
 Kheiron ak düşmüş sakallarının arasından sıcak bir gülümsemeyle:
 “11 dakika Nick. Bir eğitmen olmak bunu gerektirir.”
  Nick gülümsedi.Annesinin yanına gitti:
 “Anne oradan gerçek bir kahraman gibi döneceğim.Sana söz veriyorum.”
  Annesinin gözleri doldu ve ağlamaya başladı.Oğluna sarıldı ve :
 “Güle güle oğlum.Eminim ki gerçek bir kahraman olarak döneceksin ama kendine iyi bak soğukta kalma.”
  Nick gülmeye başladı ve :
 “Anne hiçbir zaman değişmeyecek misin?”
 Sonra odadaki herkes gülmeye başladı .Kheiron  akrebi ok , yelkovanı yay olan büyük camlı saatine baktı ve:
  “Gitme vakti!”
  Nick annesine baktı.Annesinin gözleri yine doldu ve Nick ağlayan annesine doğru koştu.Onun için anne kucağı gibisi yoktu.Sıcak,şefkatli ve güvenli.Sonra Nick annesinin kollarından kurtulup:
 “Geri döneceğim anne.Hemde bundan daha iyi bir şekilde.”
 Annesi oğluna el salladı.Kheiron’da:
 “Atla sırtıma Nick.”
 Nick şaşırdı:
 “İyi de sen tekerlekli sandalyedesin sırtına nasıl atlayacağım?”
 “Ah kusura bakma sizi izlerken böyle kalmışım” dedi ve takma bacakları ayağından attı.Sonra yarı insan – yarı at şekline dönüştü.Nick bunların ismini biliyordu.Sentor..
  Nick Kheiron’un sırtına atladı ve:
Deh!” dedi.
  Kheiron kafasını döndürdü ve sakallarından görünmeyen dudakları ile gülümsedi.
 “O kadar evcil bir at değilimdir evlat!” dedi ve normal bir atın 10 katı hızda koşmaya başladı. Nick’in saçları dalgalanıyordu.Nick daha önce rüzgârı yüzüne hiç bu kadar yakın hissetmemişti.Normalde olsa bunun zevkini çıkarırdı ama bu rüzgarın Zeus sayesinde estiğini düşününce bu rüzgârın bile onu öldürebileceği aklına geldi.Sonra konuştu (daha doğrusu bağırdı):
 “Kheiron, beni nereye götürüyorsun?”
  Kheiron’un sesi hiç rüzgâra yakalanmamış gibi sade çıkıyordu:
 “Mağarama götürüyorum evlat. Orada istemeyeceğin kadar silah,zırh,kalkan vb. şeyleri bulabilirsin.”
  Nick:
 “Peki daha ne kadar yolumuz kaldı?”
  Kheiron:
 “Sana öğretilecekler listesine şunu da ekleyeyim : Sabır..”
   Nick,kafasını Kheiron’un yelesine gömdü ve derin bir uykuya daldı…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 09 Nisan 2010, 23:58:51
Bölüm 5: İlk Ders
 
  Nick uyandığında pek yumuşak olmayan bir şeyde yatıyordu. Kafasını çevirdiğinde bunun bir saman tomarı olduğunu gördü.Sonra gözü duvardakilere takıldı.Silahlar,kalkanlar,zırhlar…Nick büyülenmiş gibiydi.Silah bölümünde kılıçlar,mızraklar,hançerler,yaylar ve oklar...Zırh bölümünde ise birbirinden ağır,birbirinden parlak,birbirinden sağlam ve birbirinden büyük zırhlar vardı. Kalkanlar bölümünde nasıl bir kalkan istersen vardı.Sonra yanı başında Kheiron’u gördü.Kheiron:
 “Buraya gelen herkes neden şu duvara bakakalıyor anlamıyorum.Normal silahlar bunlar.”
  Nick ona katılmadığını belirtmek istiyordu:
 “Sana katılmıyorum Kheiron.Bunlar yeni eğitim görecek bir melezin hayatında ilk defa gördüğü özel aletler.”
  Kheiron Nick’e dikkatlice baktı ve:
 “Yorgun görünüyorsun.Yemek yedikten sonra ilk dersimize başlarız.”
  Nick yemek lafını duyunca gözleri parıldadı ve hiç yorgun değilmiş gibi saman tomarından etrafına samanlar saçarak kalktı ve:
 “Yemek mi dedin?”
  Sonra Kheiron kahkahalara boğuldu.Nick onu ilk defa kahkaha atarken görüyordu.Ama kahkahasında bile bir bilgelik,bir savaşçılık vardı.Nick ona hayran kalmaya başladığını hissetti.Kheiron gülerek konuşmaya başladı:
 “Ben gidip yemeği hazırlayayım sende şurada ateş yak.”
  Nick şaşırmıştı.Dışarı baktı ve kuşların neşeli bir şekilde uçtuklarını ve cıvıldadıklarını,ağaçların yemyeşil olduğunu gördü.Bu mevsimde ne ateşiydi bu?
  “Kheiron ilk baharın ortasında neden ateş yakıyoruz?”
  Kheiron:
 “Sen ateşi yak yemeği hazırladıktan sonra anlatacağım.”
  Nick itiraz etmeden ateşi yakmaya koyuldu.Bu işleri biliyordu çünkü birkaç yaz önce kampa gitmişti.Kheiron’ un ahırından birkaç tomar çalı buldu ve onları tutuşturdu.Ateş…Ateşe dikkatlice bakmaya başladı.İçinde sanki bir şeyler hareket ediyordu.İçinde ölüm vardı.Can çekişen ruhlar cehennemden kaçmaya çalışıyorlardı.Çığlıklar atarak…Nick gözlerini kapattı ve düşünmemeye çalıştı.Sonra Kheiron’dan öğrendiği(aynı zamanda tek bildiği) Antik Yunanca küfür söyledi:
 “Di İmmortales!"
   Sonra toynak sesleri duydu .Birbirine bu kadar uyumlu toynakları hiç görmemişti.Kheiron’un elinde bir tabak kuzu pirzola bir tabakta makarna vardı.
 “Kusura bakma çocuk bu seferlik ani oldu.İyi bir şeyler hazırlayamadım.”
  Nick pirzola dolu tabağa baktı ve:
 “İyi bir şeyler hazırlayamadın mı? Bu kadar pirzolayı nasıl yiyeceğim tek başıma?”
  Kheiron yine bilge bir tavırla:
 “Hepsini sen yemeyeceksin evlat.Tanrılarla bölüşüp yiyeceksiniz.Şimdi ateşin yanına git ve hangi Tanrı’ya adak sunmak istiyorsan adağını kabul etmesini söyle.Hadi bakalım.”
  Nick ateşin yanına doğru gitti.Derisinde sıcaklığı hissediyordu.Yutkundu ve onun için ne kadar zor olsa da konuşmaya başladı.” Hades,baba ! Bu adağımı kabul et.!” Dedi ve tabaktaki10 parça pirzoladan 4 ünü ateşe attı.Pirzola ateşin içinde kömür olmadı direk yok oldu.Galiba adağı kabul olmuştu.Sonra durdu.Biraz yalakalığın bir zararı olmazdı ya ?! Ateşe tekrar yaklaştı ve yine konuşmaya başladı “ Zeus, amca ! Bu adağımı kabul et! Eee..Afiyet olsun.” Dedi ve 3 tane pirzolayı ateşe fırlattı.Sonra hemen geri kaçtı çünkü amcasının ne yapacağı belli olmazdı.Ama pirzola babasına sunduğu adak gibi ateşin içinde kömür olmadan yok oldu.Nick tam yere oturmuştu ki gök gürledi ve tam adak ateşinin üstüne bir şimşek çaktı.Nick gökyüzüne baktı.
 “Önemli değil amca.”
 Sonra bir şimşek daha çaktı.Nick Kheiron’a döndü:
 “Ona yağlı olanları yolladım diye mi böyle yapıyor?” dedi
  Kheiron yeni bir ateş yaktı ve kendi tabağındaki pirzolalardan 5 tanesini ona attı ve şimşekler durdu.
 “Evlat bir daha Zeus ile dalga geçmezsen sağlığın için iyi olur.Neyse hadi hemen yemeğini ye de derse başlayalım.Daha sana uygun silahı seçeceğiz.Son 9 dakika.”
  Nick yine başlıyrouz diye düşündü ve nefes almadan makarnasından ve pirzolasından yemeye başladı.Tam zamanında tabağındaki her şeyi silip süpürdü.
  “E iyide ben daha yeni yemek yedim biraz dinlenmem gerekmiyor mu?”
  Kheiron:
 “Evlat bunlar kutsal yiyecekler yediğin anda sindirilirler.Enerjisini hemen alırsın.Hadi bakalım derse başlayalım.Önce sana bir zırh giydirelim.” Dedi ve o meşhur duvara doğru yürüdü. Bir Nick’e bir zırhlara bakıyordu.Sonra bir tane zırh buldu.”Kap bakalım evlat!” deyip Nick’e doğru fırlattı.Nick’in tam kucağına geldi ama bu kadar ağır olabileceği hiç aklına gelmemişti.Ağırlığını hissettiği anda Nick arka üstü yere oturdu.Kheiron güldü.
  Sonra Nick’e bir de Yunan savaş miğferi verdi.Nick zar zor yerden kalktı.Miğferi ve zırhı kenara koydu.Önce zırhı giydi.Zırhın ağırlığını omuzlarında hissedince bu seferde dizlerinin üstüne düştü.Daha derse başlamadan birkaç fire vermişti Nick.Sonra miğferi kafasına geçirdi.O da biraz büyük geldi.
  Kheiron devam etti.Şimdide bir kalkan arıyordu.Sonra haififinden bir tane buldu.Ama Nick’e bu da ağır gelmişti.Sonra kılıç bölümüne gittiğinde tereddütsüz bir kılıcı aldı ve Nick’e verdi.Nick önce kılıcı kabzasının ucundan tuttuğu için yere düşürdü.Nick üstündeki zırhlar dolayısıyla zorla eğilip kılıcı aldı.Bu seferde yere paralel olarak tutmaya başladı.Kheiron’da kılıcını kılıfından çıkardı.Nick bakakaldı bu görkemli kılıca.Yaklaşık 170 cm boyundaydı.Ucu bir dinozor dişi gibi sipsivriydi.Güneşte parıl parıl parlıyordu.
”Babandan ödünç aldığım yeniden dirilen iskelet adamlar çok işimize yarayacak.”
  Ardından Yunanca bir şeyler fısıldadı.Ormandan 15 tane iskelet adam çıktı.Ellerinde kılıç vardı. Kheiron:
 “İzle evlat.” Dedi ve uyumlu toynaklarıyla iskelet adamlara koşmaya başladı onlarda Kheiron’a koşuyorlardı.Kheiron kılıcı artistlik bir hareketle elinde çevirdi sonra en önde giden iskelet adamın kafasını hafif bir hareketle uçurdu.Arkasından 4 iskelet adam birden geliyordu.Kheiron durdu ve onları bekledi.Sonra geri koşmaya başladı tüm gücüyle.Nick bir an Kheiron’un onlardan korktuğunu sandı.Ama sonra ne yaptığını görünce ağzı açık kaldı.Samanlığın önünde kılıcını kılıfına soktu ve arkasındaki yayı çıkardı.Ok torbasından 4 ok aldı.Dördünü birden yaya gerdi ve fırlattı.Nick oku takip etmek istedi ama bir şey göremeden 4 iskelet adamın kafası koptu..Geriye 10 tane kalmıştı.Kheiron yine 4 ok aldı ve yaya gerdi.Her zamanki gibi yine tam isabet.Sonra yayı attı.Kılıcı yine çıkarttı ve 6 iskelet adamın üstüne koştu sonra her şey 10 saniye içinde oldu.Kheiron zıpladı,iki tanesinin kafasını kopardı sonra tekine çifte attı.En arkadakine koştu iskelet adam kılıcını savurdu, Kheiron iskelet adamın kılıcını elinden uçurdu ve kabzasıyla kafatasını kırdı.Sonra kalan 2 sinin işini hiç zorlanmadan bitirdi.Yanıma geldi ve:
 “Sıra sende!” dedi.
  Nick’in eli ayağına dolaştı.Kılıcını kaldırdı ve koşmaya başladı.Normalde çok hızlı koşardı ama üstünde kendisinin 2 katı ağırlığında savaş teçhizatı olduğu için elinde olmadan yavaş olarak koşuyordu.Üstüne yine 1 tanesi gelmeye başladı.Nick kendi kendine “Sakin ol “ diyordu.Sonra iskelet adam kılıcı Nick’e savurdu.Nick kalkanıyla bu atağı savuşturdu.Kılıcı kafasına geçirmek için hareketlendi ama kılıcı zar zor kaldırdı.Kılıcı kontrol edemiyordu.O arada iskelet adam 4-5 hamle daha yapmaya başladı Nick ilk 2 sini savuşturdu ama sonra yere düştü.Tam kılıç kafasına inerken iskelet adamın kafası koptu.Kheiron arkadan bağırdı:
 “Bu benden olsun bakalım.”
  Nick durdu ve üstündekileri çıkarmaya başladı.Çünkü yanmaya başlamıştı.Kılıcı,miğferi,üstünde savaş teçhizatı olarak ne varsa attı.Sonra Kheiron’un sesini duyar gibi oldu:
 “Hile yapmazsan olmaz değil mi? Bir insan babasına bu kadar mı benzer?”
  Sonra kendisine gelenler tek tek buharlaştırmaya başladı .Bir , iki , üç saymıyordu artık.Korkmadan yürüyordu.Yakıcı tekme ve yumruklarıyla hepsini buharlaştırıyordu.Sonra 15 taneden geriye bir tane kaldığını gördü.Ona doğru gitti.Ama bu diğerleri gibi değildi.Hemen vahşice kılıcını savurmaya başladı ve Nick’in yanağını çizdi.Nick o anda öfke patlaması yaşadı.Geriye doğru koşmaya başladı.Zırhının olduğu yere koşuyordu.İskelet adam da onu takip ediyordu.Nick yerden kılıcı aldı ve kullanmayı bilmediği halde kılıcı kaldırdı ve iskelet adamın tam alnının ortasına yerleştirdi.Sonra karşısındakinin bir iskelet olduğunu unutup birde diz attı.Hepsi paramparça olmuştu.Kheiron yanına geldi.
 “Tamam kılıç kötü bir fikirdi ama isteyince oluyor.Son indirdiğin darbe gayet iyiydi.Neyse ben biraz ambrosia getireyim yarana iyi gelir.”
  Nick şaşırmıştı.O kılıcı nasıl öyle kullanabilmişti? Ama kesinlikle onun silahı kılıç olmamalıydı.Başka bir şey…
  Kheiron elinde bir parça ambrosiayla geldi.
  “Al bakalım şundan küçük bir parça ye.”
  Nick Kheiron’un söylediği gibi küçük bir parça ısırdı.Sonra yanağının sızlamasının geçtiğini hissetti.Kheiron:
 “İlk dersimiz çok verimli geçti.Hem benim için hem senin için.Benim içinde verimliydi çünkü sana bir daha kılıç kullandırtmamam gerektiğini öğrendim.Ama ilk ders için hiç fena değildin.Ne kadar hile yapsanda…”
  Nick zorlukla gülümsedi.Sonra samanlığa doğru yürüdü.Geçen gece yattığı yere yattı.Eğer çok yorgunsanız emin olun yattığınız yer hiç önemli değildir.Nick yine babasını düşünerek uykuya daldı…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 13 Nisan 2010, 18:53:17
Bölüm 6 : Kızgın Bir Tanrı Daha…
  Nick uyandığında burnuna nefis kokular geliyordu.Izgara tavuk kokusu Nick’i aç olmadığı halde aç hissettirmişti.Nick yattığı saman tomarından kalktı.Üstünü başını temizledikten sonra dışarı çıktı.Her yer yemyeşildi.Bu Persephone’nin yeraltında olmadığının kanıtıydı.Babası yalnız olmalıydı.Sonra yemek kokularını takip etti.Bir mağaraya doğru gidiyordu.Mağara Nick’e yaklaşık 25 metre uzaklıktaydı.Nick yürümeye devam etti.Koku onu kendine çekiyordu.Sonra alçak tavanlı fakat düşündüğünden de büyük mağaraya girdi.Kheiron döndü ve :
 “Nick sen ne zaman uyandın? Neyse burası da benim mağaram.Dışarıdan küçük gözükür ama içi çok büyüktür.Tanrılar bunu bana teşekkür hediyesi olarak verdiler.Çünkü yıllarca onların özel melez çocuklarını eğittim.”
  Nick etkilenmişti.Ama bu odanın çok ta büyük olduğunu düşünmüyordu.Sonra mağaranın sonundaki kapıyı gördü.Kapı çeliktendi.Nick kapıya doğru yürüdü ve kapıyı zorda olsa açabildi.Sonra gördükleri karşısında büyülendi.Burası bir ahırdı.Öyle bir ahırdı ki çoğu insanın evini bırakıp kalmak isteyeceği türdendi.Ve de koskocamandı.Ahırın bir köşesinde orta halli bir mutfak vardı.Nick şaşırdı ve sordu:
 “Bu mutfak niye? Sonuçta sen bir at sayılırsın.”
  Kheiron :
 “Evet evlat ben bir at sayılırım. Yani tamamen at değilim.Benim iki midem vardır.Bir at midesi bir de insan midesi.Bu ikisini de beslemem gerek.”
 “Oo iyiymiş!” dedi Nick.
  Kheiron:
 “Hadi evlat sen eğitim alanına doğru git ve ateşi yak.Ben yemeğini getiriyorum.”
  Nick bir şey söylemeden 25 metre uzaklıktaki küçük ve Kheiron’un ki ne göre gösterişsiz ahıra gitti.Yine bir tomar çalı topladı ve ateş yaktı.Sonra beklemeye başladı.Bu arada çimenlere uzandı.Kafasını toprağa yasladı.Gökyüzü masmaviydi.Çok rahatlamıştı , neredeyse uyuyacaktı.Ama sonra ensesinde yapışkan bir şeylerin dolaştığını hissetti ve yerinden fırladı.Ayağa katlı ve yattığı yere baktı.Sonra şok oldu..Yattığı yeri solucanlar işgal etmişti.Hepsinin üstüne basmaya başladı.Ama üstüne bastıkça bunlar büyüyordu.Nick bunu fark etmedi ve üstüne basmaya devam etti.Git gide büyüdüler.Nick onlar dizinin boyuna gelince fark etti.Sonra ahıra doğu koştu.Duvardan bir kılıç aldı.Dünkü eğitimde kullandığı kılıç olmalıydı bu.Sonra bağırdı :
 “Kheiron! Yardıma gelsen iyi olur!”
  Sonra solucanların üstüne gitmeye başladı.Biraz uzakta durdu kaç tane olduğunu saymaya başladı.Bir,iki,üç,dört,beş,altı … Sanki git gide çoğalıyorlardı.Sonra Kheiron koşa koşa geldi ve:
 “Persephone seni pek kabullenmemiş anlaşılan.” Dedi ve yayını çıkardı sırtından bir ok aldı ve bir solucanı buharlaştırdı.Nick’te boş durmadı , saldırmaya başladı.Kılıcı dengesizce savuruyordu.Bir tanesini buharlaştırdı.Sonra baktı ve sadece bir tane kaldığını gördü.Kheiron hepsini indirmişti anlaşılan.Ama bunu indirmiyordu.Veya indiremiyordu.Yayını sırtına geri koydu.Nick ona baktı sonra onu kendisinin öldürmesini istediğini düşündü ve harekete geçti.Kheiron:
 “Hayır evlat bunu deneme.O Persephone.”
  Nick:
 “Ne ?! Yani babam bir solucanı mı kaçırdı?” dedi.
   Bunun üzerine Persephone normal bir insan haline dönüştü.Saçları gözleri gibi simsiyahtı.Rüzgarda dalgalanıyordu.Kavruk teniyle göz alıyordu.Nick şimdi babasına hak vermişti.Persephone’nin üstünde bahar yeşilinde bir elbise vardı.Sonra bağırmaya başladı:
  “Seni gidi pis kanı-bozuk velet!”
  Nick durakladı çünkü bu kadar hakareti bir anda duymaya alışmamıştı.Sonra Persephone devam etti:
  “Sen ne cüretle bana hakaret edersin.Seni şimdi burada tozlaştırırdım ama babana dua et.Seni pis melez.Ama emin ol her görevinde karşına çıkacağım.Hep seni engelleyeceğim.Ve bir savaş çıkarsa babam Zeus’un tarafına geçeceğim.”
  Nick Persephone’nin ne yapmak istediğini anlamıştı.
 “Ben senin ne yapmak istediğini anladım.Ben şimdi bu olayı babama anlatacağım.O da sana çok kızacak ve seni bir daha yeraltına sokmayacak.Sende serbest kalacaksın.İstediğini yapacaksın.”
  Persephone o hem huzur verici hem de korkutucu sesiyle:
 “Çok akıllısın melez.Neredeyse dünya var olduğundan beri babanın sıkıcı, boğucu ve nefret verici yer altı sarayında kalıyorum.Bana sanki karısıymışım gibi davranıyor.Sanki ben isteyerek onunla gelmişim gibi.Baban olacak o korkunç heriften nefret ediyorum!Ve bu son söylediklerimi ona söylersen kendini toz olmuş bil!”
  Nick’in ağzı açık kalmıştı.Resmen bir Tanrı onu direkt olarak tehdit etmişti.Kheiron:
 “Persephone biraz serttir evlat.Ama artık bir Tanrı düşmanın daha var.Daha dikkatli olmalısın.”
  Nick bir şey söylemeden kafasını salladı.Sonrada ateşe birkaç çalı daha attı...
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 14 Nisan 2010, 23:31:50
Bölüm 7: Yeni Bir Silah
 “Kheiron, benim sanırım yemek yemem gerek.”dedi.
  Sonra Kheiron etrafına toprak sıçratarak mağarasına doğru gitmeye başladı.Nick artık yalnız kalmaya korkar hale gelmişti.Kheiron biraz sonra elinde büyük bir tabakla geldi.İçi ızgara tavuk doluydu.Nick ateşe biraz daha çalı attı.Ateş gürleşti.Kheiron:
 “Al bakalım evlat.”dedi ve tabağı Nick’e verdi.Nick ateşe doğru gitti.Tabaktan bir miktar tavuğu aldı ve ateşe doğru mırıldandı:
 “Hades,baba!Bu adağımı kabul et!”
  Elindeki tavuk parçalarını ateşe attı , kömür olmadan içinde yok oldu.Tam Nick kendi yemeye başlayacaktı ki aklına bir şey geldi.Hades’in babası olduğunu öğrendiği akşam dalgaların gökyüzüne doğru kabardığı gözünün önüne geldi.Poseidon…
 “Poseidon,amca! Bu adağımı kabul et!”
  Sonra birkaç parça tavuğu daha ateşe attı ve tavuklar ateşin içinde yok oldu.Sonra Nick ateşe bakarken bir şey gördü.Bir şekil…Sonra bu şekil ateşte belirginleşti.Bu Poseidon’un “3 Dişli Yaba” sıydı.Nick biraz da olsa rahatladı.Poseidon gerçekten onun tarafındaydı.
  Dönüp Kheiron’a baktı.O da şaşırmış gözüküyordu.
 “Poseidon kolay kolay birinin tarafını tutmaz evlat.Değerini bil.”
  Nick haklı olduğunu belirtmek için kafasını salladı.Sonra tabağında kalanları silip süpürdü.Kheiron yemeğin bittiğini görünce:
 “Bugünkü eğitimimizde sana en uygun silahı seçeceğiz.Tabii bana yardımcı olacaksın” dedi.
  Nick ayağa kalktı ve:
 “Ben hazırım! Hadi başlayalım!” dedi.
  Kheiron sırtındaki yayı Nick’e verdi.Nick yayı aldı.Kheiron sırtındaki ok torbasını da verdi.Sonra ahırdan hedef tahtasını getirdi.Kheiron hedef tahtasını kendine göre çok yakın Nick’e göre çok uzak bir yere koydu.Nick yayını sert ve biraz yamuk bir şekilde tutuyordu.Sırtından bir ok aldı ve yaya gerdi.Elleri terlemişti.Nick tek gözünü kapattı, hedefe kilitlendi.Ardından oku sert bir şekilde esen rüzgâra bıraktı.Nick “Vurdum mu ?” diye heyecanla okun gittiği yöne doğru baktı ama okun hedef tahtasıyla alakasız bir yere gittiğini görünce hayal kırıklığına uğradı.Kheiron konuştu:
 “Karavana 1 !”
 Nick yine yayı eline aldı.Bu sefer daha profesyonel tavırlarla oku yaya gerdi.Ama o andan sonra yine elleri terledi.Ve oku tekrar hedef tahtasına doğru bıraktı.
 “Karavana 2!”
 Nick Kheiron’un bu kadar sinir bozucu olabileceğini hiç düşünmemişti.Sırtındaki son oku da yayına gerdi.
 “Karavana 3! Yeter evlat. Bir de beni izle.”
 Kheiron Nick’in son attığı okun olduğu yere hedef tahtasını koydu.Sonra Nick’in olduğu yere geldi.Nick:
 “Biraz uzak olmadı mı?”
 Kheiron:
“Bence hala yakın ama olsun amaç senin eğitimin.”
 Sonra Kheiron yayı profesyonel bir şekilde tuttu.Oku yayına gerdi ve kırmızı noktaya bir füze gibi gönderdi.Nick hedef tahtasına doğru koştu.Sonra Kheiron’a doğru bağırdı:
 “Tam isabet!”
 Kheiron göz kırptı ve bir ok daha fırlattı.Bu ok önceki okun tam üstüne gitti.Nick yine bağırdı:
 “Tam isabet!”
 Kheiron bu sefer yayını gökyüzüne doğru yöneltti.Okunu aldı yayına gerdi ve fırlattı.Nick havaya doğru bakıyordu.Ama sonra kulağının tam yanında “Tınnn” diye bir ses duydu.
 “Oh, hayır, olamaz!” dedi ve dönüp baktı.Yine tam isabetti.Dönüp Kheiron’a baktı.Kheiron da ona doğru gülümsedi.
 “İşin sırrı hedefe bakmadan hedefi görebilmekte, evlat.Ancak bunu yaparak bir Apollon veya Artemis gibi bir okçu olabilirsin.”
 Nick:
 “Yada Kheiron gibi.”
 Kheiron:
 “Yo hayır evlat.İnan bana onlar benden kat kat iyi okçular.Hem bunu söylemek onlara saygısızlık olur.”
 Nick Kheiron’dan iyisini düşünemiyordu.Kheiron’un yanında Robin Hood halt etmişti.
 Kheiron:
 “Evlat sana nasıl bir silah kullandırtmalıyım anlayamıyorum.”dedi. Nick başını öne eğdi.O nasıl bir kahraman olacaktı ki? Daha doğru dürüst bir silahı bile yoktu! Sonra birden yer sarsılmaya başladı.Nick hemen Kheiron’un yanına koştu.Kheiron okunu hazırladı.Yer sallanmaya devam ediyordu.Bir kaç saniyeliğine kuşlar ötmeyi, rüzgarlar esmeyi unuttu.Yerden bir mezar taşı çıktı.Üstünde Antik Yunanca bir şeyler yazıyordu.
 “Δώστε του ένα φλεγόμενο Kheiron
Nick bunu anlamaya çalıştı ama bu uğraşının boşuna olduğunu biliyordu.Çünkü bırakın Antik Yunanca’yı, günümüz Yunancasını bile bilmiyordu.Kheiron toynaklarıyla profesyonel bir reverans yaptıktan sonra kendi mağarasına doğru koşmaya başladı.Nick onun arkasından:
 “Heey dur! Kheiron!” diye bağırdı.Sonra durdu ve mezar taşını inceledi.Bunun babasının işi olduğu belliydi.
  Birkaç dakika sonra Kheiron elinde bir kılıfla geldi.Bu kılıf bir buçuk metre civarında vardı.Nick:
 “Kheiron, o ne?”
  Kheiron :
 “Evlat, bu Alevsaçan.” Dedi ve kılıfından bir buçuk metre boyunda,çelikten yapılmış bir mızrak çıkardı.Ama bu nasıl bir çelikse simsiyahtı.Sonra Kheiron devam etti “Nick, bu Styks Irmağının çeliğinden yapılmıştır.Çok ama çok özel bir silahtır.Ve damarlarında Hades kanı dolaşanların elindeyken alev alır.Baban bu mezar taşını kullanarak bunun sana en uygun silah olacağını söyledi.Mezar taşında ‘Δώστε του ένα φλεγόμενο Kheiron’ yazıyor.Bu ‘Ona Alevsaçanı ver Kheiron’ demek.”
  Nick şaşkınlıktan nefes almayı unutmuştu.Gerçek hayata döndüğünde derin derin nefes aldı.Onun bir silahı mı olacaktı şimdi? Herakles’in Gözü gibi…Kendisine özel…Nick:
 “O zaman  Alevsaçan’ı ver de bakalım damarlarımda Hades’in kanı var mıymış?”dedi
  Kheiron kılıfıyla beraber Alevsaçan’ı Nick’e verdi. Nick Alevsaçan’ı eline aldığı anda silahı yanmaya başladı.Nick ateşi ellerinde hissedince önce heyecanlandı.Sonra sakinleşti ve ona alışmaya başladı.Ateş ona güç veriyordu.Mezar taşına doğru yürüdü, silahı Alevsaçan’ı ona doğrultarak “Geldiğin yere!” dedi.Ardından da “Baba,teşekkür ederim” dedi.Sonra Kheiron’a döndü:
 “Hadi antreman yapalım Kheiron!” dedi.Kheiron hem rahatlamış hem de tatmin olmuş bir gülümseme ile:
 “Seni böyle istekli görmek ne güzel!Ama sıradaki rakibin biraz güçlü olacak.”
 Nick Alevsaçan’ına baktı ve mırıldandı “Gelsin bakalım!”…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: mimoza - 14 Nisan 2010, 23:50:51
Çok güzel bir kurgu olmuş 7 bölümüde farkına varmadan okumuşum en sonunda 8.bölüm nerde yaa dedim :D Devamını bekliyorum Başarılar...
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 15 Nisan 2010, 17:16:11
Teşekkür ederim devamını koyacağım yakın bir zamanda hatta belki bugün bile olabilir  :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 15 Nisan 2010, 22:42:36
Bölüm 8 : Ateşkes
 Nick Alevsaçan’ı elinden düşürdü.O iskelet adamlar gibi bir rakip bekliyordu ama karşısındaki rakip Kheiron’du.Kheiron gülümseyerek kılıfından 170 cm boyundaki kılıcını çıkardı.Kılıcı her zamanki gibi güneşte parlıyordu.Nick:
 “Peki o zaman.” Dedi ve yerden Alevsaçan’ı aldı.Silahı elinde alevlenmeye başladı.Elinde gücü hissetmeye başlamıştı.O güçlüydü…
 Kheiron Nick’i selamladı ve atağa kalktı.Kılıcının ucunu Nick’e doğrulttu.Nick’in kalp atışları hızlandı.Karşısındaki Kheiron’du…Sonra Nick Alevsaçan’ı bir kalkan gibi kullandı ve Kheiron’un hamlesini savuşturdu.Kheiron döndü ve kılıcını Nick’e salladı tekrar.Nick kılıcın altından yuvarlandı ardından silahını Kheiron’a savurdu.Kheiron hamleyi engelledi.Sonra art arda kılıç sesleri devam etti.En sonunda Nick mızrağının sivri ucunu Kheiron’a yöneltip fırlattı.Kheiron yana kaçtı ve mızraktan kurtuldu.
 “Silahsız bir kahraman, bayat çimene benzer evlat.Bundan sonra çok zor durumda kalmadığın sürece silahını fırlatma.Şimdi yerden silahını al ve devam edelim.”
  Nick Alevsaçan’ına doğru koştu ve silahını eline aldı.Kheiron’a doğru koşmaya başladı.Mızrağını doğrulttu.Kheiron’da Nick’e doğru koştu ve kılıcını Nick’in zırhına indirdi.Nick havada bir takla atarak yere düştü ve acı içinde inledi.
 “Tanrılara şükür ki üstümde zırhım vardı.Kheiron! Beni öldürmeye mi çalışıyorsun sen?”
  Kheiron gülümsedi ve:
 “Sende ciddiye almıştın çocuk.Beni öldürecektin neredeyse.Öfkeni kontrol edebilmelisin Nick.Ve benim gibi özel yaratıklar eninde sonunda dünyaya döner.Ama bu yüzyıllar alabilir.Bunu sakın unutma.Bu alemde hiçbir şeyden tamamen kurtulamazsın.”
  Nick kafasını salladı.Demek ki Nick onlardan değil sonunda onlar Nick’ten kurtulacaktı.Yani bu dünyada gelip geçici olan O’ydu, yaratıklar değil.
  Nick yorulmuştu. Biraz kısa bir dövüş olsa da son darbe onu bitirmişti.
 “Kheiron, hava kararmaya başladı.Ben samanlığa çekilmek istiyorum.”dedi.
  Kheiron “Tamam” anlamında kafasını salladı.Nick artık saman tomarlarını daha konforlu buluyordu.Sonra çantasını kucağına aldı ve içini karıştırmaya başladı.Ve aradığı şeyi yani iPod’unu gördü.Hemen aldı ve kulaklığı kulağına taktı. Şarkı seçiminde pekte zorlanacağını düşünmüyordu.En sevdiği şarkıyı açtı hemen. “Linkin Park – Numb”…Kendisini müziğe kaptırdı.Bir yandan şarkıyı mırıldanıyordu.Nick’in göz kapakları yavaşça kapanmaya başladı.Kulaklığı kulağından düştüğünde,o çoktan uykuya dalmıştı bile.
                               
                                                         *  *  *
 Olimpos’ta nadiren olan olaylardan biri meydana geliyordu.Olimpos’taki 12 tahtta doluydu.Hades tahtında oturuyordu.Ortada olağanüstü bir durum olmasa kesinlikle orada olmazdı.Tanrıların Tanrısı Zeus gökleri gürleten sesiyle konuşmaya başladı:
 “Hades, seni buraya neden çağırdığımı biliyor musun?”
 Hades solgun yüzüyle etrafındaki Tanrılara baktı.En son olarak ta Zeus’a.
 “Bilmiyorum Zeus.Ama önemli bir şey olmalı ki beni buraya getirttin.Sen beni burada istemezsin.”
  Zeus:
 “Dün tahtımda oturup senin oğlunu nasıl öldüreceğimi düşünürken birden gözlerim karardı.Ve gözlerimin önüne Tartaros geldi.Babam kıvranıyordu.Sonra bana ‘Gücüme kavuşuyorum sevgili oğlum.Eskisinden de güçlü olacağım ve sizin dağınızı yok edeceğim.Ardından bütün Titanlar olarak dünyayı ele geçireceğiz.Kehaneti biliyorsun Zeus. Ve benim onun gerçekleşmemesi için neler yapabileceğimi de!’ dedi.Neler oluyor orada Hades?”
  Hades kaşlarını çatarak:
 “Evet Zeus. Son günlerde yer altında büyük bir hareketlenme var. Ruhlar geceleri korkudan çığlıklar atıp duruyor.Onlara ne olduğunu sorduğumda ‘Yeniden doğacak! Daha güçlü olacak!’ deyip duruyorlar.Ve arada babamın feryatlarını duyuyorum.Kehanet gerçekleşmesin diye her şeyi yapacak.Ama bu gidişle gafil avlanacağız. Çünkü kendi aramızda kavgalar edip duruyoruz.Birbirimizin oğlunu öldürmeye çalışıyoruz. Bence bu kavgayı bırakmalıyız ve babamı uyandırmamak için her şeyi yapmalıyız.”
  Bilgelik Tanrıçası Athena:
 “Bu savaş çok yakın zamanda kopacak.Bu belli.Bu savaşın kesinlikle çok stratejik olması gerek.Çünkü Kronos senin gibi düşünebiliyor. O yüzden bu savaşın planını yapmama izin ver.”dedi.
  Sonra savaş ve acımasızlık Tanrısı Ares atıldı:
 “Yok artık! Ne stratejisinden bahsediyoruz? Bu savaşlar stratejiyle kazanılsaydı Truva Savaşı’nı Truvalılar kazanırdı! Strateji gereksi..”
  Zeus bağırdı:
 “Yeter çocuklar yeter! Kavgayı bırakın.”
  Olimpos’ta bir süre sessizlik hakim oldu.Sonra Apollon ayağa kalktı ve konuşmaya başladı:
 “İzninizle.Neredeyse sabah olacak.Güneşi doğdurmam gerek” dedi ve bir Haiku’yla ortadan kayboldu.
  Güneş arabasına binerim,
  Tanrıların huzurundan ayrılıp,
  Görevime giderim.

  Sonra balıkçı kıyafetleriyle Poseidon ayağa kalktı:
 “Noktayı koyuyorum. Tanrılar arası bir barış yapılmıştır. Bundan sonra tek hedef Kronos’un uyanmasını engellemek ve kehaneti en az can kaybıyla sonuçlandırmaktır. Bence dağılma zamanı geldi.”
 Zeus onaylarcasına başını salladı. Sonra ayağa kalktı ve “Olimpos İçin!” diye bağırdı.Ve ardından Hades,Poseidon,Hera,Artemis,Athena,Ares,Dionysos,Afrodit,Hephasteus,Hermes, ayağa kalkıp “ Olimpos İçin!” diye tekrarladılar.Ardından hepsi birer birer yok oldular.Zeus’ta tahtına geri oturdu ve tekrar düşüncelere daldı.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 16 Nisan 2010, 20:51:21
Bölüm 9: TekGöz
  Nick uyandığında daha sabah olmamıştı.Kolundaki saatine baktığında saatin 05.24 olduğunu gördü. Nick hayatında ilk defa bu kadar erken kalkmıştı.Ama içinde bir huzursuzluk vardı.Sonra açık kapısından yüzüne doğru hafif bir rüzgar esti.Bu rüzgarla Nick’in saçları dalgalandı.Elinin altını yokladı ve Alevsaçan’ın orada olduğunu görünce rahatladı.Sonra yavaşça ayağa kalktı.Tam Alevsaçan’ı eline alıyordu ki samanlığın kapısı gıcırdayarak açıldı.Ve o anda Nick’in damarlarında dolaşan kan buz kesti.Karşısında yaklaşık 2 metre boyunda,tek gözlü ve elinde Herakles’in Gözü’ne benzer bir sopa olan bir canavar duruyordu.Karşısındaki canavar çarpık dişlerini göstererek gülümsedi ve mide kaldırıcı bir sesle konuşmaya başladı:
 “Selam melez.Buraya Kronos tarafından gönderildim Rick.”
  Nick isminin yanlış söylenmesinden hiç hoşlanmazdı.Karşısındaki birazdan kendisini öldürecek bir canavar olsa bile.
 “Adım Nick, Rick değil!”
  Canavar yine o iğrenç dişleriyle güldü.
 “Ne fark eder melez! Babanın orda sana isim sormazlar. İstersen seni öldüreyim de gör bakalım istiyorlar mıymış. Buraya seni öldürmek için geldim kanı bozuk! Ben bir kiklopum ve emir üzerine her şeyi parçalarım. Şimdi de seni parçalayacağım!”
  Ve ardından hemen atağa geçti.Nick sağa doğru yuvarlandı ve Alevsaçan’ı kılıfından çıkardı.Eli değdiği anda alev almıştı.Kiklop önce bir durdu.Sonra Nick’in üstüne yürümeye başladı.Nick geri geri adımlar atmaya başladı.Ardından bir şeye takıldı ve samanlığa yuvarlandı.Kiklop bunu fırsat bilip Nick’e doğru gelmeye başladı.
 “Şimdi işin bitti. Babana selam söyle!”dedi ve sopasını Nick’in kafasına doğru indirdi.Ama son anda Nick oradan yuvarlandı.Samanlar havada uçuşmaya başlamıştı.Zaten tek gözü olan kiklopun görüş alanı iyice düşmüştü.Nick bunu fırsat bildi ve arkasına doğru ses çıkarmamaya özen göstererek yürüdü.Sonra çok küçükken sınıf arkadaşlarından birinin Almanya’dan getirttiği özel kalemi kırdıktan sonra annesinin ona söyledikleri aklına geldi.
 “Eğer bir şeyden bir tane varsa o çok değerlidir oğlum.”
  O zaman Nick yanlış yerde duruyordu.Silahını kiklopun gözüne indirmesi gerekiyordu.Nick kiklopun dönmesini beklerken kiklop sopasını savurmaya başladı.Nick kiklopun hamlesinden hızlıca kaçtı.Ama planı suya düşmüştü.Artık havada saman kalmamıştı ve kiklop görmeye başlamıştı.Ama sonuçta samanlıktaydı.Biraz daha saman uçuşturabilirdi.Ve öyle de yaptı.Alevsaçan’ı bir saman tomarına indirdi.Samanlar tekrar uçuşmaya başladı ve kiklop bağırdı.
 “Aargh! Korkmadan dövüş benimle melez!”
  Nick tam kiklopun gözüne vuracaktı ki vazgeçti.Çünkü o hiçbir şeyden korkmazdı.Ondan da korkmuyordu.Alevsaçan ile havadaki samanları kül etti.
 “Peki tek gözlü hadi o zaman!” dedi ve hemen saldırdı.Silahını kiklopa savurdu.Kiklopta boş durmayıp sopasını savurdu.Nick Alevsaçan’ı sağ elinden sol eline attı.Kiklopun silahı sol elindeydi.Sağ tarafı korumasızdı.Bunu düşünerek sol eliyle,kiklopun sağ omzuna tüm gücüyle vurdu.Kiklop acı içinde inledi.Sonra sopasını daha bir şiddetle savurdu.Nick tam hamleden kaçarken sopa sağ dirseğine geldi.Ve acı içinde bağırdı.Kolu çok acıyordu.Ama bu yaratığı artık öldürmesi gerekiyordu.Artık kiklopun ve Nick’in sağ kolu işlevsizdi.Nick terlemeye başlamıştı.En sonunda kiklopa doğru koştu ve sağ dizine Alevsaçan’ı indirdi.Kiklop Nick’in anlayamadığı fakat söyleniş tarzından küfür olduğu anlaşılacak bir şeyler söyledi ve dizlerinin üstüne düştü.Böyle cüsseli bir yaratığın dizleri üstüne düşmesi Nick için çok iyiydi.Koştu ve ayağının tabanıyla kiklopun suratına tekme attı.Kiklop sırtüstü yere yapıştı.
 “Hayır beni öldürme! Yalvarıyorum sana! Kronos TekGöz’e emretti benim seni öldürmem gerekirdi.Hayır öldürme!” diye yalvarmaya başladı kiklop.
  Nick bunun aldatmaca olduğunu biliyordu.O kiklopu öldürmeyecek sonra kiklop ayağa kalkıp onu öldürecekti.Ama Nick bunu anlayacak kadar beyne sahipti. Sağ kolunun acısı onu biraz yavaşlatıyordu. Ama onu düşünmemeye çalıştı.Sonra da sol elindeki Alevsaçan’ı kiklopun gözüne indirdi.Kiklop yeri göğü inletecek bir şekilde inledi ve yok oldu. Nick durdu samanlığa baktı.Her yer darmadağın olmuştu.Bazı yerlerde de küçük çaplı alevlenmeler vardı. Ama Nick bunu düşünemeden kolundaki acıyı yine hissetti ve inledi.
 “Di İmmortales! Seni gidi pis kiklop!”
  Kheiron’a gitmesi gerektiğini düşündü.Tam hareketlenmişti ki kapıdan Kheiron girdi. Yüzünde endişeyle karışık bir gülümseme vardı.
 “Aferin evlat, istediğim kıvama gelmeye başladın. Ama bunun işini daha çabuk bitirmen gerekirdi.Çünkü bu yoluna çıkabilecekler arasında en kolayıydı. Sanırım artık zamanı geldi.”dedi ve Nick’e bir parça ambrosia uzattı.Nick ambrosiadan küçük bir ısırık aldı.Önce sağ dirseğinde bir yanma hissetti.Ama sonra eskisinden de daha sağlam olduğunu fark etti ve içinden Tanrılara böyle bir şey yarattıkları için teşekkür etti.Kolunun acısı geçince Kheiron’un söylediklerini analiz etti. ‘Sanırım artık zamanı geldi.’ Neyin zamanı?...
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Vega - 16 Nisan 2010, 21:33:34
aslında çok hoş özellikle Hades'in ön plana çıkması ama bir şey sormam gerekiyor.bu PJ dünyasında mı yoksa senin kurgun mu?
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 16 Nisan 2010, 21:38:36
PJ dünyası derken? Açıklarsan sevinirim. Çünkü bu kikloplar,tanrılar,Kheiron falan mitolojide zaten var.Ama öyle melez kampı falan yok bende.Yani ben mitolojiyi kullanıyorum.PJ'dekileri değil.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Vega - 16 Nisan 2010, 21:44:05
bunların olduğunu zaten biliyorum.benim sormak istediğim melez kampı falan var mı? ki zaten cevap vermişsin.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 16 Nisan 2010, 21:45:43
Evet,melez kampı falan yok. Benim kurgum yani.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: mimoza - 17 Nisan 2010, 17:44:38
Böyle ilginç bir mitolojinin üstüne kendi kurgunu uydurman süper bence 8. Bölüm Hareketli Geçti Fakat 9.Bölümde normal tempoda ilerlemişsin bana göre gayet güzel hades ön plana çıktıkça dahada güüzel olur devamını bekliyoruz...
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 18 Nisan 2010, 09:44:45
Teşekkürler devamı yakın bir zamanda gelecek!  :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Perseus. - 18 Nisan 2010, 14:04:23
Devamını bekliyorum. Zevkli bir kurgu.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 18 Nisan 2010, 20:38:30
Sağol :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 18 Nisan 2010, 21:54:29
Arkadaşlar 10. Bölüm benim için özel bir bölümdür.Bu yüzden 10. Bölüm'deki anlatımı Nick'in ağzından yapacağım :) Bu benim ilk 1.Tekil Şahıs anlatımı denemem olacak.O yüzden biraz zaman lütfen :) Yaptığım işin içime sinmesi gerek.Ve okuduktan sonra değerlendirirseniz mutlu olurum :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 19 Nisan 2010, 23:04:30
Bölüm 10: Strateji mi? Bodozlama mı?
 “Neyin zamanı geldi Kheiron? Neden bahsediyorsun? Benim bilmediğim daha neler var?!”
  Kheiron bana doğru baktı ve kaşlarını çatarak:
 “Uyku ve yorgunluk seni çok asabi yapıyor evlat.Sen dinlen sonra konuşuruz.”
  Tam itiraz edecektim ki göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim.O ambrosia mıdır nedir galiba insanın uykusunu da getiriyor.Daha fazla yorgunluğa dayanamadım ve her zaman yattığım saman tomarına uzandım ve kendimi karanlığa bıraktım.Uykumu getirebilen tek şey buydu.
  Sabah uyandığımda üstümde ne yorgunluk ne de ağrı vardı.Hafif doğruldum ve samanlığa göz gezdirdim.Burası dün gece benimle TekGöz adındaki bir kiklopla büyük (!) bir kavgaya ev sahipliği yapmıştı.Ama şimdi durgundu…Kheiron samanlığın kapısını gıcırdatarak açtı.
 “Sanırım bu menteşelerin yağlanması gerek.” Dedi ve gülümsedi.
  Sonra dün gece yaşananlar aklıma gelince:
 “Bence yağlama.Çünkü dün gece bu kapı gıcırdamasa ben şu anda babamın yanında olabilirdim.”
  Kheiron dudaklarını büzerek:
 “Peki evlat.Sen bilirsin.Çünkü bu samanlık senin sayılır.”
  Evet manasında kafamı salladım.Sonra aklıma deniz geldi.Sanki bir şey beni oraya çağırıyordu.
 “Kheiron, buralarda sahil falan var mı?”
  Kheiron şaşırmış bir şekilde cevapladı sorumu:
 “Evet var.Ormanın içinden geçen nehri takip ettiğinde denize ulaşırsın.En fazla 100 metre mesafe vardır.”
  Sonra hızlıca ayağa kalktım ve Alevsaçan’ımı aldım.Silahımı kemerime sıkıştırdım.Kheiron ne yapmaya çalıştığımı anlamamış olacak ki bana sert bir şekilde bakıyordu.
 “Ne yapıyorsun Nick?”
 “Kheiron, bir şeyler beni sahile çağırıyor.Gitmem gerek.”
  Kheiron’da hareketlendi.
  “Bende geleceğim o zaman çocuk.”
  Bu korumacı tavırları beni sıkmaya başlamıştı.Hem ben kendimi savunabiliyorum.Daha dün gece güçlü bir kiklopu yendim.
 “Hayır Kheiron.Sanırım oraya yalnız gitmem gerek.Ama sen beni uzaktan elinde yayınla izlersen buna hayır demem” dedim.
  Evet kendimi savunabiliyorum ama ufak bir yardımın da zararı olmaz.Sonra hırkamın fermuarını –o iç kaldıran sese rağmen- kapadım ve kapüşonumu taktım.Böyle özel olaylara hep bu şekilde giderim.
  Kheiron’la beraber samanlığın kapısından çıktık.Sonra ben durdum ve Kheiron’a:
 “Kheiron buranın bir anahtarı falan yok mu?İçerde çok özel eşyalar var.Hırsız falan girmesin?”
  Kheiron kendimi güvende hissetmemi sağlayan o gülümsemesiyle:
 “Evlat buraya Tanrılardan başka kimse bir şey almak için giremez.Normal bir insan gelirse burayı içinde vahşi hayvanlar yaşayan bir in olarak görür.”
  Bu beni etkilemişti.Kheiron’la beraber ormana girdik.Sonra berrak bir şekilde akan nehri gördüm.Pek geniş olmamasına rağmen insanın içine girip yüzesi geliyordu.
  Kheiron:
 “Evlat aklından ne geçiyor biliyorum.Buraya girip yüzmek istiyorsun.Ama sakın girme çünkü bu nehir lanetlidir.Bu nehre giren kişi yanarak ölür.Rivayetlere göre eskiden Leko adında bir avcı varmış.Bu avcı uzun boylu,siyah saçlı,zayıf ama güçlü bir adammış.Artemis’in ormanda geyik olarak dolandığı bir gün bu Leko’da ormanda avlanıyormuş.Leko parlayan geyiği görünce okunu hazırlamış ve tam sırtından vurmuş.Artemis vurulunca kanlar içinde insan haline dönüşmüş.Tabii onların kanları özeldir evlat,biliyorsundur.Neyse devam edeyim; Leko bunu görünce bir Tanrı’yı vurduğunu anlamış ve kaçmaya başlamış.Arkasına bakmadan koşarken karşısına bir adam çıkmış.Adam güneş sarısı saçları,yakışıklı bir suratı,kaslı vücudu ve elinde bir oku varmış.Bu adam seninde tahmin edebileceğin gibi Apollon’muş. Leko okunu adama doğrultmaya kalktığı anda Apollon onu sağ bacağından vurmuş.Adam acı içinde ‘Sen de kimsin be adam?!’ demiş.Apollon kızgın bir şekilde ‘Sen önce bir Tanrıyla nasıl konuşulur onu öğren!” demiş.Avcı Leko şaşkınlıktan bacağının acısını unutmuş.Sonra Apollon avcıya bağırmaya devam etmiş: ‘Sen benim kardeşimi ne cüretle vurusun?! Seni gidi mahluk! Hiç kitap okumadın mı ha? Artemis’in ormanda parlayan bir geyik olarak dolaştığını bilmiyor muydun?’ Leko korku içinde konuşmuş ‘Ef-efendim ben.Bi-bi-bilmiyordum.’ Sonra dizleri üstüne düşüp ağlamaya başlamış ‘Ne olur beni affedin!’ Ama Apollon hiç yumuşamamış.Sert bir şekilde ‘Bu yaptığın affedilemez.Sen lanetlenmeyi hakkettin!’ demiş ve bir şeyler fısıldamış.Sonra Leko sol tarafında inanılmaz bir acı hissetmiş.Yanma gibi ama sadece sol tarafını etkileyen bir yanma…Acı içinde kıvranmaya başlamış. Artemis ‘Tamam Apollon bırak! Yeter!’ diye bağırmış ama Apollon onu dinlememiş.Leko hala kıvranıyormuş.Sol tarafı çürümeye başlamış.Ve Apollon gür bir sesle ‘Avcı! Bundan sonra sol tarafın kötülüğü,sağ tarafın iyiliği temsil edecek.Ve öyle bir gün gelecek ki sol tarafın sağ tarafını ele geçirmek isteyecek! Eğer o gün kendine kötülüğe teslim edersen sana ölümsüzlük verilecek ama bu ölümsüzlük sadece yer altında geçerli olacak.Hep işkenceye maruz kalacaksın ama ölmeyeceksin.Hiçbir zaman!’  Leko ‘HAYIR!' diye bağırmış ve bu gördüğün dereye düşmüş.Sonra bu dere onu yer altına yutmuş.Buradan bir daha da geri çıkamamış. Eğer bu nehre elini sokarsan Leko’nun yanına yutulursun ve onun yanında sonsuza kadar işkence çekersin.”
  Bu söylediklerinden sonra nehirden korktum.Ama bu o nehre girme isteğimi dindiremedi.O kadar güzel akıyordu ki…Neyse nehirden uzak durmaya çalışarak yola devam ettik.Sonra ilerde sapsarı kumları olan bir sahil gördüm.Güneş kumların üstünde parıldıyordu.Kheiron:
 “Ben buradayım evlat.Sen rahat ol, ben seni gözlüyor olacağım.” Dedi ve durdu.Ben de bekledim.Kheiron eliyle bana git dercesine bir hareket yaptı.Alevsaçan’ımı kılıfından çıkardım ve sıkıca tuttum.Onu daha sıkı tutunca alevinin daha da kabardığını fark ettim.Sonra biraz korku,biraz merakla devam ettim.Sonra sahile ulaştım ve etrafıma bakındım.Etrafta kimse yoktu.Gittim ve kumların ortasına oturdum.Alevsaçan’ımla kuma “NICK” yazdım.Sonra birden güçlü bir rüzgar esti.Kafamı sağa çevirdiğimde bir kadın gördüm.En önce dikkatimi çeken şey gözleri oldu.Gözleri resmen griydi. Uzun,kıvırcık saçları bir savaş miğferiyle kapatılmıştı.Keskin bakışlarıyla beni süzdü.Sonra yumuşak sesiyle konuşmaya başladı:
 “Merhaba Hades’in oğlu.”
  Böyle bir durumda ne denirdi ki?
 “Merhaba, efendim.”
 “Önce şu silahını bir söndürürsen iyi olur.”
 “Ah,tamamen unutmuşum!”
  Alevsaçan’ı kılıfına soktum.
 “Evet, böylesi daha iyi.”
 “Efendim, sözünü kesmek istemem ama siz Athena’sınız değil mi?”
 Athena gülümsedi.
  “Evet Nick. Ben normalde melezlerle pek iyi geçinmem ama çıkacak savaşta sana çok ihtiyaç var.Benimle Ares arasında bir çekişme var,belki biliyorsundur.O bu çıkacak savaşın bodozlama olmasını istiyor.Ama bana göre stratejik olmak zorunda.Ares seni kendi tarafına çekmeye çalışacak.Benim öyle bir derdim yok ama sakın onun tarafına geçme Nick.Ares eninde sonunda savaşı kazanır ama neredeyse yarattığı tüm orduyu yok eder.Seni kaybetmek demek, savaşı kaybetmek demek Nick.”
  Kendimin bu kadar önemli olduğunu duyunca şaşırdım.
 “Cidden ben bu kadar önemli miyim efendim?”
  Athena ciddi bir şekilde:
 “Yoksa Kheiron hala sana kehaneti söylemedi mi?”
 “Hayır efendim.Siz mi söyleyeceksiniz şimdi?”
 “Hayır, Nick. Bunu Kheiron’un söylemesi daha uygun. Bu söylediklerimi sakın unutma Nick. Ares’e dikkat et.” Dedi ve yine mini fırtınalar çıkartarak ortadan kayboldu.Sonra yukarı doğru koşmaya başladım.Çünkü Kheiron’dan öğrenmem gereken bir şey vardı...
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 22 Nisan 2010, 15:14:05
Bölüm 11: Kader
  Nick indiği yokuşu şimdi koşarak çıkıyordu.Kalbi güm güm atıyordu çünkü birazdan kaderini öğrenecekti.Kheiron eğitim alanına doğru yavaşça yürümeye başladı.O da zamanın geldiğinin farkındaydı.Nick koştu ve Kheiron’a bağırdı:
 “Kheiron! Bana hemen kehaneti söyle!”
  Kheiron kafasını salladı.
 “Bunu kaldırabilecek misin çocuk? Bu kehanetler insanı delirtebilir bile.Çünkü genelde pek iyi şeyler anlatmazlar.Sonuçta kaderini bileceksin.”
  Nick her şeye rağmen öğrenmek istiyordu.
 “Ben hazırım Kheiron.Her şeye rağmen hazırım.”
  Kheiron sakalını sıvazladı.Sanki şu anda 10 yaş yaşlanmıştı.Sonra konuşmaya başladı.
 “Evlat bu kehanet 35 yıldır geçerli.Daha gerçekleşmedi ama göstergeler gerçekleşeceğini gösteriyor.Kehaneti duyamaya hazırsan söylüyorum.”
  Nick heyecandan bayılacak gibi oldu.Tam Kheiron başlayacaktı ki bir rüzgar esti ve haberciler tanrısı Hermes çimenlerin üstünde belirdi.Elinde her zamanki gibi Kaduseus’u vardı.Üstünde kırmızı renkli,spor kıyafetler vardı.Yüzünde ise kurnazca bir ifade vardı.Sonra konuşmaya başladı.
 “Tanrılardan, asırların eğitmeni Kheiron’a! Kehaneti söyleme kararı aldığını biliyoruz ve kehaneti orada değil burada yani Olimpos’ta babası tarafından söylenmesinin daha uygun olacağını düşünüyoruz.Bu sana güvenmediğimiz anlamına gelmez.Hermes sizi buraya getirecektir.”
  Nick’in ağzı açık kalmıştı.Olimpos’a gidecekti…Tanrıları görecekti.Zeus’u,Poseidon’u ve nicelerini.Son olarakta  babasını… Buna inanamıyordu. Son duyduklarını sindirmeye çalışırken Hermes yine konuşmaya başladı.
 “Hadi yola çıkalım.”
  Nick heyecandan Kheiron’a bakmayı unutmuştu.Ona dönüp baktığında bir 10 yaş daha yaşlanmış olduğunu gördü.Sonra ikiside Hermes’e doğru yürüdüler.Hermes gözlerini kapadı ve 3’ü de “Puff” diye yok oldular.Nick kendini bir ara boşlukta hissetti.Sonra bir dağın önünde yeniden dünyaya döndüler.Nick yukarı doğru baktığında bir saray gördü.Üstünde kara kara bulutlar vardı ve şimşekler eksik olmuyordu.Hermes:
 “Ne kadar görkemli değil mi?” dedi. Nick bir şey söylemek için ağzını açtı ama konuşamadı.Sonra yine Hermes konuştu:
 “Birazda içeriyi görelim.”
  Sonra yine yok oldular.Bu sefer Nick kendini tavanı yaklaşık 100 metre boyunda, tamamen altından olan bir koridor gördü.Eğer buraya bir hırsız gelebilse kesin köşeyi dönerdi.Hermes:
 “Olimpos’a hoş geldiniz!..” dedi. Sonra bir kapıya doğru ilerlediler.Kapı yine insan boyunun çok üstündeydi.Hermes asasıyla kapıya dokundu ve kapı ardına kadar açıldı.Hermes önden içeri girdi ve Tanrıları selamladı.Ondan sonra Kheiron girdi ve oda toynaklarıyla bir reverans yaptı. Sonra sıra Nick’e geldi.Nick paytak paytak içeri girdi.Tanrılara bakmamaya çalışıyordu.Sonra beceriksizce bir reverans yaptı.Ardından kafasını kaldırdı.Sonra 3 adım geri gitti.Karşısında 12 taht vardı.Hepside doluydu.Yani babası da oradaydı.En ortada Zeus, sağında Poseidon,solunda Hades.Ve etrafta Athena, Apollon, Artemis, Ares, Dionysos, Hermes, Hephasteus, Afrodit, Hera.Nick’in nutku tutulmuştu.Zeus’a baktı.Uzun ve kıvırcık sakallarını sıvazlıyordu.Uzun saçları birbirine karışmıştı.Poseidon’a baktı.Saçları kısaydı.Gözleri Pasifik Okyanusunu andırıyordu.Derindi…Sol elinde yabasını tutuyordu.Athena’ya baktı.Ona baktığını görünce Athena göz kırptı.Dionysos’a baktı.Kıvırcık saçları ve top sakalıyla genç bir adamdı.Hera’ya baktı. Hera sanki biraz rahattı.Çünkü genelde burada olan kahramanlar Zeus’un peydahladıkları olurdu.Uzun, kahverengi saçları ve kahverengi gözleri onu sevecen bir kadın yapmaya çalışmış ama yüz hatları buna engel olmuştu.Afrodit’e baktı.Ve baktığı anda gözleri kamaştı.Güzellik ne demekmiş gördü. Saçları upuzun ve sapsarıydı. Dudakları elma kırmızısıydı. Üstünde dar kırmızı bir elbise vardı. Nick hayatında hiç böyle güzel bir kadın görmemişti. Bir süre gözünü ondan alamadı. Sonra Hephasteus’a baktı. Hephasteus’un bir bacağı daha yukarda duruyordu. Yüzü yamuk yumuktu ve çiziklerle doluydu.Demir dövmekten olacak ki kol kasları çok gelişmişti. Ares’e baktı. Ares gözlerinden alev saçıyordu.Nick’e nefretle baktı. Sonra babasına baktı... Babasının yanakları çökmüştü ve saçı sakalı birbirine karışmıştı.Ayrıca ikiside yeterince uzundu.Nick’e sevgiyle bakıyordu.Ama gözlerinde hiçbir zaman değişmeyen o keskin bakışları vardı.Zeus:
 “Buraya neden geldiğinizi biliyorsunuz. Kronos güçleniyor. Kheiron sana söylediklerimi yaptın mı?”
   Kheiron:
 “Evet efendim.”
   Zeus:
 “En büyük silahlarından biri olacaktır.”
  Kim? Kim olacaktı bu ?
  Zeus:
 “Gelelim kehanete.Bunu Hades’in söylemesi daha iyi olacaktır.”
  Sonra Hades Nick’e bakarak,titrek sesiyle konuşmaya başladı.
 “Hazır mısın, oğlum?”
  Nick şaşkınlık içinde:
 “Evet, baba.”
   Sonra Hades o beklenen şeyi söylemeye başladı.
“ Büyük savaş başlayacak Titan uyandığında
   Lanetli olanı da uyandıracak gecenin karanlığında
   Bir melez daha olacak kahramanın yanında
   Yardımcı olacak hedefine ulaşmasına
    Ve kahraman zor da olsa varacak
   Hayatı boyunca ulaşamadığı saraya…”

  Bir an Olimpos sustu.Nick Alevsaçan’ı elinden düşürdü. “Hayatı boyunca ulaşamadığı saraya…”
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Vega - 22 Nisan 2010, 19:18:15
müthiş bölümler özellikle son bölümü çok beğendim.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 22 Nisan 2010, 19:23:15
Alıntı
müthiş bölümler özellikle son bölümü çok beğendim.

Teşekkürler. :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: mimoza - 25 Nisan 2010, 00:01:34
Evet son Bölüm Çok İyiydi :D devamını bekliyoruz
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 28 Nisan 2010, 00:02:38
Bölüm 12: Hazırlıksız
 
  Nick hala olayların şokunu atlatamamıştı.Olimpos’ta genel bir sessizlik vardı.Nick birden öfkelendi ve Alevsaçan’ı yerden aldı.Kılıfına soktu ve Olimpos’un devasa kapısına doğru koşmaya başladı.Kheiron:
 “Nick! Buraya gel çabuk veya beni bekle! Nick!” diye bağırdı ama Nick’in hiçbir şey umurunda değildi.Sadece buradan kurtulmak istiyordu.Bu altından koridorlar,altından kapılar sadece gösteriş içindi.Nick’e gösteriş lazım değildi Ve kaderini öğrenmesi de – şimdilik-gereksizdi. Nick Olimpos labirentinin içinde kaybolmuş gibi hissetti kendini. Bilmediği yönlere doğru koşuyordu.Yolunda karşısına birkaç küçük tanrı çıkıyordu ama onları önemsemeden devam etti.Ardından bir kapı gördü.Kapı devasa boydaydı.Hemen kapıdan dışarı fırladı.Kendini bir dağın tepesinde buldu.Aşağıya baktığında Nick’in başı dönmeye,midesi bulanmaya başladı.Burası neresiydi böyle? Everest mi? Aşağıda gördüğü manzara daha doğrusu sisten hiçbir şey göremediği, ama birkaç bir şeyler seçebildiği manzara şuydu. Aşağıda yüz kadar insan koşuşturuyorlardı. Nick’in anlamadığı ama Yunancaya benzeyen bir dilde insanlar acı içinde bağırıyorlardı. Her yere şimşekler çakıyordu, denizler kabarmıştı, güneş solmuştu,yerli yersiz yangınlar çıkmaya başlamıştı. Herhalde Olimpos’takiler kavgaya tutuşmuşlardı. Her zamanki gibi…
   Nick Yunanistan’da olduğunu anladığında bir an ağzı açık kaldı.Burası hep böylemiydi? Tanrılar her kavgaya tutuştuğunda insanlar acı mı çekiyordu.Bu tanrılar bencildi.Sadece kendilerini düşünüyorlardı.
   Nick’in aşağıya inmesi gerekiyordu.Çünkü buralardan hemen uzaklaşması gerekti.Hem de hemen.Sonra sağ taraftaki uzun ve dik patikayı gördü.Mırıldandı:
 “Keşke tanrılar şuraya bir asansör yaptırsaymış.”
  Bunu söylediği anda önündeki toprak çöktü ve içinden kulübeye benzeyen ama altından bir şey çıktı.Nick bunun asansör olduğunu anladığında:
 “Hadi canım!” dedi. Ardından kapı açıldı ve Nick içeri girdi.Asansörde tek bir düğme vardı. Ve bu düğme tüm Olimpos malları gibi altındandı.Nick düğmeye bastı. Asansör hızlıca aşağıya inmeye başladı.Nick bir an kusacak gibi oldu. Bugün böyle mide kaldırıcı bir şey daha yaşarsa kesin kusacaktı. Asansör birden sarsılarak durdu. Nick kendini dışarı fırlattığında minik bir harabe gördü.Tanrıların kavgası yüzünden harap olmuş bir meydan.Burası Atina olmalıydı.Sonra Nick amcası Poseidon’un, Athena’yla yaptığı yarışmadan sonra yabasını indirdiği tepeyi gördü.Belki de sakinleşebileceği tek yer orasıydı.Oraya doğru yürümeye başladı.Etraftaki Yunanlar ona yalvaran gözlerle bakıyorlardı. Nick kan ter içinde tepeye çıktı. Meşhur kayaya oturdu ve gözleri denize daldı.Dalgalar karanlık bir şekilde yükseliyordu.Sonra Nick değişik sesler duymaya başladı.Birkaç tıslama,birkaç hırlama,birkaç kanat sesi. Nick önce önemsemedi ama ses git gide yaklaşıyordu.Nick gözlerini kapadı,Alevsaçan’ı eline aldı ve döndü baktı.
                                            *  *  *
  Nick’in Olimpos’tan fırlayıp gitmesi,tanrıları ayağa kaldırmıştı.Nick dışarı doğru koşmaya başladığı anda önce Kheiron hareketlendi.Ama sonra durdu ve tanrılara baktı. Hades ateş saçan gözlerle Zeus’a döndü.
 “Al Tanrıların Tanrısı! Gördün mü hazır olan çocuğumu?”
  Zeus elini beyaz sakalından çekerek ayağa kalktı ve bağırdı:
 “Bu senin çocuğunun sorunu Hades! Savaş yaklaşıyor,kehaneti bilmezse ne yapacak?”
  Bu sırada Poseidon yabasıyla ayağa kalktı ve:
 “Çocuk hazır veya değil! Ne fark eder olan oldu artık! Nick kehaneti biliyor ve birinin ona,kehaneti nasıl kullanacağını öğretmesi gerek.”dedi sonra da Kheiron’a baktı.Kheiron kafasını salladı.
   Hades yine bağırmaya başladı.
 “Öğrenmemeliydi! Şimdi öğrenmemeliydi!”
  Sonra Ares ayağa kalktı:
 “Çocuk öğrendi,hadi savaşa gidelim!”
  Athena her zamanki gibi Ares’ten sonra ona karşı çıkmak için kalktı:
 “Olmaz Ares hala anlamadın mı? Karşımızdaki Kronos,öyle kolay kolay yenilmez. Ayrıca bu sefer kikloplar ve yüz ellileri bizim tarafımıza geçirmek için biraz zorlanacağız.Kolay olmayacak.”
  Afrodit kalktı ve:
 “Gereksiz tartışma yapmayalım.Kronos psikopatın teki! Bizi yok etmek için her şeyi yapacak!”
  Sonra Artemis kalktı:
 “Tabi biz bir şey yapmazsak bu böyle.Sana göre biz bir şey yapmayalım,direk kaybedelim.Sana iki tane makyaj malzemesi versinler sen Tartaros’ta bile yaşarsın.”
  Bu tartışma böyle uzayıp gitti.Neredeyse bütün tanrılar tartışıyordu.İki tanesi hariç. Hüneş tanrısı Apollon ve demircilik tanrısı Hephasteus tartışmadan uzak duruyorlardı.Sonra Apollon yavaşça yerinden kalktı ve Hephasteus’un yanına gitti.Sonra çizik dolu ve yamuk yumuk yüzüne bakarak konuştu:
 “Hephasteus, sana bir şey soracağım. İlahi bronzdan bir yayı ve ilahi bronzdan 300 tane oku ne kadar zamanda yapabilirsin?”
  Hephasteus çarpık gülümsemesiyle:
 “En fazla yarım saatimi alır.”
  Apollon gülümseyerek:
 “O zaman çabuk ol, çünkü Nick’in buralarda o kadar dayanabileceğini sanmıyorum.”
  Hephasteus topallayarak büyük salondan çıktı.Apollon kargaşadan yararlanıp Olimpos’tan çıktı. Bir eve girdi ve seslendi:
 “Johan! Hemen hazırlanmaya başla!”
  Sonra içerden 16 yaşlarında,dağınık sarı saçlı,uzun boylu bir genç çıktı.
 “Peki baba hemen giyiniyorum.Ama silahım?”
 “O iş halloldu. İlahi bronz’dan bir yay ve ilahi bronzdan 300 ok.Birde..”dedi ve koltuğun üstünde bir ok torbası belirdi. “Johan,bu özel bir ok torbasıdır.Bunun içindeki oklar asla bitmez.Sen attıkça yerine yenisi gelir.”
  Johan bu söylenenleri hiç şaşırmadan ve heyecanlanmadan dinliyordu.Sanki bu görevlere alışkın gibiydi.Sonra içeri gitti. Bir 10 dakika sonra savaşçı kıyafetleriyle odadan çıktı.Eski yayını omzuna astı. Yeni ok torbasını aldı ve:
 “Ben hazırım” dedi…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: mimoza - 28 Nisan 2010, 12:07:53
Çok İyi devam et süper gidiyor ayrıca yazdıklarından bazı şeyler öğreniyorum kendimi geliştirmek adına.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 28 Nisan 2010, 15:13:52
Cidden böyle birşeye neden olduysam çok mutlu olurum :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Vega - 28 Nisan 2010, 23:46:10
son bölüm oldukça güzeldi.şu johan olayı iyiymiş.biri yakın biri uzak menzilde savaşır.ya da savaşmazlar.Nick iki kemik çağırır onlar savaşır ;D
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 29 Nisan 2010, 18:38:28
:D :D
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 30 Nisan 2010, 17:02:34
Bölüm 13: Değişik Canavarlar
  Nick karşısındakileri görünce gözlerini iki-üç kez açıp kapadı ve gördüklerinin gerçek olmamasını diledi. Ama kaçışı yoktu, karşısındakiler gerçekti ve Nick bunlardan hiçbirini bilmiyordu.
  Karşısında 18 tane canavar vardı.Bunlarla nasıl dövüşecekti ki?
  En önde altı yılan vücudu üstü kadın vücudu olan 9 tane yaratık vardı. Kalın,yeşil,pullu dersini yere sürte sürte bir ejderha gibi Nick’e yaklaşıyorlardı. Sağ ellerinde uzun ve sivri uçlu bir mızrak, sol ellerinde ise balıkçı ağı gibi bir ağ vardı. Yani aynı gladyatörler gibi donatılmışlardı. Gözleri açgözlü bir şekilde Nick’e bakıyordu. Nick ise onların sapsarı gözlerine bakmamaya çalışıyordu. Onları korkunç gösteren bir başka şeyde çatallı dilleriydi.
  Sonra Nick kafasını çevirdi ve diğer canavarları incelemeye başladı. Onların biraz sağına bakınca 4 tane vampirimsi canavarlar gördü. Bunların tebeşir beyazı tenleri,alev kırmızısı saçları, mızrak sivriliğinde dişleri, korkutucu kırmızı gözleri vardı. Ama asıl ilginç olan ise belden aşağılarıydı. Sol bacakları bir tür hayvan bacağıydı. Sağ bacakları ise pirinçten yapılmıştı. Günümüz vampirlerinden çok daha korkutucu ve ciddi görünüyorlardı. Yani o aşk yaşayan vampirlerden değillerdi.
  Ardından kanat sesleri duydu. Gözlerini gökyüzüne çevirdiğinde şoku 2 kat daha arttı. Yukarıda kafası şahin başı olan, şahin kanatları olan ama vücudu ormanlar kralı aslan olan bir yaratık vardı. Bu yaratık normal bir insandan bayağı bayağı büyüktü. Bu tanrıların bineği falandı herhalde. Çünkü tam tanrıların boyutlarına göreydi. Sonra Nick’in gözü yaratığın gagasında bir şey dikkatini çekti. Ağzında solucan gibi bir şey taşıyordu. Nick “Umarım o bir insan değildir” dedi ve suratını ekşitti.
  Gözlerini yeniden yere indirdiğinde tanıdık olan ve daha önce bozguna uğrattığı yaratıkları gördü. Bunlar kikloptu. Yine tek gözleri vardı,tek boynuzları,ellerinde sopaları,iğrenç gülümsemeleri ve iğrenç dişleri… Ama en öndeki kiklop Nick’in çok dikkatini çekti. Bu kikloplar ya birbirlerine çok benziyorlardı ya da o TekGöz’dü. Nick onun yeniden bu dünyaya döneceğini biliyordu ama bu kadar çabuğunu beklemiyordu. Birde bunlar dört tane olunca Nick’i bir korku sarmıştı.
  Bütün canavarlar Nick’ten 50 metre ileride durdu. Sanki plan yapıyorlardı. Sonra Nick bir zırh sesi duydu. Ses sol taraftan geliyordu ve gitgide yaklaşıyordu. Nick içinden“Ne olur bu canavar olmasın!” diyerek döndü ve baktı. Gördüğü şey karşısında önce rahatladı sonra şaşırdı. Karşısında kendisinden 10-15 cm uzun, 1-2 yaş daha büyük, sarı saçlı,yakışıklı,elinde yayı olan biri vardı. Genç, ona bakarak göz kırptı. Canavarlar önce bir şaşırdı, sonra daha şiddetli sesler çıkarmaya başladılar. Sinirlenmişlerdi ve az zamanları kalmıştı. Sarı saçlı genç Nick’e yaklaştı ve:
 “Buraya beni babam gönderdi.”
  Nick:
 “Senin baban da kim?”
 “Güneşin, şiirin, sağlığın ,okçuluğun tanrısı Apollon!”
  Nick önce bir duraksadı, sonra konuşmaya devam etti:
 “Bana yardım etmen için mi gönderdi?”
  Genç gülümseyerek:
 “Evet. Benim adım Johan.  Johan Switcke. Şimdi tanışma faslını geçelim, karşımızda bir sürü canavar var. Önce bunları yenelim de sağ çıkabilirsek tanışırız.”
  Nick bunları duyunca ürperdi. Sonra karşısına baktı. Canavarlar atağa kalkmaya başlamıştı. 3 Drakon kendisine doğru yaklaşıyordu. Nick sakin olmaya çalıştı ve üstüne yürümeye başladı.
  Alevsaçanı elinde evirip çevirdikten sonra 3 drakonla yalnız başına kaldı. Drakonların ortasındaki konuşmaya başladı. Sesi gerçekten iç tırmalayıcıydı:
 “Gebereceksin melez!”
  Sonra yanındakiler de gülmeye benzer değişik sesler çıkardılar. Nick Alevsaçan’ı kaldırdı ve ortadakine doğru savurdu. Drakonun mızrağı da havaya kalktı ve havada çarpıştılar. Sonra Nick 360 derece döndü ve yine mızrağını savurdu. Drakon bu sefer hazırlıksız yakalanmıştı, Nick canavarın göğsünde derin bir yarık açtı. Canavar geriledi sonra 4 kiklopta üstüne doğru gelmeye başladı. Onların arkasından da bir empusa.
 “Johan! İndir onu! Arkadaki vampire benzeyen o şeyi indir çabuk!”
  Johan da Nick’ten emir almayı bekliyordu. Çünkü Apollon böyle demişti. Johan sırtındaki ok torbasından bir ilahi bronz ok aldı, yayına gerdi. Çok dikkatli bir şekilde nişan aldı ve fırlattı. Empusa sinirle Nick’e doğru koşarken alnında bir acı hissetti ve buharlaştı.
  Nick bunu görünce rahatladı ve diğer drakonlarla savaşmaya başladı. Sağdaki elindeki ağı fırlattı. Nick havada oku yaktı. Ondan sonra iki drakon mızraklarıyla saldırıya geçtiler. Nick sağ baldırına gelen hamleyi savuşturdu, ama onu savuştururken diğer hamleyi savuşturamadı ve sol omzu yaralandı. Acıyı hissedince Nick sinirlendi ve silahını soldakinin kafasına indirdi. Sonra sağdakine döndü. Önce karnına bir tekme attı, sonra da silahını tekme attığı yere soktu. Oda yere yığıldı. Nick Johan’a doğru elini kaldırdı.
 “Hazır!”
  Kiklopların yaklaşmasını bekliyordu. 4 tanelerdi, Nick “En azından bunları tanıyorum” diye düşündü.
 “Gözlerinden vur! Ateş!”
  Havada 3-4 ok uçuştu. İki tane kiklop yere yığıldı. İkisi Nick’e doğru geldi. Nick Alevsaçan’ı düşüncesiz bir şekilde salladı. Bu zayıf anı gören kiklop silahı uçurumun kenarına doğru fırlattı. Nick kan ter içinde kalmıştı.
 “Johan dikkat et!”
  Bunu söylemesinin nedeni Johan’ın üstündeki griffindi. Johan onu görünce hemen okunu ateşledi ve canavarı gagasından vurdu. Canavar saldırmaya, Johan’da ok yağdırmaya devam etti. En sonunda isabetli atışlar yapmaya başlayınca canavar yavaşladı ve yok oldu. O da kan ter içinde kalmıştı. Nick’e doğru baktı. Bir kiklopun ona doğru geldiğini görünce yine yayına bir ok gerdi. Hedefi tutturması gerekiyordu çünkü Nick’in elinde silahı yoktu. Okunu fırlattı ve kiklopu buharlaştırdı. Nick’in silahının uçuruma doğru yuvarlandığını gördü. Hemen koştu ve onu Nick’e fırlattı. Nick sol omzunun acısına rağmen silahı sol eliyle yakaladı. Son kiklopa koştu ve silahını gözüne sapladı. Canavar toz bulutuna dönüşünce sıradaki 2 empusa ve 6 drakona baktı.
 “Daha yeni başlıyoruz!”…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 02 Mayıs 2010, 23:42:04
Spoiler: Göster
Öncelikle belirteyim günlükte bayağı bir dağınıklık var. Onu bilerek yaptım yani Nick'in derslerinin iyi olmadığını biliyordunuz ilk bölümlerden bunu daha bir göz önüne sermesi için. İyi okumalar :)


Bölüm 14:  Kahramanların Günlüğü
  Canavarlar yavaşça yaklaşıyorlardı. Herhalde Hades’in oğlunu kızdırdıkları için biraz korkmuşlardı. Empusalar alev fışkıran gözleriyle Nick’e bakıyordu. Nick ne zamandır yemek yemiyorlar acaba diye düşündü. Arkasını dönüp Johan’a baktı. Johan biraz yorgun görünüyordu ama Nick’e güven veriyordu. Yanına yürüdü ve:
 “Sana nasıl teşekkür edeceğim?”
  Johan canavarları göstererek:
 “Önce şunları halledelim. Ama kolun nasıl?”
  Nick kolunu hatırlayınca birden acısını da hissetti. Sanki biri sol tarafına kibrit yakıp atmıştı. Acıyı unutmaya çalıştı.
 “Hadi o zaman başlayalım!”
  Nick bunu söyledikten sonra Alevsaçan’la birlikte canavarlara yürüdü. Empusalar drakonlara hırladılar. Drakonlar onlara tıslamayla cevap verdi. Sonra iki empusa ileri çıktılar. Dişleri dudaklarından fışkırmışlardı.
 “Gelin bakalım vampircikler!”
  Bunu duyunca empusalar hırladılar. Sonra da hırlamayla karışık bir İngilizceyle:
 “Vampir mi! (iğrenç bir kahkaha) Onlar güçsüzdür melez. Biz onlardan kat kat güçlüyüz. İstersen üstünde gösterelim.” Dediler ve Nick’e doğru süzülmeye başladılar. Nick silahına sıkıca sarıldı. Empusalarda hançerlerini çektiler ve hırlayarak saldırdılar. Nick daha önceden kikloplarla, drakonlarla dövüşmüştü ama bu kadar hızlı vampirlerle hiç dövüşmemişti. Hançer darbelerini zar zor karşılıyordu. Ardından bir yay sesi duydu ve empusalardan birinin toz olmasını diledi. Ama öyle olmadı, ok sağ taraftaki empusanın göğsüne gelmişti fakat o sadece bir an duraksadı ve daha hızlı hamleler yapmaya başladı. Nick Alevsaçan ile kendini koruyordu ama daha ne kadar dayanabilirdi ki? Sağdakine baktı. Biraz da olsa yaralanmıştı, Nick onun işini bitirmeliydi. Alevsaçan’ı empusanın hançer tutan eline geldi ve eli koptu. Empusa inledi ve dişlerini gösterdi. Silahsız bir empusa, en az silahlı bir empusa kadar tehlikelidir. Silahlı empusa, silahsız olana hırladı. Yaralı empusa geri çekildi ve izlemeye başladı. Hançerli empusa hançerini Nick’e doğru fırlattı. Nick’in kalp atışları hızlandı ve küçükken karate derslerinde öğrendiği şeyi yaptı: Yana yuvarlandı. Tam Alevsaçan’la empusayı öldürecekken arkasından bir inleme geldi. Dönüp baktığında Johan’ın kanlar içinde yattığını gördü.
 “Johan!”
  Empusa kanı görünce durdurulamaz bir şekilde koşmaya başladı. Hayır, Nick buna izin veremezdi. Onu ne kadar tanımıyor olsa da ona çok yardımı olmuştu. Alevsaçan’ı kaldırdı ve empusayı geri püskürttü. Sonra Nick drakonları tamamen unuttuğunu fark etti. 6’ısı birden yaklaşıyorlardı. Çatallı dilleri ve ellerindeki sivri uçlu mızraklar Nick’in tırsmasına yol açmıştı. Nick Alevsaçan’ıyla empusaya koştu. O, arkadaşını yaralamıştı. Mızrağının alevleri kabardı. Nick Alevsaçan’ı empusanın kafasına indirdi. Empusa, çığlık çığlığa toz oldu. Bir empusa daha vardı. Onu da indirmek için Alevsaçan’ı kaldırdı, ama kaldırdığı anda karnında müthiş bir acı hissetti ve yere kapaklandı. Bu acı, kolunun acısından da fenaydı. Karın bölgesine bir mızrak isabet etmişti ve orası ısınmaya başlamıştı, bu kandı. Etrafınızda bir empusa varken bir yerinizin kanaması berbattır. Nick’in göz kapakları hafifçe kapanırken gördüğü son şey koca dişleri boynuna doğru inen bir empusanın toz bulutuna dönüşmesiydi. İstediği son şey ise, yer altından en kıdemli ruhların çıkıp şu mahlukatları yok etmesiydi. Ve gözleri kapandı.
                                                   * * *
  Nick yavaşça göz kapaklarını açtı. Uyanabildiği için tanrılara dua ediyordu. Peki ama nasıl uyanabilmişti? Karşısında 6 tane drakon vardı. Ve bunların hiç savaşmadan ölmesi de bir garipti doğrusu. E Johan’da yaralıydı. Kim yok etmişti onları?  Sonra tanıdık bir yerde olduğunu fark etti. Etraf yeşillikti, bir samanlık vardı, bir orman vardı… Ve bir de Sentor vardı. Kheiron Johan’la Nick’i göstererek:
 “Size o kadar çok nektar içirdim ki, kül olmadığınıza dua etmelisiniz.”
  Nick buruk bir şekilde gülümsedi. O nasıl bir mızraktı öyle! Karnını deşip geçmişti. Sonra göbeğine dokundu hala biraz acıyordu, o kadar nektara rağmen. Hemen geri dönüp Johan’a baktı.
 “Johan! İyi misin? Bir şeyin var mı?”
  Johan kafasını iyiyim anlamında salladı.Sonra da:
 “Bunu nasıl yaptın Nick? Yani tamam Hades’in oğlusun ama bayılırken bunu nasıl yapabildin?”
  Nick o anda şok oldu. Demek ki bayılmadan önce dilediği şey gerçekleşmişti. Kıdemli ruhlar gelip canavarlar yok etmişti.
 “Ne gördün?”
  Johan o anları büyük bir duygu karmaşası içinde anlatmaya başladı:
 “Sen yere düşmüştün, empusa üstüne üstüne geliyordu. Bende yerdeydim ama onu görüne yayıma bir ok koyup fırlattım ve onu buharlaştırdım. Sonra drakonlarda gelmeye başladı, ama daha fazla gücüm kalmamıştı. Sadece ‘Hayır, gidin!’ diye bağırabiliyordum. Tam o anda senin yattığın yerden 20 kişilik bir grup çıktı. Bunlar tamamen Yunan zırhları ve Yunan silahlarıyla donatılmıştı. Bunlar drakonlarla savaştılar ve sadece 2 kayıp vererek onları yok ettiler. Sonra önünde saygıyla eğildiler ve yer altına geri girdiler. Ardından Kheiron geldi ve bizi buraya getirdi. Gerisini bilmiyorum çünkü bende baygındım.”
  Nick olanları şaşkınlık içinde dinledi.
 “Demek ki sana bir can borcum var.”
  Johan :
 “Hayır, tam tersine benim sana bir borcum var. Sen onları uyandırmasan biz çoktan babanın yanına gitmiş olacaktık.”
  Nick olanları dinledikten sonra yattı ve masmavi gökyüzüne baktı. Ardından toynak sesleri duydu ve doğruldu. Kheiron elinde Milattan Önce’den kalma bir defterle gelmişti. Kapağında Antik-Yunanca bir şeyler yazıyordu. Ayrıca bu hayatında gördüğü en kalın defterdi.
 “Bak Nick, bu kahramanların günlüğü. Senden artık düzenli bir şekilde bir şeyler yazmanı istiyorum. Bu senin için önemli. Çünkü çok sert bir darbe alınca yaşadıklarını unutabilirsin. Bu bir önlem anlayacağın.”
   Nick böyle şeylerden hiç hoşlanmazdı.
 “Bu gerçekten gerekli mi?”
  Kherion ciddi bir şekilde:
 “Gerçekten gerekli.”
  Nick bir an gerildi. Kheiron’u hiç bu kadar gergin görmemişti.
 “Peki ver de yazalım.”
  Kheiron günlüğü,tüy kalemi ve mürekkebi uzattı.Nick dikkatlice aldı çünkü bunu şehirde görseler tarihi eser diye el koyarlardı. Sonra Kheiron yine konuşmaya başladı:
 “Orada bütün kahramanların yazıları vardır. Herakles’in bile…”
  Nick günlüğü eline aldı. Artık sararmış ve bazı yerleri yırtılmış sayfaları çevirirken yazılar gözüne çarpıyordu. Sonunda bir yazı gözüne çarptı: Nick Turedo. Başlık buydu, Yani Kheiron her şeyi hazırlamıştı. Ve Nick yazmaya başladı.

    Selam ben Nick,
 Ben direk konuya gireyim. Bugün bir sürü pis canavarla savaştım. Ve paçamı zor kurtardım, az kalsın babama gidiyordum yani. Ayrıca bugün kehaneti öğrendim. Ve kehanetteki çocuğun kim olduğunu da buldum sanırım. Gideceğim sarayın hangi saray olduğunu tam olarak bilmiyorum ama bu çocuk sayesinde oraya gideceğimi biliyorum. Bu arada bende drakonlara karşı bir kin uyandı. Gördüğüm her drakonu parçalayacağıma yemin ederim. Hatta Styks Nehri üstüne yemin edeyim. En azından denerim. Ya neyse ben paçayı kurtardığıma şükrediyorum ve o gelen savaşçılara da çok şey borçluyum. Tabii ki de Johan’a da. Johan’dan bahsetmeyi unuttum. Bu çocuk Apollon’un oğlu. Ona yakışır bir şekilde ok atıyor. Yani babasına layık biri, ya ben? Ben layık mıyım? Daha bu canavarları bile öldüremiyorum. Ama ona layık olacağım, bir gün…
                                                                                                        13 Mayıs 2010
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Vega - 03 Mayıs 2010, 11:58:10
Son bölüme bittim ya.Hele son satır:
Ama ona layık olacağım, bir gün…

Müthiş olmuş tebrikler.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 03 Mayıs 2010, 16:56:57
Teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Vega - 03 Mayıs 2010, 20:51:45
bu arada Herakles Herkül'ün Yunancadaki adı.Bilmeyenlere ;)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: mimoza - 05 Mayıs 2010, 09:55:12
Çok güzel olmuş hakkat son bölüm devam böle durmak yok
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 05 Mayıs 2010, 21:18:02
Teşekkürler, yeni bölüm büyük ihtimalle cuma günü gelecek :)

Edit: Eee Perşembe de olabilir :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 08 Mayıs 2010, 22:59:07
Bölüm 15: Utanç
  Nick, yazdığı –kendine göre çok duygulu- satırlardan sonra deftere göz gezdirmenin fena olmayacağını düşündü. Tam sayfaları çeviriyordu ki Kheiron günlüğü elinden aldı ve:
 “Hayır evlat, hayır. Eğer bunları okursan Titanlardan bile tehlikeli olursun.”
  Nick şaşırmıştı; bu sadece bir günlüktü. Ne olabilirdi ki yani?
 “Nas…” derken Kheiron sözünü kesti ve:
 “Antreman vakti! Johan, sende gel.”
  Johan yavaşça doğruldu, Nick onun kolundaki kurumuş kan izlerini görebiliyordu.Sonra kendi karnına bakmak geldi içinden. Tişörtünü kaldırdı ve baktı. 1 litre? Yok yok 2 litre! Resmen Nick’in karnında kurumuş kandan bir katman oluşmuştu.
 “Karşımıza bir empusa çıkmazsa iyidir.”
  Ardından Alevsaçan’ı aldı ve eğitim alanına doğru yürümeye başladı. Yemyeşil çimenleri ayaklarının altında ezmekten zevk alıyordu. Eğitim alanında Kheiron’un son hazırlıkları yaptığını gördü. 4 tane hedef tahtasını düzenli bir şekilde dizmişti. Nick’e baktı,
 “Önce bir Johan’ı çalıştırayım, sonra ikinizle ilgili güzel bir projem var.”
  Nick yüzünü buruşturdu çünkü Kheiron’un projeleri sonucunda hep yaralanıyordu. Sağına baktığında Johan’ın hazırlandığını gördü. İlahi bronz okunu ellerine almıştı. Arkasında ok torbasını taktı. Nick yere bağdaş kurdu. Bir yandan sağ eliyle çimleri kopartıyor, bir yandan Johan’ı izliyordu. Kheiron:
 “Hadi Johan vur bakalım!”
  Johan kafasını salladı ve okunu doğrulttu. Nişan alması çok uzun sürmedi ve oku fırlattı. Nick sadece saplanma sesini duydu. Gözlerini kıstı ve okun nereye saplandığını görmeye çalıştı ama göremiyordu. Johan saydırmaya devam etti. Okları büyük bir asaletle hedef tahtasını buluyordu. Kheiron:
 “Son bir tane daha,” dedi. Johan oku yayına öyle bir gerdi ki yay neredeyse kopacaktı. Sonra fırlattı ve hafif bir gömülme sesi geldi. Nick yavaşça ayağa kalktı. Uyuşmuş bacakları ona engel oluyordu. Hedef tahtalarına doğru tempolu bir şekilde koşmaya başladı. Nick oraya gittiğinde ufak bir şok yaşamıştı. Her tahtanın ortası delinmişti. İlginç olanda hiç karavana gözükmemesiydi. Eğer bu okları Nick atmış olsaydı, 3-4 tanesi hedef tahtasını tutardı. Diğerleri de ağaçlara falan giderdi. Nick hafifçe gözlerini devirdi ve kafasını salladı.
  Arkasını döndüğünde Kheiron’un Johan’a çak yaptığını gördü. Sonra Kheiron Nick’i yanına çağırdı.
 “Şimdi gelelim antremanınıza… Bu ilginç ve hiç uygulamadığım bir antreman olacak. Şimdi Johan ok kullanıyor sen mızrak. Yani ikisi de uzun menzil sayılabilir.”
 “Yo hayır Kheiron, uzun menzilde ne kadar kötü olduğumu biliyorsun! Ben ona bir mızrak fırlatana kadar o bana ok yağdırır.”
  Kheiron dudağını büzdü.
 “Denemekten zarar çıkmaz evlat.”
  10 dakika sonra Nick kendini bir Yunan zırhının içinde kaybolmuşken buldu. Ama bu zırh diğerlerinden daha donanımlıydı. Nick’in sadece gözleri ve elleri açıktaydı.
 “Şu kahrolası zırhlar…” diye söylenerek yalpalaya yalpalaya yürüdü. Johan’a bakınca onun kendinden kat kat daha iyi durumda olduğunu gördü. Çünkü o daha uzun boylu ve yapılıydı. Ama onun da sadece elleri ve gözleri açıktaydı. Kheiron elinde kırmızı bir kalemle geldi. Nick in zırhının özel yerlerine bir şeyler çizdi. Kalbinin oraya bir yuvarlak, karın boşluğuna bir yuvarlak ve suratına koca bir yuvarlak. Ardından Kheiron Johan’a gitti ve onun da aynı yerlerine yuvarlaklar çizdi. Birden mağarasına doğru koştu ve 1 dakika içinde elinde bir merdivenle geri döndü. Merdiveni samanlığın duvarına dayadı ve Johan’a işaret etti. Johan kafasını sallayarak merdivene tırmanmaya başladı. Kheiron, Nick’e:
 “Alevsaçan’ı ver bana.”
 “Hayır! O benim bir parçam!”
 “Bazen insanlar parçalarını koparmak zorunda kalabilir evlat” dedi ve kılıfıyla beraber silahı aldı. Sonra samanlıktan 15-20 tane mızrak getirdi. Bunlardan beşiyle Nick’e bir sınır çizdi.
 “Burayı geçme. Buradan ona mızrak fırlatacaksın. Oda yukarıdan sana ok fırlatacak. 25 dakikanız var. İyi olan kazansın!” dedi ve düdüğünü öttürdü. Nick hemen yerden iki mızrak aldı ama kafasını yukarı çevirdiğinde tam alnının ortasına bir ok yedi. Kheiron seslendi:
 “1-0”
  Nick bir an sinirlendi ve bakmadan mızrağını fırlattı. Mızrağın nereye gittiğine bakarken bir ok kulağını sıyırdı geçti.
  Johan yukarıdan zekice okları fırlatıyordu. Nick ne zaman kafasını kaldırsa vuruyordu. Ama aynı zamanda onu kızdırmamaya çalışıyordu. Çünkü o Hades’in oğluydu. Ne yapacağı belli olmazdı. Sonra nişan aldı ve Nick kafasını kaldırınca fırlattı.
 “2-0”
  Nick zırhın içinde tüttüğünü hissetti. Yerden mızrağını aldı, kalbine gelen oku savuşturdu. Sağa doğru yuvarlandı ama yerden kalkamadı. Zırh o kadar ağırdı ki, üstüne bir Sentor binmiş gibi hissetti. Sonra üstüne yağan okları saydı.
 “3-0,4-0, ohoo yavaş Johan.”
  Johan okları durdurdu. Nick’in etrafında onlarca ok vardı. İyi ki bunlardan sadece dördü ölümcül yerleri bulmuştu. Nick kontrollüce yerden kalktı.
  Johan, Nick’in yerden kalkmasını bekliyordu. Nick yerden kalktığında tam okunu hazırlamıştı ki gözlerini görünce eli gevşedi. Nick’in gözlerinde ölüm vardı. Bu dünyada hiçbir şey den korkmuyorsan Hades’in oğlundan korkacaksın.
  Nick yandığını hissediyordu. Fırında dana rosto gibi kızarıyordu sanki. Gözleri de yanıyordu. Mızrağı ölümüne fırlattı ve gözlerini yere eğdi. Önce isabet ettiğine dair bir ses ondan sonra da bir gümbürtü ve zırhın şangırdama sesi. Nick gözlerini açtığında Johan zırhı parçalanmış halde yerde yatıyordu. Kheiron hemen yanına koştu, ağzına biraz nektar damlattı ve uyanmasını bekledi. Sonra Nick’e döndü ve:
 “Benim hatam, benim hatam…”dedi. “Bunu tahmin etmeliydim”
 “Hayır Kheiron bunu ben bile tahmin edemezdim.”
  Johan hafifçe gözlerini açtı.
 “Nick,”
 “Kendini yorma Johan. Özür dilerim, çok sert oldu.”
 “Senin gözlerinde, senin gözlerinde ölümü gördüm. Ruhumun bedenimden çıkışını izledim kıpkırmızı gözlerinde…” sonra kafası yana düştü.
  Nick durdu ve kendini çimenlere fırlattı. Bu utanç vericiydi…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: mimoza - 12 Mayıs 2010, 09:55:16
15 bölüm yazdın şuana kadar ve hiç sıkılmadan devam ettin bu çok güzel bir şey ama zaten bizler bu işlere gönül vermiş kişiler değilmiyiz, hiç sıkılırmı insan böle güzel şeylerden neyse çok güzel olmuş devamını bekliyoruz
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 12 Mayıs 2010, 18:54:40
Sıkılmak değil tam tersine yazarken gerçekten eğleniyorum. Yani bana zevk veriyor. Yeni bir şeyler uydurmak, okuyucumu meraklandırmak için hamleler yapmak... Bu çok eğlendirici :D
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 22 Mayıs 2010, 14:10:25
Arkadaşlar çok özür dilerim, 16. Bölüm gelemedi. Ama maalesef bir süre daha gelemeyecek :( 5 Haziran yaklaştıkça hikayeden uzaklaştım (mahalle baskısı) Ama size söz veriyorum, 7 Haziran'da 2-3 bölüm birden koyacağım. Bunu sezon finali kabul edin. Saygılar...

Ve bir de bundan sonraki bazı bölümleri resimler ile desteklemeyi düşünüyorum. :) Ama kesin değil çünkü resim bulmakta zorlanıyorum.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: cankutpotter - 23 Mayıs 2010, 12:36:45
Merhaba. Hikayeni okudum ve çok hoşuma gitti. Bölümler oldukça akıcı. 13. Bölüme gelmeden önce soruyordum kendi kendime bu çocuğun hiç arkadaşı olmayacak mı diye. Oldu galiba, o da Johan. Fakat yazık çocuğaç Öldü galiba. Aslında bende buna benzer şeyler yazmak isterdim ama yunan mitolojisi hakkındaki bilgim çok az. Neyse güzel bir hikaye, devam, devam...
Not: Bölüm gelince başlığı değiştirmen, yeni bölümün geldiğini görmemiz için daha iyi olacaktır bence.
Not2: Bekleyeceğimden hiç şüphen olmasın. Benimde bir hp hikayem var, burada da bikaç bölüm yayınladım. Ama bende sınavlarımın bitişine doğru koyacağım yeni bölümleri... Bu arada sbs falan mı var? Her neyse başarılar... :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 24 Mayıs 2010, 19:34:16
Evet SBS var.

Ve artık yeni bölüm gelince başlığı değiştireceğim. Neyse biraz merak edin bakalım. :D Zaten şunun şurasında 12-13 gün kaldı. :D Cidden bende yazmak istiyorum. Daha süper ve daha uzun bölümlerle geleceğim İnşallah :).
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 16!)
Gönderen: LegalMc - 07 Haziran 2010, 08:31:29
Bölüm 16: Yeni Biri

  “Johan, Johan! Uyan, hadi!” Kheiron yerde buz kesmiş bir şekilde yatan Johan’a sesleniyordu. “Hadi Apollon’un oğlu, hadi!”
 
  Önce yerdeki bedenden birkaç hırıltı yükseldi. Sanki Johan içinde ölümle savaşıyordu. Birden göz kapakları açıldı. Yeni doğmuş bir bebek gibi boş boş etrafına bakındı. Nick önce rahatladı, sonra nasıl bir daha onun yüzüne bakacağını düşündü.  Neredeyse onu öldürecekti!

 “Johan, ben şey…”

  Johan Nick’e baktı, sanki bakışlarıyla bir şeyler anlatmak istiyor gibiydi. Sonra konuşmaya karar verdi. Hırıltılı bir sesle konuşmaya başladı:

 “Nick, benden özrü dilemeye kalkışma. Ne sen suçlusun, ne ben, ne de Kheiron. Senin tek suçun Hades’in oğlu olman. Seni böyle yapan baba…”

  Nick sıcak bastığını hissetti. Babası hakkında kötü konuşulmasını asla hazmedemezdi ve hazmedemeyecekti de. Bu en yakın arkadaşı, hatta onun hayatını kurtaran kişi bile olsa bunu yediremezdi. Ama vereceği cevap öldürücü nitelikte olabilirdi çünkü nefreti çoğu kişinin canını yakmıştı.

 “Sakın babam hakkında kötü konuşma, sakın! Bu hayatta hazmedemeyeceğim tek şey aileme hakarettir.”
 “Ama bütün tanrılar için geçerli bu.”
 “Yeter! Bu saçmalıkları daha fazla dinlemeyeceğim.
 
  Nick biri bir şeyini çalmış gibi hiddetle ayağa kalktı, Alevsaçan’ı kontrol etti ve uzaklaşmak istediğini hissetti. Sağına soluna bakınırken, ormanı gördü. İçinde huzur vardı, sağlık vardı ve daha bir sürü iyi şey vardı ama bunun yanında tehlike de vardı. Nick “Olsun,” diye düşünüp son hızıyla koşarak dışarıdan yeşil içeriden karanlık ormana daldı. Huzuru şimdiden hissetmeye başlamıştı. Tehlikeyi de… Arkasında Kheiron’un ona seslendiğini duyabiliyordu, ikilemde kalmış olmalıydı. Johan mı, Nick mi? Sonunda ikisini de seçememişti. Nick yoluna devam etti, bir yandan bastığı yerleri kontrol ediyor, bir yandan önüne bakmaya çalışıyordu. Son hızla koşmaya devam ediyordu, nereye koştuğu bilmeden… Tam bastığı yeri kontrol edecekken yerde bir şeye takıldı ve yüz üstü yere yapıştı. Önce hafif inledi, sonra avuç içlerinin ve dizinin yandığını hissetti. Yere düştüğünde sürtünmeyle hem avuç içleri, hem de sol dizi kanıyordu. Nick neye takıldığına bakmak için arkasını döndüğünde ağzı önce bir karış açık kaldı. Sonra bu durumlara alışkın olması gerektiğini söyledi kendine. Ama yine de hafif bir küfrün kendini rahatlatacağına emindi:

“Di İmmortales!”

  Gördüğü şey ölmüş bir yaban domuzuydu. Etrafa iğrenç bir koku yayıyordu ama yaydığı tehlike çok daha büyüktü. Yaban domuzunun olduğu yerde Ares’in kanını taşıyan birileri de olur. Sızlayan avuçları ve dizine rağmen gözlerini kapatıp sesleri dinlemeye çalıştı. Bir şey çalıların arasında ruh gibi dolanıyordu, ama üzerinde hafiften şıngırdayan şeyler vardı. Bu da onu ele veriyordu.

 “Kimsin sen?” diye bağırdı Nick. Sanki bunun çok bir yararı olacaktı, herhalde çıkıp “Selam ben Ares’in bilmem nesiyim.” diyecek hali yok ya! Ardından tüylerini ürperten bir erkek sesi duyuldu çalıların arasından.

 “Ayağa kalk Hades’in oğlu. Babanın pis kanını toprağa akıtma, verimsizleşmeye şimdiden başladı bile.”

  Nick yine sinirlendi, onun kanı pis değildi, soyluydu. Yerinde doğruldu ve silahını kınından çıkarınca biraz korkar diye ümit etti.

 “Kanım, babam ve ailem hakkında düzgün konuş Ares’in oğlu. Yoksa bunlar söylediğin son sözler olabilir.” Çok cesur konuşmuştu Nick. Buna müteakiben bir kahkaha duyuldu. O kalın sese kahkaha hiç yakışmamıştı.

 “Beni güldürme çocuk, ben senin yaşının 40 katı kadar canavar tozlaştırdım. Bir melez dediğin benim gibi olur, asil ve soylu. Senin gibi pısırık ve ezik değil!” Yine o kahkahayı duydu.

  Son söyledikleri ona çok dokunmuştu: pısırık ve ezik.Nick eğer biraz daha konuşturabilirse yerini bulacaktı ama sürekli yer değiştiriyordu. Belli ki savaş konusunda yetenekliydi. Sonra hiç umursamadan alev alan silahını en yakınındaki ağaca indirdi. Ağaçta derin bir yarık açıldı.

 “Ortaya çık ve adam gibi dövüş benimle o zaman asil ve soylu Ares’in oğlu.”

  Bir savaş narası duyuldu,  Nick 360 derece etrafında döndü. Sonunda sağındaki çalılıkların arasından 19-20 yaşlarında baştan aşağıya Yunan zırhıyla donanmış, elinde Yunan kılıcı tutan, esmer ve yüzü yara bere dolu biri fırladı.

 “Bu dünyada yapmak isteyeceğin en son şey Ares’in oğlunu kızdırmak olmalı.”

  Birbirlerinin etrafında çember çiziyorlardı. Nick alaycı bir şekilde gülümsedi.

 “Tam tersi, asıl senin yapmak isteyeceğin en son şey Ölümün Oğlu’nu kızdırmak olmalı.”

  Sonra ikisi de bağırarak silahlarını savurdular. Ares’in oğlu kaslı kollarıyla Nick’in hamlelerini engelliyordu. Nick sinirlendi ve tekme attı. Tekme sağ baldıra isabet etti ama pek bir etki yaratmadı. Ares’in çocuğu gülümsedi ve Nick’in suratına boşataki eliyle bir yumruk attı. Nick darbeyi hissettiği anda geri yuvarlandı. Burnunda büyük bir ağrı vardı, galiba kırılmıştı. Ayrıca burnundan süzülen kan da dudaklarına değince kendini empusa gibi hissetti. Toprağa biraz kan tükürdükten sonra kafasını kaldırdı ama Ares’in çocuğu etrafta yoktu. Yavaşça ayağa kalktı, burnundan süzülen kanı koluna sildi. Sonra boğazında çeliğin soğuğunu hissetti. Sonra kısa bir kahkaha duydu.

 “Ölümün Oğlu’nu kızdırmayacakmışım, peh! Sen kimsin ki bana meydan okuyorsun?”

  Nick, cehennemin güçlerini üzerinde hissetmeye başladı, ama onları kontrol etmesi gerektiğini biliyordu. Sonra Alevsaçan’ı kaldırdı ve Ares’in çocuğunun kılıcını elinden düşürmek için hamle yaptı. Alevsaçan’ın sivri olmayan ucuyla kılıcın kabzasına vurdu ama Ares’in çocuğu kılıcı düşürmedi. Sağa doğru yuvarlanarak güçlü ellerden kurtuldu. Silahlar yine havada çarpıştı, Ares’in çocuğunun yüzünde korku vardı bu sefer… Resmen korkuyordu, hiçbir şeyden korkmayan Ares evladı, ondan korkuyordu. Bunun da verdiği zevkle bir yumrukta o savurdu. Ares’in çocuğu miğferini öne eğerek yumruktan kurtuldu. Nick inleyerek bükülmüş bileğini geri çekti. Savaşçı bulduğu fırsatla Nick’e ayak tabanıyla tekme attı. Nick yerde birkaç takla atarak sırt üstü durdu. Ares’in çocuğu yavaşça yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı.

 “Bir daha bana meydan okuma.”

  Kılıcını kaldırdı, ama Nick biraz uzakta parıldayan ilahi bronzu görebiliyordu, büyük ihtimalle kurtulacaktı. Sonra sessiz ormanda bir yay sesi duyuldu, ardından Ares’in çocuğu inleyerek yere düştü. Nick görmek için kafasını kaldırdığında, tam savaşçının karın boşluğunun olduğu yerde minik bir delik açılmış ve bir ok saplanmıştı. Ares’in çocuğu yere yıkıldı. Yeşilliklerin arasından Johan geldi.

 “Teşekkürler Johan” dedi Nick. Eğer bir kez daha hayatını kurtarırsa, ona canını vermek zorunda olacağını düşündü ve acı içinde gülümsedi.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: Vega - 07 Haziran 2010, 09:09:21
Bölümlerin gittikçe çok daha iyi oluyor.Çok daha uzunlaşıyor ve anlatımın güçleniyor.

Ancak Ares oğlunun kim olduğu ve neden Nick'e saldırdığı tam bir muamma.Umarım diğer bölümlerde açıklarsın.

Ve şu Johan da hızır gibi çocuk.Nick babası gereği bencil ve kibirli olsa da Johan'a biraz değer vermeli.


     
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 07 Haziran 2010, 09:35:54
Öncelikle teşekkürler.

Ares'in oğlu biraz daha gizli kalsın, eninde sonunda öğreneceksiniz.

Zaten Nick Johan'a değer veriyor ama söyledikleri ona dokunuyor. Johan'ın hızırlığı da babasından :D .
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray
Gönderen: LegalMc - 17 Haziran 2010, 00:35:52
Arkadaşlar, şu sıralar elime kalem alamıyorum, neden bilmiyorum gerçekten. Bu yüzden bölümler arası uzun süreler oluyor. Takipçilerimden özür dilerim :( Ama en yakın zamanda tekrar kendime geleceğim ve daha da güzel bölümler yazacağım :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 16!)
Gönderen: mimoza - 25 Temmuz 2010, 01:12:50
Bölümlerin gittikçe çok daha iyi oluyor.Çok daha uzunlaşıyor ve anlatımın güçleniyor.

Ancak Ares oğlunun kim olduğu ve neden Nick'e saldırdığı tam bir muamma.Umarım diğer bölümlerde açıklarsın.


Ve şu Johan da hızır gibi çocuk.Nick babası gereği bencil ve kibirli olsa da Johan'a biraz değer vermeli.


     



Resmen ağzımdan Aldın :D
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 16!)
Gönderen: cankutpotter - 13 Eylül 2010, 00:51:41
Dostum, yeni bölümü ne zaman göndereceks
in? Bu sitede en sevdiğim hikayede mahrum bırakılmak çok koydu bana.
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 16!)
Gönderen: LegalMc - 13 Eylül 2010, 00:59:45
Bir tür sezon finaline girmiştik. Büyük ihtimalle yarın yeni bölüm gelir :)
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 16!)
Gönderen: cankutpotter - 13 Eylül 2010, 13:42:14
Oh be! Merakla bekliyorum... :) :D
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 16!)
Gönderen: LegalMc - 13 Eylül 2010, 17:46:30
Bölüm 17: Yağma

  Kheiron Johan’ın arkasından ormana girmişti. Çocuk yaralıydı ve bu tehlikeli ormana girmesi onun için pek iyi olmazdı. Bir yandan da Johan’ın Nick’e bu kadar destek çıkması onu mutlu etmişti. Johan Nick’i öldürmeye çalışan melezi vurduğunda Kheiron onun 10 metre arkasındaydı. Apollon’un oğluyla beraber olay yerine vardıklarında iri yarı yaklaşık 18-19 yaşlarında, yüz hatlarından Ares’in oğlu olduğu anlaşılan bir genç ve yerde acı içinde kıvranan Hades’in oğlunu gördüler. Kheiron, Johan’a döndü ve:

  “Sen Nick’i taşı, ben diğerini alırım. Biraz ağır gibi.”

  Kheiron genci, Johan da Nick’i aldı ve kulübeye doğru yola koyuldular. Gecenin kör karanlığında ezilen otların sesi bile Johan’ı korkutmaya yetiyordu. Bir eli Nick’in kolunda, diğer eli ise bıçağında, tetikte yürüyordu.

  Kheiron’unda içi pek rahat değildi. Henüz kulübeyi göremiyordu fakat önünü kaplayan is hiç huzur verici değildi. Ares’in çocuğu da hafiften ayılmıştı ama küfür etmekten başka bir şey yapmıyordu. Ormanın çıkışına – aslında girişine- 25 metre kala ağaçların arasından geceyi aydınlatacak bir cehennem ateşiyle yanan kulübe göründü. Kheiron telaşlandı ve yabancı çocuğu arkasına aldı.

  Johan yolun başından beri sadece karanlıktan korkuyordu. İs, o gürültülü kahkahalar, bağrışmalar çağrışmalar, Johan’a kendini fark ettirmiyordu. Apollon’un oğlu yere bakmaktan ilerideki kavrulan kulübeyi de göremedi. Sadece biraz daha sıcak olduğunu fark etti. Onu da kollarında Hades’in oğlunu taşımasına bağladı.

  Nick gözlerini açmaya çalıştı. Sol gözünü açamıyordu, bariz bir morluk ve şişlik vardı. Sağ gözüyle ormanı yokladığında ilk hissettiği şey sıcak oldu. Ardından isi gördü ve ateşi hissetti. Johan’dan bırakmasını isteyecekti ki ağzını açamayacak kadar bitap düşmüş olduğunu gördü. Tekrar kafasını yana düşürdü ve gözünü kapadı.
                                                 
                                                         *  *  *

  “Kahrolasıca eşeğin tezekhanesi hangi cehennemde ha?”

  “Yavaş Celly. ”
   
  Ortalık mahşer yerine dönmüştü. Yaklaşık 30 tane zırhlı psikopat etrafı yerle bir ediyor, yakıyor, yıkıyordu. 10 tanesinin miğferinden uzun sarı saçlar süzülüyordu. Erkek olmadıkları belliydi zaten, sadece biri dışında. Birini belki de ayırt edemezdiniz. En erkekten daha erkek bir şekilde her yeri yakıyor, her yeri kırıyor ve de haykırıyordu.

  Geriye kalan 20 erkekte, kulübenin yanmasını iğrenç kahkahalarla izliyordu. Bazıları Yunan kılıçlarını toprağı delip Hades’e ulaşmak istercesine, kuru ve çatlamış toprağa geçiriyorlardı.

                                                       *  *  *
 
  Nick ormanın başlangıcındaki koca gövdeli bir meşeye dayanmış bir şekilde uyandı. Yanında da Johan vardı. Birkaç ağaç ötede yine koca gövdeli bir meşeye dayanmış Kheiron’u ve onun sırtında miğferinin üstünde bir ezik olan yabancı çocuğu gördü. Kafası, Kheiron’un sırtından aşağı sarkmıştı. Belli ki Kheiron onu biraz zor kullanarak bayıltmak zorunda kalmıştı.

  Johan arkadaki tehlikenin farkına varmıştı. Savaş kaçınılmazdı, bu yüzden oklarını iyice hazırladı, sadağını sırtına astı, yayını eline aldı. Arada bir ağacın arkasına bakıp düşmanları kontrol ediyordu. Zorlu bir çarpışma olacaktı, bu belliydi. Tabi çarpışacaklarsa. Kheiron’un ne düşündüğünü bilmek neredeyse imkansızdı.

  Kheiron, yabancı çocuğun miğferine kılıcının kabzasını geçirmek zorunda kalmıştı. Çok konuşuyor ve tehdit ediyordu. Belli ki bu yağmacılar onu kurtarmaya gelmişlerdi. Kheiron çocuğu miğferin arkasından incelediğindi şişmiş mor gözaltlarını gördü. Uzun zamandır burayı gözetliyor olmalıydı.

  Kül olmaya başlayan kulübeden sıçrayan ateşler, ormana kadar geliyor ve ormanın ilk sırasındaki meşeleri tutuşturmaya başlıyordu. Nick hala ayılmaya çalışıyordu fakat aldığı son darbe onu gerçekten bitkin düşürmüştü. Anlık bir heyecanla kemerini yokladı ve eli ılık Styks çeliğine değince, kendine güveni geri geldi ve doğrulmaya çalıştı. Doğrulduğunda etrafa bakınırken Johan’ın kendisine yabancı biriymiş gibi baktığını gördü.

   “Ne yapmaya çalışıyorsun Nick? En az otuz kişiler, bu tehlikeyi göze alamayız. Doğru anı kollayıp…”

  Nick çocuğun sözünü kesmek zorunda kalmıştı. “Doğru anı kollamaya çalışırsak orman ve onun içindeki tüm varlıklar kül olacak Johan – biz de.”

  Döndü ve Kheiron’a baktı. Asırların ve tüm kahramanların hocası, emeğinin çöpe gittiğini düşünüyordu sanki. Kafasını kaldırdı ve başını yavaşça salladı, strateji tartışması yapan iki çocuğa baktı.

  “Kesin şunu çocuklar, sanırım ilk defa Nick haklı.” Nick ne kadar bozuntuya vermese de içerlemişti bu durumu. Kheiron işaret parmağıyla alnını kaşıdıktan sonra devam etti. “Eğer saldırmazsak eğitim göreceğiniz bir alan olmayacak.” Johan yavaşça homurdandı. “Şöyle saldıracağız, beni iyi dinleyin…” Kheiron tüm planı noktası virgülüne kadar anlattı. Johan Kheiron’un planının iyi olduğunu söyledi ama Nick neredeyse bağırarak itiraz etmeye başladı.

  “Hayır Kheiron! Beni bu nereden fırladığı belli olmayan, baygın, sinirli ve yaralı yaban domuzu ile bu yabani ormanda bırakacağına, cehennem tazılarına yem et, en azından huzura kavuşurum.”

  “Saçmalama Nick, kendin söyledin, baygın zaten.”

  “Kahrolsun ki bu yabani hayvan eninde sonunda uyanacak!”

  “Sen de gözünü açtığında ilk ve son göreceği şeyin yumruğun olmasını sağla.”

  “Denerim, hadi siz eğlencenize bakın.”

  Bu sitem dolu sözlerden sonra Nick yabancı çocuğun yanına oturdu. Alevsaçan’ı kılıfından çıkardı ve çocuğun kafasından beş santimetre uzağa batırdı ve Johan’a imrenerek sırtını ağaca dayadı.

                                                            *  *  *

  Kheiron ile Johan planı son kez gözden geçirdiler. Johan demin yere bırakmış olduğu sararmış kağıtlardan üstünde karınca duası gibi bir şeyler yazanı aldı ve okun ucuna dikkatlice yerleştirdi. Geriye kalan beş kağıttan üçünü Kheiron aldı ve Johan’a döndü.

  “Yer değiştirerek at. Nerede olduğunu anlamasınlar.”

  “Zaten nereden attığımı görebilmeleri için ya rüzgarın, ya da Apollon’un çocuğu olmaları gerekir.”

  Kheiron gülümseyerek “Rastgele o zaman” dedi ve dikkatlice eğitim alanının etrafını saran sabahları cıvıl cıvıl, geceleri ise tehlikeli ve korkutucu ormanın karşısına geçti. Johan yayını hazırladı. En uygununu arıyordu, sonra bir tanesini buldu. Yunan savaşçı miğferinin yanından fırlayan tutam tutam sarı saçları onun erkek olmadığını belli ediyordu. Johan yağmacıları biraz daha inceleyince yaklaşık on tanesinin kız olduğunu fark etti. Neyse, umurunda değildi. Önemli olan Kheiron’un verdiği görevi yerine getirmesiydi. Hazırlandı, sonra yayını tam kızın kalbine nişanladı. Zırhı delmemesini ümit etti. Çünkü Kheiron hiçbirini öldürmemeleri gerektiğini, yoksa Ares’in gazabına uğrayacaklarını söylemişti.

  “Tınn”

  Ok ucundaki kağıtla beraber yaydan çıktı. Ardından tam da hedeflediği gibi kızın kalbine denk geldi. Darbenin yarattığı etkiyle kız iki adım geriledi. Dizlerinin üstüne düştü. Sonra bütün hepsi bağırıp çağırarak kızın başına toplandılar. Bağıra bağıra bir şeyler söylüyorlardı, yirmi dokuz kişi aynı anda konuşunca tam bir gürültü kirliliği oluyordu.

  Johan ise gövdesi, kendi gövdesinin iki katı olan bir meşenin arkasına saklanmıştı. İçinden kendine küfürler ediyordu. Onu öldürmemesi gerekiyordu ama onu öldürmüştü…
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 17!)
Gönderen: cankutpotter - 13 Eylül 2010, 20:13:42
Ellerine sağlık. erçekten harika ve aksiyon dolu bir bölümdü. Ellerine sağlık. Devamını bekliyorum. Yalnız bir öneri: Daha uzun bölümler...
Başlık: Ynt: Nick Turedo ve Ulaşılmaz Saray (Bölüm 17!)
Gönderen: LegalMc - 13 Eylül 2010, 21:00:29
Teşekkürler. Bölümleri daha fazla uzatmaya çalışırım :)