Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: KoyuBeyaz - 31 Mayıs 2010, 15:15:06

Başlık: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 31 Mayıs 2010, 15:15:06
Bölüm 1 - Yanlış Zaman, Yanlış Yer (http://www.kayiprihtim.org/forum/turkuaz-t7536.0.html;msg81292#msg81292)
Bölüm 2 - Borç (I. Kısım) (http://www.kayiprihtim.org/forum/turkuaz-t7536.0.html;msg81583#msg81583)  
Bölüm 2 - Borç (II. Kısım) (http://www.kayiprihtim.org/forum/turkuaz-t7536.0.html;msg81906#msg81906)
Bölüm 3 - Mezuniyet (http://www.kayiprihtim.org/forum/turkuaz-t7536.0.html;msg83586#msg83586)
Bölüm 4 - İstanbul Geceleri (http://www.kayiprihtim.org/forum/turkuaz-t7536.0.html;msg84908#msg84908)
Bölüm 5 - O'nun Hikayesi (http://www.kayiprihtim.org/forum/turkuaz-t7536.0.html;msg94592#msg94592)
Bölüm 6 - Tahammülün Sınırı (http://www.kayiprihtim.org/forum/turkuaz-t7536.0.html;msg94908#msg94908)
                            


Bölüm 1 - Yanlış Zaman, Yanlış Yer
 
  ''Son 5 dakika arkadaşlar, isterseniz yavaş yavaş toparlayın.''
 
  Gözetmenin yaptığı duyuruyla sınıftan oflayıp puflama sesleri çıktı belli belirsiz. Hedefine ulaşamayacak olan çok insan girmişti bu yıl sınava. Erken ısınan havaların da etkisiyle bir çok kişi çalışmayı erken bırakmıştı ve hepsinin zihni şu an ‘keşke’ler ile doluydu. Orta kısmın en arka sırasında oturan beyaz tişörtlü genç hariç herkesin kafası, önlerindeki sınav kitapçığına gömülmüştü. O ise sınavı çoktan bitirmiş, ellerini kafasının arkasında birleştirmiş, etrafı izliyordu. Gözetmenlerden biri yavaşça yanına gelene kadar, kapıya en yakın sırada oturan kahverengi saçlı kızı izlemeye devam etti.

  ''Bitirdin mi?'' diye kulağına biri fısıldayınca birden irkildi Selim. Kafasını çevirdi, gözetmen yanındaydı. 'Bi milleti dikizlediğimizi düşünmedikleri kalmıştı, tam oldu şimdi.' diye düşündü ve gülümseyerek ''Evet, çok zor değildi.'' diye cevap verdi.

  ''Kontrol etmiyor musun?'' diye sordu gözetmen gene fısıltıyla.

  ''Daha fazla kaldırabileceğimi düşünmüyorum açıkçası.'' diye cevap verdi Selim. Aslında şu an düşündüğü tek şey bir an önce dışarı çıkıp sigara içmekti. Gözetmenin ''İyi bakalım.'' deyip yanından ayrılmasıyla cebini yokladı, sigarası olmadığını hatırladı. Sadece kendisi duyabilecek şekilde bir küfür savurdu, kapıdan girerken cep telefonları için üzerini arayan adam sigaraya izin vermemişti. Uzun süre ısrar etmesine rağmen adam bana mısın demeyince kapıdan geri dönmek zorunda kalmıştı. Sınava girmemeyi düşünmüştü en başta, ama sonra kendisine bir 'oha' çekip, sigarayı saklayacak bir yer bulmanın daha mantıklı olacağını düşünmüştü.

  Kahverengi saçlı kıza baktı tekrar. Elini çenesine koymuş kağıdını gözden geçiriyordu. Sınıftaki diğer herkes gibi telaşlı bir havada değil gibiydi. Sınava girerken bir an göz göze geldiklerinde kızın zümrüt yeşili gözleri Selim’in beynine kazınmıştı, öyle ki sınav başladıktan 5 dakika sonra ancak ilk soruya bakabilmişti.

  ''Son 1 dakika.''

  Kız elini çenesinden çekti – bu kez de bileğindeki mavi bilezik çekmişti dikkatini Selim’in – kalemini alıp küçük el çantasına koydu, kitapçığını kapattı ve cevap kağıdıyla üst üste koyarak geriye yaslandı. Selim kızın her hareketini dikkatle izliyordu, hareketlerinde bir zerafet var gibi gelmişti ona. Neden sonra kafasını iki yana salladı ve her zaman yaptığı gibi kendisiyle çelişkiye düştü. 'Hakkaten kızı dikizliyoruz yuh abi ya'  diye düşündü ve gözlerini kızdan alarak masanın üstünde kendisine ait olan şeyleri toplamaya başladı. Sadece bir kalem ve silgiyle gelmişti zaten sınava, onları cebine attığı anda da zil çaldı. Ayağa kalkıp cevap kağıdını ilk veren o oldu, bir an önce çıkıp sigara içmesi gerekiyordu. Ne var ki kapıdan çıkacağı sırada gene mavi bilezikli kız çarptı gözüne ve olduğu yerde bir anda durup zaten bağlı olan ayakkabılarını tekrardan bağlamaya koyuldu. Kız kağıdını verdi, sakin ve yavaş bir şekilde kapıya doğru ilerledi, kapıdaki kalabalık dağılana kadar kenarda bekledi. Sonunda sınıftan çıktığında Selim ayakkabılarını 3 kez çözüp yeniden bağlamıştı.

  'Hay sonunda.' dedi Selim kendi kendisine ve sınıftan en son çıkan kişi oldu. Ama koridordaki kalabalığı hesaba katmamıştı, öyle ki hemen arkasından çıktığı kız çoktan kaybolmuştu kalabalıkta. Sesli bir 'of' çekti ve 'Sapık gibi milleti takip edersen böyle olur işte Selim efendi..' diye düşünerek kalabalığa karıştı.

  Okulun bahçesi oğullarını ve kızlarını bekleyen ebeveynlerle doluydu. Sınavdan çıkanlardan bazıları kısa bir süre kendilerini bekleyen kişileri aradıktan sonra bir kucaklaşma ve kutlama faslına girerken, bazıları bir an önce eve gitmek için acele ediyordu, bazılarıysa yarı ağlamaklı, yarı kızgın etrafta dolaşıyorlardı. Selim okuldan çıktı, çoğu kişinin yaptığı gibi merdivenlerin başında bir süre durdu ve etrafa baktı. Tek fark onun bir yakınını değil tanımadığı bir kızı arıyor olmasıydı.

  Okulun bahçesini dolduran büyük kalabalığa iyice baktı, aradı, aradı ama sonunda umudunu yitirdi ve merdivenlerden inip, kimseye çarpmamaya çalışarak okulun bahçesinden çıktı. Bir sokak yandaki küçük evin bahçesine doğru ilerledi, sigara paketiyle çakmağını sakladığı yere doğru. 'Kimse fark etmemiştir inşallah iki saat içinde' diye dua ederek sigarayı koyduğu küçük oyuğu buldu. Elini oyuğa soktu, içini yokladı ve yüksek sesle küfür etti. Birisi bulup almış olmalıydı. Ellerini beline koyup etrafa baktı, sonra yine kendi kendine kızdı. 'He adam sigarayı alıp burada bekler zaten.' Şansına ve kapıdaki görevliye içinden bir küfür daha yolladı ve köşedeki tekelin yolunu tuttu.

  Dükkana girdi, ufak bir mahalle bakkalıydı burası. Eski masanın başında gazete okuyan yaşlıca bir adam vardı ve onun girdiğini görmemişti.  ''Hayırlı günler dayı.'' diye birazda yüksek sesle bir selam verdi Selim. Adam gazetenin üzerinden Selim’e baktı, ağır hareketlerle ayağa kalktı ve ''Buyur.'' dedi.

  ''Bir paket Marlboro Light.'' diyerek yirmi lira koydu Selim masaya. Yaşlı adam arkasındaki sigara standında Marlboro’yu ararken, Selim sakız almak için döndüğünde dükkanın camından mavi bilezikli kızı gördü. Sokaktan yukarıya doğru tek başına yürüyordu. Sınıftan çıkarken olduğu gibi gene yavaş ve zarif adımlarla çıkıyordu yokuşu. 'Zarif mi? Abi zarif ne Allah aşkına, iyice paranoyak olmuşum ben ya.' diye düşündü.

  ''Bozuk var mı?''

  Kafasını çevirdi, yaşlı adam paketi masanın üzerine koymuş kasa olarak kullandığı çekmecede para arıyordu. ''Yok dayı.'' dedi ve kızı kaybetmemek için camdan izlemeye devam etti Selim. Yokuşun sonuna gelmişti ve görüş alanından çıkmak üzereydi. Adama baktı, hala para arıyordu.

  ''Dayı sen o on lirayı ver, üstü sende kalsın.'' dedi adamın elindeki on lirayı göstererek. Masanın üzerinden paketi alıp cebine attı. Adamdan parayı bir çırpıda aldı, hızlı adımlarla dükkandan çıktı ve kızın çıktığı yokuşu koşarak çıkmaya başladı. ''Ulan iyi ki sınav bitti, saniyesinde atraksiyon yarattın kendine yine.'' dedi seslice, yokuşun sonuna varırken. Yokuşun sonuna geldi, sağa sola baktı, kızın soldaki sokakta ağır ağır yürüdüğünü gördü. 'Hadi bakalım, ne kadar paslanmışsın görelim Selim.' diye düşündü ve kıza doğru ilerlemeye başladı. Cebinden sigara paketini çıkardı ve açtı, ağzına bir dal aldı. Cebini yokladı, ardından bir küfür daha savurdu..  Ateşi yoktu, bakkaldan apar topar çıkınca kibrit almayı da unutmuştu. Ateş sorabilecek birini bulmak için etrafına bakındı, sokak kız ve onun dışında bomboştu. 'Ulan kafa dinlemek istesem boş bir oda bile bulamam, ateş istiyorum Pazar günü koca sokak bomboş.' Sigarasını ağzında tutarak kızı takip etmeye devam etti.

  Kız yürürken arada bir çevresine bakıyordu ama Selim’i görmemiş gibiydi. Yavaşça ilerliyordu, 'Eve gitmeye can atmadığı belli.' diye düşündü Selim. 'Sınavı pek iyi geçmemiş anlaşılan.' Selim tam cesaretini toplamıştı ve kıza yaklaşıyordu ki, kız sağa saptı. Selim hızlandı, kızın döndüğü sokağa döndü.

  Uzun apartmanların gölgesinde kalan dar bir ara sokaktı burası. Selim etrafına bakındı, ileriye gidiyordu sokak yalnızca. Ama kız ortalarda yoktu. 'Haydaaa. Ulan daha yeni döndü buraya, takip ettiğimi sanıp kaçtı mı ki?' Etrafına bir kez daha baktı, birkaç adım yürüdü ama kızdan eser yoktu.

  'Eh Selim, yeter bu kadar aksiyon sana herhalde.' diye düşündü ve geri döndü ki, sokağın başında bir adam gördü.  Gölgede duruyordu ve üzerindeki siyah giysilerle şapkası yüzünü kapatıyordu. Ellerini önünde kavuşturmuş bekliyordu. Selim’in ilk dikkatin çeken şey ise adamın üzerindeki pardesü oldu. Hava sıcaktı, hatta bunaltıcı derecede sıcaktı ve öğlen vaktiydi ama adam kalın ve siyah giysiler giymişti.  Selim bir an durdu, adamın yüzü görünmese de kendisine bakıyor gibi hissetmişti. Arkasına baktı, kimse olmadığını görünce biraz daha huzursuz oldu. Sonra 'Ne olabilir ki.' diye düşündü, 'Üzerimde zaten azıcık para var, en fazla onu kaptırır eve otostop çekeriz.' Böyle ilginç olayların başına gelmesini severdi Selim. 'Fena mı abi? Anlatacak ilginç bir hikayemiz olsun şu hayatta.' Sokaktan çıkmak üzere yürümeye başladı, adam hareketsiz kendisini izliyordu. Adamın yanından geçip gitmeyi düşünüyordu Selim, ama biraz da çılgın bir düşünceyle durdu ve ''Pardon, ateşiniz var mı?'' diye sordu.

  Adamın yüzünü artık net bir şekilde görebiliyordu ve soruyu sorar sormaz bunu yapmaması gerektiğini anlamıştı. Adamın yüzünün sol tarafı tamamen deforme olmuştu. Uzunca bir yara izi ve büyüklü küçüklü yanık izleriyle kaplıydı yüzü. Boynu ve vücudunun görünen bütün kesimleri lekeler ve yara izleri içindeydi. Adamın çatlamış dudakları hafifçe büküldü, kısık gri gözleri Selim’e dikilmişti.

  ''Ateş mi?'' dedi buz gibi gırtlaktan gelen bir sesle.

  Selim’in ağzı açıldı, az önce koymuş olduğu dal dudaklarını arasından kurtuldu ve yere düştü. Adam elini bir saniye içinde havaya kaldırdı ve pardesünün kolundan uzun, kırmızı renkli bir kılıç çıkardı. Selim geriye doğru bir adım attı, ama adam boştaki eliyle onun yakasına yapışmıştı bile.

  ''Turkuaz nerede?'' diye sordu adam gene o gırtlaktan gelen boğuk sesiyle.

  Selim afallamıştı, fal taşı gibi olmuş gözbebekleri kılıca dikilmişti. Adam bir an gözlerini Selim’den ayırdı, aniden tuttuğu yakayı bıraktı ve geriye doğru sıçradı. Selim ne olduğunu anlayamadan yukarıdan tam önüne biri atladı ve parlak bir metali adama doğru fırlattı. Adam kılıcıyla tek bir hamle yaparak kendisine fırlatılan metali savuşturdu ve dudakları kıvrıldı.

  ''İzini bulmak düşündüğümden kolay oldu.'' dedi o boğuk sesiyle tane tane.

  ''İnan bana, seninkini bulmaları hiç kolay olmayacak!''

  Selim irkildi, önüne atlayan kişinin bir kız olduğunu ancak konuşunca fark edebilmişti, gözlerini adamdan alamamıştı o ana kadar. Önüne atlayan kız kahverengi saçlıydı, mavi bir bilezik vardı kolunda. Kız elini düz bir şekilde tutarak bacağına götürdü, pantolonun bacağını yanlamasına sıyırdı ve bacağına bağlı uzunca bir bıçak çıkardı. Bir hamlede pantolonunu geri kapattı. Selim şok üstüne şok geçiriyordu, önünde takip ettiği kız ile az önce kendisine kılıç çeken iri yarı bir adam bıçak ve kılıçlarla birbirlerine girmişlerdi!

  Adam üst üste hamleler yaptı kılıcıyla, kız hepsini savuşturdu ama geri geri gidiyordu yavaş yavaş. Adam kılcını ileriye savurdu, kız son anda bıçağıyla metali durdurdu. Adam kendisi etrafında yarım saniyede dönerek kızın bacaklarına savurdu kılıcını, kız geriye doğru sıçrayarak kaçındı, Selim’in yanına kadar gelmişti artık. Selim’e bir saniyelik bir bakış attı ve elini kaldırdı, Selim’in bilmediği bir dilde bir şeyler fısıldadı ve avucunun içini adama doğrulttu. Bir anda kızın elinde mavi bir dalga yayıldı, parça parça ışınlara bölündü ve adama doğru son sürat ilerlemeye başladı. Adam bir adım geri çekildi, gülümsemesi büyüdü. İlk ışını kılıcıyla durdurdu. İkinci ışından son anda yana doğru eğilerek kaçtı, kılıcını bir kez savurarak iki mavi ışını daha savuşturdu. Son ışın tam adamın yüzüne isabet etmek üzereyken adam olduğu yerde durdu ve tek hamlede eliyle ışını tuttu.

  Selim yavaşça küfretti, neler olup bittiğini anlamıyordu ve düşünebilme yeteneği şimdilik kaybolmuştu ama bu hamleden kurtulamaz demişti kendi kendine. Adam mavi ışını paramparça ederek kıza doğru yürümeye başladı,kız savunma pozisyonunu almıştı tekrar. Bir an adam durdu, kafasını çevirdi ve kıza dönerek tehditkâr bir ses çıkardıktan sonra tek hamlede duvara doğru sıçrayarak ortadan kayboldu. Kız adam görüş alanından çıkar çıkmaz elindeki bıçağı beline koydu ve Selim’in bileğinden tutup sokağın sonuna doğru koşmaya başladı.

  Selim düşünebilme yeteneğini geri kazanana kadar iki sokaktan ve bir caddenin ortasından koştular, en sonunda bir ara sokakta durdular. Kız tek kelime etmeden önündeki garajın kapısını açmaya uğraşırken Selim yavaş yavaş kendine geliyordu. Kafası yüzlerce düşünceyle dolmuştu ve beklemediği bu heyecanın ardından böyle bir koşu tamamen nefesini kesmişti. Elleri dizlerinde hızlı hızlı nefes alıp verirken olanları tekrar düşünmeye başladı, ama bir anlam veremeyince vazgeçti bundan. 'Selim.. senin izleyeceğin kızın..' diye düşündü ve kafasını kaldırdı.

  Bu kadar aksiyondan sonra nefessiz kalması normaldi ama karşısındaki manzara normalde Selim’i tek başına bile nefessiz bırakmaya yeterdi. Kız garajdan simsiyah son model bir hız motorsikletiyle çıkıyordu. Bir an kafasındaki bütün düşünceler gitti ve içinden ıslık çalmak geldi ama bunu yapmadı, içinde bulunduğu durumda kesinlikle abzürt bir hareket olurdu bu. Kız motoru sokağa çıkardı, Selim’e döndü ve bir kask fırlatarak ''Yolda sıkı tutunsan iyi edersin.'' dedi.

  Selim normalde olsa böyle bir kızla böyle bir motorsiklete binme teklifini aldığı için bile mutlu öleceğini düşünürdü, ama bugüne normal demek onun için bile ilginç olurdu. ''Dur az.'' dedi Selim. Normalde kullanacağı sözcükler kesinlikle bu kadar nazik olmazdı fakat karşısındaki kıza şu an hiçbir şey söylemeye hakkı yok gibi hissediyordu. Bir an durdu, hızlı ve tek seferde konuştu;

  ''Sen kimsin, o adam kimdi, nereye gidiyoruz ve n'oluyor burda?''

  ''Cevap istiyorsan kaskını tak ve motora bin.  En azından o adamla yalnız karşılaşmak istemiyorsan  benimle gelirsin.'' dedi kız ve motorun bağırtısı tüm sokakta yankı yaptı. Selim durdu, hayatı tehlikede olmasa bile bu sese karşı koyamayacağını biliyordu. Kaskı kafasına geçirdi ve motora bindi.

  ''Bu arada adım Selim.'' dedi öne eğilerek. Kız güldü, ''Ayça.'' dedi ve motora tam gaz asıldı.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Vladislav Drakul Tepes - 31 Mayıs 2010, 15:28:41
 Mükemmel ilk ben okudum galiba.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Jean Valjean - 31 Mayıs 2010, 17:06:08
Evet, ben de beğendim umarım çok geçmeden diğer bölümleri de okuyabiliriz. Aslında daha önce okuduğum bir yazıyı hatırlattı bana. İsmimin geçmesi de ayrı bir tat verdi. 8)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 31 Mayıs 2010, 17:15:42
  Teşekkür ederim yorumlarınız için. Hikayelerimde hep yabancı isimler ve yabancı mekanlar kullandığımı fark ettim, şöyle tamamen Türk işi bir fantastik hikaye yazayım diyerek başladım bu yazıya. Beğenmenize sevindim, devamını uzunca getirmeyi düşünüyorum.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Black Helen - 31 Mayıs 2010, 17:58:06
Türkçe adlar kullanman özellikle hoşuma gitti.Aksiyonun dozu güzel ayarlanmış.Fazla abartmamışsın.Kahramanın düşüncelerini oldukça iyi aktarmışsın.Eline sağlık hoşuma gitti bu hikaye.Takipçinim :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 31 Mayıs 2010, 18:09:01
Türkçe adlar kullanman özellikle hoşuma gitti.Aksiyonun dozu güzel ayarlanmış.Fazla abartmamışsın.Kahramanın düşüncelerini oldukça iyi aktarmışsın.Eline sağlık hoşuma gitti bu hikaye.Takipçinim :)

Çok teşekkür ederim, bu çizgiyi kaybetmemeye çalışacağım.  :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 02 Haziran 2010, 20:41:00
                                                                    Bölüm 2 - Borç

  Honda marka siyah hız motorsikleti otoyolda makaslar atarak ilerliyordu. Motora kafasında yüzlerce düşünceyle binmiş olmasına rağmen, Selim’in şu an tek düşünebildiği motordan tek parça halinde inebilmekti. Motoru süren mavi bilezikli kızın yavaşlamaya niyeti yok gibiydi, bir kamyonu daha riskli bir şekilde sollayarak Selim’in yüreğini belki yirminci kez ağzına getirdi. Neden sonra motor hızını yavaşlatarak otoyoldan ayrıldı. Sessiz ağaçlık bir tepeyi yokuş yukarı çıkarlarken Selim’in kollarına motora tutunmaktan dolayı ağrı girmişti.
 
  Tepeyi çıktıktan sonra motor, ağaçlık bir alanın içerisindeki toprak yola dönüp biraz ilerledi ve uzunca bir ağacın gölgesinde durdu. Ayça motordan inip kaskını çıkardı, ağaçlığın içine doğru tek kelime etmeden yürüdü ve eliyle gel işareti yaptı Selim’e doğru. 'Abi bu motordan indiğim için seviniyorum ya, günün en garip olayı bu herhalde.' diye düşünerek kızın peşine takıldı Selim. Kısa bir süre yürüdükten sonra ufak bir açıklığa geldiler.
Ayça durdu, yüzünü Selim’e döndü ve ifadesiz bir yüzle bir süre onu izledi. Selim etrafına baktı, bir çeşit gizli kapı veya karargah girişi gibi bir şey görme ihtimali üzerinde duruyordu. Etrafta ağaçtan başka hiçbir şey olmadığına ikna olunca kendisini izleyen kıza soran gözlerle baktı. Ayça yüz ifadesini değiştirmeden ve gözlerini Selimden ayırmadan elini cebine attı ve küçük bir şişe çıkartıp fırlattı. Selim şişeyi havada yakaladı.

  ''Tek seferde hepsini iç, tadı kötüdür.''

  Selim şişeye baktı. Ufak silindir şeklinde cam bir şişeydi ve içinde yarı saydam sarı bir sıvı doluydu. Küçük tıpayı çıkarttı ve sıvıyı kokladı, çok hafif bir kokusu vardı. 'Matrixte hap vardı şimdide sıvısını mı yapmışlar?' diye düşünerek tıpanın ağzını kapattı ve kendisini izlemekte olan Ayça’ya döndü.

  ''Ne bu?''

  ''Yalnızca iç.''

  ''Ve sonra?'' Bu kez rahatsız olmuştu. İnsanların davranışları ve sakladıkları şeyleri bulma konusunda oldukça iyiydi Selim. Çoğu kez arkadaşlarının bir derdi olduğunda ya da gizli bir sürpriz partinin varlığında ilk öğrenen o olurdu. Çok düşünüp az konuşmasından kaynaklandığını düşünürdü bunun, her ufak ayrıntıya dikkat eder, üzerinde düşünürdü. Şu anda karşısında ona bakan kızın ifadesiz suratından anladığı şey, elindeki sıvının içmek isteyeceği bir şey olmadığıydı.
Ayça cevap vermedi, ufak bir of çekip kafasını salladı. Sonra daha kararlı bir şekilde kafasını kaldırıp hızlı ve sert bir biçimde konuştu:

 ''Bugün gördüğün şeylerin hiçbirini görmemiş olman gerekirdi. O sokakta bile olmaman gerekirdi. Araya girmeseydim o adamın gözünü kırpmadan seni öldüreceğini söylememe gerek yok herhalde?''

  'Bu kadar kızmasının ne anlamı var?' diye düşündü Selim. 'Orada olmamam gerektiğini biliyorum ama ordaydım işte. Hem neden bunları şimdi söylüyor?'

  Ayça derin bir nefes aldı, kontrolünü tekrar sağlaması uzun sürmedi.

  ''Elindeki sıvı sana bugün görmemen gereken şeylerin hepsini unutturacak, bugünü sıradan bir günmüş gibi hatırlayacaksın.''

  ''Ya bunu istemezsem?''

  ''Tek kelimemle seni felç eder boğazından aşağıya o sıvıyı ben dökerim!'' Kısa, net ve kesin bir cevap.

  Selim aldığı tehditin ciddiyetini anında kavramıştı ama kafası gene ayrıntılara kayıyordu. Madem her şeyi unutacaktı, neden buraya kadar gelmişlerdi ki? Hem burada bulunuşunu nasıl hatırlayacaktı? Kendisine dikilmiş zümrüt yeşili gözlere baktı tekrar. 'Mantıksız.' diye düşündü. 'Her zaman hayatımın sıradanlığından şikayet ederdim, şimdi elime geçen muazzam bir şans var ve bunu kendi isteğimle kenara itmemi istiyorsun benden. Hem de kızarak mı? Şansımı denerim arkadaş..'

  ''O zaman öyle yapalım.'' dedi Selim mümkün olduğunca kararlı konuşmaya çalışarak. ''Nasıl olsa eve gittiğimde hayatım değişecek. Bunun babamın elinden değil kendi elimden olması şansını tepemem.''

  Ayça yüzüne tekrar duygusuz bir ifade yerleştirmişti.

  ''Neden işimi zorlaştırıyorsun ki?'' dedi ve cevap beklemeden geldiği yerden geriye doğru hızlı adımlarla yürüdü. Selim içinden 'Üzgünüm.' diye geçirdi ve elindeki şişeye bir kez daha baktıktan sonra onun peşinden gitti.

  Toprak yola geri çıktığında Ayça motora yaslanmış onu bekliyordu. Geldiğini görünce önce herhangi bir tepki vermedi, sonra tek düze bir sesle konuştu;

  ''Hayatının sıradanlığını özleyeceğin bir dünyaya girmek üzeresin. Kararın kesin mi?''

  Selim elini cebine atıp şişeyi çıkardı, motora doğru yürürken Ayça’ya geri fırlattı. ''Birkaç soru sorsam yanıtlarsın herhalde?'' dedi. Ayça şişeyi tuttu, sonunda pes ederek gözlerini devirdi. Kaskını takıp motoru çalıştırdı ve ''Atla.'' dedi.
Selim olduğu yerde durdu, tereddütlü bir bakış attı motora doğru. Ayça Selim’in yüzündeki ifadeyi görünce ilk kez gülümsedi. ''Yavaş kullanacağım, söz.'' diye güvence verdi. Selim sırıttı, kaskını takıp motora bindi ve gök gürültüsü gibi bir ses çıkardıktan sonra geldiği yoldan geri döndü motor.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: nobody - 03 Haziran 2010, 17:14:01
İki bölümde harika. Bu arada isimlerin Türkçe olması güzel olmuş. Böyle hikayelerde hep yabancı isimler kullanılır ama seninkine ayrı bir hava katmış Türkçe isimler. Takipçinim. Böyle devam et :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Amras Ringeril - 03 Haziran 2010, 20:54:49
Aslında epey güzelmiş öykü. Girecekleri dünyayı özellikle merak ediyorum çünkü, motorcu bir karakter fazla görülmüyor bu ortamlarda :)

Yalnız belirtmek istediğim şey, öykünün en başlarının çok daha güzel olması. Başlardaki hikaye ilerleyişi çok hoşuma gitmişti. Aksiyon kısımlarında hafif zayıflık sezdim ama toparlandı sonra. Güzel ilerleyen okunaklı bir hikaye olmuş, tebrikler.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 03 Haziran 2010, 21:32:20
Çok teşekkür ederim yorumlarınız ve eleştrileriniz için. Türkçe isimler gerçekten güzel bir hava katıyor, olayı özellikle İstanbul'da devam ettirmeye çalışacağım aynı zamanda. Haftasonu arkadaşlarınızla gittiğiniz mekanı bu hikayede de görme şansınız olsun istiyorum.  :)

Bu arada ikinci bölüm bu kadar kısa değil, maalesef 15 gün kadar bir ara vermem gerekebileceği için bu kadarını koydum. Diğer parça ikinci bölümün devamı olacak. Ayrıca bu hikayede çok fazla aksiyonluk bölüm olmayabilir, gene de elimden geldiğince katmaya çalışacağım.
Tekrar teşekkürler yorumlar için!
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 07 Haziran 2010, 18:14:50
                                              Bölüm 2 – Borç (Devam)
  Üsküdar sahilindeki tüm kafeler sınav stresini atmak için gelen gençlerle doluydu. Havanın güzelliğini fırsat bilip boğaz kıyısında gezmeye çıkan insanlara kalabalık öğrenci grupları da katılınca, kaldırımlarda bile adım atacak yer kalmamıştı. Sahil yolunda tıka basa dolu otobüsleri tek tek sollayarak geçti siyah motorsiklet, ve yarım saatlik 'yavaş' yolculuğunu boğazın hemen dibinde kurulu bir kafenin önünde bitirdi. Motordan indiklerinde Selim biraz rahatsız olmuştu çünkü tıka basa dolu kafedeki tüm gözler motora ve motordan inen kıza çevrilmişti.

  ''Senin dikkat çekmeyen bir tip olman gerekmiyor mu?'' diye sordu. Ayça hafifçe gülümsemekle yetindi, tüm meraklı bakışların arasından rahatça kafeye girdi ve sanki kendisi için ayırtılmış gibi boş duran tek masaya oturdu. Çalışanlarında bir gözü üzerlerinde olduğu için bir çay ve bir neskafe istemeleri hiçte uzun sürmemişti. Selim ayrıca gelen garsondan ateşte almış ve en sonunda hasretini çektiği sigarayı yakabilmişti.

  ''Başla bakalım.'' dedi Ayça.

  'Şimdi başlayayım da, nereden?' diye düşündü Selim, sonra henüz yeni söyledikleri içeceklerin gelmesiyle lafı bölünmesin diye biraz beklemeye karar verdi ve bakışlarını boğaza doğrulttu. Ayça sanki anlamış gibi üzerine gitmedi ve sakince bekledi. Garson bugünkü en hızlı servisini yapıp neskafeyi Ayça’nın, çayı da Selim’in önüne koyduğunda o hala düşüncelere dalmış boğaza bakıyordu.

  Çay kaşığının fincana çarparken çıkardığı ses kendine getirdi Selim’i. Düşüncelerden sıyrılıp döndü, Ayça sakince neskafesini karıştırıyordu. Kısa bir süre karşısındaki kıza baktı, sormayı düşündüğü ilk soru bir başkasıyla yer değiştirmişti.

  ''Sen'' dedi aniden. ''Kimsin, nesin?''
Kız sakinliğini bozmadı, neskafesini karıştırmayı bırakıp bir yudum aldı ve Selim’e bakıp konuşmaya başladı.

  ''Ne olduğumu tam olarak anlatabileceğim bir kelime yok. İster büyücü de, ister sihirbaz. Ya da herkesin beni tanıdığı şekliyle, Turkuaz diyebilirsin.''

  ''Turkuaz'' diye tekrar etti Selim. Kendisine saldıran pardesülü adam geldi birden gözünün önüne, kendisine ''Turkuaz nerede?'' diye sormuştu. 'Tahmin etmem gerekirdi' diye düşündü. ''Peki o yaptıkların neydi? O ışın mıdır büyü müdür elinden çıkan şeyler?''

  ''Bir çeşit büyü diye düşünebilirsin.''
  'Az daha açıklayıcı olsan.' Çayına iki şeker atıp karıştırırken ''Nasıl yani büyü?'' diye sorusunu açtı.

  ''Bak, bilimsel açıklamasını yapmak çok uzun sürer, sadece büyü yapabildiğimi düşünsen şimdilik daha rahat anlarsın her şeyi. Bu arada..'' diyerek lafını yarım bıraktı ve masanın üzerinden elini uzattı. ''Bileğini ver.'' Selim Ayça’ya bir bakış attı, kız gayet sakin bir şekilde elini uzatıyordu kendisine. Bir an tereddüt ettikten sonra yavaşça çayını bırakıp sağ bileğini Ayça’nın elinin üzerine koydu. Ayça bileği sıkıca kavradı ve gözlerini Selim’den ayırmayarak konuştu.

  ''Bugün gördüklerini ve sana anlatacaklarımı hiçbir şekilde hiç kimseye anlatmayacağına yemin etmen gerekiyor.'' dedi.
 
  'İyide bileğimi niye sıkıyorsun' diye düşündü Selim, soran gözlerle eline baktı Ayça’nın. ''Haydi'' dedi Ayça. ''Öğrenmek istiyorsan yemin etmek zorundasın. Ya da hafızanın silinmesini istemiyorsan.''

  'Oh, kızdan tehditi de yedik, tam oldu.' Masalarına kaçamak bakışlar attıklarını fark ettiği bir grup lise öğrencisine sert bir bakış attı ve hala bileğini tutan Ayça’ya dönerek ''Ne söylemem gerekiyor şimdi?'' diye sordu.

  ''Bugün gördüklerini ve duyduklarını bir sır olarak saklayacağına yemin et, lafı dolandırmadan.''

  ''Başka bir şansım yok sanırım?'' diyerek şansını denedi Selim.

  ''Hayır.'' Gene net ve kesin bir cevap. Bir of çekerek son kez etrafına baktı ve ne dediğine pekte dikkat etmeden yemin etti.

  ''Bugün gördüğüm, duyduğum, öğrendiğim hiçbir şeyi kimseye söylemeyeceğim. Görmedim, duymadım, bilmiyorum.'' dedi tek seferde. Ayça’nın eli biraz daha sıkıldı, bileği hafiften yanmaya başladı Selimin. Kafasını indirip baktı, kızın mavi bileziği parlıyordu. Bileği birkaç saniye daha yanmaya devam etti ama Selim istifini bozmamaya gayret ediyordu. Sonunda Ayça elini gevşetti ve bilezik parlamayı kesip eski haline döndü.

  ''Eğer bunlardan kimseye bahsedecek olursan, seni gördüğüm anda anlarım.'' dedi ve elini çekti. Selim bileğine baktı, neden yandığını anlaması uzun sürmedi. Siyah bir dövme gibi ince çizgiler sarmıştı bileğini. Elini kaldırıp dikkatlice baktı, ayaküstü dövme yaptırmış gibi hissediyordu. Dikkatli bir şekilde inceledi bileğini, 'Aslında iyi olmuş baya' diye düşündü. Kafasını kaldırıp Ayça’ya baktı.

  ''Geçecek mi bu?''

  ''Sana yeteri kadar güvendiğimde geçer.''

  'Yani buna alışsan iyi edersin olum Selim.' diye düşündü. ''Şimdi sorularıma devam edebilir miyim bari?'' Ayça kafasını evet anlamında salladı ve neskafesinden bir yudum daha aldı.

  ''O pardesülü adam kimdi?''

  ''Onu, 'Gölge' diye tanırlar. Gerçek adını bilmiyorum, ya da nereli olduğunu. Sadece istediği kişinin karşısına çıkar ve istediğini alıp gene kaybolur.''

  ''Seni neden istiyor peki?'' Selim bu adamı çok merak etmişti, baştan sona gizem dolu ve şimdi düşündüğünde epey karizmatik bir tarzı olduğunu söyleyebilirdi.

  ''O adam bir avcı. Bir çeşit koleksiyoncu gibi düşünebilirsin. İşine yarayacağını düşündüğü ya da istediği şeyleri topluyor. Bunu yaparken de istediği şeyin eski sahibine zor kullanmaktan çekinmez.''

  ''İstediğini eninde sonunda alır diyorsun yani?'' ‘Eski’ kelimesini kullanması dikkatini çekmişti.

  ''Genelde.'' diyerek kafasını çevirdi Ayça.

  'Senden istediği şeyi alamamış belli ki.' ''Peki senden almak istediği şey ne?''

  Ayça gözleri boğaza dönük şekilde sağ elini havaya kaldırdı. Mavi bileziğini gösterdiğini anlamıştı Selim ama güneş ışığının vurmasıyla bileziğin renginin biraz da yeşile çaldığını fark etmişti şimdi. Bilezik ışıkta turkuaz renginde görünüyordu. 'Şimdi anlaşıldı.' diye düşünerek kafasını salladı. Garson boş bardakları bir çırpıda masadan alıp uzaklaştığı sırada ikisi de konuşmadı. Yalnızca Selim sigarası için bir kez daha ateş istedi. Neden sonra, sessizliği bozanda gene o oldu.

  ''Bana bahsettiğin o dünya neyin nesi oluyor peki? Senin gibi güçleri olan insanların bulunduğu bir yer falan mı?''

  Ayça bir an sessiz kalarak düşündü, sonra gözlerini gene Selim’e dikerek konuşmaya başladı. 'Şöyle bakma be kızım, bakma şöyle' diye düşünerek çaktırmadan yutkundu Selim.

  ''Kız kulesinin hikayesini bilirsin herhalde?'' dedi Ayça.

  Selim düşündü, kız kulesiyle ilgili farklı hikayeler vardı. İçinde Yunan tanrılarının olduğu bir yasak aşk hikayesi, Battal Gazi ile ilgili bir şeyler ve bir kralın kızıyla ilgili olan bir hikaye. Açıkçası şu an bunlardan herhangi birinin doğruluğuna inanabilirdi. ''Birkaç farklı şey duydum'' diye cevap verdi.

  ''Bir kralın çok sevdiği kızının ölümüyle ilgili olanı biliyor musun?''
'Tabi ki biliyorum. Kralın çok sevdiği kızının 18 yaşında bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Kızını çok seven ve bu kehanetin doğru olmasından korkan kralda kızını yılanların ulaşamayacağını düşündüğü kız kulesine gönderir. Ama kıza yemesi için gönderilen bir sepet dolusu üzümün içine saklanan bir yılan gene de kıza ulaşır ve onu sokarak öldürür. Bu hikayeyi bilmeyip de kendisine İstanbullu diyen var mıdır ki?' diye hikayeyi tekrar hatırlayarak kafasını salladı.

  ''Bu hikayeye inanıyor musun?''

  'İnanmak mı? Bu bir hikaye, inanıp inanmamam neyi değiştirir ki?' ''Hiç düşünmedim.'' dedi dürüst olarak.

  ''Peki..'' diyerek geriye yaslandı ve ellerini kavuşturdu Ayça. ''Kehanetlere inanır mısın?''

  ''Kehanet mi? Kralın kızının bir yılan tarafından öldürüleceği gibi mi?'' Kız evet anlamında başını salladı. ''Bilmiyorum.'' dedi Selim. ''Düşünmemiştim. İnanmalı mıyım?''

  Ayça gülümsedi. ''Bak, insanlar bilmek istemedikleri şeyler hakkında düşünmüyorlar. Bu, benim gibilerin çoğu kişi tarafından bilinmemesini açıklar. Ve kehanetler gerçektir. Kahinlerde öyle, inanmak istemediğin diğer bir çok şey gibi.'' Selim’in hoşuna gitmişti bu konuşma, inanmak istemediği sanılmasına rağmen o her zaman böyle şeylerin gerçek olmasını hayal ederdi.  'Hayatı güzel kılan şey sıradanlığı kıran hareketlerdir.' Onun felsefesi buydu, bir çok insan tarafından ilginç karşılanacak hareketleri kimseyi takmadan yapabilmesini de bu düşüncesine borçluydu. Zevkle geriye yaslandı ve sevdiği bir masalı dinleyen bir çocuk gibi hissederek ''Mesela?'' diye sordu.

  ''Kahinler, benim gibi büyü yapabilen insanlar, hayalciler yani anlayacağın şekilde ilizyonistler diyebiliriz. Dünya bunun gibi insanlarla dolu, İstanbul da öyle. Sana bahsettiğim dünya bu işte, sokakta yürürken saç şeklinden dolayı yadırgayarak baktığın bir adamın geceleri yaptığı şeyler gibi. Ayrıca kimseye anlatmamaya yemin ettiğin şeylerde bunlar.'' diyerek manalı bir şekilde Selim’in bileğine baktı.

  'Mesajı aldım tamam' diye düşündü Selim. Daha çok konuşulan konuya odaklanmıştı ve zaten bunları birine anlatacak olsa doğrudan deli damgası yerdi. ''İlizyonistler derken?'' Ayça iç çekti.

  ''Bunları sana anlatabilecek başka birini tanıyorum.'' dedi Ayça. ''Seni onunla tanıştırırım, bir şeyler öğretmeyi de seven bir insandır. Bolca laf yaparsınız.''

  'Fazla mı heyecanlı davrandım acaba' diye düşündü Selim, sonra 'Ulan bana dünyanın acayip acayip insanlarla dolu olduğunu söylüyor, heyecanlanıcam tabi.' diye kendisini haklı çıkardı düşüncelerinde. ''Peki, merak ettiğim bir şey daha var.''

  Devam et dercesine başını salladı kız.

  ''Neden kimsenin olmadığı o ağaçlıkta değil de herkesin bizi duyma ihtimalinin olduğu bu kalabalık kafede anlatıyorsun tüm bunları?''
Ayça kafasını hafif yana eğdi, 'Bunu zaten anlamış olman gerekirdi' demiş kadar olmuştu.

  ''O adam ara sokakta neden birden kayboldu sanıyorsun?'' diye sordu Selim’e.

  ''Ütüyü fişe takılı falan mı unutmuş?''

  Ayça ifadesini hiç bozmadan devam etti. ''Arkadan gelen insanlar vardı. ‘Gölge’ hiçbir zaman insanların karşısına çıkmaz. Çıkarsa da o insanın gördüğü son kişi olur. Yani buraya gelme ihtimali yok.''

  ''Orda dur bir dakka. Benim karşıma neden çıktı o zaman?''

  Ayça bakışlarını kaçırdı. ''Beni takip ediyordu, seninde orada olmaman gerekirdi.''

  'Bu işte bir eksik var' diye düşündü Selim. ''O zaman neden benim önüme atladın?'' Ayça kafasını çevirdi, aynı bakışla gözlerini Selim’e kilitledi. 'Yahu bakma şöyle artık!' diye içinden isyan etti Selim ama bozuntuya vermedi gene.

  ''Gölge birisini takip ederken bunu kolay kolay hissettirmez. Ama bugün takip edildiğimi başından beri hissetmiştim. O ara sokakta kaybolmamla Gölge ortaya çıktı, ama ben onu değil seni fark ettiğim için saklanmıştım.'' Selim’in kafası karışmıştı, kaşlarını kaldırıp 'ee?' der gibi bir bakış attı. ''Farkında değilsin ama o adamın beni pusuya düşürmesini sen engelledin.'' dedi Ayça. ''Kendimi sana karşı borçlu hissetmeseydim şimdiye kadar çoktan olanları unutmuş evine gidiyor olurdun. Ama sana karşı zor kullanamazdım, çünkü buna hakkım yoktu.''

  'Oha' dedi Selim içinden. 'Karşıma ağzı yüzü yara içinde olan dev gibi bir adam çıkıp bana kılıç çekiyor, takip ettiğim kız birden önüme atlayıp hayatımı kurtarıyor ve bana hayal bile edemeyeceğim şeyler anlatıyor, şimdi ben bu kızın hayatını kurtarmış oluyorum.' 'E oha!'

  Ayça’nın oturduğu yerden kalkmasıyla Selim düşüncelerinden sıyrıldı.

  ''Artık kalkmam lazım. Evine git, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam et. Ben sana ulaşırım.'' dedi Ayça ve kafedeki neredeyse bütün erkeklerin bakışları arasından hızlı ve rahat bir şekilde yürüyerek çıktı.

  Selim hala olduğu yerde oturuyordu, kafası fazla mesai yapıyordu bugün. Ne kadar olduğunu bilmediği bir süre daha oturdu kafede. Dördüncü çayı ve altıncı sigarasından sonra kafasının yeterince topladığını düşünerek kalkmayı başardı. Hesabı ödeyip kafeden çıktığında arkadaşlarına verdiği söz aklına geldi, 'Şimdi git birde karambol ye bizimkilerden' diye düşünüp içinden küfretti. Yedinci sigarası için aradığı ateşi durağın yanındaki büfeden aldı ve kalkmak üzere olan tıkış tıkış otobüse arka kapıdan bindi.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Vladislav Drakul Tepes - 14 Haziran 2010, 12:51:26
 2 ve devamını hiç beğenmedim açık olacağım. Çok klasik bir fantastik hikaye olmuş. Yani tahmin ettim okurken. Bence olmamış en iyisi ilk bölümdü.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Jean Valjean - 14 Haziran 2010, 16:55:56
Ufak ayrıntılar bence klasikliği gideriyor ve daha önce de söylediğim gibi gayet güzel gidiyor.

  Devamını uzunca getirmeyi düşünüyorum.

Ama doğrusunu söylemek gerekirse merak ediyorum devamını.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 14 Haziran 2010, 17:10:47
Yorum ve eleştri için teşekkür ederim öncelikle sizlere.

2 ve devamını hiç beğenmedim açık olacağım. Çok klasik bir fantastik hikaye olmuş. Yani tahmin ettim okurken. Bence olmamış en iyisi ilk bölümdü.
Hikayeyi uzun soluklu olarak düşünürsek, her bölümde bir süpriz veya merak konusu olması bayağı zor gibi geliyor bana. Bunu yapabilmenin zorluğunu geçtim, yapılabilinse bile diğer bölümlerde mutlaka açıklamaya ihtiyaç duyulur. Bunun dengesini parça parça yazılan bir hikayede sağlayabileceğimi zannetmiyorum. Biraz karışık oldu o yüzden toparlayayım demek istediğimi; her bölümde ilkinde olduğu gibi bir bilinmezlik ve devam gerekliliği getirirsem bir yerden sonra işin içinden çıkamam. Bu yüzden bazı bölümlerin diğerlerinden daha sakin veya nispeten daha sıkıcı olmasını normal buluyorum.  :)
Klasik bir fantastik hikaye derken, daha işin fantastik kısmıyla ilgili neredeyse hiçbirşey bilmediğinizi söyleyeyim bu arada. Sanırım 4. bölümde fantastiklikle nasıl bir ilgisi olduğunu anlayacaksınız olayların. Büyü bu işin çok ufak bir parçası.  :)

Ufak ayrıntılar bence klasikliği gideriyor ve daha önce de söylediğim gibi gayet güzel gidiyor.

Ama doğrusunu söylemek gerekirse merak ediyorum devamını.

Ayrıntılara özellikle dikkat etmeye çalışıyorum. Karakterlerin tanınmasını istiyorum en başta ki, ileride oluşacak olaylardaki tavırları belli olsun, kopukluk olmasın.

Teşekkür ederim tekrar ikinize de.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Black Helen - 14 Haziran 2010, 17:12:53
Açıklayıcı bir bölüm olmuş.Aklımdaki "Bu kız kimdir, hangi gezegendendir?" tarzı soruların çoğu da yanıtlanmış oldu.Kız Kulesi ve bu kız arasında bir ilişki var.Teorimi söylemeyeceğim. Süprizse bozmak istemem.Ellerine sağlık.Devamını bekliyorum :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 14 Haziran 2010, 18:25:17
Teşekkürler black_helen, doğrusunu söylemek gerekirse hikaye örgüsü kafamda taslak olarak bulunduğu için her teorinin doğru çıkma olasılığı var. Ben bile bilmiyorum henüz bazı şeyleri.  :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 22 Haziran 2010, 23:57:02
                                                                     
Bölüm 3 – Mezuniyet

  Büyük salonun her yeri balonlar ve süslerle kaplanmıştı. Yüksek tavandan aşağıya vuran renk renk ışıklar ve çalan hareketli müzik neşeli bir hava veriyordu ortama. Tabi deli gibi dans edip gülen, birbirleriyle sesli şekilde sohbet eden ve durup dururken sevinç nidaları atan büyük lise son topluluğununda bu atmosfere olan katkısı bayağı büyüktü. Salonun bir başına kurulmuş sahnede pek duyulmamış bir grup canlı müzik çalarken, herkes olabildiğince iyi vakit geçirmeye çalışıyordu. Sonuçta bu hayatta bir kez başa gelen bir olaydı; mezuniyet partisi.

  Selim ve iki arkadaşı salonun uzak köşesinde bir platforma oturmuş muhabbet ediyorlardı. Dans eden gençlerden ilginç hareketler yaparak kalabalığı eğlendiren arkadaşlarına gülerek yorum yaparlarken, yanlarına sınıflarından bazı kızlarda gelince muhabbet uzamıştı. Şimdi lise boyunca birbirleriyle çok iyi arkadaş olan koca bir grup bir arada eski günleri yad ediyor, bolca gülüyorlardı.

  ''Peki siz Selim’in müdür yardımcısının odasında sigara yakma macerasını biliyor musunuz?'' diye çok büyük bir anons yapıyormuş gibi heyecanlı bir şekilde konuştu Ufuk. Selim’in lise 1 den beri sınıfında en iyi anlaştığı arkadaşlarından biriydi kendisi. Sarı saçlarını genelde uzun bırakıp havaya diker, okulun her töreninde mutlaka hocalardan ihtar yerdi. Ela renkli gözleri ve basketboldaki yetenekleriyle okuldaki tüm kızların dikkatlerini üzerinde toplamayı her zaman başarmıştı. Muhabbetlerini dinlemek ve yorum yapmakta hep Selim’e düşerdi.

  Sohbetleri giderek koyulaştı, eğlenceli anılardan bahsettiler uzun uzun. Bir yerde hocalara sardılar muhabbeti. Alınan cezalardan ve kimsenin bilmediği perde arkası olaylardan bahsederken oldukça güldüler. Okuldan kaçma muhabbetleri, ilk günleri, derslerdeki aksiyonları derken en sonunda öyle bir yere geldiler ki kahkahalar gülümsemeye dönüştü, kafalar öne eğildi.

  ''Şaka maka bitti ha.'' Kafasını yere eğip söylemişti Ufuk bunu. ''Lise bitti. Vay be.''
  ''Ya sorun olmaması lazım aslında, liseden sonra da buluşuruz ki?'' diye heyecanlı bir şekilde konuşmaya çalıştı kızlardan biri.
  ''Buluşcaz tabide, aynı olmıcak ki kızım. Derslerde ettiğimiz muhabbetlerin tadını ne vericek ki bi daha?''
  ''Biz sadece lise bitene kadar arkadaş olacağız demedik hiçbir zaman. Okul bitsin bitmesin fark etmez, birbirimizi gene buluruz, gene aynı sohbetleri eder beraber gezeriz. Önemli olan niyet değil mi sonuçta?''
  ''Bak burada alnından öperim senin be!'' deyip platformdan zıplayarak indi Ufuk ve az önce konuşan arkadaşının boynundan tutup gerçektende alnına bir öpücük koydu. Sonra kahkahalar arasında hiçbir şey olmamış gibi kafasını çevirdi ve biraz uzaktaki bir yere baktı.

  ''Şşşt. Şu kız kim lan? Bizim okuldan mı?'' diye sordu gözlerini ayırmadan. 'Dedektörümüz gene devrede' diye düşünerek güldü Selim, bütün kafalar bir anda Ufuk’un baktığı yere dönerken. Kafasını kaldırıp dans eden kalabalığın dışında duran kızlara baktı tanımadığı var mı diye. ''Kim yaa?'' diye sordu kızlardan biri oldukça meraklı bir şekilde. ''Bak şurda dans edenlerin biraz gerisinde, kot pantolonlu.'' Kız kafasını uzattı tekrar bakmak için, Selim’de o tarafa bakıyordu ama kot pantolonla baloya gelen bir kız görebileceğinden emin değildi doğrusu.

  ''Sen hayal görmeye başladın ha'' deyip Ufuk’un kafasına hafifçe vurdu Burcu. Oda en iyi arkadaşlarından biriydi Selim’in, rahat bir kızdı ve bu özelliği Selim’in her zaman hoşuna gitmişti. Ufukla da çok iyi anlaşmaları ve onunla çıkmayan sayılı kızlardan biri olması da Selim’in ona karşı saygısını arttıran bir etmendi tabi.
  ''La valla gördüm, yalan mı söylicez size ya? Kahverengi saçlı bir kızdı orta boylarda. Az önce şurdaydı daha.'' diye itiraz etti Ufuk, ama oda bahsettiği kızı artık göremiyor gibiydi. ''Yavrum mezuniyet balosuna kot pantolonla gelir mi hiçbir kız? Hayal mi görmeye başladın Merve’den ayrıldığından beri?'' diyerek güldü arkadaşlarından birisi. ''Bak şimdi başlarım Mervenden..''

  Konu bu kez Ufuk’un çıktığı kızlara ve son sevgilisine dönmüştü ve muhabbet eski neşeli halini geri kazandı. Selim ise hala Ufuk’un bahsettiği kızı arıyordu gözleriyle. 'Kahverengi saçlı, bir baloya kot pantolonla geliyor.' Aklına tek bir isim geliyordu bunu yapabilecek, onu da çok iyi tanımıyordu gerçi. 'İyide ne yapacak benim mezuniyet partimde?' Kafasını iki yana salladı ve bu düşüncesine olasılık vermeyerek muhabbete döndü. Ufuk’un konuda altta kalmak üzere olduğu anda araya girip arkadaşını kurtardı.

  Mezuniyet partisi oldukça neşeli geçiyordu. Bir zaman sonra canlı müzik yavaşlayıp ışıklar loş bir hale geldi, dans bir anda tempoyu düşürdü. Duygusal anlar başlamıştı mezuniyette, bazıları belki son kez görüyorlardı birbirlerini. Yavaş çalan müzik eşliğinde ağır bir dans başlarken, itiraflar ve hatırlanacak anlar çoğaldı yavaş yavaş. Sessiz konuşmalar başladı aşıklar arasında, lise aşklarının bazıları başlıyor, bazıları bitiyordu. Selim ve Ufuk bir süre oturdukları yerden izlediler partiyi sessizce. Neden sonra Ufuk Selim’in kulağına eğildi.

  ''Aslı’dan bir hamle bekleyebilirsin yakında. Kulağıma bazı söylentiler geldi de.'' diyerek sırıtıp göz kırptı. ''Nerden çıktı bu şimdi?'' diye sordu Selim şaşırarak. ''Duydum abi, mezuniyette senle konuşmak istiyormuş falan. Kulağımız deliktir biliyorsun.'' diyerek küpeli kulağını gösterdi Ufuk. Selim bu ince espriye tepki vermedi, şaşırmıştı.

  Aslı onların sınıf arkadaşıydı. Sarı düz saçları, uzun boyu ve mavi gözleriyle okulun en güzel kızı olduğunu söylerdi herkes. Kendisiyle iyi anlaşırdı ama hiçbir zaman arkadaştan öte düşünmemişti Selim onu. Okuldan birisiyle çıkacak olsaydı teklif edeceği ilk kız o olurdu elbette, yalnızca güzelliğiyle değil birçok hareketiyle de insanların birlikte olmak isteyeceği türden birisiydi. Ama şimdi kendisine karşı bir şeyler beslemesi garip gelmişti.
  ''Hacı iyi daldın ha. Kabul etmemeyi düşünmüyorsun herhalde?''

  'Ne düşündüğümü ben biliyor muyum ki..' ''Bilmiyorum abi. Garip geldi bir anda. Nerden duydun ki sen bunu?''

  ''Ya duydum işte karıştırma orasını, aha ordalar.'' Eliyle gösterdiği yerde Aslı ile Burcu sohbet ediyorlardı. ''Ben, git önce sen bir konuş derim, ondan teklif gelmeden önce. Zaten geliyolar buraya bak. Napçaksın?'' Selim baktı, gerçekten yanlarına geliyorlardı. Aslıyı yukarıdan üzerine vuran ışıkta gördü yürürken. İçinden hafif bir ıslık çaldı istemsizce. Üzerinde yeşil, askılı bir elbise vardı Aslı’nın. Uzun sarı saçları özenle yapılmıştı, elbisesinin omuzlarından aşağıya dalgalı bir şekilde uzanıyordu. Selim’in yüzyılın en saçma icadı olarak adlandırdığı topuklu ayakkabılardan belki de en şık olanın üzerinde, kendisine doğru yavaşça yürüyordu. Ufuk Selim’in bu haline sırıttı, omzuna bir yumruk attı onu dalgınlıktan çıkarmak için. ''Aah. Tamam lan uyandık.'' diyerek omzunu ovuşturdu Selim, bu arada kızlar yanlarına gelmişlerdi bile.

  ''Selam!'' dedi Aslı neşeli bir şekilde. ''Siz niye dans etmiyorsunuz bakiyim?''

  ''Kimse bizimle dans etmek istemedi.'' deyip dudaklarını büzdü Ufuk. ''Selimde kendisiyle dans edecek boyda birini bulamamış zaten, kızların boy ortalaması kısa yahu naapsın tabi.'' Bir cümlede hem Burcu’ya hem de Aslı’ya gönderme yapma başarısı için içinden tebrik etti Selim arkadaşını. Bir kez daha karşısında duran kıza baktı, daha önce hiç bu manada düşünmemiş olsa da şu an onun herhangi bir teklifini kabul etmemek mümkün değildi.

  ''O zaman biz kurtarıyoruz sizi bu vahim dertten.'' diyerek Selim’i kolundan tuttu Aslı. Burcu da Ufuk’a yavaş bir yumruk attı az önceki esprisi için, sonra dans etmek üzere ortaya sürüklediler erkekleri. 

  ''Havada da dolunay var bugün, dışarısı romantiktir baya.'' diye sırıttı Ufuk dans pistine giderlerken. Selim istifini bozmadı. ''Merve gelmedi mi mezuniyete?'' deyip aynı sırıtışla karşılık verdi arkadaşına. Aslı Selim’i sürüklemeyi bırakıp yüzünü dönmüştü bu arada. Ufuk son bir kez ''Hain'' deyip kalabalıkta gözden kayboldu, şimdi kalabalığın içinde yalnızdılar ikisi de. Aslı Selim’in omzuna attı bir elini, diğeriyle de onun elini tuttu. Müzikle uyumlu yavaş bir dansa başladılar yeni parçayla birlikte. Selim karşısındaki kıza bakakaldı bir süre, daha önce bu kadar güzel olduğunu gerçekten fark etmemişti. 'Belki sadece arkadaş olarak gördüğüm için.' diye düşündü. Kendisine gülümseyen kıza bir daha baktı, 'Körmüşüm lan ben.'

  ''Gene ne var aklında düşünen adam?''
  ''Her zamanki gibi. Ne olacak bu dünyanın hali falan.'' dedi Selim gülerek.
  ''Kendini hiç düşünmez misin sen?''
  ''Ufuk genelde onun için vakit bırakmıyor.'' deyip hemen yakınlarında dans eden arkadaşına bir bakış attı. Aslı güldü, ''Mezuniyetteyiz.'' dedi. ''Bari bugün düşün.'' Selim cevap vermedi. Kafası gene dolmuştu bir anda. Karşısındaki kız çok iyi bir arkadaşıydı normalde, eğer çıkarlarsa eninde sonunda ayrılacaklarını da biliyordu. Teklif etsem mi etmesem mi diye çelişkiye düşmüştü. Halbuki normalde aklında böyle bir şey yoktu baloya gelirken. 'Saol Ufuk ya.' diye düşünüp gene pis bir bakış attı en sevdiği arkadaşına.

  ''Yazın bir planın var mı?'' diye sordu Aslı. Düşüncelerinden bir an sıyrılamadı Selim, bazen böyle aşırı yüklenme oluyordu kafasında. Hiçbir endişeye yer vermedi bir an, içinden geleni yaptı.

  ''Senden hoşlanıyorum.'' dedi hiç beklemeden. Aslı durdu, dans etmeyi kesti, kafasını hafif geri çekti.
  ''Birinden mi duydun?'' diye sordu Aslı açık olarak. Selim kaşlarını kaldırdı, ''Neyi?'' dedi şaşırmış gibi yaparak. Aslı tereddüt etti ''Doğruyu söyle.'' dedi biraz alınmış bir şekilde. Selim bir süre sustu. ''Ufuk söyledi.'' Aslı bir off çekti ve Selim’in elini bıraktı. ''Ya rezil oldum şimdi sana.''

  ''Saçmalama.'' dedi Selim. Sonra kendilerini izleyen birkaç kişi gördü. Onlara öldürücü bir bakış attıktan sonra kafasını önüne eğmiş duran Aslının elinden tuttu ''İstersen dışarıda konuşalım bunu.'' Aslı tepki vermedi, sadece yürüdü. Beraber salondan çıkarlarken kendilerine bakanların sayısı bir hayli artmıştı.

  Büyük salondan dışarı, serin geceye çıktılar. Ufuk’un söylediği gibi dolunay vardı bu gece. Açık olan havada her yer ay ışığıyla aydınlamıştı. Salonun dışındaki ufak bahçede müziğin gürültüsü de yoktu, yalnızca gecenin doğal sesleri geliyordu kulağa. Beraber kısa bir süre yürüdüler ve bahçenin sonundaki bir banka oturdular.  Sessiz kaldıkları uzunca bir sürede düşüncelerine geri dönmüştü Selim. 'Yanlış mı yaptım lan acaba?' Aslı’ya kaçamak bir bakış attı. 'Kızgın ya da üzgün görünmüyor ama. Hem birinden mi duydun diye sorduğuna göre işin içinde doğruluk payı da var. Gene de yapmasa mıydım? Ulan Ufuk, ulan Ufuk!'

  ''Söylediğinde ciddi miydin?'' diye sordu Aslı bir anda. Önce afalladı Selim, düşüncelerini bir köşeye attı.
  ''Tabi ki ciddiydim.'' diye cevap verdi. ''Neden yalan söyleyeyim ki bu konuda?''
  ''Bilmem.''

  Bir süre daha sessiz kaldılar. Neden sonra konuşan kişi Selim oldu. ''Bak'' dedi Aslının elinden tutup kendisine çevirerek. Mavi gözlerin kendininkileri bulmasını bekledi kısa bir süre, sonra devam etti. ''Senden hoşlanıyorum tamam mı? Sen bana bunu söyleyecektin diye değil, bunu şimdi söylüyorum çünkü senin bana karşı böyle bir şey hissedip hissetmeyeceğini bilmiyordum ve bugün duymam gerekeni duydum.'' Tabi bunların çoğu yalandı ama Selim’in fark ettiği bir şey varsa o da hoşlanmanın zamanla olduğuydu. Bunu hiç düşünmemiş olsa da Aslı’yla birlikte olmayı kesinlikle isterdi. Hem şu aralar kafa dağıtacak herhangi bir şeye doğrudan meyilliydi. Aslı bir süre tepki vermedi, sonra sadece gülümsedi.
 
  ''Şimdi'' dedi Selim, ''Benimle çıkmaman için bir sebep göremiyorum?'' Aslı güldü, 'gülünce hakikaten daha güzel oluyormuş'
  ''Bu evet mi demek oluyor?''
  Kız başını evet anlamında salladı. Serin bir rüzgar esti küçük bahçede. Aslı hala utanmış görünüyordu bu durumdan dolayı, kafasını gene çevirdi. ‘Doğaldır abi, oluruna bırak şimdilik’ diye düşünerek bir şey yapmadı Selimde. ''İçeriye geçelim mi?'' Aslı bir kez daha kafasını tamam anlamında salladı ve salona ağır adımlarla geri döndüler.

  Salona geri girdiklerinde müziğin tekrar hareketlenmiş olduğu fark ettiler. Bu onlar için iyiydi çünkü okulun en popüler kızlarından birinin son gün biriyle kol kola gezmesi, giderayak bir sürü dedikodunun çıkmasına ve farklı düşüncelerin canlanmasına sebep olabilirdi. Salondaki herkes deli gibi dans ederken Selim ile Aslı’yı da pek fark eden olmamıştı. 'Dedektör' Ufuk hariç tabi. Beraber küçük bara doğru giderlerken Ufuk onları görmüştü, kalabalığın içinden Burcu’yla birlikte yanlarına geldiler. ''Naber?'' diyerek Aslı’nın koluna girdi Burcu hemen. Arkadan gelen Ufuk’un her yeri ter içinde kalmıştı, bezgin bir şekilde Selim’in yanındaki bir sandalyeye bıraktı kendini.

  ''Paslanmışım arkadaş, paslanmışım.'' Selim sırıttı. ''Ağzımızda sigarayla basket oynadığımız günlere say.'' dedi kendisine ve arkadaşlarına kola doldururken. ''Burcu ufak tefek falan ama durmuyor yerinde abi. Sabahtan beri iflahım kurudu dans etmekten.''
  ''Bana meydan okurken düşünecektin onu.'' diyerek sırıttı Burcu.
  ''O değil de, senin bir duman alman lazım Ufuk, belli. Gel senle bi dışarı çıkalım biz.'' deyip arkadaşına kolasını uzattı Selim. ''Hay ağzını öpeyim'' diyerek bir anda kalktı yerinden Ufuk ve ''Müsaadenizle'' diye  yapmacık bir reverans yapıp Selimle beraber salondan çıktılar.

  Rüzgar daha serin esiyordu artık. Az önce Selim ile Aslı’nın oturduğu banka geçtiler. Selim cebinden sigara paketini çıkartıp bir dal Ufuk’a verdi ve bir dalda kendi ağzına aldı, Ufuk’ta sigaralarını yaktı. Derin bir nefes çekti ilk seferde ve dumanı dışarıya verdikten sonra ''Oh be.'' dedi Ufuk. Sonra elini bankın kenarına yaslayıp oturduğu yerde Selim’e döndü. ''Eee, naaptınız? Hoşlandığını söyledi mi sana?''
Selim derin bir nefes daha çekti.
  ''Ben ondan önce davrandım.''
  ''Nasıl lan?''
  ''Senin dediğin gibi, o söylesin istemedim. Dans ederken baktım konu oraya geliyor yavaş yavaş, senden hoşlanıyorum dedim bir anda.''
  ''Tam senden beklenecek hareket.'' deyip güldü Ufuk. ''O ne dedi?''
  ''Utandı biraz, birinden mi duydun falan diye sordu. Bende ispiyonladım seni. Kusura bakmazsın artık.''
  ''Sorun değil abi.'' dedi Ufuk. ''Her şeyden haberimiz olduğunu bilmeyen yok zaten.'' Selim güldü.
  ''Neyse, sonra çıktık Aslı’yla dışarı. Bu banka oturup konuştuk biraz falan, fazla nazda yapmadı. Bu hafta başlarız çıkmaya herhalde.''
  ''Heyt be.'' diyerek  arkadaşının sırtına bir tokat indirdi Ufuk. ''Okulun en güzel kızıyla çıkacaksın ha! Ben bile çıkamamıştım Aslı’yla lan.''
  ''Mütevaziliğine tüküreyim Ufuk'' diye söylenerek izmariti yere attı Selim. Bir süre daha dışarıda oturup muhabbet ettiler. Hava iyice serinlemişti, artık üşümeye başlamışlardı hatta.
  ''O bileğindeki ne lan bu arada? Gördüm de sormayı unutmuşum. Dövme falan yaptırmadın dimi?''
Selim bileğine baktı, siyah ip şeklindeki çizgileri kastediyordu Ufuk. ''Öylesine yaptım ya, geçici'' diye kestirip attı. 'Yani, umarım geçeceği bir zamanı görürüm.'
  ''İçeri geçelim abi artık, g.tüm dondu burada otura otura.'' diyerek ayağa kalktı Ufuk. Selim ağzına yeni bir dal almıştı, içeriye girmeden önce biraz daha oturup kafa toplamak istiyordu. ''Sen geç ben gelirim abi. Az daha oturacam.'' dedi arkadaşına. Ufuk ''Peki madem'' deyip titreyerek salona geri dönerken kutudaki son kibritiyle sigarasını yaktı Selim.

  ''Eğleniyor musun?''

  Selim bir anda karanlıktan gelen sesle şaşırdı, kafasını çevirip baktığında baloya kimin kot pantolonla geldiğini öğrenmiş oldu.
  ''Alacağın bir şey varsa al ve gel. Gidiyoruz.'' dedi Ayça.
  ''Gidiyoruz?''
  ''Seni biriyle tanıştıracağım demiştim. Ayrıca görmen gereken bir çok şey var, tabi hala kararında ısrarlıysan.''
  ''Şimdi mi?'' Bu kadarını da beklemiyordu.
  ''Sigaranı bitirecek kadar vaktin var.'' dedi ve arkasını dönüp gitti bahçenin dışına doğru yürümeye başladı Ayça.
  ''Hey! Bir Dakka dur!'' diye arkasından bağırıp kalktı Selim. Ayça durup kafasını çevirdi. ‘’Bugün olmak zorunda mı?’’
  ''Bugün gitmeyecek olsak karşına çıkmazdım değil mi?''
  ''Nerde olduğumuzun farkındasın değil mi? Mezuniyetteyim! Göstereceğin şey yarına kadar bekleyemez mi?'' Ayça bunun üzerin kaşlarını çatıp Selim’e döndü.
  ''Göstereceğim şey bekleyebilir ama ben bekleyemem! Öğrenmek istiyor musun? O zaman gidiyoruz. Git içeri üstün başın ne varsa al, kapının önündeyim.'' dedi ve arkasına bakmadan bahçenin kapısından çıktı. Selim ise olduğu yerde bakakalmıştı kendisine bağıran kıza. Açık olan çenesini kapattı, elindeki sigarayı yere fırlattı ve içinden küfürler ederek salonun yolunu tuttu.

  'Üzgünüm ama fıstık gibi bir hatun son model motorsikletiyle dışarıda beni bekliyor mu diyeceğim ben şimdi Aslı’ya?'
Salonun kapısından bıkkınca girdi, Ufuk’un hemen kenarda bir arkadaşıyla sohbet ettiğini görerek sevindi ve yanına gitti. ''Ufuk, abi bi gelsene.'' Ufuk arkadaşına selam verip yanına geldi Selim’in. ''Noldu lan?''
  ''Abi acil çıkmam lazım benim. Aslı’yla Burcuya bi selam vereceğimde, akşam sen bırakırsın değil mi onları?''
  ''Bırakırım tabi de, apar topar hayırdır?'' diye sordu Ufuk şüpheyle.
  ''Ben sana sonra anlatırım.'' diye kestirip attı Selim ve kızlara selam verip elinde ceketiyle salondan çıktı. Aslı’nın 'nereye?' sorusunun canını neden bu kadar sıktığını düşünmemeye çalışarak ceketini giydi. Bahçeden çıktığında Ayçayı siyah motorsikletine yaslanmış beklerken buldu. Tek kelime etmeden motorsiklete bindiler.

  ''Nereye gidiyoruz?'' diye bıkkınca sordu Selim motor hareket etmeden önce.
  ''İstanbul'un gecesini keşfetmeye.'' diyerek gaza asıldı Ayça.



-------

Fazla uzun oldu, kusura bakmamanızı rica ediyorum. Bir daha bu kadar uzun tutmayacağım.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Malkavian - 23 Haziran 2010, 10:45:13
Hikayen çok güzel olmuş ellerine sağlık.

Neden güzel:

1-Karakter isimleri türkçe.
2-Bilindik ve herkezin başından geçmiş bir dönemi anlatıyor.
3-İlerlerken kurgusu içinde soru sormamızı ve meraklanmamızı sağlıyor.
4- Anlatımı akıcı ve insanı sıkmıyor. (Kendi kendine düşünce kısımları üzerine basa basa güzel)

Şimdi gelelim ikinci bölümün performans düşüklüğü tezine. Ben buna katılmıyorum. İlk gölümde meraklandırıp ikinci bölümde bilgi kırıntıları vermişsin. Bu her zaman böyledir. İnsan beklemediği bilgiler de alır beklediklerinin yanında ve bu hikayeyi durgun gibi gösterir oysa ki yazar o bölümde temel oluşturuyor dünyayı tanıtıyordur. Bu olması gereken birşey yani.

Kısaca (pek kısa olmadı ama) ellerine sağlık gayet başarılı olmuş devamını bekliyoruz.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 23 Haziran 2010, 19:04:47
Çok teşekkür ederim Malkavian yorumun için.

Bilindik ve herkezin başından geçmiş bir dönemi anlatıyor.
Bu yorumun beni özellikle sevindirdi çünkü yapmaya çalıştığım şeylerden birisi buydu. Karakterlerin bazı yanlarıyla okuyucunun kendini özdeşleştirebilmesi, başından geçen olayların tanıdık gelmesi gibi. Bunu verebildiğimi duymak sevindirdi beni.  :)

Bu arada 3. bölüm hakikaten 3 bölümlük yazı olmuş. Göz korkutuyor.  :blink
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 06 Temmuz 2010, 18:42:00
Bölüm 4 – İstanbul Geceleri

  Siyah hız motorunun sesi Kadıköy sokaklarında yankılanıyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve Selim geçtikleri sokaklarda kaç kişiyi uyandırdıklarını merak ediyordu artık. Gecenin bir yarısı açık camının gördüğü sokaktan böyle bir ses gelse kalkıp fena halde küfür ederdi herhalde. Gerçi şu an da kızgındı. Ayça’nın kendisini mezuniyetten çıkarma tarzı çok bozmuştu sinirini. 'Üste çıkmaya hakkı var olmasına da, bu kadar abartması gerekli miydi sanki?' diye düşündü motor hızla ilerlerken. Aslı’da endişelenecekti şimdi. 'Alelacele mezuniyet partisinden kaçmak nedir yahu?' dedi kendi kendine. Ayça’ya sinirli bir bakış attı, tabi ki onun bunu görmesi mümkün değildi. 'Neyse' diye düşündü sonra. 'Bari değse erken çıktığıma.'

  5 dakika daha yol aldıktan sonra motor küçük bir kahvenin hemen ilerisinde durdu. Kahve, sokakta hayat olduğunu gösteren tek yerdi. Ayça motoru susturunca içeriden okey taşlarının ve sohbet eden insanların gürültüsü duyulmaya başladı. Anlaşılan evine gitmeye can atmayan insanların muhabbet yeriydi burası. Ayça motordan indi, cep telefonunu çıkarttı ve tek kelime etmeden birini aradı. Selim bu arada cebinden sigarasını çıkartmıştı, son dalını heba edişi geldi yeniden aklına. Kısa bir of çekti ve kahveden yeni çıkmış bir adamdan ateşini isteyerek yaktı sigarasını. Ayça’ya döndü daha sonra, kendisine baktığını gördü kızın. Kısa bir süre birbirlerine baktılar; Selimin bakışları şaşkın, Ayça’nınkiler boştu. ''Ne?'' dedi Selim bir an sonra dayanamayıp. Ayça kafasını salladı, kahveden çıkan gözlüklü adama çevirdi bakışını.

  ''İyi akşamlar gençler.'' diyerek yanlarına geldi adam. Beyaz saçlı, yaşlıca ama dinç görünümlü bir adamdı gelen. Yuvarlak gözlüklerinin altında parlayan gri gözleri önce Ayça’yı sonra da Selim’i buldu. ''Meraklı arkadaş sensin sanırım.'' diyerek gülümsedi ve sıkmak için elini uzattı. Selim sigarasını diğer eline alıp kendisine uzatılan eli sıktı ve ''Sizde tanıştırılacağım kişisiniz sanırım.'' dedi oldukça manalı bir tonda. Ayça hiç bozmadı istifini.

  ''Olabilir.'' dedi adam. ''Ben İhsan Altaylı. Tarih profesörüyüm. Bilinmeyenlerle ilgili bir şeyler öğrenmek istediğini söyledi Ayça.''

  ''Selim. Bilinmeyenler derken?'' Adam bu soru karşısında bir an duraksadı, Ayça’ya döndü şüpheli bakışlarla. ''Henüz hiçbir şey bilmiyor.'' dedi Ayça umursamazca. Adam kafasını yukarı aşağı salladı, artık bakışları şaşkınlıktan sinire doğru kaymaya başlayan Selim’e döndü tekrar. ''Üzgünüm, hepsini açıklayacağım. Aslında açıklamaktan fazlasını yapacağım, göstereceğim.'' dedi yüzünde büyük bir gülümsemeyle. Selimin pek bir şey anladığını söyleyemezdi bu konuşmadan, ama ‘göstereceğim’ kısmı merak uyandırmıştı bir miktar. Sokağın aşağısına doğru yürümeye başlayan adama baktı, Ayça da onu takip etmeye başlayınca peşlerine takıldı bir şey sormadan.
Kısa bir süre sessizce yürüdükten sonra adam uzunca bir apartmanın çelik kapısını tek eliyle iterek açtı, Ayça ve Selim apartmana girene kadar tuttu. Dar apartmanın eski merdivenlerinden yukarı çıkmaya başladılar. Adam önde, Selimle Ayça arkada iki kat merdiven çıktılar ve paslanmış demirden kapısı olan bir dairenin önünde durdular sonunda. Profesör, Selim’e döndü, yüzünde gene ilginç bir gülümseme vardı.

  ''Hazır mısın?'' diye sordu. Selim bir adama bir Ayçaya baktı. ''Neye hazır mıyım?'' Profesörün gülümsemesi büyüdü, kapıyı içeriye doğru itti. İçeri girdiler, gene bir apartman holüydü burası. Aşağıya inen merdivenler vardı tıpkı az önce çıktıklarına benzeyen. Selim ilginç bir şey görmek için dikkatlice etrafına bakınıyordu ama sıradan bir apartmana benziyordu işte. Azıcık ışık veren bir ampulün aydınlattığı koridor, açık mavi olan boyası yer yer atmış duvarlar, sıra sıra daire kapıları… İlginç bir şey yok gibiydi. Gerçi dairenin kapısını açıp da nasıl tekrar apartmana çıktıklarını anlayamamıştı ama bir yan binaya geçmiş olmaları gayet muhtemeldi.  

  Bu kez yalnızca bir kat indiler, koridorun en sonundaki dairenin kapısına geldiklerinde durdular. O sırada merdivenlerden başka bir adamın çıktığını gördü Selim, koridorun loş ışığından mı bilmiyordu ama adam zenci gibi görünüyordu. Bayağı zenci hem de. İri yapılı, üzerinde rengarenk bol bir tişört ve altında bir kapriyle, ıslık çalarak çıkıyordu merdivenleri. Selim’in daha önce duymadığı bir aksanda ''Hayırlı ak-samlar'' dedi başını eğerek. Profesörde gayet nazik bir şekilde ''Size de efendim.'' diye cevap verdi gülümseyerek. Selim bakakalmıştı adama, görünüşünden beklenmeyecek kadar nazik selamı, iki kulağında da parlayan küpeleri, renkli tişörtü ve gayet düzgün Türkçesiyle bir zenci, gecenin bir saati, bilmediği bir yerdeki apartman dairesinde kendilerine 'Hayırlı akşamlar' dilemişti. Adam koridorun öbür ucundaki bir dairenin kapısına bir anahtar sokup açtı ve içeri girdi. Uzun koridorda uzaklardan gelen tiz bir ses duyuldu bir an için, adam girdiği dairenin kapısını kapatır kapatmazda kesildi. Selim tam 'Bu neydi?' diye soracaktı ki, döndüğünde profesörün açmış olduğu kapının arkasını gördü ve tek kelime etmemesine rağmen ağzını bir süre kapatamadı.

  Işıl ışıl bir sokak vardı kapının ardında. Rengarenk tabelalar, farklı mimarilerde yan yana sıkışmış apartman ve evler, ilginç vitrinleriyle bir sürü dükkan, oradan oraya yürüyen onlarca farklı insan.. Sanki Pazar günü Bağdat Caddesine gelmiş gibiydiler. Hem de oldukça dar bir Bağdat caddesine.

  Profesör ve Ayça tereddüt etmeden yürüdüler, uzunca bir apartmanın giriş kapısından çıkmışlardı sokağa. Ayça kafasını çevirip sesini duyurmak için hafif bağırarak ''Yakın dur, burada oldukça ilginç tipler vardır. Yalnız kalmak istemezsin.'' dedi Selime. Selim etrafına baka baka takip ediyordu onları zaten, etraftaki tiplerin ilginç olduğunu çoktan fark etmişti. Bir metreden kısa olduğuna yemin edebileceği bir adam ayağına takılıyordu az kalsın, neyse ki son anda önüne kafasında koca sarığıyla Hintli bir adam geçmişti de yolunu değiştirmişti. Cüssesi neredeyse Selim’in iki katı olan bir adam elinde iki tane bez torbayla kalabalığı yararak ilerliyordu. Pagoda çatılı küçük bir dükkanın önünde kısa boylu bir Çinli sürekli bir şeyler bağırıyordu. Upuzun sokağın üzerinde asılmış olan onlarca ışık geceyi gündüze çevirmişti adeta. Gecenin bu saatinde capcanlı ve yabancı bir sokağa çıkmışlardı resmen.
 
  Selim öylesine dalmıştı ki etrafa bakmaya, bir süre sonra Ayça ile profesörü göremediğini fark etti. Kalabalığın içinde etrafına bakındı bir süre, insan trafiğinden hiçbir şey göremeyince en yakındaki binanın kenarına doğru çekildi. 'Oh ne güzel, ırkçılığa hayır gününde İstiklal Caddesinde kaybolduk sanki.'

  ''Hey, şşşşt. Sen, hey ordaki!''

  Selim etrafına baktı, kısa bir süre sonra kendisine seslenen adamı gördü. Bir deri bir kemik kalmış, dağınık saçlı, yüzü kir içinde bir adamdı seslenen. Hemen yandaki çin lokantasına benzeyen eski dükkanın önünde bağdaş kurmuş ona bakıyordu. ''Heeey! Gelsene be adam! Sana diyorum evet gel gel gel!'' diye bağırmayı sürdürdü tiz sesiyle. Selim adamın üstüne başına baktı, dilenci olduğuna kanaat getirdi ve insan trafiğine diklemesine girerek kısa sürede adamın yanına vardı.

  ''Hah, yenisin değil mi buralarda?'' dedi adam yerinden zar zor kalkarak. 'Aman ne güzel' diye düşündü Selim. 'Deli lan bu.' Adamın ağzında bir dal yamulmuş sigara vardı fakat ağzına ters koymuştu dalı. Filtresi havada duruyordu. Adam ayağa kalkıp eliyle poposundaki tozları temizledi. Kısa bir ''aaah'' çekip kemiklerini kıtlattı ve Selim’e bir adım yaklaştı. ''Evet evet, yenisin belli. Şaşırmışsın sen. Şaşırmışsın evet, ilk kez geliyosun dimi Esâsí Caddesine? Öyle öyle belli zaten.'' Yırtık kumaş pantolonunun cebinden paslı bir zippo çıkardı, sigaranın süngerini yakmaya çalıştı şaşı şaşı bakarak. Selim bir adım geriye çekildi adamı izlerken. Önce 'Müdahale etsem mi' diye düşündü ama sonra 'Deliyse deli abi, bir an önce Ayça’yı bulayım da gerisine bulaşmasam daha iyi olur' dedi kendi kendine.

  Adam süngeri yakmayı kafasına koymuş gibiydi, çakmağı dibine kadar sokmuş derin derin nefes çekiyordu. Selim kısa bir süre adamı izledi, bir an arka cebinde bir şey hissetti ve sol elini oldukça hızlı bir biçimde savurarak arka cebini karıştırmaya çalışan elleri yakaladı. Hızlıca çevirdi kafasını, ufacık bir çocuk çıktı arkasından. Şaşırdı Selim, en fazla 5-6 yaşlarında tatlı mı tatlı bir çocuktu arka cebini karıştıran. Önce ne yapacağını bilemedi, sonra da önündeki deli dilenci ona fırsat bırakmamıştı zaten.

  ''Hay senin ben! Senin ben! Ben senin!'' diye bağırarak söylenmeye başladı adam. ''Beceremiyosun bi işi! Beceremiyosunnn! Alacağın bi cüzdan! Elini sokcan alıp kaçcan! Zor mu bu kadar zor muuu!'' diye bağırdı çocuğa. Selim hala bileğinden tuttuğu çocuğu bıraktı, kaşlarını kaldırıp adama bir bakış attı. ''Bitirdin beni bitirdin! Yapacağın bi işti be! Yapacağın ahan şu kadarcık bi şeydi be!'' diye bağırmaya devam ediyordu adam. Çocuksa kafası yere eğilmiş üzgün bir ifadeyle dinliyordu sadece. Bir süre sonra Selim daha fazla dayanamadı.

  ''Eeh yeter ama.'' dedi adama doğru. Adam bir anda sustu, Selim’e baktı gözbebekleri küçülerek. ''Çocuğa yüklenmeyi kes, eğer ihtiyacın olduğunu söyleseydin para verirdim zaten. Hırsızlık yapmayı öğretiyorsun küçücük çocuğa, utanmıyor musun hiç? Senin gibi mi olsun istiyorsun?'' diye çıkıştı Selim adama. Dilenci adam kafasını hafif yana eğdi, kaşlarını kaldırdı. ''Ne diyosun be?!'' dedi bir an sonra. İkisi de şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar kısa bir süre. Bir an sonra adam ''Tamam sen kazandın anladık vericez karşılığını.'' dedi ve arkasını dönüp duvarın kenarındaki eski çantayı aldı eline. Selim adamı tepkisiz bir şekilde izlerken adam çantayı açtı, önüne koydu.

  ''Tamam hadi seç git, seç git! Paso zarar paso zarar bıktım ya bıktım bıktım!'' diye tekrar söylendi adam.
Selim adamın yapmaya çalıştığı şeyi anlamamıştı ama gözü, önünde açtığı çantaya takılmıştı. Küçük silindirik bir şişe vardı ucunda metal bir eklentiyle, oldukça ilginç görünüyordu. Metal bir kutu vardı üzerinde ejderha kabartmaları olan. Eski bir saat vardı, yelkovanı ya da akrebi yoktu ama sürekli dönen bir ibresi bulunuyordu. Envai çeşit ilginç eşyayla doluydu çanta. Adam ''Hadi be al işte birini kazandın tamam durma burada müşteri kaçırıyosun be adam hadi!'' diye durmaksızın söyleniyordu. Selimin bakışları gene söylenen adamı bulduğunda adam bir anda sustu gene. ''Offfff'' diye bir iç çekti. ''Bilmiyosun tabi. Nerden bilceksin ki yenisin sen. İlk kez geldin tabi. Hep öyle zaten. Açıklama yapmak bizim işimiz ki tabi, doğru.'' dedi ve kendini bırakıp yere oturdu.

  ''Bak, eğer benim ufaklık senin cüzdanı almış olsaydı o cüzdan içindekilerle benim olcaktı. Sen fark etsen de o benimdi tamam mı? Yapabileceğin bişey yoktu. Ama fark ettin, şimdi ben sana borçlandım. Cüzdanında ne kadar vardı bilmem ama şimdi ben borçluyum tamam mı? Borçluysam borcumu öderim. Kimseye borçlu kalmam tamam mı? Kural böyle. Ya sen kazanırsın ya ben. Sen kazandın şimdi ben borçluyum. Tamam mı? Al şimdi şu çantadan bişey. Senindir. Ne seçersen seç al senindir. Git sonrada. Yeter oyalandığın önümü kapatıyosun hadi al git.''

  ''Selim!'' diye bağırdı Ayça kalabalığın arasından çıkarken. Selim döndü, profesörle birlikte yanına geliyorlardı.

  ''Anaaaaaaam. Anam anam anam. Gene o kız gene o kız anaaam.'' diyerek birden panikledi dilenci. Selim adama döndü, ''Demek istediğini çok iyi anlıyorum'' dedi kısık sesle. Çantaya baktı, küçük demir bir çakmak gördü. ''Bunu alıyorum.'' dedi adama ve hızlıca cebine attı çakmağı. Adam kafasını vücuduna gömmüştü sanki. ''Al git al git al git. Bileydim Turkuaz’ın tanıdığısın bulaşır mıydım ben sana. Al git git git.'' dedi adam korku içinde. Selim güldü, ''Çocuğa bir daha sert davranma.'' dedi ve adamın yakınışlarına aldırmadan Ayçayla profesöre doğru ilerledi.

  ''Sana kaybolma diyeli ne kadar oldu?'' dedi Ayça sakince. Kafasını uzatıp Selim’in arkasında kalan dilenciye baktı, kısa bir of çekti daha sonra. ''Cüzdanını kontrol et.'' dedi Selim’e bıkkın bir sesle.

  ''Çalamadı merak etme.'' diye cevap verdi Selim dönüp tekrar adama bakarak. Adam yerde ellerini dizlerine kavuşturmuş tedirgin tedirgin Ayça’ya bakarak bir şeyler söyleniyordu hala. ''Sen naaptın bu adama?'' diye sordu Selim meraklanarak. Ayça cevap vermedi, yalnızca hafif bir gülümseme oluştu dudaklarında.

  ''İsterseniz daha sessiz bir yere geçelim konuşmak için.'' diye araya girdi profesör. Ayça kafasını salladı, hep birlikte tekrar kalabalığın arasına girdiler ve ilerlemeye devam ettiler. Bu kez dip dibe yürüyorlardı kimsenin ayrılmaması için. Kısa bir süre yürüdüler, sonunda 2 katlı geniş bir taş binaya doğru döndüler. Yalnızca ileriye doğru giden uzun cadde envai çeşit binayla doluydu, bu bina da İngiliz mimarisini çağrıştırmıştı Selim’e. Gerçi geniş cam girişin üzerinde asılı 'London’s Cave' yazılı tabela da bu çağrışımı desteklemiş olabilirdi bir miktar. Binanın ön cephesi büyük çoğunlula camla kaplanmıştı, bir çeşit pastane-bar arası dükkan vardı. Geriye yatırılmış sapsarı saçlarıyla uzun boylu bir garson karşıladı onları, İngiliz aksanının oldukça belirgin olduğu Türkçesiyle ''Hos geldiniz efendim.'' dedi. Profesör gene başıyla nazik bir selam verdi, ikinci kata çıktılar oturmak için. Kafenin içi eski tablolarla doluydu, duvarlar vişne rengi boyalıydı ve tarzı oldukça eski görünüyordu. İkinci kata çıktıkları merdiven sonradan eklenmiş gibiydi ama dekorasyona oldukça uyumluydu gene de. Üst kata çıkıp geniş camın yanındaki bir masaya oturdular. Selim etrafa bir kez daha göz gezdirdi, kafenin tarzı 16. yüzyıl meyhanelerini anımsatıyordu bir miktar.

  ''Kahve dediğin işte burada içilir.'' dedi profesör sandalyesinde geriye yaslanarak. Garsona İngilizce bir şeyler söyledi, sonuna bir 'thank you' ekledi ve adam yanlarından ayrıldığında etrafı inceleyen Selim’e döndü.
''Şu an Londra’da olduğumuz bilmeni isterim.'' dedi gözlüklerinin üzerinden bakarak. Selim kafasını hafif geri çekti, fark etti ki bu söz onu gerektiği kadar şoke etmemişti. ''Hala dünya üzerinde olduğumuza bin şükür.'' dedi artık kabullenmiş bir sesle. Profesör güldü, ''Çabuk alışıyorsun, bu iyi.'' dedi.

  ''Esâsí Caddesi Constantinapolis’in en eski caddelerinden birisidir. Yer olarak bu şehirde bulunuyor fakat bu caddeden dünyanın birçok yerine gidebilirsin. Mesela şu kapıyı görüyor musun?'' diyerek bulundukları yerin en uzak köşesindeki ahşap kapıyı gösterdi. ''Oradan Londra’nın Russell Meydanına çıkarsın. Şu karşıdaki binanın arka kapısından ise Khamovnikiye[*]Moskova'da bir cadde[/*] ulaşırsın. Bu caddedeki her bina seni farklı bir yere götürür. Burası bilen bir kişi için dünyanın gerçek merkezidir.'' Daha sonra oturduğu yerde dönerek dışarıya doğru baktı. ''Gel.'' dedi Selim’e. Selim kalkıp cama yaklaştı, profesörün eliyle gösterdiği yere baktı. Sokağın karşısındaki iki katlı bir binanın üzerinde hava aydınlık görünüyordu. Uzunca bir gökdelenin üst katları güneş ışığıyla parlıyordu. Selim saatine baktı şaşırarak. 1:46. Soran bakışlarla profesöre döndü.

  ''Hong Kong.'' dedi oldukça sakin bir biçimde adam. ''Fransız büyükelçiliğine çıkan apartmanın en üst katından Özgürlük Anıtını da görebilirsin.'' diye ekleyerek kocaman gülümsedi.
Selim tepki vermeden oturdu sandalyesine. 'Nereye geldim lan ben' diye geçirdi içinden. Biraz fazla kaçmıştı bu kadarı artık. Büyüler, kahinler falan tamamdı ama bu kadarı…

  ''Fazla şaşırma.'' dedi Ayça suskunluğunu bozarak. ''Daha yarısını bile görmedin.'' Selim ise artık daha fazlasını merak edemez duruma gelmişti..
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Malkavian - 06 Aralık 2010, 15:40:32
E ben bunu okuyodum neden unutuldu bu. Yeni bölüm de yazılmamış.Giriş ve gelişmeden sonra devam etmemek çok yazık olur :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 06 Aralık 2010, 16:09:30
Tam da 'buna devam etmem lazım artık' diye düşünmeye başladığım şu hafta içinde böyle bir yorumun gelmesi kaderin bir cilvesi olsa gerek. Çok yaşayasın Malkavian!
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Malkavian - 06 Aralık 2010, 16:13:26
İyi tesadüf olmuş gerçekten :) E fazla bekletmeden devam bölümlerini bekliyorum o vakit :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 08 Aralık 2010, 22:34:20
Bölüm 5 – O’nun Hikayesi

  Selim kafasını yastığından kaldırarak yatağında doğruldu. Canı sıkılıyordu, son günlerde sürekli içi bunalıyordu sanki. Elini yatağının yanındaki platforma atarak sigara paketine baktı. İki haftadır normalde içtiğinin iki katını tüketmişti; işin sinir bozucu yanı ise bunun sebebini bilmemesiydi. Kaşıyamadığı bir yerinin kaşınması gibiydi bu, her zaman oradaydı ve geçmesi için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Oflayarak paketteki son iki sigara dalı ile çakmağını aldı ve balkona çıktı.

  Sabahın erken saatleriydi, aslında fazla erkendi Selim için. Güneş yeni yeni yükselmeye başlıyordu, sokakta gürültü yoktu ve sessizlik şu an tam aradığı şey olduğundan minnetle oturdu plastik sandalyesine. Yönünü apartmanların arasından gökyüzünün görülebildiği tek yöne doğru çevirerek yaslandı arkasına. Son bir ayda başına gelenleri baştan aşağıya tek tek geçirdi kafasından.

  Sınav bitmişti, fakat hemen sonrasında kendisini hiç beklemediği bir yerde bulmuştu. Bütün gün aylak aylak dolaşıp arkadaşlarıyla gezmeyi düşünürken tanımadığı bir kızın peşinden hala gerçek olmadığını düşündüğü bir dünyaya dalmıştı. En iyi arkadaşlarından birinin kendisinden hoşlandığını öğrenmiş ve aklında hiç olmamasına rağmen ona çıkma teklif etmişti, üstelik içinde bulunduğu gün itibariyle bir aydır çıkıyorlardı. Bunun dışında bir de şu profesör vardı tabi, ve hakkında anlatmaya doyamadığı caddesi; aynı anda dünyanın her yerini görebildiğin dünyanın en ilginç sokağı. 'Gölge' denen adamı da unutmamak gerekiyordu elbette. Başta onu gerçekten merak etmiş olsa da daha sonra fark etmişti ki kendisi için de tehlikeli bir adamdı artık. Olduğu yerde titremesini sabah rüzgârına bağladı Selim, böylesi işine geliyordu.

  Mezuniyet partisinin üzerinden tam bir ay geçmişti. Yani tam bir aydır Aslı ile beraberlerdi. Bu süre zarfında defalarca buluşmuşlardı ve onu daha önce hiç görmediği kadar cana yakın görmeye başlamıştı Selim. Bir ilişkide en nefret ettiği şey cıvıklıktı ve Aslı bunu hiç yapmamıştı şu ana kadar. Ciddiydi fakat aynı zamanda samimiydi de; yeri geldiğinde gülüyor ve şaka yapıyor, yeri geldiğindeyse susmayı veya erken ayrılmayı dert etmiyordu. Hepsinden önemlisi ise kendisine değer verdiğini hissedebiliyordu Selim, onu belki en çok sıkan şey de buydu. Beraber vakit geçirmekten ikisinin de zevk aldığını biliyordu fakat ona karşı yalan söylüyormuş gibi de hissediyordu kendisini. Tam bu noktada aklına Aslı’nın tam zıttı olarak gördüğü Ayça geldi, gelmesiyle de havaya bir küfür savurdu.

  Onu tam olarak tanımıyordu bile, fakat ilk tanıştığı günden beri hayatında çok büyük bir etkisi olmuştu. Her şeye şüpheyle yaklaşıyordu artık, her karanlık sokaktan kendisine saldıracak bir adam çıkmasını bekliyordu. Hepsinden öte, ne zaman ortaya çıksa kendi dediğini harfiyen yaptırıyor ve sürekli kendisine karşı aksi tavırlar sergiliyordu. Kişiliğinin böyle olduğunu düşünmek istiyordu Selim aslında, fakat bu kadar aykırı bir insanın var olabileceğine inanamıyordu. Ayrıca gizlilik konusunda ne kadar hassas olsa da Aslı’nın onun varlığını öğrenmesi durumunda açıklayacak hiçbir şeyi yoktu ve bu ihtimal sürekli olarak aklına gelip onun canını daha da sıkıyordu. 'Tanıştırayım; kuzenim Ayça mı diyeceğim sanki?'

  Canı sıkkın bir şekilde girdi odasına, telefonunun ekranının parladığını fark etti. '1 yeni mesaj' Saate bakmak için telefonunu kaldırdığında mesaj yoktu, yani o balkondayken gelmişti. 'Sabahın altısında bana mesaj atacak tek kişi Turkcelldir.' diye düşünerek açtı mesajı. Yanılıyordu.

'Evden çık, Gölge bugün İstanbulda. 7de Kadıköyde ol, ben seni bulurum.
                                               ~Ayça.'


  'Gölge bugün İstanbulda mı? Bunca zamandır burada değildi ve ben boşuna mı bir aydır paranoyak gibi davranıyorum yani?' Kendini aptal yerine koyulmuş gibi hissediyordu Selim, gene. Fark etti ki Ayça ile tanıştığı ilk günden beri sıklıkla hissediyordu bunu. Lanetler okuyarak üzerini giyindi ağır hareketlerle. 8de Kadıköy de olmak için acele etmesine gerek yoktu, acele etmesi gerekse bile bunu yapmayacağını da çok iyi biliyordu gerçi. O’nun her dediğini harfiyen yerine getirmekten sıkılmıştı ve bugün buna bir son vermeliydi artık.

  Evden çıkmadan önce birlikte yaşadığı annesine bir not yazarak kapının üzerine yapıştırdı. Bir saat içinde işe gitmek üzere çıkacağını biliyordu ve şu anda konuşup onun da canını sıkmak istemiyordu. Canı sıkkın olduğunda bundan çevresindekiler de etkilenirdi Selim’in, bu durum da onun canını daha fazla sıkardı. Annesinin de gününü berbat etmeye hiç niyeti yoktu, özellikle de bugün işte önemli bir toplantıya gireceği düşünülürse. Onun hep çok çalıştığından şikâyet ederdi Selim fakat o her seferinde gülümser ve ‘Ben ev kadını olmaya uygun bir insan değilim, biliyorsun.’ derdi. Maddi durumları yeterince iyi olmasına rağmen her gün geç vakitte gelmesini de başka bir şeye bağlayamıyordu Selim zaten. Babasından ayrıldığından beri bu böyleydi ve böyle devam edeceğe benziyordu.

  Canı sıkkın ve sabah sabah yaptığı bu derin düşünceler yüzünden başı ağrır bir halde sessizce evden çıktı.

---

  İşe gidiş saatinin yoğunluğundan nasibini almış halk otobüsü durağa girip kapılarını açtığında insanlar sonunda yere basabildiklerine şükrediyorlardı. Selim ise yol boyunca cama yapışık halde olmasına rağmen kafası bunu sorun edemeyecek kadar doluydu. Saatine baktı;  6:55. Nerede beklemesi gerektiğini düşünecek oldu başta, sonra 'kendisi arasın bulsun' düşüncesi geldi aklına ve ayaklarının onu götürdüğü yere doğru ilerlemeye başladı. Ne var ki henüz iki adım atmışken yolun karşısındaki bir büfenin yanında Ayça’yı gördü. Üzerinde koyu yeşil bir bluzla gene kot pantolon –onun daima kot giydiğini fark etmişti- ve beyaz spor ayakkabıları vardı. 'Dışarıdan bakan hiç kimse aslında ne cadı olduğunu tahmin edemez.' diye düşündü Selim. Aslında bugün oldukça tatlı görünüyordu, yüzündeki ifadeyi görmezden gelmeniz mümkünse tabi.

  Yayalar için yeşil ışığın yanmasıyla insanlar yolun karşısına doğru akmaya başladı. Selim şimdi Ayça ile yapacağı konuşmayı düşünüyordu, hayatına bu kadar müdahale etmemesini söyleyecekti ona fakat bunu nasıl yapacağı konusunda pek parlak fikirleri olduğu söylenemezdi. Ayça’nın korkutucu bir yanı olduğu gerçekti ve itiraf etmek istemese bile Selim kimseden çekinmediği kadar çekiniyordu ondan. Yanına vardığında tatsız bir ''Günaydın'' dedi. Ne var ki tepki beklediği gibi olmamıştı. Ayça’nın yüzündeki sert ifade gitmiş gibiydi, selamına karşılık verdi ve kafasıyla gel işareti yaparak kalabalığın içinden çıktı. İşin ilginç yanı ise 'takip et' emri vermiş olması değildi, bunu yumuşak bir şekilde ve tek kelime etmemiş olmasına rağmen neredeyse rica edermiş gibi yapmasıydı. Selim kafasını iki yana salladı ve sabahtan beri düşündüğü şeylerin bir nebze de olsa dağıldığını hissetti. Arkasından yürürken aklında yalnızca iki sözcük vardı şimdi; 'Hayırdır inşallah.'

  Fazla kalabalık olmayan bir caddeden yukarı çıkmaya başladılar. Her zamankinin aksine Ayça önden yürümüyordu bu kez, yavaşlayıp onu beklemeşti ve şimdi yan yana yürüyorlardı. Bu bile başlı başına garip bir olaydı. Hatta daha sonra Selim’in imkânsız gibi gördüğü şeylerden biri daha gerçekleşti ve kısa bir süre sohbet ettiler yürürken. Her ne kadar şu ana kadar yapmış olduğu en ilginç konuşmalardan biri olsa da, bir insanla havadan sudan konuşabildiği için bu kadar şaşıracağını hiç düşünmemişti daha önce. Ayça gülmüyor ya da gülümsemiyordu fakat her zamankinden daha farklı bir ruh halinde olduğu aşikârdı; daha rahattı sanki. Uzunca bir süre birlikte yürüdüler ve Selim’i bir kez daha şoka uğratacak bir şekilde acıktığını söyledi Ayça. Kendisi de kahvaltı yapmamıştı ama birlikte kahvaltı yapmayı düşündüğü en son kişi de o olurdu herhalde.

  Bir pastaneden yiyecek bir şeyler aldılar ve gene yürümeye devam ederlerken yediler sessizlik içinde. Arada bir alakasız bir sohbet açılıyor ve azıcık konuşuyorlardı fakat sonrasında gene sessizlik hakim oluyordu aralarında. Tuhaf bir sabahtı, iki taraf için de. Sonunda küçük bir pastanenin caddeye bakan kısmındaki bir masaya oturdular. Ayça sabahtan beri yaptığı gibi kendi standartlarına göre oldukça yumuşak olan bir tonda konuşmaya başladı.

  ''Sabah sabah uyandırdığım için üzgünüm ama bugün evde bulunman riskliydi. Gölge buralarda olacak, gece yarısına kadar. Bugün yalnız vakit geçirmemen gerek.'' Selimin bu noktada kaşları havaya kalkınca ekledi; ''Bu bütün gün benimle gezeceksin anlamına gelmiyor elbette. Ama bu gece evde kalman tehlikeli, Gölge ile baş başa kalmak istiyorsan o başka tabi.''

  ''Bu adam beni de mi bir düşman olarak görüyor yani artık. Hep böyle mi olacak?''

  ''Hayır, sadece bir süre. Ben onun peşimi bırakmasını sağlayana kadar. Bu akşam benim dairemde kalacaksın, tek güvenli yer orası. Bunun dışında, tüm gün yalnız kalmamak şartıyla istediğini yapabilirsin.''

  Selim tam bu noktada gene sabahki sıkıntılı ruh haline geri döndü. Ayça gene karşısındaydı ve gene ne yapıp ne yapmaması gerektiğini kendisine söylüyordu. Bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini hatırladı, kimsenin kendisi üzerinde söz sahibi olmasından hoşlanmıyordu. Tam ''Ayça bak-'' diye söze başlayacaktı ki, kalkan bir el sözünü kesti.

  ''Sana emir vermek gibi bir niyetim yok.'' dedi Ayça aklını okumuş gibi. ''Ne düşündüğünü biliyorum, ne zaman beni görsen bir şeyler yapmanı söylüyorum. Ama bunu sana işkence etmek için ya da her söylediğimin yapılmasını istediğim için falan yapmıyorum. Benim mizacım bu ve güvenliğin için gereken şeyleri söylüyorum sadece. Seni bu işe ben bulaştırdım ve istesem de istemesem de bu dünyada benim himayem altındasın. Ama insanlarla ilişkilerimde sınıfta kaldığımı biliyorum. Üzgünüm.'' Ne var ki son kelimeyi pek de üzgünmüş gibi söylememişti. Daha çok yapmayı istemediği ama mecbur olduğu bir konuşmayı yapmış ve bitirdiği için rahatlamış gibiydi.

  ''Bileziğin nerede?'' diye sordu Selim konudan tamamen bağımsız olarak. Ayça’nın söylediklerine şaşırmıştı ve durumun farkında olmasına sevinmişti fakat kendisine susması için kaldırdığı sağ elinin ardında sallanan mavi bir bilezik olması gerekiyordu.

  ''Evde bıraktım. Gölge’nin onu alması riskini göze alamam.''

  ''Onu evinden alama-'' Ama sözü Ayça’nın oturduğu yerden kalkmasıyla yarım kaldı.

  ''Kahvaltı için teşekkür ederim. Akşam sekizde seni ararım, o zamana kadar hoşça kal.''
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Malkavian - 09 Aralık 2010, 13:07:53
Karakterlerin Türkçe isimleri olmasından mı, mekanların çok güzel tasvirinden mi, yoska günümüzde geçmesinden mi hikayenin bilemiyorum bu yazıyı okurken tam anlamıyla görselleri kafamda oluşturabiliyorum. Selim'in sürekli sigara ihtiyacı duyan bir liseli gibi davranması hoşuma gitmese de karaktere oldukça büyük bir gerçekçilik katıyor. Ergenliğin,merakın ve ilginç kişilerin bir araya geldiği bu hikaye çok güzel devam ediyor gerçekten. Tek lafım bitiş kısmına. Son paragrafta şaşkınlığı ve Ayça'nın ilk cümlesi söylendikten sonra bitirsen daha etkileyici olabilirdi sanki. İkincil ve üçüncül diyaloglar merakı hafif de olsa azaltıyor. Yine ufak bir ayrıntı bu. Bunun dışında hikayenin genelini çok beğeniyorum ben.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Wanderer - 09 Aralık 2010, 14:41:24
Yazının tamamını okudum. Aslında, ilk bölüme önce bir baktım "Off... Ne uzun!" diye de, o kadar da uzun değilmiş aslında.

Okumamın en büyük nedenlerinden biri, Turkuaz renginin en sevdiğim renkler arasında ilk üçte olması. Öykün tek kelimeyle "harika" anlatım, tasvirler, mekanlar, karakterler o kadar içine çekiyor ki insanı anlatamam!

Hele o Ufuk yok mu o Ufuk, bittim o çocuğa ya... :D Ayçayı hiç sevmedim. :hemk Selim'in içinden konuşmaları da çok hoştu. Ne bileyim, neresine yorum yapacağını şaşırdım öykünün, son derece mükemmel! =)

Yalnız, mezuniyette, okulun bitmesini filan öyle anlatmışsın ki, liseye halihazırda devam eden biri olarak hafiften hüzünlendim abi...

Teşekkürler bu öykü için, artık bir takipçin daha var. =)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 09 Aralık 2010, 14:49:20
Teşekkür ederim ikinize de, beğenilmesine sevindim. Biraz daha inişli çıkışlı devam ettirmem gerektiğini düşünüyorum, bakalım artık.

Son cümle konusunda hak veriyorum Malkavian, benim de içime sinmedi şimdi bakınca. Teşekkür ederim ayrıntıları da gösterdiğin için.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 14 Aralık 2010, 16:57:09
Bölüm 6 - Tahammülün Sınırı

  Günü hiç beklemediği bir şekilde başlamış olsa da gayet sıradan geçiyordu Selim’in. Ayça ile yaptığı 'ilginç' konuşmadan sonra arkadaşlarıyla buluşmuş ve aylak aylak gezmişti öğleye kadar. Tuhaf bir şekilde rahatlamış hissediyordu kendini bir nebze, hala canı sıkkındı ve başı ağrıyordu fakat Ayça’nın bazı şeylerin farkında olması iyiye işaret gibiydi. Ayrıca Gölge konusunda da endişelenmemesi gerektiğini biliyordu artık, en azından boğazlanma korkusu olmadan uyuyabilird. Gene de playstation oynarken sürekli yenilmelerini bu dalgınlığa bağladı. Ufuk ise bu konuda pek mutlu değildi.

  ''Abi sende bir şeyler var bu ara bak. 3 metreden kaçırdığın gole bir şey demiyorum ama bu halin biraz can sıkıcı olmaya başladı.''

  Selim sırıttı. İnsanın dostlarıyla takılması gerçekten rahatlatıcı bir şeydi. Telefonunun çalmasıyla cevap verme zorunluluğundan kurtuldu, gerçi cevap bekleyen bir cümle kurmamıştı Ufuk ya neyse. Arayan Aslıydı, telefonu açmadan önce ona sahip olduğu için şanslı olduğunu düşündü Selim. Telefonla konuşmaya başladığı ilk andan itibaren Ufuk’un yana adımlarla kendisinden uzaklaştığını fark etti; 'özel hayata saygı' adını veriyordu o buna. Selim istemsizce güldü, sesi de bu bahaneyle neşeli çıkmıştı telefonla konuşurken.

  Ne var ki onun aksine Aslının sesi pek mutlu değildi. Canı sıkkın gibi konuşuyordu ve kısa kesmişti konuşmayı, yalnızca bugün kendisiyle buluşup buluşamayacağını sordu. Selim ''Bir şey mi oldu?'' diye sorsa da cevap vermekten kaçınmıştı, 6 gibi buluşmayı kararlaştırdılar ve kısa konuşmaları tatsız bir şekilde bitti. Sabahki sıkıntı bir anda geri gelmişti şimdi.

  ''N’oldu abi?'' diyerek yanına geldi Ufuk. Yüz ifadesi çok şey ifade ediyor olmalıydı. ''Bizimkiler bir gitsin de, seninle az konuşalım.'' dedi Selim. İçini boşaltmaya ihtiyacı vardı, her ne kadar bunu tam olarak yapamayacağını bilse de. ''Yollayayım hemen?'' Ufuk bunu söyledikten sonra cevap beklemeden birlikte gezdikleri diğer iki arkadaşının yanına gitti ve ellerini sıkarak kafa tokuşturdu. ''Abi bizim az işimiz var Üsküdar taraflarında, siz takılın, boşuna git gel olmasın şimdi, zaten yarım saat sürer işimiz en az…'' diye bir şeyler uydurdu anında. Beş dakika sonra yalnız kalmışlardı bile…

  ''Şimdi anlat bakayım.'' dedi Ufuk arkadaşına sigara uzatırken. ''Bir aydır niye kelebekleri sayıyorsun etrafta.'' Selim nereden başlayacağını düşünürken ekledi; ''Ha bir de şu mezuniyet olayını hala açıklığa kavuşturamadık. Anlatırım abi sana falan diye geçiştirdin ama pek niyetin yok herhalde.''

  ''Şimdi…'' diye başladı Selim söze, bu dakikadan sonra yapmak istediği şeyse tam olarak ağzını açıp gözünü yummaktı. Ama kendini frenledi, bazı şeyleri hiç kimseyle paylaşmaya izni yoktu. Bileğinki siyah çizgilere kaydı gözü; silikleşmişlerdi ve bu ona güvenildiğini gösterirdi. İçinden bir küfür yolladı havaya, Ufuk ''Eee?'' diyene kadar da konuşmadı.

  ''Daha önce hiç kimseye söyleyemeyeceğin bir sırrın oldu mu?'' Ufuk’un soruya karşı verdiği ilk cevap 'N’oluyor lan?' bakışı dedikleri bakış olmuştu.

  ''Bir düşüneyim.'' dedi Ufuk ve kafasını denize doğru çevirdi, fakat bir saniye bile geçmeden geri döndü arkadaşına. ''Yok abi.'' dedi gayet sakin bir şekilde. ''Ne olup bittiyse ertesi gününde sana anlatıyorum biliyorsun. Lise hayatımda uzun süreli depresyon yaşayamadım senin yüzünden lan.'' Kafasını yana eğerek ciddi bir tonda konuştu sonra; ''Her şeye bir açıklaman vardır senin, o yüzden niye böyle durgun olduğunu anlamıyorum ya zaten.''

  Selim gülümsedi, kendisini gerçekten iyi tanıyan bir dosta sahip olmak harikaydı. Hiçbir güç bundan daha büyük olamazdı herhalde, ayrıca anlatma dediği bir şeyi Ufuk ölecek olsa bile kimseye anlatmazdı. İçini dökebileceği bir kişi varsa o da ancak Ufuk olurdu.

  ''Sınavdan çıktıktan sonra bir kı-''

  Ufuk’un telefonunun çalmasıyla sözü yarıda kesildi. Küfür ederek cebinden çıkardı telefonu Ufuk, yakını göremeyenler gibi telefonu uzakta tutarak baktı kimin aradığını görmek için. ''Burcu'' dedi ve telefonu açtı.  ''He Burcu söyle. Kim kim? Eee, ben güvenlik görevlisi miyim kızım? Tamam be dalga geçiyorum, nerdesiniz şimdi? Tamam, hızlı hızlı yürüyün aşağıya doğru, geliyoruz biz.''

  Telefonu kapatıp cebine koydu, yarısına gelmemiş sigaradan uzun bir nefes çekip yere attı. ''Burcular geçen gittiğimiz kafenin ordalarmış, peşlerinde laf atan iki sapık varmış sanırım.'' Gayet sakin söylemişti bunu, Selim de son bir uzun nefes çekene kadar bekledi. ''Biz aramıyoruz, aksiyon bizi buluyor.'' dedi Selim ve sigarasını topuğuyla ezdikten sonra bir an birbirlerine baktılar.
 
  Aniden sanki bir yarışa start verilmiş gibi aynı yöne doğru koşmaya başladı ikisi birden. Yolda karşılarına çıkan insanların bir sağından bir solundan geçerek deli gibi koştular. Caddenin karşısına geçip yokuş yukarı fırladılar rüzgar gibi. Yanından geçtikleri insanlar kimi zaman 'Önüne bak be!' tarzı tepkiler veriyor, kimi zaman bön bön arkalarından bakıyorlardı fakat onlar bunu umursamadılar. Karşılarına hızlı hızlı yürüyen Burcu ile iki arkadaşı çıkana kadar da hiç duraklamadan koşmaya devam ettiler.

  Nefes nefese Burcu’nun yanında frenledi Selim, Ufuk arkada kalmıştı. Acele bir selamlaşmadan sonra kızların geldiği yola doğru beklemeye başladılar. Burcu ''Koştunuz mu siz buraya kadar?'' diye sorduğunda Ufuk’un yüzünde oluşan ifade de görülmeye değerdi doğrusu. O sokak köşesinde fazla beklemeleri de gerekmedi, muhtemelen üniversite bir veya ikinci sınıf öğrencisi olan iki genç, sokağın başında göründü.

  Kızların yanında dikilen Selim ile Ufuk’u görünce bir an duraklayarak birbirlerine baktılar, geri dönmeyi tartışıyorlarmış gibi gelmişti Selim’e. Ne var ki Ufuk çoktan yürümeye başlamıştı bile, kendisi de kısa sürede ona katılıp yukarı doğru ağır adımlarla çıkmaya başladıklarında iki adam da tartışmayı kesip beklediler. Selim az sonra olacakları adı gibi biliyordu.

  ''Niye durdunuz abi, buyurun devam edin.'' dedi Ufuk sakin bir sesle. Selim daha önceki deneyimlerinden bildiği kadarıyla bundan sonra karşılıklı çok kısa bir konuşma olacaktı ve Ufuk hiç beklenmedik bir anda kafa atarak girecekti olaya. Kendisi de her zamanki gibi sessiz kalmayı tercih ederek çocukları Ufuk’un elinden almaya çalışacaktı muhtemelen. Ama bu kez, her ne kadar kavga etmeyi son çare olarak görüyor olsa da sinirini boşlatmaya ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Aslında soldakini gözüne kestirmişti bile.

  Çocuklardan biri ''Ne diyosun birader?'' tarzı bir laf etti havalı şekilde konuşmaya çalışarak. Diğeri açık bir şekilde olayın farkına varmış ve Selim’in neresine vurması gerektiğini düşünüyordu. Ufuk, çocuğun dibine kadar girdikten sonra iki arkadaşın da yüzüne baktı dik dik. Kafasını hemen önündeki burna indirmeden önceki son kelimesi ise şu oldu; ''Naber?''

  Kafayı yiyen çocuk iki adım geri sendelediğinde Selim de ileri atıldı. Karşısındaki çocuk, arkadaşının yediği darbeye hiç bakmamıştı bile; doğrudan Selim’in üzerine saldırdı. Fakat daha önce hiç kavgaya girmemiş olduğu öyle belliydi ki, okul çıkışlarında onlarca sorunla uğraşmış olan Selim’in tek yapması gereken alçaktan gelen yumruğu tutup arkadaki ayağa bir çelme takmak oldu. Çocuk iki saniyede tuş olmanın verdiği şaşkınlıkla yere düştüğünde yüzüne gelen iki yumruktan sakınmaya vakti kalmamıştı. Bu esnada Ufuk atmış olduğu kafayı tekmelerle süslüyor, ciddi anlamda karşısındakine yaptığı şeyden dolayı pişmanlık duyurmaya çalışıyordu. Selim yerdeki rakibine fazla yüklenmedi, yirmi saniye içinde iki çocuk da yerdeydi ve Selim Ufuk’un kolundan tutmuş saldırmasını engelliyordu.

  Sokağın esnafı ve yoldan geçenler olayı gördükleri anda müdahale ettiler tabi, fakat bu müdahale iki kafadarın sağlam bir dayak yemesine engel olamamıştı. Araya birkaç kişi girip olay yatışınca Ufuk her zaman yaptığı gibi olaydaki son sözü söylemeyi ihmal etmedi; ''Bir daha olmasın.'' Arkalarını dönmüş, kendilerine ağızları açık bakan kızların yanlarına giderlerken Selim kendini az da olsa rahatlamış hissediyordu.

  Sonraki yarım saat bir yandan yürürken bir yandan da olayın analizini yapmakla geçti. Klasik kavga sonu sohbetleriydi bunlar; kavgaya giren kişi neler olduğunu bir de kendi gözünden anlatıyor, biraz da süslüyordu. Karşılarında her şeyi hayretle dinleyen kızlar olunca Ufuk da susmak bilmezdi zaten. Bu kez fazla abartıya girmiyordu gerçi, normalde olsa uçan tekmeyle girdiğini falan da söyleyebilirdi. Bu sohbet kızların her birinin bindiği otobüsler gelene kadar sürdü. Selim ile Ufuk yeniden yalnız kaldıklarında ise saat oldukça ilerlemişti artık.

  ''Sözün de yarım kaldı gene anasını satayım.'' dedi Ufuk alakasız olarak. Selim kafasını salladı mühim değil dercesine. ''Sonra anlatırım, şimdi Aslıyla bir buluşayım da neyi var onu öğreneyim en iyisi. Yarın gene görüşürüz zaten.'' Böylece selamlaştılar ve ayrıldılar, Selim adı gibi biliyordu ki bugünkü kavga yakında kulağına 'iki kişi beş kişiyi dövdüler' tarzında abartılarak gelecekti.

  Hava kararmaya başlarken Selim sahil yolunda ağır ağır buluşma yerine doğru yürüdü.

---

  Aslı ile buluştuklarında tahmin ettiği gibi asık bir suratla karşılaştı. Yanağına kondurduğu ufak öpücüğün bile formalite icabı olduğu öyle belliydi ki, dışarıdan bakan biri ayrılmak üzere olan bir çift olduklarını sanırdı. Gene de Selim nedenini bilmiyordu ve aklına kötü düşüncelerin gelmesine izin vermedi. Gönülsüz de olsa elini tuttu Aslının sıkı sıkı, ufak bir boş sohbetten sonra yalnız kalabilecekleri bir yere doğru yürüdüler. Rüzgar hızını artırmış olduğu için sahil şeridi olması gerekenden daha boştu, onlar da kayalıkları tercih ettiler oturmak için. Kısa bir süre sessizliğin ardından daha fazla dayanamayarak konuştu Selim.

  ''Neden keyifsizsin?''

  ''Aslında aynısını benim sormam lazım Selim. Neden benimleyken normalde olduğun gibi değilsin? Tam bir aydır çıkıyoruz ve ben ne kadar göz ardı etmeye çalıştıysam da sen hep mutsuz gibisin. Okuldaki halinden eser yok; sessizsin, neşesizsin, durup dururken mazeret belirtmeden kalkıp gidiyorsun. Eğer bir sorunun varsa benimle paylaş.'' Mavi gözlerini doğrudan dikti Selim’in gözlerine üzgün bir şekilde. Bir açıklama yapması gerekiyordu, Aslı haklıydı çünkü. Kim bilir kaç kez telefonuna gelen bir mesaj yüzünden ilginç mazeretler uydurarak apar topar kalktı onun yanından şu bir ay içinde. Kafası hep meşguldü, kendi dünyasına ait olmayan şeyler öğreniyordu ve istese de istemese de başka bir kızla vakit geçirmek zorundaydı. Ama bunu açıklamanın hiçbir yolu da yoktu işte; Ayça’yı nasıl açıklayabilirdi ki?

  ''Haklısın, bu aralar pek kendimde değilim. Özür dilerim ama kafam karışık biraz işte. Sınav sonuçları falan gelecek, o yüzden sanırım.'' Kısa bir sessizlikten sonra Aslı güldü. ''Lise hayatın boyunca sınavla alay ettin, belki en iyi sonucu alacak olan sensin. Seni tanımıyormuşum gibi yalan söyleme lütfen, bari o kadar aşağılama beni.''

  İşte bu cümle Selim’in zorunda gitmişti. Zoruna gitmişti çünkü Aslı haklıydı. Yalan söyleyebileceği insanlar vardı ve bunu yaptığında kimse anlayamazdı fakat yakın gördüğü insanlara karşı her zaman dürüst olmuştu ve öyle de olması gerekiyordu. Aslı yanı başındaydı, bir ay boyunca onu üzmesine rağmen hala burada yanında oturuyordu, bazı şeyleri bilmeye hakkı olmalıydı artık. Aklına bir an Ayça’nın sinirli yüzü gelmiş olsa da bunu da aklından çabucak attı Selim, Aslı gibi o da dayanamıyordu.

  ''Haklısın. Bir aydır aklımı meşgul eden başka bir şey var ve bunu sana anlatacağım. Ama senden tek bir şey istiyorum; sonuna kadar beni dinle ve önyargılarını bir kenara bırak. Çünkü sanıyorum ki bana deli muamelesi yapacaksın, ama sana söylediğim her şeyi ispatlayacağım.''

  Ve sınav gününden itibaren başladı anlatmaya. Ayça’yı görüşünü, takip edişini, ara sokakta meydana gelen kavgayı. Sonraki açıklamaları, mezuniyette onun gelişini, çıkmak zorunda kalışını ve aklına gelen her şeyi. Aslı’nın yüzü ifadesizdi tüm bu konuşma boyunca. Sonunda Selim anlatmayı bitirip kolundaki silik çizgileri gösterdiğinde de ifadesi bozulmadı.

  ''Sana bunu kanıtlayacağım, en yakın zamanda.'' diyerek lafını bitirdi Selim en sonunda. Aslı inanıp inanmamak arasında kalmış gibiydi, bir Selim’e bakıyor, bir kafasını çeviriyordu. Sonunda istemsizce güldü; ''Ciddi misin sen?'' Selim de işte bundan korkuyordu.

  ''Onunla tanışacaksın ve benim gördüklerimi göreceksin. Çok iyi biliyorsun ki şu an sana yalan söylemiyorum.'' Aslı kafasını çevirdi, gene ifadesiz bir yüzle düşüncelere daldı. Soğuk bir rüzgar esti bu arada aniden ortaya çıkarak. İstemsizce titredi ikisi de kayalıklarda otururlarken, Selim Aslı’nın elini tuttu hamle yaparak. Gözleri birbirini buldu ve daha önce hiç olmadığı kadar dürüst bir şekilde konuştu; ''Bir aydır canımın sıkkın olmasının asıl sebebi sana yalan söylemek zorunda olmam. Söylediğim her şeyi kanıtlayacağım, tek istediğim şeyse bana inanman. Kaybedecek bir şeyin yok, ama benim var. Sadece bana güven, en azından bu seferlik.'' Aslı kısa bir süre kararsız kaldı, fakat sonra kendini bırakarak sarıldı Selim’e. ''Yalnızca bu kez.'' diye fısıldadı kulağına.

  'Ufuk bu konuşmayı duysa ayakta alkışlardı.' diye düşünürken gülümsedi Selim. Her şey yoluna girmek üzereydi.


  Soğuk rüzgar tekrar esti bir anda ve onu gördü Aslı’nın arkasından. Fötr şapka, siyah palto ve elinde uzun bir metal. Kayalıkların uzak tarafındaydı ve kendilerine doğru yürüyordu. Selim bir anda vücudunun taş kesildiğini hissetti, Aslı yanındaydı. Gölge’nin kendilerine doğru yavaş fakat rahat adımlarla yürümesini dehşet içinde izledi birkaç saniye, o yürüdükçe yanındaki deniz köpürüyor ve kayalara sertçe vuruyordu. Selim Aslı’dan ayrılarak önüne geçti, ne olursa olsun yapması gereken şey önce onu kurtarmak olmalıydı. Aslı şaşırmış bir şekilde ona bakarken yavaşça ''Arkamda kal.'' diye fısıldadı.

  Gölge sakince geldi yanlarına. Rüzgar deli gibi esiyor ve deniz hiddetle kayalara vuruyordu, beş dakika önceki yaz akşamından eser kalmamıştı sahilde. Adam elini kaldırdı ve sokak lambaları söndü bir bir. Korkudan yerlerinde taş kesilmiş olan Selim ile Aslı’ya baktı kısa bir süre. Ve buz gibi sesiyle konuştu; ''Fazla dikkatsizsiniz.''

  Uzun ve ince kılıcı kaldırıp Selim’e doğru savurdu bir anda, tamamen refleks ile kaçmayı başardı bu saldırıdan Selim. Ayrıca bu hamle onların görünmez ayak bağlarını da çözmüştü, Aslı’nın elinden tutarak yola doğru koşmaya başladı. Aklına gelen şey kalabalık bir mekana kaçmak olmuştu fakat sanki bütün sahil şeridi boşalmış gibiydi ilginç bir şekilde. Kayalıkların sonuna kadar koştular, arkalarına bakmaya cesaret edemiyorlardı. Sonunda nefes nefese yola atlamak üzere oldukları bir anda fötr şapkayı göz ucuyla görür gibi oldu Selim. Ardından gelen çığlık ise bugüne kadar duyduğu açık ara en acı sesti.

  Yavaşça döndü arkasını, dünya durmuş gibiydi o an onunun için. Korku ve şaşkınlıkla açılmış masmavi gözleri buldu arkasında. Üzerindeki mavi tişört kırmızıya bulanmıştı Aslı’nın. Bacakları kendisini daha fazla taşıyamadı ve Selim’in üzerine doğru devrildi vücudu. Selim yere düşmeden yakaladı Aslı’yı, kayalıkların üzerinde, yanlarında Gölge’nin bekliyor olması onun için bir şey ifade etmiyordu artık. Yalnızca olanlara inanamıyordu, ne aklıyla ne de kalbiyle. Aslı kucağındaydı, yerdeydi, ve onun yüzünden belki de…

  Düşünceleri koluna giren soğuk metal yüzünden yarım kaldı. Acıyla haykırdı Selim, fakat hareket etmedi. Olduğu yerde kalmalıydı, tuttuğu eli bırakmayacaktı. Gölge’nin hemen arkasında olduğunu hissedebiliyordu fakat neden hala ölmemiş olduğunu düşünemeyecek kadar doluydu zihni. Kolundaki yara inanılmaz şekilde acı vermeye başlamıştı saniyeler içinde, gözlerinin bulanıklaştığını ve başının döndüğünü hissetti.

  Acı bir fren sesi yankılandı sahil yolunda. Siyah bir motorsiklet yola diklemesine girmişti ve kayalıkların başladığı yere kadar kaydı durmak için. Ne var ki motorun sürücüsünün durmak gibi bir niyeti yoktu. Aracı, kayalıklarla sahil yolunu ayıran ufak beton çıkıntıya çarptığında üzerinden zıpladı ve bulundukları yere tek hamlede ulaştı. Yere bastığı anda elindeki uzun kılıcı Gölge’ye doğru sapladı fakat adam kaşla göz arasında denize doğru sıçramıştı bile. Motordan inen kız elini kaldırdı ve deniz bir anda yükselerek hemen arkalarından sudan bir set oluşturdu. Kılıcını üzerinde durduğu kayaya saplayarak diğer elini de kaldırdığında ise paltolu adam su setinin içine doğru havaya kalkmıştı. Geriye doğru şiddetle sarsılarak uçtu ve sudan oluşmuş duvara çarparak yok oldu.

  Selim’in bayılmadan önce gördüğü son şey etraflarında oluşan küçük mavi çemberdi.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Larien - 05 Ocak 2011, 17:53:25
Bugün en başından okudum, hikayen inanalımaz derecede güzel gidiyor. Olayları çok rahat bir şekilde aklımda canlandırabiliyorum. Devamını merakla bekliyorum.
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Malkavian - 18 Şubat 2011, 11:16:34
Bugün en başından okudum, hikayen inanalımaz derecede güzel gidiyor. Olayları çok rahat bir şekilde aklımda canlandırabiliyorum. Devamını merakla bekliyorum.

Gerçeğe yakın ve içimizden karakterlerin avantajı. Koyubeyaz son zamanlarda sıkıştırmadan yazı yazmıyor. Küstü mü nedir :) Koyu kitap okumuyorsan kitap oku çok iyi geliyor hemen ilham doruklarına ulaşıyor. Özellikle beğenmediğin yazarları oku. Neden diye soracak olursan onları okuyunca dilbilgisi çok iyi oluyor ama hep kafanda şu cümle oluyor 'Ben daha iyisini yazarım be!' ve sihirli bir şekilde ilham geliyor :) Hadi bu sırrımı da paylaştım daha ne bekliyorsun devam bölümleri yaz...
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Larien - 21 Şubat 2011, 11:31:22
:) Evet koyu yaz artık...
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: KoyuBeyaz - 21 Şubat 2011, 17:55:41
  Hikayenin takip edildiğini bilmek yazan kişi açısından genelde aksi söylense de oldukça önemli, bu yüzden özellikle teşekkür ederim. Fakat bazen kafanızda yazmak istedikleriniz olur fakat bir araya getiremezsiniz ya, işte o durumda olduğum için sürekli yeni bölümleri geciktiriyorum. Benim için önem arz eden bir hikayeyi bir öncekinden daha kötü bir bölümle devam ettirmek istemiyorum ve bu yazma sürecimi yavaşlatıyor. Teşekkürler okuduğunuz ve bunu belirttiğiniz için, yazmayı başardığım anda yenii bölümü koyacağıma emin olabilirsiniz.

  Malkavian ayrıca taktik için teşekkürler, çok mantıklı. :)
Başlık: Ynt: Turkuaz
Gönderen: Wanderer - 09 Mayıs 2011, 23:36:54
Hocam yıl olacak.