Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Wanderer - 02 Ağustos 2010, 19:04:16

Başlık: Hızır'ın Çırağı -11-
Gönderen: Wanderer - 02 Ağustos 2010, 19:04:16
  Her kırmızı kiremit arasında duran kum rengi harç ve kırmızı kiremitler spiral bir şekilde sanki sonsuza ilerliyordu. Spiral Han ismini bu şekilden almıştı. Sonsuza uzanıyormuş gibi ilerleyen spiral duvarlar arasında uzanan gri renk bir koridor, koridorun her iki yanında yine sonsuza uzanacakmış gibi uzanan binlerce oda.

  Lisef, hana girdiği anda büyülenmişti, hancı hana girer girmez sağ tarafta duran tahta masada duruyordu. Sonsuza kadar uzanan bu spiral handa, Lisef'in görebildiği kadarıyla yalnızca 5 garson bulunuyordu. "İlginç."dedi içinden. "Servisleri çok yavaş olmalı! " diye fısıldamadan edemedi. Bu yer hakkında en ufak bir fikri yoktu. Masalar, odalar nasıl girilir bilmediği özel lobiler...

 Çok karmaşıktı, en iyisi hancıya sormak dedi ve masasında kendisinin göremediği bir şeylerle uğraşan şişman, ince çerçeveli gözlükleri bulunan şirin görünümlü hancıya sordu. "Bir masaya nasıl ulaşabilirim?"

  Hancı muzip bir gülüşle baktı Lisef'in yüzüne. "Buralarda yenisin ha? Bak çocuk, burası Spiral Han, Dil Damarı Kasabası'nın en seçkin hanı. Eğer bir masa veya bir oda kiralamak istiyorsan para gani olmalı, anlıyor musun beni?" Gülüşü kaybolmuştu, bir dilenciye sadaka verirken somurtan kibirli zenginler gibi duruyordu şimdi. Lisef gülümsedi ve cebindeki altın Ruşkalardan bir kaçını avcuna alıp gösterdi hancıya. Hancının göz bebekleri büyürken Lisef bir yandan gülüşüne devam ederken sordu. "Yeterli mi?" Hancı uzun bir süre cevap vermeyecek gibi görünüyordu.


                                                                                                      M.A İMAMOĞULLARI


Spoiler: Göster
Kısa bölümlerle giriş yapmayı normalde severim bilirsiniz, fakat bu öykünün ilerleyen bölümleri gayet uzun ve keyifli olacak (eğer istediğim şekilde yazabilirsem.) şimdiden teşekkürler.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Alorka Greenleaf - 02 Ağustos 2010, 19:11:54
Vaayy.. Güzel görünüyor cidden. Sihirbazın Çırağı ndan dalan mı etkilendin?
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 02 Ağustos 2010, 19:13:28
Vaayy.. Güzel görünüyor cidden. Sihirbazın Çırağı ndan dalan mı etkilendin?
Yok, cidden yeni izledim ama ilgisi yok. Daha çok Yedi Kartal Efsanesi (Saygın ERSİN)'den etkilenerek aklıma geldi bu çıraklık işi. Umarım iyi devam eder. =) Teşekkürler okuyup yorumladığın için.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: kusad - 02 Ağustos 2010, 19:14:40
Ben bunun nerde geçtiğini anlayamadım. Bizim dünyamız mı? Rusya mı? Neresi yav?
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 02 Ağustos 2010, 19:15:42
Rusya nerden çıktı hacı :D Fantastik bir evren.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: kusad - 02 Ağustos 2010, 19:32:39
İsimler çağrıştırdı klasiklere başladım da yaşadığımız yeri bile Rusya sanıyorum artık.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 04 Ağustos 2010, 16:10:12
İsimler çağrıştırdı klasiklere başladım da yaşadığımız yeri bile Rusya sanıyorum artık.
:D Problem yok öyleyse, burası farklı bir evren. =)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: mit - 07 Ağustos 2010, 11:11:17
İsimler ve mekan oldukça orjinal olmuş. Dil damarı özellikle hoşuma gitti. Ama ilk cümleyi biraz düzenlemen gerekiyor. Tam olarak ne denmek istediğini anlayabilmem için 3 kez okumam gerekti. İkincisi "sonsuza kadar uzanan spiral han" betimlemesini gereğinden fazla tekrar etmişsin. İyi bir yazar kendini tekrarlamaktan kaçınmalı... Aksi takdirde okuyucu "tamam tamam anladık" der. Son olarak da biraz daha uzun girişler yapmaya başlamanın vakti gelmedi mi sence de? Eleştirilerimi kırmak için değil yardımcı olmak için yaptığımı bildiğinden bu kadar rahat yazıyorum, umarım darılmazsın.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 08 Ağustos 2010, 00:13:25
Yok ya ne darılması. Zaten son yorum yapan kişilere bakarken "mit" nickini görmek direk insana gurur veriyor.

İlk cümle hakkında haklısın da, daha farklı anlatamadım niyese, şu anda yabancı bilgisayardayım, kendi bilgisayarıma geçince bir bakarım.

Tekrarlamaktan bahetmişsin, evet en büyük problemim ve aşmam lazım... Bu bölümü giriş olarak değil de, birazcık fikir versin insanları meraklandırsın diye düşündüm sadece, ikinci bölümde olaya giriş yapmaya başlıyorum.

Teşekkür ederim yorumun için, gerçekten mit imzalı bir yorum görmek insanı mutlu ediyor.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -2-
Gönderen: Wanderer - 08 Ağustos 2010, 14:49:58
  Hancının tarif ettiği şekilde spiralin ilk dairesine girdi ve bir numara söyleyerek istediği masaya ulaştı. “Bin dört yüz elli yedi numara, lütfen.”dedi ve vücudu spiral bir şekil alıp masaların arasında kayboldu.

  Hancı hala elindeki 3 altın Ruşkaya bakıyor, en yakın kuyumcudan her birini 100 gümüş Ruşka’ya çevirmenin hayalini kuruyordu. Bu çocuk kimdir nedir umrunda değildi, sadece “Ne kadar kalacağım belli olmaz.”demişti. Aslında bu parayla burada bir oda satın alabilirdi fakat yabancıları keklemek hancı Zarnuk’un en önemli gelir kaynaklarından biriydi.

 Lisef, odasına ulaştığında en başta sadece bir masa istemenin ne kadar aptalca olduğunu anladı. Masada gece uyuyamazdın fakat oda her türlü hizmete açıktı. Beş garson, her biri de farklı bir hayvan suretindeydi. Aşağıda, han girişindeki lobide daha önce gördüğü Tilki kapıyı tıkırdatıp istediği bir şey olup olmadığını soruyordu. Aklına gelen birkaç yemeği ve bu hanın özel yiyeceği Kıvrım Kızartma’yı da sipariş ettikten sonra Tilki iyi geceler dileyip spirallere karışarak kayboldu.

  Lisef’in odası tamamen ahşaptı. Koyu renk ahşap bir zemin, ahşap bir dolap, ahşap bir çekmece ve ahşap bir yatak üzerine yün bir minder. Yatak çok rahat görünüyordu, sırt üstü yatağa uzanan Lisef Hızır’ı düşünmeye başladı. Her türlü surete bürünebilen, insanlara yardım eden bu kahraman farklı bir boyutta yaşıyordu. Henüz tam olarak bilgisi yoktu Lisef’in fakat bir veya bir kaç boyut yukarıda yaşadığını tahmin ediyordu. Hızır… Bastığı her yer yem yeşil olan birisi. Rüyalarında, astral deneyimlerinde, gerçek hayatta hep farklı suretlerde karşısına çıkıyor, “Beni bul!” diyordu. Yaklaşık iki ay böyle devam ettikten sonra bir astral deneyim sırasında sorabilmişti Lisef o soruyu. “Seni nasıl bulacağım?”

   Gülümsemişti Hızır. “Spiral Han’ı bul. Elindeki Gezdir seni istediğin yere götürebilir. Orada beni bekle. ” Spiral Han hakkında hiç bir bilgisi olmayan Lisef’in Gezdir denilen bu şeyi de nereden bulacağı hakkında hiçbir fikri yokken astral boyuttan geri dönmüştü bedenine. Elinde bulduğu Gezdir isimli bu deniz kabuğuna benzeyen tılsımlı rengarenk yanıp sönen taşı da nasıl kullanacağını bilmiyordu. Aklına gelen şeyleri denedi, şanslıydı. İlk denemede buldu.Eline alıp “Spiral Han.”demesi yeterli olmuştu.

  Ve işte şimdi buradaydı, nereden geldiğini bilmediği Ruşka isimli paralar, neresi olduğunu bilmediği bir mekanda tılsımla işleyen bir handaydı. Hızır, yakında burada olacaktı.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: mit - 11 Ağustos 2010, 11:43:57
İsimler orjinalliğini korumaya devam ediyor :) Sadece uydurma şeyler olmaması, mesela yön bulmaya yarayan aletin Gezdir olması çok hoşuma gitti. Böyle kelime oyunları ve orjinal fikirleri her zaman sevmişimdir.

İlk yorumdaki eleştirimi yineleyeceğim; daha uzun bölümler girmelisin. Hikayenin daha hızlı ilerlemesini sağlayacaktır.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 11 Ağustos 2010, 12:05:50
İsimler orjinalliğini korumaya devam ediyor :) Sadece uydurma şeyler olmaması, mesela yön bulmaya yarayan aletin Gezdir olması çok hoşuma gitti. Böyle kelime oyunları ve orjinal fikirleri her zaman sevmişimdir.

İlk yorumdaki eleştirimi yineleyeceğim; daha uzun bölümler girmelisin. Hikayenin daha hızlı ilerlemesini sağlayacaktır.

Aynı eleştiriye katılıyorum. Uzun yazmalıyım, fakat wordde uzun duran bölümler buraya koyunca bi çeyrek düşüyor :P Neyse, en iyisi daha daha ve daha uzun yazmaya çalışmak. Beğenmene sevindim. Teşekkür ederim okuyup yorumladığın için. =)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -3-
Gönderen: Wanderer - 14 Ağustos 2010, 17:37:59
(http://7art-screensavers.com/screens/magic-tree-clock/magic-tree-clock.jpg)

   “Kahvaltı vakti, lütfen yemek salonuna, Kahvaltı vakti, lütfen yemek salonuna…” Baş ucunda duran sinir bozucu sesi kesen şey kesinlikle Lisef değildi. Hafif zırhlı, yeşil giyimli ve yeşil pelerinli bir  adam ‘sinir bozucu’ Sözgeç’i elinin tek hareketiyle susturdu ve odadan yolladı. “Daha erken kalkmalısın Lisef, tembellik yapmanın zamanı değil.”
 
    Lisef, Spiral Han’ın S harfi armasının işli olduğu hanın  kırmızı pijamasının içinde, başındaki kırmızı kukuletayla ve tabii ki uykulu bakışlarıyla çok komik görünüyordu. Han spiral olduğu için, odaların tavanları da eğimli, kıvrımlıydı.  Lisef’in yatağının ayak ucunda kahverengi, gayet lüks ve el emeği oyma ahşaptan bir  ayna bulunuyordu. Yeşil pelerinli adam, odanın eğimli tavanının yerle birleştiği yerde bulunan iskemleye oturmuştu ve gayet rahat bir tavrı vardı. Lisef daha fazla dayanamadı, “Acaba kim olduğunuzu sorabilir miyim ve sabahın köründe odamda ne arıyorsunuz ha?”diyebildi.

  “Ben Hızır’ın Çırağı  Leonan, ve sen benim çırağım Lisef.. Derhal hazırlan, buradan acilen gitmemiz lazım, başımız belada.”dedi. Sonra bir şeyler fısıldadı, hızlıca valiz kendiliğinden toplandı ve pat diye kapanıp seri hareketlerle kilitlendi. “Sanırım hazırsın.”dedi ve ekledi. “Hadi gidelim!”

Lisef neler olduğunu anlayamamıştı ve aklına gelen ilk soruyu sordu. �Nereye?� Hızır ve çırakları, ruhlar alemi gibi alemler ya da diğer anlamı ile boyutlar arası geçişler yapabildiği için Leonan bu soruya hep aynı cevabı verir ve ardından koca bir kahkaha atardı. �Alemlere akmaya! Hehehe��

 “Aman ne komik.”dedi kendi kendine Lisef, “Peki neden gidiyoruz?”

  Leonan hemen ciddileşti, “Uzun uzun anlatacak vakit yok ama kısaca şöyle diyeyim, İskender yaşıyor ve ihanet etti.” Lisef ufak bir an şaşkın şaşkın baktı ve sordu. “İskender derken, şu bizim ‘Büyük’ İskender mi?”

  “Evet, adamları her yerde ve burada daha fazla kalmamız çok teh…”

   Leonan sözünü tamamlayamadan kapı yeşil alevlerle yanarak yerinden fırladı ve Lisef’in hemen yanından geçti. Leonan devam etti “..likeli.” Sonra Lisef’in koluna girip hızlıca aynaya doğru koşarken sözlerini fısıldadı “Sepfor Leonan!“ ayna dalgalandı ve içinden geçtiler.

   Arkalarında bıraktıkları gürültüden eser kalmamıştı ve genelde siyah ve kahverengiden oluşan fakat sürekli ufak ayrıntılarla yeşil renk ile desteklenmiş mobilyaların bulunduğu bir odadaydılar. Leonan hemen deri, kollarına kadar uzanan eldivenlerini çıkarıp bir kenara koydu.

 “Rahat ol Lisef, kendi evin gibi davran, burada güvendeyiz.”

  Lisef yine de korkmuş görünüyordu, “Kimdi onlar?”dedi telaşlı bakışlarla.. İskender’in adamları, yaptıkları ufak tefek büyülerle insanları korkutmayı başarıyorlar işte, içecek bir şeyler ister misin? Sıcak çikolata?”

  Lisef hala endişeliydi, bir koltuğa oturdu ve sadece etrafı seyretmeye başladı. Bir kaç dakika sonra Leonan elinde bir kupayı Lisef’ê uzatıyordu, belli ki cevap vermese bile isteyeceğini düşünmüştü.

  “Her şeyi anlatacağım Lisef, sadece rahatlamalısın ve biraz nefes almalısın, merak etme sabah sana anlatacak kadar vakit  olacak. Çikolatanı iç, pijamalarını giy ve hemen uyu.”

  Lisef o anda fark etti ki henüz kalkmış olmasına rağmen gece olmuştu ve aşırı derecede yorgundu. “Fakat nasıl…” diye bir soru yağmuruna başlayacaktı ki Leonan’ın bakışlarıyla sözü kesildi ve sessizce çikolatasını yudumlamaya devam etti.



Fantastic Name Generator ile tanışmama ve isim bulma derdime çare olması nedeniyle Malkavian'a teşekkürler. Umarız kendi öyküsü de devam eder :P

Shinigami, sihirli sözlerde yardımın için teşekkürler-aynadan geçerkenki var ya-. Her ne kadar benimkini beğenmesen de :P
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Alorka Greenleaf - 14 Ağustos 2010, 18:03:08
Çok güzl gidiyor. Ama;
-hızlıca valizim kendiliğinden toplandı -
bölümünü düzelt bence. :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Jean Valjean - 14 Ağustos 2010, 18:28:38
Çok güzl gidiyor. Ama;
-hızlıca valizim kendiliğinden toplandı -
bölümünü düzelt bence. :)

Bence sihirle yapıldığından senin dediğin gibi bir düzenlemeye ihtiyaç yok.

Bunun haricinde hikayenin gayet güzel gittiği kanısındayım. Açıkçası Hızır ve İskender'in efsanesini yeniden işleyeceğini tahmin etmiyordum. İyi fikir. Umarım öykünü seri bir şekilde tamamlarsın.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Alorka Greenleaf - 14 Ağustos 2010, 20:34:23
Olay değl, cümle bozuk. Ya da bana öyle geliyor. Ama bozuk ya. :) Cümleyi tamamen vereyim;
"Sonra bir şeyler fısıldadı, hızlıca valizim kendiliğinden toplandı ve pat diye kapanıp seri hareketlerle kilitlendi." Hikaye Hakim Bakış Açısı- 3. Tekl Şahıs taradından anlatılıyor. O yüzden şey ettm. :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 14 Ağustos 2010, 22:46:24
Vay be, yorumları görmek harika gerçekten, umarım beğenirsiniz Jean, elimden geldiğince hızlı yazmaya çalışacağım.  Frodo, haklısın kardeşim orayı bir düzenlerim şimdi. Teşekkürler yorumlarınız için, okuyucu bulmak güzel gerçekten okuyanların yorum yazması beni çok mutlu ediyor. =)

Okuyup yorumladığınız için teşekkürler...
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Malkavian - 15 Ağustos 2010, 02:37:53
Hikayen oldukça özgün isimlerle süzlenmiş ve gayet iyi gidiyor. Okuyunca keyif aldım ve devamını da tabiki görmek niyetindeyim. ellerine sağlık güzel yazılmış bir hikayeye dönüşüyor git gide. Bölümler de uzamış hafiften iyi olmuş.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: mit - 15 Ağustos 2010, 11:35:14
Lisef neler olduğunu anlayamamıştı ve aklına gelen ilk soruyu sordu. “Nereye?” Hızır ve çırakları, ruhlar alemi gibi alemler ya da diğer anlamı ile boyutlar arası geçişler yapabildiği için Leonan bu soruya hep aynı cevabı verir ve ardından koca bir kahkaha atardı. “Alemlere akmaya! Hehehe…”

Bu paragraf böyle olursa daha iyi olur ;) Buradaki espri çok hoşuma gitti bu arada :) Yayınlamadan önce kendine ufak bir ara ver. Yarım sat mesela... Ondan sonra hikayeyi normal bir hızda baştan aşağı oku, hatalarını en aza indirirsin. Hikayen çok güzel ilerliyor, ellerine sağlık. Devamını beklemekteyim.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 15 Ağustos 2010, 15:02:01
Malkavian, teşekkür ederim yorumun için, bölümler bundan sonra hep uzun olacak.

Mit, o paragraf ayynen dediğin şekilde düzenlendi ve çok hoş durdu bence, anlatırken bazen nasıl anlatacağını bilemiyor insan tekrar okusan bile değiştiremiyorsun bazen. Senin yazdığın paragraf, içimden geçeni olduğu gibi anlatmış valla ne diyeyim sağolasın.

Daha seri yazmaya çalışıyorum bölümleri, sizin gibi iki değerli yazardan yorumlar almak çok güzel, teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: KoyuBeyaz - 15 Ağustos 2010, 15:23:18
Oldukça güzel bir hikaye olmuş bu. Daha önce okumuştum bölümleri ama biraz kısa olduğu için yorum yapmaktan çekinmiştim.

İlk bölümü okuduğumda biraz kafa karıştırıcı gelmişti fakat diğerlerinde böyle bir durum yok. Akıcılık güzel, Leonan'ın tavırları çok hoşuma gitti diyebilirim. 'Büyük İskender' olaya farklı bir hava katmış ayrıca, biraz daha uzun bölümlerle bu şekilde giderse harika devam edecek gibi.

Takip ederiz değil mi bunu? Ederiz ederiz.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 15 Ağustos 2010, 15:39:58
Evet, ilk bölümü bir çok kişi -ben de dahil- anlatımdan dolayı kafa karıştırıcı bulmuştu, diğer iki bölümde düzeltmeye çalıştım bunu ne kadar başardım bilemiyorum ama...

Takipçi kazanmak güzel, beğendiyseniz ne mutlu. =)

Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: johnconstantine - 16 Ağustos 2010, 11:27:23
Höh, sağlam bu yahu. İsimler! İsimler çok orjinaller. :D Tebrik ederim. Bence biraz daha tasvirlere yer vermelisin. Onun dışında gerçekten güzel yani.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı 4
Gönderen: Wanderer - 17 Ağustos 2010, 16:04:54
                                                           

   Duvardaki büyük saat sabah altıyı gösterdiğinde çanlar altı kez çaldı ve saatin üstündeki ufak kapaktan yeşil bir ışık parçacığı adeta süzülerek çıktı, havada gezinerek süzülmeye devam etti ve  ardından Lisef’in burnunun tam üzerinde durdu. Ufak bir saniye bekledikten sonra adeta bir hapşırık sesi çıkartarak patladı ve içinden yedi-sekiz tane daha yeşil ışık parçacığı çıktı.

    Yeni çıkan parçacıklar da patladılar ve her biri ilk seferde olduğu gibi patlaya patlaya çoğalmaya devam ederken  Lisef gözlerini ufak ufak aralamaya başladı. Yeşil parçacıklar artık o kadar çoğalmışlardı ki odanın her yeri yemyeşil olmak üzereyken Lisef birden tam olarak doğruldu, şaşkın gözlerini odada gezdirdi ve “Neler oluyor haa?” diyebildi. Havadaki onlarca yeşil parçacık dönüp birbirilerine baktı, sonra küçük bir bebeğin hıçkırığına benzeyen bir sesle hepsi birden ‘patt’ diye sönerek ortadan kayboldu.

(http://images.elfwood.com/art/a/m/amarathimi/heijastus_h.jpg)

  Artık uyanmış olan Lisef, olağanüstü olaylara hala alışamamıştı. Kalktı, banyoya gitti yüzünü yıkadı ve aynaya bakarken kendiyle tartışmaya başladı. Farklı, çok farklı bir alemdeydi. Yalnız Hızır’ın çıraklarının bulunabildiği 4.5.* boyuttaydı. Boyut 4.5 Hızır’dan aşağı, insanlardan yukarı bir boyuttaydı. Sihirli saatler, sözgeçler, ilginç ilginç insanlarla düşüp kalkıyordu adeta. Ne olduğunu hiç bilmiyordu. Sadece Hızır ile görüşmeye gelmişti. “Hızır ile görüşüp hemen eve dönmeliyim.” diye düşünürken Leonan’ın kendi gibi yeşil Sözgeç’i geldi. “Efendim sizi kahvaltıya bekliyor… Efendim sizi kahvaltı…” derken Lisef daha önce Leonan’dan gördüğü şekilde eliyle git işareti yaptı ve Sözgeç geldiği gibi geri gitti.

  Elinde havluyla gayet rahat  tavırlarla yüzünü kurulayarak geldi yemek masasına. Leonan gayet sakin ve seri hareketlerle kahvaltısını ederken Lisef’in geldiğini görünce mendiliyle ağzını sildi ve “Otur Lisef, otur, iyi beslenmelisin, bu gün okul için alışverişe Efsuncular Caddesi’ne gidiyoruz. Çok yorulacaksın çok!” dedi.

   Lisef alık alık baktı  Leonan’ın suratına, “Ne okulu yahu? Benim Hızır ile görüşmem lazım!” dedi biraz da sinirli bir şekilde. Leonan da ciddileşti ve “Bildiğini sanıyordum Lisef, Buçuk Alem’e bunun için geldin, Efsun, Tılsım, Vefk, İlm-i Ledün alanlarında uzmanlaşmak üzere eğitime geldin. Ben Hızır’ın Çırağı Leonan, özel servis gibi düşünebilirsin beni, teslimatı alır, istenilen şekilde hazırlar, istenilen yere götürürüm. Seninle neden özel olarak ilgilenildi bilmiyorum fakat bak işte…” Gömleğinin cebinden bir kağıt çıkardı ve Lisef’e gösterdi. “İşte burada,”

 Leonan, lütfen Bay Lisef Aracan ile benim için yakından ilgilenip, en yakın zamanda kaleye getirilmesi için yardımcı olunuz.   
                                                                                                                                       Hızır

 Lisef, şimdi anlıyordu. “Peki… Yani yanlış anlama geri dönmek istediğimden değil ama, o iğrenç Yetimhane’ye bu durumu nasıl açıklayacağız?”

“Merak etme, senin başka bir yetimhaneye aktarıldığın konusunda bir mektup ellerine ulaştı bile. Sen şimdi kahvaltını et, hazırlan ve alışveriş için gerekli parayı yanına al, paran var öyle değil mi?”

“Ee.. Evet Leonan, param var.”dedi ve gözüne kestirdiği bir dilim karpuzu mideye indirdi Lisef.


***                        ***                            ***                                ***                    ***


     Cebinde parası, üzerinde ise Dünya kıyafetleriyle Efsuncular Caddesi yolundaydı Lisef.. Aslında gitmek için Gezdir’i de kullanabilirdi ama Leonan’ın yolda anlatacakları vardı. “Hızır ve İlyas…” dedi Leonan. “ İskender ile birlikte iki denizin birleştiği yerde, Ab-ı Hayat’ı aramaya çıktılar. Yolculuk çok zorluydu ve çok çetin geçiyordu, iki denizin birleştiği yere, yani Meracel Bahreyn’e giden yolculukta yedi iklimi geçmek zorundaydılar, Buzullarla, karlarla insanı adeta bıçak gibi kesen soğuklarla, ardından yağmur ormanlarıyla, ardından çöllerle, ardından denizlerle mücadele ettiler. Lakin İskender bu yolculuğa dayanamadı, ne dedi, ne konuştu bilinmez ama onlardan ayrıldı. Hızır ve İlyas yılmadan devam ettiler ve sonunda Meracel Bahreyn’e ulaştıklarında Yaratıcı onlara Gizli İlimler’i öğretti ve onlar Ab-ı Hayat içti fakat İskender içmedi.”

Lisef’e döndü, Lisef “Yanii... Öyle sanıyordunuz değil mi?” dedi.

Leonan, “Hayır, içmedi, içine düştü!”

“Fakat! Bu nasıl olur?”

“Biz de bilmiyoruz Lisef, neyse, Hızır Karada, İlyas ise denizde sıkışan insanlara, imdat isteyenlere yardımcı olmayı kendilerine borç bildiler.”

(http://images.elfwood.com/art/g/e/geode/faded_life.jpg)

  “Ayrıca Hızır, 3 çırak yetiştirdi. Ben Leonan yeşil, Olillian kırmızı ve Kamar mavi rengi temsil eder. Her birimizin gizli, kendimize has görevlerimiz vardır. Hızır, çıraklarının da hocalık yaptığı bir okul kurdu, İlyas da aynı şekilde. Denizin ortasında bir okulu vardır.”


(http://img197.imageshack.us/img197/7305/bluebeastman2.jpg)


“ Neyse konumuza gelelim, sen bu benim hocalık yaptığım okula kaydoluyorsun, okul müdürümüz de bildiğin üzere Hızır’ın kendisi. Okul Caber Kalesi’nde, tabii ki bu boyuttaki haliyle. Kalenin sadece dış surları senin Dünyandakilerle aynı, etrafı, içi tamamiyle farklı dizayn edilmiş. Umarım, bilmen gereken şeyleri kabataslak da olsa anlamışsındır, şimdi, okul için hazırlık yapmalı ve satın alınacak bazı şeyleri almalıyız, tamam mı?”



Lisef her şeyi anlamıştı ve çok ciddi görünüyordu. “Tamam.”



*Dörtbuçuğuncu diye okunuyor.

Edit : En sondaki kale resmi kaldırıldı, çok saçma duruyordu.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Jean Valjean - 17 Ağustos 2010, 23:35:29
Uzun görünmesi için resimleri bol tuttun değil mi? :P

Şaka bir yana; olayların alternatif tarih gibi gelişmesi konunun çekiciliğini arttırıyor. Gerçi Leonan, Olilian ve Kamar'ı duymamıştım ama neyse. Bir de şu ilk resim ikinci paragraf için yapılmış adeta. Akıcı olması da güzelleştiriyor yazıyı. Olması gerektiği gibi, gayet iyi.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 17 Ağustos 2010, 23:46:09
Uzun görünmesi için resimleri bol tuttun değil mi? :P

Şaka bir yana; olayların alternatif tarih gibi gelişmesi konunun çekiciliğini arttırıyor. Gerçi Leonan, Olilian ve Kamar'ı duymamıştım ama neyse. Bir de şu ilk resim ikinci paragraf için yapılmış adeta. Akıcı olması da güzelleştiriyor yazıyı. Olması gerektiği gibi, gayet iyi.

elfwood.com diye bi siteye rastladım, fantastik çalışmalar filan var bu resimler hep ordan. Resimsiz de word ile iki sf tutuyor yahu, uzun olsun diye yapmadım vallahi.

Leonan, Olillian ve Kamar benim uydurmam zaten, umarım hoş olur devamı da, yorum almak güzel kaç saat geçmiş olsa da :P

Teşekkürler.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Alorka Greenleaf - 18 Ağustos 2010, 00:00:18
Tek kelimeyle; Harika. İki kelimeyle; Muhteşem ötesi. Üç kelimeyle; Gerçekten şahane çalışma. Dört... Neyse... Bir şişe Rom. Helalinden. :)
Devamını bekliyorum.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 18 Ağustos 2010, 00:39:52
Eheh :D Teşekkürler Frodo içtim gitti kardeşim. =)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: - 18 Ağustos 2010, 11:48:44
Hikayen gerçekten çok güzel :) Keşke bana baştan beri burdan okutsaydın burda resimler falan da varmış  :D
Ben şu İskender'e çok taktım galiba :D ama nasıl düşebilirki Ab-ı Hayatın içine :D birde şu 3 çırak  tam yerinde olmuş :) kırmızı, mavi ve yeşil neden bu renkleri seçtin farklı renklerde seçebilirdin :D bu renklerin bir anlamı mı var yoksa öyle rast gele mi seçtin?? :)  daha öncede söylediğim gibi o kitabı bulursam bende okumak isytiyorum :D
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: mit - 18 Ağustos 2010, 12:54:04
Hmmm... Bu bölüm hakkında kararsız kaldım. Görseller güzel olmakla birlikte tek bir bölümde üç resim olması çok da iyi durmamış gibi geldi bana. Elbette karar ve seçim tamamen yazara ait. Ama Jean Valjean'ın da dediği gibi yazının uzun görünmesi için yapılmış ufak bir hile gibi görünüyor. :) Öyle yaptığını ima etmiyorum elbette... Malkavian / denge'nin on bölümüne bak mesela. Orada da birden fazla resim var ama resimler arasındaki metin o kadar uzun ki yazıyı uzatmak için değil de metine ferahlık vermek, göz yorgunluğunu gidermek için konulmuş gibiler. Öyle de olması gerekir.

Hızır, İlyas ve İskender ile ilgili açıklamaların olduğu kısım çok iyi durmuş. Aynı şekilde başlangıçtaki çalar saatte çok hoşuma gitti. Fakat işin içine okulun girmesi hikayenin bir Harry Potter esinlenmesine dönmesine sebep oldu gözümün önünde. Neden dersen Efsuncular caddesi ister istemez Gideon Yolu'nu, Caber kalesi ise Hogwarts'ı anımsattı. İşin içine bir de farklı para birimleri soksan tam olacaktı :) Dilerim hikaye o yönde ilerlemez.

Tabi bunlar sadece ufak tefek göndermeler de olabilir. Ben bu tarz şeyleri çok kullanırım mesela. Hep farklı ve sevdiğim hikayelere göndermeler yaparım hikayelerimde.

Çok konuştum, tıp...
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: Wanderer - 18 Ağustos 2010, 23:52:30
Hikayen gerçekten çok güzel :) Keşke bana baştan beri burdan okutsaydın burda resimler falan da varmış  :D
Ben şu İskender'e çok taktım galiba :D ama nasıl düşebilirki Ab-ı Hayatın içine :D birde şu 3 çırak  tam yerinde olmuş :) kırmızı, mavi ve yeşil neden bu renkleri seçtin farklı renklerde seçebilirdin :D bu renklerin bir anlamı mı var yoksa öyle rast gele mi seçtin?? :)  daha öncede söylediğim gibi o kitabı bulursam bende okumak isytiyorum :D
Esinlendiğim kitapla hiç bi bağlantısı yok şu anda. Kitap ismi Yedi Kartal Efsanesi, Antep'de Real'de var. O renkler de 3 ana renk diye seçtim, yeşil mavi ve kırmızı gücün renkleridir üstelik... Teşekkürler okuduğun için.

Mit, abi hikaye o Harry Potter özentisine dönüşmeyecek kaygılanmayalım. Biraz ufaktan esinlenme olabilir ama okul filan kurgu dahilinde sayılmaz pek, ileride öykü içerisinde açıklayacağım. Bu arada, para birimi de var malesef, Ruşka :D

  Resimleri uzun görünsün diye bol tutmadım, aksine, resim koyunca kısa göründü. 2 Word sayfası, uzun yazayım diye kendimi kastığım bi bölümdü. Resimler öyküyle ilişkili, ilk resim o patlayan yeşil şeycikleri, ikinci resim Hızır ve İlyas'ı  ve son resim de Kamar'ı temsil ediyor.

Eleştirin için teşekkürler, çok konuşmadın abi, az bile bana :D Senden yorum almak çok güzel. Teşekkürler...

Başlık: Hızır'ın Çırağı 5
Gönderen: Wanderer - 23 Ağustos 2010, 15:51:01
Spoiler: Göster
Umarım yeterince uzun bir bölüm olmuştur. Bir resim hariç resim koymadım bu sefer ki öykünün uzunluğuna laf gelmesin!  :gh


   “Burada insanlar zaman nehrinde akıp gitmezler Lisef. Burası, zaman nehrini seyredebileceğin bir kıyı gibidir sadece. Buçuk alem, Hızır ve İlyas’ın olduğu yerden düşük, diğer insanların olduğu yerden yüksek bir boyuttur.”

    At arabası ilerlemeye devam ediyordu. Lisef, teknolojinin buraya uğrayıp uğramadığını merak etmişti…Atlar biraz ilginçti, gözleri mavi mavi parlıyordu ve nal yerine yine mavi şeyler takılmıştı. Ayrıca zırhlı gibiydiler, kafalarının arkasında mavi korumalar takılmıştı. Arabayı dört at çekiyordu ve gayet hızlı ilerliyorlardı. Lisef’in gözlerinin atlara takıldığını gören Leonan, “Aaah, Kamar’ın marifetleri. Zırhlar, daha hızlı ilerlememizi sağlayan şu havalı nallar filan. Bana sorarsan hiç gerek yoktu ama güvenlik önemliymiş. Peeh…” dedi ve çok umursamaz görünüyordu. Lisef, bu adamın bu aşırı umursamazlığından sıkılmaya başlamıştı. Sonuçta, buçuk alemin en gözde kişilerinden biriydi ve bu umursamazlık yüzünden başına dert açması olasıydı.

(http://www.elfwood.com/art/c/a/caroline23/spirtittitit4_copy.jpg)

    Araba son hızla ilerlerken Lisef derin düşüncelere dalmıştı. O lanet yurttan kurtulduğuna çok seviniyordu, iğrenç yemekler, suratsız bakıcılar… Üstelik on altı yaşına gelmesine rağmen bırakmıyorlardı onu! Resmi olarak bir çocuksunuz saçmalıkları filan…

  Arabanın geçtiği her yer adeta fantastik bir düşten fırlamış gibiydi. Kayan köprüler, yürüyen yollar, bin bir türlü fantastik eşya satan dükkanlar, dükkanlardaki fantastik hayvanlar… Lisef büyülenmek üzereydi ki Leonan gayet tepeden bir ses tonuyla konuştu. “Geldik Lisef. Kalk ve kitapçıya gidelim hadi!”

  Kitaplar mı? Vay be, Lisef  kitaplara bayılırdı! Kendi geldiği yerdeki fantastik eserleri oku oku bitirememişti, üstelik çoğunu da tekrar okumuştu. Sıradan bir dünyada bile mükemmel fantastik eserler varsa, fantastik bir dünyadaki fantastik eserleri düşünemiyordu bile!

  Kitapçının ismi Okuyan Adam’dı. Tabelası gayet sade ve şıktı. Okuyan kelimesinin N’sinin yanında kocaman yarım çerçeveli bir gözlüğü olan kızıl saçlı, tepesinde hiç saç olmayan bir adam gözlerini kocaman açmış bir kitabı okuyordu ve kafası hareket ediyordu. Lisef, elektriksiz bunca şeyin sürekli bir sihir kaynağına bağlı olması gerektiğini düşünmüştü. Tabela çok komikti fakat tabelaya öyle dalmıştı ki Leonan’ın peşinden kitapçıya girerken, Leonan’ın bıraktığı kapı Lisef’in suratına yapışmıştı!

   Tabii ki umursamaz Leonan fark etmemişti bile. Lisef çaresiz suratına yapışan kapıyı açıp içeriye girdi. Leonan’ı gören kitapçı hemen sarıldı boynuna “Ooo..! Tanrım Leonan, yolunu şaşırmış olmalısın yoksa burada ne işin var eski dostum ha?”

  “Hızır’ın Çırağı’nın şaşıracağı en son şeyin yol olduğunu biliyorsun Hasan! Şu yanımda gördüğün küçüğe bir adet İlm’ül Led’ün lazım. Acaba var mıydı?” Lisef, küçük ha? Adamın koca bir şapşal olduğuna kanaat getirdiği için fazla takılmamaya karar verdi Lisef. Hasan isimli adam tam bir arap gibi giyinmişti ve duvarda Arapça kelimeler asılıydı. Bir diğer duvarda ise birbirine çapraz olarak yerleştirilmiş iki adet altın kabzalı kılıç. “Bakar mısın Leonan, bu adam da kimin nesi böyle?”

“Aaah, Lisef, henüz öğrenmen gereken çok şey var. Buçuk alemde iki çeşit insan vardır, ezelden beri burada olanlar ve buraya sonradan gelenler. Onlara, Nadaim deriz. Bir şekilde kendi dünyalarındayken tılsımlı bir şeye rast gelip şans eseri gelirler genelde. Fakat burayı okuyan, araştıran ve isteyerek gelenler de vardır ki bunlar senin gibi geldikleri yere kendilerini bağlayan bir şeyi olmayan kimseler olur genelde. Hasan da bunlardan biri, buraya                Bağdat’tan…” Bütün vücuduyla kılıcın olduğu yere döndü. “Şu duvarda asılı olan ikiz kılıçları birleştirerek geldi. Biri Çin Hanedanlığı’ndan, diğeri ise Kayı boylarından alınan bu iki kılıcın tılsımı birleşmelerinde saklıydı. İki kılıç birbirine temas edince Hasan buraya geldi. Eğer Hasan bu kılıcı çalmasaydı, Türk ve Çin savaşlarından birinde, iki düşman savaşırken kılıçlarının ilk temasında burada olacaklardı. İster şans de, ister bilgelik. Hasan gerçekten de harika bir insan olarak buraya geldi! Aslen bir hattat ve burada sürekli okuyor. En iyisinin bir kitabevi açmak olduğuna kanaat getirdi ve…”

   Onlar konuşurken Hasan da elinde tozlu bir kitapla yanlarına geldi. “Bu elimde son kalan. Şansın varmış evlat, işte burada…” dedi ve uzattı kitabı. Kitap üzerinde kırmızı ufak bir yakut bulunan süslü bir disk ile kilitliydi. Hasan bir şeyler fısıldadı, kitabın yakutu bütün kitapçıyı bir an için kör kırmızıya boyadı ve Lisef şaşkın şaşkın kitaba bakarken ekledi.”Sadece sahibinin elinde açılır.”

    Leonan teşekkür ettikten sonra dükkandan çıkarken Hasan, üzerindeki kırmızı yeleğin altındaki sarı şalvarıyla gayet rahat ve gülümseyerek kapıya kadar geçirdi onları. Gülümserken bıyıkları çok hoş gözüküyordu ve nedense dükkandan çıkmalarına rağmen hala o surat Lisef’in gözlerinin önüne geliyordu. Arabaya önce Leonan bindi, fakat Lisef dalgındı, o surat gözlerinin önünden gitmiyordu. Gayet dost canlısı, tatlı bir surat.

  “Lisef bin artık şu arabaya!” dedi Leonan ve o sırada olanlar oldu. Beyaz giyimli, uzun, standart ölçülerden baya uzun mızraklara sahip adamlar etraflarını sardı, her mızrağın ucundan gri renk ışınlar Leonan’ın arabasını patlattı ve Leonan’ı da önce gökyüzüne doğru kaldırıp sonra şimşek hızında yok etti. Bu patlamalar, ortadan yok olmalar yaşanırken Lisef yavaş yavaş bayılıyordu ve gözlerinin önünde sürekli Hasan’ın o bıyıklı suratı vardı.
   



Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı
Gönderen: - 23 Ağustos 2010, 16:05:19
Yeni karakter eklemişsin :)
Bu Hasan bana tekin bir tip gibi gelmedi nedense
Ama şu kılıçların hikayesi güzel olmuş.Yani bir Türk ve Çin savaşında ortadan kaybolan iki insan olsaydı hasan yerine olaylar baya karışırdı heralde :D sanırım burda Hasan'a teşekkür etmek gerekiyor bu karışıklığın olmasını engellediği için :P
Hikayenin uzunluğuda gayet iyi olmuş.Harika bir bölümdü.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı 5
Gönderen: Alorka Greenleaf - 23 Ağustos 2010, 16:49:13
Harry Potter' dan uzaklaşmaya başlamışsın. Hadi bakalım. Ama bu sefer daha hızlı ol. Bekletme bu kadar. :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı 5
Gönderen: Wanderer - 23 Ağustos 2010, 16:52:05
Evet teşekkür etmeliyiz Hasan'a...

Ve yine evet, HP'nin yanından geçtik sadece. HP ile ilgimiz yok. :D
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı 5
Gönderen: KoyuBeyaz - 27 Ağustos 2010, 04:48:49
Bir kere, hızlı olma. Yeni bölüm yazarken olayları kafanda tasarlamışsan onlara sürekli ayrıntı vermeni tavsiye ederim çünkü özellikle son bölümün aynı olaylar çevresinde çok daha uzun yazılabileceğini düşünüyorum. Olaylar fazla hızlı akıyor, üç paragraflık bir olayı tek paragrafta anlatmışsın bazen.

Alıntı
  “Lisef bin artık şu arabaya!” dedi Leonan ve o sırada olanlar oldu. Beyaz giyimli, uzun, standart ölçülerden baya uzun mızraklara sahip adamlar etraflarını sardı, her mızrağın ucundan gri renk ışınlar Leonan’ın arabasını patlattı ve Leonan’ı da önce gökyüzüne doğru kaldırıp sonra şimşek hızında yok etti. Bu patlamalar, ortadan yok olmalar yaşanırken Lisef yavaş yavaş bayılıyordu ve gözlerinin önünde sürekli Hasan’ın o bıyıklı suratı vardı.

Örneğin burası aceleye getirilmiş gibi görünüyor biraz.

Ama isimlerin orjinalliği ve kurgu oldukça güzel gitmiş, meraklandırıyor insanı.

Devamını beklemekteyim fakat daha uzun ve ayrıntılı bölümler olmasını ümit ediyorum.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı 5
Gönderen: Wanderer - 27 Ağustos 2010, 12:16:13
Sağ ol KB, siteye girdim resmen bağırdım "Oleeey!" diye. Öykü sadece iki yorum almıştı bu bölüm, senin yorumunu görmek çok güzel.

Yoruma gelince, haklısın galiba, daha uzun yazılabilirdi... Bu hataya düşmemeye çalışacağım yeni bölümde. =) Teşekkürler, okuyup yorumladığın için.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı 5
Gönderen: mit - 27 Ağustos 2010, 12:46:38
Pişmiş aşa su katılmaz derler. Hikayeni kafanda nasıl tasarladıysan öyle devam etmeni tavsiye ediyorum ben de. Aceleye getirme, önemli olan içine sinmesi ve istediğini hakkı ile anlatabilmen.

Hasan karakteri enteresan olmuş, sevdim kendisini. Leonan'ın karakteri değişiverdi yalnız. Bilge Leonan, ukala Leonan haline geldi. Bu biraz tutarsızlık havası oluşturmuş.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı 5
Gönderen: Wanderer - 27 Ağustos 2010, 14:35:43
Pişmiş aşa su katılmaz derler. Hikayeni kafanda nasıl tasarladıysan öyle devam etmeni tavsiye ediyorum ben de. Aceleye getirme, önemli olan içine sinmesi ve istediğini hakkı ile anlatabilmen.

Hasan karakteri enteresan olmuş, sevdim kendisini. Leonan'ın karakteri değişiverdi yalnız. Bilge Leonan, ukala Leonan haline geldi. Bu biraz tutarsızlık havası oluşturmuş.
Yok yahu, Leonan'a baştan beri ukala havası vermeye çabaladım. Hiç bir zaman takmıyor filan, hani Spiral Han'dan kaçtıktan sonra nasıl rahat davranmıştı ve sinir bozmuştu hatırladınız mı?

Bilgeliği, diğer çıraklardan birine yüklemeyi düşünüyorum. Kamar olabilir büyük ihtimalle... Neyse hikayenin tadını kaçırmayayım ben. =)

Teşekkürler mit, yorum görmek güzel. Bu arada, yeni bölüm gecikecek biraz, sınavlarım var :P .
Başlık: Hızır'ın Çırağı -6-
Gönderen: Wanderer - 06 Aralık 2010, 20:09:43
Spoiler: Göster
Kurguyu rayına oturtmak için yazılmış bir geçiş bölümüdür.

Spoiler: Göster
Yazar(!)ımız daha geniş vakitler bulduğu için yeni bölümler daha seri gelecektir.

Spoiler: Göster
Gecikmeden dolayı özür dilerim.


  Sesler, sesler ve yine sesler! Kalabalık bir grubun sesi mi yoksa bir grup meraklının sesi mi Lisef hiç anlamıyordu. Sadece parça parça anlıyordu konuşulanları.

  Biri “Gözlerini açtı bakın!” diyordu. Kimdi bu gözlerini açan? Gözlerini açması neden önemliydi ki? Bir diğeri “Nereye bakıyor?” derken diğeri “Bomboş gözleri tavana bakıyor. Ah bu çakır gözler! Çok fazla erenj içeriyor olmalılar!” diyordu. Erenj de neyin nesiydi? Lisef hiç bir şey anlamıyor, üstelik kafası gittikçe daha fazla karışmaya başlarken görebildiği tek şey bulanık titrek kocaman turuncu  bir ışık kütlesi halini alıyordu. “Durumu nasıl Hekim?” diyen ses biraz tanıdıktı sanki. “Verdiğim os onu bir kaç dakikaya kendini getirir.”

  Sesler artık soluyordu. Görüntüler sanki biraz daha belirgindi, en azından gördüğü turuncu şeyin ejderhamsı bir yaratığın –belki de gerçekten ejder figürü- ağzından çıkan alev olduğunu gördü. Sonra görüntüler daha da netleşti. Bir Şahmeran figürünün gözlerinden çıkan bir çift alev topçuğunun aydınlattığı –ki bu kadar küçük topçukların, bu kadar yüksek ışık yayması garipti- ahşap bir odada bulunuyorlardı. Kapıda arkası dönük, kırmızı ve krem rengi saçma kıyafetler giymiş bir adam diğerlerini yolcu ediyordu. Ahşap odanın kahverengi duvarları titreyerek aydınlanırken, Lisef de aynı şekilde hafifçe titreyerek uyuma isteğinin yoğunlaştığını fark etti. Gözlerini yavaşça kapattı ve derin bir uykuya daldı.  

***         ***       ***      ***     ***     ***    ***     ***     ***     ***     ***     ***  

 Sesler. Kim olduğunu bilmediği, garip, anlamsız gelse de çok büyük anlamlar içeren konuşmalardan duyduğu parça parça sesler.

“Erenj miktarına baksana!”

“Evet, inanılmaz, bu kadar Erenj yayan bir kişi daha görmemiştim…”

Bu erenj de neyin nesiydi? Gözleri hala kapalıydı fakat duyulanları anlıyordu.

“Hızır’ın Erenj miktarının bu kadar fazla olduğu söylenir. Tabii yıllardır kimse onun erenjini görmüyor. Uzun zamandır kendinden geçmemiş olduğu için olsa gerek.”

  Lisef yavaş yavaş düşünebilme yetisine yeniden kavuşmaya başlamıştı. Kesinlikle karmaşık bir huzur hissediyordu ve kalbinin atış miktarı kadar fazla merak sarmıştı bedenini. Neydi bu erenj denilen şey?

  Daha fazla merakına engel olamadı ve gözlerini olabildiğince araladı.

  Dikkatini çeken ilk şey, çok açık renk turuncu bir aura tabakasının etrafını sarmış olmasıydı. Hemen hemen 75cm çapında olan bu katman yer yer bir metre çapa ulaşıyordu. Düzgün bir şekli yoktu. Cıvık bir portakal reçeline benzeyen enerji katmanının içinde her biri bir bezelye boyunda olan onlarca turuncu renk topçuk uçuşuyordu.

  İşin Lisef’e tuhaf gelen yanı, Lisef, onlara baktıkça, onlar gözden kaybolmaya başlıyorlardı. Fakat silikleşerek değil!

  Topçuklar adeta Lisef tarafından vakumla emilerek içeriye doğru akarken reçelimsi turuncu katman ve o parlak ışık da Lisef’in içine doluşuyordu.

  Daha,”Bunlar da neyin nesi?” diye sorusunu soramadan, birkaç saniye içerisinde aura tabakası tamamen kayboldu.

 Lisef, önce ellerine, gövdesine, ayaklarına ve bütün vücuduna baktıktan sonra yanında bulunan Hasan’a döndü.

“Neler oldu?”

 Hasan, Leonan’ın kaçırılışını, ortaya çıkan uzun, ama normalden epey daha fazla uzun olan mızraklarıyla gelen adamları ve kendisinin bayılışını anlattı. Lisef, olağanüstü bir ilgiyle bu adamı dinlerken, düştüğü durum ne kadar zor ve çaresiz olursa olsun, bu adamın Bağdat bıyıklı yüzüne bakarken gülümsememek için kendini zor tutuyordu.

  “Pekii…” dedi. “O, gözlerimi açtığım zaman gördüğüm şey neydi ha?” dedi. ‘Şey’ kelimesini nedense biraz vurgulayarak söylemişti.

 Hasan birdenbire ayağa kalktı ve gülümsedi. “Evet Lisef, evet. Bu sorularının hepsine yanıt bulacaksın, tabii ki Hızır’ın Çırağı Kamar, gelip seni alınca. Ona çoktan haber verdik, normalde insanlardan fazla hoşlanmaz ama bu bir istisna öyle değil mi? Birazdan burada olur. Ne de olsa rüzgar hızıyla geliyor!” dedi ve gevrek gevrek kahkahalar atarak odadan çıktı.

  Duvarda asılı duran bir ejder figürünün ağzından yayılan ışık da Hasan’ın gitmesiyle birlikte soluklaştı.

 Dikkatini ışıktan alan Lisef’in kafası çok karıştı. Güya Leonan ona her şeyi anlatacaktı fakat gri bir ışığın adeta fotoğraf makinesinin flaşı gibi patlamasıyla birlikte o da ortadan kaybolmuştu. Anlaşılan, Hasan, onu kitapçının arkasındaki bir odaya getirmiş ve onunla ilgilenmişti. Kaç gün geçti bilmiyordu fakat gerçekten neler döndüğü hakkında bir fikri olmaması canını sıkıyordu.

  Peki bu erenj denilen şey neyin nesiydi? O turuncu aurayla (aurasıyla) bir ilgisi var mıydı? Eğer Hasan doğru söylüyorsa, Kamar gelince soruları cevap bulacaktı.

 Kamar’ı sadece bir kere, Leonan’dan duymuştu. Üç çıraktan biri olmalıydı ve Mavi’yi temsil ediyordu.

 Bekleyişi dakikalar sürmesine rağmen saatler gibi geçiyordu ve Lisef annesini kaybetmiş yavru bir kedinin çıkarttığı kadar ses bile çıkartamıyordu.

Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -6-
Gönderen: Elijah - 07 Aralık 2010, 19:04:06
Hikayeyi baştan sona okudum. Öncelikle özgün eşya ve büyü isimlerini kullanman hoşuma gitti. Konu da gayet yaratıcı, biraz bilim kurgu, biraz fantastik edebiyat karışınca ortaya çok güzel bir hikaye çıkmış. Karakterleriyle, boyutlarıyla, kendi bulduğun eşya ve büyülerle, merak uyandırıcı ve zevkli bir hikaye olmuş.  :)

Leonan'ı sevmemiştim, yok olmasına sevindim.  :D

Ben de herkes gibi bölümleri uzuun tutmanı isteyeceğim, tadı damağımda kaldı.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -6-
Gönderen: - 07 Aralık 2010, 20:56:51
Bence bir daha bu kadar uzun bir ara verme Alperen ben birçok şeyi unuttuğumu fark ettim :D
Bu enerj neyin nesi anlayamadım bi daha ki  bölümde umarımki açıklarsın.
Leonan'a ne olduğunu anlayamadım öldü mü, kaçırıldı mı, yok mu oldu???
Umarım Kamar Lisef’e iyi davranır. İnsanlardan hoşlanmaması hoşuma gitmedi.
Bunun dışında her zaman ki gibi çok yaratıcı düşüncelerin vardı bölümde :)
Bölümleri nasıl okuyup btirdiğimi anlamıyorum-sanırım bu birazda bölümlerin kısa olmasından kaynaklanıyor :D-çok sürükleyici yazıyorsun
Lütfen diğer bölüm daha erken gelsin :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -6-
Gönderen: Alorka Greenleaf - 07 Aralık 2010, 22:00:25
Bu bölüm de güzeldi. Fakat biraz kopukluk hissi vardı sanki. :) Kaçırılma-Kurtarılma olayını bu bölümde anlatman daha güzel olurdu bence. Neyse yazar sensin. ;D  Yeni kavramlar eklenmesi çok hoş olmuş. Ve daha hızlı gelsin bölümler. ;D
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -6-
Gönderen: Malkavian - 09 Aralık 2010, 12:22:10
Hikaye ve kurgu oldukça güzel ve yazımın giderek geliştiği de bir gerçek. Birkaç tavsiyem olacak yazım konusunda. Yapıcı olacağını düşündüğüm için yapıyorum bunu ukalalık olarak algılamazsın umarım. Ha bu arada başlarda bu hatayı ben de çok yapıyordum ve bunu düzeltmeye çalışınca baya kendimi iyi hissettim. İlk bölümü ele alalım mesela :

Spoiler: Göster
Her kırmızı kiremit arasında duran kum rengi harç ve kırmızı kiremitler spiral bir şekilde sanki sonsuza ilerliyordu. Spiral Han ismini bu şekilden almıştı. Sonsuza uzanıyormuş gibi ilerleyen spiral duvarlar arasında uzanan gri renk bir koridor, koridorun her iki yanında yine sonsuza uzanacakmış gibi uzanan binlerce oda.

  Lisef, hana girdiği anda büyülenmişti, hancı hana girer girmez sağ tarafta duran tahta masada duruyordu. Sonsuza kadar uzanan bu spiral handa, Lisef�in görebildiği kadarıyla yalnızca 5 garson bulunuyordu. �İlginç�� dedi içinden. �Servisleri çok yavaş olmalı! � diye fısıldamadan edemedi. Bu yer hakkında en ufak bir fikri yoktu. Masalar, odalar nasıl girilir bilmediği özel lobiler� Çok karmaşıktı, en iyisi hancıya sormak dedi ve masasında kendisinin göremediği bir şeylerle uğraşan şişman, ince çerçeveli gözlükleri bulunan şirin görünümlü hancıya sordu. �Nasıl bir masaya ulaşabilirim?�


Kelime tekrarı pek önemli değildir olabilir. Fakat kelime tekrarı bir pragraf içinde ve birbirine yakın kelimelerde olunca hoş durmuyor. Burada kırmızı kiremiti bir kaç kelime aralıkla aynı cümlede kullanmışsın mesela ve sürekli spiral ve han demişsin. Kelime çeşitlemesi yaparsan başarılı olursun diye düşünüyorum. Spirallerin bazılarını 'sarmal' bazılarını 'yılankavi' vs vs diyerek çeşitlendirebilirsin. Bir öneri sadece benimki. Ellerine sağlık bu arada kurgusunu çok beğeniyorum.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -6-
Gönderen: mit - 09 Aralık 2010, 12:38:06
Malkavian'a bu konuda katılıyorum. Kelime tekrarları birbirlerine çok yakın olduğunda okuyucuyu rahatsız eder. Aynı kelimeleri aynı cümleler içinde kullanmamak ve kelimelerin diğer anlamlarını kullanmak bu ufak sorundan kurtulmanın en kestirme yolu.

Fikirlerin güzel, hikaye umut vaad ediyor, beğenerek okuyorum. Yazım tarzını biraz daha güçlendirmen, biraz daha zenginleştirmen gerek sadece.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -6-
Gönderen: Wanderer - 09 Aralık 2010, 12:44:12
@Malkavian Hayır hayır, asla ukalalık olarak algılamam asla. Kelime tekrarını Denge'de görüyoruz evet, bunu fark etmen çok güzel. =)

Ha benimkine gelince, uğraşıp renklendirmen gerçekten işe yaradı. Onları renkli bir şekilde art arda görünce hatamın farkına daha fazla vardım. Teşekkür ediyorum.

Ayrıca, kurguyu beğenmen, hatta "çok" beğenmen, hoşuma, hatta "çok" hoşuma gitti. =) Sarmal ve yılankavi kelimeleri de gerçekten kullanılabilir, tüm öyküyü bitirdikten sonra yapacağım düzenlemelerde kullanabilirim.

Tekrar tekrar teşekkür ediyorum okuyup yorumladığın için :)

lotr.frodo, teşekkürler. =)

bell[a]slı, işin kötüsü, ben de bazı şeyleri unutmuş, karıştırmıştım. Neyse ki, olayı toparlayabildim. Leonan'a ne olduğunu daha sonra öğreneceğiz, Kamar'ın durumu biraz farklıdır, tanışınca seveceğinize inanıyorum. =)

Bir dahaki bölümün gelmesi de yakındır. =)

RapMaster, Baştan sona okumak, sabırlı birisin sanırım. =) Sabrını takdir ediyorum ve beğenmene sevindim. Bölümleri uzun tutmaya çalışacağıma dair de bir söz vermiş olayım buradan. =) Teşekkürler...

Veee mit, abi takip ettiğini görmek çok hoş, teşekkür ederim bu konuda =) . Yazım tarzıma da bir dahaki bölümde bir el atayım bakalım beğenecek misiniz? =)

 Teşekkürler... =)
Başlık: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: Wanderer - 09 Aralık 2010, 20:21:48
Spoiler: Göster
Uzun olmuştur umarım.


(http://miscellaneart.com/elements/zCloudy-night-copy.jpg)
    Okuyan Adam’ın kapısının açılmasıyla beraber, kapının hemen üzerinde duran ve kapı her açıldığında şangırdayan çan, o bilindik sesini çıkarttı yine. İçeriye giren kişi, mavi bir cübbeye bürünmüş, garip, orta boylu, çevikliği yürüyüşünden belli olan bir adamdı.

   Kapıdan içeriye girişi tek kelimeyle harikaydı. Gri gözleri ışıl ışıl parlıyor, dükkanın kasasına doğru yürürken, mavi cübbesinin ardında mavi bir ışık hüzmesi dalgalanarak geliyordu. Sanki görünmez bir pelerin onu takip ederken, aynı zamanda ona muhteşem bir görkem eşlik ediyordu. Kitapçıya destursuzca dalan bu görkemli kişi, Hızır’ın Çırağı Kamar’dan başkası değildi.

  İçeriye girer girmez öfke mi yoksa telaş mı olduğu anlaşılamayan bir hışımla Hasan’ın üzerine yürüdü. O sırada Hasan, kasada oturmuş, bazı hesap işleriyle uğraşıyordu. Hasan’ın yakasından tutup büyük bir sinirle konuşan  Kamar  “Hızır’ın Çırağı, İskender tarafından kaçırılıyor, Hızır’ın, önemli olduğunu ısrarla belirttiği bir kişi zor kurtuluyor,  ve Hasan efendi hesap işleriyle uğraşıyor öyle mi? Söyle çabuk, Lisef nerede?”  diye bir nefeste konuştu ve Hasan’ın itiraz etmeye, veya kendisinin hiçbir suçunun olmadığına onu ikna etmesine fırsat bile vermeden o karşı konulamaz ses tonuyla sormuştu sorusunu.

  Hasan, asla korkak birisi olmamıştı ama karşısındaki kişi Hızır’ın Çırağı Kamar olunca, ona itiraz etmeyi pek de akıllı bulmamıştı. Hem, suçlu olmadığını söylese bile bu neyi değiştirecekti ki? Kimsenin onun suçlu olup olmamasıyla ilgilenmediğini fark etmişti ve Kamar’a asla kızmıyordu çünkü içinde bulunduğu durumun ehemmiyetinden haberi vardı.

  “Lisef şu anda arka taraftaki Ejderbaş Odası. Orada güvende olduğuna emin olabiliriz öyle değil mi Kamar? “

Kamar  çok az da olsa sakinleşmiş göründü. Ejderbaş Odası, Okuyan Adam’ın esas işleviydi. Önemli kişiler, önemli eşyalar, önemli olaylar, kısacası önemli olan her şey orada bulunurdu. Efsunlu Ejderbaş son derecede yüksek güvenlik sağlıyordu.Özellikle de büyü konusunda.

  Lisef, huzuru bir türlü bulamadığı yatağında uyurken kapı birden açıldı. Merak, kuşku, heyecan ve binbir duyguyla kaplı bir çift gri göz hemen yatakta yatan Lisef’i gördü ve bir süredir tutmuş olduğu nefesine sağladığı esarete son verdi. Soluk alışlarının normalleşmesini beklemeden yatakta yatanın yanına gitti.

  “Lisef, Lisef, beni duyuyor musun? Lisef !”

“Duymaktan da öte, kulak zarımla ne alıp veremediğin var be adam! “ diyerek yatağından doğruldu. Fakat gördüğü, az önce “adam” diye hitap ettiği kişi/şey kesinlikle bir adam değildi. Bir kurdun başını andıran kıllı kafası, cübbesinin altında olmasına rağmen fark edilebilen sivri kulakları ve belindeki deri kemerden sarkan garip yeşil-turkuaz bir karışımla karşısında duran şey, bir insandan çok, bir kurt kafasına benziyordu.

 Karşısında duran Gri kurt başının içindeki gözler o kadar endişeli, o kadar şefkatli bakıyordu ki, Lisef’in korkmasına imkan yoktu. Lisef silkindi, gözlerini açıp açıp kapattı ve gördüğü şeyden emin olmak istedi.

“Sen..?” diye başlayan sorusu, karşıdakinin itiraz kabul etmez ses tınısıyla kesildi.
“Hemen, gidiyoruz.”

  Lisef şaşırmıştı, “İyi de nereye? Hem dur bir dakika, sen… Kamar mısın?” Soruları öyle büyük bir şaşkınlık ve merakla sormuştu ki Kamar gülümsemeden edemedi.  “Evet, ben, Hızır’ın Çırağı Kamar ve yine  Hızır’ın emriyle seninle ilgilenmek zorundayım.Şimdi, eğer hazırsan, çıkalım mı?”

 Lisef gülümseyerek üstündeki pijamalarına baktı. O uyurken – daha doğrusu baygınken- birileri üzerini değiştirmiş olmalıydı.Hem, bu, çantasını da açtıkları manasına geliyordu ama canını kurtarmış olmanın verdiği heyecanla bunu önemsemedi.  “Sence..? Hazır mıyım?” diye sordu muzip bir şekilde. Fakat bilmediği bir şey vardı, Kamar, insan giyim biçiminden anlamazdı. “Neden hazır olmayasın?” dedikten sonra anladı Lisef. Kamar her ne kadar yüzündeki tüyleri yer yer beyazlamış, orta yaşlarına yaklaşmış bilge bir görünüşe sahip olsa da, gerçek, yani Lisef’e göre gerçek olan dünya ile ilgili pek fazla bilgi sahibi olmasa gerekti.

“Üzerimdekileri değiştirmem gerekiyor Kamar, lütfen izin verir misin?” dedi gayet nazik bir şekilde. Hatta o kadar kibar konuşmuştu ki kendine hayret etmişti. Doğrusu bu adamın-kurt- saygı uyandıran bir çehresi vardı.

Kamar, “Elbette Lisef, dilediğin gibi…” dedi ve arkasında mavi siluetler bırakarak odadan çıktı.

  Kamar’ın odadan çıkmasıyla birlikte, Lisef ilk defa tamamen kendinde olduğunu hissetti ve fark ettiği bir şey daha vardı. Ortamı inceleyebilirdi. Hızlıca etrafa göz attı. Duvarda monte edilmiş olan Ejder Figürü, ilk seferki gibi yaymıyordu ışığı. Ardına kadar açtığı ağzından ardı ardına onlarca ışık parçacığı yolluyor, dörtgen şeklindeki parçacıklar bir süre dönerek yarım kol mesafesine kadar ilerliyor, sonra orada soluklaşıp soluyordu. Parçacıklar beyazın en parlak tonlarındaydı ve Lisef’i bıraksalar saatlerce bu güzel manzarayı izleyebilirdi.

  Yatağının hemen ayak ucunda bir masa –tahminen çalışma masası- ve o masanın üzerinde de Lisef’in ismini dahi hatırlayamadığı o kitap. Şu, “Sadece sahibinin elinde açılır.” Lafından sonra merak etmesine rağmen inceleyemediği o kitap. Maalesef yine zaman yoktu ve giyinmesi gerekiyordu. Odanın geriye kalan kısmında da, mor bir gaz akıtan –mor bir şelale gibi odanın tabanına akan ilginç geniş ağızlı bir musluktan başka  ilgi çekici bir nesneye rastlamadı. Bu gazın ne olduğunu daha sonra Kamar’a sormayı ise aklının bir köşesine not etti.

  Üzerini değiştirip çıktığında, Kamar’ın, Hasan ile bir şeyler konuştuğunu gördü. Ne konuştuklarını merak etse de, onları gizlice dinlemedi ve sadece “Ben hazırım…” demekle yetindi.

  Kamar  hemen kafasıyla ‘gel’ dedikten sonra kapıyı açıp bekledi. Leonan’ın kapıyı suratına çarpma anı aklına gelince Kamar’a karşı daha büyük bir saygı duymaya başladı. İşte böyleydi, bazen ufak detaylar, büyük saygılar uyandırmaya yetebilirdi.

  Dışarıya çıkar çıkmaz Kamar gülümsedi. “Yağmur altında yürümeyi sever misin Lisef?” Lisef anlayamamıştı, tamam, hava bulutluydu ama, yürümek de neyin nesiydi şimdi? Hani, Hızır’ın Çırağı, Kamar’ın bir yerden bir yere giderken yürümekten daha havalı bir yol tercih etmesini beklerdi. Yine de cevapladı. “Evet, çok severim.”

Kamar, bu cevabı beklermişcesine lafı yapıştırdı. “Bir de tam kaynağından uçmayı dene bakalım!”
 
   Lisef, içinden koca bir “Ouuuvv..!” çekti. Gözleri ışıldadı, Daha havalı bir yolu olduğunu biliyordum, diye düşündü.

 Kamar bir elini Lisef’in omzuna dokundurdu ve fısıldadı.

“Ust tierra Kamar!”

 Lisef için hiçbir anlam taşımayan bu sözcükler Kamar’ın dudaklarından dökülür dökülmez mavi haleler Lisef’in etrafını sardı ve onu yerden bir kılıç kadar kaldırdıktan sonra yeniden yavaşca yere indirdi ve Lisef’in göğüs kafesinden içeriye girdi. İçeriye girer girmez, Lisef, sanki yağmurdan sonra ortaya çıkan toprak kokusunu içine almış gibi hissetti kendisini. Öylesine huzurlu ve öylesine sakin bir duyguydu bu. Tanımlayamadığı ilginç bir mutluluk içini kaplarken Kamar yeniden konuştu.

“Artık hazırsın.”


***    ***   ****  ***    ***   ****  ***    ***   ****  ***    ***   ****  ***    ***   ***    ***   ****

  Uçmak! Kesinlikle bu gün beklemediği bir şeydi Lisef’in. Hasan’ın “Kamar rüzgar hızıyla geliyor…” demesinin, tam anlamıyla rüzgarı kast ettiğini anlamamıştı tabi.

 Kamar, ellerini göğe kaldırıp tek bir emir verdikten sonra. “Çak!” Gerçekten de bir şimşek ikisini aynı anda birden bulutların arasına almış, onları tam anlamıyla uçurmuştu.

  Aslında filmlerdeki, kitaplardaki, hayallerindeki gibi bir süpürge, bir halı filan beklemişti ama bunlar yoktu. Çok daha güzeli vardı. Kamar’ın gezinti ve esinti sözcüklerini birleştirip, Gesinti dediği bu şey, rüzgarın biraz elle yoğunlaştırılarak kızak benzeri mükemmel bir araçtı. Kamar, ciddi görünse de, kesinlikle eğlenmeyi bilen biri olmalıydı. Bunu, “Aslında halı gibi düz zemin olarak yaptığım da oluyor ama, yukarı pike yaparken hiç de güvenli olmuyor!” deyişi de doğruluyordu. Şu kaybolan Çırak, Leonan’dan çok daha iyi biriyle karşılaştığına çok sevinmişti.

  Gesinti ile yaptıkları yolculuğun bittiğini, iki gesintinin de aynı anda burunlarını aşağıya vererek alçalmaya başlamasından anlamıştı. Geldikleri yer her neresiyse artık, oraya gelmiş olmalıydılar.

  Lisef, yüksekten korkmasa da, yüksek bir yerdeyken aşağıya bakmaktan korkuyordu. Aslında yükseklik korkusu tam olarak bu olmasa da, bu da bir çeşit yükseklik korkusuydu fakat kendi kendine bunu itiraf etmektense bu komik açıklamayı yapmayı daha uygun bulurdu. ‘Yüksekten korkmuyorum ama, yüksek bir yerdeyken yukarıya veya aşağıya bakmaktan korkuyorum.’ derdi hep.

  Gesintiyi sarmal bir şekilde saran rüzgar dalgasının yere değmesiyle birlikte haddinden biraz daha fazlaca uzamış olan çimenler gesintinin indiği noktayı merkez alarak, tam da o merkezin etrafında yine sarmal bir şekilde eğilmeye başlamışlardı. Sonunda gesinti alçaldı, alçaldı, alçaldı ve tam olarak istenilen noktaya indiğinde Lisef yan tarafta Kamar’ın da kendisinden bir kaç saniye sonra da olsa yere konduğunu gördüğüne sevindi. Sonra aklına geldi. “Kamar! Benim bir Gezdir’im vardı! Neden onu kullanmadık ki?” dediğinde, Kamar neşeli bir şekilde gülümsedi.

  “Uzun yoldan eğlenmek varken, neden kısa yoldan sıkılalım ki?”

  Bu cevap Lisef’i kesinlikle tatmin etmişti, hemen etrafa bir göz attı. Bir tepenin hemen yamacına inmişlerdi, etraf yemyeşil çimenlere berenmişti ve bu yeşillikle mükemmel bir uyum sağlayan toprak bir yol tepenin tepesine doğru kıvrıla kıvrıla uzanıyordu.

 Fakat Lisef’in aklında hala cevaplanmamış bir soru vardı. “Kamar, neden buraya geldik?”

 “Aman tanrım, bildiğini sanıyordum Lisef!”

“Ama bilmiyorum…”

  Kamar yine az önceki neşeli yüz ifadesine büründü. Tüylü yüzü o kadar sevimliydi ki, bir an garip bir şekilde Lisef’in içinden, ona sarılmak geldi!

  “Üzgünüm Lisef, sanırım eğlenceye o kadar dalmışım ki, sana açıklamayı unuttum. Ve biliyor musun, birilerini eğlendirmek, eğlenmekten daha eğlenceli bir şey…”

  “Buraya geldik çünkü, bu tepenin üstünde Hızır yaşıyor!”


[*]
Spoiler: Göster
++Repp diye bir kıroluk yapasım geldi nedense ama... Yapmıyorum. :D
[/*]
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: - 09 Aralık 2010, 20:49:43
Kamar’ın, Hasanın konuşmalarını ben olsam dinlerdim gizlice :D
Rüzgar hızı derken gerçekten rüzgarı mı kastediyormuş :O bu ilginç ve yağmur altında yürümek kadar hatta daha fazla mükemmel bir  duygu olmalı bu :D
Gesinti çok orjinal olmuş :)
 “Uzun yoldan eğlenmek varken, neden kısa yoldan sıkılalım ki?” Gayet harika bir açıklama hatta hayat felsefesi olarak bile kullanılabilir :P
Hızır mı?? ama ya bu haklsızlık tam burda kesilir mi hikaye . . .
Şu Hızır'ı çok merak ettim artık çıksın ortaya.
Bölüm uzun gibi ama biraz daha uzun olsun ya bi daha ki sefer :D Biliyorum yazılılar falan ama biraza daha yaz lütfen :)

Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: Alorka Greenleaf - 09 Aralık 2010, 21:00:40
Çok orijinal bir şey oluyor bu öykün. Fazla mola verdiğinden dolayı başı unutmuştum ama tekrar okumak zorunda kalmadım. Bu arada anlamadığım şey Kamar' ın görüntüsü oldu. Gerçekten bir kurt mu yoksa fazla kıllı bir insan mı? :) Bir de Gesinti' yi de tam anlamış sayılmam. :S :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: Wanderer - 10 Aralık 2010, 15:42:27
bell[a]slı, belki o konuşmalardan bir şey çıkar ileride kim bilir :P Ha o cümleye gelince, zaten direk kendi hayat felsefemdir o kelime. Belki birileri de benimser :P

Gesinti'yi beğenmene sevindim. =) Teşekkürler...

lotr.frodo, Teşekkürler.
Spoiler: Göster
Şaka şaka, :D Aslında, ben de başı unutmuştum biraz. Notlarımı hatmetmem gerekti yeniden, ama ara vermek iyi oldu canım, mayalandı öykü. Gesinti, yoğun hava diyelim. Yani, havayı yoğunlaştırıp, yarı katı bir cisim haline getiriyor.

Kamar'a gelince. Şurada,
[spoiler](http://img197.imageshack.us/img197/7305/bluebeastman2.jpg)

bir resim vardı bilmem önceki bölümlerde dikkatini çekti mi. İşte bu, o. :)  Teşekkürler...

[/spoiler]


Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: DeePReSenT - 10 Aralık 2010, 18:31:08
Beğendim gerçekten güzel olmuş ama bazı yerlere dikkat etmeni öneriyorum mesela 5 garsonu girişte hafızada canlandırmak için yamışsın güzel ama sonra 2.bölümde "Beş garson, her biri de farklı bir hayvan suretindeydi." bunu "garsonlar" veya "beş garsonun beşide" şeklinde yazabilirsin... bu yorumum sadece bu "beş garson" için geçerli değil birçok yerde vurguları noktalamalarla da hissettirmelisin mesela “Evet, adamları her yerde ve burada daha fazla kalmamız çok teh…” yazmışsın.“Evet, adamları her yerde ve burada. Daha fazla kalmamız çok teh…” şeklinde olabilirdi.Bunu anlamak için 3 kez okudum ama konusu olsun, karakterlerin isimleri olsun, betimlemeler olsun  gerçektende güzel olmuş. Yazılarının devamını bekliyorum...
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: Wanderer - 10 Aralık 2010, 19:51:20
DeePReSenT, öncelikle hoş geldin. Yorumun için teşekkür ederim de, son kısımda önerdiğin yerdeki gibi anlatırsak hiç olmuyor aslında. Garsonlar filan oradan yana da bir şikayeti ilk defa senden duydum aslında...

Yine de, yorum, yeni okuyucu görmek güzel. Devamı gelecektir, hele sen bir tamamını oku. =)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: mit - 13 Aralık 2010, 15:36:39
Selamlar aNTiSePTiK;

Seni üzmek istemem ama DeePReSenT'in eleştirileri doğru ve yerinde. Daha önce o kısımla ilgili şikayet gelmemiş olması haklı olmadığı anlamına gelmiyor. Zaten kendisi de o bölümü örnek olarak göstermiş, çünkü hikayenin genelinde var bu sorun. Malkavian'ın daha önce de dediği gibi...

Şöyle bir bak bakalım...
Spoiler: Göster

Okuyan Adam’ın kapısının açılmasıyla beraber, kapının hemen üzerinde duran ve kapı her açıldığında şangırdayan çan, o bilindik sesini çıkarttı yine. İçeriye giren kişi, mavi bir cübbeye bürünmüş, garip, orta boylu, çevikliği yürüyüşünden belli olan bir adamdı.

   Kapıdan içeriye girişi tek kelimeyle harikaydı. Gri gözleri ışıl ışıl parlıyor, dükkanın kasasına doğru yürürken, mavi cübbesinin ardında mavi bir ışık hüzmesi dalgalanarak geliyordu. Sanki görünmez bir pelerin onu takip ederken, aynı zamanda ona muhteşem bir görkem eşlik ediyordu. Kitapçıya destursuzca dalan bu görkemli kişi, Hızır’ın Çırağı Kamar’dan başkası değildi.

  İçeriye girer girmez öfke mi yoksa telaş mı olduğu anlaşılamayan bir hışımla...


Biraz Malkavian'dan kopya çeker gibi oldum ama yazılı ortamda bunu anlatmanın en basit yolu bu. Aynı kelimeyi bir paragraf içerisinde kaç defa tekrar ettiğini gördün mü? Bu örnek sadece son bölümün ilk iki kısmını (paragraf yerine kısım sözcüğünü kullanarak kelime tekrarından nasıl kaçtığıma dikkat et burada) kapsıyor üstelik. Üzülerek söylüyorum, bunu hikayenin başından itibaren genele vurduğumuzda karşımıza çok daha fazlası çıkar.

Spoiler: Göster

Bir kereye mahsus olmak üzere senin için bir şey yapacağım. Ve bunu sadece senin için yapacağım. Bölümü şöyle bir elden geçirip ben yazsaydım nasıl yazardım tarzında bir düzenleme göndereceğim sana. Sakın bunu büyüklük taslamak, kendini görmek vb gibi abuk sabuk hareketlerle karıştırma, öyle biri olmadığımı çok iyi biliyorsun zaten. Amacım hatalarını görmeni sağlamak, kesinlikle başka bir şey değil.

[spoiler]
Okuyan Adam’ın kapısının açılmasıyla beraber, eşiğin üzerinde duran küçük çan şıngırdayarak o bilindik sesini çıkarttı yine. İçeriye giren kişi, mavi bir cübbeye bürünmüş, garip görünüşlü, orta boylu, çevikliği yürüyüşünden belli olan biriydi. Gri gözleri ışıl ışıl parlıyor, dükkanın kasasına doğru yürürken, cübbesinin ardından mavi bir ışık hüzmesi dalgalanarak geliyordu. Sanki görünmez bir pelerin onu takip ederken, aynı zamanda ona muhteşem bir görkem veriyordu. Kitapçıya destursuzca dalan bu kişi, Hızır’ın Çırağı Kamar’dan başkası değildi.

İçeriye girer girmez öfke mi yoksa telaş mı olduğu anlaşılamayan bir hışımla Hasan’ın üzerine yürüdü. O sırada Hasan, kasada oturmuş, bazı hesaplamalarla uğraşıyordu. Kamar, Hasan’ın yakasından tutup “Hızır’ın Çırağı, İskender tarafından kaçırılıyor, Hızır’ın önemli olduğunu ısrarla belirttiği bir kişi zor kurtuluyor ve Hasan efendi hesap işleriyle uğraşıyor, öyle mi? Söyle çabuk, Lisef nerede?”  diye bağırdı büyük bir sinirle. Hasan’ın itiraz etmesine veya kendisini savunmasına fırsat bile vermeden, o karşı konulamaz ses tonuyla sormuştu sorusunu.

Hasan, asla korkak birisi olmamıştı ama karşısındaki kişi Hızır’ın Çırağı Kamar olunca, ona itiraz etmeyi pek de akıllıca bulmamıştı doğrusu. Hem, suçlu olmadığını söylese bile bu neyi değiştirecekti ki? Kimsenin onun suçlu olup olmadığıyla ilgilenmediğinin farkındaydı. Kamar’a kızmıyordu ayrıca... Çünkü içinde bulunduğu durumun ehemmiyetinden haberi vardı.

  “Lisef şu anda arka taraftaki Ejderbaş Odası'nda. Orada güvende olduğuna emin olabiliriz, öyle değil mi Kamar?"

Bunu duyan Kamar az da olsa sakinleşmiş göründü. Ejderbaş Odası, Okuyan Adam’ın esas işleviydi çünkü. Önemli kişiler, önemli eşyalar, önemli olaylar, kısacası önemli olan her şey orada buldurlurdu. Efsunlu Ejderbaş son derecede yüksek güvenlik sağlıyordu. Özellikle de büyü konusunda. Kamar, Hasan'ın yakasını yavaşça bırakıp "Evet, sanırım öyle" diye mırıldandı. Sonra da özür dilermiş gibi kitapçının omzunu hafifçe sıktı ve Lisef'in bulunduğu odaya doğru ilerlemeye başladı.

***

  Lisef, huzuru bir türlü bulamadığı yatağında uyurken kapı birden açıldı. Merak, kuşku, heyecan ve binbir duyguyla kaplı bir çift gri göz hemen Lisef’i gördü ve nefesine sağladığı esarete bir son verdi. Ardından soluk alışlarının normalleşmesini dahi beklemeden yatağın yanına gitti.

  “Lisef, Lisef! Beni duyuyor musun? Lisef!”

“Duymaktan da öte, kulak zarımla ne alıp veremediğin var be adam!" diyerek yatağından doğruldu. Fakat karşısında gördüğü "şey" kesinlikle bir adam değildi. Bir kurdun başını andıran kıllı kafası, cübbesinin altında olmasına rağmen fark edilebilen sivri kulakları ve belindeki deri kemerden sarkan garip yeşil-turkuaz bir karışımla karşısında duran şey, bir insandan çok, bir kurda benziyordu.

Gri tüylerle kaplı yüzün üzerindeki gözler o kadar endişeli, o kadar şefkatli bakıyordu ki, Lisef’in korkmasına imkan yoktu. Lisef silkindi, gözlerini açıp açıp kapattı ve gördüğü şeyden emin olmak istedi.

“Sen..?” diye başlayan sorusu, karşıdakinin itiraz kabul etmez ses tınısıyla kesildi.

“Hemen, gidiyoruz.”

  Lisef şaşırmıştı, “İyi de nereye? Hem dur bir dakika, sen… Kamar mısın?” Soruları öyle büyük bir şaşkınlık ve merakla sormuştu ki Kamar gülümsemeden edemedi.  “Evet, ben Hızır’ın Çırağı Kamar ve yine Hızır’ın emriyle seninle ilgilenmek zorundayım. Şimdi, eğer hazırsan çıkalım.”

 Lisef gülümseyerek üstündeki pijamalarına baktı. O uyurken – daha doğrusu baygınken- birileri üzerini değiştirmiş olmalıydı. Hem, bu çantasını da açtıkları manasına geliyordu ama canını zor kurtarmış olmanın verdiği bilinçle bunu pek de önemsemedi.  “Sence hazır mıyım?” diye sordu muzip bir şekilde. Fakat bilmediği bir şey vardı; Kamar her ne kadar yüzündeki tüyleri yer yer beyazlamış, orta yaşlarına yaklaşmış  bir bilge görünüşüne sahip olsa da, gerçek, yani Lisef’e göre gerçek olan dünya ile ilgili pek fazla bilgi sahibi değildi. İnsan giyim biçiminden hiç anlamazdı. “Neden hazır olmayasın ki?” dedikten sonra anladı Lisef.

“Üzerimdekileri değiştirmem gerekiyor Kamar, lütfen izin verir misin?” dedi gayet nazik bir şekilde. Hatta o kadar kibar konuşmuştu ki kendine hayret etmişti. Doğrusu bu adamın -ya da kurdun- saygı uyandıran bir çehresi vardı.

Kamar, “Elbette Lisef, dilediğin gibi…” dedi ve arkasında mavi siluetler bırakarak odadan çıktı.

  Kamar’ın odadan çıkmasıyla birlikte, Lisef ilk defa tamamen kendinde olduğunu hissetti. Fark ettiği bir şey daha vardı; artık ortamı inceleyebilirdi. Hızlıca etrafa göz attı. Duvara monte edilmiş olan Ejder Figürü, ilk seferki gibi yaymıyordu ışığını. Ardına kadar açtığı ağzından arka arkaya onlarca ışık parçacığı yolluyor, dörtgen şeklindeki parçacıklar bir süre dönerek yarım kol mesafesine kadar ilerliyor, sonra yavaşça solup kayboluyorlardı. Parçacıklar beyazın en parlak tonlarındaydı ve Lisef’i bıraksalar saatlerce bu güzel manzarayı izleyebilirdi.

  Yatağının hemen ayak ucunda bir masa –tahminen bir çalışma masası- ve masanın üzerinde de Lisef’in ismini dahi hatırlayamadığı o kitap vardı. Şu, “Sadece sahibinin elinde açılır.” lafından sonra çok merak ettiği fakat incelemeye fırsat bulamadığı o kitap. Maalesef yine zaman yoktu ve giyinmesi gerekiyordu. Odanın geriye kalan kısmında ise, mor bir şelale gibi odanın tabanına gaz akıtan, ilginç ve geniş ağızlı bir musluktan başka  ilgi çekici bir nesneye rastlamadı. Bu gazın ne olduğunu daha sonra Kamar’a sormayı ise aklının bir köşesine not etti.

  Üzerini değiştirip çıktığında Kamar’ın Hasan ile bir şeyler konuştuğunu gördü. Ne konuştuklarını merak etse de onları gizlice dinlemedi ve sadece “Ben hazırım.” demekle yetindi.

  Kamar  hemen kafasıyla ‘gel’ dedikten sonra kapıyı açıp bekledi. Leonan’ın kapıyı suratına çarpma anı aklına gelince Kamar’a karşı daha büyük bir saygı duymaya başladı. İşte böyleydi, bazen ufak detaylar büyük saygılar uyandırmaya yetebilirdi.

  Dışarıya çıkar çıkmaz Kamar gülümsedi. “Yağmur altında yürümeyi sever misin Lisef?” diye sordu muzipçe. Lisef anlayamamıştı, tamam, hava bulutluydu ama yürümek de neyin nesiydi şimdi? Hani, Hızır’ın Çırağı Kamar’ın bir yerden bir yere giderken yürümekten daha havalı bir yol tercih etmesini beklerdi. Yine de cevapladı. “Evet, çok severim.”

Kamar, bu cevabı beklermişcesine lafı yapıştırdı. “Bir de tam kaynağından uçmayı dene bakalım!”
 
   Lisef, içinden koca bir “Ouuuvv..!” çekti. Gözleri ışıldadı, "Daha havalı bir yolu olduğunu biliyordum!" diye düşündü içinden.

 Kamar bir elini Lisef’in omzuna dokundurdu ve fısıldadı.

“Ust tierra Kamar!”

Kendisi için hiçbir anlam taşımayan bu sözcükler Kamar’ın dudaklarından dökülür dökülmez mavi haleler Lisef’in etrafını sardı ve onu yerden bir kılıç mesafesi kadar havalandırdı. Sonra yeniden yavaşça yere indirdi ve Lisef’in göğüs kafesinden içeriye girdi. Haleler içine girer girmez Lisef, sanki yağmurdan sonra ortaya çıkan toprak kokusunu içine almış gibi hissetti kendisini. Öylesine huzurlu ve öylesine sakin bir duyguydu ki bu... Tanımlayamadığı ilginç bir mutluluk içini kaplarken Kamar yeniden konuştu.

“Artık hazırsın.”


***

  Uçmak! Kesinlikle bu gün beklemediği bir şeydi Lisef’in. Hasan’ın “Kamar rüzgar hızıyla geliyor…” dediğinde tam anlamıyla rüzgarı kast ettiğini anlamamıştı tabi.

 Kamar ellerini göğe kaldırıp “Çak!” diyerek, tek bir emri ile gökyüzünden inen bir şimşek ikisini aynı anda bulutların arasına almış, onları tam anlamıyla uçurmuştu.

  Aslında filmlerdeki, kitaplardaki ya da hayallerindeki gibi bir süpürge, bir halı filan beklemişti Lisef ama bunlar yoktu. Çok daha güzeli vardı. Kamar’ın gezinti ve esinti sözcüklerini birleştirip "Gesinti" dediği bu şey, rüzgarın biraz elle yoğunlaştırılmasıyla oluşturulmuş kızak benzeri mükemmel bir araçtı. Kamar ciddi görünse de kesinlikle eğlenmeyi bilen biri olmalıydı. Bunu, “Aslında halı gibi düz zemin olarak yaptığım da oluyor ama yukarı pike yaparken hiç de güvenli olmuyor!” deyişi de doğruluyordu. Şu kaybolan Çırak, Leonan’dan çok daha iyi biriyle karşılaştığına çok sevinmişti.

  Yaptıkları yolculuğun bittiğini, iki gesintinin de aynı anda burunlarını aşağıya vererek alçalmaya başlamasından anlamıştı. Gittikleri yer her neresiyse oraya gelmiş olmalıydılar.

  Lisef, yüksekten korkardı fakat bunu itiraf etmektense "Yüksekten korkmuyorum ama, yüksek bir yerdeyken yukarıya veya aşağıya bakmaktan korkuyorum." derdi hep. Bu komik açıklamayı yapmayı daha uygun bulurdu.

  Gesintiyi sarmal bir şekilde saran rüzgar dalgasının yere değmesiyle birlikte haddinden biraz daha fazlaca uzamış olan çimenler yine sarmal bir şekilde eğilmeye başlamışlardı. Sonunda gesinti alçaldı, alçaldı, alçaldı ve tam olarak istenilen noktaya indi. Lisef yan tarafta Kamar’ın kendisinden bir kaç saniye sonra da olsa yere konduğunu gördüğüne sevindi. Sonra aklına geldi. “Kamar! Benim bir Gezdir’im vardı! Neden onu kullanmadık ki?” dediğinde, Kamar neşeli bir şekilde gülümsedi.

  “Uzun yoldan eğlenmek varken, neden kısa yoldan sıkılalım ki?”

  Bu cevap Lisef’i kesinlikle tatmin etmişti. Keyifle sırıtarak etrafına bir göz attı. Bir tepenin hemen yamacına inmişlerdi. Etraf yemyeşil çimenlere bezenmişti ve bu yeşillikle mükemmel bir uyum sağlayan toprak bir yol tepenin üzerine doğru kıvrıla kıvrıla uzanıyordu.

 Fakat Lisef’in aklında hala cevaplanmamış bir soru vardı. “Kamar, neden buraya geldik?”

 “Aman tanrım, bildiğini sanıyordum Lisef!”

“Ama bilmiyorum…”

  Kamar yine az önceki neşeli yüz ifadesine büründü. Tüylü yüzü o kadar sevimliydi ki, bir an garip bir şekilde Lisef’in içinden, ona sarılmak geldi!

  “Üzgünüm Lisef, sanırım eğlenceye o kadar dalmışım ki, sana açıklamayı unuttum. Ve biliyor musun, birilerini eğlendirmek, eğlenmekten daha eğlenceli bir şey…”

  “Buraya geldik çünkü, bu tepenin üstünde Hızır yaşıyor!”

[/spoiler]

Bunun dışında hikaye orijinallik konusunda gayet iyi gitmeye devam ediyor. Yazdığın onca şeyin arasına Kamar gibi ilginç, Gesinti gibi enteresan bir yolculuk biçimini katman çok güzel. Böyle yenilikçi ve değişik şeyler görmek insanı ister istemez keyiflendiriyor.

Yorumum haddini aşmaz umarım.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
Gönderen: Wanderer - 13 Aralık 2010, 16:37:50
Aleykümselamlar mit,

Abi ne üzmesi, senin yorumunu görmek her zaman çok büyük bir zevk.

 Deeppresent, hepsini okumadı da arkadaşım olur kendileri, ondan dolayı sitem ettim aslında biraz da, neyse, konumuza dönecek olursak.

Öyküyü yayınlamadan önce okuyorum. Fakat, kendi yazdığım bir şey olmasından mıdır yoksa dikkatsizliğimden midir, bu sizin renklendirme yapıp gösterdiğiniz hatalarımı bir türlü fark edemiyorum. Cidden de, hikayenin genelinde bu sorunun olması beni üzüyor.

Hatta arada kendimi aptal gibi hissediyorum bu kelime tekrarları yüzünden -cidden ne kadar çok 'kapı' demişim yahu!- ama çok teşekkür ederim, her defasında bıkmadan yardımcı olduğunuz için. =]

Şu bir kereye mahsus yaptığın şey var ya. Mükemmeldi. Sanki kafamın içindekileri benden daha iyi anlatan biri var :D Hepsini okudum ve, aslında anlatmak istediklerimi gerçekten de tam olarak yansıtabilen öykü senin tarafından yeniden yazılmış olanı. Bu yaptığın estağfurullah haddini aşmak değil,aksine beni daha fazla utandıracak bir zahmet olmuş.

Bu kadar zahmete girip, bu uzun yazıyı yeniden yazıp bana ayna tuttuğun için gerçekten çok teşekkür ederim. :)

Gesinti ve Kamar'ı beğenmene de ayrıca çok sevindim. Cidden yazarken keyif aldığım şeylerdi ikisi de... Tekrar, tekrar ve hatta tekrar teşekkür ederim. :) 
Başlık: Hızır'ın Çırağı -8-
Gönderen: Wanderer - 18 Aralık 2010, 23:56:51

 O yeşil dağın tepesine çıkan toprak yolda, henüz çiselemeye başlamış olan tatlı bir yağmurun eşliğinde yürüyorlardı. Kamar’ın üzerine düşen yağmur damlaları, onun vücuduyla buluşmadan hemen önce masmavi parıldıyor, sonra ise Kamar’ın kıyafetine veya bedenine değmeden kayboluyordu.  Lisef ise huzur veren yağmur damlalarının üzerine düşmesinden çekinmiyor, Kamar’ın, ıslanmamak için kapüşonunu tak, uyarılarına ise “Biliyor musun Kamar, herkesin sevip ama kaçtığı şeylerden kaçmamayı öylesine çok seviyorum ki… Yağmur da bunların en başında geliyor, yağmur damlalarının beni ıslatması rahatsızlık vermiyor, aksine, bana büyük bir huzur veriyor. “ diyerek gülümsüyordu.

  Yaklaşık on dakikadır yürüyorlardı ve yağmur dinmeye başlamıştı. “Tepenin zirvesi hemen şu kıvrımdan sonra…” diyerek ileride yolun sola doğru döndüğü yeri göstermişti Kamar. O dönüş bir uçurumun kenarında olduğundan geçerlerken Lisef sürekli uçurumdan aşağıya bakıp o yemyeşil otları seyrediyordu. Fakat yolun aşağısına o kadar hayran kalmıştı ki, dağın zirvesine ulaştıklarında zirvenin boş olduğunu fark etmesi yaklaşık yirmi saniyesini almıştı. Sadece hafif bir meltem çimenlerle birlikte yüzlerini okşuyor, gökyüzünde tüm renkleri belirgin bir gökkuşağı sanki kutsal bir ilahiyi mırıldanıyormuşcasına bir yay şeklinde kıvrılıyordu.

Lisef, Kamar’ın yalancı olmadığından o kadar emindi ki şaşkınlığından sadece“Hızır’ın burada olacağını söylemiştin?”  diyebildi. Sonra, Kamar yine neşeli bir şekilde gülümsedi ve  “Evet, ve aynen de söylediğim gibi Lisef Hızır, burada!” dedi.

Sonra Kamar gökkuşağına doğru döndü, Lisef beş kılıç kadar uzaklıkta ona bakarken, Kamar ellerini dua eder gibi kaldırdı, Lisef’in bulunduğu yerden bakınca  sanki iki elinin gök yüzüne dönmüş avuç içleri  gökkuşağını okşuyormuş gibi görünüyordu. Lisef, rüzgarla uçabilen, yağmur yağdırabilen bir adamın gökkuşağını da okşayabileceğine hayret etmemişti. 

Ardından, Kamar, elleriyle havaya bir şeyler çizdi, yine Lisef’in hiçbir şey anlamadığı kelimeler mırıldandı ve Kamar’ın az önce havada dokunduğu yerler sarının en kutsal, en şefkatli rengiyle parıldamaya başladı. Parıldayan yerler belirginleştikçe, Kamar’ın havada çizdiği şeyin bir tür kapı olduğu ortaya çıktı.
Kapının hemen üzerindeyse şöyle yazıyordu…
“Gökte hakk, yerde halk över.”

Sonra kapılar açıldı ve içinden gözleri kör edecek derecede yoğun açık sarı bir ışık yayılmaya başladı. Bu ışık kütlesinin tam ortasında ise tüm ihtişamıyla duran tek bir kişi vardı, Hızır.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
Gönderen: Vega - 19 Aralık 2010, 22:24:06
Her zamanki gibi en heyecanlı yerden bırakmışsın. Pembe diziye döndü yahu. Bak bu kadar heyecanlandırırsan kalpten gideceğim ona göre :P Yalnız bu bölüm kısacıktı. Sanırım bir geçiş bölümü?
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
Gönderen: Wanderer - 20 Aralık 2010, 18:59:44
Her zamanki gibi en heyecanlı yerden bırakmışsın. Pembe diziye döndü yahu. Bak bu kadar heyecanlandırırsan kalpten gideceğim ona göre :P Yalnız bu bölüm kısacıktı. Sanırım bir geçiş bölümü?

Evet, geçiş bölümü diyebiliriz. :) E, olayın en önemli kısmına geçmeden önce bir durayım istdim, o yüzden heyecanlı bir yerde kestik. :)  Teşekkürler...
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
Gönderen: - 22 Aralık 2010, 17:22:33
Sonunda okumak kısmet oldu :D
Ama yine çok kısa bir bölüm :(
Off Alperen meraktan ölücem, betimle artık şu Hızırı :D
“Gökte hakk, yerde halk över.” Çok güzel bir söz.
Bu defa yazmaya çok ara vermediğin için teşekkürler. Yeni bölümü merakla bekliyoruz.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
Gönderen: eyoping - 03 Ocak 2011, 19:20:22
kardeşim ilk 3 ünün okudum ve güzeldi diğerlerinide okumaya çalışcam :)))
Başlık: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: Wanderer - 10 Ocak 2011, 19:34:48
  Lisef, Kamar’a döndü ve sordu “Ne yani? ‘Hızır’ sadece bir ışık kütlesi mi?”

  Açılan kapının tam ortasında yoğun, biçimsiz bir ışık kütlesi yoğun bir şekilde parıldayarak konuşmaya başladı. Lisef’in duyduğu şey, fiziksel bir sesten öte, ruhlarına işleyen ve kulaklarıyla değil kalpleriyle algıladıkları kutsal titreşimlerdi.

  “Ben işine akıl sır ermeyen, geleceği değil ama seçeneklerin neler doğurabileceğini bilen, Yaratıcı’nın izin verdiği ölçüde insanlara görünen, yardım eden, yol gösteren, her kılıkta görünebilen, Yaratıcı katından rahmet verilmiş ve katından gizli bilgiler öğretilmiş Hızır’ım. Benimle arkadaşlık etmek zordur. Bana sabır etmek zordur çünkü insanlar bilmediği, tamamen kavrayamadığı şeylere zor tahammül ederler. “dedi.

  Ses konuşurken Lisef hipnotize olmuş gibi onu dinledi. Kamar ise sanki bambaşka bir âlemdeydi. Birden ikisi de kendine geldiğinde sarı kapı kapandı, Hızır, kaybolurken, söyledikleri hala yankılanıyordu. “Zor tahammül ederler… Kavrayamadıkları şeylere… Arkadaşlık zordur.”

  O garip transtan çıkıp birbirilerine baktılar. Sonra Lisef “Ne demek istedi?” diye sordu.

  “Bilemem Lisef… Bilemem çünkü sana söyledikleriyle bana söyledikleri arasında fark var.”


*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***

  Gesintiyle uçmak harikaydı! Göğe yükselirken yerdeki ağaçların, biraz önce durdukları tepenin ve artık yerinde durmayan kapının olduğu mevkiinin görünümü o kadar harikaydı ki… İnsan, kendini her şeyin üstünde, yaratıcıya hayran bir şekilde buluyorken kendisinin de ne kadar aciz olduğunu hissediyordu.

  “Peki ya Hızır, ikisini birden nasıl yaptı Kamar? Yani, hem seninle hem benimle nasıl konuştu?”

  “O kitabı gerçekten hiç açmadın değil mi Lisef?” dedi Kamar, Lisef’in çantasını göstererek. “Her şey o kitapta yazılı. Bilmen gereken her şey…”

Lisef daha sonraları anlayacaktı ki ‘gerçekten’ bilmesi gereken her şey hakikaten de o kitaptaydı.

“Peki, şimdi ne olacak? Yani, ne yapacağız? Sonuçta sana ne dediğini bilmiyorum ve bana da sadece kendini tanıttı. Yani sanırım.”

  “Ne dedi?”

“Benimle arkadaşlık zordur tarzı bir şeyler filan işte. Ne bileyim...”

“Kayık’a gideceğiz. Orada bizi bekleyen cevaplar ve öğrenmen gereken bir öykünün orijinal nüshaları var. Hem, doğru, Lisef, Hızır doğru söylemiş. Ona ayak uydurmak zordur…”dedi ve kendi gesintisinde kolunu yaslamak için yaptığı yere yaslanarak düşünceli bir şekilde çenesini sıvazlamaya başladı.

  ‘Kayık mı?’ diye düşündü Lisef. ‘Beni bekleyen cevaplar bir kayıkta mı yani?’

  Sonsuza uzanacakmış gibi görünen firuze göğün pamuk bulutlarında, rayında ilerleyen iki trenmişcesine uçan iki gesinti içerisinde gökyüzünde sadece kendilerinin bulunduğunu fark eden Lisef ister istemez bir yalnızlık duygusuna kapıldı.

   Esas fark ettiği şeyse şuydu ki; kimsenin ulaşamayacağı bir noktaya ulaşmanın bedeli, kimsenin olmadığı bir noktaya ulaşmaktı. Kimsenin olmadığı bir noktada bulunmaksa, sonsuz bir yalnızlık gibiydi.

  O an bir şeyi daha anladı , Kamar çok yalnızdı. Masmavi gözlerinin, gri tüylerinin ardında, eğlenmeyi bilen, kendini eğlendirebilen bu insanın –veya her neyse- sonsuz bir tek başınalığı vardı. Göklere hükmetmenin bedeli, göklerde kimsesiz kalmaktan başka bir şey değildi.

  Gesintiler ilerlerken bulutların üzerinde süzülen, gökle aynı renkte tuğlalardan örülmüş bir orta çağ kalesinin koni biçiminde sonlanan burçlarla süslü silueti görününce Lisef sormadan edemedi.

“Bulutların üzerinde yüzen bu yer de neresi böyle?”

  Kamar yine, o ‘birini eğlendiren’ yüz ifadesine büründü ve anında cevap verdi. “Oraya kısaca ‘Kayık’ diyorum.”

“Kayık mı? “

“Evet! Yüzdüğünü söyleyen sendin değil mi? İlk gördüğümden beri seninle aynı fikirdeyim ve buraya kayık demenin hoş olacağını sanmıştım... “ Kamar birden yapmacık bir üzüntülü ifade takındı, “Ne yani? Bunun iyi bir isim olduğunu düşünmüyor musun?” diye devam ederken, çok hoşlandığı bir oyuncağıyakın arkadaşı tarafından beğenilmemiş,  üzgün bir çocuk kadar kırgın görünüyordu. Tabii yapmacıktı.

Lisef, “Yoo, hayır.”dedi. Rol yaptığı çok da belli olsa boğazını temizler gibi yaptıktan sonra devam etti ‘Yani, gerçekten harika bir fikir!” diye gülmeye başlayınca Kamar da, yine Lisef’in kalbindeki o  ‘baba’ figürünün gülüşüyle hafifçe kıkırdadı.
 
Kıkırdaması devam ederken bile düşünmeye devam ediyordu. Koyu lacivert kapüşonu hafif esintilerle güven veren çehresinin etrafında dalgalanırken, Lisef’in asla tahmin edemeyeceği şeyleri geçiriyordu aklından. Sonra, kararsız gözlerini istemsizce Lisef’in gözleriyle birleştirdiğinde, Lisef’in her şeyden habersiz gülüşüne karşılık huzur verecek bir biçimde gülümsedi. Ona yapmak istemediği şeyleri yapmak zorunda kalmak istemiyordu ama şartlar gittikçe zorlaşırken gerçekten yapmak zorunda kalabilirdi. Kamar, göründüğü gibi rahat değildi ve psikolojik açıdan kesinlikle çok zor durumdaydı.

 “Gittiğimiz yer, Lisef, bir kütüphane. Orada, kadim bilgileri muhafaza eden muhafızlar var ve ben de önceden onlardan biriydim. Belki eski bir kaç dost görürüz ha? Eski dostları görmek her zaman harikadır Lisef, her zaman…”

  Lisef, Kamar’ın ağzından ‘dostlar’ kelimesini duyduğuna gerçekten sevinmişti ve onun önceden uzun bir süre bulunduğu bu yerin içerisini de kesinlikle çok merak ediyordu… 


(http://images.elfwood.com/art/j/a/janigany/castle_in_the_sky__02_elfwood.jpg)


  Gesintiler yine bir direğe asılı yaylardan akan iki teleferik gibi akarcasına indiler kale kapısının tam önüne. Kapıda gri-beyaz ve gayet sade kaftanlar giymiş iki muhafız kapının önünde iki ayrı noktaya gerileyip, kapıya doğru eğilerek, mütevazı bir reverans ile sihirli sözcüklerin kendi bildikleri kısımları fısıldayıp kapıyı açtılar ve Kamar ile Lisef geçene kadar da başlarını kaldırmadan beklediler.

  İçeriye geçtikten sonra, kapı kendiliğinden kapandı. Duvarda yazan yazılardan her zamanki gibi bir şey anlamayan Lisef, girdikleri salonun tam tepesindeki balkonun hemen önünde yazan yazıyı Kamar’a sordu.

   “Orada, Eser Loncası yazıyor. İsminden de anlaşılacağı üzere havayla ilgili bir şeyler, şimdi daha önemli işlerimiz var. Bak, eski dostum Gehvasar buraya geliyor.”

  Yanlarına gelen kişi, sarı bir pelerin ve başındaki (gri) sarığın üzerinde taşıdığı kahverengi-sarı renkte bir taş ile dikkat çeken, önemli birisi olduğu her halinden belli olan bir kişiydi. Kollarını iki yana açarak Kamar’a yaklaşmaya başladı, kesinlikle çok samimi bir gülüşü vardı. “Hoş geldin eski dostum Kamar! Seni buralarda görmek ne güzel…” diyen iki dost birbirilerine hasretle sarılırken, Kamar, “Kehrübâ seviyesine yükselmişsin eski dostum, bu harika! ” derken eski dostuna, Gehvasar’ın gözleri Lisef’e takıldı.

  “Seni buraya hangi rüzgâr attı Kamar?”

“Aaah, bilirsin, hangi rüzgâr olursa olsun bizim emrimizde olur genelde ama sanırım bu kez beni getiren şey rüzgâr da olsa, gelme sebebim çoğu sefer olduğu gibi rüzgâr değil.” dedi ve başıyla Lisef’i gösterdi. 
 
 Lisef bir an kendini olayın tamamen dışında hissetti. Sonra Kamar “Lütfen Lisef, sen bizi biraz bekler misin? Eski dostum Gehvasar ile senin hakkında konuşmam gereken bazı şeyler var. Müsaade eder misin? Lütfen…”

  Kamar ve Gehvasar, yan taraftaki merdivenden yukarıya konuşarak çıkarken Lisef parça parça şeyler duydu.Duyduğuşeyler; ikizler… Kadim… Çifte kılıçlar ve dört element gibi tek tük kelimeler olmasına rağmen, Lisef, bunların tamamını bile duysa hiç bir şey anla-ya-mayacağını düşünüyordu.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: - 11 Ocak 2011, 16:54:24
Alıntı
Lisef, Kamar’a döndü ve sordu “Ne yani? ‘Hızır’ sadece bir ışık kütlesi mi?”
 Bende kaç bölümdür Hızır'ın nasıl bir şey olacağını düşünüyordum :D Açıkçası ışık aklıma hiç gelmemişti.

Alıntı
“Bilemem Lisef… Bilemem çünkü sana söyledikleriyle bana söyledikleri arasında fark var.”
nasıl yani  :-\ aynı şeyi söylemedi mi??

Alıntı
"Esas fark ettiği şeyse şuydu ki; kimsenin ulaşamayacağı bir noktaya ulaşmanın bedeli, kimsenin olmadığı bir noktaya ulaşmaktı. Kimsenin olmadığı bir noktada bulunmaksa, sonsuz bir yalnızlık gibiydi."
Harika bir söz ( bu yazında nedense sözler dikkatimi çekti :D )

Açıkçası şu an Lisef kadar şaşkınım. hiçbir şey anlamadım  :-\ Kamar onu neden götürdü ki oraya?? Ayrıca şu Gehvasar'da ayrı bir mesele. Bölüm uzunluğu bu defa iyiydi bence :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: Wanderer - 12 Ocak 2011, 15:34:34
Evet, ikisine de farklı şey söyledi. Hızır, aynı anda bir çok yerde bir çok şekilde bir çok şey söyleyebilir. :)

Kamar onu götürdü çünkü Kayık'da Lisef'i bekleyen soru-cevaplar var. Öyküde de anlatıldığı gibi... :)

Okuduğun için teşekkürler, yorum görmek çok sevindirici
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: Alorka Greenleaf - 13 Ocak 2011, 18:41:26
Bu bölümler de çok güzeldi. Özellikle de 9 sanırım en güzeliydi. Bundan iyi de bir film çıkar. Sihiribazın Çırağı falan boş iş. Ben bunun filmini hakkatten çok isterdim. Neyse. Bakalım daha neler bekliyor bizi. Haydi kalemine kuvvet. ;)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: Wanderer - 13 Ocak 2011, 20:12:40
Film mi? Harika fikir aslında da, kim çekecek şimdi? :D

9, en çok severek yazdığım bölüm, bundan sonrakiler daha kaliteli ve daha güzel olacak umarım. :)

Yorum görmek harika, teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: mit - 08 Şubat 2011, 17:12:18
Selamlar :)

"Nihayet" dediğini duyar gibi oluyorum. Eh, evet haklısın, okumakta bayağı bir geciktim. Kusura bakma... Her zamanki gibi merak uyandıran bir bölüm olmuş. Özellikle son cümlede saydığın şeyler okuyucunun merakını kabartacak cinsten.

Kelime tekrarlarını minimuma indirmen ise hayli sevindirici. Özellikle Lisef'in yalnızlık hakkındaki düşünceleri ve "Kayık" esprisi oldukça hoşuma gitti.

Şu cümle haricinde hiç bir olumsuz eleştirim yok;

"Sonsuza uzanacakmış gibi görünen firuze göğün pamuk bulutlarında, rayında ilerleyen iki trenmişcesine ilerleyen iki gesinti içerisinde gökyüzünde sadece kendilerinin bulunduğunu fark eden Lisef ister istemez bir yalnızlık duygusuna kapıldı."

Bu cümle çok uzun ve içinde iki kez "ilerleyen" geçiyor. Bu tarz uzun cümlelerden kaçınmalısın. Ama bundan kaçayım derken çok kısa cümleler de kurmamalısın, o  zaman da telgraf gibi olur :) İkisinin ortası işte...

Macera devam etsin...
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: Wanderer - 08 Şubat 2011, 19:03:08
Foruma girince hep kontrol ediyorum ne yazılmış diye, orada Hızır'ın Çırağı görünce gerçekten de "OH! NİHAYET!" dedim :)

Bu bölümden sonra yavaş yavaş merağınızı azaltmaya, kurguya, yani henüz sadece laf aralarında geçen esas kurguya girmeyi düşünüyorum.

O cümleye bir şeyler diyeceğinizi, ondan başka da, kapının açılmasını anlattığım kısıma belki eleştiride bulunacağınızı düşünmüştüm ama o olmadı :)

Geç de olsa okuduğun için teşekkür ederim İhsan abi, bu yorumun sayesinde yeni bölümü yazacağım artık... Umarım gelecek bölümleri de beğenirsiniz.

Teşekkürler :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: Malkavian - 18 Şubat 2011, 10:23:33
Giderek daha uzun ve az hatalı bölümler yazıyor olman gerçekten sevindirici. Son bölümlerde kelime tekrarlarına oldukça dikkat etmişsin gibi görünüyor. Kurgu nun zaten iyi olduğunu belirtmiştim. Hatalar azaldıkça daha da çekici hale geliyor hikayen.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -9-
Gönderen: Wanderer - 22 Şubat 2011, 18:24:47
Hataların azaldığını düşünmenize sevindim... :) Birazdan yeni bölümü yayınlıyorum inşallah. Umarım hataları epey bir az olacak :)
Başlık: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: Wanderer - 22 Şubat 2011, 20:55:15
  Gökyüzü ejderhaya yükseldi.

  Karanlığın tüm o kasvetli, rutubetli havasına adeta âşık biri mağaranın içinde geziniyordu. Duvarlar sel taşkınlarının, ufak depremlerin ve şaşırtıcı derecede muntazam ve düzenli ilerlemiş doğal görünümlü yer çöküntüleriyle bu son hallerini almışlardı. Karanlığın adeta kanatları olan soğuk da tabii ki oradaydı, soğuk ve nemli bu mistik mekân, karanlığın ışık tuttuğu kişiler tarafından bilinmeyen bir tarihte yapılmıştı.

  İnsana huzur veren bu mekânda gezinen kişi orta boylu bir efsunyandı. Siyah saçları, esmer teni, her an çocuksu bir sevinçle gülümsemeye hazır yüz ifadesi ve orta boylu vücuduyla mağaranın yüksek duvarları sayesinde neredeyse hiçbir engele takılmadan yürüyen bu kız Durulena şehrinin en önemli efsunyanı sayılan Canahas’ın çırağıydı.

Gözlerinin etrafından geçen hatları, burnu, çenesi, bir elfinki kadar keskin ve düz değildi fakat bir insanınki kadar yumuşak da değildi. Tatlı ve sevimli yüzünü istediği anda sert bir ifadeye bürüyebiliyor ayrıca tüm diğer Yimnera ırkından olanlarda olduğu gibi yumuşak, narin görünen bedenini yeri geldiğinde en ölümcül silah olarak kullanabiliyordu.

  Hem ufak hem de düzenli aralıklarla, bir damla su, bir birikintinin içine düşerek çıkardığı sesle  mağaranın yüzeyinde yankılanarak adeta temayla uygun bir müzik çalıyordu. Su damlalarının rahatlatıcı ritminde ilerlemeye devam eden tatlı Yimnera, Ifellia karanlığa gözlerini iyice alıştırmaya çalışıyordu.

  Mağarada olmasının tek sebebi, Okuyan Adam’da gördüğü çocuğa ulaşabilmesinin tek yolunun bu karanlık dehliz olmasıydı. ‘Kadim’ denilen kitaplar ne kadar doğru söyler bilinmez ama ufak birer ejder olan Kahaberler çok nadir bulunurlardı ve bulundukları yerlerden biri de bu mağaraydı.


(http://fc07.deviantart.net/fs70/i/2010/077/4/7/The_Cave_by_jerry8448.jpg)
  
  Bahsedilen yere iyice yaklaştığını anlayınca, bu efsunlu yaratıkları görmesini engelleyen perdeyi kaldıracak sözleri yeniden kontrol etmek için özel klipslerle, yine efsunla kilitlenmiş yakut kakmalı demir defterin ilk sayfasını açtı. Sayfa bomboştu.

  Ne istendiğini anlayınca sayfa cevap verdi, Ifellia sayfada gördüğü kadim sözleri kendi kendine fısıldayarak tekrarlamaya başladı, bunlar unutulmaması gereken kelimelerdi.

“Neylesin derdi olan korkuyorsa, hiç korkmasın söylesin perdeden sıyrılmak istiyorsa.”

  Bir bilmecenin başlangıcı gibi başlayan bu sözleri dilinin ucunda sallaya sallaya ulaşmak istediği esas noktaya geldiğinde ortalık bomboştu. Derince bir soluk aldı, ciğerlerindeki havayı bir kaç saniye içinde tuttuktan sonra geri bıraktı ve mağaranın karanlık duvarları aydınlanmaya başlarken o sözleri fısıldadı.

“Neylesin derdi olan korkuyorsa, hiç korkmasın söylesin perdeden sıyrılmak istiyorsa…”
 
Perde sıyrıldı ve kıpraşan ufak yaratıklar görünmeye başladı.
 
 Bir böcek sürüsünü andıran bir hızla kımıldaşıp havada uçuşan en fazla işaret parmağı uzunluğundaki küçük tatlı ejderciklerdi bunlar. Şimdi yapması gereken, Usta Canahas’ın söylediği gibi kendisini seçecek olan yaratığı beklemekti. Bunun nasıl olacağını hiç bilmiyordu, dahası bu yaratıkların bir çakmak kadar dahi olsa ateşli nefesleri olduğunu da bilmiyordu.Ne yapacağını bilmez bir halde mağaranın ortasındaki bir dikite çıkıp oturdu. Seçimi bekliyordu.

  Derken hala devam eden suyun düşüş ritmi o kadar hoş, o kadar tatlı uykulara davet etti ki o an karşı koymayı denemek bile aklına gelmedi, sadece uyku isimli örtüye büründü…


  ***  ***

  Herkes odasına çekilip kapılar kapanınca, Kayık’da suratlardaki maskelerin düşme zamanı da gelmiş demekti. Kamar, iyilik için şiddetin, dehşetin ve korkunun yeri geldiğinde kullanılabileceğine inanıyordu.

   Gehvasar ile konuşmak için girdikleri odaya adımlarını atıp kapıyı arkalarından kapattıkları anda Kamar, Gehvasar’ın da beklediği bir şekilde onun iki yakasından sertçe kavrayıp en yakın duvara kafasıyla birlikte çarptı. Duvara ilk çarpışın etkisiyle şok olup gözlerini iri iri açan kütüphane görevlisinin kendine gelmesi de, kendinden geçme sebebiyle aynı sebepten oldu. Duvarla temas.

   “Bu ne cüret ha? Sen… Yakın dostum olduğun için beni, Hızır’ın Çırağı Kamar’ı satabileceğini, arkasından iş çevirebileceğini mi sandın ha? “

Kamar, Okuyan Adam’da olduğundan kat kat daha sinirliydi ve konuşurken,  bıyıkları, çenesi titriyordu.

  Perişan bir halde kekeleyerek cevap verdi Gehvasar.

“Sen…” diye başladı fakat nefesi derin, istemsiz bir soluk alışla kesilince, durmak zorunda kaldı. Kamar bu istemsiz duruşa yalnızca sert bir bakışla yanıt verince, Gehvasar derhal kendini olabildiğince toparlayarak yanıt verdi.

“Senin ne söylemeye çalıştığın ile ilgili hiç bir fikrim yok Kamar, lütfen daha açık konuşur musun?”  

Kamar az evvel gevşettiği ellerinden birini yeniden sıkıp gömleğin yakasından sertçe kavradı ve Gehvasar’ı çarptığı duvarın tam karşısındaki duvara adeta uçurarak yeniden vurdu.

“Gayet iyi biliyorsun o elmas hülyasına bulanmış kellenden ne için olacağını... Zeugma höyüklerindeki Çingene Kız Slonaz’ı, sırf höyükte bulunan hazineden alacağın payda lanetten de bir dilim almış olmamak için uyandırdığını tabii ki biliyorum!”

  Söylediklerinin dehşetinin bir kaç kat daha büyümesi için onları sessizlikle besledi. Sadece Gehvasar’ın suratına baktı dakikalar boyunca, ona sükût işkencesi yapıyordu.

  “Şimdi, bunu yaptığını inkâr mı edeceksin? Ya Çırak Leonan’ın kaçırılma olayına ne demeli? Bunda da parmağın olduğunu biliyorum ve elbette ki bu konuda delillerim ve şahitlerim var.  Usta Canahas ile ne gizliden gizliye anlaştığını ve büyücü desteği de aldığını biliyorum, tüm bunların amacı nedir peki bunları açıklayabilir misin?”

  Gehvasar sadece susmakla yetiniyordu. Sonra dudakları tek bir kelime söyledi, öldüren kelime, sadece kütüphane görevlilerinin büyük sırları bir başkasına aktarmamak adına sahip oldukları bu kelimenin tek etkisi söyleyen kişiyi öldürmesiydi. Gehvasar, bunu belki de sonsuza dek açığa çıkmayacak bir sır için yapmıştı, çünkü Kamar’dan, yani Hızır’ın çıraklarının herhangi birinden bir şey saklanması gerekmezdi, kanunlar bunu engellemezdi.

(http://fc09.deviantart.net/fs24/f/2008/001/6/1/I_can_not_die__again_by_gilad.jpg)
  Kelimeyi söyler söylemez Gehvasar’ın başının hemen tepesinde parlak, mistik, deltoid bir şekil, etrafındaki zıt yönde dönen çemberlerle birlikte kıvrılarak Gehvasar’ın tüm vücudunu kapladı. Gehvasar ölüm korkusundan mı yoksa acıdan mı asla bilinemeyecek olan bir şekilde son bir kez hırıldayarak haykırdı ve bitti. Gehvasar Kamar’ın kollarında can verdi.


*** *** *** ***
(http://images.elfwood.com/art/j/u/juliette2/office.jpg)

Kütüphane görevlilerinden biriyle uzunca ve tatlı bir sohbete dalmış olan Lisef, tam da ejderlerden ve Kahaber ismindeki ilginç, Lisef’in ilk kez duyduğu varlıklar hakkında konuştukları sırada aklına gelen bir fikirle durgunlaştı birden. Kamar ve Gehvasar’ın konuştuğu şeyler yankılanıyordu zihninde. Çift Kılıçlar, dört element…

  Acaba nereye kadar, kapalı bir yerde özel konuşmadan gitmişlerdi? Acaba Lisef onları takip etseydi, İkizler, Çifte Kılıçlar ve dört element hakkında daha fazla neler öğrenebilirdi?  

  Bu sorular kafasında kuyruklarını birbirilerine değdirmeden dolanırken, Lisef’in gözleri, karşısında, okuduğu şeyleri anlatmaktan duyduğu haz yüzündeki sırıtıştan belli olan Kayık görevlisine takıldı. Belki de tüm merak ettiklerini ona sorabilir ve Kamar ile Gehvasar’ın o odaya girmeden evvel neler hakkında konuştuğuna dair bazı bilgiler edinebilirdi.

  “Baksana… Şey, adım ne demiştin? Hah hatırladım, Grikunduz, acaba Çifte Kılıçlar ile ilgili bir şeyler biliyor musun?”

Grikunduz bunu duyunca hafif bir kıkırdamayla karışık cevap verdi.

“Tabii ki! Bu boyutta herkes bu konuda bir şeyler bilir zaten, benimle dalga geçmiyorsun değil mi?”

“Hayır!” dedi birden panikle Lisef, “Hayır, tabii ki dalga filan geçmiyorum, farkında mısın bilmem ama ben bu boyuta henüz gelmiş biriyim.”

Yüzündeki gülümseme derhal mahcup bir saygıyla karışan Grikunduz “Tabii ya…” diye söylendi kendi kendine.

“Lisef gerçekten farkında olmadığım ufak bir hata oldu fakat bu ufak hatayı, istersen öyküyü sana anlatarak telafi ederim, ne dersin, dinlemek hoşuna gidecektir?”

  Lisef kararsızmış gibi görünse de aslında en başından beri beklediği şey buydu.

 Gri taş kütüphanenin, taş kitaplıkların, taş zeminin oturdukları taş masaların her biri herhangi bir çivi, harç veya yapıştırıcı bir unsur olmadan simetrik bir düzenle yerleştirilmiş devasa kayaların inşa ettiği onlarca kütüphaneden birindeydiler. Tavan yirmi insan boyunda yükseliyor, bazı kitaplıklar tılsımlar sayesinde bu yükseklikte dolanıyor ve yalnızca isimleri, yetkili bir kişi tarafından çağrıldığı zaman geliyorlardı.


  Pencereler tavanın hemen altındaydı. İçeriye giren sabah güneşi ışıkları tatlı birer huzme şeklinde insanı rahatsız etmeden havada süzülerek, tam da güneşi hapsetmeleri için bilerek o konumlara yerleştirilmiş olan parlak taşların üzerlerinde cümbüşle dans ediyorlardı.

  Tüm bu huzur verici atmosferin içinde amacına ulaşabilmiş olmanın verdiği huzurla nefesini ufak bir gülüşle birlikte veren Lisef doğruca Grikunduz’un gözlerinin içine baktı, onu sevmişti, Kamar’ı sevdiği gibi. Ağzından bu bilgiyi almak için zararsız, ufak bir kandırmacada bulunduysa da, kısa sürede gelişen bir sempati besliyordu ona karşı. Bir ağabey edinmiş gibiydi.

“Madem anlatmak hoşuna gidecek, anlat öyleyse…”


Spoiler: Göster
Mağara resmi için Canina'ya teşekkürler.

Spoiler: Göster
Umarım beğenilir... :) Uğraştırıcı bir bölüm oldu.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: - 22 Şubat 2011, 21:16:54
Alıntı
Neylesin derdi olan korkuyorsa, hiç korkmasın söylesin perdeden sıyrılmak istiyorsa.�
Esrarengiz sözlermiş nerden aklına geliyor ki böyle şeyler  8)
Alıntı
Kamar, iyilik için şiddetin, dehşetin ve korkunun yeri geldiğinde kullanılabileceğine inanıyordu.
Haklı bencede :P
Hikayen uzun ve sıkıcı değildi senin sandığının aksine :) hatta kısa bile sayılır.
Çifte Kılıçlar'ın hikayesini merk ettim.
Resimler çok mistik ve güzel. Ve bölüm yine en güzel yerinde bitti.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: Vega - 22 Şubat 2011, 21:31:55
Lisef oturup şu kitabı okuyacak mı; yoksa ona da mı bir Hermione lazım? Çok sinir oldum ona. Çocuğun elinde büyü kitabı var ve daha kapağını açmadı!

 :hemk Bazı insanlar elindekinin kıymetini bilmiyor.  :hemk

Spoiler: Göster
Not: Bu yorum aNTiSePTiK'in zoruyla yazılmıştır.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: grikunduz - 23 Şubat 2011, 12:54:23
Vay hoş olmuş ya. O sözler benim de acaib hoşuma gitti ya ne diyordu;
Alıntı
Neylesin derdi olan korkuyorsa, hiç korkmasın söylesin perdeden sıyrılmak istiyorsa.�
Mistik bir şiir gibi olmuş demiyecem doğrudan mistik bir şiir olmuş. :D
Bu bölümün dili diğer bölümlere nezden daha bir güzel olmuş. Öyle okuyup okuyup geçilecek bir dilden öte yavaş yavaş sindire sindire okunacak bir bölüm olmuş. Bence dili en güzel de bu bölümde kullanmışsın. Ve evet resimler de acaib oturmuş yani özenle seçilmiş ve uymuş gerçekten de. Ve gökyüzü ejderhaya yükseldi. Bu başlıkmıydı?? Bir de bir tavsiye de bulunmak istiyorum. Hani bir süre ara verdin ya o yüzden yen bölümde artık bir özet mi olur, yoksa hatırlatacak bir kaç söz mü olur kullansa idin hoş olurdu. Baştan okumam gerekti. :D Ama her şeye rağmen çok güzel bir bölüm olmuş. Hızır'ın Çırağı bütün heyecanı ile devam ediyor. :)
Not: Ve en baştan beri yazmak istememe rağmen bunu en sona yaz diye kendimi zorladığım kısma geldim. Evet ismimi böyle bir hikaye de kullanmandan şeref duydum. Bütün içtenliğimle teşekkür ederim. :)
Not: Ha bu arada unutmadan çingene kızı hoş bir ayrıntı olmuş. :D
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: Wanderer - 23 Şubat 2011, 17:59:16
@bell[A]slı Beğenilmesine sevindim, o sözleri de bir şiirden esinlenerek yazdım, ayrıca çift kılıçlar hikayesi yakında anlatılacak merak etme. :)

@Vega, yorumunu özelden de yapabilirdin :D İlla başlığa yorumla diye zorlamıyorum, okuduysan bir görüş belirtmeni istiyorum sadece.

Hem yorumla kardeşim, eline yapışmaz ya :P :D

Cevap veriyorum. Okuya da bilir okumaya da bilir, garantisi yok.

@grikunduz, dilin tam da istediğim gibi olduğunu söylüyorsun, buna çok sevindim. Unutup yeniden okumanız da iyi olmuş aslında :P Ben yazana kadar elli kere okuyorum :D Siz de okuyun biraz anlayın halimi :) İsim konusunda da, çok hoş bir isim, ben teşekkür ederim. :)


Okuduğunuz ve yorumladığınız için hepinize çok teşekkür ederim. Yorum görmeye bayılıyorum!  :o
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: mit - 28 Şubat 2011, 11:33:09
Bu kadar övgüden sonra biraz yerden yere vuruyormuş gibi olacak ama...

Şimdi şöyle bir durum var. Anlatımını zenginleştirip betimlemelerle süsleme yoluna gitmişsin. Bu iyi haber... Yazım tekniğinin geliştiğini gösterir. Ama ilk paragraf yani mağarayı anlattığın kısım çok karmaşık! Anlamak için iki kere okumam gerekti. Buna rağmen ikinci paragraf yani efsunya ile ilgili satırlar oldukça enteresan ve güzel.

Biraz daha aşağı inip su damlaları ile ilgili kısıma geldiğimde yine tökezlediğini ve kafandaki cümleleri tam olarak kağıda aktaramadığını görüyorum. Hal böyle olunca okuyan da anlatılmak isteneni idrak etmekte zorlanıyor.

Bunun dışında efsunya, Yimnera ve Kahaber gibi yeni şeyler katman, kütüphaneyi anlatış şeklin vs. oldukça hoşuma gitti. Yakut kakmalı defter ve oradan okuttuğun kafiyeli mısra da öyle... Kesilikle çok beğendim o kısımları.

Kütüphane ile ilgili betimlemenin yerinde de bir hata var. Onu biraz daha önce mesela "Çifte Kılıçlar" hakkındaki soru gelmeden önce yapman gerekirdi. Neden dersen okuyucunun sahneyi gözünde daha iyi canlandırabilmesi için... Olaylar olup bittikten ve önemli konuşmalar geçtikten sonra tam da en can alıcı muhabbetin ortasına ortamın tasviri girince insanın hızı ve merakı aniden frenleniyor ister istemez.

Böyle işte... Okurken bir beğeniyorum bir beğenmiyorum. Bazı şeyleri çok iyi yaparken bazılarında ise fena tökezliyorsun. Anlamadım gitti :) "Sen de çok şey istiyorsun be abi!" diyebilirsin, haklısın da. Ben biraz mükemmeliyetçi bir tipimdir ve sevdiğim şeylerin iyi olmasını isterim. Bilmem anlatabildim mi? ;)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: Wanderer - 28 Şubat 2011, 16:56:19
Evet evet eveeet... Tüm eleştirilerine yine katılıyorum ve bir kenara not ediyorum, öykü bittiği zaman en başından bir düzeltme işlemine başlayıp bitmiş halini kusursuz(ne kadar kusursuz olursa artık...) olarak yayınlamak istiyorum :)

Çok teşekkür ederim İhsan abi okuyup yorumladığın için, yerden yere vurmak...

Spoiler: Göster
"Ah... Uh... Kütüphaneyi sonra tasvir etmek mi? Bu acıttı!" :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: Kanashii Uchiha - 23 Ocak 2012, 04:49:07

Yazımından beri bayadır zaman geçmiş bir hikayeydi Hızır’ın Çırağı.Elbette bir yönlendirme olmasaydı,
onu bulmam bir miktar zaman alabilirdi. Ama iyi ki yönlendirilmişim.

Rahatlıkla tavsiye edebileceğim ve Türk Mangası olmaya aday gösterebileceğim bir hikayeydi bence. Her okuduğum bölümle daha fazla bağlandığımı belirtmeden edemeyeceğim. Yorum yapmadan da elbette durmak imkansızdı.
Fakat;  ben , bir 8’nci sınıf öğrencisine ders verir edası ile yorum yapmaktan hoşlanan biri olamadım hiç. Bu nedenle ayrıntılı yorumlar yapmayı yeğledim her daim. Ama bunu yaparken, çekindiğim süreçlerde olmuştur elbette. “Neysem oyum” diyen hikayeler okuyup, olduğum gibi yorumlar yaptım pek çok zaman. Doğrularıma yol verip, yanlışlardan ders almayı  bilerek; bir beceriksizin ruh hali ile okudum tanıştığım her yeni hikayeyi. Zaten öykücünün işi de beni; yeni kahramanlarla, yeni halisülasyonlar da, bambaşka zamanların bambaşka evrenlerine götürmek değil miydi?

Bu nedenle yorumlarımda kusurlu bir yanım varsa  şimdiden affola. ^^

Çırak ve Spiral Diyar – Giriş

Hayli farklı bir dünya da, hayli ilginç karakterlerin egemenliğinde devam eden bir kurgu bu!
Kısa gelen ve tasvirin betimlemenin eksikliğiyle sarmalanmış olsada kısa ama yaratıcı ve çekici olmuş giriş bölümü.Kendini tekrar eden kelimelerin karmaşasıyla, bazı yerlerde biraz içerlemiş gibi dursa da, genele baktığımızda dikkat çeken yönleri de var ve  akıcı bir şekilde kendisiyle beraber sürüklüyor okuru.

İlk Bölüm

Vücudunun aldığı spiral şekil ve yolculuk ediş tarzını kıskandım açıkçası, deneyebilmek isterdim. Satırlarında ki amatör ruhu gözlemlediğim cümle bozuklukları olduysa da sıkılmadım okurken. Tasvir eksikliği ve daha derinden bir şeyler öğrenebilme umuduyla ve de merakla okudum bu ilk  bölümü.

Sayıları neden yazıyla değil de rakamla vermeyi tercih ediyorsun bilemiyorum. Fakat söylemeden edemeyeceğim  “5 Garson” yerine “beş garson” olması sanki daha bir hoş, daha bir nahif gözüküyor. Bu bölümde dikkatimi çeken bir şeyde virgül eksikliği oldu.Neden cimri davrandın ki onları kullanırken. Anlam kaybı derinliği bozuyor. Oysa ki bu kadar yaratıcı bir zeka, üç beş virgülün ihanetine mağlup olmamalı bence!

Bazı yerlerde konuya giriş yapmak için acele etmiş gibi görünsen de;
-Ey yazar ! ilerleyen bölümler de bunu aşacaksın hissediyorum. Zaten Lilyum ile başlamıştım ben seni okumaya.Bu ondan daha eski bir öykün değil mi? Yanılmıyorumdur umarım. Demem o ki bahsi geçen hikaye deki “ilerlemiş tarzını” göz önünde tutarak okumaktayım bölümlerini. Tahmin ediyorum aralarda yorum yapan diğer rıhtım sakinleri de ufak tefek hatalarından bahsetmişlerdir. Bu nedenle eskileri çok fazla karıştırmayı düşünmüyorum. 

Bölüm 2

Giriş + 2 Bölüm boyunca bazı cümlelerin kendi içlerinde ki uyum o kadar stil sahibi ve o kadar sevimli durmuş ki, yazıyı okuyanı içine çeken sihirli noktanın bu olabileceğini bile düşündürdü bana .Her ne kadar aralarında uygun zamanlamayla kullanılmış olması gereken   noktalı virgüller ve virgüllerden yoksun olsa da,  sıralı cümlelerle renklendirmeyi doğru yönde yapman, bölüme hareket katmış.

Seçilen ana karakterler kurguyu “sıradanlaşma” hastalığına yakalanmaktan kurtarırken; hikayenin olduğu kadar anlatıcısının da ilginç bir kişiliği  olduğunu vurguluyor kendince.Seçimlerinin radikalliği yönünden de tebrik etmek istiyorum seni. Şu an diğer bölüme geçerken, “daha karşıma kimler çıkacak acaba?” diye sormaktan alıkoyamıyorum kendimi. o.O

Lisefi de tanımak istiyordum bu bölümde aslında. Kaç yaşındadır? Nerede yaşar? Nelerle uğraşır? Mesela geldiği dünyadan da biraz bahsedebilirdin sanki ..

Bölüm 3

Modern zamanların “Lisef Harikalar Diyarında”sıyla tanıştım bu bölümde. Ve Hızır’ın çırağı bana beyaz kocaman tavşanı anımsattı bir anda. (:  Lisef’i yüzü uyku mahmurluğunun esaretinden kurtulamamış, en şapşal ve en masum haliyle canlandırdım gözümde. Ve Naruto’ ya benzeyen kocaman mavi gözleri ve sarı sarı saçları olduğunu ekledim hayalime ister istemez.

Alemlere akan Leonan beni gülümsetti; ilahi Wanderer  ^^

Bölümler uzadıkça okuduğum şeyden tat almaya başladım.Sıcak çikolata dikkatli ve iyi bir seçim olmuş. İskender’in olaya karışması ise  “işte bu” dedirtti bana . Lisef ve yanındakilerin karşısına çıkacak en farklı ve  hiç aklıma gelmeyecek bir karakterdi B.İskender. Beklenmedik ve riskli girişimler bence, fakat işe yaramış ve ani saldırıyla beraber gelişi akıcılıktan sürükleyiciliğe ilerletmiş öykünü.

Bölüm 4

Bu bölümün bende en yankı uyandıran noktası, adını İkidir  duyduğum SÖZGEÇ ‘i kafamda bir yere oturtamamış olmamdı. Şeklini şemalini bir şeye benzetemediğimden ve tasvirini yazının içinde göremediğimden sadece merakla satırları kurcaladım. Tabi ki yoktu. Olsaydı ... Olsaydı...

Yeşil ışık parçacıkları Peter Pan’ı  ve Thinkerbeli anımsattı bana. Doğru yolda mıyım bilemiyorum.  Peki ya yazar doğru yolda mı ? Vermek istediği bu muydu acaba? Merak ettim.

Uzun bölümler olması hoşuma gidiyor. Kelime tekrarları ise hızla azalıyor. Aynı paragrafın içinde birden fazla aynı kelime/kelime grubunun tekrarı akıcılığını boğuyor maalesef Wanderer.

Sıfat tamlamaları kullan. Evet onlardan yoksun yazıyorsun nedense. o.O
 Genç adam , yaşlı hoca, yorgun delikanlı, ilginç kitapçı,  vs... Aklıma gelen sıradan tamlamalar bunlar, özellikle düzenlemedim. Örnekti sadece. Sende bunlara yer ver. Kahraman isimlerini ardı ardına kullanmak yerine, onları detaylı tamlamalarla da ifade edebilirsin.

Okurken 4’ncü bölümün bende uyandırdığı olumsuz ve yorucu hissi oluşturan yetimhane olayının ortaya çıkışıydı. Daha verimli bir noktayla bağlanabilirdi. Zekice bir kurgulamayla geçmiş düzenlemesini daha özgün yapabilirdin diye düşünüyorum aslında. Bir ara H.P gibi diye düşünsem de önyargının insanları baltalayacağına inandığımdan düşüncelerimi bir kenara teptim ve devam ettim.
 En hoşuma giden nokta ise Ab-ı Hayat’a düşen İskender oldu şüphesiz. ^^

Hmm Kamar (Mavi olan) süper seçilmişti. Bayıldım.
Fakat Ollilian ‘ıda görmek isterdim. Bayan olabileceğini düşünüyorum ama ... ? o.O

Bölüm 5

 Sabrın sonuna bu bölümde selametle adım attım. Yetimhanede oluşu sebebiyle Lisef’i daha ufak hayal etmiştim ben.

Okuyan Adam da Hasanla tanışmak güzeldi. Bir ara Hassan Sabah’a mı bağlayacaksın diye sevindiysem de sonuçta onunla alakası olmadığını gördüm. Karakterlerini tanıtmıyorsun, sadece dizi özeti gibi anlatıyorsun. Oysa bolca kendi yorumunu ve Lisef’in yorumunu katmalı; onları, çevrelerini ve tepkilerini anlatmalısın. Kurgu sürükleyici bir şekilde devam ediyor, yaratıcılık had safhada ama kısa oluyor çünkü sadece olayların akışını içeren özetlere yer veriyorsun.
Dilerim diğer bölümlerde karakter analizlerine daha sık ve daha derin yer verme imkânı yakalamışsındır.

Bölüm 6

Geçiş bölümü olduğunu olaydan ve ilerleyişten hissettiren bir bölümdü. Ayrıntıcı anlatım yine eksikliğini hissettirse de, fark ettirmeden Hızır’a bir adım daha yaklaşılmış oluşu güzeldi.
Aaaa nereye gidiyoruz ?
Hızır’a tabi; hooop geldik!!! gibi bir hataya düşmeden, sağ gösterilip sol vurulmuştu. Özellikle sevdiğim bir nokta oldu bu.

Yazıda cümle bozuklukları yer alıyordu yine. Düzeleceklerse bir an önce düzelmeliler, alışkanlık olmadan kökleşmeden. Sonra onları ortadan kaldırman çok zor olacak. İmla kurallarına bir an önce el atmalısın.

Bölüm 7

Tamam, kabul. Yüklem ve zaman hataları vardı, tekrarlarda vardı hatta içeri girme aktivitesi anlatılırken gereksiz bir boğma durumu meydana gelmişti; ama birde güzel yan vardı ki, konuşma satırları cümlelerden ayrılmıştı bu bölümde. Bu bana gelecek bölüm için devam etme isteği ve umut vaat etti açıkçası. Gelişmenin iyisi kötüsü olmaz  ^^ 

Cümlenin içine kakalanılmış diyaloglar gözlerimi zorladığından mıdır, yoksa ekrandan okurken satırlar birbirine karıştığından mıdır, artık her nedense hiç sevmem cümle içindeki diyalog cümlelerini. Hele o tırnak işaretini kaybettiğim anlarda iyice iş çığırından çıkar. Kim ne diyor?, Hangi cümle adamın lafıydı?, Şu son konuşan kimdi? diye başa döner, iki kez daha okurum. Bu arada okuduğum noktanın da tadı kaçar tabi. İlk verdiği his kaybolur, büyüde bozulur. Tırnak işaretleri mühim. Birde aralarda cümle arası mimiklere niye yer vermiyorsun sayın yazar?  Hangimiz karşımızdaki vatandaşla bir paragraf okur gibi konuşuyoruz? *.*
 Birtakım cümleleri gereksiz uzattığında şık olmayan bir görünüm oluşuyor.Tabi bu gereksiz uzatımlar, sebepsiz yere ek ve bağlaçların kullanımına, cümlelerini bağlamak için isimleri tekrar tekrar kullanmana ve kafanda ki cümleyi satırlara dökerken zorlanmana yol açıyor. İşte bu noktada da dikkatin dağılıyor. Bence bu tip hatalara düşmemek için yazım esnasında, tıkandığın yerlerde biraz ara vermeli; kafanı boşalttıktan ve kosantrasyonunu yeniledikten sonra yazına geri dönmelisin. 
Örnek; “Sonunda gesinti alçaldı, alçaldı, alçaldı ve tam olarak istenilen noktaya indiğinde Lisef yan tarafta Kamar’ın da kendisinden bir kaç saniye sonra da olsa yere konduğunu gördüğüne sevindi.”

Bölüm 8

Bu bölüm ‘o’ ya adanmış gibiydi. Kısalığı geçiş bölümü olmasından olabilir. Ama bana rahatsızlık değil, adeta huzur veren bir bölüm oldu bu. Kısalığını bile görmezden geldim okurken. Gökkuşağının altında ki o tepe, Kamar’ın yağmurda ıslanmayışı, kapının üzerinde ki güzel cümle; gökkuşağını böyle kısa ve güzel betimleyişin;  kapıdan yayılan ışık huzmesinin Hızır’ı barındırması, oldukça etkileyiciydi. Diğer bölümlerde yer alan  o masalcı tarz ve  çocuksu ifadeler bu bölümde yoktu. Olsaydı yakışmazdı zaten. Onlar olmaları gereken yerlerde güzeller.   

Bölüm 9

Benzetmeleriyle keyif veren bir bölüm oldu 9. Kişilerin iç dünyalarını yansıtması yönünden de hoşa giden olgularla karşılaştım bu bölümde. Bölümün başlangıcında ki konuşma sahnesinde yer alan Hızır’ın cümleleri özenli ve güzeldi. Tarzı, görünümü, şekli tam kıvamındaydı. Tebrik ederim. Başlangıç noktası havada asılı kalmıyor ya da  Hızır’ın tavırları bu kadar yaratıcı bir hikayeyi basitleştirmiyordu.

Wanderer; vermek istediğin duyguyu yakalamakta zorlanmıyorum. Farklılığın kıstaslarını yakalıyorsun, ama cümleler ... onlar önemli. Bunu çok söyledim , başının etini yedim belki de biliyorum. Fakat tüm bunlar ortadan kalktığında, inan çok hoş bir kalem çıkacak ortaya. Ben buna inanıyorum. Güzel fikirlerin, mahir bir zekan var çünkü.

Bu arada yalnızlığa yapılan vurgular, göndermeler çok hoşuma gitti. Kamar’ın cool ve güçlü görünümününde bir bedeli olmalıydı elbette. İnsanlığa uzak görünümü ve gücüne istinaden, derinlerde ki yumuşak noktaları yalnızlık duygusuna atıf yaparak şekillendirmen hoşuma gitti. Kaleye takılan isim ve arkasından gelen muzip Kamar tavrı benim ona biraz daha ısınmamı ve yakın hissetmemi sağladı. ( *Bkz. Kamar Fanı* )


Bölüm 10


Başlarken vurdun beni bu defa! Tek düzelikten uzak bu giriş cümlesi kısa ve özdü. Övgüyü hak ediyordu doğrusu. Ayrıca bu bölüm uzunluğuyla da göz dolduruyordu. Fakat en önemli ayrıntı olan “Ejdercik”lerin beni benden aldı. (: 

Kimin neye ve neden düşman olduğunu açıklayacağın , dört elementin sırlarına değineceğin, bölümlerin yakın olacağını hissediyorum. Ancak bayadır ara vermişsin hikayene umarım bir devamı olur.

Zamanın olsa ve bu bölümü yeniden düzenlesen aslında o kadar şık durur ki anlatamam. Değişik ve yeni şeyler aktarmak istemiş ama aynı zamanda da bağlantı noktaları geliştirmeye çalışmışsın. Fakat bölümün zorluğundan ve cümle bozukluklarından olsa gerek, bazı yerler karma karışık olmuş. Sanki anlatmak istediklerini harmanlayamamış gibisin.

Gelişim evrelerinden geçerek ilerlediğini gördüm bu bölümde. Zaman sende ki seni kaybettirmeden olgunlaştırıyor satırlarını. Bundan 10 yıl sonra, neleri nasıl yazacağını düşünüyorum da.... Bekleyip göreceğiz, usanmadan. 

Son Söz: Olillian‘ı halen merakla beklemekteyim.   

Eline/emeğine ;  klavyene ve zihnine sağlık sevgili Wanderer .
 
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -10-
Gönderen: Wanderer - 23 Ocak 2012, 13:25:51
Selamlar Kanashii Uchiha;

Uzun ve dolu dolu bir yorum görmek ne kadar büyük bir zevk veriyor bilmem bilir misin? Gerçekten gecenin o saatinde okuduğunu görmek gözlerimi doldurdu. "O okurken sen nasıl uyursun?" diye sordum kendime.

İlk bölümlerle ilgili yorumlarına(negatif yöndekilere.) tamamen katılıyorum. Kelime tekrarları, rakamları yazıyla değil de sembolle belirtmek, cümleleri gereksiz gereksiz uzatıp kafa karışıklığına sebebiyet vermek...vs Hepsinde sonuna kadar haklı olduğunu her geriye dönüp okumamda fark ediyorum. Bir buçuk yıl olmuş ilk bölümü yazalı... İnsan geçmişe hep 'vay be ne küçükmüşüz!' diye bakar hani. Ben öyle düşünmeyi sevmesem de, yazılar beni ele veriyor malesef...

Son sınıf lise öğrencisi olmam yüzünden hem eski bölümleri düzenleme işi, hem de yeni bölüm yazma işi malesef aksıyor ve tabii ki bu 'en sevdiğim' öyküyü öyle basit bir boş vakitte yazmak istemiyorum. Eski bölümleri henüz düzenleyemiyor olsam da, yeni bölümün 'pek yakında' olduğunu söyleyebilirim.

Yorumlarınızı tekrar tekrar, ismi geçen bölümlere dönüp baka baka okudum. Gerçekten dikkate değer eleştirileriniz var.

Zaman ayırıp okuduğunuz, emek harcayıp yorumladığınız için çok teşekkürler. Kaliteli okuyucu bulmak sevindirici. :)
Başlık: Hızır'ın Çırağı -11- "Çifte Kılıçlar Hikayesi"
Gönderen: Wanderer - 08 Mayıs 2012, 00:53:15
Hızır'ın Çırağı

Dikitlerden birinden bir damla su, yerdeki birikintiye düştü. Yukarıdan düşen damlanın aşağıdaki birikintiyle buluşma sevincini yansıtan ses mağara boyunca yankılandı. Ifellia uyuyordu.

Bir damla daha yankılandı duvarlarda. Bir kehaber, diğerlerinden ayrıldı. Her biri ışık saçıyordu. Dört farklı renktelerdi. Topluluktan ayrılan yeşil renkteydi, Ifellia'ya doğru yaklaştı. Önce ayak ucunda sessizce uçtu, uçarken parıltılı toz taneleri saçıyordu fakat bu parçacıklar kehaberin bir karış aşağısına düşmeden zayıflayarak kayboluyordu. Kızın ayak ucunda durdu, bir sağa bir sola uçuştu, sanki bir şeye karar veriyormuş gibiydi. Sonra ayak uçlarından, kızın kafasına doğru uçmaya başladı. Uçarken kızın giydiği
kahverengi keten benzeri fakat keten olmayan kumaşın kokusunu duydu. Kağıt, ya da yeni basılmış bir kitabın kokusu gibiydi bu koku. Mağaraya girerken pantolonu çok fazla aşınmış ve sırrı henüz çözülememiş taşların kokusu sinmişti. En sonunda kızın kafasının, dalgalı saçlarını görebileceği bir açıda durana kadar uçtu.

Ifellia yavaş yavaş gözlerini açtı, ilk gördüğü şey sadece bulanık, yeşil bir ışık kütlesiydi. Sonra o ilk uyanmışlık anı geçti ve kendisine yarım kulaçtan daha yakında uçuşan kehaberi gördü.

Bir damla su birikintiye kavuştu.

Ifellia hiç korkmadı, hissettiği tek şey huzurdu. Gülümsedi, "Anlatacak mısın?" kehaber ufak bir ateş kıvılcımı çıkarttı. Çatırdayan dal parçalarının sesine çok benzeyen bir ses duyuldu. Bir damla daha birikintiye kavuştu. Kehaber bir an, ufak bir an havada hiçbir şey yapmadan süzüldü.Sonra Ifellia'ya yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Ta ki kanatlarını çırparken çıkarttığı hafif esintiyi kız yüzünde hissedene kadar. Kehaberin kanatlarından yayılan tozlar Ifellia'nın gözlerine düştü. Kızın gözlerine düşen her zerre orada parıldamaya devam etti ve ejdercik, Çift Kılıçlar'ın hikayesini, bildiği en harika yoldan anlatmaya başladı. Tozlar Ifellia'nın gözlerinde birikince, hikaye aklında canlanmaya başladı.

*** *** ***

Grikunduz, Lisef'in gözlerine bakmaya devam ederken "Tikk-e Yilci." dedi. Lisef anlam veremediği bu kelimeye 'hı?' deyip şaşkın şaşkın bakacaktı ki, Grikunduz elini omzunun üstüne götürüp avucunu yukarıya açtı. Yukarıda dolanan kitaplardan birisi şimşek hızıyla başının bir karış yukarısına kadar geldi, oraya gelince durdu ve süzülerek Grikunduz'un avucuna kondu. Lisef etkilenmişti.

Tam ortasında kehribar kakılı olan bir kitaptı bu. Kitap masaya koyuldu. Grikunduz eğilip, kehribara hafifçe üfledi ve taş sarı bir renkle parıldadıktan sonra kitabın kapağı eski bir tapınağın sırlarını koruyan kapısı gibi sükunetle açıldı.

"Bu nedir?"

"Anlatıcı kitap. Bir elin parmaklarından daha az nüshası var, şanslıyız ki bu civarın en gözde kütüphanesinde bulunuyorsun."

Kitabın sayfaları önce hafif hafif, sonra daha büyük bir güçle parıldamaya başladı. Sonra bu parıltı daha da arttı bütün odayı içine alacak kadar çoğaldı ardından ışık o kadar parlaklaştı ki Lisef bir an sadece yoğun, sarı bir rengin beynini patlatırcasına gözlerinden içeri girdiğini hissetti. Sonra nesneler, görüntüler şekillenmeye başlandı ve kendilerini Çift Kılıçlar hikayesinin içinde buldular.

*** *** *** **

Çifte Kılıçlar Hikayesi


Bir bilinmez zaman rüzgarı baharın ilk gününün kokusuyla birlikte esti. Toprak, sırlarını yemyeşil ortaya çıkardı. Toprak sır saklayamaz. Güneş en tatli haliyle ışıldarken unutulan efsaneler hayal dalgalarında belirdi. Güneş  hayallice ışıldar.

İnsanoğlu biraz Habil biraz Kabil'di. Hileler ve cinayetler, ihanetler ve masumiyete en yakın olanların ölümüyle sonuçlanan çıkar savaşları, arzular... Arzulara yenilirken en büyük zaafı insanoğlunun, isteğinde haklı olduğunu düşünmesiydi.

Yenilgiyi kabul etmek değildi arzuların kazanmasını sağlayan. Savaşın varlığını, ufak da olsa bir mücadelenin gerekliliğini reddetmesiydi insanoğlunun. İstediği şeyin kendine vereceği zararı unutup, yarar görebileceği yalanıyla koşmasıydı günaha. Kimse kendi vicdanında yumuşatmadan işlemez günahı.

*** *** *** *** *** **

Sarum'un yetimi, bir demirciye yakışan kaslı kolları, is kül ve sıcaktan kararmış suratı ve boynunda, çocukluğundan beri taşıdığı madalyonuyla kapıda belirdi. Otuzlu yaşlarına ulaşmasına rağmen herkes onu Sarum'un yetimi olarak bilirdi. Demirci Sarum, yetim çocuk Davut'u yanına çırak olarak almıştı. Davut bazen şehrin yakınındaki sıcak suyun fokurdayarak çıktığı yerlere gider, yalnız başınayken suya girer, sıcak suda rahatlamaya çalışır ve düşünürdü.

Şimdi de daha önce keyif çatarken aklına gelen bir fikri gerçekleştirmeye gidiyordu. Sabah kargalar yeni uyanmış, alacakaranlık yerini aydınlığa bırakmışken, demirci dükkanının tahta kapılarını açtı. İçeriye girdiğinde üç adım ilerleyip sağdaki üzeri örtülü 'şeyin' üzerindeki çarşafı çekti. Karanlıkta parıldayan bir cevher bulmuştu, sıcak su kaynaklarının birinin dibinde. Ustası cevheri gördüğünde "Dünya'nın merkezinden kopmuş gibi duruyor evlat." demişti. Gerçekten de öyleydi fakat Sarum'un yetimi onun nerden geldiğiyle değil, neye dönüşeceğiyle ilgileniyordu.Ocağı yaktı, cevheri eritip kalıba döktü, bu güne kadar öğrendiği her şeyi ortaya döktü.

Ülkenin bu tarafında, krallar bir demirciye ödül vereceği zaman kılıç kabzası verirlerdi. Davut'un ustası her savaştan önce gösterdiği gayret sayesinde bunlardan bir sürü kazanmıştı! Bunları duvara asmışlardı ve yaptıkları özel kılıçlar için kullanıyorlardı. Aralarından birine, kralın baş büyücüsünün nesneleri hafifletmeye yarayan büyüler okuduğu kırmızı bir mücevher kakılmıştı, en özel parça buydu. Tabii mücevherle ilgili bilmediği bir şey vardı. Asla bilemezdi, asla öyle sonuçlansın istemezdi... Gerçi hiçbir zaman da nasıl sonuçlanacağını bilmedi, Davut sadece hayatının en harika kılıcını yaptı. Kılıcın üstüne kendisinin 'havalı' bulduğu, o an aklına esen ya da kim bilir, rüzgar tarafından fısıldanan şu sözcükleri yazdı.

"GECEDEN KARANLIĞI ÇALDIM."

Gece boyunca yeşil yeşil parıldayan kılıçla çalıştı, kılıcı farklı yüzeylerde denedi fakat kayaya bile vursa kılıçta çizik dahi oluşmuyordu. Kılıç mükemmel dengeli, tahta bir sopa kadar hafif, fakat fil kadar güçlüydü. Üzerinde denediği kaya ikiye ayrılınca Davut şaşkınlıkla ağzını açtı, eğilip kayaya dokundu fakat ani bir acıyla elini geri çekti. Tam olarak anlayamamıştı ama, kılıç bir şekilde bir nesneye saldırıldığını anlayıp büyülü bir şekilde ısıyla kesmişti. Kılıca dokundu, gece ayazında dışarıda bırakılmış demir kadar soğuktu.

Ertesi gün kralın adamları geldi, Davut'u ve Sarum'u götürmeden önce "Yanınıza, kralımıza hediye etmek üzere en güzel kılıçlarınızı alın." denildi.Davut suratında kocaman aptal bir gülüşle gidip yeni yaptığı kılıcı aldı, Sarum ise herhangi güzel bir kılıcı.

Kılıç Kral Alp'e sunuldu, özellikleri tanıtıldı. Kral kılıcı o kadar beğendi ki beline taktı, yanından ayırmamaya başladı. Kılıç bir çok kere hayatını kurtardı, bir çok krala karşı eşi bulunmaz bir hazine olarak gösterilip hava atıldı. Fakat kılıcın güzelliği kralın yaşlanıp ölmesini engelleyemedi.

Kral ölünce en büyük oğlu tahtı ve kılıcı aldı. Kılıç artık taht, taç gibi, kralın kral olduğunun anlaşılmasını sağlayan etkenlerden biriydi. Fakat en önemli etken kralın kanı ve Gök Tanrı'nın ona bahşettiği hükmetme hakkıydı.

Yeni Kral Kubay kılıcı her gece hizmetkarlarına verirdi ve hizmetkarlar her sabah kılıcı kuşanmasına yardım ederlerdi. Artık kılıç, politika, diplomasi, ticari tavizler gibi saçmalıklar yüzünden kınından fazla çıkmaz olmuştu. Kılıcın ününü bütün ülke, hatta bütün doğu ülkeleri  duymuştu.

Bir gün komşu ülkelerden Çianya'nın kralı, Tianzi, bir muhafızından o kılıcı getirmesini istedi. Muhafız, ülkenin baş kentinin sokaklarında gezerken hırsızlık, yan kesicilikle geçinen tayfadan çok yetenekli birini buldu ve göreve kendisinin yerine onun gitmesini istedi.

Karşılığında ömrü boyunca rahat bir yaşam süreceğini duyan hırsız Ziong kabul etti. Saray atlarından siyah bir at aldı ve Muan Krallığı'na doğru yola çıktı. Krallığın baş kentinde sarayı bulması zor olmadı. Günah mı işliyordu, karanlık bir planın parçası mıydı yoksa sadece büyük bir tehlikeye atılan küçük bir hırsız mıydı bilmiyordu. Hatta bunları düşünmüyordu bile. Tek düşündüğü şey geri döndüğünde alacağı altınlar, okşayacağı kadınlar, kafasını koyacağı kuş tüyü yastıklar, giyeceği ipeklerdi.

Açık bir pencereden içeri girdi, talih ondan yanaydı, ortalık bomboştu. Hizmetkarın odası korunmuyordu. Duvardaki kılıcı gördü, gidip asılı olduğu çivinden ipi kaldırdı, kılıcı eline aldığı anda içini dehşet ve korku saldı. Koşarak açık duran pencereden atladı.

Üç hafta sonra kılıcı muhafıza teslim edene kadar endişe ve korkudan kurtulamadı. Alnında biriken soğuk terler geceleri onu yeşil alevlerde yandığını gördüğü kabuslara sürükledi. Muhafız kılıcı alıp bir kese altın uzatmak üzereydi ki Ziong arkasını dönüp koşarak uzaklaştı. Lanetlendiğine inanıyordu.

(http://fc03.deviantart.net/fs70/i/2010/269/1/a/green_black_by_wickedweb-d2zj0pf.jpg)

Ertesi gün Kral Tianzi yeni klıcını kuşanmış bir şekilde tahtına oturduğu sıralarda, Kral Kubay kılıca sahip çıkamadığı gerekçesiyle hizmetkarını zindana attırmakla meşguldü. Kılıcı neredeydi? Nasıl arayacaktı? Diğer ülkenin krallarından biri mi almıştı? Eğer öyleyse bu bir savaş sebebiydi. Bunları düşündüğü sırada büyücüsü gelip kulaklarına sinsice fısıldadı. Bir önceki kralın gençliğinden beri kraliyet baş büyücüsü aynı kişiydi. Kral yaşlanmış, hastalanmış, zamana yenik düşüp taht, taç ve kılıcı oğluna bırakmıştı fakat büyücüde hiçbir yaşlanma belirtisi yoktu. Sadece, gözleri birer balığınki gibi irileşmiş ve sürekli etrafı kolaçan eder olmuştu.

"Kralım..." dedi. "İsterseniz kılıcın bir yenisini yaptırabiliriz! Üstelik büyülerle güçlendirdiğimiz zaman bir öncekinden çok daha etkili bir kılıcınız olur ve eskisini çalan kişiye haddini bildirirken, dostlarınız ve düşmanlarınız Kral Kubay'ın ve Muan Krallığı'nın bir kılıcı kaybetmekle güçsüz kalmayacaklarını, aksine daha da güçleneceklerini görsünler!"

Kral kabul etti. Bu seferki kılıcı gökyüzünden düşen ve düştüğü yere üç adam boyunda bir çukur açan bambaşka bir elementten yaptılar. Kabzasını ise Başbüyücü'nün özel olarak tılsımladığı mavi bir mücevher süslüyordu. Kılıcın üzerine ise büyücünün emriyle

"GÜNDÜZDEN AYDINLIĞI ÇALDIM." yazıldı.

 Kılıcın yapıldığı taş hakkında halk arasında bir sürü efsane dolaşıyordu. Söylentilerin uydurma olduğunu söyleyenler olsa da; gerçekten var olmayan hiçbir şey efsaneye dönüşemez.

İki hafta sonra Kral Kubay yeni kılıcını kuşanırken bir baharat tüccarı saraya geldi. Kral'ın eski, geceleri yemyeşil parıldayan efsanevi kılıcını Çianya Kralı Tianzi'nin belinde gördüğünü söyledi. Üstelik tüccarın dediğine göre Tianzi:

"Kılıç benimse tahta da ortağım demektir. Bunu bütün Doğu Krallıkları bilir!" diyerek böbürleniyordu.

Kral hiddetle bağırdı, öyle sinirlendi ki bir muhafız göndermek yerine bizzat gidip emirleri kendisi verdi. Muan Krallığı savaş hazırlıklarına başlarken, taht salonundaki tüccar yeşil bir buhara dönüşüp kayboldu.


Savaş başlamak üzereydi.

(http://fc00.deviantart.net/fs71/i/2011/227/d/d/necromancer___edited_by_coolcurry-d46g38x.jpg)
*** *** *** ***

Güneş batarken Hunyean vadisinde iki ordu karşı karşıya geldi. Aptal bir kılıç ve soyluların kavgaları yüzünden ölmek üzere olan binlerce insan karşı karşıya nedensiz bir nefretle birbirilerine bakıyorlardı. İki tarafın da zırhları deridendi, iki tarafın da silahları uzun, iki elle kullanılan kılıçlar ya da hafif mızraklardı. İki tarafın büyücüleri de patlayan, ateşler saçan bir sürü bombayı yanlarında getirmişlerdi.

Hava karardıkça Tianzi'nin kuşandığı çalıntı kılıç parlaklaşmaya başlıyordu. Kubay'ın kılıcı ise en az gece kadar karanlık görünüyordu. Çelik ya da demir gibi parlak değildi, kömür kadar kara bir kılıçtı.

Krallar, yanlarında ülkelerinin önde gelenleriyle birlikte ortada buluştular. Savaştan önce birbirilerine karşı güç gösterisi yapmak ya da teslim olmaları karşılığında canlarına zarar gelmeyeceği konusunda zırvalıkları konuşacaklardı. Kim haftalarca yürüdükten sonra savaşmadan teslim olurdu ki? Kubay, sinirli bir şekilde atını sürerken Tianzi ise gayet sakin görünüyordu. Atlar, arada yirmi adım mesafe kalana kadar ilerleyip durdu. Bir an savaş alanında sadece atların kişnemesi ve metallerin sürtüşme sesi duyuldu. Sonra Tianzi kimsenin beklemediği bir teklifte bulundu. Çaldığı kılıcın gücünü bir çok kere test etmişti ve ona çok güveniyordu.

"Teke tek dövüşmeyi teklif ediyorum. Kralların savaşı, insanların canının yanmasına gerek yok."

Aslında insanlarının canını pek önemsiyor değildi, fakat çalıntı kılıcıyla Kubay'ı öldüreceğine öyle çok inanıyordu ki, hiç asker kaybetmeden Muan Krallığı'nı ele geçirmek gibi bir hayale kapılmıştı.

Kubay ise büyücüsünün sözlerine güveniyordu. Bu kılıç da en az diğeri kadar hafifletilmişti, üstelik bunun da büyülü güçleri vardı ve ordusu zayiat vermeden bu savaşı kazanabilirse kolaylıkla Çianya Krallığı'nı ele geçirebilirdi. Hem, reddedip korkak sayılmak da istemiyordu. Doğrusu kendi bileğine, ordusuna güvendiğinden daha çok güveniyordu. Bu Hırsız Kral'ı kendi elleriyle cezalandırmalıydı.

"Kabul ediyorum." dedi Kubay.

Aynı anda atlarrından indiler, yanlarındakileri gönderdiler. Ordular haberi alınca büyük bir gürültü başladı, iki taraftan da kendini kahraman zanneden barbarlar bağırıp çağırıyorlardı.

"Ne yapıyorsunuz ha?"

"Burada dikilip izlemeye gelmedim ben!"

"Kan akacak, şan şöhret kazanılacak diye geldim!"

Krallar, orduları sakinleştirdi. Pelerinlerini çıkarıp, kılıçlarını kuşandı. İkisi de kalkan kullanmıyordu, ikisi de kılıçlarının marifetlerine güveniyorlardı. Alınlarından soğuk terler akarken birbirilerinden yirmi adım uzaklaştılar. Ordularını coşkulandırıp, kendilerine cesaret vermelerini sağladıktan sonra birbirilerine doğru koşmaya başladılar. Tianzi iki eliyle havaya kaldırdığı kılıcını bütün gücüyle indirirken, Kubay da kılıcıyla kendini korumak için Yeşil Kılıç'a vurdu.

Sonra iki kılıç birbirine kenetlendi. Birisi yemyeşil parlarken diğeri karanlık sislerle kaplanmaya başladı. Bir kaç saniye süren bu olay boyunca iki kral da bütün gücüyle karşıdakini yitmeye çalıştı. Kabzalardaki kırmızı ve mavi mücevherler şimşek gibi parıldamaya başladı ve tüm kasları gerilmiş halde ikisi de kırmızı gözlerle birbirilerine bakarken aniden yeşil bir yıldırırım kralların üstüne düştü ve iki kral da ortadan kayboldu, kılıçlarsa yere dimdik saplanıp kaldılar.

  Kralsız kalan iki ülkenin orduları daha ne olduğunu bile anlayamamıştı ki, iki kılıç arasında kılıçların üstünde oluşan sihirli bir girdap orduları içine çekmeye başladı. Kaçmaya çalışanlar ilk önce girdaba girip kayboldular, olduğu yerde kılıcını ya da mızrağını yere saplayarak duranlar bir kaç saniye bile dayanamadılar. Girdap yeşil, kırmızı, mavi ve siyah renklerden oluşan spiral dehşetiyle iki orduyu da yuttu. Geriye sadece bir avuç insan kaldığında kaçmanın ya da direnmenin anlamsızlığını fark etmişlerdi. Kılıçlarıyla birlikte spirale doğru koştular, hangilerinin hangi ordudan olduğunu bilmiyorlardı, sadece zorunlu müttefiktiler.

Güya yerde saplı duran sihirli kılıçlara, ya da insanların daha sonraları efsanelerde anlatacağı adıyla, Çifte Kılıçlar'a saldıracaklardı ama bu girişim de faydasız oldu. Havadan çok toprağın solunmaya başlandığı şiddetli rüzgarda onlar da havalanıp spiral dehşette kayboldular. Gecenin karanlığında, savaş alanında sadece sağa sola fırlamış sahipsiz kalkan ve kılıçlar, her yana dağılmış toz, ortadaki girdap ve girdaptan etkilenmeyen tek kişi, dalgalanan yeşil cübbesiyle, Maun Krallığı'nın başbüyücüsü duruyordu.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -11-
Gönderen: mit - 09 Mayıs 2012, 12:22:02
Hızır'ın Çırağı'nı okumayı özlemişim.

Öncelikle büyük bir mutlulukla şunu belirtmek isterim; eskisine göre çok daha iyi ve derli toplu yazmışsın bu yeni bölümü. Verdiğin uzun ara yaramış sana. Cümleler daha oturaklı, anlatılan olaylar daha bir göze ve akla hitap eder olmuş. Özellikle Çifte Kılıçlar ile ilgili kısımları oldukça beğendim.

Kalemine sağlık ve geriye hoş geldin.
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -11-
Gönderen: Elis - 11 Mayıs 2012, 19:29:39
"Sonunda!" diyerek başlamak istiyorum. :D Keyifle okuduğum, her bölümünü  merakla beklediğim bir öykü bu. Eleştiri yapılacak pek bir şey kalmamış, kalemine saglık. Uzun aralar vererek yazmış olman beni her ne kadar meraklandırıp heyecanlandırsa da geriye dönüp baktığımda buna değmiş diyebiliyorum. Gerçekten çok beğendim, tebrik ederim. Alice harikalar diyarı tadını aldım, bilindik şeyleri hatırlatan öykülerden sıkılmama rağmen bunda hiç öyle bir şey hissetmedim. Tebrik ederim, çok çok iyi bir yazar olmanı diliyorum ...
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -11-
Gönderen: Galaxie - 26 Mayıs 2012, 02:49:08
Merhabalar Wandereeeer sonunda okudum bitirdim hikayeni :D

Öncelikle bilmeni isterim ki okumamı istediğinden elime bir not defteri alıp farkedebildiğim şeyleri not ede ede ilerledim. Ama biliyorsun ben bu konuda bir otorite değilim. Yaptığım yorum ve eleştiriler acemilikten öteye gidemez. O yüzden yanlış bir şeyler söylersem ya da ileriye gidersem şimdiden "Afedersin" demek istiyorum.

İlk bölümler acemi olmasına rağmen çok güzel. Zaten bu konuda benden çok daha fazla bilgiye sahip insanlar eleştirileri yapmış. Kelime tekrarları, noktalama hata ve eksiklikleri vb... Ben aynı şeylere tekrar tekrar değinmeyeyim.

Anladığım kadarıyla bir çoğunu da düzeltmişsin ama şöyle bir şey kalmış, çok dikkatimi çektiğinden en azından bir tanesini paylaşmak isterim;

Alıntı
Biliyor musun Kamar, herkesin sevip ama kaçtığı şeylerden kaçmamayı öylesine seviyorum ki.

Sevip ama kaçtığı? Sevdiği ama kaçtığı, sevmesine rağmen kaçtığı gibi olsa daha güzel olmaz mı. Bunun gibi cümlelerin var. Ah bir düzenlemeden geçirsen yazılarını ne güzel olur...


8.Bölümün sonunda şöyle bir şey var;

Alıntı
Bu ışık kütlesinin tam ortasında ise tüm ihtişamıyla duran tek bir kişi vardı, Hızır.

Ve 9.Bölümün başı;

Alıntı
"Ne yani, Hızır sadece bir ışık kütlesi mi?"

Şimdi zaten 8.bölümde Lisef'in bakış açısından bakıyorduk. Işık kütlesinin ortasında duran bir kişi var da biz mi bilmiyoruz? Işık kütlesi zaten Hızır değil mi? Işık kütlesinin ortasında durmayı bir kenara bırakırsak ışık kütlesinin bir kişi olduğunu şıp diye nasıl anladı? Madem anlamadı neden "tüm ihtişamıyla duran kişi"yi gördük onun gözlerinden? İhtişamdan kastın kişi mi ışık mı? Ortada Lisef'in kişi diye tanımlayacağı bir şey var mı yok mu? Bu noktayı tekrar bir gözden geçir bence.

Bir diğer nokta, Lisef ilk bölüm ve ilk bölümden de önce giriş bölümünde hancıya olan tavırları olsun düşünceleri olsun çok olgun biri gibi gelmişti bana. Ben de yetişkin izlenimi uyandırmıştı. Yaşını öğrendiğimde çok şaşırdım. Sanki ilk bölümlerde biraz daha çocuksu olsaydı daha mı iyi olurdu?

Bir ara hikaye Harry Potter'a doğru gidiyor diye çok korktum. Yanlış anlaşılmasın HP en sevdiğim serilerden biridir. Ama HP özentisi olmasını istemedim işte. Ama çok güzel bir yön aldı. En çok sevindiğim şey de bu oldu.

Bazı yerlerde o kadar uzun cümleler ve uzun betimlemeler var ki... Tasvir çok güzel bir şey ama abartılınca okumayı gerçekten baltalıyor. Başlarda bölümlerinin kısa olmasında şikayet edilmiş. Acaba o yüzden mi uzatmak istedin? Güzel olduktan sonra kısa olmasının ne önemi var? Kısa ama çok güzel bölümlerin de var. Bazen cümlelerin okumamı öyle zorlaştırdı ki kopmamak için çaba sarfetmem gerekti.

Lisef bazı şeyleri geç idrak ediyor gibi. Ya da yazarımız geç değiniyor. Bir olay ortasında hop mekan ya da kişiyle ilgili bir şeyler giriyor. Bu da hikayenin içine girmemi zorlaştırıyor. Bir de Lisef fazla gerçekçi bir karakter. Yani artık efsunlu bir dünyanın içinde. Alışsın biraz. Her şeye düz mantık bakmasın. Biraz hayal gücü lütfen :D

Bölüm aralarına serpiştirdiğin resimler de çok güzel. Yalnız bazıları açılmıyor. Onlara bir el atsan ne güzel olur.

Gelelim olumlu eleştirilerime. Kurgun bir kere o kadar güzel ki... Seçtiğin karakterlerin (Hızır, İskender vs), yarattığın karakterlere verdiğin isimler, nesnelere verdiğin isimler çok yaratıcı ve güzel. Efsunlu sözlerin (özellikle bölümlerin birinde vardı sanırım 10.bölüm) çok güzel. Karakterlerini de çok beğendim. Ayrı ayrı kişilikleri çok güzel anlatmışsın. Merak edilesi olmuş hepsi. Bir de henüz yazmadığın ileriki bölümlere göndermeler yapıyorsun ve bu hem tad katıyor hem de merak uyandırıyor.

Son bölümdeki hikaye çok hoşuma gitti. Yan hikayeler en çok tad katan şeyler bana göre. Bu da efsanemsi masalımsı çok güzel bir şey olmuş. Yalnız merakta bıraktı beni. Kokusu çıkar yakında umarım.

İlk bölümlere göre kendini çok geliştirmişsin ve bu çok bariz görülebiliyor. Tasvirlerin çok güzel (benim hiç bir zaman yapamadığım şeyler :D ) Eh daha ne olsun. Dün başladığımda açıkçası "Ohoo, benim bunu okumam bir haftayı bulur." diye düşünmüştüm. Ama bak bitti. İşte burada yazarın hüneri devreye giriyor.

Sonuç: Sana özendim ve çok beğendim. Yazmaya devam et, çok çok çok büyük bir merakla devamını bekliyorum.

Başarılar :)
Başlık: Ynt: Hızır'ın Çırağı -11-
Gönderen: grikunduz - 30 Mayıs 2012, 18:17:34
Evet sonunda mesajını alıp gelme fırsatı buldum. Stephen King'in Kule kitabının sonunda dediği gibi
Spoiler: Göster
"eğer seriyi okuduysanız bunu da okuyun. Çünkü her zaman en sonuncular en güzelleridir." (Ya da böyle birşey)
olmuş sanki. Hikayenin en sağlam bölümüydü. Savaşı tetikleyen bir büyücü merakları arttırıyor.  Ancak ikinci kılıcın o kadar kolay yapılmış gibi yazılması hoşuma gitmedi. Yani her demire bir parça mücevher takarsan dünyanın en güzel kılıcı olur gibi bir izlenim oluşmuş.
Ama dilin konusunda denecek söz yok. Irmak gibi akıyor. (imladan pek anlamadığım için o konuda bir şey diyemeyeceğim) Son olarak keşke başına ufak bir özet koysaydın da bazı şeyleri hatırlamaya çalışırken kafamız karışmasaydı. (Lisef'in kim olduğunu hatırlayamadım ya :D) Devamını bekliyorum. :)