Not: Sekoya; Doğal yayılış alanında 140 m'ye kadar büyüyen gövde dibi çok geniş olup uca doğru daralan Kabuk kırmızımsı kahverengi veya tarçın renginde, 15-25 cm kalınlığında olan Anavatanı Kuzey Amerika olan Dünyanın en büyük ağacıdır. Sekoya için Resim:
“Yerle Göğün Görebildiğin bir köprüsü…” “Yggdrassil’in küçük kardeşlerinden Sequoia”
~
Şehrin grisinin biraz uzağında burası benim kasabam. Adını etrafını sarmalayan uzun ağaçlardan almış bir kasaba. Burası “Sequoia Town”
Kasabamdaki insanlar Ormancılıkla geçiniyorlar. Sekoyaların Göklere değmesini engellemek için Bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünüyor olmalılar. Ben Buna kıskançlık diyorum kısaca. İnsanın ağaçla gök arasındaki aşkının kıskançlığı?
Babam bir ormancıydı her zaman, Her zaman onu arka bahçede odunlarla uğraşırken görürdüm. Bazen avlanmaya çıkarlardı Sekoya ormanlarında…
Ama Sekoya Ormanlarında gece çabuk gelir. Tahmin edebileceğiniz gibi Gün ışığının girebilmesi için o ormana hayli uğraşmak gerekir.
Bu Kasabada neredeyse her şey ahşaptan yapılmıştır. Tahta merdivenlerini tırmanıyorum, müstakil eski evimizin. Cam çıngırak her zaman kapının sol köşesindeydi ve hep rüzgârda sallanırdı. O sesle uyuduğumu hatırlarım çoğu zaman… Ya da gece evden ormana gittiğimde o sesim babamı uyarmaması için ne kadar uğraştığımı…
Neredeyse boş olan çantamı fırlatıyorum yatağa. Duvarlardaki fotoğraflara ve gazete parçalarına bakıyorum. “ Ah, Her zaman bir gariptin değil mi Donald. “ Annemin sözleri geçiyor kafamdan. Kim bilir evden gideli kaç yıl oldu? Sequoia Mezarlığına gideli kaç yıl oldu…
Bazen babamın neden ağlayarak yaptığını hatırlıyorum bu işi. Neden bu kadar hırsla o ağaçları kestiğini.
“ Bencil bir insan? ” diyor garip yanım. O Yanımı Kasaba yabancılıyor. “Oh, Pierre’in Oğlu Donald ne kadar garip öyle değil mi? “ Onları taklit ediyorum gözlerimi devirirken, atıyorum kendimi yatağa gözlerimi kapatıyorum.
Tavandaki kerestelerin ardından Farelerin seslerini duyabiliyorum.
Ben “ Donald Chetco” Soyadımı buralardaki bir nehirden alıyorum. Kasabanın Kahve kolikler Kulübünün Başkan Yardımcısı. Ben o tohum toplayan garip çocuk. Basit görünen Garip Hayatıma hoş geldiniz.
Hmm, ilgi çekici bir giriş olmuş. Sequoia Town'dan esrarengiz olaylar çıkacak gibi, basit görünen garip bir hayat hikayesini okumak eğlenceli olacaktır eminim. İlk bölümü merakla beklemekteyim. :)
“Yerle Göğün Görebildiğin bir köprüsü…” “Yggdrassil’in küçük kardeşlerinden Sequoia”
~
“Do-Donald… Donald… “
Ağaçlar rüzgârla dans ediyor ve fısıldıyorlardı. Bense Dağcı bisikletimle _ki buna onca para yatırmıştım_ kahve kolikler kulübüne ilerliyordum. Birkaç büyük kereste tırı dışında pek bir araba olduğunu söyleyemezdim. Burası ufak bir yer tırlar yüzünden Kasabanın kaldırımları bozuluyordu. Ama bu engebeli yol bisikletimin dans ediyor gibi ilerlemesini sağlıyordu. İleriden bir berberden 80li yılların Huzurlu şarkıları çalıyor. Yaşlı adamlar gülüşerek söylüyorlar eskilerden kulaklarına aşina olan bu şarkıyı…
Bisikletimi Kapının önüne kilitliyorum ki zaten kilitlemesem de bir şeylerin değişeceğini sanmıyorum. Herkesin bir bisikleti vardır. Benim bisikletimi almak isteyen birkaç küçük çocuk olabilir sadece… Açıyorum kapıyı ve çan sesi geliyor kulağıma
“ Hey Megan Buralarda mısın? “
İçeriden bir odadan ayak sesleri geliyor. Ahşap zemin bunu kuvvetlendiriyor, Belli ki Megan yine o kovboy çizmelerinden giymişti.
. “ Tanrı Aşkına! Yine ve yine geç kaldın Donald “ diyor Megan ellerini beline koyup bana gülümsüyor.
Kumral dalgalı saçları omzundan dökülüyor kafasını yana eğerken, bir cevap bekliyor. Kendime geldikten sonra konuşmaya başlıyorum:
“ Ah, neler oldu bilemezsin Logan Ayakkabımın birini arka bahçeye gömmüş. “
Logan diyince yumuşuyor Megan. Küçüklüğümüzden beri o köpekle büyümüştük.
“ Ahaha… Ona kızmadın değil mi Donald? Yoksa senin kafanı uçururum. “ “ Hayır, o ileri zekâlı köpeği ne kadar sevdiğimi bilirsin. “ diyorum Megan gülümsüyor ve Beraber Kahve seansına gidiyoruz.
Tamda Sandalyeye oturacağım sırada Pencereye bakıyorum. Karşıdan yine Kereste tırları geçiyor.
“ Kalk Oradan koca oğlan. “ “Kalk ve…” “KOŞ!”
Ağaçların fısıldamaları annem öldüğünden beri gelmiyordu kulağıma diye düşünüyorum. Pencerenin karesinden geçip gidiyor Sekoyalar. Küçük evlerin ardındaki dağa bakıyorum Yeşil devler beni “Tekrar” çağırıyor. Gözlerimi kapatıp bu andan kurtulmak istiyorum.
Bilincim az önce oturduğum sandalyenin düşme sesiyle kayboluyor. O Ormana bir daha gitmeyecektim… Annemi öldüren o ormana bir daha gitmeyecektim…