Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Laughing Madcap - 09 Ekim 2010, 15:50:27

Başlık: Kaos Günlükleri
Gönderen: Laughing Madcap - 09 Ekim 2010, 15:50:27
Bölüm 1: Bela Lugosi

Spoiler: Göster
(http://fc04.deviantart.net/fs41/i/2009/010/4/8/Vampire_in_Paris_by_NightOnBroadway.jpg)


Yarasalar terk etti kuleyi
Kurbanların kanı kapladı geceyi
Kırmızı çizgili kara kutuda
Defnettiler Bela Lugosi'yi


30 Kasım 2010 - Casino De Paris / Paris / Fransa

Paris, aşk ve romantizmin şehri.

Her yıl, bu mevsimlerde sayısız turist aşklarını tazelemek ya da duygularını sonuna dek yaşamak için bu şehre gelirler. Champs Elysees'de bir kahvaltı, Eiffel Kulesi manzaralı bir akşam yemeği ve şarap... Bunların hepsi ölümlülerin Paris denince akıllarına gelen şeyler, bir vampir için ise Paris; Toreadorların memleketi demektir.

Daniel için de bu farklı değildi. Paris'ten; aptal aşıklar ve duygusal Toreadorlardan nefret ederdi. Fiziksel olarak oldukça çekiciydiler aslında, şimdiye dek yaşadığı ilişkilerin en ateşlilerini Toreadorlarla yaşamıştı. Fakat ilk gecenin sonunda duyduğu, "Hayatımın sonuna kadar seninle olmak istiyorum" cümlesi sonsuza kadar yaşamayı düşünen Daniel için büyük bir saçmalıktı.

İşin ucunda intikam olmasaydı Daniel hiç bir şekilde Paris'e adımını bile atmazdı. Ama sonunda kadim dostu ve düşmanı Alexander Black'in izini bulmuştu. Yüzyıllar önce, Romanya'da yaşananlardan sonra her yerde onu aramış ve sonunda bulmuştu. İntikam soğuk yenen bir yemekti ve bu yemek artık buz gibiydi.

Casino De Paris, şehrin pek de merkezinde sayılmazdı. Hiç bir penceresinden Eiffel Kulesi gözükmüyordu ki bu Paris'teki bir mekanın kalitesini belirleyen bir şeydi. Pek popüler olmadığı, şehirden yeterince uzakta olduğu düşünülürse bu mekan vampirler için vazgeçilmez bir yerdi. Hemen hemen her gün mekan tıklım tıklım dolu olurdu ama bugün Casino De Paris'in önünde uzunca bir kuyruk vardı. Toreadorlardan oluşan bir müzik grubu, Nouvelle Vague'un konseri nedeniyle Fransa ve komşu ülkelerdeki vampirler buraya üşüşmüştüler. Uzaklardan sırf bu konser için gelenlerden birisi olarak Daniel, 67 model kırmızı Plymouth'unu mekanın otoparkına parketti ve arabanın bagajını karıştırmaya başladı.

Bagaj bir sirki andırıyordu. Hem çok renkli hem de fazla tehlikeli şeylerle doluydu. Bagajdaki yığının üzerine serilmiş olan siyah deri ceketi alıp giyen Daniel, bir kaç silahı kenara kaydırıp bağajın tabanına saçılmış ıvır zıvırları karıştırmaya başladı. Tılsımlar, bıçaklar, biblo ve küçük resimlerden oluşan yığının dibinde yırtık bir gömleğe sarılmış halde bulunan bir mühürü alıp cebine attı ve bagajı kapattı.

Daniel sıraya girmeyip de direk kapıya doğru ilerlediğinde sıradan bir çok itiraz yükseldi. Daniel hiç birisine dönüp bakmadı bile. Kapıya ulaştığında neredeyse bir kurtadam kadar iri olan güvenlik görevlisi tarafından durdurulduğunda bile ağzını açmadı. Cebinden mührü çıkartıp güvenlik görevlisine göstermesi yeterliydi, koca adam kenara çekilip onu içeriye buyur etti.

Müzik sesi dışarıdan oldukça boğuk geliyordu ama içeri girildiğinde ses gayet netleşti. Rüya gibi bir ses, "Bela Lugosi öldü." diyordu ve Daniel mührü tekrar cebine atarak koridorda ilerlemeye başladı. Kırmızı duvarlara dayanmış öpüşen çiftler, beslenen vampirler ve uyuşturucuyla uçmuş bağımlıların arasından sallana sallana yürüdü Daniel ve konser salonunun büyük kapısına gelene kadar durmadı. Büyük kapıya ulaştığında ise içeri girmedi, sola döndü ve kırmızı duvarı yoklamaya başladı. Küçük bir klik sesiyle beraber, duvarda bir bölme açıldı ve yine kıpkırmızı bir hol onu karşıladı. Kırmızı halıda muzaffer bir komutan edasıyla ilerleyen Daniel ona seslenildiğini duyunca durdu.

"Hey! Sen! Nereye gittiğini sanıyorsun, burası özel bir loca."

Daniel'ın önünde ve arkasında iki tane izbandut belirmişti. Elleri silahlarındaydı ve oldukça tehlikeli gözüküyorlardı.

***

Grubun performansı fantastikti. Öyle ki, sadece izleyiciler değil grup da uçmuş gibiydi. Bu yüzden olsa gerek sahnenin üst taraflarındaki bir özel locanın kapısının büyük bir sesle kırılması kimsenin umrunda değildi.

Alexander'ın yanında oturan üst düzey kişiler ayağa fırlasa da kapının kırılması Alexander'ı pek etkilememişti belli ki. Yavaşça arkasını döndü ve yerdeki iki cesete baktı. Sonra bakışlarını ayakta dikilen, az önce kapıyı kırmış olan, üstü başı kan lekesi olmuş adama kaydırdı ve kaşları çatıldı.

"Ben de tanıdık, eski bir koku duyduğumu düşünüyordum tam." dedi yavaşça ayağa kalkarak. Yanındakilere dönüp locadan ayrılmalarını rica etti ve tekrar Daniel'a döndü. " Romanya'da ölmüş olman gerekmez miydi? O binayı bizzat, kendi ellerimle yakmıştım."

"Şaşırdın mı?" dedi Daniel, kaşları çatık takım elbiseli adama yaklaşarak. "Öyle kolay kolay ölmeyeceğimi bilmen gerekti, dostum." Son kelimeyi öyle iğneleyici söylemişti ki, Alexander kelimenin kendisine battığını hissetmişti.

"Otursana, bu grup bir şahane."

Daniel sadece kahkaha atmakla yetindi. "Buraya müzik dinlemeye gelmediğimi biliyorsun Alexander."

"İntikam?" Alexander'ın sesi meraktan çok bir gerçeği dile getirir gibi çıktı.

"Bak, beni biraz olsun tanımışsın." Daniel biraz daha yaklaştı.

"Ah, evet. Seni çok iyi tanıyorum Daniel. Sen bizim ırkımızın yüz karasısın. Her şeye eğlence gözüyle bakan, kana susamış bir yaratıksın. Bir kurtadama bile daha çok saygı duyuyorum, lütfen alınma."

Daniel yine kahkaha attı. "Bir kaç kurtadamla karşılaşmıştım, öyle çok da abartılacak bir şeyleri yok."

Alexander küçük bir çocuğa acıyarak gülümseyen bir anaokulu öğretmeni gibi kafasını salladı. "Hiç değişmemişsin. İstanbul'daki kavgamızdan sonra da, Roma'daki talihsiz olaydan sonra da, Romanya'da ki işkenceden sonra da. Sonsuza kadar böyle çocuk kalacaksın ve ben sonsuza kadar senin adam olman için çabalayacağım sanırım."

"Sonsuza kadar değil." diyerek bağırdı Daniel ve Alexander'a doğru koşturup onu kucakladı. İkili locadan düştüler ve sahnenin tam ortasına çakıldılar.

***

Nouvelle Vague'un Paris konseri, grup tarihinin en sansasyonel konserleriydi. Konser bazı teknik nedenler yüzünden kısa sürmüş olsa da kalabalığı oldukça tatmin etmiş, seyircilerin akıllarına kazınmıştı. Konser bitip de kalabalık dağıldıktan saatler sonra mekanın otoparkında sadece tek bir araba kalmıştı; 1967 model kırmızı bir Plymouth.

Güneşin doğmasına saatler kala, otoparkta birisi belirdi. Adam üzerinden tren geçmişe benziyordu. Suratı tanınamaz haldeydi ve üstü başı arabası kadar kırmızıydı. Üzerinde o kadar çok kan vardı ki, sanki heryerinden kanıyor gibiydi.

Daniel söve söve arabasına yaklaştı. Bu kadar sinirlenmesinin sebebi yediği dayak değildi, bir kere daha Alexander'ın işini bitirememişti. Bir kere daha kavgaları bir sonuca bağlanamamıştı. Bir kere daha iki taraf da yaşıyordu. Daniel kendi kendisine bir dahaki sefere bu işi bitireceğine dair sözler verirken arabası büyük bir patlamayla havaya uçtu ve patlamanın etkisiyle Daniel savruldu.

Yaraları ve savrulma nedeniyle acıdan kıvranan adam sert bir sesle irkildi.

"Demek şu meşhur Daniel sensin. Bay Black senin hakkında her şeyi anlattı. Belli ki biraz abartmış."

Siyah takım elbiseli bir adam, silahını Daniel'ın kafasına doğru tutmuştu. Alexander her zaman yedek planı olan birisiydi ve belli ki bu adam "b planı"ydı. Alexander yine kendi işini başkasına yaptırıyordu ve bu sefer yarım kalmış işini bitirmesi için ghoulunu yollayarak büyük bir hata yapmıştı.

"Belli ki her şeyi anlatmamış." dedi Daniel, acıdan dolayı boğuk bir sesle. Ve birden ayağa fırladı. Böylesine ölümcül yaralanmış bir adamdan beklenmeyen bir çeviklikle takım elbiseli adamın üstüne çullandı ve elinden silahını kaptı. Şimdi yerde diz çöken ve kafasına silah dayanan kişi Alexander'ın ghouluydu.

"Adım gibi eminim ki, Alexander bu olaydan sonra hemen şehir değiştirecek. Ve bizim Alexander, hiç bir zaman doğaçlama yapmaz. Daha bu şehre gelmeden, bu şehirden sonra nereye gideceğini planlamıştır bile. Söyle, nereye gidecek?"

Ghoulun tüm dikkati alnına dayanmış silahtaydı.

"Bak, sırf Alexander'ın itisin diye seni öldürmeyeceğim. Eğer konuşmazsan, o zaman işler değişir."

Belki bu sözler, belki Daniel'ın böylesine yaralı halde bile böylesine güçlü olması, belki de Daniel'ın adam farkına varmadan adamın zihnine girmesi Alexander'ın ghoulunu etkiledi.

"Po..Port More."

Daniel bir an için şehrin nerde olduğunu düşündü. Sonra bakışlarını tekrar diz çökmüş adama çevirdi ve gülümsedi.

"Beni tanıyor musun?"

Adamın kaşları havaya kalktı, bu soru duymayı beklediği son şeydi belki de.

"Ee..evet. Sen, Daniel'sın?"

"Güzel." dedi Daniel ve silahı ateşledi. Beyni yerlere saçılmış adam yere yığılırken Daniel silahı yere attı.

"Bu arabamı havaya uçurduğun içindi."


______________________________________________________________

Not: Baal'ın "Gölge"sine yan bir hikaye olarak yazıldı.

Not2: Dinleyiniz; Nouvelle Vague - Bela Lugosi's Dead

Not3: Daniel karakteri için bkz: Daniel Drake (http://www.kayiprihtim.org/forum/world-of-darkness-a-city-of-shades-oyun-sayfasi-t6557.0.html)

Not4: Ayrıca başlık için bkz: Bela Lugosi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Béla_Lugosi)

Not5: Biraz daha not yazarsam, hikayeyi geçecek notlar.
Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Baal Adramelech - 09 Ekim 2010, 16:12:26
Okuduğum süre boyunca gülümsedim, hatta Daniel'in yerinde dokundurmaları hoştu. Toreadorlar hakikaten unutamamıştır o konseri, kanların müzikle ne kadar uyumlu fışkırdığını filan konuşmuşlardır bütün bir sene. Oldukça güzel ve Alexander'ı çok güzel yansıtmışsın. Sanki Daniel sokak çocuğuymuş gibi davranan, her anlamda züppe kişilik.

Yazıdaki şeylerin arkaplanını, aslında uzun zamandır planlanmış bir kurgunun bir yan eseri olduğunu iyice hissetmek için, okuyan herkesin notları kurcalamasını tavsiye ederim. Daniel ve Alexander'ın birbirleriyle ezelden beri olan düşmanlıkları hakkında biraz daha bilgi edinebilirsiniz.

Bak şimdi sen böyle yazınca, Daniel ve Alexander'ın karakter kağıtlarını yaratasım geldi. Bir ara bakalım ona da.

Not: Müziği dinlemeyi unutmayın. :)
Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Sophié - 09 Ekim 2010, 19:03:37
"Ellerim kırılaydı da şarkıyı atmayaydım" falan demeye başlayacağım. Ben, ben bir canavar ordusu yaratmışım! Şimdi, bir de müzik zevkimin ne kadar harika olduğunu bu şekilde takdir ettiğ... Tamam, neyse.

Editto: Ben müziklerimi, gruplarımı falan kıskanırdım. Bu biraz böyle. Benim için ilk oldu. Bencilim, evet.

Gerçek eleştiriye gelirsek; intikamla alakalı kullandığın klişeyi bağlaman müthiş. Bunu belirtmeden geçemezdim. Belki benim benzetme algılarım kısıtlı, ondan böyle diyorum. Sonra holdeki karşılaşmayı ayrıntıyla anlatmaman, yani ona değinmemen ve sonraki sahneye geçmen de çok iyi olmuş. Bir şeyler okuyucuya bırakılmış falan (ya da çok üşengeçsin hehe). İşte kısa lafın uzunu bu iken ben özet geçeyim: Olayları direk vermemen, dolaylı anlatman hoşuma gitti genel anlamda. Dilin oldukça sade olması buna karşın basit olmaması da ayrı bir güzel.

Not: Notların devamı yok mu? Çok merak ettim, + romun da hazır yani.
Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Baal Adramelech - 09 Ekim 2010, 19:08:21
"Ellerim kırılaydı da şarkıyı atmayaydım" falan demeye başlayacağım. Ben, ben bir canavar ordusu yaratmışım! Şimdi, bir de müzik zevkimin ne kadar harika olduğunu bu şekilde takdir ettiğ... Tamam, neyse.

Gerçek eleştiriye gelirsek; intikamla alakalı kullandığın klişeyi bağlaman müthiş. Bunu belirtmeden geçemezdim. Belki benim benzetme algılarım kısıtlı, ondan böyle diyorum. Sonra holdeki karşılaşmayı ayrıntıyla anlatmaman, yani ona değinmemen ve sonraki sahneye geçmen de çok iyi olmuş. Bir şeyler okuyucuya bırakılmış falan (ya da çok üşengeçsin hehe). İşte kısa lafın uzunu bu iken ben özet geçeyim: Olayları direk vermemen, dolaylı anlatman hoşuma gitti genel anlamda. Dilin oldukça sade olması buna karşın basit olmaması da ayrı bir güzel.

Not: Notların devamı yok mu? Çok merak ettim, + romun da hazır yani.

Tapıyorum sana bebeyim.
Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Victoria - 09 Ekim 2010, 20:41:17
Müzik grubunun adı çok hoşuma gitti. Garip ama güzel  'Nouvelle Vague' =)
Hikayen çok güzel devamı varmı?(Varsa kesin bağımlısı olurum.)
 Bela Lugosi  anlamı nedir? Çok merak ettim.

paris ve vampirler , süper bir fikir=)

Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Sophié - 09 Ekim 2010, 21:07:23
Not4: Ayrıca başlık için bkz: Bela Lugosi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Béla_Lugosi)

Ayrıca Nouvelle Vague ismi Fransızca "new wave" anlamındadır. Gariplik söz konusu değil.

Tapıyorum sana bebeyim.
Heheh. Olur.
Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Victoria - 09 Ekim 2010, 21:16:35
Deleted.
Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Black Helen - 10 Ekim 2010, 14:44:21
Uff bu çok hoşuma gitti işte. Paris ve vampirler. O kadar soğuk bir şehre yakışmış doğrusu. Alıp götürü beni hikaye. Gayet net canlandırabildim her sahneyi. Ne diyeyim ellerinize sağlık.

Not= Şarkı bitirdi beni.
Başlık: Ynt: Bela Lugosi
Gönderen: Laughing Madcap - 10 Ekim 2010, 14:50:25
Söz konusu olaylar ve karakterler tamamen Baal'ın eseri Gölge'den olduğu için yazıya devam etmek konusunda onunla konuştum ve onayını aldım. Daniel Drake, bir World of Darkness oyununda herhangi bir karakter olarak çıkmıştı fakat hem oynayanın hem de oynatanın katkılarıyla "Gölge"ye girmeye hak kazandı. Tek bölümlük bir serbest yazıdan bir karakter günlüğüne dönüştüğü için başlığı değiştirmiş bulunmaktayım.

Teşekkürler Baal.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: Laughing Madcap - 10 Ekim 2010, 15:50:53
Bölüm 2: Maskeli Balo

Spoiler: Göster
(http://fc03.deviantart.net/images3/i/2004/081/1/f/London_fog.jpg)


Kırmızıydı pelerini ve maskesi
Şıktı ütülü elbisesi
Gözlerinde intikam ateşi
Kan kokuyordu nefesi


20 Kasım 2010 - Weatley Malikanesi / Londra / İngiltere

Yağmur haftalarca süren performansından sonra inzivaya çekilmiş olmalıydı ki Londra sonunda yağmursuz günler geçiriyordu. Buna rağmen yollar halen ıslaktı fakat Weatley Malikanesine giden yoldaki siyah Aston Martin bunu pek önemsemiyordu. Issız yolda son gaz ilerleyen araba yol ayrımına geldiğinde durdu ve içinden kan lekeleriyle dolu beyaz gömlekli birisi çıktı.

Daniel Drake belli ki oldukça dosthane bir şekilde yeni arabasını eski sahibinden alırken üstünü biraz kirletmişti. Islık çalarak arabanın bagajını açtı ve içeridekileri karıştırmaya başladı. Siyah bir gömlek, siyah bir palto ve bir kaç ıvır zıvır alıp hazırlandı. Eli silahlara doğru gitse de bundan çabuk vazgeçti. Daniel emindi ki kapıdaki güvenlik içeriye silah sokmasına izin vermeyecekti. Eğer silaha ihtiyacı olursa da, Daniel emindi ki birileri içeriye silah sokmayı başarmış olurdu. Daniel da o silahı ödünç alırdı, arabayı aldığı gibi. Arabaya binip, dikiz aynasından saçını düzeltti ve motoru çalıştırdı.

"Gösteri başlıyor."

Aston Martin ana yoldan ayrılıp malikaneye doğru giden orman yoluna girdi ve büyük demir kapıya kadar son gaz ilerledi. Kapının iki yanında duran güvenlik görevlilerini farkedince kapının önünde durdu. Güvenlik görevlilerinin cinsiyetlerini ve kıyafetlerini gördüğünde suratına bir gülümseme yerleşmişti.

"İyi akşamlar hanımlar. Eğleniyor musunuz?" kendisine yakın olana göz kırpıp sırıttı.

"Tabi." diye karşılık verdi kendisine yakın olan güvenlik görevlisi, aynı şekilde sırıtarak ve göz kırparak. "Davetiyeni görebilir miyim?"

Daniel kadının gözlerine değil de pantolonuna baktığını farkedince kısa bir kahkaha attı.

"Baksana, böylesine özel konuklarla dolu bir partiye izinsiz girmek için deli olmak gerek. O yüzden bu kapının iki kişiyle korunmasına gerek yok. Partide eğlenmek varken, bu soğukta beklemek niye?" kafasıyla yanındaki boş koltuğu işaret etti.

"Bebeğim inan bana, davetiyeyi görmeden sana bir öpücük göndermem bile imkansız." Kadın arabaya yaklaşmış, cama doğru eğilmiş ve böylece tüm kadınlığını sergilemekteydi.

"Yazık, sana davetiyeden başka bir çok şey gösterebilirdim..." dedi Daniel gülümseyerek. Kafasını diğer taraftakine doğru uzattı. "Sen ne diyorsun, burda yeterince sıkılmadın mı?" Bir taraftan da paltosunun iç cebini karıştırıp davetiyeyi arıyor gibi gözükerek zaman kazanmaya çalışıyordu.

"İkizinden nasıl sıkılır insan?" diye gülümsedi diğer kız ve Daniel'a kısa bir şok geçirtti. Adam şaşkın şaşkın bir sağdakine ve bir soldakine baktı. Çok geçmeden suratındaki şaşkınlık silindi ve yerini o bilindik sırıtışa bıraktı. "Bugün şanslı günümdeyim." diye mırıldandı kendi kendine ve iç cebinden bir mühür çıkarttı.
"Bunun kimin olduğunu biliyor musun?" diyerek kendisine yakın olana uzattı.

"Oo, Bay Black'in özel davetiyesi. Bundan altı tane gördüm sadece bugün." dedi yakındaki. "Bu da seni daha çekici yapar."

"Artık bu pürüzü atlattığımıza göre, atlayın bakalım. Ne de olsa ikizler birbirinden ayrılmaz, değil mi?" dedi Daniel ve arka koltuğu işaret etti. Her ikisine de.

Kadınlar gülümseyerek adabanın yanına geldiler ve kapıyı açıp içeriye atladılar. "Alexander sayesinde şu durumda olabileceğim hiç aklıma gelmezdi..." diye mırıldandı Daniel ve kendini kadınlara bıraktı.

***

Uzunca bir süre sonra siyah bir Aston Martin, bahçenin demir kapılarını geçti ve sağ taraftaki park yerine girdi. Daniel arabadan çıktığında hala sırıtmaktaydı. Üstünü başını silkip düzelten adam, sol taraftaki masaların ve etrafındaki kalabalığın olduğu yere doğru ilerledi.

Bahçe baştan başa masalarla donatılmıştı ve bu masaların etrafında yüzlerce vampir, özenle giyinmiş sosyalleşmekteydi. Daniel bakışlarını malikanenin girişindeki merdivenlere kaydırdığında ayakta dikilmiş kendi aralarında konuşan dört kişi gördü. Bunlardan iki tanesiyle oldukça güzel geçmişleri vardı -Alexander ve Londra Prenslerinden bir tanesi olan David.

Daniel gözlerini David ve Alexander'dan ayırmadan kalabalığa karıştı. Öncelikle masalardan birisinden bir maske yürütmeliydi. David ve Alexander, onu yürüyüşünden bile tanırlardı fakat başka bir düşmanın onu tanımasını istemiyordu. Ve düşünülürse, şu anda bu partide bir çok düşmanı vardı.

Daha masalara yeni yaklaşmışken birden kalabalık sessizliğe gömüldü. Neler döndüğünü anlamak için etrafa bakınan Daniel'ın fazla aramasına gerek kalmadı; Alexander bir adım öne çıkmış ve konuşma yapmak için hazırlanıyordu. Daniel, Alexander'ın onun olduğu yere doğru baktığına yemin edebilirdi.

"Bundan seneler önce, Romanya'da işkence ettiğim bir dostum vardı." diye başladı söze Alexander ve Daniel'ın suratına bir gülümseme yerleşti. Gösteri şimdi başlıyordu.

"Bu dostum, hazırladığım yedi adet mühürlerden birini çalmıştı. Bu mühürlere ihtiyaç duyacağı zamanı düşünüyordum, kendisini böyle oldukça kolay eleverebilirdi. Bunun için, bu ödül yarışmasını, görünüşte maskeli baloyu yarattım. Görevliler, yedi kişinin girdiğini onayladığına göre, Daniel, kadim dostum, aramızda." Hafifçe gülümsedi. "Onun kanı çekilmiş bedenini bana getiren kişi, yüklü para ve kendi alanımda tam koruma alacaktır." Ellerini yukarıya kaldırdı. "Av başlasın!" Ardından arkasını dönüp, Malikane'nin içine girdi.

Alexander'ın annesi kimdi bilmiyordu fakat Daniel ona esaslı bir küfür savurdu.Bu hengameden sağ çıkacağına emindi, tek korkusu Alexander'ın kaçıp gitmesiydi.

Etrafa bakındı. Malikanenin çıkışları kapatılmış olmalıydı. Hem şu anda kalabalıktan ayrılıp da çıkışa doğru gitmesiyle "BEN DANIEL'IM HADİ BENİ YAKALAYIN!" diye bağırmakla aynı şeydi. Öncelikle dikkat çekmemesi gerekiyordu, bu yüzden bir maske arayışına devam etti.

Maske yoktu ancak, her yerde birbirine girmiş vampirler vardı. Birbirlerinin kanlarını kurutuyorlardı. Londra Prensi ise zevkle izliyordu bunu -Aslında izlemiyordu, güzel bir kızın kanını içmekle meşguldü.

Daniel'ın dikkatsizliğinden yararlanan birisi Daniel'a doğru bir yumruk savurdu fakat Daniel adamın yumruğunu avcuyla tuttu. İngiliz aksanıyla "Bay Black'in karşılığında yüklü para ve tam koruma vereceği adam tam şurada dikiliyor ve sen sağa sola saldırıyorsun? Eğer böyle boş zamanın varsa, rahat bırak beni de ödülü ben kazanayım."dedi. Eliyle sağ tarafta herhangi bir vampiri göstermişti.

Adam bir an düşündü ve gösterilen adama baktı. Daniel'in gösterdiği adam yere düşmüş birini öldüresiye yumrukluyordu. Bu da adamın inancını körükledi tabi. Ona doğru bir adım attı.

Daniel gözlerini devirip kafasını salladı. "Gerizekalı." Arkasını dönmüş adamın ensesine elinden geldiğince sert bir yumruk attı. Adam acıdan bağıramadan yere yığıldı, büyük ihtimalle boynu kırılmıştı.

Bir taraftan adamın üzerini arayan Daniel bir taraftan da etrafı kolluyordu. Rahatsız edilmek istemiyordu. Ki rahatsız edilecek gibi de durmuyordu. Ortamda tam bir kaos vardı, Daniel'in en sevdiğinden!

Adamın üzerinde kıyafet dışında hiç bir şey yoktu, sadece pelerini ve maskesi işe yarayabilirdi. Pelerini ve maskeyi takan Daniel bir defa daha etrafına bakındı ve birden malikaneye doğru ilerlemeye başladı. Bir an duraksadı ve kalabalığa döndü. "DANIEL MALİKANEYE GİRMİŞ! ÖDÜL İÇERİDE!"

Bir anda, bunu duyan David ayağa kalktı ve sinirle bağırdı. "Malikaneye kimse girmedi, girmiyor!" diye gürledi. Herkes bir anda durdu. David, Daniel ve Alexander'dan sonra en yaşlı kişiydi, malikanenin sahibi ve Londra prensiydi. Elbette herkes onun sözünü dinliyordu.

Daniel doğaçlama yapmaya başladı ve "Dedi, saatlerdir kızla sevişmekten başka hiç birşey yapmayan adam. Ödülü kendine mi saklıyor yoksa?" diye seslendi, sadece etrafındakiler duyabileği şekilde. David'in dikkatini çekmek istemiyordu. Ama başarısız oldu; David gözlerini dikmiş Daniel'a bakıyordu.

"Seni bulduk öyle mi Daniel?" diye gülümsedi David. "Alexander'la görüşmek istiyorsan, benimle küçük bir görüşme yapman gerekecek." Sonra kalabalığa döndü. "Bu adam için, Alexander'ın vereceği aynı ödüller, Londra sınırları dahilinde geçerli. Bu adamı kurutun." dedi ve arkasını dönüp malikaneye gird.

Daniel kalabalığa bir kere daha döndü. Kafası öyle çok fikir üretmeye başlamıştı ki bir an için başı ağrıdı. "Beni birisine benzetti heralde." dedi kalabalığa doğru, gülümseyerek ve ellerini iki yana açarak. Fakat gülümsemesi suratından birden silindi, gözleri büyümüştü. "İşte, orada! Kaçıyor!" diye bağırdı, bahçedeki çıkış kapısını göstererek. Bunun işe yaramayacağını biliyordu ama denemese içinde kalırdı. Neler döndüğüne bakmadan, malikaneye doğru koştu.

Daniel malikanenin girişine kadar hiç bir zorluk yaşamadı. Bu yüzden kapıda durdu ve arkasını döndü. Onu takip eden kimse yoktu. Arkasından gelen güruh ne Malikaneye girmeye cesaret edebiliyor, ne de ondan gözlerini ayırabiliyorlardı. Orada öylece duruyor ve malikaneye giren Daniel'i izliyorlardı.

"Size söylemiştim, Daniel malikaneye girdi." İçeri girdi.

Malikanenin tüm girişini kaplayan, girişin ortasında büyük bir daire vardı. Daire, çeşitli sembollerin iç içe girmesiyle oluşturulmuştu ve dairenin kenarında, bir dikdörtgen çıkarılmıştı. Daniel orada bir merdiven olduğu görüyordu, gizlice geçide girmiş olmalıydı.

"İçimde kötü bir his var." diye mırıldandı Daniel ve merdiveni kullanmadan önce son bir kez daha etrafa bakındı. Nedense bunun bir tuzak olduğunu düşünüyordu. Alexander'la geçmişte yaşadıkları düşünülürse, bundan emindi.Ancak bunu gösteren bir kanıt yoktu. Sıfır.

"Alexander ve planları, pff." Kafasın salladı ve gizli geçide girdi.

Gizli geçitten aşağıya indikçe, yapının rengi değişti. Mermerden ve güzel kesim taştan, ortaçağ tasarımına dönüştü duvarlar. Döne döne inen merdivenler en sonunda, büyük, daire şeklinde bir odaya çıktı. Arkasını dönük bir adam, oradaki kan dolu çanağa parmağını batırmıştı. Karıştırıyordu. David.

"Şah'a ulaşmak için, piyonu devirmelisin." dedi Daniel gülümseyerek.

David yavaşça arkasını döndü, piyon olarak nitelendirmek onu sinirlendirmiş olmalıydı ki kaşları çatılmıştı.

"Söyle bana, Alexander'a karışmadan, onun gittiği şehre gitmeden, belki de Moskova'yı, belki de Kahire’yi yönetebilirdin. Neden ona bulaşmaya bu kadar niyetlisin Daniel?"

Daniel gülümsedi ve kafasını salladı.

"Söyle bana David, bir köpek neden kendi şeyini yalar?"

David'in suratındaki ifade şaşkınlığa dönüştü.

"Çünkü bunu yapabilir. Bu abzürd tiyatrodaki kuklaların yöneticisi, Alexander. Kafasında binlerce plan, önünde binlerce piyon. Amaçları, yaptıkları, yapmayı düşündükleri... Mide bulandırıcı. Ve bu dünyada kimse ona karışmıyor, kimse." Daniel, yıllardır ilk defa oldukça ciddi gözüküyordu.

"Daniel, emin ol Alexander seni öldürmek isteseydi, çoktan yapardı." diye söze başladı David fakat Daniel'ın cevabıyla cümlesi yarım kaldı.

"David, emin ol Alexander beni öldürmeyi becerebilseydi, bunu çoktan yapardı. İstanbul'da, Roma'da, Romanya'da, Kahire'de, Moskova'da, Milano'da, Chicago'da... Neden mi Alexander'ın peşindeyim? Çünkü ben onun için sinir bozucu bir sineğim. Ve o burnu kalkık züppenin sinirinin bozulmasını istiyorum." Duraksadı. "Ha bir de, bir kaç defa beni neredeyse öldürüyordu.Bu da bir neden tabi."

"O halde, durmayacaksın." dedi David kaşlarını çatarak. Paltosunun içinden bir uzun kılıç çıkardı ve paltoyu omuzlarından attı. "O halde, seni durdurmam gerekecek."  Sonraki iki adımı Daniel'e doğru attı.

"Dedi piyon ve iki kare ilerledi." Görüşünü ve hareketlerini kısıtlamasın diye maskesini, pelerinini ve paltosunu çıkartan Daniel gelecek olan saldırıya hazırlandı. "Göster hünerini."

David kılıcı batırır gibi ileriye savurdu, tam karnından yaralamak için. "Öleceksin!"

"Bunu o kadar çok duyuyorum ki, artık sıkmaya başladı." diyerek kahkaha attı Daniel ve çevik bir hareketle kılıçtan sıyrılıp David'in soluna geçti. Sol eliyle adamın kılıç tutan elini, dolayısıyla kılıcı tuttu ve sağ yumruğunu David'in suratına gömdü.

David büyük bir hızla geri savruldu ve içinde kan olan çanağa çarptı. Çanak yere düştü, odanın zemini kan ile kaplandı. David kendini toparlayamamıştı. Kılıç da elinden düşmüştü. Bir şeyler fısıldıyor, yerdeki kanın kaynıyor gibi hareket etmesine sebep oluyordu.

Elinden geldiğince hızla kılıca atlayan Daniel, kılıcı eline alır almaz David'e doğru savurdu. Boğazı kesilen bir horoz ötemezdi ne de olsa. Boğazını korumak için kolunu kaldıran David'in bu aciz savunması bir işe yaramadı. Bu darbeyle birlikte David bir kez daha savruldu, Bu sefer, odanın duvarlarındaki demirlerden birine saplandı vücudu. Ancak kalbine gelmemişti, torpor durumuna geçmedi bu sayede. Aldığı darbe yüzünden neredeyse kopmuş olan yaralı kolunu kaldırdı ve "Lütfen! Merhamet!" diye yalvardı. "Alexander burada değil! Gittiği yeri söylerim!"

Daniel savurduğu kılıcı yerden aldı ve yavaşça David'e yaklaştı. "David, David... Bu söylediklerini o kadar çok duyuyorum ki..." Biraz daha yaklaştı. "Senin gibi bir asilzade ile muhabbet etme fırsatını kaçırır mıyım sanıyorsun? Dinliyorum, Alexander nereye gitti? Ne yapacak?"

"P-paris! Bir konsere gidiyor ancak bir kaç ay orada kalacak... Belki yıl!"

Daniel kahkaha atmaya başladı. "Paris mi? Konser mi? Hadi canım sen de. Alexander Black'in bir konserden daha mühim işleri olmalı."

"Konserden çok, şarkıyı söyleyen kadınla alakalı... Grubun adı neydi.. Nouvelle Vague. Sanırım kadın solistiyle ilgileniyor, ancak hangisi olduğunu çıkaramadım. Lütfen rahat bırak beni artık!"

"David, sakin ol azizim. Benim hakkımda çok yanlış düşünüyorsun, seni rahat bırakacağım. Şurda iki medeni vampir, dikilmiş muhabbet ediyoruz. Yani, sadece birimize dikilmiş aslında." Adamın saplı olduğu demire baktı. " Gerçekten güzel bir partiydi. Muhteşem bir malikanen varmış. Ve ah, mükemmel güvenlik görevlilerin." Biraz daha yaklaştı. "Fakat bir şey sormam gerek. Benim kim olduğumu biliyor musun?"

David'in acıyla buruşmuş suratına bir kez daha büyük bir şaşkınlık yerleşmişti. "Daniel "Madcap" Drake?"

"Heh, güzel."

Kılıcı öfkeyle adamın boynuna savurdu.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: KoyuBeyaz - 06 Aralık 2010, 17:43:49
Normalde takip ettiğim hikayelere belli bir yerden sonra yorum yazmaya çalışıyorum ama iki bölümde bitemeyecek kadar güzel olan bu başlıkta nasıl olduysa dahası gelmedi. Hani yapıcı eleştiri-dolu yorum felsefesine bağlıyım ama arada bir gaza getirici mesajlarda lazım sanırım.

Alexander'ın peşinden gitmeye kararlı bir vampirin hikayesi bitmemeli!

Ayrıca Kurgu İskelesinin canlanması da güzel oluyor yahu. Yazın, yazalım, yazsınlar...
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: Malkavian - 09 Aralık 2010, 12:47:28
Öncelikle kurgunun geriye doğru gitmesine ve başlarındaki ufak italik 4 mısralık şeylere bayıldım.  Ne zamandır şöyle güzel bir vampir hikayesi okumuyordum. Bu bana ne kadar iyi geldi anlatamam. Sinsilikleri, akıl oyunları, bitmek bilmez öfkeleri ve ukalalıklarını bu hikayede bulmak mümkün. Yani hemen hemen bir vampir hikayesinden beklediğim herşey ortada geziniyor.  Karakterlerin kişiliklerinin iki ayrı birey olarak kalması ve birbirine karışmaması gerçekten güzel. 2-3 vampir olan bir hikayede bütün vampirleri tek bir vampir özelliğine büründürmek olası bir hatadır. Haklarında az şey bildiğimiz için. Ama sen bu ayrımı korumayı başarmışsın. Ellerine sağlık.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: Laughing Madcap - 09 Aralık 2010, 14:53:04
Peşinen not: Hikayenin belirli bir noktasının ilk bölümü olduğu için belki de, nispeten kısa bir bölüm oldu. Ufak tarihi ya da yazım hataları olabilir, affola.

Bölüm 3: Romanya'da Bir Gece(1)

Spoiler: Göster
(http://fc03.deviantart.net/fs71/i/2010/178/3/2/Kardis_Burning_by_JBellio.jpg)


Çelik, kan ve ölümü
Görünce ağladı gökyüzü
Ateş yuttu koca bir köyü
Bu bir katliam öyküsü


13 Nisan 1415 - Batı Romanya

Gökyüzünde biriken kara bulutlar, bir fırtınanın yaklaştığını gösteriyordu. Eflak halkı Osmanlı ordularının kendilerine doğru geldiğini duyduğunda dehşete düşmüşlerdi. Bundan seneler önce olsa, belki de ellerinde çiçeklerle karşılarlardı orduyu fakat son yıllarda yaşanan vahşet dolu "kazık" hikayelerinden sonra, halk Osmanlı'nın kendilerine Balkan ülkelerinde gösterdiği hoşgörüyü göstermeyeceklerini düşünüyordu.

Eflak ordusu savaşa hazır görünse de söylentiler bunun tersini işaret ediyordu. Güneye, düşman ordularını karşılamaya giden orduda firarlar artmıştı ve bir hafta önce bir bölük ortadan kaybolmuştu. Kana bulanacak olan Romanya'nın güneyi olsa da batıdan dumanlar yükseliyordu.

Transilvanya'nın Turda şehri silah tutabilen tüm erkeklerini güneydeki savaşa yollamıştı. Savaş kapılarında olsa da, batıda bulunan bu şehir ordusuna ve coğrafi konumuna güveniyordu. Öyle ki ufukta görünen Eflak bayraklı bir bölük, onların güvende olduğunun kanıtıydı. Bu yüzden o gece mışıl mışıl uyuyorlardı. Bu yüzden, bir daha uyanmadılar.

***

"Kapıları açın!"

Bulutlarla kaplı gökyüzü yüzünden iyice kararan gecenin sessizliğini önce bu emir cümlesi sonra da ağır ağır açılan koca kapının sesi bozdu. Turda'nın kapı muhafızları Eflak bayrağı taşıyan orduyu gördüklerine sevinmiş olmalılardı ki aralarından bir kaçı tezahürat etmeye başladı. Bölük genel olarak bitkin gözüküyordu. Solgun suratlarında ifadesiz bir bakış vardı hepsinin ve gözleri en önde siyah atının üzerinde oldukça gösterişli bir şekilde ilerleyen komutanlarına dikilmişti.

"Hoş geldiniz! Bu ziyareti neye borçluyuz acaba?"

Şehrin Voyvoda tarafından atanılan yöneticisi aceleyle evinden çıkmış olmalıydı, yarı resmi yarı gecelikli bir halde komutanın karşısındaydı. Gecenin oldukça geç bir saati olduğu için orduyu karşılayan sadece bir kaç muhafız ve yöneticiydi. Komutanın bu küçük kalabalığı süzmesinden karşılanmadan hoşnut kalmadığını çıkartan yönetici aceleyle ekledi.

"Kusura bakmayın efendim, malum saat oldukça geç. Geleceğinize dair bir haber yollamış olsaydınız..."

Komutan atını hafifçe öne, adamın üstüne doğru sürdü.

"Benim kim olduğumu biliyor musun?"

***

Daniel ve Ghoul ordusu, yarım saat içinde tüm şehri yok etti. Kendisine hizmet etmeyi kabul eden bir kaç zavallı dışında herkesi öldüren bu yıkım ordusu, şehirden çıkarken tüm şehri ateşe verdi. Bulutların ardına gizlenmiş Ay, ışığını dünyadan mahrum bıraksa da yanan koca şehir tüm geceyi aydınlatmaya yetmişti.

Şehrin dışına kurulan çadırında son hazırlıklarını yapan komutan ordusuna yeni emirlerini vermek için çadırından çıktığında gördüğü görüntüyle ağzı açık kaldı. Çadırın dışında bekleyen muhafızlar, kafaları kopmuş bir şekilde yerde yatıyorlardı. Ordusu ise kayıptı.

"Korkup kaçtılar." dedi bir ses, Daniel'ı yerinden sıçratan bir tınıyla.

"Daha onlara bir şey göstermemiştim." diye her zamanki ciddiyetsiz bir tonda konuşmaya başlamıştı ki konuşması kesildi.

"Eğleniyor musun?"

Sesin sahibi, Daniel'ın çadırının karşısındaki ağaçlık alandan yavaşça çıktı. Şehirden yükselen ateşin yardımıyla görebildiği kadarıyla adam ince ve uzun bir yapıya sahipti. Yanında hiç bir silah yoktu. Siyah bir elbise ve siyah bir pelerin dışında, hiç bir şeyi yoktu.

"Ne-?"

Adamın elini havaya kaldırmasıyla Daniel'ın sesi kesildi. Şaşkınlıktan ya da başka bir şeyden dolayı değil, gerçekten sesi kesilmişti. Konuşamıyordu.

"Az önce şehirlerimden birini yok ettin. Turda, bu bölgenin önemli ticaret merkezlerinden birisiydi. Yaşlılar, kadınlar, çocuklar... Hepsi gitti. Neden?"

Adam yaklaştıkça yüz hatları daha belirginleşiyordu. Daniel bundan memnun değildi, çünkü adamın kaşları çatılmıştı ve gözleri ona dikilmişti. Uzunca bir süredir ilk defa Daniel, korkuyu iliklerine kadar hissetti.

"Korkma çocuk. Seni öldürmeyeceğim. Sen benim kölem olacaksın. Sen benim deney farem olacaksın. Sen benim oyuncağım olacaksın. Öldürdüğün her bir çocuk için on defa öleceksin. Ve ah, kazıklar. Onları unutmayalım. Her gün ölmeyi isteyeceksin, her gün benden merha-"

Adamın sesi birden kesildi. Şaşkınlıkla açılan gözleri nefretle kısıldı ve kafasını doğuya doğru çevirdi.

"Alexander..."

Adam birden ortadan kaybolduğunda, Daniel tekrar nefes alabildiğini farketti. Yine de, belki de saatlerce öylece durdu. Hayatında ilk defa kendisini değersiz, küçük bir böcek gibi hissediyordu. İlk defa, yaptığı bir yaramazlıktan ölesiye pişmanlık duyuyordu. Eğer aklı başka bir noktaya takılmamış olsaydı, belki de ilk defa bugüne dek yaptıklarından pişman olacak ve hayatını düzene sokacaktı. Ama beyni bu düşüncelere fırsat vermedi çünkü kafasında tek bir şey çınlıyordu;

"Alexander..."

Daniel hazırlıklarını yaptı ve atını doğuya doğru sürdü. Demek ki söylentiler doğruydu; Dracula'nın kalesi Transilvanya'nın doğusundaydı. Ve Alexander yeniden ortaya çıkmıştı. Hem de Daniel onu aramazken.

Dört nala ölümüne doğru gittiğinin farkında olmayan Daniel, kendisini çok şanslı hissediyordu.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: Baal Adramelech - 09 Aralık 2010, 16:42:31
Benimle evlenir misin Madcap?

Bir de msne girer misin, Alexander/Daniel hakkında bir kaç sorum olacak. :)

Daniel ezilmemeliydi abi, Alexander (Alexander'dı o değil mi? Yoksa Voyvoda mıydı?) bu kadar durduramamalıydı onu. Ağzını burnunu kırmalıydı valla.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: Malkavian - 13 Aralık 2010, 17:11:31
Gerçekten kurgu güzel devam ediyor. Son kısımı biraz daha açıklayıcı yazarsan güzel olabilir iki kere okumak zorunda kaldım. Sanırım başka biryerden de Alexander geldiği için Daniel'i bırakıp gitti değil mi? O kısım biraz muallak ama gerisi çok güzel gidiyor.

Şu Kısım:
Spoiler: Göster
"Alexander..."

Adam birden ortadan kaybolduğunda, Daniel tekrar nefes alabildiğini farketti. Yine de, belki de saatlerce öylece durdu. Hayatında ilk defa kendisini değersiz, küçük bir böcek gibi hissediyordu. İlk defa, yaptığı bir yaramazlıktan ölesiye pişmanlık duyuyordu. Eğer aklı başka bir noktaya takılmamış olsaydı, belki de ilk defa bugüne dek yaptıklarından pişman olacak ve hayatını düzene sokacaktı. Ama beyni bu düşüncelere fırsat vermedi çünkü kafasında tek bir şey çınlıyordu;

"Alexander..."

Daniel hazırlıklarını yaptı ve atını doğuya doğru sürdü. Demek ki söylentiler doğruydu; Dracula'nın kalesi Transilvanya'nın doğusundaydı. Ve Alexander yeniden ortaya çıkmıştı. Hem de Daniel onu aramazken.

Dört nala ölümüne doğru gittiğinin farkında olmayan Daniel, kendisini çok şanslı hissediyordu.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: Laughing Madcap - 14 Aralık 2010, 16:23:23
İlk Alexander'ı, Voyvoda, ikinci Alexander'ı Daniel söylüyor evet. Alexander bir şeyler yaptığı için, Voyvoda hemen oraya gitti evet. O Voyvoda evet.

Açıklama yapma ihtiyacı duyduğuma göre, o kadar da iyi gitmiyormuş hikaye, evet.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: Laughing Madcap - 26 Şubat 2011, 23:22:16
Bölüm 4: Merhamet

Spoiler: Göster
(http://th06.deviantart.net/fs43/PRE/i/2009/120/8/0/Torture_by_eWKn.jpg)


Yılan gördü fareyi
Kıstırdı kenara hedefi
Saldıramadan geldi kartal
Avcı oldu av, aptal.


22 Mart 1408 - Konstantinopolis

Fırtına, tüm evlerin çatılarını titretiyor, pencere deliklerinden içeri sızarak yataklarında uyuyan çocukları korkutuyordu. Öyle ki, Haliç bile esen rüzgara dayanamayıp üşümeye ve titremeye başlamıştı. Dalgalar kıyıyı ve rıhtıma demir atmış gemileri dövüyordu. Tüm bu güce Konstantinopolis'in büyük duvarları dayanabiliyordu. Şimdiye kadar üstesinden geldiği kuşatmalara, köklerini sarsan depremlere ve zırhları delen yağmurlara karşı yaptıkları düşünülürse, bu fırtına onun için küçük bir esintiydi sadece.

Şehir sokakları bomboştu, evsizler bile fırtınadan korkup lağımlara çekilmişti. Böylesine bir fırtınada dolaşmak için aptal olmak gerekti. Ya da oldukça güçlü.

Avcı'nın güvertesinde, denizi seyreden adam aptal değildi. Bir süre, kaftanına sıkıca sarılarak dalgaları izledi ve sonra başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bulutlar, tüm yıldızları gizliyordu. Adam gülümsedi ve yavaşça hareket etmeye başladı.

Geminin güvertesinden rıhtıma inen uzun boylu ve yapılı adam, rüzgarın yıkıcı gücüne karşı pek umursamadan ilerledi sokaklarda. Çok geçmeden hedefine ulaştı; Pencereleri tahtalarla kapatılmış, bir yıkıntı gibi gözüken depo.

Kapının açılmasını fırsat bilen rüzgar hemen depoya doluştu ve içerideki tüm mumları söndürdü. Rüzgarın tüm çabalarına rağmen, adam içeriye girer girmez kapıyı kapattı ve birer birer mumları yakmaya başladı. Oda aydınlanmaya başlarken; belki rüzgarın uğultusundan belki de yeniden aydınlanan ortamdan dolayı odanın ortasından hoşnutsuz bir mırıltı geldi.

Depo ve girişindeki oda bomboştu. Yıllar önce zengin bir tüccarın kullandığı depo, tüccarın vefat etmesiyle beraber oğulları tarafından satılmış ve yeni sahibi tarafından hiç kullanılmamıştı. Bu güne kadar.

Hoşnutsuz mırıltı acı dolu iniltilere dönerken, mumları yakan deponun sahibi işini bitirip odanın ortasına ilerledi. Odanın tam ortasında, tavandan damlayan suyun tam düştüğü yerde bir sandalye vardı. Üzerindeki adam oldukça pis ve yaralı gözüküyordu. Kafasına damlayan suya rağmen pek kıpırdamıyordu ki bunun nedeni deponun sahibinin kaslı kolları kadar kalın zincirlerle bağlı olması olabilirdi.

Deponun sahibi Hassan Al-Khalim, yavaşça tutsağın üzerine eğildi ve kalbine saplı olan tahta bir oku çıkardı. Bu hamleyle beraber iniltiler birden acı dolu çığlıklara dönüştü ve birazdan, tutsak çığlık atmayı bırakıp gülmeye başladı.

" Kafamı kesemezdin değil mi? Hazır bayılmışken, öldürüp kurtulamazdın. Aah, az önce çok büyük bir hata yaptın. "

Al-Khalim gülümsedi.

" Konstantinopolis'e adım atmakla, hataların en büyüğünü sen yaptın. "

Kahkaha atmayı bırakan tutsak, gözlerini kısarak karşısındaki adamı süzdü. Başındaki sarıktan ayağındaki çarığa kadar etkilenmeden adamı inceledi ve sonra, adamın boynunun sol yanındaki hilal şeklindeki dövmeyi gördü.

" Yine mi? Ben Al-Khalimleri öldürmekten sıkıldım, siz beni avlamaya çalışmaktan bıkmadınız. "

Tutsağın suratında patlayan yumruk öyle hızlıydı ki, gökyüzündeki bulutlar kendi yıldırımlarının bu kadar hızlı olmadığı için adamı kıskanabilirlerdi.

" Evet, kesinlikle Al-Khalimsin. Bir kız gibi vuruyorsun, ataların da böyleydi. "

Kahkaha atma sırası Hassan'daydı.

" Birazdan ölecek birine göre çenen çok düşük. "

Hassan yavaşça odanın sol tarafına ilerledi ve rafları karıştırmaya başladı. Bir eline çekiç, diğer eline kalın bir çivi alırken, tutsak cevap verdi.

" Aynı şeyi senin için de söyleyebilirim. "

Cümlesini bitirdikten hemen sonra, suratına çekiç darbesi alan herkes gibi dişlerini yere tükürdü. Hassan Al-Khalim'in bir başka adı da Yıldırım'dı ve adını kesinlikle hakediyordu.

" Sadece atalarımın değil, Mısır'da yok ettiğin hayatlar için de cezalandırılacaksın, Daniel. "

Daniel güldü. Bu cümlenin neredeyse aynısını, bundan yıllar önce Hassan'ın babası kurmuştu. Ve o adam, Ahmed Al-Khalim, o cümleyi kurduktan saniyeler sonra ölmüştü.

" Belli ki baban benden bahsetmiş.  "

Adam elindeki kalın çiviyi parmakları arasında çevirdi ve ucunun sivriliğini kontrol etti. Çivinin üzerindeki pasa rağmen çivi bir yatağan kadar sivriydi.

" Oğlum bile seni tanıyor. Senden nefret ederek büyüdü ve dünyayı bu illetten kurtaranın kendi babası olduğunu öğrenince, bir Al-Khalim olmaktan gurur duyacak. "

Daniel ağzında toparlanan kanı bir kere daha tükürdü ve gülümsedi. Dişleri, sağlam kalan dişleri, kıpkırmızıydı.

" Ölmeden önce söylemek istediğin bir şey var mı? "

Tutsak kafasını salladı.

" Beni tanıyor musun? "

Hassan Al-Khalim bunu beklemiyordu. Bir an için şaşırarak duraksadı, tam o sırada kapı gümbürtüyle açıldı ve rüzgar bir kere daha fırsatı değerlendirerek odadaki tüm mumları söndürdü. Kapıyı yirmili yaşlı bir genç açmıştı ve oldukça korkmuş gözüküyordu. Hassan karanlıkta hızlıca ilerledi ve kapıya vardı. Genç, adam daha kapıya varmadan arapça bir şeyler anlatmaya başlamıştı ve eliyle şehir merkezini gösteriyordu. Hem başka bir dil konuşuyor olmalarından hem de  rüzgarın uğultusundan dedikleri pek anlaşılmıyordu. Yine de tüm o anlamsız konuşmalardan, Daniel'ın ihtitiyacı olan bir kelime seçilebildi; "Alexander."

Hassan Al-Khalim, kendisine kötü haberler getiren genci sakinleştirip gemiye geri yolladıktan sonra işine devam etmek için arkasını döndü. Oyun sona ermişti, hemen işini bitirip gitmeliydi.

Tüm mumları yakarak zaman kaybetmeyecekti, bu yüzden en yakınındaki şamdanı yaktı ve odanın ortasına doğru ilerledi. Gördüğü görüntüyle beraber, şamdanı neredeyse elinden düşürüyordu.

Sandalye, aynen duruyordu. Fakat sorun, üzerinde oturuyor olması gereken tutsaktı. Tutsak, Daniel, ayaktaydı ve az önce bağlı olduğu zincirleri elinde tutuyordu.

" Göründüğü kadar sağlam değillermiş. "

Kalın zincirle kafasına darbe alan Hassan elindeki şamdanı yere düşürdü ve bir an için gözü karardı. Tekrar kendine geldiğinde az önce Daniel'ın oturduğu sandalyede oturduğunu farketti. Daniel'ı bağladığı zincirler bu kez onun etrafını sarıyordu.

" Sonunda uyandın. En son sohbet ediyorduk, yarım kaldı. Ne diyorduk? "

Düşünüyormuş gibi yaptı.

" Aah, evet. Benim kim olduğumu biliyordun sanırım?"

Hassan sinirle hırladı ve ayağa kalkmaya çalıştı. Başaramadı.

" Daniel Drake, seni lanetliyorum! Oyun oynamayı bırak ve beni öldür! "

Daniel bir kere daha, zevkle kahkaha attı. Yavaşça başını öne eğdi ve alnını Hassan'ın alnına dayadı.

" Hayır, hayır hayır hayır. Sen, beni neredeyse yakalamıştın. Beni! Ben cömert birisiyim ve seni ödüllendiriyorum. "

Az önce sandalyeye bağlı, acıyla inleyen Daniel, hiç bir şey olmamış gibi üstünü silkti ve Hassan Al-Khalim'in şaşkın bakışları arasında odanın çıkışına doğru yöneldi. Kapıyı açtığında rüzgar memnuniyetle içeri doluştu ve şamdanı söndürdü. Çıkışta bir an durup havayı içine çeken vampir arkasını döndü.

" Ve Al-Khalim. Dua et ki, yarın da hava bulutlu olsun. Emin ol, güneşli bir gün hoşuna gitmez. "

Vampirin kahkahaları uzaklaştı ve sonunda duyulamaz oldu. Bu süre içinde, Hassan Al-Khalim, gözleri fal taşı gibi açılmış durumunu düşünüyordu. Babasının anlattığı hikayeler, bizzat gördüğü yıkımlar tüm bu olanların tersini iddia ediyordu; Daniel merhametsiz bir yaratıktır. Ama işte, hayattaydı.

Neden sonra ağzına hiç darbe almamasına rağmen ağzındaki kan tadını, boynundaki dövmesinin olduğu yerdeki bir sızıyı ve tüm vücudunu saran korkuya rağmen kalbinin deli gibi çırpınmadığını farketti. Hatta hiç çırpınmıyordu.

Daniel, merhametsiz bir yaratıktı.
Başlık: Ynt: Kaos Günlükleri
Gönderen: kahlan amnell - 27 Şubat 2011, 19:18:20
Okuduğum en güzel vampir öykülerinden biri :D Ellerinize sağlık.