Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Liman Kenti => Sinema => Konuyu başlatan: Black Helen - 17 Aralık 2010, 20:55:17

Başlık: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 17 Aralık 2010, 20:55:17
Tiyatroyla ilgili bilgileri paylaşabileceğimiz, tanıtımları yapabileceğimiz naçizane bir köşe.
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 18 Aralık 2010, 21:03:14
Tiyatronun Başlangıcı Ve Mitler

Mitler ( Yunanca Muthos, "konuşma, öykü" ) herkesçe bilinen, kutsal, insana kökenini ve evrendeki yerini sorgulatan öykülerdir.
Eski Yunan'da mitsel bilgi, gerçek dışı ögelerden oluşur ( Yunanca logos ). Orijinal tiyatronun kökeni, kutsal mitlerin kozmik düzenine bağlıdır. Örneğin
Eski Yunan'da tiyatro alanları Dionysos'a adanmıştır. Düşünce kaynağı ve yansıtılan trajik duygu bakımından, mitsel ritüeller tiyatroda doğal bir anlatım desendir.

*http://fransizcakonusalim.blogspot.com (http://fransizcakonusalim.blogspot.com) adresinden alıntılanmış ve tarafımca düzenlenip çevrilmiştir.

Geleneksel Türk Tiyatrosu

Geleneksel Türk tiyatrosu seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde, hem sözsüz, hem de söze dayanan dramatik nitelikli oyunlar için kullanılmaktadır. Seyirlik köy oyunları eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu'ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin birleşiminden oluşmuştur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası'da bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı düzeyinde görülür.  

Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve Ortaoyunu yer almaktadır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk kuklası Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalarak gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür.  

Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal, gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında, yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans, söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan "kapalı biçim" anlayışının tam tersine, "açık biçim" özellikleri gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi güldürüdür. Geleneksel Türk tiyatrosunda oyun kişilikleri tip düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı olmayıp bayram, düğün, sünnet vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır.  

Meddahlık Türklerde Orta Asya'dan bu yana var olan hikaye anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti'nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur.
Bugün kullanılan adıyla kayıtlara ilk kez 1834'te geçmiş olan Ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin bir bileşimi sayılabilecek ortaoyununun daha önceki yüzyıllarda da kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, yeni dünya oyunu gibi adlar altında var olduğu bilinir. Ortaoyunu ile Rönesans dönemi İtalyan halk tiyatrosu commedia del'arte arasındaki hem adlarına, hem de yapılarına ilişkin benzerlik ise bütün araştırmacılarca kabul edilmektedir. 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında altın çağını yaşayan ortaoyunu, Tanzimat'ta benimsenmeye başlayan Batı modelindeki tiyatro ile uzun süre yarışmış, Cumhuriyet'ten sonraysa öbür geleneksel türlerle birlikte silinmeye yüz tutmuştur.



Yabancı Ünlü Tiyatrocular ve Yazarlar


Kaynak: http://www.tiyatrotarihi.com



Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 26 Aralık 2010, 17:25:44
Balıkesir Muhasebecisi

(http://3.bp.blogspot.com/_3Arq6BxpVvg/S4tkdiML0JI/AAAAAAAAAFk/0diZmteQcls/s320/Balesir_Muh_.jpg)

Balıkesir Muhasebecisi bir nevi ülkemizin gözü doymaz ve görgüsüz toplumuna edebiyat altından iğneleme yapan, güldürürken bir yandan da acıtan, gerçekçi bir oyundur. Reşat Nuri Güntekin'in kaleminden çıkan bu oyun, ustalıkla bezenmiş mizahıyla ders verme amacı gütmez ve bu yüzden de izleyiciyi yormaz.
Oyunda genel olarak, bir zamanlar Balıkesir'de muhasebecilik yapan bir babanın, ailesiyle birlikte İstanbul'a taşınması ve burada da gayrıresmi yollardan zengin olması anlatılmıştır. Ancak bizim görgüsüzlük olarak niteleyebileceğimiz bir şekilde, adamın karısı ve çocukları sürekli bu zenginlikten şikayet etmekte ve alçakgönüllü görünmek isterken kendilerini küçük düşürmektedirler. Bundan sonra olaylara şenlikli karakteri ve eleştirel yorumlarıyla Şerif Ali Dayı girer. Kendileri bu aileyi ziyarete gelmiştir. Ancak işler beklendiği gibi gitmez.
Tahir adındaki aile babası hapse atılır ve başıboş kalan aile bir hırgür şamata içine düşer. İzlenmesi gereken ve Türkiye'nin gerçeklerini gözler önüne seren bir oyundur Balıkesir Muhasebecisi.

Kadro :

Yazan: Reşat Nuri Güntekin
Yöneten: Nedret Denizhan
Dekor Tasarımı: Ayhan Doğan
Kostüm Tasarımı: Aysel Doğan
Müzik: Bora Ayanoğlu
Koreografi: Handan Ergiydiren
Işık Tasarımı: F. Kemal Yiğitcan
Efekt Tasarımı: Ersin Asar

Oyuncular:

Tahir: Mazlum Kiper
Huriye: Berrin Koper
Şerif Ali Dayı: Naci Taşdöğen
Necdet: Tarık Şerbetçioğlu
Leyla: Demet Bozyaka
Bedri: Turgut Arseven
Ramiz   : Rıdvan Çelebi
Namık: Yılmaz Meydaneri
Komiser: Bora Ayanoğlu
Cemil: Erhan Özçelik
İdris: İbrahim Şirin
Totoş: Nagehan Erbaşı
Mimi: Aslı Narcı
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 30 Aralık 2010, 21:48:43
Troades (Troialı Kadınlar) - Seneca

(http://www.pandora.com.tr/images/kapak/177999b.jpg)

Troades, ünlü yazar Seneca'nın ölümsüz trajedilerinden birisidir. Adından da anlaşıldığı üzere, Troia Savaşı sonrası yurtlarını, kocalarını ve umutlarını kaybetmiş Troialı kadınların dramını konu alır. Polyksene'in kurban edilişi, şanlı Priamos'un karısı Hekabe'nin köle oluşu, büyük komutan Hektor'un oğlunun annesinin gözleri önünde surlardan aşağı atılışı ve Kassandra'nın hazin sonu şiirsel bir dille, Seneca tarafından tiyatroya uyarlanmıştır.

Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Berre - 07 Ocak 2011, 19:20:58
Spoiler: Göster
Efendim "msn.com" adlı adreste gezinirken rastlamış olduğum şu açıklamaları paylaşmak istedim. Kısa kısa (hatta çok kısa :P) bazı bilgiler:


Spoiler: Göster
(http://estb.msn.com/i/19/C89FD793E93865339CD8BE4A1E96A.jpg)


Tiyatro tüm dünyada gülen ve ağlayan maske ile temsil edilir.

Spoiler: Göster
(http://estb.msn.com/i/80/5DFAC51BABFF576B8BFEB55292E7C.jpg)


İsmi Yunanca'da theatron (görme yeri) sözcüğünden gelir.

Spoiler: Göster
(http://estb.msn.com/i/BE/3143C37BB92763B8AB15EE1BC1A0B3.jpg)


Shakespeare dönemi de dahil olmak üzere Avrupa'da kadın oyuncu yoktu.

Spoiler: Göster
(http://estb.msn.com/i/C6/11EAA5E8067465ED0669B1C2361D.jpg)


Kadın rollerini, kadın kılığına giren erkek oyuncular canlandırıyordu. Shakespeare bu durumu kıyafetle cinsiyet değiştiren roller yazarak ironikleştirdi.

Spoiler: Göster
(http://estb.msn.com/i/E7/E63EE859DD4477E9EB801178C81949.jpg)


Modern tiyatro anlayışı Stanislavski ile başladı.

Spoiler: Göster
(http://estb.msn.com/i/7B/4A448A24D1AE16D4864FC4E177D275.jpg)


Tiyatro eserleri müzikli ve müziksiz olarak ikiye ayrılır.

Spoiler: Göster
(http://estb.msn.com/i/F8/D3C889BBC443A1D477533CBBBD2.jpg)


Perde bir eserin her bir bölümüne verilen isimdir.
Spoiler: Göster

(http://estb.msn.com/i/1A/22575A248299A72CB253989A4876.jpg)


Est bir olayı açıklamak için oyuncunun yaptığı el kol hareketleridir.
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 21 Ocak 2011, 21:06:29
Nâzım Hikmet’in 109. yaşı coşkulu bir şekilde kutlandı!

Her sene Nâzım Hikmet’in doğum gününde tiyatro oyunlarından birisinin okuma tiyatrosu biçiminde gerçekleştirildiği etkinlikte bu sene Demokles’in Kılıcı oyunu sergilendi.

(http://www.tiyatrohaber.net/haberimg/a21012011081849.jpg)

Her sene Nâzım Hikmet’in doğum gününde tiyatro oyunlarından birisinin okuma tiyatrosu biçiminde gerçekleştirildiği etkinlikte bu sene Demokles’in Kılıcı oyunu sergilendi.
 
Toplumun en alt kesiminden bir ailenin çocuğu olarak büyümüş, neredeyse her kesimi tarafından aşağılanmış birisi olan A.B’nin geçirdiği büyük değişimin sergilendiği oyunda, bir emekçi çocuğunun nasıl tüm dünyayı yok edebilecek olan bir psikopata dönüştüğü işleniyor. Düzen tarafından yokluğa, yoksulluğa mahkûm edilen, aşağılanan, hor görülen bir bireyin bizatihi sistemden nemalananlar için nasıl bir kıyım makinesine de dönüşebileceğinin altı çiziliyor.
 

 
Amerikan toplumunun yapısının incelikli göndermelerle hicvedildiği oyunda Amerikanlaştırılan toplumların bireylerinden de derin izler görmek mümkün. Mevki, para, çıkar uğruna en yakınının ölümüne göz yuman, kimsenin bir birine güveninin kalmadığı, herkesin sırası geldikçe birbirini arkasından bıçakladığı bir ülke…
 
Bu toplumun gelecek umudunun yok olması, babasının kim olduğu bilinmeyen bebeğin daha doğamadan sezaryenle ana karnından sökülüp alınmasıyla imgesel bir biçimde sezdiriliyor…
 
Her sene olduğu gibi bu sene de Yılmaz Onay’ın rejisörlüğünü üstlendiği, Ferhan Şensoy’un SES Tiyatrosu’nda ev sahipliğini yaptığı oyunun yönetmen yardımcılığını Orhan Aydın ve Metin Coşkun’un, asistanlığını Serpil Özcan’ın gerçekleştirdiği oyunun oyuncu kadrosunda: Cezmi Baskın, Metin Coşkun, Orhan Aydın, Ender Yiğit, Levent Ülgen, Mert Fırat, Ayşegül Alpak, Müge Saut, Enginay Gültekin, Mustafa Kırantepe, Serkan Durak, Nevzat Süs ve Cansu Fırıncı, Işık Rejisinde Yüksel Aymaz, Işık Uygulamada Alev Topal görev aldı.
 
Oldukça yoğun bir seyirci katılımının olduğu okuma tiyatrosu vesilesiyle Nâzım Hikmet’in  109. yaş günü de kutlamış oldu.
 
Kolektif üretim kültürü dayanışma kültürüyle iç içeydi…
 
Oyuncusundan ışıkçısına, teknik ekibinden duyurusuna ve izleyicisine kadar her sene yüzlerce kişinin ortak emeğiyle var edilen okuma tiyatrosu her sene olduğu gibi dayanışma kültürünü ön plana çıkartmayı da ihmal etmedi. Demokles’in Kılıcı ekibi bir festivalde gerçekleştirdikleri performansları sırasında sergiledikleri Tayyip Blues isimli konserlerinde özelleştirmeleri eleştirdikleri için haklarında başbakana hakaret suçlamasıyla dava açılan Beyoğlu Kumpanya ve harç parasını çıkartmak için çalıştığı inşaattan düşüp ölen Muğla Üniversitesi öğrencisi Ömer Çetin’in heykelini kampusa dikmek için çalışma yürüten öğrencilerle dayanışmayı da ihmal etmedi. Açılan imza metinlerine ekip olarak imzalarıyla destek oldular.
 
Ekibin kulisinde provadan arta kalan zamanda Atatürk Kültür Merkezi, Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Muammer Karaca Tiyatrosu’nun yıkılma kararının alınması gibi pek çok konu üzerinde sohbet edildi. Elbette kulise girip çıkanları kahkahaya boğan anılar da eksik olmadı…
 
Keşke herkes Nâzım gibi görebilse yaşamı!
 
(http://www.tiyatrohaber.net/haberimg/a21012011081947.jpg)

Seyircinin memnuniyetini alkışlarla ifade ettiği etkinliğin sonunda kısa bir konuşma yapan Orhan Aydın, Türkiye’nin bilinçli bir politika gereği sanatsızlaştırıldığını vurgulayarak, AKP Hükümeti’nin sessiz sedasız bir biçimde Muammer Karaca tiyatrosunu “depreme dayanıksızlık” gerekçesiyle yıkma kararı aldığını ve buna mutlaka engel olunması gerektiğini söyledi. Beyoğlu’nun en eski sahnesi olan ve her sene okuma tiyatrosuna kapılarını açan SES Tiyatrosu’nun ortaoyuncular var olduğu sürece kapatılamayacağını, bu kötü gidişe direnen örnek bir yapı olduğunu da sözlerine ekledi.
 

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite üyesi Tunç Tatoğlu da Nâzım’ın 109. yaş gününü kutladıktan sonra keşke herkes “Nâzım kadar basit, Nâzım kadar zengin görebilse yaşamı” sözleriyle teşekkür etti,

kaynak: http://www.tiyatrohaber.net
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 25 Ocak 2011, 15:14:15
Afife Jale

(http://www.tiyatro.turktelekom.com.tr/images/p076_0_00_01.jpg)


Afife, orta halli bir ailenin kızı olarak 1902 yılında İstanbul'un Kadıköy semtinde dünyaya geldi. 10 Kasım 1918 günü Darülbedayi'ye talebe olarak kabul olunan Beyza, Refika, Behire ve Memduha adlı beş kızdan biriydi. Afife ve Refika hariç öteki kızlar daha fazla dayanamamış ve "nasılsa sahneye çıkamayacakları" gerekçesiyle tiyatroyu bırakmışlardı. Aynı yılın 18 Aralık günü Refika tiyatronun suflör, Afife de "mülazım artistlik" (stajyer oyuncu) kadrolarına alınmışlardı.

Afife bir yıl süreyle bütün provalara devam etti, ama bir türlü sahneye çıkamadı. Öte yandan Refika, sahne gerisinde görev alan ilk müslüman Türk kadını oldu. 1919 yılının 13 Nisan gecesi premier'i yapılacak olan, Hüseyin Suat'ın "Yamalar" adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan'ın Paris'e gitmesiyle ortada kaldı. Darülbedayi yöneticileri ister istemez rolü Afife'ye oynatma kararı verdiler.

Böylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadıköy'deki Apollon Sineması'nda (sonraki Hale, şimdiki Reks) Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan ilk müslüman Türk kadını oldu. O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, yöneticilere bir uyarıda bulundularsa da genç sanatçı bir hafta sonra da "Tatlı Sır" oyununda yeniden sahneye çıktı.

Sanatçı polis tarafından tutuklanmak istenince, Kınar Hanım tarafından arka bahçeye kaçırılarak polislerin elinden zor kurtuldu. Üçüncü piyesi olan "Odalık" oynanırken polis tiyatroyu bastı. Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı. 1921'de dahiliye nezaretinin bir buyruğu ile belediye 27 Şubat günü 204 sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu'na gönderdi. Bildiride müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacakları yazılmıştı.

Bu bildiri üzerine Afife, tiyatronun kadrosundan çıkarıldı. Tiyatrosuz kalması Afife'nin zaten zayıf olan sinirlerini alt üst etmiş, kaçışı haplarda ve uyuşturucularda bulmaya başlamıştı. Sonradan aşık olduğu bir doktorun yaptığı iğneler de onda bir alışkanlık başlatmıştı. Ortalık biraz durulunca, birkaç yıl sonra Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile Anadolu'da turneye çıkmış, yeni tiyatro topluluğu ile Kadıköy'de oynamış, daha sonra da Fikret Şadi'nin Milli Sahne'siyle çeşitli kentlerde temsiller vermişti. Zaten 1923'ten sonra Türk Kadınları Atatürk'ün emriyle sahneye çıkmaya başlamıştı. Gün geçtikçe bozulan sağlığı ve uyuşturucu alışkanlığı, tiyatroyu ister istemez bırakmasına neden oldu. Bu onu büsbütün çileden çıkardı. 1928 yılında bir arkadaşıyla, Kuşdili çayırında Hafız Burhan'ın bir konserine gitmiş, orada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar'la tanışmıştı. Kısa bir sürede Pınar, genç kadına deliler gibi aşık oldu. 1929 yılında evlendiler ve Selahattin Pınar "Nereden Sevdim O Zalim Kadını" gibi birçok ölümsüz şarkısını onun için besteledi. Bir süre sonra Pınar, karısının morfin bağımlılığı ile başa çıkamamaya başladı. Tiyatrodan uzak kalmak, sahneye çıkamamak, Afife'yi mutsuz kılıyor, kurtuluşu yalnız "iğne"de buluyordu, 1935 yılında boşandılar. Bundan sonra Afife içine düştüğü girdaba büsbütün batarak sefalet içinde sürünmeye başladı. Darülbedayi'deki dostlarının yardımıyla, Bakırköy Akıl Hastanesi'ne yatırıldı ve 1941 yılının 24 Temmuz günü kimsesiz bir halde yaşama veda etti.

Tiyatronun ve devrinin bu büyük fedaisi böylece sessiz sedasız yok olup gitti. Uzun yıllar onun adını bile anan olmadı.

Spoiler: Göster
http://www.afife.org/kimdir/main.html
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 25 Ocak 2011, 20:33:44
Haklı bir köşe yazısı.

Geç Kalmış Değilsiniz

Yaşınız gelmişse 30’a yada 40’a… ki bir çoğunuz aslında 20’sinde 19’unda; geç kalmış değilsiniz. Benden söylemesi. Sahnenin her yaştaki oyuncuya ihtiyacı var. Oyunculuk için güzellik, çirkinlik, yaşlılık, gençlik önemli değildir. Çünkü tiyatro “insanı insana insan yoluyla anlatma sanatıdır.” Demiyor muyuz her zaman?
Ve tüm insanlar fabrikasyon gibi belli yaşta değildir biliyorsunuz.
Bazen ileri yaşta biri, bazen bir çocuk bile kullanılabilir bu anlatım sırasında…
O yüzden sizden geçmedi emin olun...

Hepimiz yaşadık, okuduk, askere gittik ya da başka tecrübeler edindik…

Bunları da tiyatroya aktardık, sahneye koyduk.
Öyle değil midir hep… Olmayan bir şeyden çok hep olabilecek şeylerden olan sahneler değil midir tiyatro. Ya da olmak isteyip de olamadıklarımız değil midir?
Peki, hep bugün için mi çalıştık biz?
Hayır?
Hep “yarın” için…
Öyle değil mi?
O zaman geçmişi unutun. Unutmayın bedeninizin yaşı değil, ruhunuzun yaşı önemli.
Ve siz hala eminim 17 yaşındasınız…

Hatırlayın bakalım; ilkokulda ne sorardı herkes bize?
-“Büyüyünce ne olacaksın Ali?”
-“Doktor”
-“Oyuncu”
-“Polis”
Ya da muhtemel cevaplar vermez miydik hep?
Demek ki hep geleceğe bakıyormuşuz küçükken…
Peki, büyüdük mü dersiniz?
20-25-30 yada 40 yaşına gelince büyüdünüz mü sizce?
Kaçınız küçükken olmak istediği şeyi oldu ki?
Bence 100 kişiden en fazla 5 ya da 10 kişisi olmuştur.
Peki, geç kalmak konusuna geri dönelim?
30 yaşındasınız. Sizden geçtiğini mi düşünüyorsunuz?
Peki, Kemal Sunal’a (Allah rahmet eylesin) bakın bir. 30-35 yaşında çekilmiş bir sürü filmi var.
Ya da Şener Şen üstadımıza bakın… 45-50 yaşında hala sahnede değil mi?
Ya da Gazanfer Özcan? Ne dersiniz? Geçmiş midir sizce onlardan da?
Yaş gittikçe artıyor dimi? Ama hiçbirinden geçmemiş.
Geçmemiştir değil mi?
Çünkü insanların hepsi aynı yaşta olsaydı filmlerdeki çocuk, yaşlı amca, dilence, sapık, kadın, üzülen adam, sevinen genç rolleri… Bunları kim oynayacaktı sizce?

Demek ki sahne her yaşta insana aç bir kurummuş değil mi?

Oyunculuk için güzellik, çirkinlik, yaşlılık, gençlik önemli değilmiş değil mi?.
Çünkü tiyatro “insanı insana insan yoluyla anlatma sanatıdır.” Değil mi?

Sizden geçtiğini mi düşünüyorsunuz?
Bence “YANLILIYORSUNUZ!”
Hadi büyüklerimiz sahneye…
“EMİN OLUN SİZDEN GEÇMEDİ”

Mehmet Çetinkaya - 31.03.2009
Spoiler: Göster
Kaynak:http://www.tiyatro.net
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 27 Ocak 2011, 23:06:34
Maske Tiyatrosu

(http://www.woywoylt.com.au/Website%20art/woy-woy-theatre-mask.gif)

Maskeyle oyunculuğa dayalı tiyatro. Maskenin kökeni, katılaşmış ölü insan yüzü olarak ölümün trajikliğinden kaynaklanır; bunun için de maske, öbür dünyaya ilişkin olarak gündelik gerçeğin yerine "ikame gerçeklik"i, çifte gerçekliği; "kılık değiştirme" olarak oyunculuğun temel güdüsünü oluşturur; bu anlamda da tiyatro, Maske Tiyatrosu olarak başlamıştır, denebilir. Maske Tiyatrosu'nun ilk önemli uğrağı, antik Yunan tiyatrosudur. İnsan yüzünden büyük olmayan maskelerle oynanan antik tragedyaya 28 değişik maske tipi; komedyada ise 44 ayrı maske tipi vardı. Maskeler, uzaktan görülebilirlik ve tip çizme özellikleri yanısıra, oyuncuların çok çabuk rol değiştirmesine, değişik rolleri oynamasına olanak sağlıyordu.

 Maske Tiyatrosu'nun ikinci önemli uğrağı commedia dell'arte'dir; burada, tipler, kendilerine özgü maskeleriyle belirlenimliydiler. 20. yüzyılın başlarında tiyatro reformuyla birlikte, üstün kukla anlayışı içinde, maske yeniden önem kazanmıştır. Çağdaş tiyatroda Brecht, Grotowski, Strehler gibi yönetmenler ile Bread and Puppet Theatre gibi topluluklar, Maske Tiyatrosu'nun özgün örneklerini vermişler; Theatre du Soleil (Paris) gibi topluluklar, etnik tiyatro anlayışı içinde, yabancı kültürlerin giysi, dans ve müzik biçimleriyle birlikte maske geleneğini de kendi uygulamalarına almışlardır.

Spoiler: Göster
Kaynak : http://tiyatro.balikesir.edu.tr/tiyatro_sozlugu.html

Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Borealis113 - 28 Ocak 2011, 02:39:46
                                                    (http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/1/15/Jean_Soubeyran_als_Harlekin_2.JPG/400px-Jean_Soubeyran_als_Harlekin_2.JPG)

                                                        HARLEQUİN

Harlequin İtalyan tiyatrosunun en bilinen soytarısı ve Commedia dell'Artenin komik karakteridir. Yüzü önceleri siyah olarak gösterilmiştir ve ismi "Arlecchino" 1611 sonrası "Harlequin" olarak değiştirilmiştir.

İfadesi kimi zaman korkutucu gelen bir büyük bir gülümseme taşır. Kıyafetleri genellikle aynı, çapraz büyük renkli karelerden oluşmaktadır.

Günümüz kültüründe Harlequinler oldukça sık görülür, örneğin New Orleans "Mardi Gras" törenlerinde.

Harlequin Batman serilerinde de "Harley Quinn" olarak görünmüştür.

Harlequin tipi iktiyozis, adını bu karakterden alan bir doğuştan oluşan hastalıktır. Harlequin tipi iktiyozis, ender görülen kalıtsal bir deri bozukluğu olup iktiyozis grubu bozukluklardan nonbüllöz iktiyozisin en ağır şeklidir. Yenidoğanlarda sıklıkla ölümcüldür ancak bu bozuklukla doğan ve hayatına devam eden kişiler vardır. Genel olarak "cildin aşırı keratinleşmesi" olarak tarif edilebilir.

Harlequin,İtalyan sokak tiyatrosunda "palyaço"ya benzer bir komedi karakteridir. Bu bozuklukla doğanların yüzlerindeki ifadeler bu karakteri andırdığından bu isim verilmiştir.

Death Metal grubu Opeth'in 2005 albümü Ghost Reveries'de "Harlequin Forest" başlığını taşıyan bir parça bulunmaktadır.

Tim Burton'nın The Nightmare Before Christmas eserinde orijinal Harlequin kıyafetli bir canavar bulunmaktadır.

Özellikle bu hastalıkla bağlantısı olduğu için ilgimi çekti ve paylaşmak istedim...
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 03 Mart 2011, 21:54:56
Tiyatro ve Sinama Karmaşası

(http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRWChj25FU1IAeLsooF0bhzIdsfPLPoHf4l8csLFMbd-fmvzcoi4w)

Malumunuz bu devirde tiyatrocu olmak zor iş. Olduğumdan değil yani, olanlarını gördüğümden konuşuyorum. Binbir çilesi var. Repliğini ezberle, sahne korkunu yen ( benim için de en zoru bu olsa gerek), karakterinle bütünleş, bir emek ver ve kimse gelmesin. Ne kadar hazin.

Tabi toplumun tutumunu da anlamak lazım. Önünde donmuş gıda sinama sektörü varken niye tiyatro gibi hazır ev yemeklerini tercih etsin ki. Kolay olana kolay ulaşılır. Yanlış anlaşılmasın sinamaya dil uzattığımdan değil, sadece tiyatronun, yıllardır süre gelen ata geleneğimizin,  Hacivat - Karagöz gibi eserlerin torunu niteliğindeki modern tiyatronun, bizim toplumumuzca bu kadar aşağı görülmesi benim hayret ettiğim şey.

Emek aynı ( hatta daha fazla bile diyebiliriz), yapıt aynı, üstüne üstlük canlı. Nedir insanların bu antipatisi? Aslında insanların değil bizim insanımızın.

Avrupa'da tiyatroya gitme oranı son yüzyıllarda artmıştır. Onun dışında Euripides'den Shakspeare'e kadar büyük zaman boşlukları var. Arada bir gelip gitmiş büyük sanatçılar da yok değil. Fakat bu da yeterli değil. Onun dışında kimse elini bile sürmemiş tiyatroya. Bu büyük sanatçıların yazdıkları da o kadar büyük zaman aralıklarında açığı kapatamıyor. Orta Çağ'da tiyatronun ne halde olduğu da bariz Avrupa'da. Nasıl bu kadar aşabildiler bizi diye düşünmemek elde değil.
 
Şu son yüzyılda tiyatro yapıtı yazma ve izleme oranı giderek artmış Batı'da fakat Avrupa'nın çorak yıllarında nice bereketli tiyatro yapıtları ortaya koyan Türk yazarların yerinde bugün yeller esmekte. Birkaç ufak oyun ortaya çıksa da tutmuyor ve izlenmiyor. Daha doğrusu sunulan bahane bu yönde.

Aslında bunu nedenini anlıyorum. Avrupa'yı bize nazaran daha teğet geçmiş tüketim çılgınlığı, bizzat sinemanın işine yaradı. Hollywood Hollywood diye ölen yeni nesil gençler, tiyatroyu bir kenara itip büyük bir iştahla önlerine sürülen bu hazır sektörü tüketmeye başladılar. Türk insanın üşengeçliğindendir teatral değerlerimizin yitme noktasında olması. Bu kadar basit...
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Laughing Madcap - 14 Mart 2011, 22:43:48
Orta Oyunu ve İsmail Hakkı Dümbüllü

Orta Oyunu

Orta oyunu, ana karakterleri Kavuklu ve Pişekâr olan açık alanda halkın ortasında oynanan Türk halk tiyatrosudur.Bugün bilinen biçimini 19. yüzyılda almışsa da, başlangıcı hayli geriye gider. Anadolu Selçukluları döneminde karşılıklı konuşmaya dayalı oyunların varlığı bilindiği gibi, Osmanlılar döneminde de çalgılı, danslı, taklitli, gülünç oyunlar özellikle büyük kentlerde yaygındı.

Orta oyununda yer alan bütün tipler Karagöz oyununun tipleri gibidir. Ama Karagöz perdesinde gösterilme olanağı olan doğaüstü yaratıklarla, hayvanlar, sandal, araba gibi binek araçları orta oyununda yer almaz. İki ana kahramanı vardır. Pişekar kültürlüdür; Arapça, Farsça kelimelerle konuşur. Kavuklu ise onu yanlış anlayarak komik durumu ortaya çıkarır. Kadın rolünü de erkekler oynar; buna Zenne denir. Orta oyunu; Karadenizli, Rumelili, Kayserili, Ermeni, Rum, Yahudi, Sarhoş, Bekçi vb. kendi şiveleri ve kılıklarıyla zengin tip çeşitliliğine sahiptir. Orta oyunun ana tipleri olan Pişekâr ile Kavuklu Hacivat ve Karagöz'ün karakter olarak aynısıdır. Ama Pişekâr ile Kavuklu canlı kişiler olduklarından sözlerini vücut hareketleriyle, yüz mimikleriyle güçlendirmek olanağına sahiptirler. Karagöz metne daha çok bağlı kalmak zorundayken orta oyunu oyuncuları oyunun akışına göre metinde çeşitli değişiklikler yapabilirler ve yeni espriler üretebilirlerdi.

Cumhuriyet'ten sonra değişen sanat anlayışına uymayan, gittikçe yaygınlaşan modern tiyatro ile baş edemeyerek yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutan orta oyunu bu gelenekten yetişmiş son oyuncu olan İsmail Dümbüllü'nün ölümüyle(1973) yalnızca Ramazan aylarında hatırlanır hâle gelmiştir.

İsmail Hakkı Dümbüllü

(http://www.besiktaspostasi.com/wp-content/uploads/2009/03/ismaildumbullu260.jpg)

İsmail Hakkı Dümbüllü (1897 - 1973) Geleneksel Türk Tiyatrosunun son temsilcisi, Orta oyunu ve Tuluat sanatçısıdır.

Tiyatro yüzünden Askeri Rüştiyeden atılmasının ardından on altı yaşında Kel Hasan Efendi’nin Dilkûşa Tiyatrosu'na girer. Şevki Şakrak, Küçük İsmail Efendi, Kavuklu Hamdi Efendi, Komik Naşit Efendi gibi zamanın ünlü oyuncularıyla aynı sahneyi paylaşmıştır. Profesyonel olarak Şehzade Başı Tiyatrosu'nda başlar.

Bir trafik kazasının bir ay sonrasında 5 Kasım 1973 tarihinde hayatını kaybetti. Cenazesi, İstanbul'da Boğaziçi Köprüsü'nden geçen ilk cenazedir.

Meşhur "Kavuk"u önce Münir Özkul'a, sonra da Ferhan Şensoy'a geçmiştir.

Türk Tiyatro kültürünün belki de en önemli öğelerinden Orta Oyununun ve bu öğenin en önemli ismi İsmail Dümbüllü Efendinin unutulmaya yüz tutması, sert olacak ama utanılacak bir şey.

Kavuk'tan bugüne komik olarak adlandırdıklarımız ve beyaz perdede milyonlarca kişi tarafından kahkahalarla izlenen filmler. Tehlikenin farkında mısınız?

Spoiler: Göster
Kaynak: Wikipedia
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Black Helen - 14 Mart 2011, 23:11:02
Burada bir "tiyatro" başlığını olduğunun hatırlanması sevindirdi beni.
Türk edebiyatının ve tiyatrosunu en önemli karakterlerinden olan Kavuklu ile Pişekâr'ın diğer bir adıyla da Hacivat ve Karagöz'ün bu kadar çabuk dışlanması üzüntü verici. Ancak Ramazan Bayramlarında hatırlamaya zahmet eder olduk onları. Yazık bize. Teşekkürler Laughing Madcap. En azından unutulmak üzere olan bir geleneği hatırlattığın için.
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Berre - 23 Nisan 2011, 15:52:00
(http://www.projexml.com/v5/services/1001/images/buyuk/sevda-pesinde_96272.jpg)

OYUNUN KAHRAMANLARI:

Ali Tevfik Bey: 57 yaşındadır. Ali Süreyya’nın babasıdır. Çoğu yerde yazarın fikirlerini söyler.
Mebrure Hanım: 50 yaşındadır, Ali Tevfik Bey’in hanımıdır. Eski kafalı denen kadını temsil eder.
Ali Süreyya Bey: 25 yaşındadır. Ali Tevfik Bey’in ve Mebrure Hanım’ın oğludur.
Komşu Hanım: 48 yaşındadır. Mebrure'nin hem sırdaşı hemde yoldaşıdır.
Memduha: Ali Tevfik Bey’in vasiliği altında öksüz, zengin bir kızdır. 18 yaşındadır. Babası Ali Tevfik Bey’in uzaktan akrabasıdır. Aptal görünümlüdür.
Mesut Galip: 23 yaşındadır, Memduha’nın sevdiği erkektir. Memduha ve servetini ele geçirir.
Reyhan: Evdeki genç ve bakımlı hizmetçi kızdır.
Nebahat: 22 yaşındadır Ali Süreyya’nın eşidir. Çalıştığı ve para kazandığı için erkekleştiğini iddia eder.
Düztaban Ayşe: 45 yaşındadır ve Ali Süreyya Beyi, takip etmek üzere para ile tutulmuş hafiyedir.
Komşu Kadriye Hanım: 40 yaşındadır.
Doktor

OYUNUN KONUSU:

Hüseyin Rahmi’nin üzerinde ısrarla durduğu problemlerden biri kadın-erkek ilişkisidir. Bu mesele, Tanzimat’tan beri yazılan bir çok romanda ele alınmıştır. Kadının erkekle eşit olmadığı, kanunların ve an’anevî yaşama biçimini şekillendiren örfün erkeklerin lehinde bulunduğu inancındadır. Hüseyin Rahmi bu ilişkiye hem sosyal düzenin bir gereği hem de cinsî ihtiyaç noktasından yaklaşmaktadır. Onun eserlerinde birbirini seven iki gencin evlenerek mutlu olduklarını görmek oldukça zordur.

Yazarın bu oyununda da kadın-erkek arasındaki ilişkileri, kadının toplumsal düzende edinmek istediği yer hakkında bilgiler verir.

Oyunun işleyişinde özellikle göze çarpan üç karakter vardır. Bunlardan biri eski nesil insanını temsil eden evin hanımı Mebrure Hanım, ikinci yeni dönem gençliğini anlatan  ve kadının erkekleşmesini savunan evin gelini Nebahat sonuncusu ise bu isinin muhasebesini yapan ve yazarın kendi düşüncelerini yansıtan evin beyi Ali Tevfik Bey.

Mebrure Hanım oğlu Ali Süreyya'yı kendi vasilikleri altındaki zengin bir kız olan Memduha ile evlendirme çabası içindedir. Bu ideali uğrunda ne oğlunun ne Memduha'nın ne de bir başkasının fikirlerini kat'iyetle kabul etmemektedir. Ancak Ali Süreyya çoktan, yeni dönem fikirlerine sahip Nebahat adlı bir daktilocuya aşık olmuştur.  Bu yüzden Mebrure Hanım gerek oğlu Ali Süreyya'yı bahsi geçen Nebahat adlı kızdan kurtarmak; gerekse de vasiliği altında olan kızı Memduha'yı Mesut Galip isimli gence kaptırmamak için çetin bir mücadele içine girer.

Bu mücadeleyi en iyi Ali Tevfik Bey'in şu sözü özetler:
Alıntı
"Geçen yüz yılın istibdat düşkünü kadınla bu yüzyılın Cumhuriyet düşüncesinde doğan yeni kadınlık çarpışıyor. Elbette anlaşamayacaksınız. Elbette birinizin davranışı ötekine ağır gelecek."
Nitekim Ali Tevkif Bey düşüncesinde haklı çıkar.

Nebahat'in kocasına karşı söylediği:
Alıntı
“İkimizin aldığı para da hemen hemen birbirine eşit.. İçinde yaşadığımız yüz yıl kadını erkekleştiriyor... Madem ki biz erkek işlerine atılıyoruz. Siz erkekler neden kadın hizmetine el sürmekten çekiniyorsunuz? Toplumun bize yüklettiği görevleri cins farkına bakmadan paylaşmazsak kadın elinin yetişemediği işleri kim görecek? Kadının erkekleşmesi biraz da erkeğin kadınlaşmasını gerektirmez mi? İş dengesi başka türlü nasıl düzelebilir?
sözü onun evliliğe ve kadının sosyal statüsüne bakan düşüncesini gösterir. Oysaki aslında onun yaptı şey, bu düşünceyi bahane ederek çoğu vakit işine geldiği gibi yorumlamaktır. Bir kadının yapması gereken şeyleri de eşine yüklemeye çalışır. Maddi bağımsızlığı ileri sürerek istediği gibi hareket etme, giyim kuşam, gezme konularında bunun en doğal hakkı olduğunu düşünen Nebahat’in bir kadından çok bir anne yükümlülüğü ile yapması gerekenleri de eşine yıkması, onun eşitlik perdesi altına sığınarak yapmış olduğu bencilliği gösterir.

Nebaht'in bu eşitlikçi (!) hayat felsefesi kadının erkekleşmesini savunur. Oysaki Mebrure Hanım duruma şöyle abir açıklama getirir:
Alıntı
“Tabii değil mi ya? Kadın erkekleşince erkeğin de kadınlaşması gerekiyor”
Ali Süreyya gittikçe kılıbıklaşan bir erkek olur. Ve erkek kadınlaşıp, kadın erkekleşince aile düzenin tamamen bozulup yeni anlaşmazlıklara yol açması kaçınılmazdır.

Gelin-Kaynana ve Karı-Koca ilişkileri büyük tartışmalarla birbirine karışır. Bu olaylar ancak masum bir can kıyılınca diner ve izleyiciye derin derin düşünmeye sevk eder.

Oyun, Ali Tevfik Bey'in:
Alıntı
“Bu göz yaşlarımızla, ona çektirdiğimiz azabın günahlarını ödeyebilecek miyiz? Büyüklerin suçlarına kurban giden ilk yavru şüphesiz ki, bu değildir.Toplum içinde bozulan karı koca dengesinin mini mini kurbanları modern yaşamda erkek başı boş bir serbestliğe koşuyor. Kadın ezilmemek için erkekleşmeye uğraşıyor. Tabiatın bu iki cinse verdiği rolleri değiştirmek kabil mi? Evlilik o kadar gevşek bir bağ oldu ki, var mı, yok mu, belli değil...Evlenmeler azaldı. Erkek bekarlar yığınının karşısında bir o kadar evlenememiş kadın alayları diziliyor. Cinsel çekiciliğin karşı karşıya titrettiği bu kalabalığı birbirine ulaşmaktan hangi güç alıkoyabilir.
Karı kocanın birbiriyle zıtlaşmaları, işte aile sofrasına ilk zehir buradan saçılır. Bütün bir milletin yaşaması, refahı, yaşama düzeni karı koca arasındaki iyi geçimden başlar. Kadın sırasında erkeklere ait işleri de görebilir. Fakat cinsinin sınırını şaşıracak kadar ileriye varmamak şartıyla”
sözleri ile son darbeyi vurarak biter.

Aslında Gürpınar’ın yapmak istediğini özetlemek, denebilir ki, halkın geleneksel inançları, yerleşmiş düşünceleri, görenekleri yerine, Batı’nın akla, bilime dayalı pozitivist zihniyetini yerleştirmeye çalışmasının sonucunda bu iki düşüncenin birbirleriyle çarpışması şaşılacak bir durum değildir.

-

Şuradan (http://www.gnoxis.com/kadin-erkeklesince-huseyin-rahmi-gurpinar-41257.html) yardımlar alınarak tarafımdan derlenmiştir.
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Amras Ringeril - 23 Nisan 2011, 16:08:40
Şimdi benim anlamadığım bir şey var. Belki açıklık getirebilirsiniz diye soruyorum. "İnsanlar tiyatroya gitmiyor" derken kastedilen nedir?

İstanbul'daki bir devlet tiyatrosunda yer bulabilmek için 2 hafta önceden bilet almanız gerekiyor. Neredeyse her oyun tamamen dolu oynuyor. Özel tiyatrolarda fiyatlar pahalı değilse oralarda da aynı durum geçerli. Bir tanıdığınız yoksa yer bulmanız zor. Üniversitelerdeki oyunlarda da çoğunlukla dolu salonlar görüyoruz.

Ve bu oyunları izleyenler de genelde gençler. O halde tiyatroya gidilmiyor şikayetiyle kastedilen nedir?
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Erymnys - 23 Nisan 2011, 17:22:48
İnsanlar tiyatroya gitmiyor, derken "Tiyatro neymiş ya!" diyen insanlardan bahsediyorum ben kendi adıma. Türkiye'de yaşıyoruz ve maddi sıkıntı malesef bu ülke insanının hayatının ayrılmaz bir parçası. İnsanlar var tiyatroya değer veriyor ve gidiyor, oyunları takip ediyor vs. İnsanlar var malesef tiyatroya para ayıracak durumu yok -ki büyük kesim böyle- fakat insanlar var tiyatronun t'sini bilmiyor, bilmediği halde bir de tiyatroyu küçümsüyor. Bir nevi "Kitap okumuyorum, eksikliğini de görmüyorum." deme meselesi iş, kısaca söylemek gerekirse. Ve evet, gerçekten var böyle insanlar, malesef tanıdım bunlardan birkaçını.

Ve son konuya gelirsek, İstanbul'dan konuştuk sadece, İstanbul'da, bu ülkenin en büyük ve en önemli kültür kentinde durum buysa, insanlar hala sanatı gereksiz görüyor, değer vermiyorsa durum diğer kentlerde nasıldır söylemeye dilim varmıyor. Gerçi adam gibi bir sanat dersi olmayan, sanat tarihi dersini seçmeli olarak bile ne kadar isteseniz de alamadığınız okullarda okumuş(ya da okuyamamış, okumasına izin verilmemiş) bu insanları da sanata değer vermedikleri, tiyatroya gitmedikleri için suçlamak da ne kadar doğru, o da tartışılır.

Herşeyden önce sanat bir zeka işidir ve adam akıllı bir eğitim olamadan da mümkün değildir. Fakat daha önde birşey daha gelir ki o da sanatı üretmek, tüketmek ya da adam gibi bir sanat eğitimi vermek için gereken şeyin hayli fazla miktarda para olmasıdır. Bu ülkenin de sanata harcayacak parası hala bulunamamaktadır.
Başlık: Tek Kişilik Masal Tiyatrosu: "Tudem'le Evvel Zaman İçinde"
Gönderen: magicalbronze - 01 Mayıs 2011, 23:56:34
(http://i363.photobucket.com/albums/oo79/kayiprihtim/tudem/TudemleEvvelZamaninde1.jpg)

Tudem'le "Evvel Zaman İçinde" Tek Kişilik Masal Tiyatrosu, ikinci gösterimi  ile Levent Kültür Merkezinde çocuklarla buluştu.

Yayımladığı  çocuk ve gençlik kitapları ile uyumlu olarak hayata geçirdiği çizgi  roman, mektup yazma, felsefe atölyeleri gibi pek çok özgün çalışmaya  imza atan Tudem Yayınları’nın, Tudem’le “Evvel Zaman İçinde” adlı yepyeni tiyatro projesi Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği “Çocuk Kitapları Festivali” kapsamında, 19 Nisan ve 21 Nisan günlerinde Levent Kültür Merkezi-Onat Kutlar Sahnesi’nde izleyicilerin beğenisine sunuldu…

Tudem Yayınları’nın, İngiliz yazar Joan Aiken’in  efsanevi Yağmur Damlalarından Kolye adlı çok beğenilen masal kitabından esinlenilerek hayata geçirilen Tudem’le “Evvel Zaman İçinde” adlı tek kişilik tiyatro projesi, “Mavi Tiyatro” çocuk tiyatrosu topluluğunun kurucusu ve oyuncusu Musa Gönüllü tarafından sahnelendi.

Türk kültüründe önemli bir yeri olan masal anlatıcılığı geleneğine saygı duruşunda bulunan Tudem’le “Evvel Zaman İçinde”, çocuk edebiyatını sahne sanatıyla buluşturan özgün bir çalışma.

İzleyicilerini,  Tomtom adında, ‘hiçbir yer’ adlı gizemli bir ülkeden gelen masalcı bir  seyyah olarak karşılayan Musa Gönüllü, renkli kostümleri ve güldüren  hareketleriyle izleyicilerle neşeli dakikalar geçirdi.

Bol kahkahalı, bol alkışlı bu oyunu kaçıranlar sakın üzülmesin!

Tudem’le “Evvel Zaman İçinde” önümüzdeki günlerde seyirci ile ücretsiz etkinliklerde buluşmaya devam edecek.

Oyunun Adı: Tudem’le Evvel Zaman İçinde
Sahneye koyan ve oynayan: Musa Gönüllü
Süre: 60 dakika

(Tudem’le “Evvel Zaman İçinde”  adlı tiyatro etkinliği Joan Aiken’in Yağmur Damlalarından Kolye adlı eserinden uyarlanmıştır.)


(http://i363.photobucket.com/albums/oo79/kayiprihtim/tudem/TudemleEvvelZamaninde5.jpg) (http://i363.photobucket.com/albums/oo79/kayiprihtim/tudem/TudemleEvvelZamaninde5.jpg)   (http://i363.photobucket.com/albums/oo79/kayiprihtim/tudem/TudemleEvvelZamaninde4.jpg) (http://i363.photobucket.com/albums/oo79/kayiprihtim/tudem/TudemleEvvelZamaninde4.jpg)   (http://i363.photobucket.com/albums/oo79/kayiprihtim/tudem/TudemleEvvelZamaninde3.jpg) (http://i363.photobucket.com/albums/oo79/kayiprihtim/tudem/TudemleEvvelZamaninde3.jpg)
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Berre - 07 Mayıs 2011, 10:21:55
OTELLO 10 MAYIS’TA BURSA’DA SAHNELENECEK


KADRO

Eser: William Shakespeare
Orkestra şefi: Espartaco Lavalle Terry
Yöneten: Aytaç Manizade
Dekor: Tayfun Çebi
Kostüm: Sevda Aksakoğlu
Koro şefi: Hans Joachim Gallus
Koreografi: Şebnem Şenel
Işık tasarımı: Müfit Özbek

OYUNCULAR:

Otello: Lorenzo Mok Arranz
Iago: Cengiz Sayın
Cassio: Fahri Önoğlu
Roderigo: Hüseyin Genç
Lodovico: Erdem Türkbay
Montano: Cihan Özmen
Araldo: Nejad Beğde
Desdemona: Aytül Büyüksaraç
Emilia: Sevinç Sayın
Spoiler: Göster

(http://www.bursaport.com/dosyalar/images/otello_ic.jpg)


Dünyanın en büyük oyun yazarı William Shakespeare’in ‘Othello’ adlı eserinden uyarlanan dört perdelik ‘Otello’ operası, İzmir Devlet Opera ve Balesi tarafından 10 Mayıs Salı günü Atatürk Kongre Kültür Merkezi’nde (Merinos AKKM) Bursalılar için sahnelenecek.

Dünya tiyatro tarihinin en büyük oyun yazarı William Shakespeare´in ‘Othello’ adlı eserinden uyarlanan ve dünya opera tarihinin en büyük opera bestecilerinin başında gelen Giuseppe Verdi´nin müzikleriyle opera sahnelerine armağan edilen ‘Otello’ adlı dört perdelik opera, Uluslararası Bursa Festivali’nin 50. yıl kutlama programı çerçevesinde Merinos AKKM Osmangazi Salonu’nda sahnelenecek. Librettosunu o dönemin en önemli opera bestecilerinden olan Arrigo Boito´nun yazdığı eser, 10 Mayıs Salı günü saat 20.00’da Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nın işbirliğiyle İzmir Devlet Opera ve Balesi tarafından gerçekleştirilecek.

William Shakespeare´in 1604 yılında yazdığı ‘Othello’ adlı eserin konusu işe şöyle;

"Mağripli komutan Otello, önemli bir savaş sonrası Kıbrıs adasına dönerken denizde büyük bir fırtınaya yakalanmış, büyük bir mücadele ile kıyıya varmayı başarmıştır. Otello, eşi Desdemona´ya kavuşmanın mutluluğunu yaşarken, eski yaveri Iago ona tuzaklar hazırlar. Iago´nun tüm planları tutar, insan şüpheciliğinin insanı büyük felaketlere sürükleyebileceği kanıtlanır. Sonuçta Otello, kıskançlığının sonucu eşi Desdemona´yı kendi elleriyle öldürür."

Kaynak için buraya (http://www.merinosakkm.com.tr/?sayfa=haber_detay&id=217) bakınız.

(http://www.bursaport.com/resimler/8000/9973_3.jpg)
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: Victoria - 10 Mayıs 2011, 20:42:47
(http://i1204.photobucket.com/albums/bb417/Gizem15/dsc_0773_1142682221.jpg)

Kukla

Geleneksel Türk Tiyatrosu üzerine pek çok araştırma yapılmış ancak bunlarda kukladan pek az bahsedilmiştir.Bunun başlıca nedeni kukla üzerine olan kaynakların bir çoğunun gölge oyunu sanılmasıdır.Diğer bir nedense kukla gösterilerine,eldeki kaynakların kukla adını vermesi 17. Yy.da başlamasıdır.Ancak ortaoyunu nasıl çok eskilerde başlamasına rağmen adını 19.Yy.da aldıysa, kukla da 17.Yy.dan çok daha eskilere dayanır.Türkiye’de yüzyıllar boyunca çeşitli kukla türlerinin bilinip oynanmış olmasına karşın;kukla hiçbir zaman karagöz gibi ağırlığını belli etmemiştir. Yaygın olarak kullanılan üç çeşit kukla vardı.


İSKEMLE KUKLASI:

Göğüslerinden yatay ip geçen bu kuklalar,çalgılar eşliğinde,aşağıdan ipleri çekilerek sıçratıp dans ettirilir.Bu kuklaları daha çok sokak göstericileri kullanırdı.


EL KUKLASI :

Başları ve kolları tahtadan ,gövdeleri bezdendir.Kuklacı elini kuklanın içerisine sokar ; İşaret parmağıyla başını,baş ve orta parmağıyla da kollarını oynatır.


İPLİ KUKLASI :

Yapımı el kuklasına göre daha zor olduğundan pek yaygın değildi. Kuklanın eklem yerlerinin bir ip ile bağlanması ve bu iplerin ‘T’ şeklinde bir tahta parçasına tutturulması ile yapılırdı.


Türk kuklasında kişilerin özellikleri karagözdeki gibi keskin çizgilerle belirtilmemiştir.Kukla oyununda karagözdeki gibi iki birincil kişi buluruz.Bunlar ‘İbiş’ ile ‘İhtiyar’ dır.İbiş hep uşak olur. Adı, efendisine bağlılığından ötürü ‘sadık’ tır.Ayrıca ‘’Durmuş,Tombul,Fıstık, Kıvrak, Kışkış’’ gibi isimler de alırdı.İbiş kurnaz ve hazırcevaptır.Biçimsiz bir fesi vardır,püskülü sağa sola kayar.Yanlış anlaşılmalar,çift anlamlı deyimler, açık saçık sözler kullanır.diğer baş karakter olan İhtiyar ise çiftliğin sahibi varlıklı bir kişidir. Bu iki karakter dışında ikincil kişiler de vardır. Bunlardan biri genç aşık delikanlı ,diğeri de onun sevgilisi olan kızdır.
Kukla oyunu konusunu Ortaoyunu ve Karagöz’den yada aşk hikayeleri ve halk efsanelerinden alırdı.
 
Kaynak: tiyatro.net

Başlık: Dava - Franz Kafka
Gönderen: Erymnys - 21 Haziran 2011, 15:40:15
(http://www.tiyatrodunyasi.com/galeri/Dava_010410-4.jpg)

DAVA  

Yazan Franz Kafka
Uyarlayan Steven Berkoff
Çeviren Ayşe Üner
 
Yöneten Turgay Kantürk
Dekor / Işık Tasarım  Cem Yılmazer
Kostüm Tasarım Gönül Sipahioğlu
Hareket Tasarım Sinan Temizalp
Müzik Tolga Çebi
Yardımcı Yönetmen Emrah Eren
Dramaturg Sibel Arslan Yeşilay, Ceren Ercan
Makyaj Tasarım  Pervin Bağdat
Yönetmen Yardımcıları  Şirin Çağlar Taşpınar, Esra Pamukçu
Reji Asistanları Ercan Koçak, Emel Sayım, Şahver Yazıcıoğlu
Efekt Tasarım Bora Nakipoğlu
Dekor Asistanı Aslı Ersüzer
 
Oynayanlar 
 
Joseph K Edip Saner
Gözcü1 / Block Beyti Engin
Gözcü2 / Tittorelli Orhan Kemal Aydın
Müfettiş / Rahip Emrah Eren
Memur1 (Rabenstein) / Zeki Adam Berk Yaygın
Memur2 (Kullich) Sefa Tantoğlu
Bayan Grubach Ayşe Demirel
Bayan Bürstner Füruzan Aydın
Kırbaççı Pervin Bağdat
Müdür Yardımcısı  Burak Dur
Çamaşırcı Kadın Gülce Uğurlu
Öğrenci / Müdür Orhan Şimşek
Mübaşir / Yargıç  Çetin Etili
Kız Dilara Yalçın
Leni Defne Şener Günay
Huld Aytekin Özen
Hikayeci 1 Esra Ruşan
Hikayeci 2 Evren Erler
Hermann K(Video) Müşfik Kenter   
 
 
Koro
 
Neşem Akhan
Bulut Akkale
Burç  Ara
Gözde Ayar
İpek Ayaz
Pervin Bağdat
Özge Çatak
Selen Domaç
Evren Erler
Esra Ruşan
Fatih Sönmez
Sefa Tantoğlu
Emel Turan
Dilara Yalçın
Berk Yaygın
 
 
 
Dava’nın kahramanı tüm toplumsal ve ulusal özelliklerinden öylesine koparılmıştır ki, ne anası ne babası ne de kardeşleri vardır; doğru-dürüst bir addan bile yoksundur; yalnızca Joseph K. diye çağırılır. Dava’daki adsız küçük burjuva davranışlı adam, yani Joseph K., insana özgü tüm çizgilerden yoksun kalmıştır. Seyrek olmakla birlikte, var olduğu anlarda insan onu tasarımsal bir aynada kendi kendinin görüntüsü olarak algılayıp tanıyamadığı sürece, insanla özdeştiremez. İşte burada yapıtın o büyük gücü, başka deyişle, genelgeçerliliği (evrenselliği), görkemli, büyük boyutlarda çizilmiş, alabildiğine yürekli gerçekleştirilmiş simgeselliği çıkıyor karşımıza. Zayıf yanı da bu özelliğinde yatıyor. Çünkü ne et, ne kemik, ne kan, ne de ruh; hortlak bu, hortlakların kaynaştığı bir dünya karşısına yerleştirilmiş bir hortlak. Bu kitabın konusunu anlatsak da, özüne ilişkin en ufak bir fikir edinemeyiz. Onu yakından tanıyıp öğrenmeli, yaşamayı denemeliyiz. Bir banka danışmanı bir sabah, tutuklandığını kendisine bildiren iki gözetici tarafından korkuyla yatağından kaldırılır. Gerçek bir mahkeme değildir bu; toplumun en kuytu, en uzak köşelerine değin sızmış bir yargı kurumudur. En üst mercilerine kimsenin ulaşamadığı, dosyalarını kimsenin okuma yetkisinin bulunmadığı; gizli oturumlarla toplanan ve kişilere ilişkin nedenini kimsenin bilmediği hukuksal yargılar veren —hani belki de her insana içkin suçluluk duygusuna dayanarak, kim bilir?— bir mahkeme; bu kurum, artık Joseph K.'yı pençeleri arasına almıştır; uğraşını sürdürme olanağı tanımakla birlikte, özgürlüğünü bırakmaz ona. K, nereye adım atsa, bu görünmez yargı kurumunun elçileriyle karşılaşır. Yolunun her aşamasında, durdurak dinlemeksizin, bir yargıyla sonuçlanan, gelgelelim bir türlü bitmek bilmeyen bir duruşmayla karşı karşıyadır ve bu dava bir yaşam davası olduğundan, ancak bir idam kararıyla bitebilir. Direnmek olanaksızdır. Her şey belirsizdir. Biçim en ince ayrıntılara değin vardır, ama anlam hiç bulunmaz.

Ernst Weiss
 
_____________________________________________________________________________

şimdiye kadar böyle bir oyun görmediğimi söyleyebilirim. önce dekordan başlamak isterim. kullanılan dekor-yüzlerce florasan lamba- ve bunların kullanılış biçimleri -kimi zaman hapishane, kimi zaman bir evi sokaktan ayıran duvarlar, kimi zaman oyuncuların birer akrobat misali tırmandığı merdivenler, kimi zamansa sadece yanıp sönmeleri- gerçekten kafkaesk bir dünyada olduğu hissini sonuna kadar yaşatıyor insana. bunun dışında oyuncuların makyajları... sadece joseph k.'nın yüzünde bir makjay yok, diğerlerininse sanki bir maske takmışlarcasına bir makyaj var yüzlerinde. bu insanna sanki sadece joseph k. gerçekmiş de diğerlerinin kesinlikle katı gerçeklikle ilgisi yokmuş hissini veriyor ya da tam tersi; sanki o gerçekliğe sadece joseph k. ait değilmiş gibi.

edip saner'in performansı da çok dikkat çekici oyunda. kafkaesk hissini insanda tam olarak uyandırmayı başarıyor. bir de beni asıl etkiyen etkenlerden biri de mükemmel diksiyonuydu. bu onun izlediğim ilk oyunuydu ama oyun sonunda kendimi gerçekliğe bir daha dönemeyecekmişim gibi hissetmeme neden oldu.

kıssadan hisse, dava'yı iki kez izledim ve ikincisinde kesinlikle oyunu daha önceden biliyor olmam bir negatif etki yaratmadı. oyun yine o büyüleyici-boğucu atmosferini korudu. elbette bunda akıllıca kulllanılan dekor ve oyuncuların yetenekleri tartışılamaz. ama ben en büyük etkinin kafka'da olduğunda ısrar ediyorum.

bu arada gitmeden önce kafka'nın dava'sını okumanızı da öneririm zira gittiğim arkdaşlardan biri kitabı okumadan anlamanın biraz zor olduğunu söylemişti.

şu an sezon bitti melasef ancak yeni sezon programına şuradan (http://bbt.bakirkoy.bel.tr/default.aspx?pid=10730) ulaşabilirsiniz.
Başlık: Ynt: Tiyatro
Gönderen: WinterSoldier - 26 Mayıs 2016, 20:40:53
En son Shakespeare-The Merchant of Venice oyununun, Royal Shakespeare Company tarafından yapılmış 2015 versiyonunu izledim. Şu an nette veya başka bir yerde bulunması mümkün değil sanırım, ancak amazondan dvdsini alabilirsiniz herhalde diye düşünüyorum,  Shakespeare oyunlarından hoşlanıyorsanız mutlaka izlemelisiniz