Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Mu - 16 Ocak 2011, 17:44:34

Başlık: Reis'in Askerleri
Gönderen: Mu - 16 Ocak 2011, 17:44:34
“ Ne zaman yemek yiyeceğiz anne? Çok acıktım. “
“ Tamam kızım, şimdi yiyiyoruz. Biraz daha pişmesi lazım. “
Sabırsızlıkla minik ellerini çenesine dayadı Pıtır . Açlıktan midesi kazınıyordu. Ocakta pişen haşlanmış mantarın mis kokusu minik odanın her tarafını doldurmuştu.

Sandalyesinden yere kondu. Minik adımlarla gidip tezgahta duran tastan kendisine bir bardak süt koydu.
Tasa bakarak, “ Yaşlı Domdom’un verdiği süt bu kadar mı anne? “ diye sordu.
Annesi hafif bir iç geçirdi, “ Bugünlerde hep böyle az süt vermeye başladı. Hasta galiba, bilmiyorum. Samanlıkta üşüyor tabi geceleri hayvan. “

Domdom belki de sahip oldukları ender değerli şeylerden biriydi. O yaşlı huysuz inek yıllarca onlara hizmet etmişti.

“ Akşam ona güzel bir yemek yaparım. Üşümesin. “ dedi Pıtır. Bulduğu fikir hoşuna gitmişti. Kendi kendine başını salladı.

Annesi küçük kızının hayallerini bölmek istemedi. Göz ucuyla baktı. Başının tepesinde topladığı fıskiye gibi saçları ve tombul yanaklarıyla çok güzel görünüyordu. Bardağına sütünü koymuş, ona büyük gelen sandalyesinde ayaklarını sallaya sallaya yemeği bekliyordu.

Ocaktaki bakır tenceredeki haşlamayı karıştırırken “ Pire! “ diye bağırdı.

“ Pıtır, abin nerede? “
“ Dışarıda tahtadan kılıç yapmaya çalışıyor. “
Tekrar “ Pire! “ diye seslendi.

Kapının önünden tahta döşemeye basan ayakların gümbür gümbür sesleri geldi. İçeri üzeri talaş dolu, saçları karman çorman bir çocuk girdi.

“ Ah oğlum, bu ne hal. Gel buraya. “
Pire usulca annesinin yanına gitti.
“ Her taraf mis gibi kokmuş. Ne pişiriyorsun anne? “
“ Haşlanmış mantar yaptım. Biraz da süt var, “ bir yandan da pasaklı oğlunun üstünü başını temizliyor, çeki düzen vermeye çalışıyordu.

Ona gösterilen ilgiden memnun bir şekilde masaya oturdu Pire. Kız kardeşi gibi sabırsızca ocaktaki yemeğin pişmesini beklemeye başladı.

“ Kılıç bitti mi abi? “
“ Bitmek üzere. Ama ucunu bir türlü sivriltemedim. Bıçakla kesemiyorum. Annem de odunluktaki baltayı kullanmaya izin vermiyor, “ göz ucuyla sitemini duyup duymadığını kontrol etmek için annesine baktı. “ Yemekten sonra köye inip yaşlı oduncu dedeye ucunu yaptırırız. “

O sırada annesi üzerinden dumanlar tüten tenceredeki yemeği tabaklarına koymaya başlamıştı bile.

Yemek çok lezzetliydi. Tıka basa doymuşlardı. Masadan kalkıp dolu ağızlarıyla annelerine bir şeyler geveleyip dışarı fırladılar.

Pire kardeşine yaptığı kılıcı gösterdi. Kılıçtan çok bir mızrağa benzemiş olsa da küçük hayal güçleri o tahta parçasının mükemmel bir kılıç olduğunu söylüyordu.

“ Tamam, hadi köye gidip yaşlı oduncuya bakalım, “
“ Ben de silahımı alıyım mı abi? “
“ Al tabi, yolda düşmanlar çıkarsa savaşırız. “
“ Belki bir ejderha çıkar karşımıza, “ diye hevesle atıldı Pıtır.
“ Olabilir. Geçenlerde huysuz terzi Rudok’u konuşurken duydum. Bazı iz sürücüler köyün etrafında garip ayak izlerine rastlamış. “
“ Sana demiştim. Kesinlikle ejderhalar burada olmalı. “ dedi Pıtır. Hızla içeri koştu. Bir süre sonra elinde düz bir tahta parçasıyla geri döndü.
“ Ben kalkanımla seni korurum. Sen de kılıcınla ejderhaya vurursun. Hadi gidelim. “

Köy meydanı pek uzak değildi. Kısa bir yürüyüşten sonra tanıdık evlerin arasından geçmeye başlamışlardı bile. Umut ettiklerinin aksine yolda hiç bir yaratığın saldırısa uğramadılar.

Köy meydanı aslında yakınlardaki nehirden gelen leziz suyun aktığı bir çeşmeden oluşan büyükçe bir açıklıktı. Açıklığın etrafında manavlar, demirciler, büyükçe bir han ve çeşit çeşit el yapımı tahta oymalar satan çeşitli dükkanlar vardı. İnsanlar oradan oraya koşturuyor, çocuklar oyunlar oynayıp etrafı toz duman yapıyorlardı. Çeşmeden su dolduran kadınlar ağır yüklerini dökmemeye çalışarak evlerinin yolunu tutuyor, işi gücü olmayan kimi erkekler gündüz vakti kendilerini hanın soğuk gölgelerine ve biranın getirdiği hayallere bırakıyordu.

Ama bugün köyde sanki ayrı bir heyecan, ayrı bir gürültü vardı. Pire ve Pıtır bile bunu daha meydana adım atmadan anlamışlardı.
Yanlarından hızlı adımlarla geçen insanlar hızla meydana doğru gidiyordu. Evler boşalmış gibiydi.

Sokak aralarından birinde arkadaşlarını gördüler.
“ Hey çocuklar! “ diye bağırdı Pire.

Gürültü ve kahkahalar arasından Pire’nin sesini ilk duyan şişman dostları Tosum oldu.
“ Pire, Pıtır! “ Hızla iki kardeşin yanına doğru koştu. Koşarken koca göbeği hop hop sallanıyor, tombul yanakları bir aşağı bir yukarı oynuyordu. Koca göbeği ve kızıl saçlarıyla Tosum köy kadınlarının mıncıklamayı en sevdiği çocuklardan biriydi.
“ Selam, “ dedi. Nefes nefese kalmıştı. “ Gelsenize teyzem çarşıya gitti diye bir oynuyoruz. “
“ Yok ben o oyunu sevmem, “ dedi Pire.
“ Yaşlı oduncu dedeye kılıç yaptıracağız, “ dedi Pıtır. Konuşurken kafasının tepesindeki fıskiye saçları oynuyordu.
“ Bugün meydanda bir gösteri falan mı var? “ dedi Pire.
“ Evet, büyük reisin askerleri geri dönmüş. Ormanın en uzak köşesine kadar gitmişler. Orada bir sürü canavarla savaşmışlar. Bir tane canavarı da esir almışlar, “ durup biraz düşündü “ Gork ya da ork gibi bir ismi vardı sanırım canavarın. Ben gördüm çok çirkin bir şey. Komik bir yaratık. “

Duydukları iki kardeşi de heyecanlandırmaya yetmişti. “ Ork mu dedin? “ İkisi de birbirine baktı. Bu yaşlı oduncu dedenin kimi zaman onlara anlattığı canavarlardan olmalıydı.

“ Askerler daha ne kadar burada duracakmış? “ diye hevesle sordu Pıtır. Capcanlı bir ork görmeyi kaçırmak istemiyordu.
“ Bilmiyorum. Sanırım sadece dinlenmek için gelmişler. “
Tosum oyuna geri dönerken iki kardeş meydana doğru koşmaya başlamıştı.

Köy meydanı oldukça kalabalıktı. Herkes meydanın bir köşesine toplanmış, önünde huşu verici parlak zırhlara bürünmüş bir adamın durduğu tahtadan bir kafese bakıyordu. Kadınlar korkuyla karışık bir merakla kafesteki yaratığı izlerken kimisi çocuklarının gözlerini kapatıyor, kimisi de canavara daha yakından bakmak isteyen çocuklarını zapt etmeye çalışıyordu. Erkekler daha uzak bir köşeden olan biteni izleyip bilmiş bilmiş bakıyor, kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı.

Kısa boyları yüzünden ne Pire ne de Pıtır kafesteki şeyi görememişti. El ele tutuşarak kalabalığın arkasından içeri daldılar. Kısa boylarının verdiği avantajla kalabalığı rahatça yararak en öne ulaştılar.
Son sırayı da geçtikten sonra kafese bakakaldılar. Uzun süre hiçbiri konuşmadı.

“ Canavar bu mu? “
“ Bu bir canavar değil ki... “
Tahta kafesin içinde bir köşeye korkuyla sinmiş, kimi zaman kısacık bir an için göz ucuyla kalabalığa bakmaya cesaret eden, üstü başı paçavralar içinde yeşil derili, bazı yerlerinde kocaman benekleri olan, tel tel saçlı, titrek bir yaratık vardı.

Bir süre öylece izlemeye devam ettiler.

Yaratık bir köşeye çökmüş, başını kollarının arasına almıştı. Kısa bir an için göz ucuyla kalabalığa baktığında bakışları iki kardeş ile birleşti.
“ Ağlıyor, “ dedi Pıtır. Gözleri dolmuştu. Kız kardeşine hep sert görünmek isteyen Pire de kendine kızarak gizlice kolunun tersiyle gözlerini sildi.

Daha önce hiç canavar görmemişlerdi. Şimdi karşılarında gördükleri sefil yaratığın bir ork olduğunu kabul edemiyorlardı. Büyükler onlara hep başka türlü anlatmıştı. Çocuk katili, kana susamış, duygusuz, öldürmekten keyif alan korkunç yaratıklar olarak bahsetmişlerdi hep. Şimdi karşılarında gördükleri şeyin böyle bir yaratık olduğuna ihtimal veremiyorlardı.

O sırada kafesin önündeki parlak zırhlara bürünmüş adam konuşmaya başladı.
“ Büyük reisin cesur askerleri olarak Kuzay Yolu Ormanı’nın en uzak köşelerine korkusuzca yürüdük. Sadece bu korkunç yaratıklardan avlamak ve halkımızı güvenliğe kavuşturmak için, “ boğazını temizleyip devam etti. “ Günler süren yolculuktan sonra sonunda izler bulmayı başardık, “ kalabalık huşu içinde zırhlara bürünmüş askerin tiyatrovari hareketlerle süslediği konuşmasını izliyordu.

“ Bu şeytanlar o kadar sinsi yaratıklar ki üç gün boyunca bizden kaçmayı başardılar ama bilmedikleri bir şey vardı, “ susup kalabalığa göz gezdirdi.

“ O da reisin cesur askerlerinin asla pes etmeyecekleriydi! “ Kalabalıktan çıt çıkmıyordu. Herkes zırhlı askerin ağzından çıkacak sözlere odaklanmıştı.

“ Sonunda bir mağarada koca bir kabileyi kıstırmayı başardık. Şanlı ve onurlu reisin savaşçıları olarak tüm şeytanları ortadan kalkırdık! “ O anda deli gibi bir alkış koptu. Kalabalıktan bir kaç kişi büyük reis adına övgüyle haykırmaya başladı. Kısa sürede tezahürat yayıldı. Kalabalık hep bir ağızdan bağırmaya başladı. Asker haykırış ve alkışlar arasından sesini duyurabilmek bağırarak devam etti.

“ Bu ork köpeğini esir aldık. Reis’in askerlerinin gücünü ve cesaretini yol boyunca tüm halka göstermek için. “
Kalabalıktaki coşku en üst seviyeye ulaştı. Herkes hep bir ağızdan “ Çok yaşa Reis! “ diye bağırırken kalabalık arasından yalnızca iki kişi bu coşkuyu paylaşmıyordu. İkisi de hiç konuşmuyordu.


                                                                                 
***



“ Sence annem bize çok kızar mı abi? “
“ Merak etme zaten o uyanmadan dönmüş oluruz. Ayrıldığımızı anlamaz bile. “
Ses çıkarmamaya çalışarak evlerin arasından meydana doğru yürüdüler.
“ Ben biraz korkuyorum, “ dedi Pıtır. Aslında Pire de korkuyordu. Karanlık ağır, gece tekinsizdi ama kafesteki o orkla konuşmayı çok istiyordu. Kararlarını vermişlerdi.
“ Bunu yapmak isteyen sendin. Geri dönmemizi ister misin? “ diye sordu Pire cevabı zaten bilerek.
“ Hayır, o zavallı şeyi orada bırakamayız. “ dedi Pıtır. Kaşlarını çattı. Adımları şimdi daha kararlıydı.

Meydana ulaştıklarında sırtlarını bir evin duvarına verip etrafı gözlediler. Meydanda kimse yoktu. Dükkanlar kapanmış, evlerde ışıklar sönmüştü., çeşmeden damlayan suyun sesi ve handan gelen gülüşmeler sessizliği bozan tek şeydi.

“ Handa insanlar var, “ dedi Pıtır fısıltıyla.
“ Bizi duyamazlar. Hadi gel, “ kardeşinin elinden tutarak koşar adımlarla meydana fırladı. Hızla tahtadan kafese doğru koştu. İçindeki karaltıyı zor da olsa görebiliyordu. Bir adım daha atmak üzereydi ki sertçe durdu.

Pıtır abisinin ani hareketi karşısında dikkat kesilmiş ne olduğunu soran gözlerle ona bakıyordu.

Pire eliyle ileride bir şeyi işaret etti.

Küçük kız daha iyi görebilmek için gözlerini kıstı. Sonra o da yerdeki karaltıyı yavaş yavaş fark etti. Yere uzanmış bir silüetti bu. Askerin göbeği aldığı her nefesle yavaşça inip kalkıyor, kimi zaman da mırıldanıp bir şeyler geveliyordu. Elindeki yarısı içilmiş, yarısı dökülmüş biraya bakılırsa bu gece handa fazla kaçırmış olmalıydı.

“ Bu o nöbetçi asker, “ dedi Pıtır sessizce.
“ Hadi gel, sarhoş olmalı. “

İki kardeş yavaşça kafesin önüne gelip durdular. İçindeki karaltı sabah gördükleri gibi aynı köşeye büzüşmüş duruyordu.

“ Sence uyanık mı? “ diye fısıldadı Pire.
“ Bilmiyorum, “

Pıtır biraz daha yaklaştı. Parmaklıkların tam önüne gelmişti.
“ Şşşt oradaki. “ diye seslendi karaltıya. İkisi de sessizce bekledi.
“ Hey! “ Pire sesini biraz yükseltmişti. “ Korkma sana bir şey yapmayacağız. “

Kafesin içinden hışırtılar duyuldu. Bir kaç dakika sonra ürkekçe bir baş iki kardeşin önünde belirdi.
Yaratık gerçekten çok çirkindi. Yakından bakılınca yüzündeki dev sivilceleri ve kıllı burnunu görebiliyorlardı. Ama karşılarında duran bu zavallının kesinlikle kana susamış bir katil olmadığına emindiler.

“ Ee...merhaba, “ dedi Pire ne diyeceğini bilemeden.
Pire’nin ağzının oynamasıyla ork korkarak hemen geri çekildi. İki kardeş umutsuzca birbirine baktı. Bir kaç dakika sonra aynı ürkek baş yine belirdi. Bu sefer ork iki kardeşin olduğu yere biraz daha yaklaşmıştı. Korkusu biraz azalmış gibiydi. En azından artık gözlerini kaçırmadan bir kaç saniye boyunca onlara bakabiliyordu.

“ Adın ne? “ diye sordu Pıtır. Ork boş boş küçük kıza bakmaya devam etti.
“ Galiba bizi anlamıyor, “ dedi Pire.
Bunun üzerine Pıtır eliyle kendini göstermeye çeşitli hareketlerle orka bir şeyler göstermeye başladı. Bir yandan da sık sık kendini gösterip “ Pıtır, “ diyip duruyodu. Küçük kızın çabası takdire değerli doğrusu. Pire’ye çok uzunmuş gibi gelen bir süre sonunda orkun yüzü anlayış ve zaferle aydınlandı.

İki kardeşin şaşkın bakışları altında kocaman elini kaldırıp kendini gösterdi ve “ Gump! “ diye böğürdü.
Orkun meydanda inleyen böğürmesi ile iki kardeş korkuyla etrafına bakındı. Uzun dakikalar boyunca sessizce etrafı dinlediler. Sarhoş asker bir köşede horlamaya devam ediyor, handan her zamanki gülüşler ve gürültü sesleri geliyordu.

İki kardeş de tuttukları nefesi rahatça bıraktılar.

“ En iyisi ona başka bir şey sormamak, “ dedi Pire.
Ork şimdi de Pıtır’ı eliyle gösteriyordu. Ne olacağını bilmelerine rağmen orku durdurmaya fırsat kalmadan koca yaratık ciğerlerine derin bir nefes çekti. İki kardeşin sessiz haykırışlarına aldırmadan “ Pııııdıırr! “ diye böğürdü dev ork.
Bu sefer başlarının belaya gireceğinden emindiler. Korkuyla oradan uzaklaştılar. Yakınlardaki bir evin duvarına dayanıp meydanı gözlediler. İki kardeşin korku dolu bakışları altında sarhoş asker rahatsızça yattığı yerde döndü. Han kapısı hafifçe aralandı. Pembe yanaklı bir yüz dışarıya uzanıp meydana hızlıca bir göz gezdirdikten sonra omuz silkip içeri girdi.

İkisi de şansları için meleklere tekrar tekrar teşekkür etti. Ama üçüncü bir seferde bu kadar şanslı olamayacaklarını biliyorlardı.“ Tamam, artık ona soru sormak yok. “

İki kardeş kafesin önüne geldiğinde ork yeniden umutla yaklaştı.
Pire kafesin kapısına baktı. “ Anahtar gerekiyor, “ dedi. Gözü yerde horlayan askere takıldı. “ Nerede bulacağımı biliyorum galiba, “

Pıtır elini parmaklıkların arasından yavaşça orkun yüzüne doğru uzattı. Koca yaratık kaçıp kaçmamak arasında tereddütte kalarak öylece bekledi. Pıtır’ın minik parmağı orkun koca burnuna yavaşça dokundu. Sessiz bir sevinçle elini geri çekti.

“ Burnun sümük dolu, “ dedi elinde olmadan kıkırdayarak.
Ork anlamamıştı ama kızın kıkırdaması hoşuna gitmiş olmalıydı. O da koca parmağıyla burnuna dokundu.
O sırada Pire elinde Ay ışığında parlayan bir cisimle geri döndü. Son kez kardeşine bakıp onay aldı. Kapıya doğru yönelip mümkün olduğunda sessiz bir şekilde anahtarı eski kilide sokup çevirdi. Hafif bir klik sesi duyuldu.

Kardeşinden yardım alıp ağır kapıyı yavaşça sonuna kadar açtı.

Ork şaşkın bakışlarla olan biteni izliyordu.

İkisi de son kez Gump’a baktılar. Yeni dostlarına erken veda ettikleri için içlerinde küçük bir burukluk vardı ama bir yandan da zavallı yaratığı esaretten kurtardıkları için mutluydular.
“ Hadi, “ dedi Pire. “ O artık özgür. “

İki minik beden koşarak karanlığa karışırken hala tahta kafesin içinde duran Gump’a son kez el salladılar.


                                                                               
***


“ İşte orada! “
“ Hazır olun! “ Küçük birlik hemen savaş pozisyonu aldı. Bir hafta önce köy meydanındaki kafesinden kaçan pis yaratığın peşine düşmüşlerdi. Yaratığı Kuzey Yolu Ormanı’nın içlerine kadar takip etmeyi başarmışlardı. Nöbetçinin dediğine göre sinsi yaratık onu gafil avlayıp yaraladıktan sonra anahtarları almış, kilidi açıp kaçmayı başarmıştı.

“ Okları hazırlayın, “  savaşçıların deri kayışlarla sağlamca sırtlarına taktığı kuburlardan çektikleri ok sesleri gergin havayı kapladı.

Kimse ses çıkarmıyordu. Yayları geren kollar kasılmış, savaşçılar dikkatle her yaprağı inceliyordu. Derken ileriden küçük bir hışırtı duyuldu. İlk yaprak kımıldar kımıldamaz tüm oklar aynı anda bırakıldı. Koca yaratık acı bir haykırışla kükredi. Çalıların arkasından çıkıp dizlerinin üstüne çöktü.

“ Bulduk seni pis şeytan, “ Reis adamlarına bakıp sertçe emretti, “ Oklar hazır! “

Dizleri üstüne çökmüş, kanlı gözlerle karşısında durmuş anlamadığı bir nedenden ötürü onu öldürmeye çalışan insanlara öylece baktı Gump. Artık kaçacak gücü kalmamıştı. Vücuduna saplanan ve ona dayanılmaz bir acı veren oklara baktı. Kardeşleri de bu garip ucu sivri şeylerle ölmüştü. Ölmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu ama kardeşlerini yeniden görebileceği düşüncesi içini hafif bir sıcaklıkla kapladı.

Aklına ona yardım eden iki küçük insan geldi. Sıcaklık tüm bedenini kapladı.

“ Ne yapıyor? “ diye sordu askerlerden birisi. Karşılarındaki iğrenç yaratık koca parmağıyla yavaşça burnuna dokundu.

Reis de dikkat kesilmişti. Kısılmış gözlerle yaralı orku izledi.

Koca ork ağzını açtı. “ Gump! “ diye bir haykırış havayı doldurdu. Askerler şaşkınlık ve merakla izlemeye devam etti.

Ork son bir derin nefes çekti. Ağzından kanlar gelerek “ Pıııdııır! “ diye böğürdü.

“ Bu bir büyü olmalı, “ dedi Reis. Reis’in korkunç tespiti bütün birlik arasında hemen yayıldı. Bir kısmı kalkanlarıyla Reis’in etrafını sararken diğerleri de korku ve öfkeyle yaylarını gerdiler.

“ Pis şeytan bize kara büyü yapıyor, öldürün! “

Reis’in haykırışı ile oklar havada zıvıldayarak çirkin yaratığa doğru uçtu.
Oklar iç gıdıklayıcı bir sesle orkun vücuduna saplandı. Dev beden yavaşça yere düştü. Giderek kararan gözlerini yaşlarla kapatırken Gump, iki minik dostundan öğrendiği gibi son kez dünyaya el salladı.
Başlık: Ynt: Reis'in Askerleri
Gönderen: Bars Elsa - 16 Ocak 2011, 21:19:07
Sevgili Mu,

Öykünü dün akşam okumuştum, diğer öykülerin gibi bu da çok güzeldi. Gözden kaçırdığın bir kaç klavye hatası ve eksik kelime vardı ama yine de tadında bir öyküydü. Ellerine sağlık (=
Başlık: Ynt: Reis'in Askerleri
Gönderen: Mu - 16 Ocak 2011, 22:28:08
Teşekkürler Fresh zamanın ve yorumun için. Hikayeyi bitirince şöyle bir göz attığımda zamanın çok hızlı geçtiğini, olaylar üzerine fazla yoğunlaşamadığımı düşünmüştüm bu yüzden pek güvenmiyordum öyküye. Beğenmene sevindim.  
Başlık: Ynt: Reis'in Askerleri
Gönderen: grikunduz - 22 Ocak 2011, 17:25:22
Gerçekten benim de hoşuma gitti özellikle isimler hoş olmuş. Artı olarak orklara böyle farklı bir şekilde yaklaşmak da başka bir güzel olmuş. Her zaman anlatılan kötülük dolu iğrenç yaratıklar değilde yaşayan ve hisseden yaratıklar olması başka bir tat katmış. Kısacası tebrik ederm. :)