Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Ceren Oktay

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Ynt: Lanetli Yaratığın Aşkı
« : 02 Kasım 2011, 19:03:50 »
Öncelikle ben her şeyi bir kenara atarak sizi bir konuda kutlamak isterim. Burada size yapılan eleştirilere rağmen siz yazmaya devam ediyorsunuz. Bu güzel bir şeydir. Alınganlık gösterip yazıdan vazgeçmek bir yazar için hoş olmaz.

Bir hikayenin cinsel içerikli bir sahne ile başlamasının yasa dışı olduğu nerede görülmüş? Bu tarz sahnelerle başlayan film ve senaryolar gördüm, okudum ki bunlardan bazıları ödül dahi almışlardı. Bu yazarın şahsı fikrine bağlıdır. Eğer yazar cinsel bir sahne ile oyununa / senaryosuna başlamak istiyorsa, bu onun tercihi olduğu içindir. Zevkler ve renkler tartışılmaz diyorum sadece.

İkinci konu ise şu, ben yazarın kendini övdüğü bir nokta göremedim. Bilmiyorum, gözden kaçırmış olabillrim, o bölümü biri alıntılarsa sevinirim.

Haaa, gelin gelelim yazı tarzınıza. "Yazı tarzım ile ilgili tartışılmasın" dediniz ama bence tartışılmalı ki siz hatalarınızı görerek onları düzeltebilesiniz. İlk olarak paragraf arası bir boşluk bırakırsanız, daha düzgün olur yazınız. Göze daha fazla hitap eder. İkinci olarak, virgül kullanmaktan sakınıp çok fazla nokta kullandığınızı görüyorum, ki bu da göze batabiliyor. Ayrıca bazı küçük anlatım bozuklukları ve yinelemeler var yazıda. Örnek vermek gerekirse:


Eleni dudağını büktü. Cıkladı. “Bence alamayacağız,” dedi. “Karşı takım çok güçlü. Ama alsalar da almasalar da onları hala seviyor olacağım. Çünkü, biliyorsun ki içlerinde biri var ve o benim erkek arkadaşım.”
“Bilmem mi?” dedi Mialy gülerek. “Sahi bunu şaka amaçlı söyledin değil mi? Alamayacağımızı?”


Eğer bu paragraf şöyle yazılsaydı:

Alıntı

Eleni, dudağını büküp cıkladı. "Bence alamayacağız" dedi ve ekledi "Karşı takım çok güçlü, ama alıp almamaları önemli değil. Biliyorsun ki erkek arkadaşım o takımda oynuyor."

"Bilmez miyim?" diye cevap verdi Mialy gülerek. "Gerçekten de alamazlar mı dersin?"


daha hoş olabilirdi.

Bunun dışında yan kurgulara ve olaylara önem verdiğinizi görüyorum. Bu da fazlaca kitap okuduğunuzu gösterir. Sabırla anlatıyorsunuz ve ben bütün anlatım bozuklukları ve noktalama yanlışlarına rağmen, sonuna kadar okudum. Karşınızdakine merak duygusunu verebiliyorsunuz. Bence yazıya devam edin.

Not: Türkçe'de "Bilmemmi?" diye bir kelime yoktur. "Bilmez miyim?" demeniz daha hoş olabilirdi
Merhaba.
Ben daha önce bundan sert tepkiler de gördüm yani yazmaya başladığım ilk zamanlarda ve buna rağmen yazmaya devam edip kendimi geliştirmeye çalıştım. Bu, gördüğünüz benim şu anda ulaştığım en üst noktadır.
Evet, sizin dediğiniz gibi cinsellikle başlayan filmler ve kitaplar çoktur. Aslında benim düşüncem, cinselliğe girmek değildi. Girişi hazırlarken şöyle bir düşündüm nasıl bir başlangıç yapabilirim diye ve tercihlerim arasında en iyisi bu gibi geldi.
Yazım tarzım ile tartışılmasın derken içerik –cinsellik şudur budur konularda- demek istemiştim.

O bölümü aslında kaldıracaktım. Çünkü, o bölümü sitemde beni daha önce takip eden ve  romanım hakkında bilgi sahibi olanlara hitaben yazmıştım. Kendi sitemde de yayınlamıştım bu şekilde.

Efendimmmm, öncelikle size mükemmel bir seri yazacağımı umuyorum ve ilk kitabı beğenmenizi diliyorum. Uzun zamandan beri fantastik eserlerle iç içeyim ve bastıracağım seri dışında neden bir seri daha yazmayım diye düşündüm. Düşüne düşüne mükemmel bir konu da buldum. İçinde bol bol aşk bulacaksınız daha nolsunnn  :-*

Onlar bunu beğenmişlik olarak algılamadılar, tam tersine kendime güvendiğim için kutladılar. Bu beğenmişlikse bir şey diyemeyeceğim… Belki de kendime çok hem de fazlasıyla çok güveniyorumdur.

Evet, bazen yenilemeler ve cümle kuruş bozuklukları da olabilir ama napalım her insan hata yapar.

Noktaları çok kullandığım doğrudur. Nedendir bilmiyorum.

Evet, çok kitap okuyorum. Kitaplar benim hayatım diyebilirim. Kitaplara fazlasıyla bağlıyımdır.

Ağız alışkanlığından ötürü konuşma tarzındaki gibi yazdığım sözcükler olabilir. Affola…

Uzun ve güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

2
Kurgu İskelesi / Ynt: Lanetli Yaratığın Aşkı
« : 02 Kasım 2011, 17:11:21 »
1. Bölüm

En yakın arkadaşı Eleni ile barışmıştı Mialy bugün. Eleni, Mialy’den çok daha fazla memnundu bu durumdan. Küs kaldıkları bir buçuk ay boyunca ikisinin de yüzünün güldüğü pek söylenemezdi. Birbirlerine öyle bir bağla bağlıydılar ki, küslük ikisine de yaramıyordu.
“Beni bir daha kızdırma olur mu Mialy?” dedi Eleni kıkırdayarak. Arkadaşına uzanıp sıkıca sarıldı ve boynunu sıkmayı bıraktıktan sonra yanağına bir öpücük kondurdu. O gün, tuttukları takımın basketbol maçı vardı ve heyecanla maçın başlayacağı saatin gelmesini bekliyorlardı. Bu maç, o denli önemliydi ki kazanan şampiyon olacaktı.
“Esas sen beni kızdırma,” dedi Mialy dilini çıkararak. Ardından heyecanla, “Sence bu maçı alır mıyız?” diye sordu televizyonu göstererek.
Eleni dudağını büktü. Cıkladı. “Bence alamayacağız,” dedi. “Karşı takım çok güçlü. Ama alsalar da almasalar da onları hala seviyor olacağım. Çünkü, biliyorsun ki içlerinde biri var ve o benim erkek arkadaşım.”
“Bilmem mi?” dedi Mialy gülerek. “Sahi bunu şaka amaçlı söyledin değil mi? Alamayacağımızı?”
Eleni ofladı ve koltuğa daha da yayıldı. “Elbette şaka amaçlı söyledim. Alacaklarına inanıyorum can-ı gönülden.”
“Güzel o zaman. Ben mısır patlatmaya gidiyorum. Sen de ister misin? Maçın başlamasına on dakika kaldı. O saate bırakmayalım.”
“Mısır mı?” Eleni’nin az kalsın ağzının suyu akacaktı. Mısır, en çok sevdiği abur cuburlar arasında yer alıyordu.
Eleni, sarışın bir kızdı. Beyaz tenliydi. Gözleri maviydi. Boyu bir seksenlerin-deydi. Mialy’den uzundu.
Mialy, Eleni’nin aksine buğday tenliydi. Gözleri yeşildi ve gün ışığına çıktığı zaman ela gibi oluyordu. Saçları, siyaha dönüktü. Boyu, bir altmışlarındaydı. Çok uzun olmanın iyi olduğunu düşünmediğinden dolayı boyundan gayet memnundu. Bu zamana kadar hiç sevgilisi olmamıştı. Olmasına da izin verecek gibi görünmüyordu. Hep, fantastik kitaplardaki gibi sevgililer düşlemişti ve yeryüzünde onlardan hiç bulamamıştı. Hayali olduklarına inanıyordu ve bu onu kahrediyordu.
“İstiyor musun istemiyor musun?” dedi Mialy mutfağa gitmeden önce son kez.
“İstiyorum. İstiyorum” dedi Eleni ve maç kanalını çevirdi. Mialy, çoktan mutfağa girmişti…

***

Maç çoktan başlamış ve bitmişti. Maçı almışlardı ama nasıl alabildiklerine bir türlü inanamıyordu Mialy.
“Of Mialy,” dedi Eleny ve suratını büzdü. “Saçmalama. Doğaüstü varlık diye bir şey yoktur. Hiç kimse büyü falan yapmadı.”
“Sen ne dersen de,” dedi Mialy mısır tabaklarını toplarken. “Ben buna inanıyo-rum ve inanmaya devam edeceğim.”
Eleny, tekrardan ofladı. Mialy, kaplarla birlikte mutfağa gitti ve kirli kapları yıkamaya başladı. Teni, sürekli bulaşık yıkamasına rağmen pürüzsüzdü.
Eleny, Mialy bulaşık yıkarken garip bir yaratığa dönüşmüştü ve ışıl ışıl parlıyordu. Kanatları çıkmıştı. Kanatlarının üstünde daireler vardı ve her bir daire birbirinin içinden geçmekteydi. Sanki hareket ediyorlardı. Mialy elini kanadına uzattı ve kenarını yavaşça okşadı. O kanadına dokundukça kanadı yavaşça hareket ediyor, nefes alıyormuşçasına sesler çıkarıyordu. “Az kaldı,” dedi Eleni.  “Gece olunca yani Mialy uyuyunca dışarı çıkacağız. Uçacağız. Tamam mı?”
Kanatlar kıkırdayarak, “Tamam,” dedi.
Mialy’nin geleceğini hisseden Eleni, bu garip halinden sıyrıldı ve insan formu-na döndü. Eline cep telefonunu hızla alıp kulağına götürdü. Birisiyle konuşuyormuş gibi görünüyordu.
Mialy, elindeki havlu ile salona girerken, “Kiminle konuşuyorsun?” dedi.
“Bir dakika,” dedi Eleni telefondaki kişiye ve telefonun ses çıkışını kapattı. “Bana biraz izin verebilir misin?” diye sordu Mialy’ye. Mialy, kaşlarını kaldırdı ve neden diye sorarcasına baktı Eleni’ye.
“Sana sonra anlatırım,” dedi Eleni Mialy’ye. Mialy, başını salladı ve ardından odadan dışarı çıktı…

***

Gece yarısı olup Mialy uykuya daldığında, Eleni doğruldu ve ses çıkarmamaya çalışarak terliklerini giydi. Mialy’nin uyanması tüm sırrının ortaya çıkması demek olduğundan ötürü kesinlikle ses çıkaramazdı.
Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. Kapı kolunu tutup yavaşça bastırdıktan sonra, “fenilasa apanis,” dedi. Kapıyı çekerken en ufak bir gıcırtı dahi duyulmuyordu.
Periler, büyü yapabilen yaratıklardı. Bir nevi büyücü de diyebilirdiniz. O kadar çok büyü bilir ve o kadar çok büyü geliştirirlerdi ki, bazen büyücüler bile onlarla savaşmakta zorluk çekerdi doğrusu.
Eleni’nin yaptığı büyü, yüksek sesi –kapı gıcırtısı gibi- ortadan kaldırırdı. Derin bir nefes alıp odadan çıktı ve kapıyı arkasından kapattı. Parmağını şaklatarak üstündeki kıyafetleri değiştirdikten sonra, dönüşümünü geçirdi. Salona gidip kendisini açık olan pencereden dışarı attı.
Uçuyordu. Kanatları, büyük bir heyecanla çırpmaya devam ederken nereye gidebileceğini düşündü. “En iyisi Ancı’ya uğramak,” dedi seslice. Yönünü değiştirdi ve ters yönde uçmaya başladı.

***
Eleni, Ancı’ya uğradığı sırada Mialy su içmek için uyanmıştı. Arkadaşını göremeyince bir an için telaşlandı. Kendisine kızdı. Telaşlanacak ne vardı ki? Herhalde tuvalete gitmiş falan olmalıydı.
Mialy, odadan çıkıp mutfağa girdi. Dolaptan bir bardak aldıktan sonra sürahideki suyun bir kısmını bardağa doldurdu. Bardağı dudaklarına götürdü ve bardaktaki suyu yavaşça yudumlamaya başladı.
Mialy’nin tırnaklarına sürdüğü turuncu renkteki fosforlu oje karanlıkta parlıyordu.
Nihayet suyunu içmeyi bitirdiğinde “ELeni,” diye seslendi. Bardağı tezgahın üstüne bıraktı ve mutfaktan çıkıp tuvalete doğru ilerledi. Kapıyı tıklattı. “Eleni, iyi misin?”
Ses gelmedi. Mialy, kapıyı tekrardan tıklattı ama yine ses gelmedi. Telaşlanan Mialy, hemen kapı koluna bastırdı ve kapıyı itti. İçeriye bakmaya çekiniyor olsa da kendisini zorladı ve boş alana bakmayı başarabildi. İçeride kimse yoktu.
“Nasıl ya?” dedi Mialy suratını ekşiterek. “Nereye gider bu kız?”
Tuvaletin kapısını kapatıp odasına gitmeden önce tüm odaları kontrol etti. Eleni, yoktu. Tek kalan oda uyudukları odaydı. Eğer orada yoksa… Ne yapacağını gerçekten bilemiyor ve bu ihtimali düşünmek istemiyordu.
Yatak odasına geldiğinde odanın boş olduğunu görüp dehşete düştü. Hızla çıkış kapısına doğru koştu ve kapının kilitli olup olmadığını kontrol etti. Kilitliydi.
Bu durum gerçekten çok feci bir şeydi. Fantastik yaratıklara olan inancı da onu daha da fazla dehşete sokuyordu. “Onu siz aldınız değil mi?” diye sordu kendisi dışında kimsenin olmadığı eve seslenerek. Yanıt veren olmadı. Üstüne basa basa tekrardan konuştu boş eve. “Eleni’yi çabuk serbest bırakın!”
Eğer bir başkası olsaydı Mialy’nin bu halini görüp deli olduğunu düşünürdü. Vampirler ve diğer doğaüstü varlıklarla iç içe yaşayan birileri vardı ama asla onların varlığına inanmazlardı. Tamam, belki hepsi inanmıyor değildi ama yine de inanmak saçmaydı işte.
           
***

Eleni ile Ancı’nın sohbeti, Eleni’nin kulağına gelen titreşimlerle yarım kesildi. Eleni, elektrik çarpmışçasına oturduğu boşluktan kalktı ve, “Üzgünüm, gitmem gerek. Tehlikede olabiliriz,” dedikten sonra Ancı’nın konuşmasına fırsat bırakmadan uçmaya başladı.
“Sana bir insan ile yaşaman çok tehlikeli demiştim binlerce kez,” diyerek Eleni’nin beynine seslendi Ancı.
“Umurumda değil,” dedi Eleni ve çoktan karanlığın içinde gözden kaybolmuştu.
           
***

Mialy, çaresiz bir şekilde salondaki kanepenin üstünde oturuyordu. Ondan ne istediklerini bir türlü anlayamıyordu. Neden onu kaçırdıklarına bir anlam veremi-yordu. Acaba yakışıklı bir erkek mi kaçırmıştı? Sonuçta kendisinden kat kat güzeldi. Girdiği her ortamda dikkatleri üzerine çekmeyi başarırdı. Mialy’ye gelince fos! Bir kez olsun onunla ilgilenen erkek olmamıştı.
Aslında Mialy, kendisine haksızlık ediyordu. Güzeldi. Hem de fazlasıyla güzel. Erkeklerin dikkatini çekmemesinin sebebi Eleni’nin yaptığı büyüydü. Genelde ona asılan erkekler kötü erkekler olduğundan dolayı Mialy’ye zarar gelsin istemiyordu.
Erkekler, genelde yatağa atabilecekleri yada uyuşturucu gibi zararlı maddelere alıştırabilecekleri kızlar ararlardı. Amaçlarının ne olduğunu bilen bir doğaüstü varlık da elbet en yakın arkadaşını tehlikeye atamazdı.
Eleni, odalarının olduğu kısımdan salona geldiğinde, Mialy onu görüp endişeyle çığlık attı. “Tanrı aşkına! Hangi cehennemdeydin?”
Mialy, hızla ayağa fırlayıp arkadaşının boynuna sıkıca sarıldı ve ağlamaya başladı. “Sana bir şey oldu diye o kadar çok korktum ki.”
Burnuna garip bir koku gelmişçesine geri çekildi ve Eleni’nin yüzüne baktı. “Yeni parfüm mü aldın sen?”
Kahretsin! Dedi Eleni içinden. Neden biraz daha dikkatli olmuyorum ki? Az kalsın peri kokuma daha da kapılıp baygınlık geçirecekti.   
“Sana öyle gelmiş olmalı tatlım. Çünkü parfümümü değiştirmedim.”
Bir an için Mialy’nin donmasını sağlayıp kokusunu ortadan kaldırdı. Şimdi tamamen insan gibi kokuyordu.
Mialy’yi tekrardan çözdüğünde Maily hemen ona doğru uzandı ve tekrardan kokladı.  “Haklısın. Galiba bana öyle gelmiş.” Duraksadı. “Sahi neredeydin sen? Tüm evi talan ettim ama bulamadım.”
“Uyuyordum.”
“Uyuyor muydun? Hadi canım!”
“Evet. Yorganın altına girmiştim üşüyünce.”
“Hala benim inanasım gelmiyor.  Aman neyse. Hadi gidip yatalım.”
Eleni, birden odaya gidecek olan Mialy’nin kolunu tuttu. “Bu hikayeleri okuya okuya yakında aklını kaybedeceksin. Buna bir son versen iyi olacak.”
“Hayır asla! Onları asla bırakmam ve inanmaya devam edeceğim!”
“Çok inatçısın. Biliyorsun değil mi?”
“Sen de çok güzelsin. Hadi yatalım artık uykusuzluktan öleceğim yoksa.”
“Peki, peki,” dedi Eleni uzatma dercesine. Beraber odaya gittiler ve yataklarına yatar yatmaz uykuya daldılar.
           
***

Ertesi gün, uykuya dalmış gibi rol yapan Eleni, kalkmış ve mutfağa girmişti. Kahvaltı hazırlıyordu. Mikserin sesinden dolayı uykusu bölünen Mialy, yatağından kalkıp mutfağa, Eleni’nin yanına gitti.
Eleni, Mialy’nin mutfağa girdiğini görünce, “Günaydın uykucu,” dedi. Mialy, esnedi. “Günaydın.”
Eleni, çırptığı yumurtayı tavaya akıtırken, “İyi uyuyabildin mi?” diye sordu. Mialy, sandalyeyi çekip oturduktan sonra, “Hayır,” dedi. “Gecem hep kabus doluydu.”
Eleni, bilindik, kızgın ses tonuyla, “Nedense hiç şaşırmadım,” dedi.
Mialy, sinirle ayaklarını yere vururken, “Lütfen yine başlama,” diyerek bir uyarıda bulundu.
“Bir çocuk gibi davranıyorsun Mialy.” Eleni, o sırada yumurtaya tuz dökmüş ve iyice pişmesi için tavanın kapağını kapatmıştı. Mialy’nin karşısına oturduktan sonra, “Gerçekten kendini önemsemiyor musun yoksa bunu yapmak zorunda mı hissediyorsun?” diye sordu.
“Neyi?” dedi Mialy anlamazlıktan gelerek.
“Bunu. Kendine acı çektiriyorsun o varlıklara inanarak. Aslında gerçekte olmayan şeylerin..”
“Yeter!” dedi Mialy yumruğunu masaya vururken. “Sakın, hayatıma karışmaya kalkma!”
Eleni, uzanıp Mialy’nin elini tutmak istedi. Mialy, elini hemen geri çekti. “Sakın bana dokunma!” diye bağırdı ve sandalyeyi iterek hışımla ayağa kalktı. “Benim deli olduğumu düşünüyorsun ama ben deli değilim!”
“Sana deli olduğunu söylemedim,” dedi Eleni. Mialy’yi durdurmak istedi ama Mialy Eleni’yi itti.
“Sakın peşimden gelme!” dedikten sonra arkasını döndü ve mutfaktan çıktı. Yatak odasına gidip kapıyı çarptı ve kilitledi.
Eleni, aslında Mialy’nin doğru söylediğini biliyordu ama onu bu tehlikeli dünyanın içine sokamazdı. Bunu yapmaya hakkı yoktu.

***

Aradan bir hafta geçmişti ama hiç konuşmamışlardı. Eleni, Mialy'yi kırdığının farkındaydı ama gidip ondan özür dileyemezdi.
Mialy'nin doğum gününe iki hafta kalmıştı ve Eleni, doğum günü için herhangi bir hazırlık yapmamıştı. Oysa geçen sene bir ay öncesinden hazırlığa başlamıştı. Bu küslük araya girmeseydi muhtemelen bu sene de öyle olacaktı.
Mialy, odadan çıkıp Eleni'ye hiçbir şey söylemedi. Kornequn adındaki yeni tanıştığı genç ile buluşacaktı.
Eleni, Mialy'nin tanıştığı gençten haberdardı. Aslında herşeyden haberdardı. Mialy'nin ne yaptığını, nereye gittiğini, kısacası herşeyi biliyordu.
Kornequn, serseri tipli bir gençti. Üstelik vampirdi. Mialy'nin peşine düşmesinin sebebi, Eleni'ye ulaşmaktı. Mialy, onun için bir anlam ifade etmiyordu.
Eleni, Kornequn'un eski kız arkadaşıydı. İkisi bir kaç defa yatakta bir araya gelmiş, ardından da anlaşamadıklarını bahane ederek ayrılmışlardı.
Eleni, Mialy için korkuyordu. Ya onu dönüştürürse? Ya onu kendisini yatağa attığı gibi atarsa ne yapacaktı? Buna izin vereceğine ölmeyi tercih ederdi.
Eleni, Mialy dışarı çıkmadan önce önünü kesip, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Mialy, soğuk bir bakış attıktan sonra dişlerini sıkıp, "Seni ilgilendirmez," dedi.
"Hayır," dedi Eleni. "İlgilendirir. Sana bir zarar gelsin istemiyorum."
"Ben bebek değilim ve senin korumacılığına ihtiyacım yok."
"Sana koruman olacağımı söylemedim." Eleni, kalp atışının hızlandığını hissetmişti. Vücut ısısı artıyordu. Eğer bu biraz daha artacak olursa istemsiz bir şekilde önüşüm geçirecekti. Derin derin nefes almaya başladı ve elini Mialy'nin omzuna koydu. Mialy, Eleni'nin elini omzundan çekti hışımla ve azı çıktığı kadar bağırdı.
"Sakın dokunma bana!"
"Peki, peki," dedi Eleni. "Ne halin varsa gör. Ama o p*ç, inan senin canını çok yakacak."
"Onun hakkında ne bilirsin ki sen?" dedi Mialy neredeyse tükürürcesine. Kavga git gide daha şiddetli bir hal almıştı.
"Ne mi bilirim?" dedi Eleni yüzü bembeyaz olurken. "Onun amacı seni yatağa atmak. O benim eski sevgilimdi!"
Mialy, kahkaha attı. "Öyle mi? Ciddi misin? Lütfen beni yeme nolursun."
"Artık sana söyleyecek hiç sözüm kalmadı," dedi Eleni. Neredeyse sesi hiç duyulmuyordu. Mialy'yi ittikten sonra kapıyı açtı ve çarparak evi terketti.
 
***
 
Mialy, Eleni'nin ardından evden dışarı çıktı ve buluşacakları bar olan Aıy'ye doğru ilerledi (harfleri olduğu gibi okuyun). Aıy, en kopuk insanların takıldığı, uğuşturucu bağımlılarının uğramayı bırakmadığı bir yerdi.
Mialy'nin buluşacağı genç, siyah saçlıydı. Beyaz tenliydi. Gözleri maviydi ve kirli bir sakalı vardı. Üzerinde deri mont, altında da deri pantolon hiç eksilmezdi. Hatta, sadece su ile çalışan bir motosikleti bile vardı.
Mialy, mekana girip çevresine göz attığı sırada barın önünde oturan Kornequn'u gördü. Kornequn, başını çevirip şöyle bir çevresine baktığında kendisine doğru ilerlemekte olan Eleni'yi fark etti. Mialy, önüne geçip duran insanlardan ötürü zar zor ilerliyordu.
Eleni, barın önüne geldiğinde, "Benimle gel," dedi Kornequn'a. Kornekun, sırıtarak, "Neden?" diye sordu.
Eleni, açıklama yapma gereği duymuyordu. "Ya benimle gelirsin ya da seni mahvederim. Beni anlıyor musun? Neyi kastettiğimi gayet iyi anladığını biliyorum."
Kornequn, ofladı ve, "Tamam," dedi. Barmene parayı verdikten sonra, Eleni'nin arkasından tuvalete doğru ilerlemeye başladı.
Eleni, tuvalete girdikten sonra, tuvalette bulunan kızların hepsinin zihnine girip acilen burayı terketmelerini söyledi. Kızlar, lavobodan çıkarken, kontrol dışı hareket ediyorlarmış gibi görünüyorlardı.
Tuvalet boşaldığında Eleni kapıyı kapattı ve kilitledi. Kornequn'un bedenini duvara yapıştırdıktan sonra sıcak nefesini yüzüne üfleyerek konuşmaya başladı.
"Mialy'dan uzak duracaksın. Beni anladın mı? Eğer onun kılına zarar verirsen seni öldürürüm."
"Ona zarar vermek isteyen kim?" dedi Kornequn elini Eleni'nin bedeninde gezdirirken. Dudaklarını Eleni'nin dudaklarına bastırdıktan sonra tutkuyla öpmeye başladı. Bundan sonra ne olacağını anlamak zor değildi. İkisi, kendilerini yatakta bulmuşlar ve deli gibi sevişiyorlardı...
 
***
 
Mialy, Kornequn'u barın önünde gördüğünden emindi. Hatta önündeki bardak bile durmaktaydı orada.
"Pardon," dedi Mialy barmene. "Burada oturan gencin nereye gittiğini biliyor musunuz acaba?"
Barmen başını salladı. "Yanına gelen sarışın bir kız ile birlikte tuvaletlerin bulunduğu alana doğru gitti."
Tuvalet mi? Sarışın kız denince aklına ilk gelen Eleni'ydi ama hayır. Bunun olmasına imkan yoktu. O evdeydi.
Barmen'e teşekkür edip tuvaletlere doğru ilerledi. Tuvalete girdiği zaman içerisinin boş olduğunu gördü. Erkekler tuvaletine de gidecekti ama kendisinde bu cesareti bulamadı. Öfkeyle dolup taşmış bir şekilde eve gitme kararı aldı. Eğer Eleni evde değilse bu onun için hiç iyi olmayacaktı...
 
***
 
Eve vardığı zaman salonda kitap okumakta olan Eleni'yi gördü. "Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?" diye sordu çantasını yere fırlatırken.
Eleni, a*tal gözlerle baktı Mialy'ye. "Ne yapmışım?" dedi.
Mialy, hala numara yaptığına inanamıyordu.
"Ne mi yapmışsın? Ne mi yapmışsın? Kornequn'u alıp gittiğini bilmiyorum sanki. Onu oradan alıp gittin!"
"Bak Mialy, akıl sağlığını git gide kaybediyorsun. Ben, bu zamana kadar hiç çıkmadım evden."
"Barmen öyle demiyor ama."
"Ne diyor?"
"Sarışın bir kızın onu alıp tuvalete gittiğini söylüyor."
"Peki beni tuvalette gördün mü?"
"Hayır. Ben..." Mialy, duraksadı. "Ben, senden tiksiniyorum. Sana tek söyleyebileceğim bu..."
 
***
 
Mialy'nin doğum gününden bir gün önce annesi gelmişti. Kızına sıkıca sarılıp doğum günü hediyesini verdikten sonra, "Seni ne kadar özlemişim," dedi.
"Ben de seni özlemişim annecim," dedi Mialy hediyesini açmaya çalışırken. Hediyesini açıp kutunun içinden çıkarmayı başardığında, "Tanrı'm!" diye haykırdı. "Anne bu Anbeli'nin üç ay sonra satışa sunulacak kitabı! Bunu nasıl alabildin?"
Annesi güldü. "Benim için sorun değildi. Genel yayın yönetmeni sağolsun kırmayıp verdi. İçine bir bak istersen."
Mialy, sayfayı çevirince kitabın yazarı Bay Ral Ünfli'nin imzasıyla karşı karşıya kaldı. "Aman Tanrı'm!" dedi bir kez daha. "Üstelik imzalı!"
Kitabı masanın üstüne bırakıp annesine sıkıca sarıldıktan sonra, "Çok ama çok teşekkür ederim," dedi. "İki yıldır bu kitabı bekliyordum."
"Erken okumanın keyfini çıkar ve ona çok iyi bak."
"Bakacağımdan emin olabilirsin."
Eleni, yatak odasından çıkıp salona gittiğinde Mialy'nin annesini gördü. "Hoşgeldiniz Bayan Cial," dedi.
"Hoşbulduk güzelim," diyerek yanıt verdi Bayan Cial.
Cial, Mialy'nin annesinin adının kısaltmasıydı aslında. Kendisine Cial denmesini tercih ederdi. Uzun ismi olan Cialina hoşuna gitmiyordu.
Bayan Cial, Eleni'ye daha dikkatli baktığında, aralarındaki soğukluğu seziverdi. "Bir sorun mu var?" diye sordu. Eleni, ağzını açıyordu ki, Mialy sözünü kesti. "Boşver anne. Önemli birşey değil."
"Önemli birşey değil? Emin misiniz? Küs gibi duruyorsunuz."
"Öyleyiz," dedi Eleni üstüne basarak. "Ama siz bu konuya karışmazsanız sevinirim."
"Olur mu öyle şey?" dedi Bayan Cial. "Kaç senelik arkadaşsınız. Çok ayıp."
"Of," dedi Mialy sen neden daha gitmiyorsun dercesine Eleni'ye bakarken.
"Tekrardan hoşgeldiniz," dedikten sonra Eleni, arkasına döndü ve odaya gidip kendisini kapattı...


c*nsellikle ilgili terimler olacaktır ama bu asla içeriği köreltecek türden değildir.

"Cinsellik" kelimesini sansürleyip, ilk paragrafta "dudaklarını boynundan gezdiren" karakterler kullanmak. Wat?
Bakın, kimseyle yazım tarzım hakkında tartışmak istemiyorum. Cinsellik kelimesini sansürledim çünkü bazı yerlerde bu konuda uyarı yapabiliyorlar.

3
Kurgu İskelesi / Ynt: Lanetli Yaratığın Aşkı
« : 02 Kasım 2011, 16:51:52 »
Keşke yazı ortalı yazılmasa, konusu da ergen aşkı olmasa. Aynı yaratıklar binbir çeşit cenavarlar ecayip ecayip mahlukatlar gezinse lakin edebi değeri olan bir şeyler yazılsa. İki süper güç fırlatan adamlara aşık olunması, destansı bir olaymış gibi anlatılmaya çalışılarak batırılmasa keşke.

Elin ecnebisi ufak bir yüzük parçasından harika bir destan çıkarırken, bizim Türk kızları "Edward bu bölüm mercimeği fırına verecek mi acaba lan ne dersin?" konulu şeylere özenip bir şeyler yazmak yerine, sadece aşkın ne olduğuna dair oturup bir düşünse.


Aslında ne yazacağı insana kalmış bir şeydir ve bazen aradığınız şeyi bulamaya bilirsiniz. Her daim bulacaksınız diye birşey de yoktur. Belki benim yazdığım eserde de açık açık öne serilmese de c*nsellikle ilgili terimler olacaktır ama bu asla içeriği köreltecek türden değildir.
Yorumunuz için teşekkür ederim.

Yazarların daha hikayelerini sunmadan "Mükemmel bir konu buldum, mükemmel de bir seri yazdım." gibi kendi kendine övgülerde bulunması beni direk olarak yazıdan soğutuyor, okuma şevkimi kırıyor.

Serin o kadar 'mükemmel'se zaten okuyucular da bunu fark edip söyleyeceklerdir. Ne diye daha baştan falso veriyorsun ki?

Ayrıca bir yazının sunumu da en az yazının kendisi kadar önemlidir. Bir hikayeyi, hatta bir romanı bile sadece sunumu itibariyle -kaba tabirle- satabilirsiniz. Daha 3 - 5 tane kelam edilmeden cinselliğin ön plana çıkarılması da inanın gerçek okuyucuya hikayenizi 'satmıyor'. İlerleyen bölümlerde olabilirdi tabi, buna karşı değilim ben. Ancak ilk cümle, ilk paragrafta; hayır.

Bu yüzdendir ki kendimi kullanılmaya çalışılmış gibi hissediyorum.

Kişisel yorumunuzdur. Sonuna kadar saygı duyuyorum.

4
Kurgu İskelesi / Ynt: Lanetli Yaratığın Aşkı
« : 02 Kasım 2011, 14:18:27 »
ve Fielj meğersem Edwırtmış şok şok şok...
Edward Cullen'ı severim ama malesef hikayenin onlarla alakası yoktur.

5
Kurgu İskelesi / Ynt: Lanetli Yaratığın Aşkı
« : 02 Kasım 2011, 13:56:10 »
Giriş

1556

"Hadi ama Eleni. Beni sevdiğini ikimiz de biliyoruz."
"Defol Fielj!"
"Neden bu kadar zorsun tatlım? Bu sayede ne kadar çekici göründüğünün farkında mısın?" Fielj, arkadan Eleni'yi sarıp dudaklarını boynundan gezdirmeye başlamıştı. Eleni, sert bir şekilde Fielj'in bedenini itip vücudunu duvara yapıştırdığında periye dönüşmüş ve kanatlarındaki zehirli tohumları her an fırlatmaya hazır hale gelmişti.
Fielj, öfkeden deliye dönmüştü ve her an Eleni'ye saldırabilir gibi görünüyordu. Ama bunu yapamayacağını biliyordu. Yasal olarak bir doğaüstü varlığın bir diğerini öldürmesi yasaktı ve eğer ki ona zarar verirse gün ışığında cayır cayır yanmaya mahkum edilecekti.
"İkimiz de birbirimize zarar veremeyiz Fielj. Bunu gayet iyi biliyorsun. Yalnız bana bir daha dokunmaya kalkarsan yemin ederim ölümüm pahasına seni mahvederim."
Fielj, kırmızı pelerinini savurarak kapıya doğru ilerledi ve arkasına bakmadan dışarı çıktı. Eleni odada yalnız kalmıştı.
Fielj, Eleni'nin duyamayacağı bir sesle, "Yıl 2011 olduğu zaman sen bana gelip yalvaracaksın. İşte o zaman senden canını isteyeceğim. O gün, benim zafer kazandığım gün olacak. Herkes önümde diz çökecek."

6
Kurgu İskelesi / Lanetli Yaratığın Aşkı
« : 02 Kasım 2011, 13:55:34 »

Yazar : Ceren Oktay
Sayfa Sayısı : Kısmet
Türü : Roman

Konusu : Mitsa adındaki genç bir kız, on sekiz yaşına gelene kadar hep fantastik kitaplar okumuş ve oradaki erkek karakterlere acayip bir şekilde bağlanmıştır. On sekiz yaşına gireceği doğum gününden bir gün önce, yakın arkadaşı Eleni ile gökyüzündeki ayı seyrederken, "Keşke benim de fantastik kitaplardaki gibi bir erkek arkadaşım olsa," demiş ve derin bir iç geçirmiştir.
Eleni, arkadaşının ne kadar dürüst olduğunu *yani bunu ne kadar çok istediğini* bildiğinden ötürü gülümsemiş, ertesi günuyanır uyanmaz dışarı çıkmıştır.
Eleni, Mialy isimli kentin en karanlık ve kasvetli olan ormanına girdikten sonra insan formundan sıyrılıp bir periye dönüşmüştür. "Sana istediğini vereceğim kardeşim," diye bir yemin ettikten sonra hızla uçmuş ve kandan yapılmışa benzeyen bir evin önüne gelince durmuştur. Bu evin içinde vampir topluluğu yaşamaktadır ve Eleni, onun hayalini gerçekleştirebilmek için kendisini yem olarak sunmalıdır.
Mialy, Eleni öldükten sonra onun ölümüne sebep olan Fielj ile tanışmış ve gerçekten hayalindeki erkeği bulduğuna inanmıştır. Oysa gerçek daha farklıdır.
Mialy, gerçeği öğrenip Fielj'i sevmeye devam edecek midir yoksa gerçek ebediyen saklı mı kalacaktır?

7
Kurgu İskelesi / Kehanet
« : 24 Eylül 2010, 20:24:13 »
1. Bölüm

Aslında ben böyle değildim. Zaman geçtikte değişmeye başladım. Bir tür evrim geçirmiş varlık gibi.
Linda Sia.


    Elimdeki kitabı okumayı bırakıp sağımda bulunan masaya bıraktığımda derin bir iç çektim. Konteli’nin ölmesi beni bayağı yaralamıştı. Onsuzluğa kolay kolay alışamayacaktım. Sanki o Nis’in sevgilisi değildi de benim sevgilimdi.
    Sevgili kaybetmek nasıl bir duygu hiç bilmiyorum. Daha önce binlerce kez çıkma teklifi almama rağmen hepsini reddettim. Kabul etmemi sağlayacak bir his doğmadı içimde çünkü. Ailemin geçmişindeki insanların bir tür hisse dair güçleri vardı ve bu bana da aktarılmıştı. Karşımdaki kişi iyi mi kötü mü hemen anlayabiliyordum.
    İçlerinde en yakışıklısı Natai’di. Sarışındı ve altın sarısı gözlere sahipti. İnsan gibi görünmesine karşın vampir olduğunu biliyordum. Bembeyaz teninin altında gizlenen iğrenç canavar, beni avlamasını söylediğinde reddettim hemen teklifini. Çevreme bakınıp kimsenin bizle ilgilenmediğini anlayınca fısıldayarak, “Sen vampirsin Natai. Üzgünüm ama bu olmaz. O kötü şey beni istiyor. Beni avlamanı ve öldürmeni. Benden sana tavsiye: Hemen pılını pırtını topla ve git buradan!”
    Natai, bana hırlayacak gibi olduysa da sadece tek bir dokunuşla, hislerini kontrol altına alabildim. Daha önce böyle bir şey yapabildiğimi fark etmemiştim. Nasıl olmuştu da bunu yapabilmiştim? Belki de hisleri algılayabildiğim gibi kontrol etmesini, o kişinin kişiliğini değiştirmeyi başarabiliyordum.
    Natai, arkasını dönüp gittiğinde rahatlamıştım. Kızlar ile bir çay bahçesine gidip dedikodular yaparak yaklaşık dört saat oturmuştuk sonrasındaysa.
    Şimdi bütün bunların hiç biri olamaz. Ben eskisi gibi değilim. Farklı olduğumu biliyorum ve bunu çevreme yansıtmamalı, vampir –aslında vampirin evrim geçirmiş türünün lideriyim- olduğumu belli etmemeliyim. Eğer ki bu belli olursa, eğer ki bunu anlarlarsa beni öldürmek yada melez yapmak isteyebilirler. Bu düşünce bile tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyor.
    Zilin çalması ile düşüncelerimden sıyrıldım. Kapıya doğru yürüdüm ve delikten baktım kimin olduğuna. Elinde silah tutan kişinin silahı ateşleyecek olduğunu önceden fark ettiğimden hemen eğildim ve vampirlere özel hızımla çok çabuk bahçeye çıktım. Beni vurmak isteyen kişi kapıyı kırmıştı ve arkamdan gelmişti.
    Kendimi bahçemdeki havuzun içine attığımda havuzun içine mermiler girmeye başladı. Kimsenin bilmediği, sadece benim bildiğim bir yer vardı böyle anlara özel havuzun içinde. Mermerlerin arasındaki minik düğmeye dokundum ve parkeler kayarak sağa çekilmeye başladı. Vücuduma mermilerden birisi isabet edince acıyla haykırdım. Bayağı su yutsam da ölümsüz olmam beni kurtarıyordu. Kan kaybına ise acil çözüm bulmalıydım.
    Açılan yerden hemen geçtim ve geçtiğim yerin içinde yer alan şifre paneline şifreyi girerek parkelerin geri kapanmasını sağladım. Artık tehlike olmadığını düşünmeye başlamışken o kişi yere ateş açmaya başladı. Sanki bunun beni durduracağını sağlayabilecekmiş gibi! Ah ne aptalca!
    Ağzımdan kan geldiğinde sağ elimi ağzıma götürdüm ve kanı elimin tersiyle sildim. Yürümeye başladım hızlı adımlarla. 1 kilo metre kadar yürüdükten sonra sağa dönüp yukarıya çıkmamı sağlayacak merdivenleri tırmandım ve Didi’nin evinde aldım soluğu.
    Didi bir iyileştiriciydi. Doğaüstü varlıkları iyileştirmede bir numaraydı.
    Didi, beni kanepenin üstünde bitkin bir yüzle görünce üzüntüye kapıldı. İkimizin arası oldukça iyiydi. Şimdiye kadar herhangi bir problem olmamıştı aramızda ve olmaması için dua ediyordum. Gerçi Tanrı benim dualarımı kabul eder miydi? Bu bilinmezdi ama.
    Sırtımdaki kan akan yere dokunduğunda  Didi, acıyla haykırdım. Canım çok ama çok yanıyordu. Mermiler normalde vampirlerin canını acıtmazdı ama bu mermide bambaşka bir şey vardı.
    “Yaran çok derin,” dedi başını iki yana sallayıp. “Kurşun omiriliğine yakın bir yerde duruyor. Tanrı’ya şükürler olsun ki, seni sakatlayacak şekilde omiriliğine isabet etmemiş. Şanslısın.”
    “Şanslı mı?” dedim şaşkınlıkla. Yüzüne baktım ve bakar bakmaz dürüst olduğunu anladım. Demek ki, gerçekten de şanslıydım.
    Sırtımdaki kurşunu çıkarmasını sağlayacak teknik malzemeleri getirdikten sonra üstümdeki kıyafetlerin hepsini çıkarmak zorunda kaldım. Eline aldığı adını bilmediğim bir şey ile sırtımı kesip derimi açtı. Eti de başka bir şeyle kestikten sonra, “İşte burada,” dedi rahatlıkla. Bir şey ile kurşunu tutup çekti. Sonrasındaysa bana gösterdi.
    Bu kücücük şey mi beni bu kadar rahatsız etmişti? Çok komik. Gerçekten çok komik. Bu kurşunu alıp Çalı’ya götüreceğim. İnceleyip neden yapılmış olduğunu söyleyebilir bana. İncelemesinin çok uzun süreceğini sanmıyorum.
    Didi, etimi ve derimi diktikten sonra üzerine boya kokusu gibi bir kokusu olan sıvı kole döktü. Kole, doğaüstü varlıkların yaralarını kapatırdı. Hiçbir şekilde dikiş izleri bile belli olmazdı.
    İplikler kendiliğinden sırtımdan çözüldüğünde sıçradılar ve kendilerini yere attılar. Etimi kaplayan iplikler ve çıkabilmişti. Bunun ise nasıl olduğuna dair bir fikrim yoktu.
    Ayağa kalktım ve ipleri atmak üzere olan Didi’ye endişeli bir sesle, “Şey Didi… Kokum…” dedim. Beni anladı ve iplerin üzerine üfledi. Artık iplerin üzerinde benim kokum yerine onun kokusu vardı.
    “Sana ne kadar teşekkür etsem bilemiyorum,” dedim mutlulukla. “Lütfen ne istiyorsan bana söyle.”
    “Senden bir şey istemiyorum. Irkına iyi bak. Bu yeterli.”
    “Emredersiniz komutanım,” dedim ve ikimiz kahkahalara boğulduk. Didi mutfağa gidip kendisine kahve yaptı, bana da mikrodalgada ısıtmış olduğu kanı getirdi. Konserve kanlardan nefret ederdim ama yapabilecek başka bir şeyim yoktu. Bu kanı mecburen içmeliydim. Güç kaybetmiştim.
    “Kanı galiba çok seviyorum,” diye mırıldandım. Her ne kadar insan kanı kadar tatmin edici olmasa da idare ederdi.
    “Sevmelisin,” dedi Didi. “Sizin yaşamınızın tek kaynağı kan.”
    Başımla onayladım. “Haklısın. Kan olmadan yapamıyoruz.”
    Gülümsedi.
    Eski zamanlarımı hatırlayınca buğulu gözlerle baktım Didi’ye. Ne kadar şanslıydı. Bir sıradandı ama bizim gibi zorlu bir hayatı yoktu. Üstelik hiçbir tür onu öldürmezdi. Ona çok ihtiyaçları vardı. İstediği gibi yiyor, içiyor ve giyiniyordu. Biz ise sadece kan ile besleniyor, deri kıyafetler giyiyorduk. Deri dışında her türlü şey tenimizi yakıyordu.

    “Hayırdır Linda?” demesiyle Didi’nin düşüncelerimden sıyrıldım. “Sorun nedir?”
    “Düşünüyordum da ne kadar şanslısın.”
    Gülümsedi. Dostça bir gülümsemeydi bu ama aynı zamanda anaçtı da. Annenin gülümsemesi kadar sıcacıktı.
    Oradan buradan sohbet etmeye başladığımızda zil çaldı ve Didi ayağa kalkıp kapıyı açmaya gitti. Kokuyu aldığımda hemen dışarıya doğru fırladım. Kaçmalıydım. Her neresi olursa. Yoksa ölecektim. Gelen beni vuran kişiydi …
.

8
Kurgu İskelesi / Ynt: Bir Kasaba Laneti *
« : 04 Ağustos 2010, 04:36:17 »
Okuyup okumamakta özgürsünüz....

9
Kurgu İskelesi / Ynt: Bir Kasaba Laneti *
« : 30 Temmuz 2010, 20:48:06 »
bölüm ve karakter tanıtımı eklenmiştir.

10
Tartışma Platformu / Ynt: Sizin fantastik eseriniz?
« : 30 Temmuz 2010, 17:23:33 »
Benim var bile. Lanetli bir kızın yaşam hikayesini anlattım. Lanetlendikten sonra neler olduğunu falan. Elimde bekliyor basımının yapılacağı günü.

11
Kurgu İskelesi / Ynt: Bir Kasaba Laneti *
« : 30 Temmuz 2010, 17:17:59 »
Flood için özür dilerim.

Karakterler *

Bay Diks Kong



Bayan Claire Raiw



Bay Tedd Rufus



Bay Fig



Lisa Ansen



Baş karakterlerimiz bunlar. İleride güncelleme yapılacaktır.

Lütfen emeğe saygı olarak iyi yada kötü yorumlarınızı yazınız.


12
Kurgu İskelesi / Ynt: Bir Kasaba Laneti *
« : 30 Temmuz 2010, 17:15:04 »
Teşekkür ederim yorumun için.
Küçük ayrıntılaraa önem vermem doğrusu.
O yüzden de atlar geçerim.

***

Yeni bölüm *

Diks Kong Anlatıyor (Baş Karakter)

**Özel Bölüm**

Ben Bay Diks Kong. Oldukça yaşlı birisiyimdir. Hades’in çok yakından tanıdığı ve sevdiği bir ölüyümdür.

Tanrılar Dünya’nın hükmünü ele aldıkları zaman Dünya üzerinde yer alan çok az insanlardan birisi idim. Kimseye zararım dokunmayan kendi halinde birisi olarak bilinirdim.

Annemi, babamı ve kardeşlerimi tanımıyorum ne yazık ki. Hatta, bir ailem olup olmadığından bile emin değilim. Kim bilir, belki de Tanrılar’dan birisinin görevli olarak indirdiği bir varlığımdır.

Pek çok Tanrı ile tanışmış ve içlerinde en çok Hades ile Zeus’u sevmişimdir.

Hades de Zeus'un kardeşidir. Ölülere hükmeden yeraltı tanrısıdır. Kullarının sayısını artırmak için delice uğraşan, açgözlü bir tanrıdır.
Erynyes'ler onun değerli misafirleridir. Onu ziyarete gelenlerin yeraltı dünyasını terketmeleri konusunda da oldukça isteksizdir.
Aynı zamanda, yerden çıkan değerli metaller onu bolluk çokluk ve servet tanrısı yapmıştır. Onu görünmez yapan bir miğferi vardır. Yeraltı dünyasından pek ayrılmazdı. Acımasız ve hatta korkunçtu ama sözünden dönmezdi ve kaprisli bir tanrı değildi; bilmem bu son iki özellik onu pek affedilir kılar mı Zorla kaçırdığı Persephone ile evlidir. Ölümün tanrısıdır, ama Ölüm de başlıbaşına bir tanrıdır: Thatanos.

Babası Cronos'un hükümdarlığını yıkıp yerine geçip tüm tanrıların üstün yöneticisi olan Zeus, göklerin ve yağmurun tanrısı; bulutları da o biraraya getirirdi. Onu kızdıranlara fırlattığı şimşekler silahıydı. Hera'ya evliydi ama çapkınlıkları ve güzel kadınlara zaafıyla ünlüdür. Bir kartal, keyfinin kayhası olarak hizmetindeydi. Getir-götür işleri ve sakiliğini Ganymede yapardı. Ganymede o kadar güzel bir çocuktu ki, Zeus onu Ida dağından kaçırıp Olympos'a getirerek ölümsüz yapmıştı. Zeus ayrıca, yeminlerini bozanların ve yalan söyleyenlerin cezalandırıcısıdır. Ağacı meşe, akıl hocası meşe ağaçlarının vatanı olan Dodona'dır.

Zeus ile aram iyiyken Hades ile yakınlaşmamdan dolayı yavaş yavaş bozulmaya başlamıştı. Hades’in kendini beğenmiş halleri ve Ölüm Tanrısı olması Zeus’u deliye çevirirken, onunla arkadaşlık yapmam iyice kıskançlığa girmesine sebep olmuştur. Oysa ben Zeus’a da hayrandım. Göklerin ve Yağmurun Tanrısı kaç tane vardı ki bu zamanda?

En büyük patlama bu olayın üzerinden bin yıl geçtikten sonra oldu. Zeus ile şiddetli bir kavga yaşadık ve benim ölümüme sebep oldu. O günden beri onu hiç görmedim. Şu anda içimde ona karşı çok şiddetli bir nefret taşıyorum ve öldüreceğim günü bekliyorum. Biliyorum, pek çoğunuz söylediklerime inanmıyorsunuz, hatta benim bir deli olduğumu düşünüyorsunuz. Ama ben deli değilim. O Tanrılar gerçekten var ve hala hüküm sürmekte. Özellikle de Hades’in varlığı tüm dünyada ölümü yaymış durumda. Geçmişten günümüze kadar yaşam süresi git gide kısalmaya başlamıştır ve bu zamanda insanlar en fazla yüz otuz yaşına kadar yaşayabiliyorlardır. Ne acı…

Yüzyıllar boyunca pek çok savaşa tanıklık etmişimdir. Beni en çok etkileyen savaş ise Katliamlar olmuştur. Yer yüzünde meydana gelen doğaüstü varlıklar, açlıklarına ve kan akıtma arzusuna dayanamayarak ölüme yol açmışlardır.

En belirgin katliamı ise Vampirler yapmışlardır.

Vampirler, gerçekte bilindiği gibi  ilgi çekici köpek dişlerine sahip değildirler. Acıyı az hissederler ve vücutlarında özelliklede yüzlerinde çürüğe dayalı hafif çukurluklar ve izler bulunur , göz renkleri sürekli değişim içindedir ve iki göz asla aynı renkte bulunmaz. Bu varlıklar ile karşılaşmak çok tehlikelidir ve bir Vampir ile karşı karşıya kalınırsa asla gözlerine bakılmamalıdır. Çünkü, gözleri seni etkisi altına almasının tek yoludur. Eğer bir ölümsüzseniz karşısında şansınız olur ama değilseniz ya sizi öldürür ya da dönüştürür.

Bir ölü olduğumdan dolayı, Vampirler’in bana karşı saldırısından sağ olarak çıktım. Tüm vücudumu paramparça etmelerine rağmen, Zeus’un verdiği vücudu tamamen yenileyebilme gücü benim yaşayabilmemi sağlamıştır (Bu zamana kadar var olabilmemi).

Yazarlığa, 19. Yüzyılda başladım. O zamanlarda Portekiz ve Çin İmparatorluğu çökmeye başlamış, Babür ve Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu son bulmuştur. O zamanlarda insanlar hayali şeylere inanmayı bir inanç olarak kabul etmişlerdi. Tıpkı, Tanrı’nın varlığına inanmak gibi.

Ben, diğerlerinin aksine yaşadıklarımı anlatmayı çok seviyordum. Bu zamana kadar olan olayları, Tanrılarla tanışmamı ve her şeyi yazdım. Tüm yaşam öykümü. Basımını yaptırmak istediğim zaman bu saçmalıkları! Basamayacaklarını söylediğim zaman ise o kişileri öldürdüm. Nasıl öldürdüğümü sormayın, çünkü bunu öğrenmek psikolojinizi bozabilir.
Yazdıklarımı kendim basmaya karar verdiğim zaman bunun tek başıma yapamayacağım bir şey olduğunu gördüm. Yakın arkadaşlarımdan yardım aldım ve ilk kitabımı basıverdim

En sonunda da sizin bildiğiniz gibi Portlans Kasabası’na yerleştim. Belki, bu sefer bir fark yakalarım diye. Eskisi gibi roman yazdığım zaman aynısı olmaz, ölümler olmaz düşüncesiyle. Merak ediyorum, acaba gerçekten ölümlerin olmasına sebep olacak mıyım bu romanımda?
.

13
Kurgu İskelesi / Ynt: Bir Kasaba Laneti *
« : 30 Temmuz 2010, 04:08:50 »
Bölümümüz gelmiştir arkadaşlar.

14
Kurgu İskelesi / Ynt: Bir Kasaba Laneti *
« : 29 Temmuz 2010, 18:00:32 »
Hoşgeldiniz!

Hikayenin ilk bölümü güzel olmuş. Bir ölünün hikayesini dinlemek ilginç olacak gibi, özelliklede böyle ilginç karakterlerin olduğu bir kasabada. Yalnız toplanan kalabalıktan yalnızca iki kişinin hareketlerinin anlatılması biraz şey hissi uyandırdı bende, ımmm nasıl desem, FİFA'daki iki boyutlu seyirci topluluğu gibi.(Yuh, seçtiğim benzetmeye bak) Yani biraz zombi duruşlu insanlar canlandı gözümde, bir hareket meraklı bakışlar falan sıkıştırılsaymış araya daha güzel olurdu sanki. Bu bayağı ufak bir ayrıntı gerçi, onun dışında gözüme de birşey takılmadı.

Konu ilginç gibi, devamını okumayı isterim doğrusu. Tekrar hoşgeldiniz diyor, daha aktif bulunacağınızı temenni ediyorum.
Yorumun için teşekkür ederim. Ben üçüncü sınıftan beri yazan birisiyim ve basılmayı bekleyen bir romanım var elimde. Ciddiyim. Şaka yapmıyorum.

Yeni bölüm **

İkinci Bölüm

Bay Fig'in gitmesinin ardından Tedd ile birlikle bagajımdaki valizleri çıkardık. Evim zaten döşeli olduğu için tek yapmam gereken valizimdeki eşyaları yerleştirmekti.
Tedd'e yardımına gerek olmadığını, kendim halledebileceğimi söylediğim halde yardım etmek için ısrar edince kıramadım. Valizleri bagajdan tamamen çıkarınca arabamı kilitledim ve valizler ile beraber evimin kapısının önüne doğru ilerlemeye başladık. Kapı önüne gelince elimdeki valizleri yere bıraktım ve anahtarı çıkararak kapıyı açtım. Evim bembeyaz boyanmış bir dublex idi.
Anahtarı çıkarıp cebime koyduktan sonra valizleri elime aldım tekrardan ve içeri girdik. Kapının arkasına dönüp kapıyı ayağımla ittim ve kapattım. Tedd ile beraber salona girip yukarı çıkmamızı sağlayan merdivenleri tırmandık. İki oda sonra kapısı açık olan odaya girdik ve valizleri bıraktık. Tedd’e döndüm. Gülümseyerek, “Teşekkür ederim. Seninle iyi anlaşacağa benziyoruz. Sanırım,” dedim ve valizlere baktım. Kaşlarımı çattıktan sonra ona döndüm tekrardan. “Geri kalanını ben halledebilirim. Eve gidebilirsin. Şey… Bu arada Bay Fig’e yıldızımız kolay kolay barışmayacak sanırım. Senin aran da bozulmasın onunla,” dedim derin bir iç geçirerek. Elimi omzuma koyup omzunu sıvazladım.
“Merak etme ahbap,” dedi. “Dedemin bu hallerine alışığım. O böyle davranıyor, çünkü…” dedi ve yanlış bir şey söylemişçesine sustu. Yüzü bembeyaz kesildi.
Ağzını arıyormuşçasına, “Çünkü…” dedim. Her ne söyleyecekse söylememesi gerekiyordu. Korkuyordu. Korkusu bedenini tamamen sarmıştı.
Omuzlarını silkti ve aldırış etmiyormuşçasına sırıttı. “Önemli bir şey değildi. Ben gitsem iyi olacak,“ dedikten sonra arkasına döndü ve odadan dışarı çıktı. Merdivenlerden indikten sonra kapıyı çarparak dışarı çıktı.
Söyleyeceği şey her neyse bunu öğrenmem gerekiyordu –çünkü bu benim için çok önemliydi- ancak o şekilde Bay Fig ile yıldızımızın barışmasını sağlayabilirdim. Gerçi öğreneceğim şey tam tersinin olmasına da sebep olabilirdi ama olsun.
Düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve büyük valizimi yatağımın üzerine koydum. Valizin kilitlerini açarak kapağın fermuarını açtım. Valizin içerisindeki kumaş sargılı kitapları çıkardım ve hüzünle baktım kumaşa.  Kumaşı açtığım zaman kitaplar içimin daralmasına, ruhumu kasvet basmasına sebep oldu. Her kitap yazdığım zaman yazdıklarım gerçek oluyordu.
Neden? Neden beni böyle bir şeyle sınıyorsun Tanrım?
Beni ölümsüz kıldığın yetmediği gibi insanların hayatını da mahvetmemi neden sağlıyorsun?
Lütfen, ama lütfen… Sana yalvarıyorum. Bu sefer aynısı olmasın. Bu sefer insanların hayatını mahvetmeme izin verme. Çünkü…
Kabul etmiyor musun?! Senden nefret ediyorum! Senden nefret ediyorum! Canın cehenneme! Artık benden umudunu kes. Sana inanmıyorum!
Bu kez Tanrı’yı gerçekten reddetmiştim. Çünkü, o benim bu isteğimi kabul etmiyordu. Sanki bir iblismişim gibi insanların hayatına mal olmama sebep oluyor, aynı zamanda beni daha da mahvediyordu.
İblis, Tanrı’nın yarattığı bir yaratıktı (Cin).  Kendisi Melekler’in aksine ateşten yaratılmıştı.  Hz. Adem’e secde etmeyen bu varlık ile beni kıyaslamaları çok zoruma gidiyor. Ben onun yaptığı gibi Adem’e inanmamazlık yapmıyorum, gerekirse secde de ederim. Tanrı, bunları bildiği halde bana karşı neden bu kadar acımasız? Hala anlayabilmiş değilim.
Olan olduktan sonra ne gerek bu kadar düşünmeye? Artık her şey için çok geç ve Tanrı, onun emrine girmemi istese bile girmeyeceğim. Onu reddettiksen sonra geri dönüş yapabilmek kolay değildir çünkü.
Kitaplarımın üzerindeki tozu elimle silip duvara yaslı duran kitaplığa koydum kitaplarımı. İlk yazdığım kitap benim için çok önemli ve çok değerlidir. İsmi Aphrodite*’dir. Ben o Tanrı’ya sonsuz saygı duyuyorum. Benim en çok ilgimi çeken Tanrı olmasından dolayı da onunla ilgili yazdım. Ayrıca, bu kitabımı yazdıktan sonra herhangi kötü bir şey olmadı. İnsanlara zarar da gelmedi. Neden benim için çok değerli ve önemli olduğunu anlıyorsunuz değil mi?
Aphrodite, aşkın, cinsel isteklerin ve güzelliğin tanrıçasıdır. Doğal yeteneklerinin yanında, herkesin kendini arzulamasını sağlayan büyülü bir kuşağı vardır. Doğumu hakkında iki söylenti vardır. İlki onun Zeus ve Dione'un kızı olduğunu anlatır. İkincisi, Cronos hadım edildiğinde denize atılmış olan organından damlayan kanlardan doğduğunu ve kocaman bir midye içinde Kıbrıs'ta karaya çıktığından bahseder. Hephaestus'un karısıdır. Ağacı mersin, hayvanları güvercin, kuğu ve serçedir.
Diğer yazdığım beş kitap –hepsi en az 750 sayfa, oldukça çok değil mi?- beni uğursuzluğa ve iblis olarak görülmeye iten kitaplar işte.
Her ne kadar bu kitaplardan nefret etsem bile insan emeğini atmaya kıyamıyor işte. Çünkü üzerinde düşüncelerim, hayallerim, hüznüm, sevgim ve daha fazlası var.
O kitapları da kitaplığıma koyduktan sonra valizimdeki diğer eşyalarımı çıkardım. Eşyalarımı odama tamamen yerleştirdikten sonra yorgunlukla yatağa attım kendimi. Gözlerimi kapadım ve rahata erebilmek için uyumaya çalıştım.

Ceren Oktay




15
Kurgu İskelesi / Bir Kasaba Laneti *
« : 29 Temmuz 2010, 13:59:47 »
Fantastik hikayem sizlerle  :cmn


Birinci Bölüm


Kasabaya gelir gelmez insanların meraklı bakışlarını ve heyecanlı hallerini görmek çok güzeldi. Arabamı kenara çekip park ettiğim zaman açık olan penceremi kapadım ve kapıyı açarak dışarı çıktım. Halk bana doğru ilerlemeye başlamıştı.
Mırıltılarını duyabiliyordum, her ne kadar benim duyamayacağım şekilde konuşmaya çalışsalar da. Ben bir ölüydüm ama onlar bunu bilmiyordu. Öğrenmemeleri için ise elimden geleni yapacaktım.
Kasabanın en yaşlısı Bay Fig, bastonu ile yürüyerek en öne geçmiş ve dimdik durmaya çalışıyordu. Kasabanın en yaşlısı olduğunu biliyorum, çünkü uzun zamandan beri bu kasabayı gözetliyordum.
"Hoş geldin yabancı," dedi bana içten gelen ama mesafeli bir şekilde. "Seni buraya hangi rüzgâr attı?"
Gülümsedim. Elimi uzattım ve tokalaştık.
"Küçük kasabaları severim efendim," dedim. Sonra da çevreye göz attım. Kalabalık, kasabaya girdiğimden daha da fazla olmuştu. Tekrardan yaşlı adama baktım ve kendimi tanıttım.
"Ben Diks Kong."
Kaşlarını çatarak baktı bana. Anlaşılan yabancılardan pek hoşnut olmuyordu.
“Burada yabancılar ilgiyle karşılanır fakat ben ansızın gelen yabancılardan pek hoşnut olmam. Bilirsin, yabancılar kendileriyle beraber sakladıkları sırları da getirirler,” dedi buz gibi sesiyle. Onun diğer insanlar gibi olmadığını anlamak zor değildi. Böyle mesafeli olmasının sebebini öğrenmek istiyorum ve öğrenmek için elimden geleni yapacağım. Yaşlı biri olduğu için diğer insanlardan çok yaşadığı ve edindiği tecrübelerden yabancılara güvenilmemesi gerektiğini öğrenmiş olmalıydı.
“Benim bir sırrım yok efendim,” dedim elimden geldiğince ses tonumu düz tutmaya çalışarak. Bir pürüz çıkmasını istemiyordum konuşurken. Sesimin pürüzlü olması onu bana karşı daha da şüpheli hale getirecekti. “Şey… Bir de ben yazarım,” dedikten sonra omzumda asılı olan çantanın fermuarını açıp içinden yazdığım kitaplardan birini çıkardım. Bay Fig’e uzattıktan sonra elimdeki kitaba şöyle bir baktı. Ardından elimden aldı ve arkasını çevirdi.
Biraz inceledikten sonra, “Bunu ben okuyamam. Okuma yazmam yok,” dedi ve kalabalığa döndü. “Tedd,” diye seslendi.
Kalabalığı yararak ilerleyen birisini fark ettim. En sonunda genç en öne çıkmayı başardı. Bu kadar kalabalık arasında yürümek oldukça zor olmalıydı. Yanımıza gelince“Evet dede?” dedi Tedd. Bana baktığı zaman bakışlarındaki sıcaklığı ve iyiliği hissetmiştim. Uzun boyluydu ve kahverengi saçlara sahipti. Teni Bay Fig’in aksine bembeyazdı. Benim gibi. Ama onun ölümlü olduğunu anlamak kolay oldu. Çünkü, kalbi atıyordu ve damarlarındaki kanın akışını hissedebiliyordum.
“Şu kitabın arkasını okumanı istiyorum,” derken Bay Fig, Tedd kitabı çoktan almış ve arkasını yüksek sesle okumaya başlamıştı.

Bir yabancıya asla güvenmemelisin ve tanımadığın kişilere kapını asla açmamalısın, derdi büyükannem her zaman. Cumartesi günü kapıma gelen kişiye ise kapımı açmıştım. Çünkü onu tanıyordum. O benim komşumdu. O gün, beraber bir şeyler yemiş ve koyu bir sohbete başlamıştık. Vücuduma ansızın çöken ağırlık, koltuğa yığılıp kalmama sebep olmuştu ve gözlerimi açtığım zaman evimde değildim. Önümde beliren gölgeyi fark ettiğim zaman başımı yavaşça kaldırdım ve elinde bıçak olan komşumu gördüm. O andan itibaren hayatım çok değişti.

Arka kapak yazısını okumayı bitirince beğendiğini belli eden bir ifadeyle baktı bana. “Genellikle korku romanları mı yazarsınız?” diye sordu.
Evet, dercesine başımı salladım. “Korku romanlarımı okuyucularım çok beğenir ve severek okurlar,” dedim. Kitabı bana verdiği zaman çantama geri koydum ve fermuarını çektim.
“Sizlerle tanışmak çok güzeldi,” dedim Bay Fig ve Tedd ile tekrardan tokalaşınca. Bay Fig, mesafesini hala korumaktaydı. Tedd, etkilenmiş olduğundan dolayı tanıştığım zamanki halinden daha sıcak davranıyordu.
Bu kasabayı ve insanlarını sevdim. Küçüklüğümden beri böyle bir yerde yaşamak istemiştim ve istediğim oldu. Daha ne isteyebilirim ki?
Boğazımı temizleyip, “İzniniz olursa evime yerleşmek istiyorum. Yol yorgunuyum ve dinlenmem gerekiyor,” dedim. Bay Fig, hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp uzaklaştı. Tedd ise bana yardım etmek istediğini söyledi eşyalarımı yerleştirene kadar. Böylece daha çabuk dinlenebilirmişim.

Ceren Oktay

Beğenmeniz dileğiyle  :cmn

Sayfa: [1]