Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Galaxie

Sayfa: [1] 2 3 ... 25
1
Ben okumaya başladığımda bağlantılı eserlerin tamamını okumamıştım (hala da tamamını okumadım). Hepsi baştan okunmalı diye bir şart olduğunu düşünmüyorum, bence okumak istiyorsanız başlayın. Zaten bir kısmı küçük bağlantılar. Hatta seriden sonra o kitapları okursanız da ayrı bir tadı olur. Aralara da sıkıştırabilirsiniz. Kısacası sabredemiyorsanız başlamanızda hiçbir sakınca yok bence :)

2
Baya bir geç oldu sanırım, derslerden ancak vakit bulabildim.

Kitabı Le Guin'in hayal gücüne hayran kalarak okudum. Okuduğum kısacık bir öykü kitabının üstüne bu gelince de başka kitapları da okumaya karar verdim. Ve bu kitap bitmesin istedim, hiç bitmesin ve ben hep okuyayım.

Klişeden gerçekten uzak bir kitaptı. Yani ortada bir güç var ama gücün sahibi kahraman olmaktan çok uzak. Bu gücü ne iyiye ne kötüye kullanmak gibi bir amacı, isteği yok. Kullandırtma mevzusuna ise karşı, ama öyle pasif bir karakter ki (rüyalarını kullanma konusunda pasifliğinden bahsetmiyorum, her konuda) buna karşı koyamıyor. Uğraşıyor gerçi, ama çok da peşine düştüğünü söyleyebilir miyiz? Bir avukata gidiyor o da dava açamayız deyince "Hımm tamam o zaman" moduna giriyor. Yani Haber'dan sıyrılmanın başka türlü yollarını düşünmüyor bile. Ne bileyim, sesini kaydet en basitinden. Diyaloglarını (özellikle de kitabın ilk yarısından sonraki diyaloglar) dinleyen herhangi birinin düşüneceği iki ihtimal olabilir: ya bu adam gerçekten etkili rüya görüyor ve doktoru da bunu kullanıyor. Ya da bu adam deli, ama doktoru zırdeli. Tabi bunun bir de şöyle üçüncü bir ihtimali var ki doktorun bu diyalogları terapi dahilinde yapıyor olması. Ki yine de denemeye değer. Ayrıca alanında başarılı bir başka psikiyatr durum ne, ne değil bunu anlayabilir. Ses kaydı üzerinden örnek verdim, bunun binbir başka örneği olabilir, ama bunların hiçbirini yapmıyor. Burada Le Guin'in eksik düşünmüş olduğunu veya çeliştiğini falan kesinlikle ve kesinlikle söylemeye çalışmıyorum. Asıl anlatmak istediğim şey bence Le Guin'in bana göre tam da bu noktada başarılı olması. Karakterini böyle tanıtıyor bize. Yani adamdan kurtulmanın bir sürü yolu denenebilirdi, ama adam bunları bile kuramayacak kadar pasif.

Ama burada da bir sorun var bence, neden Orr dağ evine çekildikten sonra, rüyasında Dr. Haber'la hiç tanışmamış olmayı, hiç böyle bir terapi almamış olmayı ya da tüm değişiklikleri aslında yapmamış olmayı (-Hepsi aslında rüyaymış, bir LOST) görmeyi düşünmüyor? Orr'un Haber'ın kendini bu kadar kullanmasına rağmen, kendini kullandırmamayı rüyaları yoluyla sağlamayı düşünmemesi şaşırtıcı.


Bu da bir çözüm olabilirdi mesela. Lordmuti ve TheSpell bu konuda biraz tartışmış gerçi, ama ben de kendi fikrimi söyleyeyim. Adam eğer bu gücü kullanmayı istemiyorsa şöyle iki seçeneği olabilir. a) Haber'ı hayatına hiç girmemiş şekliyle çıkarabilirdi. b) Etkili rüya görmesini engelleyebilirdi. Adam zaten etkili rüya görmek istemiyor tamam ama o dağ evinde Lelache'ın telkiniyle nasılsa görecekti. Onu göreceğine bunu görseydi mesela? Eğer değişim yapmak istemiyorsa bu yeteneğini yok etmek için yapacağı son bir değişim çok bir bedel mi? Hayır bu bedeli ödemese nasılsa ertesi gün Haber'ın muayenehanesinde yine değişim yapmayacak mı?

Biraz da Haber'a değinmek istiyorum. Koskoca bilimadamının gözü nasıl bir hırsa kesmiş ki bu yeteneği çoğaltmaya çalışıyor. Bir bilim insanı bu olaya nasıl yaklaşmalı? Adam belli ki rasyonalist ve Tanrı inancı da yok. O zaman şöyle düşünmeli. "Yahu bu genetik bir defekt. Bir mutasyon misal. Çünkü bu normal insanlarda yok. Anormal bir durum. Bu anormal durumu çoğaltmalı mıyım? Yoksa kontrol altına mı almalıyım? Ya bu bir sendromsa? Bu sendromun getirdiği başka genetik defektler olabilir. Henüz ortaya çıkmamış veya o bedende baskılanmış olabilir. Şimdi ben tüm bu riskleri bir kenara atarak bu defekti başka bedenlere yama yapmaya benzer bir yolla vermeli miyim?" Ki bunun yasal bir boyutu da olurdu muhakkak. Ama bunları göremeyecek kadar kör. Ki bu yeteneğin hiçbir yan etkisi olmadığını, etik olarak hiçbir sakınca olmadığını varsayalım. Haber hayatı boyunca belki o artırıcı makinesini koruyabilir. Ama böyle bir şey o öldükten onlarca yıl sonra bir piyasaya bile dönüşebilir. Misal: "Hayatınız kötü mü gidiyor? Neden onu değiştirmeyesiniz? Güzel bir sevgiliniz, kasanızda bir servetiniz olabilir! Etkili rüya seanslarına bizimle katılın. Hem de ilk seans bedava!" Bu tarz şeyler olsaydı o zaman dünya ne hal alırdı? Herkes kafasına göre değiştirseydi kimse bunun farkında bile olmayacaktı. Annesinin mezarına gittiğinde bir adam "acaba annem ölü müydü yoksa bir başkasının rüyası yüzünden mi bu hale geldi?" diye düşünebilirdi. Yani bu korkunç bir evrim. Bunu da göremeyecek kadar kör Haber. Bir yorumda o da hasta denilmiş. Ben de buna katılıyorum. Madem amacın daha iyi, daha güzel, daha barış dolu bir dünya; o zaman senin sahip olduğun ve gittikçe yükselen makamının, saygınlığının ve koltuğunun bunlara ne gibi bir katkısı var Habercığım?

Fazla uzattım sanırım, kitabın kurgusuna bayıldım. Hiç de sıkılmadım. Benim düşüncelerim özetle bunlar. Yalnız örneklerim fazla basit gelmiş olabilir. Affola :)

3
5. Yıl / Ynt: Kayıp Rıhtım 5. Yıl Şenlikleri Başlıyor!
« : 09 Şubat 2013, 18:41:14 »
Hem röportajlar, hem şenliğe özel yazılar; aslında yapılan her şey, her etkinlik harika olmuş (eminim ki çekiliş ve radyo yayını da öyle olacak). Birinci yıl ile beşinci yıl arasındaki farka bakarak onuncu yılda neler olacağını tahmin dahi edemiyorum. Bundan daha fazla neler olur, onu da bilemiyorum açıkçası. Yöneticisinden üyesine, şenliğe özel her şeyde emeği geçen herkesin ellerine yüreklerine sağlık. Nice beş yıllara :)

4
Vakıf Serisi / Ynt: Ben, Robot - (I, Robot)
« : 14 Ocak 2013, 18:17:38 »
Bir roman olduğunu sanarak başladığım ancak neredeyse bir öykü dizisi olduğunu okudukça farkettiğim bir kitaptı. Eğer tek kelimeyle anlatmam gerekseydi sanırım "zekice" ya da "dahiyane" gibi kelimeler kullanırdım. Bir zamanlar Bilim-Kurgu türüne önyargılı birisi olarak ne çok şey kaçırdığımı bir kez daha farketmemi sağladı bu kitap. Yasalardaki en ufak çatlağı bulup oradan sızabilen robotlar, onların psikolojisiyle uğraşan ve olmadık zor durumlarda kendini buluveren bir psikolog, ve daha birçok karakter kitapta onlarca yerde gülümsememi sağladı. Bana göre kitabın en güzel yanı da karakterlerin başarılı tanıtılmış olması. Calvin de, Mike da, Greg de Powell da, hatta robotlar bile harika tanıtılmıştı. Bazı sebeplerden dolayı çok hızlı okuyamasam da iyi ki sindire sindire okumuşum diyorum.

Bu arada bulunması zor bir kitap, sanırım forumda da bulmak isteyen ama bulamayan birkaç arkadaş vardı (hatırladığım kadarıyla). Eğer isterlerse onlara kargo ile ödünç verebilirim.

5
Rıhtım Okuma Etkinliği / Ynt: Rıhtım Okuma Etkinliği
« : 31 Aralık 2012, 22:47:58 »
Benim önerim de Asker Kaçağı olsun :)

6
Çizgi & Anime / Ynt: Bleach
« : 19 Aralık 2012, 02:11:16 »
Çok büyük konuşmayacağım ama Bleach Ichigo gibi "bug" bir karaktere sahip olduğu için hep aynı rota üzerinden ilerliyor. Ichigo dayak yer sonra güçlenir geri gelir döver. Sonra etrafta ne varsa o olur falan çok rahatsız edici bence. Tamam konu falan güzel ama o kadar geniş bir konuyu bu kadar küçük tutmak bana anlamsız geliyor. Hele bir de hep aynı olayı kullanınca..

Spoiler: Göster
Hayır adam kafayı yedirtti bana. Ne çıksa anime de aha yeni desek o aynı zamanda Ichigo oluyor adam anime de ne varsa oldu.. Sonunda Quincy'de oldu..


İşte tam olarak bu benim Bleach'i bırakma sebebim. Noktasına virgülüne kadar. O kadar kendini tekrarlıyor ki anime, normalde "başladığım şeyi bitirmeliyim" diyen insanlar bile dayanamayabiliyor. En süper en güçlü şeyle karşılaşıyoruz animede, herkes "ooo bu yenilmez" oluyor. 5 bölüm sonra Ichigo onu yeniyor, daha sonra bir yenilmez daha çıkıyor. Bir önceki hep çocuk oyuncağı kalıyor. Basitleşiyor.

7
Filmler / Ynt: The Hobbit: An Unexpected Journey
« : 17 Aralık 2012, 21:28:24 »
Yüzüğün Gollumdan ayrılışı aslına sadık kalınarak çekilmiş.
Spoiler: Göster
Ayrıca çok güzel noktalar vardı anlayabilen için. Goblin öldükten sonra Gollum yaşasa dahi Sting parıldamıyor ve her nasılsa birbirinden çok farklı görünen Bilbo ve Gollum aynı düşünce tarzını gösterircesine birbirlerinin cevaplayabileceği bilmeceler soruyor. Acaba neden? :)


Spoiler: Göster
Teşekkür ederim Hurin cevap için. Senin sorunun cevabı ise: çünkü bir zamanlar Smeagol da bir hobbitti. Gollum hobbit olduğunu unutacak kadar geçmişinden habersiz mi peki? Bilbo hobbit olduğunu söylediğinde hiçbir şey çağrıştırmadı Gollum'a. Yüzüklerin Efendisinde bu nokta vardı muhakkak ama okuyalı yıllar oldu, hatırlamıyorum.

8
Filmler / Ynt: The Hobbit: An Unexpected Journey
« : 17 Aralık 2012, 21:05:05 »
Şu başlık dışında nerede sözü geçse insanlar yerden yere vuruyordu. Ben de kararsız kalıyordum, acaba kayıp rıhtımdaki arkadaşlarıma mı güvenmeliyim yoksa gerçek sosyal ortamdaki arkadaşlarıma mı? Bunun cevabını bugün bir kez daha almış oldum, filmi çok beğendim.

"Çocuk filmi gibiydi, biz başından sonuna güldük. Sakın gitmeyin!" şeklinde yorum yapanlar çok yaşasınlar. Bu filmden zaten Yüzüklerin Efendisi tarzı bir ciddiyet beklemek yanlış. Bu Hobbit sonuçta. Eğer kitabı okumuş olsalardı film onlara gayet ciddi bile gelebilirdi. Ki burada orta dünyanın en komik en matrak iki ırkından bahsediyoruz, cüceler ve hobbitler. Tabi biraz güleceğiz. Çok da güzeldi tebessüm ettirdikleri yerler.

Sadece Hobbit kitabı olmaması da ayrıca güzel olmuş. Ben Silmarillon okumamış olduğum için o döneme ait diğer birkaç şeyi öğrenmek de hoşuma gitti.

Filmi çok beğenmemin bir sebebi de orijinal dil/Türkçe altyazılı izlemiş olmam olabilir. Özellikle öyle tercih ettim, ama vaktim olursa da hem ikinci kez izlemeyi istediğim için hem de kıyas yapabilmek için Türkçe dublajlı da izlemek istiyorum. (Misty Mountains yerine nasıl bir şey koyduklarını da gerçekten çok merak ediyorum.)

Tek kötü yanı 3D olmasıydı bence. Ben 3D filmlere bir türlü alışamıyorum. Kazara gözümden gözlük bir düşünce gözlüğün ardındaki o aydınlığı görürsem, sonra gözlük bana çok karanlık yapıyor gibi geliyor. Çok da şart değildi sanki 3D olması. Ben izlerken farketmedim bile. Benim görüşüm bu en azından...

Spoiler: Göster
Yüzüğün Gollum'u terk edişi de bana basit geldi. Yüzüzklerin Efendisinde öyle düşmemişti. Ama tabi nasıl doğrusu bilemiyorum. Bilenler aydınlatırsa çok memnun olurum ^^

9
Waow :) Şu kısacık paragafı bile çok güzel yazmışsın, öyle ki yazdığın bir şeyleri okumak için çok heveslendim :)

Ben öykülere başlarken genelde nasıl sonlanacağından haberim olmuyor. Yani belirgin bir taslağım olmuyor, böyle olunca da aklıma yeni şeyler geldikçe ekliyorum. Sonra bir bakıyorum aklıma hiç gelmeyecek bir biçimde sonlanmış. Kimileri de en baştan bir iskelet oluşturmanın daha iyi olduğunu söylüyorlar... Bilmiyorum hangisi daha iyidir ama bence bunu bir deneyebilirsin. Aklına yazacak bir şeyler geldiğinde bir iskelet oluşturmadan otur yazmaya başla. Aklına geldikçe genişlesin öykün. Sonra istemediğin noktaları çıkarır, hikayenin tümünü düzenlersin. İlk bitirişinden sonra okuduğun öyküyle, kurguda eklediğin çıkardığın şeylerden sonra okuduğun öykü arasında dağlar kadar fark da olabilir. Bırak olsun. Neyin yakışacağını düşünüyorsan ekle.

Bir de şöyle bir öneride bulunabilirim, aklına gelen şeylerden bazılarını bir başka öyküye de saklayabilirsin. Malzemeleri bölüştürebilirsin yani.

Benim önerebileceklerim bu kadar. Eğer aklına gelen tüm olasılıklar o kurguyla ilgiliyse biraz plansız yazmayı dene. Sonuçta aklına gelen şeylerden çoğunu her durumda elemek zorunda kalacaksın, çünkü planladığın sona uymayacaklar. Plansız yazsan da elemek zorundasın bazılarını. Ama en azından daha güzel bir son çıkarma şansın olabilir.

10
Radyo Kulesi / Ynt: Kuzgundan Dinlediğim
« : 04 Aralık 2012, 23:50:09 »
Son yarım saatine yetişsem de kendi adıma çok beğendim. Bilgi birikiminizden daha çok faydalanmamız için yayınlar dilerim devamlı olur  :)

11
Çizgi / Ynt: Binalar Ormanında Gördüğüm Güzel Elf Kızı
« : 29 Kasım 2012, 23:04:54 »
Ellerine sağlık öncelikle, çok çok güzel olmuş.

Yalnız bir şey sormak istiyorum, gölgeleri parmağınla ya da pamukla dağıtarak mı yaptın? Eğer öyleyse tarama daha iyi olur bence. Ben de eskiden dağıtıyordum, ama tanıştığım bir ressam bana bunun yanlış olduğunu, karakalem çalışmalarda kalemi dağıtmanın pek güzel olmadığını, tarayarak gölge oluşturmanın resmi çok daha kaliteli gösterdiğini söylemişti. Tabi seçim sanatçının, sadece profesyonel dilden öneri :)

Gördüğüm ilk çizimin ama umarım başka çizimler de görebiliriz ellerinden, çünkü bence akıldan çizilmiş bir resim için (hatta bakılarak çizilmiş bir resim olsaydı onun için bile) çok iyi.

12
Kurgu İskelesi / Ynt: Dunganga
« : 25 Kasım 2012, 00:44:07 »
Güzel yorumun için çok teşekkür ederim cemaziyel, aslında bahsettiğin şey bir eksiklik de olabilir. Bilmiyorum açıkçası :D ama beğenmene gerçekten sevindim.

13
Kurgu İskelesi / Dunganga (Son bölüm)
« : 22 Kasım 2012, 22:39:47 »
   7

   “Bundan yıllar önce bir rüya görmüştüm. Daha çocuktum, neyin korkunç olup neyin olmadığını ayırt edemediğim zamanlardı. Ya da neyin gerçek olup neyin olmadığını. Dunganga’dan çok korkuyordum. Bir açık rüya değil, bir bilinçaltı rüyasıydı.

   Rüyamda çikolatalarla kaplı bir mağaradaydı Dunganga. Onun neye benzediğini daha önce bilmiyordum, ama kafamdaki yaratık bazı kitaplardan ve resimlerden gördüğüm korkunç yaratıkların korkunç uzuvlarının birleşiminden oluşuyordu. Dunganga rüyada mağaraya kısılmıştı. Mağaranın tüm giriş çıkışları çikolatalarla kaplıydı. Bu yüzden, yani mağaradan çıkabilmek için çocukları alıp hapsedip mağarasını temizlettirmeye çalışıyordu. Çocukları kurtarmanın tek bir yolu vardı, o da canlandırma yolu…

   Uyandığımda rüya tamamlanmamıştı. Mağara temizlenmemiş, içerideki çocuk da salınmamıştı. Ama saatler içinde rüyanın etkisinden çıktım. Daha sonra da yıllar boyunca rüya aklıma bile gelmedi.

   Çok uzun yıllar sonra bu kreşte –ve başka yakın bölgelerde de- çocukların kaybolduğu geldi kulağıma. Bu kötü haberler arttıkça üzerimde anlam veremediğim bir baskı oluşuyordu. Ve sonra rüyayı tekrar gördüm. Tamamen aynı şekilde. Denk gelen ilk çocuğun ailesine ulaşıp durumu anlattığımda aldığım tepkiyi tahmin edebilirsiniz… Onları inandırmam çok güçtü, anlattıklarım kendi kulağıma bile çılgınca ve mantıksız geliyordu. Canlandırma olayından yana değillerdi ve benim bir çeşit deli gösterici olduğumu düşünüyorlardı. Üzerimde çok yoğun bir baskı vardı, ben de rüyayı tekrar görmeye çalıştım.

   Ne yazık ki bu öyle kolay bir şey değildi. Başta hiçbir bilgim yoktu, daha sonra ise araştırmalarım sonucu ‘Açık Rüya’ denilen şeye rastladım. Çok çalıştım, birçok teknik denedim ve en sonunda rüyayı tekrar görebildim, ancak hiçbir seferinde rüyayı sonlandırmaya yarayacak kadar kalamıyordum. Ben de o zaman yeni bir yol uydurmaya karar verdim. Bu kez tek kişiyle yapılabilecek bir şey olmalıydı. O an aklıma gelen ilk şeyi kullandım, gramınca çikolata çıkarma yolunu.

   Çocuğun ailesini ikna edemeyeceğimi bildiğim için mağaraya tek başıma girdim. Çikolataları aldım ve kollarımda kaybolan çocukla geri döndüm. Onu ailesine teslim ettikten sonra da ne zaman böyle bir kaybolma olsa çağırılır oldum.

   Daha sonra çok kez rüyayı tekrar görmeyi denedim, ancak sanıyorum üzerimde yeterince baskı olmadığı için göremedim. Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım, kayıpların olduğu yerlerdeki insanlara çözüm yolunu anlattım çocukları kurtarabilmek için.”

   Dakikalar birbirini kovaladıkça adamın söyledikleri daha da anlamsız geliyordu Burcu’nun kulağına. Birbirine doladığı kolları ve bacakları da vücuduna sanki bir kalkan yapmış, ne içeriye bir kelime almak istiyor, ne de dışarıya bir kelime sızdırmak istiyordu. Ama işte pervasızca kulaklarından girip beynine kadar ulaşıyorlardı ve orada inandırıcı olduklarını değerlendirmek bile imkânsızdı. İnandırıcılık kelimesi anlamını kaybedeli bayağı olmuştu. Bu kadar olaydan sonra muhakeme yeteneği de zarar görmüştü ve yapabildiği tek şey hiçbir şey söylemeden, hiç hareket etmeden oturmaktı.

   Turgut sözlerini bitirdikten ve bir süre sustuktan sonra hiç kimseden bir tepki alamayınca bitirdiğini kanıtlarcasına kollarını açtı. Kısmet saçlarıyla oynuyor ve parmaklarını çatırdatıyordu. Müdür velilerine bakıyordu; velileri de bir ona, bir Burcu’ya, bir Cevdet’e. İşçilerin bakışları birbirlerindeydi. Gözleri yere bakıyor olmasına rağmen oturduğu yerden tüm bunları görebiliyordu Burcu.

   “Sonuç olarak canlandırmayı tekrar denememiz gerekiyor, başka yolu yok.”

   “Tüm bunlar sizin yüzünüzden mi yani Turgut Bey?” dedi Kısmet fısıltı ve hırıltı arasında bir ses tonuyla.

   “Benim yüzümden? Bir bakıma öyle diyebiliriz evet ama inanın benim hatam değil. Böyle şeyler oluyor etrafınızda. Görmüyorsunuz ama oluyor. Görseniz de inanmazsınız, birçoğunuzun duyduğunuzda bana inanmadığınız gibi. Ama böyle şeyler var!”

   Yavaşça yürüyüp yerde kollarını ve bacaklarını kendine çekmiş oturan genç kadına yaklaştı. Bacaklarının üstüne çöktü ve kollarını onun omzuna doladı.

   “Burcu Hanım, çok üzgünüm. Buraya hepimiz kızınızı kurtarmaya geldik ve vazgeçmek için henüz çok erken. Denemeye devam etmeliyiz.”

   Birkaç saniye sarılmaya devam ettikten sonra gözlerinin içine baktı Burcu’nun. Birini suçlamak istese de gözlerine adamın kendisini suçlayacak bir ifade yerleştiremiyordu. Adam da bunu görmüş olacak ki gülümsedi ve elinden tutarak ayağa kaldırdı onu. Daha sonra canlandırma hakkında birkaç şey daha söyledikten sonra herkesi yaratığın tekrar peşine düşmek için ikna etti.

   Yirmi dakika sonra onu tekrar bulduklarında hala yürüyordu yaratık. Turgut bağır çağır tekrar pozisyon verdi herkese.

   “Sağ bacak biraz daha kısal! Kollar daha az hareket etmeli, daha yavaş ve kopmadan! Burcu Hanım biraz sağa!”

   Ne kadar bağırsa, ne kadar uğraşsa da yine olmadı. Yaratık gözlerinin alabildiği noktadan çıkmadan uyutamadılar onu.

   “Belki de aynı anda onu takip ederek denemeliyiz. Böylece görüş hizamızdan çıkmaz.”

   “Hayır Turgut Bey, boşuna uğraşıyoruz. Belki de siz rüyayı tekrar görmeye çalışmalısınız!”

   Gözlerini devirdi, “Hiç denemedim mi sanıyorsun Kısmet? Ben bunu defalarca denedim zaten!”

   Burcu o an bir tartışmayı daha kaldıramayacağından yine çöktü. Gözlerinden kurtulup oluk oluk akan yaşlara engel olamıyordu artık, burada kapana kısılmışlardı. Çıkamazlardı, kızını kurtarma ihtimalleri hiç yoktu. En kötüsü burada başkalarının kızları, oğulları, anneleri, babaları vardı. Ve hepsi kim bilir belki de sonsuza kadar orada kalmaya ve çikolata yemeye mahkûmlardı.

   Kısmet teselli verircesine ona sarılırken Turgut tekrar konuştu.

   “Keşke başka bir yolu olsa ama lanet olsun yok. Rüyayı tekrar görmem çok zor, çok çok düşük bir ihtimal!”

   “Ama az önce ne dediğinizi hatırlamıyor musunuz?” arkalardan gelen bu ince ses hepsinin bakışını oraya yöneltti.

   “Ne dedim?”

   Devam etti Yağmur. “‘Sadece baskı altında rüyayı görebiliyorum,’ dediniz. Şu an yeterince baskı altında değil misiniz? Hiç bu kadar çaresiz oldu mu durum?”

   Anlamıyormuş gibi baktı kıza Turgut.

   “Evet! Evet öyle dediniz Turgut Bey, belki de şimdi görebilirsiniz rüyayı!”

   “Evet, baskı altındayım ama… Bilmiyorum… Ben…”

   O an dakikalarca süren bir mırıltı başladı. Çoğu insan böyle saçma bir şeye ihtimal vermiyor, az bir kısmı ise rüyayı görmeyi denemesi için Turgut’u ikna etmeye çalışıyordu. Burcu ise yine bir köşede olup biteni izliyor, içinde yanan cılız ışığın umuda mı yoksa öfkeye mi ait olduğunu çözmeye çalışıyordu. Bunun denenmesini istiyordu ama gerçekten böylesine mantığa sığmayan bir şey gerçek olabilir miydi? Sadece rüyayı görse ve bitirse tüm bunlar sona erebilir miydi?

   “İnanın bana, bu bir zaman kaybı olabilir.”

   “Ne fark eder ki? Sürekli onu takip edip şu saçma canlandırmayı yapmak da zaman kaybı değil mi?”

   Ece ne yapıyordu acaba şimdi? Hala uyuyor muydu? Uyanmış mıydı? Korkuyor muydu, ağlıyor muydu? Yanına gitmeye karar verdi Burcu, ulaşamasa da en azından görmeliydi onu. Bu gürültü patırtıyı dinlemektense kızının nefes alıp verişini izlemeliydi. Ne de olsa sonucu önemli değildi onun için, iki ihtimalde aynı derecede kısır gibiydi.

   “Burcu Hanım nereye gidiyorsunuz?”

   “Kızımın yanına.”

   Kısa bir duraksamanın ardından devam etti Turgut. “Ama ona ulaşamazsınız. Hep beraber kalsak daha iyi olur.”

   “Öyleyse hep beraber oraya gidelim. Burada neyi bekliyoruz ki? Aah doğru… İki imkânsız ihtimalden hangisini seçeceğinizi bekliyoruz!”

   Ve hiç duraksamadan devam etti Burcu. Diğerleri de arkasından tabi.

   Kulağını tıkamaya çalıştığı tartışmalar devam ederken dakikalar sonra vardılar Ece’yi bıraktıkları yere. Pozisyonunu değiştirdiği için üstü biraz daha çikolata olmuştu ama hala uyuyordu. Ah ne kadar da güzeldi… Belki söz sahibi kişinin Burcu olması gerekiyordu, ama bu bir kez daha umurunda değildi. Ne karar verirlerse versinler gözlerini kızından bir an olsun ayırmayacaktı.

   “Peki! Peki tamam. Deneyeceğim. Umarım bu bir vakit kaybı olmaz.”

   Ona uygun bir yer buldular ve adam uzandı. Uzaktan çok komik görünüyordu. Sanki bu kadar derdin arasında kestiriyormuş, kaytarıyormuş gibiydi. Herkes sesini minimuma indirdi. Birçoğu hareketsizlikten titremeye başlamıştı tekrar. Kulisler devam ediyordu. Bir tek kişi hariç. O sadece gözlerini bir noktaya dikmiş oturuyordu.

   Dakikalar geçmişti ki anlayamadıkları bir sebepten ötürü eğildi hepsi ve midelerinde ne var ne yok çıkardılar. Ortalık birden bire iğrenç kokmaya başladı ve vücut ısıları yükseldi. Bedenlerinin kontrolünü kaybettiler ve çikolatalara amaçsızca saldırmaya başladılar. Hiç kimse ne olduğunu anlayamadı. Engel olamıyorlardı, tek yaptıkları en yakında bulabildikleri çikolata parçalarını –ki her taraf çikolata sarkıt ve dikitleri ile doluydu- midelerine indirmekti.

   Cevap Burcu’nun kafasında yavaş yavaş belirirken onaylayan hırıltıları duydu. İşte hantalca adımlar atarak yaklaşıyordu cevap onlara. Sorunu çözmeleri için onlara biraz vakit tanımıştı belli ki, ama o vakit dolmuştu ve şimdi hepsi bu lanet şeyin bir parçasıydı. Onun iğrenç mağarasını temizlemek için birer araçlardı sadece.

   Canı yanıyor ve gözlerinden yaşlar geliyordu. Vücut ısısı sürekli artıyordu. Bu ısı acaba gerçekten vücudundan mı geliyordu yoksa mağaranın havası birden ısınmaya mı başlamıştı? Bir çocuğa belki başta güzel gelebilirdi. Ama işin gerçeğini bilen Burcu’ya en başından iğrenç geliyordu. Sadece yeni çikolatalara yönelebiliyor, başka hiçbir kasını kullanamıyor, onun istemediği hiçbir hareketi yapamıyordu. Sadece yiyor yiyor ve yiyordu.

   Neden sonra aklına korkunç bir şey geldi, ya Turgut uyumamışsa? Ya o da çikolataları yemeye başladıysa? İşte o zaman hiçbir kurtuluşları kalmazdı. Mideleri iflas edene kadar, ölene kadar, hatta belki daha kötüsü ölemeden sonsuza kadar çikolataları yer dururlardı.

   Yavaşça dönerek yan taraftaki çikolatalara yöneldi Turgut’u görüş alanına alabilmek için. Bir yandan umutlanıyor, bir yandan da uyuyor olsa bile rüyayı göremeyeceği ihtimalini düşünüyordu.

   Ağzı tıka basa çikolatayla dolu olsa da bir oh çekti adamı uyuyor görünce. Hepsini kontrol alan bu tuhaf etki onda işe yaramamış gibiydi, tıpkı Ece uyuyorken onda işe yaramadığı gibi.

   Yirmi beş kişi hiç durmadan çikolataları yerken mağara gittikçe daha da fazla ısınmaya başladı. Burcu terliyordu ve diğerlerinin alınlarındaki küçük damlaları da görebiliyordu. Bunun kusmakla veya çikolata yemekle alakası olamazdı. Bir şey mağarayı ısıtıyordu.

   Onlara saatler gibi gelen bir sürenin ardından ısı inkâr edilemez bir boyut aldı ve çikolatalar yumuşadı. Yumuşayan çikolatalar damlayacak hale geldikçe Burcu’nun içindeki cılız alev gittikçe büyüyordu. Şüphesiz bunu Turgut yapıyordu, rüyaya ulaşabilmiş olmalıydı! Kahverengi madde akışkan kıvama gelip kollarının bacaklarının arasından akarken düşündü, umutsuzluktu bu umudu yaratan. En umutsuz anda en büyük baskıyı hissedip rüyayı görmüş olmalıydı Turgut, aydınlık en karanlık anı takip ediyordu her zaman olduğu gibi.

   Tüm bu duyguları berbat eden bir şey gördü o an. Ece’nin üstünde uyuduğu çikolata parçası da eriyordu. Yerinden kurtulmak üzereydi. Belki her şeyi başardıklarını düşündüğü için Ece’nin altındaki kitleyle beraber kayıp yere düşüşü ona hayal gibi geldi. Gerçek olamazdı. Kızı yere çakılmış olamazdı. Onlarla aynı seviyede yatıyordu bu kez. Acaba uyuyor muydu hala? Ölmüş müydü? Yaratığın kontrol edemediği tek organı vücudunun içinde bir yerlerde çırpınmaya başladı.

   Birkaç dakika sonra yaratığı bile şaşırtan bir şey oldu. Güneş ışığı! Arkalarda bir yerlerde eriyen çikolatalar aktığı bir oluktan güneş ışığı görünüyordu. Bu kesinlikle Turgut’un işiydi! Rüyaya ulaşmış, mağarayı ısıtmış ve çıkışı yaratık için açmıştı. Hepsinden çok yaratık afallamıştı. Hantalca arkasını döndü ve bir süre ışığı izledi. Sonra birkaç adım daha attı ve biraz daha durdu yerinde. Böyle böyle iyice yaklaşmış oldu gediğe. Onları artık kontrol etmiyordu belli ki çünkü Burcu yerinden fırlayıp kızının yanına ulaşabildi. Uyuyor olduğu için aldığı uzun soluklar genç kadının yüzüne kocaman bir gülücük olarak yerleşti. Erimiş yumuşak çikolatalar düşüşü hafifletmiş olmalıydı. Bir daha hiç bırakmayacakmış gibi sarıldı kızına. Çikolatalarla kaplı olmasına rağmen derinlerden o güzel kokusunu alabiliyordu. İşte şimdi her şey yolundaydı. Hemen hemen her şey.

   Herkes gözlerini yaratığa dikmiş ne yapacağını merak ediyordu. Yaratıksa hiçbir şeye anlam verememiş gibi gediğin önündeydi hala. Hantalca dönüp esirlerine baktı tekrar. Hantaldı evet, ama korkunç değildi.

   Tekrar önüne dönüp sırtından onu taşımayacak kadar ince iki kanat çıkardığında, o kanatları çırparak havalandığında ve gedikten uçup gittiğinde ise verdiği korkunç his de tamamen kayboldu.

   Sevinmelerine fırsat kalmadan dışarıdaki güneş akşam oluyormuşçasına parlaklığını kaybetti ve mağarayı git gide artan bir karanlığa boğdu. Öyle bir arttı ki bu karanlık, gözleri açık mı kapalı mı anlayamaz oldular. Birkaç deneme yaptıktan sonra gözlerini açtıklarında ise kendilerini kalorifer dolabının önünde buldular tekrar. Tamamı oradaydı, hiçbir eksik olmadan.

   Etrafındaki sevinç çığlıklarını, coşkulu sarılmaları hiç görmüyordu Burcu. Bebeği kucağındaydı. Tehlike geçmişti.

   Ayağa kalkıp mağaradan dönen diğer insanlara döndüğünde herkesin sesi kesildi. Hepsinin yüzü gülüyordu yine de. En çok da Turgut’un, günün kahramanının. Bu genç kadının söyleyeceği son birkaç kelimeyi bekliyorlardı. Gözlerdeki damlalar çok net seçilebiliyordu çünkü sabah olmuştu. Karanlık herkes için geride bırakılmıştı.

   “Kızım için ve benim için tehlikeye girdiğiniz ve bunca kötü şey yaşadığınız için özür diliyorum. Ve her şey için gerçekten ama gerçekten çok teşekkür ediyorum hepinize…” sözlerinin yerine gittiğini anlamak için de tüm gözlere tek tek baktı kendi gözlerinden yaşlar akarken.

   “Hahhaa! Yaptım! Başardık! Hem de tamamen bitti artık! İnanamıyorum! Şimdi hepimiz gidip pastanemde birer dilim pasta yiyebiliriz! Çikolatalı değil elbette, meyveli! Hahhaa!

   O kelimeyi duymaya bile tahammülü yoktu artık Burcu’nun. “Teşekkür ederim. Ama sanırım yatağında uyandığında elini tutup ona kâbusunun bittiğini söylemeliyim.”

   Gülümsedi ve küçük kızı kucağında, dolabı arkasında bırakarak sabaha adım attı.

Spoiler: Göster
Araya çok zaman girdiği için ve ben hikayeden soğumaya başladığım için vakit bulur bulmaz bir an önce bitirmek istedim. O yüzden bu son iki bölüm aceleye gelmiş olabilir ve bu nedenle muhtemelen birçok hatası vardır. Ama bundan sonra daha dikkatli ve daha özenli yazdığım yazılarla çıkacağım karşınıza :)

14
Kurgu İskelesi / Ynt: Dunganga
« : 17 Kasım 2012, 19:16:38 »
Spoiler: Göster
Takip edenlerden çok özür diliyorum arkadaşlar gecikme için. Ama değil yazmaya, okumaya bile fırsatım olmuyor bu ara inanın.

Bundan sonraki bölüm (son bölüm) gecikmeyecek bu kez. Bu hafta içinde onu da ekleyeceğim. Sözüm olsun :)



6

   “Ona ulaşmam lazım!”

   “Burcu Hanım lütfen durun, oraya çıkamazsınız!”
   
   Yarım saatlik buz gibi bir yürüyüşün ardından Ece’yi gördükleri yer yürüdükleri yerden çok daha yüksek tavanlı, salon gibi bir yerdi. Metrelerce yükseklikte çıkıntı yapmış bir çikolata kitlesinin üzerinde üstü başı ve ağzı çikolatayla kaplı bir şekilde uyuyordu küçük kız. Olanların farkında mıydı, yoksa hala zevkle yeme aşamasında mı uyuya kalmıştı, bilmiyordu Burcu. Ama kesin iki şey vardı, birincisi kızına ulaşmalı ve ona sımsıkı sarılıp kokusunu içine çekmeliydi. İkincisi ise kızın uyuduğu yer kesinlikle ulaşamayacakları kadar yüksekti ve oraya nasıl çıktığı konusunda hiçbir fikirleri yoktu.

   “Biliyorum, ama iyi mi değil mi bir şekilde kontrol etmeliyim!”

   “Gördüğünüz gibi uyuyor, nefes alıyor,” dedi Turgut. “Vakit kaybetmeden Dunganga’yı bulmalıyız. Sonunda nasılsa kızınıza kavuşacaksınız. Lütfen iş birliği yapalım.”

   İstemeyerek de olsa kabul etti. Elinden başka bir şey gelmiyordu zaten. Yaratık da ortalarda yoktu. Onu aramaları, bulmaları ve şu lanet oyunu yapmaları gerekiyordu.

   Burcu hiçbir şey söylemese de sessizliğinden anlamış olacak ki Turgut “O zaman şimdi yaratığı aramaya başlayalım,” diye mırıldandı. Genç kadının gözleri küçük kızın uyuduğu yere takılı halde yürümeye devam ettiler.

*****

   “Şu yaratık nasıl bir şey Turgut Bey? Böyle upuzun, iki kafası olan bir şey mi?” diye sordu Songül soğuğa yavaş yavaş alıştıkları birkaç dakikalık yürüyüşün ardından.

   “Evet Songül Hanım.”

   “Rengi gri-kahverengi gibi mi?

   “Hm hm.”

   “Kısa bacakları mı var?”
 
   “Evet, ama…” Hızla arkasına dönünce geriledi Turgut, bir el işareti yapıp herkesi arkasına aldı. İşte yaratık karşılarında duruyordu, daha doğrusu arkadan takip etmişti onları muhakkak. Üç metre boylarında, iki başlı, kolları anormal derecede uzun ve neredeyse yere değecek olmasına rağmen bacakları kısa, şapşal görünüşlü bir şeydi. Bacakları kısa olduğundan olsa gerek, çok yavaş hareket ediyordu. Şapşallığı ona sevimlilik de katıyordu aslında, ama Burcu bunu düşünüyor olduğuna bile kızdı. Kızını tutsak eden bu geri zekâlı dev sevimli filan olamazdı. Onların durduğunu fark edince yaratık da durdu. Herkesin donakaldığı kısa bir sürenin ardından fısıldayarak konuştu Burcu.

   “Turgut Bey, hadi ne yapacaksak bir an önce yapalım.”

   “Evet, şimdi duruyor olduğuna bakmayın. Biz şeklini alır almaz tekrar hareket edecek. O hareket ettikçe taklit etmemiz lazım. Yoksa durdurmamız mümkün değil.”

   Hakkında en çok şey bilen olduğundan olsa gerek, yerinden ilk kıpırdayan o oldu ve etrafındaki insanları koordine etmeye başladı. Ellerinden kollarında tutuyor, yeni yerlere yerleştiriyor, arada kafasını sallayıp pozisyonlarla tekrar tekrar oynuyordu. Bir yandan gözü sürekli yaratıktaydı hareket etmesi ihtimaline karşı. Şapşal yaratıksa sanki ne yaptıklarına anlam veremiyormuş gibi kafalarını sağa sola eğmekten başka bir şey yapmıyordu.

   Turgut tatmin olup başını salladığında yaşlı çift, şişman adam, Yağmur ve Kısmet’ten oluşan beş kişi yaratığın gövdesini, sarışın ve esmer kadın, Cevdet ve diğer genç kızdan oluşan dört kişi ikişer ikişer iki bacağını, on ikisi işçi adamlar ikisi de Songül ve oğlu olmak üzere yedişer kişi iki kolunu, Turgut ve Burcu da iki başını oluşturuyordu. Bir süre öylece yaratığın hareketsizliğini ve sessizliği beklediler. Bu arada Turgut ne olursa olsun iki boyutlu düşünmeleri gerektiği konusunda direktifler yağdırıyordu.

   Büyük bir homurtu adamın sesini kestiğinde içerinin soğuk sisine alışmış vücutları bu kez korkudan titremeye başladı. Bu “Harekete başlıyorum,” demekti belli ki. Çünkü kısa bacaklarının izin verdiği hızda tekrar yürümeye başladı yaratık.

   “Bacaklar! Hayır, öyle değil! İki boyutlu düşünün, iki boyutlu! Karşıdan geldiği için sağa sola hareket edemezsiniz! Birbirinize yaklaşıp uzaklaşarak sıklaşıp gevşemeniz gerekiyor! Havaya kalkan bacak kısalırken diğeri uzamalı! Şimdi komutumla, sağ taraf gevşeyecek, sol taraf sıklaşacak. ŞİMDİ!”

   “Kollar da sağa sola değil! Sadece çok hafif bir devinim, hafif bir hareket! Hah evet böyle!”

   Oflayıp puflayan bir avuç insan ne yapacağını bilemeden çırpınıyordu. İki başı oluşturdukları için şekli en iyi Turgut ve Burcu görüyordu. Yaratığı temsil ediyordu etmesine, ama hareketlerini temsil etmekten uzaktı bu şekil. Ve kimse suçlanamazdı, belki yaratık tam karşılarında olmasa da yan tarafı dönük olsa daha kolay olurdu. Çünkü o yürürken iki boyutlu düşünmek ve ona göre konum almak gerçekten zordu. Üstelik yaratık onlara yaklaştıkça odaklanmak daha da güçleşiyor, açık birer ağız taşıyan yüzler ve bedenler yaratığa doğru dönüyordu.

   “Dönerken birbirinizden bu kadar uzaklaşmayın, konumunuzu kaybetmeyin! Sağ bacak tamamen bozulmuş, yaratığa bakıyorken bir yandan da kendinize bakmanız lazım!”

   Bu arada Dunganga karşısındaki anlamsız gösteriyi ilgisizce izliyor ve hiç etkilenmemiş gibi görünerek onlara doğru yürümeye devam ediyordu. İnsanlar ise yaklaşan tehdide karşı hareketleri yapmakta güçlük çekiyorlardı. Mesafeyi tamamen kapattığında birkaç insan refleks olarak ellerini başlarına götürdü, ama yaratık onlara zarar vermek yerine ilgisizce yanlarından geçti.

   “Şimdi yanını görüyoruz, ona göre konum alın! En önemlisi kollar ve bacaklar! Bu kez sağa sola hareket edeceksiniz! Bacaklardaki ikişer kişi bacağın dizden kırılmalarını da canlandırmalı, dümdüz değil! Ah hayır, kopmayın o kadar!”

   Ancak böyle bir durumda sıcaklık bu kadar düşük olmasına rağmen terlenebilirdi. Hareketi canlandıramıyorlardı, yaratık hiç mi hiç etkilenmiyordu. Şekli aştığında bu kez arkası dönüktü onlara ve uzaklaşıyordu.

   “Şimdi yine ilki gibi yapıyoruz! Sağ sol yok! Kısalıp uzuyoruz!”

   Ama yirmi beş insan oldukları yerde küçük adımlarla kıpırdanırken yaratık çoktan uzaklaşmış, kıvrılan bir olukta gözden kaybolmuştu. Bir direktif almaya ihtiyaç duymadan aynı anda durdular ve hiç hareket etmeden gözlerini karşıda bir noktaya sabitlediler. Bu stabilliği bozan ise başını ellerinin arasında alıp çömelmiş Burcu’nun sesiydi.

   “Lanet olsun. Lanet olsun, LANET OLSUN! YAPAMIYORUZ!”

   “Sakin olalım. Bir kez daha deneyeceğiz.”

   Turgut bir kez daha herkesi peşine taktıktan sonra yaratığın peşine düştüler. Burcu’nun gözleri arkada bıraktıkları küçük kızını arıyordu sürekli, ama en azından az önce güvende göründüğü ve yaratıktan uzak olduğu için içi biraz da olsa rahattı.

   Yaratığı yakaladıklarında mümkün olduğunca yaklaştılar ona. Tekrar pozisyon aldılar ve Turgut direktiflere başladı. Dev bedenden çıkan homurtular ve homurtuları bastırmaya çalışan Turgut’unkinden başka ses yoktu mağarada. Bir ara iyi gibi gidiyorlardı, Dunganga yavaşlamaya başlamıştı. Ancak sonra dönüp arkasına baktı. Bedeninin dönüşünü ise canlandıramadılar ve yaratık tekrar önüne dönüp yürümeye başladı ve yine gözden kayboldu.

   “Yapamayız. Mümkün değil görmüyor musunuz, yirmi beş değil iki yüz elli kişi olsak da mümkün değil. Hareketlerini ön göremiyoruz. Tamamen canlandırmamız olanaksız. Bir başka yolu daha olmalı!”

   “Üzgünüm ama bir başka yolu yok Cevdet Bey. Bir şekilde canlandırmak zorundayız.”

   Geldiğine bin pişman olduğu yüzlerinden apaçık okunan insanlar bir bir oldukları yerde çöktüler. Turgut, Cevdet ve Kısmet tartışırken kalanların çoğu da aralarında gelmekle hata ettiklerini, söz konusu küçük bir kız olsa bile yöntemi duyduklarında ne kadar saçma olduğunu anlamaları gerektiğini konuşup duruyorlardı. Burcu ise karmakarışık bir sürü şey yaşıyordu. Bu kadar insanı saçma bir yola inandırarak getirmiş ve onların da burada hapsine sebep olmuştu. Yine de insanların pişmanlıklarını görmek içini vicdan azabından bin kat daha fazla acıtıyordu. Yöntemleri de işe yaramıyordu. Bu da hem orada kalacakları hem de kızını kurtaramayacakları anlamına geliyordu. Bir yandan Turgut’un başka yol olmadığına dair konuşmasını duyarken tek tek baktığı yüzlerin hepsinde kendisi dışında yönlendirileceği her yeri tercih eden kaçamak bakışlar ve kararsız, ümitsiz ifadeler vardı. Biri hariç. Yağmur, genç yaşlarındaki kız çok daha kararlı bakıyor ve bakışlarını kaçırmıyordu. İfadesi de okunamıyordu; gülmüyor, ağlamıyor, hiçbir mimiğini kullanmıyordu. Kızının bu yaşlarını hiç görebilecek miydi acaba? O da böyle kararlı ve güçlü olacak mıydı? Hayatını bir başkası için riske attığında ve başarısız olduğunda bile bu kadar kendinden emin olabilecek miydi?

   Birbirlerinden gözlerini ayırmadan durdukları o birkaç saniyede içine bir şeylerin dolduğunu hissetti ve gözlerini kırparak bağı kestikten sonra kalkıp Turgut’un üstüne yürüdü.

   “İşe yarayacağını söylemiştin! Kurtarabiliriz demiştin! Ne kadar saçma olduğunu görmüyor musun? Onu canlandıramayız!”

   “Ne kadar saçma olduğunu görebiliyorum! Ama bildiğim tek yol bu! Kızınızı kurtarmak için buradayım ve elimden bu kadarı geliyor. Yeniden ve yeniden denemekten başka yapılabilecek bir şey yok!”

   “Şu insanların hepsi de aynı amaç için burada. Onları buraya ben getirdim anlıyor musun? Hepsinin burada kalmasına göz yumamam! Yönteminin imkânsız olduğu apaçık. O yüzden ben gidip yaratıkla konuşacağım. Onu ikna etmeye çalışacağım.”

   Turgut bir süre gözlerini kısarak inanamıyormuşçasına baktı ve sesini alçaltıp cevap verdi. “Onunla konuşamazsınız. O konuşamaz, anlamaz. Anlıyor olsa bile kabul etmez, tepki vermez!”

   “Ne biliyorsun ki? Başka çarem yok gidip konuşacağım.”

   “Anlamıyor musunuz? Böyle bir yol yok! Tek yol elimizdekiler! KONUŞUP İKNA ETMEK DİYE BİR YOL YOK!”

   “NEREDEN BİLİYORSUN! YOLLARI SEN Mİ BELİRLEDİN!”

   “EVET!”

   Öylece karşısındaki adama baktı Burcu. Ne olup bittiğini, bu sözlerin ne anlama geldiğini kavrayamadı. Ne demek istiyordu bu adam? Gözlerini kaçırdı ve devam etti.

   “Yolları ben belirledim, çünkü bu benim rüyam. Benim kâbusum.”

   “Turgut Bey siz ne saç…” Kısmet’in konuşmasına izin vermeyen adam devam etti.

   “Benim kâbusum evet. Hem de onlarca yıl önce gördüğüm bir kâbus. Bu yüzden biliyorum. Bu yüzden problem çıktığında hep oradaydım. Çok saçma geliyor kulağa ama öyle. Devam ediyor çünkü tamamlanmadı. Tamamlamak için çok uğraştım ama tamamlayamadım.”
 
   Burcu onun gözlerinden bakıyordu sanki. Turgut’la gözlerinden ona dikilmiş yirmi dört çift göze ayrı ayrı baktı. Sonra belirli bir çiftte takılı kaldı. O iki gözde birçok şey vardı. İnanamazlık, şaşkınlık, kaybetme korkusu, saf korkunun ta kendisi. O gözler saatler içinde yıllarca yaşlanmıştı. O gözler kendi gözleriydi.

   Turgut bakışları sabit halde devam etti.

   “Çok üzgünüm. Ama canlandırmaya çalışmalıyız. Kâbus tamamlanmadığı sürece başka bir çıkış yolu yok.”

15
Duyurular / Ynt: 31. İstanbul Kitap Fuarı 2012
« : 07 Kasım 2012, 00:18:45 »
İhsan Abi'nin imza gününü kaçırmamak için ikinci Cumartesi olarak değiştirdim ben de gelme tarihimi.

Sayfa: [1] 2 3 ... 25