Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Loren_Summers

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Umarım bir gün olur. Desteğe ihtiyacım var tabii ki. Teşekkür ederim. ^^*

2
Düşler Limanı / Ynt: Parçalanmak
« : 10 Eylül 2010, 18:39:27 »
Teşekkür ederim. =))

3
Düşler Limanı / Ynt: Parçalanmak
« : 10 Eylül 2010, 18:13:39 »
Spoiler: Göster
Evet ama piyon çok nazik bir kelime olurdu Eric'in babası onları taş olarak görüyor daha çok. Piyondan daha kaba bi kelime kullanmak istemiştim. =))

4
Düşler Limanı / Parçalanmak
« : 10 Eylül 2010, 15:49:37 »
Parçalanmak

İnsanlar birbirlerini tanıdıklarına inanırlar. Konuştukları, vakit geçirdikleri insanları çözdükleri düşünürler. İki kardeş birbirini çok iyi tanıyordur, bir kadın eşin tamamen anlıyordur, iki sevgili birbirlerinin adımlarını bile tahmin edebiliyordur… Tüm bunlar insanların acınası varsayımlarıdır aslında. Kapılar kapandığında herkes değişir ve dışarıdaki o farklı insan orada kalır. Kendilerindeki değişiklikleri fark ederler ama kibirleri diğerlerinin de değiştiği gerçeğini gizler. Kimse kimseyi tanımıyordur aslında…

“Ağabey! Ağabey!”
Küçük bir kız kocaman bir bahçede çıkış kapısının önünde duran genç çocuğa doğru koşuyordu.
“Nereye gidiyorsun? Bugünü bana ayırmıştın hani?”
Kahverengi kocaman gözleriyle ağabeyine bakan kız kaşlarını çatıp, dudaklarını büzerek ciddi görünmeye çalışıyordu ama çok sevimli duruyordu. Ellerini beline koyup ağabeyinden ikna edici bir açıklama beklemeye başladı. Genç çocuk mahcup bir gülümsemeyle kızın rüzgarla uçuşan saçlarını okşadı.
“Lena, ilk işimi aldığımı biliyorsun. Kendimi kanıtlamak için ilk fırsatım.”
Lena gözlerini ağabeyinden kaçırarak bahçenin iki kenarında uzanan kırmızı güllere çevirdi, ellerini arkasında birleştirmiş, başını hafifçe öne eğmiş, hüzünlü bir ifadeyle sallanıyordu.
“Dikkatli ol olur mu?”
Eric tekrar kardeşine gülümsedi, giydiği siyah takım ona ciddiyet katarken yüzündeki gülümseme bunu kırıyordu. Kardeşini kendine çekip sıkıca sarıldığında Lena ceketin altındaki silahın soğuk parıltısıyla ürperdi. Hızla ağabeyinden ayrılarak olabildiğince neşeli bir tavırla gülümsedi.
“Sen yokken ben de çalışmalarıma devam edeceğim ve ilerde seni koruyacağım!”
Eric ona göz kırpan kardeşinin bu sözüyle oldukça şaşırmıştı, mavi gözlerini kendisine ışıl ışıl bakan kardeşinden alamadı. Kızı tekrar kendine çekerek sıkıca sarıldı.
“Lena senin böyle şeyler söylemene gerek yok. Kardeşleri korumak ağabeylerinin işidir. Seni ben koruyacağım.”
Eric Lena’yı bahçedeki kırmızı güllere emanet ederek ağır adımlarla evi terk etti. Anneleri onları çaresizce evin penceresinden izlerken, Lena ağabeyinin arkasından bakakalmıştı.

“Bu biraz acımasızca olmadı mı Richard?”
Kadın pencerenin önünde yumruklarını sıkmış, kendini yatıştırmaya çalışırken sorusunun cevabını bekliyordu. Arkasında duran büyük bir masanın önündeki kocaman koltukta, sırtı kadına dönük şekilde, oturan adam sesini çıkartmayınca kadın sarı saçlarını savurarak masanın önüne doğru yürüdü.
“Sana söylüyorum! Onu daha aldığı ilk işte bu kadar zorlamak?”
Adam sinirler bakışlarını gözleri dolu dolu olmuş kadına çevirdi. Yas tutarmışçasına giydiği siyah, uzun elbisesi, sarı parlak saçlarıyla tezat oluşturuyordu. Kadın kararlı mavi gözleriyle adama bakarken, yanakları sinirle kızarmıştı. Adam derin bir nefes alarak gayet sakin bir şekilde karısının sorusunu cevapladı:
“Bu işte kolay ya da zor yoktur. Eric gerekli eğitimi aldı ve herhangi bir işi almaya hazır, ne kadar başarılı olduğunu göreceğiz.”
Adamın sakin cevabının arkasındaki otoriter baskı kadını bir iki adım geri itmişti. Adamın karşısında ağlamamak için yumruk yaptığı ellerini öyle sıkıyordu ki tırnakları derisini yırtıp kanatmaya başlamıştı.
“Tanrı aşkına o senin oğlun!” diye tısladı kadın.
“Bu da benim işim.” Diye karşılık verdi adam, artık kadına bakmıyordu, önündeki dosyalara yoğunlaşmıştı. Kadın konuşmanın burada bittiğini anlamıştı ama yine de inanmak istemiyordu. Mavi gözlerine hapsetmeye çabaladığı gözyaşları yavaşça yanaklarından süzüldü, sıktığı yumruklarını gevşetip kanın usulca akmasına izin verdi, teslim olmuştu.
“Lena’yı bulaştırma en azından.” Diye fısıldadı. “Senden tek ricam bu.”
Adam soğuk kahverengi gözlerini bunalmış bir şekilde dosyalarından kaldırıp kadının çaresiz, yenik mavi gözlerine kenetledi:
“Sekiz sene sonra Lena da hazır olacak ve ilk işini alacak. Eric ve Lena benim için çalışacaklar ve müşterilerimin isteği üzerine ölene kadar adam öldürmeye devam edecekler”
Adam küçük açıklamasını bitirdikten sonra kadının anladığından emin olmak istercesine bir süre ona baktı. Kadın çaresizce dizlerinin üzerine çöktü, bu laflar onun için çok fazlaydı. O sessizce ağlarken adam da sanki kadın orada değilmişçesine işine geri döndü.

Eric bir ay sonra eve döndüğünde onu kapıda Lena karşıladı. Ağabeyini kağıda gördüğünde ondaki değişikliği bir anda sezemeyecek kadar heyecanlıydı. Neredeyse uçarcasına koşarak ağabeyine sarıldı ve o an fark etti. Evde çıkarken genç bir çocuk olan Eric şimdi genç bir adam olmuştu ve bu adam kesinlikle Lena’nın eski ağabeyi değildi. Lena’ya sarıldığında verdiği his bile değişmişti. Yüzündeki tebessümü zorla yerinde tutmaya çalışan Lena ağabeyine daha da sıkı sarıldı.
“Zor muydu?” diye  sordu usulca. Genç adam sırtında duran ellerin gerildiğini hissetti.
“İlki öyleydi.”
Eric duraksadığında Lena ağabeyinin değiştiğini tamamen kabullenmek zorunda kaldı, gözünden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatmaya başlamıştı.
“Eğer birinin hayatını sonlandırıyorsan bir bedel ödemelisin” dedi Eric. Sesi sanki çok uzaklardan geliyordu. “O bedel de senin ruhun oluyor, her kişide biraz daha parçalanıp yok olduğunu hissediyorsun ama en büyük parça ilk günahında alınıyor”
Ellerini kızın yanaklarına götürüp gözlerini kardeşininkilerle birleştirdi.
“Yapma bunu Lena, ben senin için de ruhumu parçalamaya hazırım.”
Lena hüzünlü bakışlarını ondan beklenmeyecek bir olgunlukta bir gülümsemeyle kapatmaya çalışarak ağabeyinin yanaklarında duran soğuk ellerini tuttu.
“Bu işte birlikteyiz, zamanı gelince yanında dimdik duracağım ve sana destek olacağım. Ruhunu korumak için de elimden geleni yapacağım”
Eric küçük kardeşinin bu sözleriyle şaşırmıştı, mavi gözleri heyecanla açılmış ve bir anda büyüyen kardeşinin bu değişimine şahit olmuştu. Eric Lena’nın babasına ne kadar benzediğini düşündü. Sadece fiziksel olarak değil, ruhen de babasına benziyordu. Kararlı ve kesindi, kendisi gibi değildi. Kardeşine bir kez daha sıkı sıkı sarılırken mavi gözlerinde karanlıklar oluşmuştu. Aklındaki tek şey kardeşinin de abası gibi acımasız olup olmayacağıydı. Buna izin veremezdi, ne olursa olsun onu koruyacaktı.

Hızla geçen beş yılda annesinin çaresiz bakışları altında Eric görevler almaya devam etti. Her birinden başarılı bir şekilde döndüğünde biraz daha sessiz ve içine kapanık oluyordu. İşine çok değer veren babası ise bir kere bile hala hayatta olduğu için her hangi bir rahatlama belirtisi göstermiyordu. Hatta oğlunun yaşamını pek umursadığı söylenemezdi, o sadece işlerin düzgün yürümesini istiyordu. Eric ruhunda oluşan koca boşluklarda kaybolurken Lena ağabeyine destek olabilmek için her gün daha çok çabalıyordu. Yaptıkları işin hiçbir doğru yanı yoktu ama en iyi şekilde yapmak istiyordu. Bu sürede babasının görevlendirdiği eğitmenler de genç kızın beynini yıkamaya başlamışlardı bile. Önemli olan işti, zaten gerekli bedeli de ödeyecekti yavaş yavaş parçalanıp yok olacaktı ve Lena buna hazırdı. Beşinci yılın sonlarına yaklaşırken Erin aldığı son görevden dönmüştü, her zamanki gibi onu kapıda biricik kardeşi Lena karşıladı ama bu seferki farklıydı. Genç kız pespembe, etekleri kabarık bir elbise giymişti ve elinde de çikolatalı bir pasta tutuyordu. Işıl ışıl kahverengi gözleriyle ağabeyine bakarken insanı ısıtan gülümsemesi ile;
“Sürpriz!” dedi.
Kapıda şaşkınlıkla dona kalan Eric, Lena’yı da kendi şaşkınlığına ortak edecek şekilde bir kahkaha patlattı. Lena yüzünde öylece donan gülümsemesi ve kocaman açılan kahverengi gözleriyle Eric’e bakakalmıştı. Ağabeyini biraz neşelendirmek istemişti ama kahkaha atması? Bu kesinlikle beklenmedik bir şeydi. Lena Eric’i de alıp içeri geçti ve pastayı kestiler.
“Tanrım pembe elbisen, dalgalı saçların ve şu makyajın… Oyuncak bebeklere benzemişsin, ayrıca çok güzel olmuşsun Lena.”
Eric neşeyle pastasını yerken kardeşinin ne kadar büyüdüğünü fark etmişti. Lena ağabeyinin neşesine katılmış gülerken ir yandan da ondaki bu değişikliğin sebebini öğrenmek istiyordu. İlk kez doğum günü kutlamıyorlardı ve sebep kesinlikle Lena’nın pembe kabarık elbisesi olmazdı.
“Ne çabuk büyüdün ve değiştin.” dedi Eric.
“Sen de ne kadar çabuk değiştin, bir buçuk ayda falan…”
Eric kardeşinin bu tepkisine gülümseyerek yanıt verdi;
“O kadar belli oluyor mu gerçekten?”
Lena şaşkınlıkla hafifçe açılmış ağzı ve kısılmış gözleriyle ağabeyine bakmayı sürdürdü. Eric kızın bu haline de bir kahkaha patlattı.
“Şu eş yılda ilk kez yaşadığımı hissediyorum Lena. Ruhumdaki boşlukları zihnimde geriye ittim.”
Lena konuşmanın gittiği yönü anlamış ve hiç hoşlanmamıştı.
“Yoksa sen?”dedi fısıltıyla, “aşık mı oldun?”
Eric bu soruya sadece gülümseyerek yanıt verdi. Lena bu işi hiç sevmemişti, aşkın Eric’e sağlayacağı tek şeyin acı olacağına inanıyordu. Böyle bir iş yaparken birine aşık olmak, sorumluluklarını arttırmak demekti. Artık sadece kendisi değil karşı taraf da tehlike altındaydı ve ağabeyinin üzerindeki baskı çığ gibi büyümüş olmalıydı. Yine de Lena onu uzun zamandır böyle neşeli görmemişti ve içinde bir yerlerde bir kıskançlık dalgası onu zihninden vurdu. Şu geçen zamanda onca yaptığı şeye rağmen kendisinin değil de başka bir kadının onu böylesine mutlu etmiş olmasını yediremiyordu. Lena düşüncelerini savuşturarak hemen yüzüne inandırıcı bir gülümseme yerleştirip ağabeyinin ellerini sıkıca tuttu.
“Senin adına sevindim ağabey”
Eric mutlulukla küçük kız kardeşinin saçlarını okşadı, sanki zamanda geri gitmişler ve o eski mutlu günlerine o gün için geri dönmüşlerdi.

Eric’in doğum gününü takip eden üç yılda Lena o günün geçirdikleri en uzun zaman olduğunu anladı. Eric’in artık iki hayatı vardı ve o koşuşturmaca da eve sadece yeni görevler almak için uğruyor, Lena ise ağabeyini zar zor görüyordu. Lena babalarının bunu anlayıp engel olacağını düşünmüştü ama geçen üç yılda adam hiçbir şey anlamamış gibiydi. Zaten onun için önemli olan tek şey işlerin düzgün gitmesiydi ve Eric de bunu becerebiliyordu. Anneleri ise değiştiremediği kocasına boyun eğmiş ve evde kendi dünyasını oluşturmuştu. Lena onun yavaş yavaş delirdiğini hissediyordu çünkü kadın her zaman mutluymuş gibi gülümsüyor ve neşeli neşeli konuşuyordu ama her gece boğulduğu hıçkırıkları Lena duyabiliyordu. Lena tüm bu olanlar yüzünden babasını suçluyordu, kendi çocuklarını öyle bir şeye dahil ettiği için o suçlu olmalıydı. Ailesini işi için bir araç olarak gören bi insan nasıl olabilirdi? İçinde nasıl hiç sevgi barındırmadan yaşayabilirdi? Lena arada babasının çalışmalarını kontrol etmeye geldiğinde görüyordu, adam ilerlemesine bakıyor ve tek kelime etmeden gidiyordu. Lena ağabeyinin yokluğunda en az onu kadar zorlandığını düşünmeye başlamıştı, sekiz yıl hiç de kolay geçmemişti onun için, özellikle de son üç yıl… Ağabeyi onu resmen terk etmişti ama Lena onu geri alacaktı, eskisi gibi birlikte mutlu olacaklardı. Eğer bir kez başarılı olursa hep ağabeyiyle olabilir ve onun ruhunu kendi ruhundan vazgeçerek doldurabilirdi. Lena’nın sevgiye olan bu açlığının altında babasından hiç göremediği ilgi yatıyordu aslında. O nefret ettiği adam ona bir kez bile gülümseyip sarılmamıştı. Şimdi ağabeyi kendini seven birini bulmuştu ve Lena’yı karanlıkta terk etmişti, buna katlanamazdı, yapamazdı. Onu dünyada seven tek kişinin ona sırtını dönmüş olmasını kabullenemezdi. Lena kendini bu şekilde hazırladı ilk görevine, en az babası kadar bu işi ciddiye alıyordu ve ödeyeceği bedeli hiç umursamıyordu. Ruhu elbet parçalanacaktı ama o ağabeyi kadar kırılgan değildi, babası gibi acımasızdı artık. Kırmızı güllerin arasında koşuşturup oynayan o çocuk gitmişti.

Babası ilk işi için onu odasına çağırdığında heyecandan titriyordu. Baba dediği bu adamla ilk kez birebir konuşacaktı. Odaya çıktığında annesi yüzünde sahte olduğu çok belli olan bir gülümseme ve donuk bakışlarla karşıladı onu. Çok gergin olan Lena elinde kapalı bir dosya tutan babasının karşısında güçlü durmaya çalışıyordu. Babası tek kelime etmeden ona dosyayı uzattığında annesi kızın arkasına geçmiş omuzlarından sıkı sıkı tutuyordu. Kadının kaskatı olan elleri sanki ona bu işe bulaşmamasını söylüyordu ama Lena onca sene böyle hazırlanmışken, ağabeyini geri kazanacakken, korkaklı edecek değildi. Lena dosyanın kapağını açıp ilk görevine şöyle bir akarken babası da otoriter sesiyle konuşmaya başladı.
“Sekiz yıldır senin çalışmalarını izliyordum ve ne kadar sıkı çalıştığını gördüm.”
Lena duyduklarına inanamıyordu, adamın sesinde hiç duygu yoktu ama sekiz yıldır onu sürekli takip ettiğini söylüyordu.
“Bu yüzden ilk görevinde buna uygun olacak şekilde verildi. Ağabeyine giderken belli bir süre vermemiştim ama sana vereceğim.”
Kız titreyen ellerini durdurmaya çalışıyordu ama bu çabaları sonuçsuz kalmıştı. Gözlerini dosyadan ayırıp babasına bakamıyordu bile.
“Bu gece öldüreceksin.”
Lena’nın kahverengi gözleri yaşadığı şokla bir anda açıldı ve hızla kafasını kaldırıp babasına baktı. Sadece dosyadaki bilgilerle, bu gece görevi aşarıyla tamamlanması istenmişti. Babası gerçekten ona çok mu güveniyordu, yoksa onu öldürmeye mi çalışıyordu? Lena dosyayı kapatıp kararlı bakışlarıyla babasına baktı.
“Emredersiniz.”
Annesinin omuzlarını tutan elleri daha da kasılmıştı ve artık canını yakıyordu. Kadından bakışlarıyla kendisini bırakmasını istediğinde annesinin yüzündeki sahte gülümseme kaybolmuş yerini hüzünlü bir surata ve dolu dolu olmuş, sessiz çığlıklar atan mavi gözlere bırakmıştı. Lena omzunda gevşeyen elleri hissedince nazikçe onlardan kurtulup yavaşça odayı terk etti. Kapıyı kapatır kapatmaz hızla hazırlanıp evden koşarak ayrıldı. Evin dış kapısını kaparken ağabeyinin onu ilk görevinde uğurlamasını isterdi ama döndüğünde onun evde olacağını hayal etti. Ağabeyi sevgili kardeşini ilk görevi dönüşünde yüzünde bir gülümsemeyle karşılayacaktı, emindi. Koşarak hedefinin bulunduğu şirkete gitti. Dosyayı şöyle bir okumuştu, hedefi oldukça gençti ve şirket yönetimini ölen babasından devralmıştı. Ağabeyinin her zaman aldığı görevlere benziyordu. Hazırlanan dosyada hedefinin akşam sekiz gibi şirketi terk ettiğini öğrendi. Ev adresi ve iş adresini karşılaştırdığında oldukça yakın olduklarını gördü, pek bir sosyal yaşamı da yoktu. İşten eve yürüdüğü bile raporda yazılıydı. Lena babasının bu sebeple görevi bu gece bitirmesini istediğini düşündü, ona çok güvendiğinden değil çok detaylı bir rapora sahip olduğundandı. Lena şirkete girmeyi göze alamadığından, eve gidip orda beklemeye karar verdi. Çabucak saatine baktığında saat yedi buçuğu gösteriyordu, eğer koşarsa sekizden bile daha erken bir saatte evde olabilirdi ve bu onun için yeterliydi. Gerçekten de tam tahmin ettiği gibi oldu, her şey çok kolay ilerliyordu ve aslında biraz sinirleri bozulmuştu. Kız olduğu için ona resmen acınmış ve kolay bir görev verilmişti, babasının süslü laflarının sadece bir oyundan ibaret olduğunu anladı. Görevi garanti altına almak istemişti. Lena evin müstakil olduğunu gördüğünde bu daha da işine geldi, hava kararmış, sokak da ıssızlaşmıştı. Lena ustalıkla evin kapısını açtı ve uzun bir hole çıktı, kapıyı usulca kapatıp gerileyerek hedefinin gelmesini beklemeye başladı. Kapıyı açar açmaz onu öldürecekti. Saat sekiz buçuk olduğunda henüz gelen giden olmamıştı, Lena kendisini bir panik dalgasının sarmaya başladığını hissetti. Ya bu gece eve gelmezse? O zaman başarısız olurdu ve… O sıradan biri evin kapısının kilidine anahtarını soktu ve usulca çevirip açtı, zifiri karanlık hole açılan kapıdan içeri giren kişi hemen kapının yanında duran lambayla holü aydınlattığında Lena silahını nişan almıştı ama ateş edememişti.
“Ağabey?”
Lena kapıda gördüğü görüntüyle donup kalmıştı. Kapıyı açan kişi ağabeyinden başkası değildi ve hedefi de tam onun arkasından duruyordu. Eric şaşkınlıkla kıza bakarken hemen arkasındaki kapıyı kapattı.
“Lena?”
Kız silahını hala hedefine doğrultmuştu ama gözleri ikisinin de üzerindeydi. Ağabeyi kızın hedefi olan kadının elini tutuyordu.
“Seni burada göreceğimi bilmiyordum. Ben… İlk görevimi aldım.”
Kadın korkuyla Eric’in koluna sıkıca sarıldı. Eric hiç beklemediği bir anda kardeşiyle karşıya kalmışken evlerinde ise anne ve babaları karşı karşıyaydılar.

“Kendi isteklerine göre insanları öldüremezsin Richard!”
Adam kadının karşısında dimdik duruyor ve kadını rahat tavırlarıyla çileden çıkartıyordu.
“O kadın Eric için tehlikeliydi, işini riske atıyordu. Ona koca bir üç yıl verdim bunu anlayıp ondan kurtulması için. Eric bunu yapamadığı için şimdi bu işi Lena yapacak”
Kadın inanamaz gözlerle kocasına baktı, şimdilerde tiksindiği bu adama nasıl aşık olduğunu hatırlayamıyordu bile. Kimdi bu adam? Evlendiği adam olmadığı kesindi.
“İki kardeşi nasıl bir duruma soktuğunun farkında mısın?”
Adam kadının başını şişirmesinden bıkmıştı ve bu konuşmanın sonunun gelmeyeceği belliydi.
“Benim kararlarımı sorgulamak sana düşmez! Ama seni bir konu da uyarmak isterim. Bu gece iki çocuğundan birini belki de ikisini de kaybedeceksin. Çünkü geri döndüklerinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
Kadın tiksinti dolu bakışlarıyla adamın ne kadar alçalabileceğini düşünürken odayı terk etti. Eli kolu bağlıydı ve hiçbir şey yapamayacağını biliyordu ama bu işe seyirci de kalamazdı. Sadece Lena’nın bu işten vazgeçeceğini umarak ağabeyinde derin yaralar açmamasını diledi ama Lena çoktan silahını hedefine doğrultmuş, kararlı bakışlarıyla ağabeyini süzüyordu.

Eric babasının hazırladığı oyunda sadece bir taş olduğunu fark etti.
“Lena ne yapıyorsun?”
Lena’nın elleri titremiyordu bile, hafifçe gülümsedi;
“İlk görevimi. Yanımda olacağını tahmin etmemiştim.”
Eric kardeşinin soğuk ve duygusuz sesiyle sarsıldı. Sanki karşısında babası duruyordu.
“Yanında değil karşındayım Lena.” Dedi olabildiğinde ama Lena’nın soğuk bakışları içini ürpertiyordu.
“Yapma bunu. Seni engellemek zorunda bırakma beni.”
Eric elleri titreye titreye kendi silahını çıkartıp Lena’ya doğrulttuğunda Lena’nın dudakları şaşkınlıkla aralandı. Bu kadını kardeşinden daha çok seviyordu demek… Eric gerçekten de onu bu kadın için vurabilir miydi? Lena öfkeyle dudaklarını ısırdı. Eric’in artık ona hiç ihtiyacı yoktu, ruhunu dolduran birini bulmuş ve kardeşini kolayca unutabilmişti ama Lena’nın ona ihtiyacı vardı. Lena Eric’in arkasına saklanmış olan kadının tam alnına nişan alırken Eric işin kötü yöne gittiğini fark etti. Onca yıl karanlığın içinde kaybolmuş gezerken bir anda ışığı bulmuştu ve şimdi karanlıpa dönmek istemiyordu, bu kardeşi bile olsa olmazdı. Lena ısırarak kanattığı dudaklarını aralayıp;
“Birlikte mutlu olacağız.” Dedi. Eric gözlerini sıkıca yumduğunda bir anlık patlama evin içinde yankılandı.

Richard silah sesiyle irkilerek ağır adımlarla odasını terk ettiğinde, salonda karısını yerde yatarken buldu. Sarı saçları kanla lekelenmiş, mavi gözleri donmuş ve tavana kilitlenmişti. Richard kayıtsızca karısına baktı, bu gece değil belki ama bir gün bunun olacağını biliyordu. Karısına uygun bir mezar yapmaları için adamlarını görevlendirirken Eric ve Lena’yı düşündü sadece. Başlattığı bu savaşta elbet birileri kazanacaktı ama bu kendisi mi yoksa Eric mi olacaktı bir türlü emin olamıyordu.

Eric sıkı sıkı gözlerini yumup silahını ateşlemişti. Elleri kaskatıydı ve gözlerini açmaya korkuyordu ama bir düşme sesi duydu ve ayaklarına sertçe bir şey çarptığında her şeyin bittiğini anladı. Lena’nın ne kadar iyi bir nişancı olduğunu biliyordu. Gözlerini açtığında kardeşinin kork ve hayal kırıklığıyla açılmış kahverengi gözleriyle karşı karşıya kaldı. Lena silah tuttuğu elini indirmişti ve duvara yaslanmıştı, diğer eliyle de karnını tutmuş ona bakıyordu.
“Ağabey…” diye fısıldayıp duvarda yavaşça kayarak dizlerinin üzerine çöktüğünde Eric onu vurduğunu ancak anlayabilmişti. Midesi bulanıyor, başı dönüyordu. Bir anda, yeniden, karanlığın ortasında kalmıştı ve biricik kardeşini elleriyle vurmuştu. Zar zor hareket ederek kardeşinin yanına gelip yere çöktü. İnsanlar silah sesini duymuş olabilirlerdi ama aldırmadı. Lena’ya baktığında kızın acı dolu yüzü bir tokat gibi suratına çarpmıştı. Hızla kan kaybediyordu ama artık umursuyor gibi görünmüyordu, zor zor hareket ederek kanamayı durdurmaya çalışmaktan vazgeçmişti. Elini ağabeyinin yanağına koyup kırmızıya boyayarak alnını onun alnına dayadı.
“Kardeşlerini koruma ağabeylerinin işidir.”dedi.
Eric kalbinde derin bir acı hissetti, hayatındaki ışık aslında Lena’dan başkası değildi, içinde son kalan o paramparça ruhu Lena’nın gülümsemesinden başka bir şey değildi.
“Ödeyeceğim bedelin seni sonsuza kadar kaybetmek olacağını bilseydim yapmazdım Eric” dedi son bir çabayla. Eli Eric’in yanağından yavaşça kaydı, başı geriye düşerken Eric onu son bir kez tutup sıkıca sarıldı. Kardeşini yavaşça soğuk zemine bırakırken evi terk etti. Birkaç camdan meraklı bakışlar sokağı tarıyordu, Eric aldırmadan yavaş yavaş yürümeye başladı. Rüzgar gözyaşlarını silerken o yumruklarını sıkmış eve doğru gidiyordu. Babasının onu beklediğine emindi ve sıra onun ödemesi gereken bedele gelmişti.

Loren Summers 09/09/2010

5
Düşler Limanı / Ynt: Eylül’ün Hüznü
« : 01 Eylül 2010, 09:44:02 »
Teşekkür ederim. =)) Sebastian aslında her an insanın karşısına çıkabilecek bir karakter, hikayemde de gizli başroldü. Tamamen diyemem ama biraz sembolik olabilir evet. Kendini hep sakladı, renk vermemeye belli etmemeye çalıştı Evaya bazı şeyleri ama kendine yenik düştüğü bir an oldu. İlk geldiğinde Sebastian çok profesyonel davranıyordu ama tabii Eva'nın şirinlikleri de biraz Sebastianda farklılaşmalara sebep oldu sanırım.
Gerçekten uzun bir ara oldu, bir şekilde kapamaya çalışacağım bu arayı. =))

6
Düşler Limanı / Ynt: Eylül’ün Hüznü
« : 25 Ağustos 2010, 20:17:54 »
Teşekkür ederim, önce başına ufak bir yazı koymayı düşündüm hikaye başlamadan okuyucuyu hazırlamak için ama sonra hikayeyi bozar diye korktum. Yazı yazmayalı biraz oldu bu yüzden beğenilmesine çok sevindim. =))

7
Düşler Limanı / Eylül’ün Hüznü
« : 25 Ağustos 2010, 16:58:10 »
Eylül’ün Hüznü

Soğuk rüzgarların, sararan yaprakların ve kırılan kalplerin habercisi Eylül’ün henüz sahneye çıkma vakti gelmemişti ama o sabırla yerinde beklerken küçük bir meltem koskoca bir evin camından girerek şöyle bir dolaştı. Saçları rüzgarla savrulan bir kız usulca fısıldadı;
“İyi olacaksın… baba”
Sarı kahkülleriyle dolu dolu olmuş gözlerini saklarken, elleriyle de yatakta yatan babasının elini sıkı sıkı tutuyordu.
“Beni böyle bırakamazsın, bırakmazsın biliyorum”
Zoraki bir gülümseme yerleştirirken yüzüne, gözünden bir damla yaş süzüldü. Yataktaki adam rahatsızca kımıldandı ve elini kızının ellerinde kurtararak kızın yüzünü ıslatan sıcak göz yaşından acele etmeden kurtuldu. Zar zor konuşuyordu ama yine de kızının sözlerine karşılık verdi;
“Güçlü ol Eva, ağlama. Fazla zamanım kalmadı farkındayım ama gitmeden önce seni koruması için birini bırakacağım merak etme”
Eva şaşkınlıkla ve korkuyla kafasını kaldırdı, o ana kadar sakladığı koyu mavi gözleri ortaya çıkmıştı. Babasından başka güvenebileceği kimse yoktu bu yüzden hemen itiraz etti;
“Hayır. Hayır! Kimseyi istemiyorum, gitmeni istemiyorum, ben—“
Adam elini kaldırarak onu susturdu;
“Sen kocaman bir kız oldun ama ben gittikten sonra karşılaşacağın tehlikenin henüz farkında değilsin. Sahip olduğum her şeyin tanında şirket de senin olacak ve amcan onu senden almak için ne gerekiyorsa yapacaktır.”
Eva yumruklarını sıkmıştı, bu dünyada en çok nefret ettiği insan amcasıydı ama aynı zamanda en çok da ondan korkuyordu. Tam amcasına karşı asla kaybetmeyeceğini söyleyecekken odanın kapısı hafifçe çaldı:
“Efendim misafiriniz geldi, buraya alalım mı?”
Adam başıyla onayladı, hizmetçi kız bir anlığına geri çekildi ve içeri başka bir adam girdi. Simsiyah bir takım elbisesi ve ciddi görünüşüyle kapıda durup selam verdi.
“Tam zamanında! Eva yeni koruman, yardımcın ve öğretmeninle tanış.”
Eva şaşkınlıkla açılmış gözleriyle adama bakıyordu. Simsiyah saçları ve yemyeşil gözlerini taşıyan yüzü oldukça gençti.
“Sen ciddisin! Baba buna –“
“Eva ,lütfen…”
Kız tekrar yumruklarını sıktı ve oturduğu yerden hızla kalkıp kapıya yöneldi;
“Sen! Beni takip et.”

Çıktığı odanın kapısı her zaman bildiği o tanıdık hole değil başka bir dünyaya açılıyordu artık ama Eva henüz bunu fark edememişti. Hızlı adımlarla bahçeye çıktı, temiz hava ve insanı ısıtan güneşin altında bahçede ilerlerken belli etmemeye çalışarak bir anda hayatına giren bu yabancının onu takip edip etmediğini kontrol ediyordu. Rengarenk çiçeklerin arasından geçerek tam ortada duran çardağa ilerledi. Sinirle oturup adama da oturmasını işaret etti, yabancı saygıyla eğilip oturdu. Eva’nın kuşkulu mavi gözleri henüz hiç konuşmamış olan bu genç adamı daha yakından inceliyordu. Oldukça ciddi bir görüntüsü vardı ama aynı zamanda hoştu da. Eva geriye yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu;
“Bir ismin var mı?”
“Siz bana nasıl seslenmek isterseniz benim ismim o olur.”
Eva şaşkınlıkla adama baktı, böyle bir karşılık beklemiyordu ama bozuntuya da vermedi sinirle gülümseyerek;
“Sebastian’a ne dersin?” diye sordu.
“Biraz klişeleri seven bir insansınız sanırım”
İkinci kez şaşkınlıkla gözlerini açtı Eva, göğsünde kavuşturduğu kollarını iki yana indirmiş, yumruklarını sıkmıştı. Karşısındaki adam ise oldukça rahat görünüyordu.
“Biraz küstahsın galiba, Sebastian?”
Adam ayağa kalkıp hafifçe eğildi;
“Kötü bir imada bulunmak istememiştim efendim, özür dilerim”
Kendisini üçüncü kez şaşırtan bu adama Eva nasıl bir karşılık vereceğini bilemedi. Ne yamaya çalışıyordu? Onu bir yandan sinir ederken bir yandan da güvenini mi kazanmaya çalışıyordu? O gün ve onu izleyen iki gün hızla geçti, bu arada Sebastian Eva’nın yanından bir saniye bile ayrılmadı, tıpkı bir gölge gibi onu takip ediyor herhangi bir ihtiyacı olduğunda hemen yanına koşup hallediyordu. Eva ilk başlarda bunu sinir bozucu bulsa da çok çabuk alıştığını hissediyordu. Her arkasını döndüğünde Sebastian’ı orada görerek kendisini güvende hissediyordu. Üçüncü gün çardakta oturmuş çayını içerken bahçe kapısının açıldığını duydu, kapıya doğru döndüğünde ise içeri giren iki adamı gördü. Bir anda taş kesilen Eva titreyen ellerle çayını yavaşça masaya koydu.
“Sebastian…” diye fısıldayarak ayağa kalktı ve eve doğru yürüyen adamlara doğru koşmaya başladı. Altın sarısı saçları rüzgarla süzülürken, kaşları çatık, koyu mavi gözlerindeki karanlıkla adamlar eve girmeden yetişmeye çalışıyordu.
“AMCAA!!!”
İki adam da irkilerek durdu. Biri ince uzun ve oldukça zayıf bir adamdı, yüzünde alaycı bir ifade ile kıza bakıyordu. Diğer adam ise oldukça güçlü gözüken uzun, ifadesiz bir adamdı. Eva nefes nefese kalmış orta yaşlı zayıf adamın alaycı yüzüne bakıyordu.
“Nereye gittiğini sanıyorsun?”
Adam sahte şaşkınlığıyla kıza baktı, çok basit bir şeyi aptal bir çocuğa açıklıyormuş gibi;
“Ağabeyimi görmeye geldim” dedi. “Duyduğuma göre fazla vakti kalmamış, eh haliyle konuşmamız gereken şeyler var”
Eva sinirle saçlarını savurarak işaret parmağıyla da bahçe kapısını gösterdi;
“Babamın ne ölmeye ne de seni görmeye niyeti var. Varlığınla evimizi kirletme. Git buradan, çabuk!!”
Adamın kahverengi gözleri sinirle kısılmıştı, böyle terbiyesizce ve düşüncesizce yapılmış bir davranışı affedemezdi. Hızla elini kaldırdı;
“Seni küçük!!”
Eva korkuyla gözlerini kapadı, yüzüne inecek olan o sert tokadı bekliyordu ki amcasının acı dolu iniltisini duydu. Hafifçe gözlerini açtığında Sebastian yanı başında durmuş gelecek olan tokadı havada yakalayıp engellemişti. Eva gözlerindeki hayranlığı ve minneti gizlemeden
“Sebastian…” diye fısıldadı, ilk kez ondan bu kadar etkilenmişti. Amcasının arkasındaki adam huzursuzca kıpırdanırken, o kolunu sinirle çekip kurtardı ve kısa bir kahkaha attı.
“Demek böyle oynayacaksın ha?” Arkasını dönüp hızla evi terk etti. Amcası bahçe kapısından çıkıp giderken Eva donmuş gözlerle onu izledi. Dizleri titriyordu, hareket etmeye korkuyordu ki Sebastian’ın sesiyle irkildi:
“Çayınız soğuyor efendim”
Nasıl böyle sakin olabiliyordu? Amcasının arkasındaki adam istese onu oracıkta öldürebilirdi ama o hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Eva ona doğru dönüp mavi gözlerinin onun yeşil gözleriyle buluşturdu:
“Ben… Teşekkür ederim Sebastian. Orada beni koruduğun için”
“Bu benim görevim efendim, isterseniz çayı unutun ve yukarı çıkıp biraz dinlenin, sarsılmış görünüyorsunuz”
Sebastian o an Eva’yı daha da şaşırtacak bir şey yaptı, robot gibi davranan bu soğuk adam ilk kez belli belirsiz bir gülümsemeyle bakıyordu Eva’nın yüzüne. Eva içinde bir şeylerin ters gittiğini fark etti o anda. O belli belirsiz gülümseme saniyeler içinde zihnine kazınmıştı. Aşıyla Sebastian’ın sözlerini onaylayarak eve doğru yürüdü, Sebastian’ın bir iki adım geriden onu takip ettiğine emindi.

Ertesi gün Eva Sebastian’dan ona silah kullanmayı öğretmesini istedi, Sebastian bu fikre sıcak bakmamıştı çünkü efendisinin eline yakışmayacağını düşünüyordu ama Eva çok kararlıydı ayrıca bu bir emirdi. Bir hafta boyunca her gün antrenman yapan Eva, amcasının uygunsuz ziyaretinden beri Sebastian’ın gülümsediğini göremedi. Sürekli neden onun gülümsemesini görmek istediğini sorguluyor bir yandan da gülümsemesi için elinden geleni yapıyordu. Sebastian’ı her geçen gün kendine daha yakın hissediyordu ve bu onu çok korkutuyordu. Birini yakın hissetmek bildiği bir kavram değildi, sadece kitaplarda okuduğu bir hayaldi.
“Sebastian biliyor musun, bence artık bana “efendim” dememelisin”
Sebastian şaşkınlıkla kıza bakarken Eva kıkırdadı, onu böyle şaşkın görmek çok komikti.
“Bu mümkün değil efendim.”
Böyle bir karşılık alacağını biliyordu, o buz gibi soğuk ve mesafeli Sebastian, işini önce düşünen Sebastian acaba “arkadaş” ne demek biliyor muydu? Peki Eva biliyor muydu?
“Nedenmiş?”
“Çünkü siz benim Efendimsiniz”
Eva bu basit açıklama karşısında kahkahalarını tutamadı. Küçük adımlarla Sebastian’a yaklaştı, adam ondan biraz uzun bu sebeple başını hafifçe kaldırarak ona bakmak zorunda kalıyordu;
“Ama ben arkadaşım olmanı istiyorum. Şu aptal “siz”li “Efendim”li konuşmalar beni deli ediyor!”
Sebastian bu istek karşısında bocalamıştı, gözlerini Eva’nın mavi gözlerinden alarak başka bir tarafa çevirdi;
“Bu imkansız efendim”
Eva bu cevaba da hazırlıklıydı, bu adamın buzlarını kesinlikle kırmak istiyordu;
“Her istediğimi yapacaksın sanıyordum?”
Sebastian şaşkınlıkla açtığı gözlerini tekrar Eva’nın mavi gözlerine çevirdiğinde ışıl ışıl gözlerle karşılaştı;
“Bu bir emir mi?”
Eva’nın yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı;
“Sanırım öyle olması gerekiyor.”
Her ne kadar Sebastian kafasını çevirse de Eva o belli belirsiz gülümsemeyi tekrar gördüğüne yemin edebilirdi. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Neden, neden böyle oluyordu? Anlamak öyle güçtü ki…
Karmaşık duygular ve “kendini koruma” dersiyle bir ayı geride bıraktıklarında Eva’nın babasının durumu iyice kötüleşmişti. Eva ölümü bekleyen babasının yanına her gün uğruyor, odasındaki çiçekleri değiştiriyor ve onunla uzun uzun konuşuyordu. Bir sabah her zamanki gibi abansın odası için taze çiçekler topladı ve odaya olabildiğince neşeli bir şekilde çıktı. Babasının onu üzgün görüp de daha fazla kahrolmasını istemiyordu. Kapıyı açtığında babası uyuyordu, ç,çekleri değiştirdi, perdeleri açtı ve babasının yanına giderek yanağına bir öpücük kondurdu. Dudakları buz gibi bir tenle buluştuğunda Eva’nın gözleri korkuyla büyüdü:
“Baba?” dedi fısıltıyla, adam ne gözlerini açtı ne de bir tepki verdi. Eva anlamıştı ama kabullenemiyordu:
“BABA!!!”
Adam tepkisizce yatıyordu, uyuyor gibi görünüyordu ama artık gözlerini bir daha açamayacaktı. Eva dizlerinin üzerine yığıldı, gözlerinden süzülen yaşları durduramıyordu. Dışarıda duran Sebastian kızın çığlığı üzerine içeri girdi, yerde duran kızı kaldırıp omuzlarından tutarak kendine çevirdi.
“Ölmüş… Sebastian, babam ölmüş”
Sebastian ne yapacağını bilemeden kıza baktı. Mavi gözleri donmuştu, dudaklarından dökülen kelimeleri duyamadığı çok açıktı. Bir an için Sebastian’la göz göze geldi;
“Bir daha uyanmayacak” dedi ve tekrar gözyaşlarına boğuldu. Sebastian kızı kollarıyla sıkıca sardı, Eva bir yandan hıçkırarak ağlıyor bir yandan da konuşmaya çalışıyordu:
“Artık… artık kimsem… hiç kimsem yok Sebastian!”
Sebastian kıza sıkıca sarıldı, böyle bir yıkım gelecekti ama Eva’nın bu haline kendini hazırlamamıştı. O her koşulda gülümseyen güzel kızın böyle göz yaşı dökmesine izin veremezdi:
“Ben hep yanındayım, bir gölge gibi seni takip ediyor olacağım”

Bu laflar üzerine Eva daha da yüksek sesle ağlamaya başladı. Tüm çalışanlar kapıya toplanmıştı, bazıları sessiz sessiz ağıyor, kalanlar ise güçlü görünmeye çalışıyordu. O günü takip eden üç gün boyunca cenaze dışında Eva odasından çıkmadı. Sebastian ise her zamanki gibi odanın kapısının önünde bekliyordu. Cenazede simsiyah bir elbise giyen Eva herkes dağılana kadar orada ağlamadan bekledi. En sonunda sadece Sebastian ve o kaldığında mezarın başında dizlerinin üstüne çöktü Sebastian onu kaldırmak istedi ama bu Eva’nın babasıyla geçirdiği son anıydı. Birkaç adım geride durup vedalaşmasına izin verdi. Cenazeden sonraki tün tüm çalışanların tedirgince bekledikleri olay gerçekleşti, Eva’nın amcası tekrar görüşmeye gelmişti. Sebasitian Eva’nın odasının kapısını çaldı tereddütle;
“Eva, amcan seninle görüşmek istiyor”
 Eva, soğuk mavi bakışlarıyla kapıyı açtığında Sebastian içinin buz kestiğini hissetti. Sarı saçlarını topuz yapmıştı, kahkülleri yine alnından dökülüyordu.
“Gidelim Sebastian” dedi kendine ait olmayan bir sesle. Yavaş adımlarla aşağı indi, amcası onu girişte bekliyordu.
“Bir misafiri kapıda bekletmek? Babandan mı öğreniyorsun bunları sevgili yeğenim?”
Sebastian gerginlikle Eva’nın bağırıp çağırmasını beklerken Eva gayet soğuk bir şekilde cevap verdi.
“Evimde pislikleri istemiyorum, kapıdan içeri girebildiğin için kendini şanslı saymalısın. Ayrıca eğer dilenciler gibi şirketi istemeye geldiysen onu sana vermeyeceğim. Şimdi gidebilirsin.”
Adam gözlerini kısmış kıza bakıyordu, Eva ise gayet sakin ve soğuktu. Amcası ikinci kez evi terk ederken son sözünü söyledi:
“Ah eğer onu bana verseydin seni affedebilirdim. Önce çok benzediğin annen, sonra baban şimdi de sen. Hamleni dikkatli yap sevgili Eva, hiç beklemediğin bir anda arkanda belireceğim ve sen pişmanlıklarınla öleceksin.”
Kapıyı çekip çıktığında Eva tekrar sinirden titrer bir halde buldu kendini. Soğukkanlı halinden eser kalmamıştı ama bu Sebastian’ı bir şekilde rahatlattı. Şimdi o tanıdığı kız geri dönmüştü. Eva zar zor salona gidip oturdu ve Sebastian’ı yanına çağırdı. Adam yanına oturduğunda Eva saçlarıyla yüzünü gizleyerek konuşmaya başladı:
“Amcamdan neden bu kadar nefret ediyorum biliyor musun Sebastian?” Bir süre sustu, Sebastian’dan bir tepki beklediği için değil sadece düşüncelerini toparlayamadığı için susuyordu.
“Annem, güzel annem… Onu ilk amcam görmüş ve görür görmez de aşık olmuş. Ama öyle utangaç ve özgüveni eksik olan biriymiş ki asla açılamamış, sadece uzaktan izliyormuş onu, bir gün konuşmayı hayal ediyormuş. Amca yurt dışında eğitim görmeye gittiğinde ise onu bir daha görmeyeceğine eminmiş. Üç yıl boyunca eğitim gördüğü o okulda annemi neredeyse unutmuş, sonra bir gün onu geri çağırmışlar çünkü babam evleniyormuş. Ağabeyinin düğünü için gelen amcam gelin olarak annemi görünce donup kalmış. Düğünden sonra babamla aralarında büyük bir kavga kopmuş ve o gün yemin etmiş. Babamın elindeki her şeyi alacakmış”
Eva’nın gözleri dolmuştu, Sebastian beklenmedik bir şekilde kızın elini tutarak ona destek olmaya çalıştı.
“Annem beni doğurduktan sonra amcam…” Eva tüm gücüyle Seastian’ın elini sıkıyordu “Annemi öldürdü” dedi. “Asla kanıtlayamadık o olduğunu, sonra bir başkası üstlendi ve konukapandı ama görüyorsun ya saklamıyor bile”
Gözyaşları kızın kızarmış yanaklarını ıslatıyordu.
“Babam bu olaydan sonra yıkıldı ve aşırı korumacı oldu. Hep evdeydim, evde eğitim gördüm. Hiçbir zaman arkadaşım olmadı, sadece ben ve babam vardık. Babam bu sürekli paranoyayla çok yıpranmıştı, ben büyüyene kadar sabretti diyebilirim, sonra… sonra…” gözlerini sıkıca yumdu “Sonrasını biliyorsun zaten.”
Eva bakışlarını Sebastian’a çevirdiğinde açıklayamadığı bakışlarla karşılaştı. Sanki kitaplarda okumuştu ama… Sebastian yavaşça eğilip kızın dudaklarına bir öpücük kondurdu, Eva donup kalmıştı. “Bu… Aşk mı?” diye düşündü. Ayrıldıklarında ise Sebastian’a sıkıca sarılıp ağlamaya başladı. Sebastian aklından ne geçiriyordu bilmiyordu ama sonsuza kadar böyle kalmak istiyordu. Ne kadar o şekilde vakit geçirdiler farkına varamadı ama Eva ağlamaktan yorgun düşüp uyuyana kadar öylece kaldılar.

Sesiz sakin geçen bir hafta boyunca Sebastian Eva’ya olabildiğince mesafeli davranmaya çalıştı. Eva tam da o öpücükle duygularını anlamaya başlamışken, Sebastian’ın buzlarını kırmışken, bir anda o ilk geldiği günkü adama dönüşmesine bir anlam veremiyordu. Eylül ayı gelmiş havalar hafif hafif serinlemeye başlamıştı ve bu serinlik Sebastian ve Eva’nın arasında oluşan uçurumda kendini fırtınaya dönüştürüyordu.  Bir akşamüzeri çardakta çayını içerken Sebastian tam karşısında oturmak yerine başında dikiliyordu. Eva içindeki hüznü gizlemeye çalışıyordu ama boşunaydı.
“Neyin var Sebastian?”
“Ne demek istediğini anlayamadım?”
Eva sinirli bir şekilde ayağa kalkıp Sebastian’ın karşısına dikildi.
“Neden benden uzaktasın? Yarın önemli bir toplantı var, şirkete kendimi tanıtacağım, ilk kez dışarı çıkacağım ve amcam da orada olacak. Bana bu kadar uzakken beni nasıl koruyacaksın?”
Eva tüm söylediklerinin birer bahane olduğunu biliyordu, sadece Sebastian’ı yanında istiyordu. Sebastian karşılık vermeden sessizce başını öne eğdi, Eva’nın kaşları çatılmıştı, mavi gözleri alev alev yanıyordu.
“Derdim bu değil biliyorsun! Bana yakın olmanı istiyorum çünkü—“
“Sus lütfen!”
Eva şaşkınlıkla adama bakakaldı, bir haftadır fark edememişti ama şimdi anlıyordu. Sebastian acı çekiyordu.
“Ben seni koruyamayacağım…”
“Sebastian…”
“Eva yarın o toplantıya gidemeyeceksin çünkü—“
Eva donup kalmıştı, kıpırdayamıyordu, düşünemiyordu. Ne diyordu bu adam? Sebastian birden silahını çıkartıp kıza doğrulttu.
“Olamaz…” dedi Eva. Büyük bir hayal kırıklığıyla sarsılıyordu. Bugüne kadar yanında olan, onu koruyan, âşık olduğu bu adam, aslında amcasının tarafında bir piyon muydu?
“Neden yaptın bunu Eva?”
Eva hiçbir şey anlamıyordu. O ne yapmıştı ki Sebastian’a güvenmekten başka? Bu güne kadar oyun oynayıp onu kandıran kendisi değil miydi?
“Sen! Ne demek is—“
“Neden bu kadar yaklaştın bana? Şimdi sana böyle yakınken görevimi nasıl yapabilirim? Seni—“
Eva’nın siniri uçup gitmişti, yalan söylemiyordu demek… Şu an acı çeken yüzünden de her şey okunuyordu zaten.
“Rahatladım” dedi Eva, yavaş adımlarla Sebastian’a yaklaştı ve silahı tam karın boşluğuna dayadı.
“Eva sen? Ne?”
“Eğer beni bugün öldürmezsen onlar seni öldürecek değil mi? Biricik Sebastian’ımı kaybedeceğim ve sonra sıra bana gelecek. Görmüyor musun Sebastian? Oyunu başından kaybetmiştim zaten, babam da bunu biliyordu ve sadece süremi biraz daha uzatmak istedi. Seni getirdi çünkü hiç kimseyi sevmeden ölmemi istemedi. Böyle olacağını, böyle biteceğini biliyordu. Onun pis ellerinde ölmektense, senin beni öldürmeni tercih edeceğimi biliyordu!”
“Eva ben bunu… yapamam.”
Sebastian bir eliyle silahını tutarken diğer eliyle de yeni bir silah çıkartıp bunu Eva’nın sağ eline tutuşturdu. Eva’nın zarif eliyle tam kalbini hedefledi, Eva Sebastian’ın bu davranışı karşısında yumuşak bakışlarının altında gülümsedi.
“Bunu yapmayacağım.”
“Ben de. Bu müm—“
Silah sesi bahçedeki çiçeklerin üzerinden göğe yükseldi. Sebastian’ın gözleri şaşkınlıkla açılmıştı, Eva ise şefkatle gülümsüyordu.
“Eva…”
“Eğer ben yapmasaydım sen tetiği asla çekmeyecektin.”
Eva hafifçe sendeledi, Sebastian onu kolları arasına alarak yere oturdu.
“Sebastian gerçek adını hiç öğrenemedim…”
Sebastian acı çeken yeşil gözleriyle kıza bakarken onun hep görmek istediği gülümsemeyi yerleştirdi yüzüne. Eva’yı sıcaklığı terk ederken Sebastian’ın elini sıkı sıkı tutuyordu. Bu tıpkı okuduğu o kitaplardaki sahnelere benziyordu. Adamın gülümsemesine karşılık vererek son gücüyle konuştu:
“Sebastian, ben uyuyana kadar yanımda kalır mısın?”
“Tabii ki…”
Eva öyle rahatlamıştı ki… Sebastian gerçekten de hep yanında olmuştu. Adamın elini tutan eli yavaşça gevşerken gözleri de kapandı. Eylül’ün o yaralayıcı rüzgarı sarı saçlarını savurdu son kez, Sebastian’ın gözyaşlarıysa güzel yüzünü ıslatıyordu.
“Ben hep yanındayım Eva, seni bir gölge gibi takip ediyor olacağım”
Sebastian yanı başında duran silahı alırken bahçedeki çiçekler de, Eylül’ün getirdiği hüzünle, sessizce onları izliyordu.

Loren Summers
25/08/2010

8
Teşekkür ederim güzel yorumunuz için. =)) İlk uzun soluklu hikayem kendisi.

9
Duyurular / Ynt: 2. İstanbul Zirvesi
« : 23 Haziran 2009, 13:38:15 »
Tabi şaka olduğunu anlamayan arkadaşlarda olabilmekte ;D E tabi çok uzun süre siteyi ele geçirmeye çalışınca insanlar nerde ciddi olduğumu nerden şaka yaptığımı anlamayabiliyorlar  :zuha

Okuyabiliyorum teşekkür ederim. =) Yazıyordu zaten =)

10
Duyurular / Ynt: 2. İstanbul Zirvesi
« : 22 Haziran 2009, 21:32:31 »
1 Kadıköyde olursa buluşma gelmem.
2 Fırtınakıran buluşmaya gelirse gelmem.
3 Çağırılıncaya kadar gelmek isteyeceğimi düşünmüyorum.
4 Emrime verilecek bir adet hizmetkar maia isterim aşağısı kurtarmaz.
5 Sağımda Hakan solumda Onur oturmayacaksa ben o buluşmaya buluşma demem.
6 Fırtınakıran illaki gelecekse buluşmaya benden en uzak yere oturması ve konuşmaması şartıyla varlığımla mekanı   onurlandırmayı düşünebilirim.
7 Espresso tarzı garip köpüklü içeceklerin içileceği bir yere gidiliyorsa ben gelmem.


Şaka bir yana bende gelmek isterim buluşmaya. Tanışmak istediğim bir kaç kişi var. Çoğu tanıştığım kişi forumda nasıl yazıyorsa günlük hayattada öyle konuşuyor ancak farklı tipte karakterler çıkması elbette mümkün  :) Sadece bir nacizane isteğim var. Hakan artık kitaplarımı getir :hemk

Waow! Buluşmayla bir ilgim yok ama bu tarz bi' liste... Etkilendim, söylemeden geçmeyeyim dedim =)

11
Düşler Limanı / Ynt: Sonsuza Kadar Mutlu
« : 21 Haziran 2009, 19:23:11 »
Yakında, yenileri konulmaya hazır olduğunda... =)

12
Düşler Limanı / Ynt: Tuzak | Bölüm 4 | Tuzak
« : 21 Haziran 2009, 19:20:19 »
Teşekkür ederim. =)

13
Düşler Limanı / Ynt: Bir Parça Aşk
« : 09 Haziran 2009, 16:52:34 »
Haha hımm ara vermek, özellilkle şu dönem biraz zor gibi görünüyor ama rahatsızlıkta vermek istememiştim. =) Sanırım iki tarafı da memnun edecek bir sonuç bulabilirim ama.

Bu hikayenin yazılışına gelince... Simgesel şeyler yok bu yazıda ama bu hayatımda o anda yazılması gereken kısa hikayelerden biriydi. =) Ama gerçekten üzüldüm yani nasıl desem bu tarz bi rahatsızlık yaratmak hiç istememiştim.

14
Düşler Limanı / Ynt: Sütlü Kahve
« : 09 Haziran 2009, 16:51:56 »
Teşekkür ederim =) Sütlü Kahve'nin yeri başka bende =)

15
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: İşaret
« : 07 Haziran 2009, 22:01:59 »
Tüm bu vampir kitapları, filmleri... Hepsi özenti ki. Vampir olgusu yaratıldığından beri içinde "sonsuz aşk" "umutsuz aşk" "vampir kurtadam kavgası" barındıran öyle çok kitap, film var ki... Twilight sadece bunlardan biri... Bu kitabı henüz okumadım ama o da bunlardan biri olmaya mahkum çünkü içinde yeni bir şey yok, sadece kurgu değişik o kadar.

Sayfa: [1] 2 3 ... 10