Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - johnconstantine

Sayfa: [1]
1
Çizgi / Çizimler
« : 21 Mayıs 2011, 20:59:38 »
Faesla tarihini hem görsel, hem yazılı öğrenebilirsiniz!

Çizimler genel olarak şu an için konsepttir arkadaşlar. Rastgele dağılımlara aldanmayın.

Faesla Çizimleri

Spoiler: Göster

-Devasa bir ebata sahip, sağ tıklayıp yeni sekmede açabilirsiniz.-İlk Neln Karrûl'a ruh indiriliyor.

Spoiler: Göster

Kadim Tepeler.

Spoiler: Göster


Limren Ormanı. -Güneyde Brethon Sıra Dağları'nın yukarısı-


Spoiler: Göster

Harita renklendirme çalışması.

İsterseniz Esienthes kullanıcı isimli DA hesabını takip edebilirsiniz.

2
Kurgu İskelesi / Liveres
« : 13 Mayıs 2011, 02:36:47 »
Liveres
''Gündüzleri en aydınlık olan insanları dağların ardında bıraktığında,
Geceleri en aydınlık olan, daha az aydınlık olana izin verir.
Böylece yeryüzünde kırk günlük bir temizlik daha son kez başlar.''
Arifler, Liveres'in dünyaya inişini böyle ifşa etmişler tozlu parşömen kâğıtlarında.

    Yılın ilk yağmur damlaları ağır ağır bitkileri ve toprağı selamlıyordu. Ağaçlarla dolu yemyeşil bir vadiye bakan uçurumun kenarında yetişen birkaç Limfye'nin arasında, yaşlı adam ve arkasındaki yedi kişi derin bir nefes alarak yağmur damlaları ile yıkanmış toprağın kokusuyla ciğerlerindeki nefesleri tazelediler. Yaşlı adam dayandığı sopayı hafifçe sağındaki tümseğe bıraktı ve bağdaş kurarak oturdu. Arkasındakiler de onu takiben aynı harekette bulundular. O sırada güneybatıdan yaklaşan lodosun ardından ötedeki dağların arkasında, güneş ışığında parlayan gümüş kadar parlak bir yıldızın kaydığını fark etti. Yaşlı adam oraya bakarak; ''Artık zamanı gelmiş olmalı, bir temizlik daha başlıyor lâkin gerçek kötü için halâ imkansız. Şimdi ilk damlalara karşı saygınızı gösterin, onlarda bunu isterler. Bilin ve unutmayın ki hiçbir şey sebepsiz yere olmaz. İyi isterseniz iyi, kötü isterseniz kötü, mühim olan iyiyi isteyip sabır gösterebilmektir. İstedikten sonra bir anda veya körü körüne oturup beklemek takdir edersiniz ki olmaz. Keza güzel olan şeyler kötü olanları aşarak gerçekleşir ve sabır merhameti, merhamet hoşgörüyü, hoşgörü alçak gönüllülüğü şekillendirir. Rüzgâr şiddetini arttırıyor, uyku için onu dinleyin çünkü formunuzu değiştirmenizi hızlandırır ama iyi dinleyin, iyi dinleyin ki; fısıldadığı sırların hikmetine erişebilesiniz. Ardından kuzeye, güneye, doğuya, batıya Faesla topraklarının her köşesine dağılın. Huzur bulun dostlarım.''

    Yaşlı adamın sözlerinden sonra, onunda belirttiği gibi iyice şiddetlenen rüzgârla birlikte hepsi gözlerini kapattılar. Onun bahsettiği temizliğe katılacaklardı ve bunun için derin bir uykuya girmeleri gerekiyordu ve öyle oldu, hepsi birer birer derin uykuya daldıkları sırada göçtüler doğuya, batıya, kuzeye, güneye. Rüzgârla toz formuna dönüp kaboldular. En sona yaşlı adam kaldı ve o da uykunun derinleştiği anda çevresinde oluşan zararsız, küçük çaplı bir hortum ile gökyüzüne yükseldi, bulutların ardına.
E.'ye

3
Kurgu İskelesi / Lemures/Lemur
« : 13 Mayıs 2011, 02:23:33 »
Lemures/Lemur - Beyinden, kemiklerden, deriden ve bilgiden varoluşun hikayesi.

''Onun oluşumunu tamamladıklarında geride kalan dört kardeşte* öldü. Lâkin bir kardeş daha vardı, gözlerini vermesi gereken. İhanet ederek kaçtı ve Lemur gözleri olmadan yaratıldı. Bu yüzdendir ki daha farkı bir yeteneğe sahip, gözlerine baktığınızda hiçliği görürsünüz ve günahlarınızı... Daha sonra o sizin bedeninizi acı bir ölümle cezalandırır ama ruhunuz çok daha yüceleri tarafından acıyla cezalandırılır.''
(*)=Kardeşlerin hepsi büyücüdür.)
Areas altın kaplama kitabın yüzlerce sayfalarından birisini okurken.



''Bugünkü yemeğimizde sıradaşı bir konuğumuz var. Kendisi kralımızı eğlendirmek için bir gösteri yapacak.'' Görevli açıklamadan sonra u şeklindeki yemek masasının ortasından çekildi ve dışarı çıkarak konuğu davet etti. ''Buyrun. İstediğiniz yere geçebilirsiniz.''

Odaya giren adam biraz ilginçti. Normal bir boya ve kiloya sahipti.Uzun ve düz saçları omzuna uzanıyor kafasındaki bağ ise gözlerini kapatıyor ve görmesini engelliyordu veya zaten görmeye ihtiyacı olmayabilirdi. Derisinde anlaşılamayan çizimler vardı. Yemek masasının ortasına geldi ve durdu. Odadakiler şaşkın bir halde bekliyorlar ve yabancının ne yapacağını merakla beklerlerken, yabancı yere oturdu ve ellerini göğüs hizasında birleştirdi. Kafasını kaldırıdı ardından kralın olduğu sandalyeye baktı.Kral biraz irkilmişti bu bakışlardan lâkin elinden geldiğince belli etmemeye çalıştı.

Oda da dokuz erkek, üç kadın ve üç çocuk olmak üzere on beş kişi artık yemeklerini yemeği, aralarında sohbet etmeyi bırakmış, bütün dikkatlerini tamamen ortadaki garip adama vermişlerdi. Ve o konuştu: '' Kral,hazır mısın ? Siz,diğerleri ? '' Sesi kalın ve inanılmaz derecede ciddi bir ton da çıktı.Söylediklerinin hemen ardından odadaki tüm ışıklar sönüverdi, kralın ve diğerlerinin korkuları gittikçe artmaya başladı, hatta askerlerin elleri kılıçlarına gitti.

O,kalın ve ciddi sesiyle tekrar konuştu; '' Ve şimdi kötülüklerinizden arınma zamanı,hiç olmayacakmış gibi yaşadığınız olayın sizi karşınızda beklediği zaman. Hepinizin birer birer ayıklandığı zaman. Şimdi ölüm zamanı ! '' Tekrar sustu ve susmasıyla odanın aydınlanması aynı an da oldu. Yabancının gözündeki bağ kalkmış göz çukurlarında ise gözleri olması gerekirken hiçbir şey yoktu, sadece tükenmeksizin simsiyah dumanlar çıkıyordu ve eski sesinden daha kalın bir tonla tekrarladı; '' Şimdi ölüm zamanı ! '' Sandalyeler, masalar, sehpalar, dolaplar, tabaklar, daha bir çok şey sallanmaya başlıyor aynı zamanda içeridekilerin kimisi yere kapaklanmış, kimsi kaçmaya çalışıyordu lâkin kapılar kendi kendine kilitlenmişti.

'' Öldürün şunu ! Hadi ! Hadi ! Ne bekliyorsunuz ! Öldürün dedim size ! '' Kılıçlar hızla kınından çekildi ve ortadaki yabancıya savruldu ama o da ne! Hiç bir etki yapmadı. Boşlukta savruldukları gibi savruldular. Askerlerden bir tanesi korkusundan kılıcını fırlatıp pencereden atlamak için kaçmaya başladı ama başaramadı, sanki görünmeyen bir el onu tutmuştu. Sonra ağır ağır ortadaki adama doğru yaklaştı, bunu kendi isteği dışında yapıyordu. '' Bakmayacağım, bakmamalıyım, bakmamalıyım, bakmamalıyım. '' Sürekli bu şekilde tekrarlamaya başladı. Diğerleri buz tutmuş gibi hiç bir tepki vermeden sadece izlediler. Asker yabancının anlaşılmaz gücü karşısında dayanamadı ve gözleri açtı,  simsiyah duman çıkan gözlerine baktı. İçinde anlayamadığı dilde bir ses yankılanmaya başladı. Ardından şöyle dedi; '' Ne görüyorsun ? '' Askerin gözünden, bulunduğu oda yavaş yavaş silindi, hayal ve gerçeklik arasında bir yerde kaldı. '' Bir çocuk... Evet bir çocuk görüyorum ve insanlar, sanırım burası bir köy. Burayı biliyorum sanırım ama... Hayır, hayır olamaz. Bunlar olamaz. Sen nesin ? Sen kimsin ? Ben, ben onları öldürmek zorundaydım. Çün- ''

Yabancı kuvvetli bir sesle; '' Öldürmek zorundaydın ? Öldürme zorunluluğu. Iımm, bunun üzerinde düşünebiliriz. Bir insan başka bir insanı niçin öldürür ? Belki şöyle söylemem gerekiyor, özür dilerim. Kötü insanların, iyi insanları öldürmek, aşağılamak, çıkarları uğruna kullanmak için her zaman aptalca sebepleri vardır. Yeter ki kendilerini tatmin etsinler değil mi ? Sizler birer ahmaksınız. Karşı gelenleride öldürürsünüz. Masumlarıda. Şimdi ruhun benim olduktan sonra içinizde eğer yaşayan kalırsa beni de katil olarak tanıtacak. Ve asıl amacımı kimse bilemeyecek. Kötü olduğum düşünülecek, böyle bir şeyi istemem. Buradaki herkesi öldürmek zorundayım, kendi çıkarlarım için. Aynı siz ahmakların yaptığı gibi. '' Bir kaç büyülü sözün ardından askerin ruhu; kulaklarından, burun deliklerinden ve ağzından yavaş yavaş yabancının burnuna akmaya başladı. En sonunda kalktı ve bu sefer krala doğru ilerledi. Oda da bulunan diğerleri ise yabancının anlaşılmaz gücü yüzünden kıpırdayamıyorlar ve tamamen donmuş gibiydiler. Kralın yanına geldiğinde; '' Hayır, hayır ben bir şey yapmadım. Öldüremezsin beni. İsmin nedir ? Kimsin sen ? Nesin ? '' Onun korkuyu iliklerinde hissettiği anlaşılıyordu. Yabancı dumanlı gözlerini ona çevirdi. Sanki söylediklerini hiç duymamış gibi. ''Ve sen, masumları öldürme emrini veren. Artık hayatın boyunca bu korku ile yaşayacaksın. Gerçek duygusuzluğu tat bakalım. Ben kim miyim ? Sen Lemur diyebilirisin. Lemur, Gecenin Ruhu.'' Söylediklerinin ardından elini sıktı ve kral anında taşlaştı.

Tekrar oturdu, tekrar büyülü sözler söyledi, oda da bulunan herkesin ruhları aynı ilk askere olduğu gibi çıkmaya ve bu sefer Lemur'un gözlerine akmaya başladı. Odadan çıktı ve evden ayrıldı. Onun ayrılışının arından evdeki her şey eridi, kral hariç. Eriyenler ise toprağın içine karıştı.

Hepsinin ardından geri döndü ve krala baktı. ''Eskiden olduğu gibi, ben yine aynı kalacağım. Kötünün aslını bilseydiniz acaba kendinize ne derdiniz ? Sizler sadece hakimiyet için yaşarsınız. Hepiniz kendi içinize yücesiniz, efendisiniz.  Ahmaklar. Aslında kötülükten eser bile yok sizde. Sadece korkarsınız.'' Gözlerini tekrar kapattı ve rüzgarın eşliğinde gözden kayboldu.

--------------------------------

«İnsan soyu ota benzer,
Bütün yüceliği kır çiçeği gibidir.
Ot kurur, çiçek solar,
Ama Rab'bin sözü sonsuza dek kalır.» (Petrus 1:24)

4
Gezginler Kamarası / Gözler
« : 13 Mart 2011, 05:06:07 »
Bununla iyi gider.

''Çabuk olmalıyız, az sonra başlayacak!'' Barok düzen. Yaylılar, üflemeliler ve vurmalılar.

------------

''Salak şey! Arabayı görmüyor musun ?'' ve anne henüz dört veya beş yaşındaki kızının kafasına acıyla vurur. Vurduktan sonra ki ifade hiçte üzgünlük belirtmez hatta, aksine daha sinirli bir hâl alır. Küçücük bir çocuğa sinirle! vurmak ? Anne ? Hatta annelikten bile önce, o bir insan. İnsanın kendisinden çoooook çok daha ufak bir insan ile anlaşamaması ne acı. Ama ne önemi var, artık olayı benden ve o küçük kızın bilinçaltından başka hatırlayan yok. İşin can sıkıcı ve bunaltıcı diğer yanı, olaya sebep olmak. Gerçi annenin böyle tepki vereceğini bilseydik... Bu anneyi vurmalılara alıyoruz. Orada kendini bulur.

"Going out, I'm just, I'm just not innit, at all,
 people are still there."

-----------

Saatlerdir Burial - Near Dark dinliyorum.
Aynısı Archangel'da da olmuştu. Yaklaşık üç saat boyunca dinlemiştim.

Near Dark-

I envied you
I envied you
I can't take my eyes off you

I envied you
I envied you

I envied you
I envied you

I can't take my eyes off you

I envied you
I envied you

I can't take my eyes off you

I envied you, girl
I envied you, girl

I envied you, girl
I envied you, girl

I can't take my eyes off you

I envied you, girl
I envied you, girl

I envied you, girl
I envied you, girl

I can't take my eyes off you...

---------

Archangel-

Holding you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Loving you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Kissing you

Holding you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Loving you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Kissing you
Tell me I belong tell me I belong tell me I belong

Holding you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Loving you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Kissing you
Tell me I belong tell me I belong tell me I belong

Holding you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Loving you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Kissing you
Tell me I belong tell me I belong tell me I belong

Holding you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Loving you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Kissing you
Tell me I belong tell me I belong tell me I belong

Holding you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Loving you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Kissing you
Tell me I belong tell me I belong tell me I belong

It's not why I trust you trust if I trust you
If I trust you if I trust you if I trust you
If I trust you if I trust you if I trust you
If I trust you trust

Tell me I belong
Holding you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Loving you
Couldn't be alone couldn't be alone couldn't be alone
Kissing you
Tell me I belong tell me I belong tell me I belong
Holding you holding you holding you
e'ye.

5
Kurgu İskelesi / Vargos Altınları
« : 11 Aralık 2010, 21:15:00 »
VARGOS ALTINLARI

(Bu hikâye Faesla evreninde, Berr ve Barr isminde yirmi yaşlarındaki ikizleri konu almaktadır.)

   Gecenin en karanlık saatlerinde ikizlerin her zaman ki klasik tartışmasından yeterince sıkılmış görünen yaşlı ağaç dallarını hafifçe oynatarak, altındakileri uyarmaya çabaladı.

"Hey! Bu benim altınımdı Berr!"

"Biraz daha sessiz ol, sanırım şu ağaç kıpırdadı. Neyse, şu ana kadar bulduklarımızın hepsi zaten senin oldu ikizim Barr ama bu benim! Ben gördüm! Ben buldum! Keşke, keşke aynı anda doğsaymışız. Sürekli benden iki saniye önce doğduğunu söyleyerek ağabeylik yapıyorsun. Bu yüzden değersiz şeyleri veya değerlilerin en azını ben alıyorum."

"Sürekli olduğu gibi bu da benim, ikizim Berr."
dedi Barr kıkırdayarak, altını kardeşinin elinden kaparken halinden oldukça memnun görünüyordu. Yanında getirdiği küçük bez çantasını kıymetli olduğunu düşündüğü parçalarla doldurmuştu yine. Hepsi hepsi birkaç altın, gümüş ve ne olduğunu bilmediği parlak mı parlak bir taş.

"Eh" dedi elini bez çantayı sokup parlak taşı çıkartırken, "Zaten bunları satıp beraber yemiyor muyuz ? Şu taşı, bizim yaşlı altın göz Ağaçgüder'in patates tarlasına değişebileceğimize eminim. Böylece, bundan sonra bu uğursuz yere gelmemize gerek bile kalmaz belki. Tarladan yetiştirdiklerimizi yer ve satarız." Aslında bu fikir Berr'in hoşuna gitti. Zira ikizinin aklının bir süredir muzipliklerden başka şeylere de çalıştığına şahit oluyordu.

"Sence gerçekten o kadar değerli midir ? Sanmıyorum Barr. Parlak bir taş sadece, daha önce bulduklarımız gibi. O zaman Ağaçgüder'in ne verdiğini hatırlatmamı ister misin ? Daha sonra getireceğimiz değerli bir taşa vereceği patatesi tatlandırmamız için bir avuç tuz vermişti. Gerçi sen normal bir taşı parlak görünsün diye boyamasaydın ve cimrilik yapmayıp sakladığın altınlarından verseydin, büyük bir patates bizim olabilirdi." diye söylendi Berr.

"Cimrilik mi ? Ben cimri falan değilim. Şu taşı tarla ile değişebiliriz diyorum aksine. Ve zararın neresinden dönsen kârdır ikizim. Biz emek verip boyadığımız taşı ona verdik ve tuzu hakettik." dedi Barr, taşı bezden yaptığı çantasına koyarken. "Hem fena mı oldu işte ? Evdekileri bir güzel tuzladık. Bir de bu yönünden bakmalısın bence. Bu sefer bunun gerçek bir mücevher ya da her neyse, kıymetli bir şey olduğunu anlayacaktır. Köyde kimse onun kadar Faesla topraklarında ayakkabı çürütmüş değil."

   Ağır adımlarla Barr'ın  bu uğursuz yer olarak isimlendirdiği bölgeden ayrıldılar. Yaşlı ağaç onların ardından dallarını eskisi gibi salmıştı artık. Bu uğursuz yer geceleri gerçekten ürkütücüydü. Sıkı sıkıya birbirine sarılmış hatta yer yer toprağa kadar uzanmış dallar, ay ışığını perdeliyor ve yolları kapatıyorlardı. Bu dalların kapattığı çokça patikalar da vardı, devamı olanların bazılarına ise gitmeye cesaret edemediler keza sonu görünmeyen dehlizlere çıkıyordu. Yapraklar ise rüzgârla birlikte kulakları, içleri ürperten bir fısıltıyla meşgul ediyordu. Yaklaşık bir haftadır, geceleri sürekli bu uğursuz yere gelmelerine rağmen alışamamışlardı bu seslere, havaya, ormana hatta ayak bastıkları toprağa bile. Bazen sahipsiz ayak sesleri duyuyorlar ve izlerini görüyorlar, uğultular bile duyuyorlardı. Sanki ağaçların üzerinde bir şeyler zıplarmış gibi. Berr'in elinde olsa hiç gelmezler belki ama kendisinden iki saniye önce doğmuş ikizi, ona bu tarz konularda ağabeylik yapmayı çok seviyordu.
-Berr'in hoşuna gitmese de-

"Berr, yorgunluktan titremeye başlayan ayaklarım biraz dinlenmemiz gerektiğini söylüyor."

"Evet, güzel bir fikir daha. Biraz ileride küçük bir dere var. Onun yanında dinlenip su içebiliriz ve benim de karnım artık yemek yemelisin demeye başladı." dedi Berr eliyle açlıktan gurulduyan karnını okşayarak. İkizlerin yorgunluktan ziyade açlığa asla tahammülleri yoktu.

   Deredeki su, büyük bir kayanın üzerine usta eliyle açılmış gibi duran sincap yuvası büyüklüğündeki delikten akıyordu. İkizler köprü niyetine yapılmış gibi duran  taşların yanındaki çok büyük, yaşlı ağaçlara ait olduğunu düşündükleri toprağın yüzeyine kadar çıkmış köklere oturdular. Barr hemen bir ateş yaktı ve erzaklarına koydukları patatesleri suda ısıtmaya başladı. Üstelik yanına yaşlı Ağaçgüder'in tuzundan bile almıştı evden çıkarken. Az sonra fokurdayan suyun içerisinden hızla bir tanesini aldı Berr ve ekmeğinin arasına yerleştirip yemeye koyuldu, ardından Barr da aynı hareketi yaptı."Yeterince ısınmamış ha, sence ?" Berr, ağzındaki bitmemiş olmasına rağmen, höpürdeterek cevap verdi:"Biliyo'n aazım doluken konu'mam ben pek ama yemek olu'sa konu faaklı olu. Eh..." dedi son lokmasını midesine indirip diğerine uzanırken, biraz sesinin düzelmesini bekledi."Evet sanki pişmemiş gibi, böyle daha çok şeye benzemiş tadı, çok pişmiş sabunsüğen mantarı." İkizler, oturdukları köklerin sahibi olan yaşlı kayının hafif rüzgar eşliğinde kendisini dinlendirmeye başlamasına kadar yemek yemelerini sürdürdüler. Yedikleri onca patatesin ağırlığından olsa gerek kısa bir süre sonra ikisininde uykusu gelmeye başladı. Berr, ikisinin aynı anda uyumasının yerine daha temkinli davranarak bu işi nöbetleşe yapmayı teklif etti. İlk kendisinin uyuyacağını söyledi, gerçi her konuda iki saniyenin ağabeyliğin yapan ikizinin bunu kabul etmeyeceğini düşünüyordu. "Pekalâ." dedi Barr, Berr'i şaşırtarak. "Uyku sersemliğine gelmiş olmalı." diye düşündü. Yaşlı kayının, toprağa başkaldıran iki yayvan kökü arasına iyice yayıldı Berr, derince uyuyabileceği en rahat şekile büründü. O sırada ikizi, hemen yanlarındaki derede uykusunu gidermek için yüzünü yıkıyordu. Birkaç saat boyunca bekledi Barr, arada çevreye göz atmıştı tabi, sadece oturmadı. Uykusu tekrar kendini göstermeye başlamıştı, gözleri ağrıyor, oturup biraz beklediği zaman ise kafası düşüyordu. Gökyüzüne baktı, tahminen dört veya beş saat içerisinde şafağın sökeceğini, ikizinin o saatlere kadar uyanmayacağını ve yeterince nöbet tuttuğunu düşünerek olduğu yerde uykuya daldı. Uykusunun derinleşmesini takiben rüyasında anlayamadığı parlak bir ışık görmesi pek uzun zamanını almadı aslen. Uyudular, uyudular, saatlerce uyumaya devam ettiler. Şafak söktü, güneş bile yükseldi lâkin ormanın efendileri olan büyük ağaçlar dallarıyla engellediler güneşi. Çok az ışığı girebiliyordu onun. Hatta bir ara, misafirlerinin bu tembelliğinden sıkılmış görünen yaşlı kayın, kökleriyle toprağı salladı, sıkıştırdı. Yinede uyandıramamıştı, arada Berr hafifçe başını kaldırıp ayaklarını kaşıdı sadece gözlerini açmadan, kafasını devirip tekrar devam etti derin uykusuna. Güneş tekrar battı, ardından tekrar. Yaşlı kayının misafirleri havanın soğukluğundan bile etkilenmiyorlardı anlaşılan. Gerçi bu soğukluk uykularının ikinci gecesinde başlamıştı. Yavaş yavaş ağırlaşıyordu. Henüz ikizler üzerinde henüz o kadar etkili değildi demek ki. Bu uykularında Barr sürekli o ulaşamadığı, dokunamadığı, hissedemediği lâkin sadece gördüğü parlak ışığı rüyasında görmeye devam etti.

   "Hey! Sen, o küreyi bana ver çabuk pislik! Onu ben buldum ve bu şekilde elimden alman hiç adil değil." Barr hızla az önce bulduğu küreyi elinden alan adama doğru koştu. "Biraz daha bağırırsan tüm dikkatleri üzerimize çekeceksin. Nefes alışınızın bile şu ormandaki sessizliği rahatsız ettiğinin farkında değilsiniz. Düzeni bozuyorsunuz ve bunu yaşamınla ödemeye hevesli gibisin. Senin ve yanındakinin, burada olmanız doğru değil. Anlamıyorsunuz, ters giden bir şeyler var, orman uyanıyor. O yaşlı kayının rahatını bozdunuz, köklerini defalarca dışarı çıkarttı ve bu diğer ağaçların da dikkatini çekmeye başlıyor yavaş yavaş. Nicedir buralarda gezip, düzeni bozarsınız ?" Adam bunları söylerken yüzünü Barr'a hiç çevirmemişti ve hızlı adımlarla doğuya doğru yöneldi. Barr arkasına baktı lâkin Berr'i göremiyordu, çok uzaklaştığını fark etti. "‹Yeterli evet, beni buraya kadar takip etmen yeterli. Yanımda bir insan hayatından daha uzun süre durmana ses etmedim. Lâkin şimdi arkadaşının yanına dön, ardından arkanıza bakmadan burayı terkedin. Sakın yavaşlamayın ve uyumayın, yoksa ormanın büyüsüne yakalanırsınız veya daha kötülerine. Karşılaşmak istemeyeceğiniz şeylere. Al şu bıçakları, yardımı dokunabilir." Adam ilk defa yüzünü Barr'a dönmüştü, üzerinde anlamsız işaretler işlenmiş kaliteli bıçraklardı bunlar. Barr adamın yüzüne baktı ama garip birşeyler vardı. Gözleri yoktu, onların yerine siyah dumanlar çıkan karanlık çukurlar. Başı dönmeye başladı, yabancının karanlık gözlerinden kendisini alamıyordu, bunun farkına varan adam hızla arkasını dönüp tekrar yola koyuldu. Bir iki adım sonra geri bakarak artık al al parlayan göz çukurlarının ardından şöyle söyledi: "Berr öldü."



   "Berr!" diye bağırarak hızla uyandı Barr. Bir an her yerinin doğru düzgün hareket edemeyecek kadar ağrıdığını fark etti ve istemsizce yere yığıldı. Gözlerini kaldırdı ve gökyüzünde güneşi aradı lâkin ormanın kasvetli ağaçlarından başka görünen yoktu. Daha sonra Berr'e döndü ve biraz daha iyi olduğunu düşünüp tekrar ayağa kalktı. Dengesini kurup ikizine doğru yürüdü. İkizinin halâ yaşayacak kadar nefes alabildiğini görünce rüyanın çok etkisinde kaldığını düşünmeye başladı Barr. Peki ya o Gözleri Olmayan Adam kimdi ? Ve o küre niçin onu takip ettirecek kadar değerliydi ? Kısa süreliğine kapıldığı düşüncelerden yaşlı kayının hışırdamaları ile kurtulup ikizine baktı: "Berr! Uyanmalısın artık ikizim. Sanırım sabah oldu ya da olmadı, bilmiyorum ama uyanmalısın." Kendisi bile inanmamıştı bu söylediğine. İkizinin yanına giderek onu hafifçe dürttü. "Gitmeliyiz artık, düzeni bozuyoruz."
"Neyin düzenini ?" dedi Berr kısa sürdüğünü düşündüğü uykusundan uyandırılmanın getirdiği mutsuz düşüncelerle.
"Onların düzeni Berr, etrafına bir bak. Bu ormanı rahatsız ediyoruz. Sence şu ağaçların bize ihtiyacı var mı ?"
"Kafanı nereye vurdun Barr ?"
"Kafamı vurduğum falan yok. Ben, ben sadece bir rüya gördüm, garip bir adam söyledi bunları. Ormanı rahatsız ettiğimizi, senin öldüğünü falan. Hızla buradan gitmeliyiz artık. Sanırım tekrar gelmeyiz. Aslında gitmeden önce yapmamız gereken bir şey var."
"Ama bak, halâ yaşıyorum işte! Nedir ki seni bu kadar etkileyen şey rüyada ? Sadece o adam mı?"
"Emin ol onu görmek istemezsin. Hadi toparlanıp uzaklaşalım artık."

   Yaklaşık iki saattir durmaksızın yürümelerine rağmen ikizler ormandan çıkamamışlardı. Bu kasvetli ormandaki ağaçların boyu bile aynıydı neredeyse, sanki hepsi aynı gün dikilmiş, aynı gün filizlenmişti. Ara ara güneş ışığını yakalayıp en azından halâ gündüz olduğunu anlıyorlardı. Çevre öyle bir tondaydı ki ne gece ne de gündüz olduğu anlaşılıyordu. Ancak birbirine dikilmiş gibi duran yaprakların arasından çok nadir olsa da sızan ışıklar tahminde bulunmalarına yardımcı oluyordu. "Böyle bir yerde kim yaşar ? Nasıl hayatta kalır acaba ?" diye söylenmeye başladı Berr, bir süre devam etti kendi hâlinde. İkizi pek dinlemiyordu, aklı gördüğü rüyadaydı. O adamı düşündü tekrar ve sonunda al al parlayan gözleri geldi aklına. Bir an duraksayıp Berr'in arkasındaki patikaya göz dikti. Sağında ve solunda toprak katman katman yükseliyordu ve sanki yapraklar bu patikayı dikkatli görmeyen gözler için gizliyordu. "Burayı hatırlıyorum, o yer. Gözü Olmayan Adam'ın bana kendisini takip etmememi söylediği yer. Hadi Berr girelim buraya."

"İkizim, sakın bana bir rüyaya göre hareket edeceğimizi söyleme. Bence normal yolumuza devam etmeliyiz. Merak iyi bir şey değildir."

‹"Gelmek istiyorsan gelirsin Berr, seni zorlamıyorum lâkin ben buradan devam edeceğim yoluma. O kürenin gerçek olduğunu hissediyorum, onu bulmam lâzım. O zaman istediğimiz her şeye sahip olabiliriz.›"

"Her zaman olduğu gibi yine senin sözüne göre hareket edeceğiz. Seni yalnız bırakamam, geliyorum elbette. Umarım haklısındır, onları rahatsız ettiğimizi de unutma."

                                        
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦

''Ahmaklar! Nasıl düşürebildiniz küreyi ? Ah, benim hatam, gerçek kurtuluşumu sizin gibi iki aptala bıraktım. Son yüz yılı beklememe gerek kalmadan, benim asırlardır burada olmama sabebiyet veren her şeyi yok edecektim. Bir kez daha Nur... Bir kez daha yok olmaktan kurtuluyorsun. Yakın bir zaman içerisinde bütün ırklarının üzerine geceden bile daha karanlık çökeceğim. Yalnızlıkla boğulacaklar, sana isyan edecekler. Yanında onlardan kimseyi bulamayacaksın!'' Mağaranın en karanlık köşesinde bekliyordu Barlund. Sesi, mekanın her köşesinden aynı tonda yankılanıyor ve duyuluyordu. Kardeşlerinden kaçışından bu yana, burada geçirdiği asırların intikamı, biriken öfkesiyle birlikte harmanlandığı sürece karanlık düşünceleri daha da artıyordu.

''Kim düşürdü küreyi ?'' kini dışarı çıkmaya başladı.
''Urndash, Barlund Marzlûrzg.''
''Buradan dışarı çıktığınız anda bir süreç başlayacak ve bu süreç içerisinde küreyi bulamazsanız, bedenlerinizle birlikte ruhunuz Kahar Zindanı'nda sonsuz ateşle yanacak lâkin küreyle birlikte geldiğiniz vakit ikinizi de baş hizmetkârlarım yapacağım.''

♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦

''Rüyanda gördüğün bir kürenin gerçekliğine nasıl olur da bu kadar inanabilirsin ?'' Berr ikizindeki endişeyle karışık heyecanı gözlemleyebiliyordu.

''O anı yaşaman gerekiyordu. Avcumunda o kadar parlak ve çekiciydi ki... Sanki, sanki bırakmak dahi istemedim. Sadece onun gerçekliğini ve onu bulabileceğimi hissediyorum. İşte onu bulduğumuz vakit her şey değişecek. Güven bana.'' Barr bunları anlatırken bile kalbinin hızlanmasına engel olamıyordu.

Nereye yürüdüklerini, yolun sonunun nereye varacağını bilmeden girdikleri bu patikada yaklaşık bir saattir dinlenmeksizin yürüyorlardı. Attıkları her adımın ardından zaten yeterince ışıksız olan orman daha da kararıyordu; ağaçlar biçimsizleşiyor ve otlar kurumuş bir şekilde toprağa uzanıyordu. Ağaçlar ara ara kendi aralarında homurdanıyor, kimisi dallarının yerini değiştiyordu. İkizler korkmalarına rağmen içlerindeki merak daha fazla ilerlemeleri için gerekli cesareti, her seferinde sağladı, uzun bir yol kat ettiler, bunu takiben yoruldular. Bu kasvetli ve karanlık bölgede dinlenmek pek iç açıcı değildi tabi lâkin dinlenmek zordunda olduklarının bilincindeydiler. Oturdukları yere zarar vermeyecek kadar ateş yakmayı göze aldılar. Yaktıkları ateş çevredeki hayvanların dikkatini çekmiş olacak ki, bazılarını hiç duymadıkları çeşitli sesler yayılmaya başladı.

İkisi de ateşin kenarına uzanmış göremedikleri gökyüzüne bakıyordu ve çeşitli anılarını hatırlayıp gülerek, ormanın karanlığından kaynaklı duyguları bastırmaya çalışıyorlardı. Bir süre sonra, nöbetleşerek biraz uyumaya karar verdiler. Barr yine ilk nöbeti aldı, tabi bu sefer kesinlikle uyumamak şartı ile.

Birkaç saatin ardından Barr, oturmaktan sıkılarak çevreye göz atmak için kalktı. Ateşlerinin azalmasıyla birlikte biraz odun da getirmeyi düşündü. Ateşi gözden kaybetmediği mesafelerde gezindi bir süre, ilk başta duydukları sesler ...


!!!HİKÂYE BURADAN DEVAM ETMİYOR!!!

"Gezinmek için yanlış bir yolu tercih etmişsiniz, aslında gezinmek diyemeyiz zira Bresholnd tahmin edemeyeceğiniz kadar bilge, karanlık, yaşlı ve tehlikeli bir ormandır. Bu orman ki içerisinde adım atan, nefes tüketen her şeyden haberdardır ve belki siz ikizlerin duymaktan korkacağı bir şeyden bahsedeceğim; Bresholnd Ormanı'na rastgele giremezsiniz veya öylesine göz atmak için de gelemezsiniz.
Buraya gelmenizin asıl sebebi çağırılmanızdır, orman sizi çağırır ve niçin olduğunu ondan ve sizden başkası bilemez."

"Biz sadece birkaç değerli eşya için buraya geliyoruz ya da senin söylediğin gibi..." bir an duraksadı Berr şimdi söyleyeceği kelimenin, hayatı boyunca bu kadar korkutucu geleceğini tahmin etmemişti."...çağırılıyoruz lâkin bilmediğimiz bir nokta, hatta daha doğrusu bizim niçin buraya geldiğimizi bildiğimizi sandığımızın nedeni ki yine senin söylediğine göre, ormanın bizim için plânladığı bir şeyler var. Ve tekrar senin söylediğine göre düşünecek olursak bunu sadece o ve biz biliyoruz. Şayet ikizim ormanın bize yaptığı plânı bilipte, bana söylemediğini düşünecek olursam bu konu hakkında bilgim olmadığını söyleyebilirim ama şunu biliyorum ki öyle değil. O zaman bunu..." tekrar sustu Berr, Gözleri Olmayan Adam düşüncelerini okumuş gibi cümlesini tamamladı. "Ta ki vakti gelinceye kadar da bilemeyeceksiniz."

Üçlü bir süre öylece hiçbir şey söylemeden duraksadı, hepsi farklı düşünceler içerisine daldılar, ormanın onlar için plânlarının ne olabileceğini kurguladılar.
"Söylesene yabancı..." diyerek kısa süren sessizliği bozdu Barr, Gözü Olmayan Adam tarafından sözü kesildi. "Bu ormanda sadece yabancı olan ben değilim, herkes yabancıdır."
"Pekalâ o vakit, bize ismini bahşedersen birbirimize hitap etme şeklinde istediğimiz sonuca nail olabiliriz."
"Lemures, bana bu ismi vermişler kardeşlerim. Lâkin henüz Lemures evresini tamamlamadım, şu an için Lemur diye hitap etmeniz kâfi."
"Kardeşler mi ?" Berr'in yüzü bu tekinsiz yerde dahi gülme ve şaşırma arasında kısa bir döngü yaşadı.
"Evet, hiçbirini görmedim, hepsi beni yaratırlarken ölmüş, aslen bir tanesi kaçmış o yüzden gözlerim yok, onun yerine hislerim kuvvetlidir."

Şimdi okuyacağınız kısım not alma amacı ile yazıldı, o bakımdan yazımdaki hızlı atlamaları aldırmayın, en azından öncesi hakkında az çok bilginiz olsun: (Büyücü kardeşlere Yıldıza Dokunanlar denir, sebebi ise büyücü olmadan önce bir şeylerin farkına varmaları ve bu farkındalığın ne olduğunu onlardan başka kimse bilmez. Even I. Kardeşler o kadar çok düşüncelere dalmışlardır ki artık kendi kurdukları bir dünyada yaşamaya başlarlar mağaralarından asla dışarı çıkmazlar, lâkin daha sonra birer birer uyanmaya başlarlar çünkü kendi dünyalarında kendilerine ait olmayan bir şey keşfederler. Birisi uyanırken çıldırmaktan son anda kurtulur. İki dünya arasında kalır, ilk başlarda gerçeği ve hayali ayırt edemez, daha sonra ise diğerlerinin yardımı ile kendisini toparlar. Ardından Lemur'u oluşturmaya karar verdiklerinde diğerlerine uymaz, bu büyü ritüelinde onları yalnız bırakıp kaçar. Lâkin hesaba katmadığı şeyler olur. Farkındalığı yüzünden tekrar çıldırmaya başlar gerçeği ve hayali karıştırır zamanla yemeyi ve içmeyi unutur lâkin cezası daha bitmemiştir, Faesla'nın tanrıları cezasını çekmesi için onu Yalnız Dağ'a hapsederler, acısının daha da katlanması içinse çok uzun ömür verirler. Ta ki Ölümsüzlük Küresi'nin haberi gelinceye kadar. Barlund'un vakti dolar mağaradan dışarı adımını attığı anda ölmesi işlenmiştir kaderine lâkin kurnazlığı yine baş gösterir.

Kendi ruhunun özünden bir küre yapar, küre ilk başlarda ölümsüzlük sağlamaz elbet bunun olabilmesi için orman ile anlaşma yapar ve orman git gide fesatlaşır, ölümlere sebep olur eskilerde Ulu Kök olarak nitelendirilen artık Kıyım olmuştur. Ardından insanlar ağaçlara çıkmaz, ormana girmez oldular. Ermişlerin söylediğine göre mevsimler orada olmaz, neyi isterseniz onu görürsünüz ve bunlar asla iyi şeyler olmaz, siz her ne kadar iyi birisi olsanız dahi. Bresholnd içinizdeki karanlığı uyandırır, asla hayal etmeyeceğiniz şeyleri düşünürsünüz ve onları size gösterir, attığınız her adımda gücünüz erir keza bedeniniz de ruhunuz ve tüm iyiliğiniz ormanın gerisinde kalır. Ulu Kök, Kıyım olduktan sonra onu kimse
bulamaz ve diğer ağaçların, ağaç özünün kökü onda olduğu için, onun yokluğunda diğerleri solmaya başlarlar, mevsimsizlikten dolayı kimi ağaçlar çok derinden uğuldarlar, kimileri ise ağlar. Ormana girilmediği için de arayan kalmamıştır Kıyım'ı. Ve ermişler Kıyım'ın kendine bahşedilen ölümsüzlüğünü Barlund'un lehine kullandığını söylerler, küreye ölümsüzlük katan Ulu Kök'tür. Kendi Ölümsüzlüğünden vazgeçmiştir, Barlund küreyi ilk gönderdiği zaman -ki Vargos Altınları'nda yanına kimsenin ulaşamadığı yazar, burada yine onun kurnazlığı devreye giriyor, mağarasında geçirdiği yıllar onu kör etmemiştir büyüler üzerine çalışmaya devam eder. Derin uykuya dalmasıyla mağarasından, ormanda olan herşeyi görebilir. Küreyi Ulu Kök'e vermesi için yanına gelecek yolu gösterdiği varlıklar ise beş yüz yıllık ruhlardır, onları kontrol etmeyi öğrenmesi uzun zamanını alır. Ruhları yanına getirdiği zaman nispeten istediği şeylerin gerçekleşmeye başladığının farkına varır.- Eski gücünden kat kat fazla üstünleşir. Yeraltı büyüsü üzerinde ve kara büyü üzerinde çok üstün duruma gelir. Emin değilim ama Ulu Kök'ün aklını zehirleyerek kabul ettirmiştir kötülüğü, devasa bir ağaca büyü yapabilen ilk varlıktır ayrıca. Hazırladığı zehiri Bresholnd'ün toprağına döktürür ve zehir tüm ormanı etkisi altına alır. Ağaçlar ise zaten özlerini kaybettikleri için
akıl almaz tepkiler verirler, renkleri değişir, dalları ve yaprakları keskinleşir, kökleri yüzeye çıkar. Bunların ardından iki ruh küreyi ormanda düşürüp kaybederler ve onu ikizler bulurlar ardından Vargos Altınlar'ının hikâyesi başlar. Özet geçeyim dedim olmadı. Bu arada ormanın etrafı karanlığın etkisinden dolayı devasa surlarla çevrili. Gerçi şimdi mantıksız geliyor etrafının surlarla çevrili olması, şu daha makûl sanırım: Orman tamamiyle büyülü olduğu için dışarıdan bakan herhangi birisi onun aslında normal olduğu sanar keza gerçek yüzünü göremez. Büyünün etkisi; gözleri, gerçek şeklinin ve havasının görünmemesi için kötülüğünü göstermez. Bu sayede ben bile gerçekten bu ormana adım atarak neye bulaştığımın asla farkında olamam. Ta ki bedenimle birlikte düşüncelerimin de çürüdüğünü hissedebilinceye kadar.)



j.c.

Devam edecek...

"Vasi huverre settetu sette. Dea suffer, dea lunno, yashkanna lesier annor."

6
Merhaba Rıhtım!

İstanbul'un ardından Antalya'da da bir buluşma olmalı diye düşünüyorum. Gerçi kimler var Antalya'dan bilmiyorum ama, birkaç profil gezdim, bir tanesinde görmüştüm Antalya. Gün olarak en uygunu pazar sanırım.-aslında boş kaldığım tek gündür kendisi- Aralık ayı içerisinde ayarlarsak güzel olur. Buradan belirtirsiniz durumunuzu.

Tarih, zaman ve mevki;
26 Aralık 2010 (İstanbul ile aynı tarih)
5M Migros / D&R
16:30 sularında.
Gelecekler;
johnconstantine
Victoria

7
Kurgu İskelesi / Neln Karrûl
« : 22 Eylül 2010, 19:02:19 »
Neln Karrûl
(Yürüyen Dağlar)

Siz hiç duydunuz mu bilmiyorum ama bir gün yolunuz Faésla topraklarından geçerse, kesinlikle duyabilirsiniz. Hem de sadece ozanlardan değil, birçoklarından. Çünkü bir gün tekrar uyanacaklarına dair rivayetler yüzünden Neln Karrûlların hikâyeleri asla unutulmaz.

----------------------------------

''Oğlum, biraz daha yukarıdan yani alnından vurman gerekiyor. Ralkların zırhları kalındır, hatta bana soracak olursan; aslında onların zırh kullanmasına bile gerek yok, göğüs kafesleri sanki bunlara dayanmak için düzenlenmiş. Kasları sıkı ve sağlamdır. Neyse, elinde herhangi bir zehire yalatılmamış sade bir ok mevcut, bu yüzden Samankafa'yı alnından vurmanı istiyorum, keza zehirli ok olsaydı fark etmezdi, eğer halâ gövdesinden vuracaksan yayını hafifçe ger ve oku kalbine doğru sal. Hafifçe ger diyorum çünkü Samankafa'nın tahtası henüz sağlam değil. Belki yemekten sonra ilgilenebilirim. Şimdi tekrar deniyoruz.''

''Bu sefer başaracağım, merak etme. Yukarı, biraz daha yukarı. Alnından vurmalıyım.'' diye kendi kendine söyleniyordu genç. O yukarı yukarı derken evlerinin tepesinden öterek yaklaşan bir karga tam da sırasıymış gibi Samankafa'nın üstüne kondu. Genç elinde olmadan hızlı bir refleks ile yayı istemeyerek baş hizasından biraz daha yukarı kaldırdı ve saldı. Belki gençlik yıllarındaki atikliğe sahip olsa kurtulabilirdi yaşlı karga lâkin nafile. Zaten cılızdı ve hızla onu vuran ok sanki hızında hiçbir şey kaybetmemiş gibi peşine yaşlı kargayı da katarak Samankafa'nın arkasındaki korumak için yapılmış geniş tahta levhaya saplandı. Oktan akan, yaşlı karganın koyu kanı ağır ağır toprağı sulamaya devam ederken, büyük bir gürültü gökyüzünü yararak hızla ilerledi. Şehirdeki insanlar bu kısa süren saniyelerin ardından bıraktıkları işlerine döndüler, yıllardır alışmışlardı bu olaya. Adam: ''Son zamanlarda artmaya başladı, bu iyi bir şeye delâlet değil. Şimdi şu oku çıkar, kargayı toprakla ört ve yemeğe gel.'' Kendi okunu ve oğluna eğitim için kuşandığı diğer silahlarını yerleştirip eve girdi ve her şeyiyle tamamlanmış yemek masasına geçti. Genç istemeyerek vurduğu yaşlı karga için epey üzülüyordu, onu toprağa gömerken gözleri bile dolmuştu hatta, gözyaşları neredeyse aynı yaşlı karganın kanı gibi toprağı yıkayacaklardı.

Genç, avucunda kalan son toprak taneleri ile yavaşça karganın üstünü kapatırken öncekinden daha büyük gürültü tekrar gökyüzünü yardı. Halkın bir çoğu bir anda irkilerek yere kapaklandı çünkü; belki üç veya dört kuşaktır asla üst üste ve böylesine kuvvetli hiç olmamıştı. Hızla birkaç avuç kızıl toprak daha dökerek evine, aklına nerede olduğunu bilmediği büyük kardeşini düşünerek koşmaya başladı. Umarım gelmiştir diye iç geçirdi.

Çevredeki insanlar da hızla evlerine ilerlemeye başladılar, kimisi ihtiyacı olan eşyalarını at arabalarına yüklemiş ve ''Kaçın! Kaçın! Canınızı kurtarın hâlâ şansınız varken.'' diyerek feryat ediyorlar. Bu feryatların sebebi, orta yaşlarda kızıl sakallı bir adamın; kehanet gerçekleşiyor, onlar artık uyanıyorlar, çabuk bu dağdan uzaklaşın söylemiydi.

Genç, eve girerek yemek masasındaki babasına duyduklarını anlattı. Heyecanlı anlatımından korktuğu belliydi tabi. Babası ise oğlunun korkusunu gidermek amacıyla gülümseyerek dışarıdakilere kulak asmaması gerektiğini belirtti lâkin kendisinin de bu kehanetin artık gerçekleşmeye başladığını düşündüğü doğruydu. Masadan kalkıp, oğluna annesini bulmasını tembihleyerek, dışarıdaki karmaşaya göz atmaya çıktı.



Devam edecek...

8
FRP Arşivleri / GreatNES - Oyuncu Amblem Seçim
« : 24 Mayıs 2010, 14:11:30 »


Evet arkadaşlar, yukarıda bulunan bir amblemi oyun için kullanabilirsiniz. Farklı istekleriniz varsa eğer, değerlendirebiliriz. =)

9
Kurgu İskelesi / Flash'ın Pişmanlığı
« : 19 Mayıs 2010, 17:26:25 »
Vakti zamanında,
Dört dost kitap varmış.
O kadar iyi dost olmuşlar ki,
Raflarda sürekli yan yana dururlarmış.
Bazıları onların arasındaki dostluklarını,
Fazlaca kıskanırlarmış.

Gün gelmiş,
Sahipleri çok uzun bir vakit tatile çıkmış,
Ve bütün kitapları yalnız bırakmış.
Kitaplıkta başlamış bir cümbüş.
Gürültü, patırtı,
Gazeteler, dergiler, çizgi romanlar,
Hepsinde koyu bir muhabbet.
Hatta ben şöyle duydum bir magazin dergisinden:
‹Uufff aptallara bak. Nasıl yaşıyorlarsa.
Fıstık gibiyim.
Kuşe kâğıda basıldım.
Sayfalarım daima parlak ve temiz.
Çok dikkat çekiyorum böylelikle.
Beni okuyacak insanlar daima bakımlı olurlar.
Hıh size, kocaman hıh !
Pis pis yaşayın.›
Tabii takdir edersiniz;
Bu gürültüye,
Karşı koyanlarda olmuş.

Ansiklopediler.
O kalın cüsseleri ile ilk önce bağırmışlar;
‹Hey siz ! Aşağıdakiler !›
Aşağıdakiler,
Yukarıdakileri hiç takmamışlar,
Cümbüş ya bu !
Kimin umrunda. Sahipleride yok.
Flash'ın bir çizgi romanı,
O ufak boyuna posuna bakmadan,
Etrafındakilere güvenerek hızla bir atışmada bulunmuş.
‹Siz yukarıdakiler kendinizi az yıpranıyorsunuz diye ne sanıyorsunuz ?›
Ansiklopedilerin hepsi aynı anda aşağı baktılar.
Kimisi hafif hafif gülüyordu,
Kimisi kahkahaya boğulmuştu.
A'dan E'ye isimli ansiklopedi,
Yaklaştı köşeye, aşağı baktı.
Sonrada başları Dizin'e,
Dizin durumu anladı ve yapraklarını onaylarcasına hızlıca salladı,
Hemen ardından odanın sesini kesen bir,
BUUUM! sesi.

Hepsi aşağı baktılar,
Birde ne görsünler !
Koca ansiklopedi kendini çizgi romanın üstüne salıvermiş.
Eskisinden daha yüksek bir gülme faslı daha başladı.
‹Necronomicon aşkına, kalk üstümden artık, bu hiç komik değil.›
Dizin bunu duyunca,
Kesiliverdi gülmesi.
Emin olmak için sordu;
‹Az önce ne dedin sen ufaklık ?›
‹Necronomicon aşkına dedim.›
‹Bilinçsizliğini küçüklüğüne veriyorum.
Bir daha böyle bir şey demeden önce düşün.
Yanlış sonuçlar doğabilir.›
Derken uzakta ki bir kanepenin altından,
Beliriverdi kara ve Dizin›den bile daha fazla sayfası olan bir kitap.
O kalın sesiyle şöyle dedi:
‹Beni uykumdan uyandıran da kim ?
Yoksa ölmek mi istiyorsunuz ahmaklar ?›
Diğerleri irkildiler, kimisi saklandı, kimisi kapattı sayfalarını.
Ansiklopediler bile kapandılar. Dizin hariç.
Çünkü;
Görmüştü oracıkta irkilen, yalnız kalan Flash'ı.
Flash korkmaya başladı.
Diyemedi bir türlü;
‹Ben seslendim!› diye.
Dizin'e doğru yöneldi.
Gelmedi aklına yapacak başka bir şey.
Dizin gülümsedi ve sayfalarını kırptı.
Ardından: ‹Ben seslendim Necronomicon.
Rahat bırak da eğlensinler.›

‹Eğlenmek mi ? Ya benim uykum ne olacak ?
Vakitsiz uyanmamın hesabını kim verecek ?›
Flash ikisinin arasında ufacık kalmıştı.
Dizin›in başı yanacaktı kendisi yüzünden.
‹Ben vereceğim elbette.› Diye cevaplamıştı Dizin.
Flash›a bakıp cesaret verircesine gülmeye devam etti.

Tam o vakit Kara Kitap açtı sahifelerini,
Çevirdi, çevirdi de çevirdi.
En sonunda kendisi gibi kara sayfa da durdu.
Yaratıklar çıktı içinden.
Kapıverdiler bizim ufaklığı.
Tutsak ettiler.
Dizin sinirlendi.
Ansiklopedilere saldırı emri verdi.
Hepsi birden açıldılar ve kıran kırana bir çarpışma başladı.

Düşmanların hepsi düştü.
Dizin ve Necronomicon hariç.
Dizin yorgun düşmüştü, düşmanı bundan faydalanarak,
Son darbeye hazırlandı.
Tekrar çevirdi, çevirdi, çevirdi.
En sonunda iki tarafı da simsiyah bir sayfada durdu.
Bu sayfa yorgun düşen Dizin›in bilgilerini çekiyordu önce,
Sonra kendisini.
Yavaş yavaş alev almaya başladı.
Son bir kez Flash'a baktı,
Yine gülümsedi.
Flash bir şeyler yapmak istiyordu.
Aklına bir fikir geldi.
Yanan parçaların üstüne atlayabilirdi.
Hızla zıpladı.
Şansına tamda iyice alevlenmiş bir parçaya çarptı.
Yanmaya başladı.
Sayfaları birer birer tutuştu hava da.
Var gücüyle hızlandı,
Necronomicon'un ağzına çarpmak için.
Kara Kitap durumu anlayıncaya kadar Flash üstüne gelmişti,
Ağzını kapatamadan darbeyi yedi.
O da alev almaya başladı.
Üçü de yandılar.
Diğerleri korkularından müdahale bile edememişti.

Sahipleri güzel tatilinden geldi.
Kitapların küllerini gördü.
Lâkin yıllarca ne olduğuna bir türlü anlam veremedi.
Bilseydi evindeki herşeyin ruhu olduğunu,
Bırakır mıydı hiç beraber ?

-------------------------------

Bu aralar farklı farklı yazıyorum ya bakalım ne çıkacak bunun altından. :D

10
Genel Kültür / Kayıp Rıhtım Öğretileri
« : 18 Mayıs 2010, 14:51:34 »
Öncelikle, Rıhtım sakinlerine merhaba. Başlıktan anlaşıldığı gibi konumuzun teması Rıhtım'a yazılan hikayelerdeki özlü sözleri toplayıp genel bir öğreti oluşturmak. Bunları resimlerle yaptım. Sayfanızın yüklenmesi biraz yavaş olabilir.











Devamı olacak, uzuuuunca hem de. Akşama doğru eklerim. Okuyabildiğim hikayelerdeki sözleri topluyorum. Eğer sizden bir söz yoksa, henüz okuyamamışım ya da tekrar okumam gerekir demektir. Lütfen beni uyarın.

Hani bir kitap vardı ya; Üstatların söylediği özlü sözlerin derlendiği. Hayata Yön Veren Sözler'di sanırım ismi. Bu da öyle bir şey işte.

11
Kurgu İskelesi / İki Adam
« : 17 Mayıs 2010, 20:16:34 »
''Size bir sırrımı açıklama gereği duyuyorum. Eroin, Kodein, Trankilizan, Barbiturat, Sedafif, Amfetamin, Meskalin veya bilmediğim daha başka ne türü varsa, şu uğruna fazla fazla verip intihar edenlerin kullandığı uyuşturuculardan kullanmadan veya alkol almadan günün her saati bunları kullanmış gibi gezen bir insan ben varım sanırım şu dünyada.''
Tozlu raflardan çıkan günlüğün bir sahifesi. Tarihi ise: 26 Mart 2009

''İlginç, garip. Gerçekten ilginç bir adammış.'' Daha genç olan yaşlıya bu cümleyi sarf ederken, diğer sayfaları kurcalamaya başladı.

- Kaç yıl yaşadı demiştin ?
- Yüz bir yıl, evet tam olarak yüz bir yıl yaşamış.
- Yüz bir ? Yüz değil, yüz bir ha ?

Artık genç olan gerçekten şaşırmaya başladı. Gerçi pek anormal bir durum değil keza iki yüz, üç yüz yıl yaşayanlar olduğunu duymuş ve okumuştu ama bu adam hakkında bir şeyler öğrendikçe daha fazlasını bilmek istiyordu garip bir şekilde.

- Evet. Yüz bir olmasının nedeni teki sevmesi. Bir-
- Yani yaşını da mı kendisi belirlemiş ?
- Hayır, tam olarak belirlemek diyemeyiz, sadece yönlendirmiş. Kendisini ona göre şekillendirmiş.

Gencin şaşkınlığı kat kat artmıştı, ''kendisini ona göre şekillendirmek' bu mantıklı bir şey olabilir ama o vakitlerde ölebileceğini nasıl tahmin etmiş olabilir ki ? Aklının kontrolünü devşirdiği gençlik yıllarında her zaman ölüme hazırlanarak olabilir belki ya da bazı insanlara olduğu gibi o kadar yılın ardından içine doğmuş olmalı. Günlüğün sayfalarını kurcalamaya devam ederken bir sayfa gözüne ilişti. Sol tarafta kalan sayfa tamamen siyaha boyanmıştı, sağ tarafında ise normal yazılar. Ve okumaya başladı.

''Bugün yanlış bir şey yaptım, bir örümceği öldürdüm. Bilerek yapmadım ama bu onu ezdiğim gerçeğini değiştirmez. Halbuki onu görmüştüm, onun yerde küçücük bedeni ile kendisine devasa gelen insanların arasında bir yerlere saklanmaya çalıştığını görmüştüm! Kendimi engelleyemeden ayağımın altına girdi. Aaahhh aptal ben, aklımı kullanabildiğim halde engel olamadım. O ister miydi benim kullanamadığım aklıma uymak. Suç benim. Gerçi bu işler asırlardır böyledir. Aşağıda sadece kendisine verilen görevi yerine getirmeye çalışan masumlar, yukarıda olan aptal beyinlere uyum sağlamak zorundadır. Bir bilseler örümcek olmayı, doğru oldukları yolda onun ağzına yem olmayı bile isterler. İnsanları sırf insan oldukları için sevenler ne kadar da azaldı ezelden. Ah ben, ah şu düşüncesiz kafam. Yaptık yine yapacağımızı. Bir çok insanın yaptığı gibi onu ezdiğimi düşünmezsem varlığımın amacı ne olurdu ? Bu yoldan sapmış olabilirdim. Yani düşünmemekten bahsediyorum. Umarım asla böyle bir şey olmaz. Eğer gerçekten bu günlüğü birileri bulursa şunu da eklemek istiyorum; Her gün yeni bir şeyler öğreniyorsanız, unutmayın ki asla yeteri kadar zeki bir insan değilsinizdir.''

- Örümcek öldürmekten, masum insanlara. Çok şey görüp yaşamış olmalı. O hayvanın ölmesinin ardından yaşadığı duygular, nereden nereye götürmüş. Peki bu adam niçin ölmüş ?
 Genç artık iyiden iyiye ısınmaya başlamıştı aslında. Günlüğün her sayfasını okumalıydı. Yaşlı olan, sorunun cevabını hafif bir tebessümle verdi:
- Bu adam fazla düşünmekten ölmüş. Sarhoşluğu da buradan gelir. Kimi insanın canı diken çeker, kimisinin canı ise toprak çeker çünkü bu insanlar şöyledir; Kendisine ne kadar vurulmuş olursa olsun, üstüne defalarca basılmış ve kendisinden faydalanılmış, arkasından konuşulmuş, hakkında yalan söylenmiş dahi olsa toprak gibidirler. Toprağa tükürürsün, sigara atıp basarsın ama o sana gül verir, ağaç verir lâkin sen dikeni ellemeye devam edersin.

Genç elindeki günlüğü kapatıp şöyle dedi;
- Hiçbir şey bilmiyorum.

----------------------------------------------------------

Vay be, hayatımda ilk defa ciddi ciddi kendi fantastik hikayem dışında bir şeyler yazdım. Üstelik kısa bir hikaye. Kısa yazmayı asla beceremem. Sıkıcı geleceğini düşünüyorum.  :D

12
Kurgu İskelesi / Ölümsüzlük Küresi
« : 04 Şubat 2010, 17:43:20 »
Herkese merhaba;

Ölümsüzlük Küresi, benim dört yıldır üzerinde durduğum, neredeyse yazamama noktasına birçok kez geldiğim, lâkin buna cesaret edemediğim ilk göz ağrımdır. Dört yıllık bir geçmişe sahip, hikaye devamlılığı sürekli değişmişti. Irklar, diller, haritalar, olaylar, sürekli ama sürekli değişti ta ki tek başıma kalana kadar. İlk yıllarda grup olarak başladık bu hikayeye. Lise birinci sınıftı sanırım. Aslında sekizinci sınıfta sadece yazalım bırakalım gibi bir düşünce vardı, sonra olaya daha farklı boyutlar kazandırmak istedik ama olmadı, bazı işler tek başına yapılması gerekiyormuş. Lisenin ilerleyen vakitlerinde tek başıma kalınca hepsini tek bir yere oturtmaya çalıştım, yine olmadı ve üstüne üstlük o zamanlar iyi bir yol kat etmiştim derken yazılan altmış sayfayı geçik kurgu kayboldu. Ben her şey bitti, umutlarım çöktü derken içimde yeniden yazmaya dair heves oluştu. :D Tekrar tek başıma başladım. Tek başına yapabilmek bambaşka bir duyguymuş meğer. Şimdi haritalar, diller, ırklar, kurgu hepsi benim kontrolümde ve bu konuda bilgili insanlarla bunu paylaşarak kendimi geliştiriyorum.

Ölümsüzlük Küresi - Kürenin Sırları - Sayfa 1

''Efendim düşman boruları duyulmaya başladı.Kulelerdeki gözcülerimiz gece olduğundan dolayı sadece Nimdar Ormanı'nın içinde hareket eden meşaleler gördüklerini söylediler.Bir keşif ekibi gödermemizi ister misiniz ?'' dedi muhafız Esienthes.

Kral sakindi,daha önce bulunduğu birçok savaşın izlerini taşıyan ve sevgili eşinin ölümünden sonra neredeyse hiç gülmeyen hüzünlü bir yüze sahipti.Yaşlılığın getirdiği yorgunlukla muhafıza döndü ve ''Hayır. Önemsiz yaratıkları ayakaltından kaldırmak için bu kadar çabayı gereksiz görüyorum, sence haksız mıyım kızım ?'' Kral Gregon bunları söylerken bile çok çaba harcıyor gibiydi.

''Haklısınız kralım, lâkin ben, bizim için kendilerinden başka ne tür uğursuzluklar getirdiklerini öğrenmemizin uygun olacağını düşünmüştüm. Boş beyinli,insan eti yemekten başka zevkleri olmayan, iğrenç, pis Ralklar. Adamlarınız...'' bir an duraksadı ve gözleri Kral Gregon'un yanında ki pencereye kaydı.''Efendim adamlarınız Ralklar'ın pis yüzlerini vücutlarından ayırmak için sabırsızlanıyorlar.'' dedi.

Kral ayağa kalkıp pencereden dışarı Nimdar Ormanı'na baktı;Ormanda ki hareket eden meşaleleri gördü.''Adamlarım...'' dedi ''Onlar birçok şey için sabırsızlanıyorlar. Ralkların kökünü kurutmayı, onları bu dünyadan silmeyi...ama bilmiyorlar bilmedikleri yeni bir musibet var. Geçirdiğim bunca yıl sadece benim yüzümü kırıştırmadı güzel kızım ama şimdi savaş ile ilgilenmek lazım.''Ayağa kalktı ve şöyle devam etti:''Sana söylediğim okları hazırladın mı ?''

Esienthes:''Evet efendim. Tam on adet ve dediğiniz gibi en güvendiğim okçularıma verdim, aynı zamanda kendime de iki adet aldım. Bu arada bu söylediğiniz bitki Limfye'yi bulmak hiç de kolay olmadı. Umarım bize bir zararı yoktur.''Bunu söylerken kollarında ki kollukları çıkarıp bileklerinden dirseklerine kadar olan bölgedeki Limfye yüzünden çizilen yerleri gösterdi.

''Merak etme insanlara karşı bir zararı yoktur. Bunun niçin böyle olduğunu da bilen tek ırk olan Drekardlar ise artık bu dünya üzerinde değiller. Prens Gredon hala dönmedi mi ? Üç gün oldu tam üç gündür ortalıklarda yok. Nerdesin oğlum, nerdesin ? Niye hiçbir şey söylemeden gidersin ki. ''Kral kapıya döndü ve hızlı adımlarla dışarı çıktı ve tam çıkarken kapının yanındaki masanın üzerinde birkaç ay önce bulduğu kalın ve gösterişli kitap gözüne ilişti. Acaba nasıl açılıyor?

Heh, okudukça düzeltmek istiyorum bazı yerleri ama olmuyor. Düzeltmeyeceğim.
Devam edeceğim. Hali hazırda internet ortamında iki sitede yayınladım. Bir süredir diğer sayfaları bilgisayar ortamına aktarmak istiyorum lâkin vakit bulamıyorum.

Sayfa: [1]