Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Elijah

Sayfa: [1] 2
1
Sinema / Django Unchained
« : 15 Şubat 2013, 19:05:23 »

DJANGO UNCHAİNED

Yapım: 2012 - ABD

Tür: Macera, Dram, Western

Yönetmen: Quentin Tarantino

Oyuncular: Jamie Foxx, Christoph Waltz, Leonardo DiCaprio, Samuel L. Jackson

Senaryo: Quentin Tarantino

Konu: Amerikan İç Savaşı'ndan iki yıl önce başlayan hikaye geçmişinde eziyet çekmiş bir köle ile Alman avcı Dr. King Schultz'un yüzleşmesini merkezine alıyor.
Brittle kardeşlerin cinayetiyle suçlanan Schultz'u özgürlüğüne kavuşturmak Django'ya bağlıdır. Zira Schultz özgürlüğüne karşılık, Django'dan zorlu bir görev ister. Görevi başarıyla tamamlayan ve özgürlüğüne kavuşan Django gene de Schultz'un yanından ayrılmaz; üstün avcılık yetenekleriyle şimdi ki hedefi Broomhilda'yı bulmak ve köle tüccarlarının elinden kurtarmaktır

Yorum:
Filme genel olarak baktığımızda klasik bir Quentin Tarantino filmi diyebiliriz. Yine uzun soluklu bir intikam hikayesi, litrelerce kanla süslenmiş şiddet ve gerçekçiliğin dışına çıkan epik anlatım. Fakat diğer Tarantino filmlerine nazaran bu film biraz daha ilginç, biraz daha klasik ve biraz daha kült olma özelliği taşıyor.

Zaten daha başlarken çalan şarkıdan, filmin havasından ve gidip gelen zoomlardan filmin western, hatta spaghetti western olacağını anlıyorsunuz. Tabi western türünde görmeye pek alışık olmadığımız bir tema düşünmüş yönetmen, o da ırkçılık. Yüzlerce Amerikan filmine konu olmuş olmasına rağmen, “bir de ben yapayım” demiş sanki, zaten bir önceki filminde yine ırkçılığı ele almamış gibi. Önceki filminde II.Dünya Savaşı’ndaki ırkçılığa değinmişti, yani biraz daha evrenseldi. Bu filmde de ırkçılığın başka bir yüzü olan kölelikle karşımıza çıkıyor. Bu açıdan Django, konu ve zaman ne kadar uyuşmasa da önceki filmin devamı izlenimi veriyor. Bu izlenimimi Tarantino imzalı bu iki filmin ortak yanlarıyla destekleyeyim:

İki filmde de ağır basan duygu intikam ve iki filmde de Alman-Amerikan çatışması var. Bastards’da kanımız Amerikalı Yahudilere kaynarken, bu filmde Alman kelle avcısı Shultz’a kaynıyor. Diğer bir ortak nokta da iki filmi de alıp götüren ve film boyunca parlayan Avusturyalı oyuncu Christopher Waltz. İki zıt karakteri de birbirine yakın bir oyunculukla oynaması ve bunu yaparken de bir an bile sırıtmaması Oscar’a aday olmasını sağlamış bence, izleyince siz de hayran kalacaksınız. Son ortak nokta ise Tarantino filmlerinin vazgeçilmezi ve yönetmenin imzası niteliği taşıyan Tarantino şiddeti. Ben diyim domates salçası, siz diyin ketçap. Koca malikaneyi boyamaya yetecek kadar var, o kadar söyleyeyim.

Konuya değinirsek, hikaye anlaşılacağı gibi 18. Yy Amerika’sında geçiyor. Django adında özgür bir siyahinin Candyland malikanesinde kölelik yapan karısını kurtarışını anlatıyor. Tabi baş kahramanımız yalnız değil, yanında harika bir oyunculuk çıkaran Christoph Waltz’ın canlandırdığı dişçi[*]sözde[/*] Shultz var. İkili birlikte üç beş işi hallettikten sonra asıl mevzuya, yani Django'nun karısı Broomhilda’yı kurtarmaya koyuluyor. Şöyle bir bakınca konu klasik western tarzında diyebilirsiniz, ki öyle de zaten. Fakat film işlenirken siyahilere yapılan zulmün biraz bol keseden gözümüze sokulması ve bu gibi durumlar western tarzına pek uymuyor. Ayrıca izlerken oldukça şaşırmanıza yol açacak bir müzik seçimiyle karşı karşıya geliyorsunuz; rap müzikle! Müziğin o anki sahneye gayet güzel uyduğu bir gerçek fakat western tarzına uyularak yola çıkılan bir filmde rap müzik seçiminin ne kadar doğru olduğu tartışılır. İşte bu gibi nedenlerle film, konusu ve işlenişi bakımından klasik western kalıbına pek uymuyor.

Oyunculuklara değinmek gerekirse, başrol oyuncusu Jamie Foxx’tan başlamak gerek. Aslında yönetmen Django karakterini önce Will Smith için düşünmüş, fakat sonra ne hikmetse Jamie filme dahil olmuş ve bunun doğru bir seçim olduğunu da kanıtlamış bence. Oyunculuğuyla olmasa da karizması, duruşu bakışlarıyla film boyunca kendini etkilemeyi başarmış ve ortaya uzun süre konuşulacak bir karakter çıkarmış. Jamie ile birlikte filmin bir diğer başarılı ismi de Leonardo DiCaprio olmuş. Kötü adam rolüyle müthiş bir oyunculuk sergilememişti fakat birkaç sahnede öyle hareketler yaptı ki, kendini hayran bırakmayı başardı. Mesela “Where is my beautiful sister? There she is! Whooohow!” diye bağırdığı sahneyi geri sarıp tekrar tekrar izledim ve defalarca güldüm. Bu sahneyi gördükten sonra emekli olmadan Oscar ödülü almasını istediğim bir başka oyuncu oldu kendisi, umarım bunu başarır. Son olarak değineceğim isim oyunculuğuyla filmdeki herkesi sollamış Samuel L. Jackson. Makyajın da yardımıyla alışık olduğumuz Jackson’dan oldukça farklı bir yaşlı bunak çıkmış ortaya. Efendisine sadık köle rolünü o kadar iyi canlandırmış ki, film boyunca herife küfür etmeden alamıyorsunuz kendinizi. Ayrıca canlandırdığı tip, köleliği kabullenmiş ve bunu yaşam biçimi edinmiş tüm siyahileri temsil eder nitelikte, yani aynı zamanda alt metninde eleştiri barındıran bir karakter ve usta oyuncu da bu karakterin altından başarıyla kalkarak, Christoph Waltz ile birlikte diğer iki ismi gölgede bırakmış.

Son olarak müziklere değinmek gerek. Müzikler filmin en iyi yanıydı bence. Sahne-müzik uyumu film boyunca kusursuzdu ve filmin o western havasını izleyiciye en iyi belli eden tarafıydı. Tabi rap müzik gibi bazı istisnalar da yok değildi. Sanırım yönetmen siyahileri konu alan filmde siyahilere göre müzik seçimi yapmayı ve çoğu türden müziği tek bir filmde toplamayı tercih etmiş. Zaten yaptığı açıklamada müzikleri kendi plak koleksiyonundan seçtiğini belirtmişti. Birkaç tanesini paylaşayım, beğenmek sizlere kalmış.


1)Freedom

2)Too Old To Die Young

3)Black Coffins (istisnalardan biri)

4)Ancora Qui

5)Titoli


Sadede gelirsek, her Tarantino hayranının ve zamanında TRT’de gösterilen western filmlerin özlemini çekenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film. Pişman olacağınız sanmıyorum, en kötü "film çok uzun sürdü" dersiniz. Bir de filmde gerçekçiliğin aranması biraz anlamsız, çünkü Inglourious Bastards’taki gibi yine alternatif tarih var ve anlatım biraz epik. Yani ahı gitmiş vahı kalmış bir kölenin bir anda “batının en iyi silahşörü” ünvanını kazandığı, aynı kölenin atın eyerini yere fırlatarak ata eyersiz bindiği[*]ki sonuçları belli[/*], yerde yatan bir ölüye denk gelen kurşunlarla birlikte bir varil dolusu domates salçasının etrafa saçıldığı ve sağ tarafından vurulan birinin o etkiyle gerisingeri uçtuğu bir filmde mantık ararsanız, üzülen taraf siz olursunuz. Ha bir de bu filmde öğreniyoruz ki, Tarantino saf ve salak adam rolünü gayet güzel canlandırıyormuş. “En iyi cameo ödülü” falan olsaydı, herif silip süpürürdü hepsini.

2
Televizyon / Workaholics
« : 15 Kasım 2012, 00:32:12 »

Yapım Yılı: 2011

Oyuncular: Blake Anderson, Adam DeVine, Anders Holm, Jillian Bell, Maribeth Monroe, Kyle Newacheck

Konu: Aynı üniversitede okuyan üç erkek arkadaş, mezun olduktan sonra aynı işyerinde çalışmaya ve aynı evde yaşamaya başlar. Blake, Adam ve Ders adlarındaki bu üç “deli”kanlı, bir telemarket şirketi olan TelAmeriCorp’ta sabah 9’dan akşam 5’e kadar aynı odada çalışmakla kalmıyorlar, akşam 5’ten sabah 9’a kadar da bir partiden diğerine gecelere de hep beraber akıyorlar. Bu ortak yaşamdaki en büyük sorunları; henüz hiçbirinin yeterince olgunlaşmamış olması. Zaten başlarına ne gelirse, karşılaştıkları sorunlara hep çocukça çözümler üretmekten geliyor.

Yorum: Bu diziye televizyonda gezerken şans eseri e2'de denk geldim ve ilk bölümüne yarım yamalak göz gezdirdikten sonra her hafta yayınlanacağı günleri iple çeker oldum. En baştan kafanızda bir fikir oluşturması için, İşler Güçler'in yabancı versiyonu diyebiliriz.

Dizi, diğer Amerikan komedilerine göre oldukça farklı, hatta tüm komedi dizilerinde farklı. Tam olarak komedi dizisi olduğundan bile emin değilim. Aşırı mimiklerle ve yüksek sesle esprilerin patlatılmadığı gibi, yapılan esprinin ardından tiksindirici gülme efektleri de yok. Hatta ortada bunları düzenleyip derleyecek bir yönetmen bile yok. Dizinin yaratıcıları ve yöneticileri başroldeki üç arkadaş, ki bu arkadaşlar dizide de gerçek isimlerini kullanıyorlar, bilmem tanıdık geldi mi?
Kendi isimlerini kullanmalarının yanı sıra oyunculuk yapmaktan çok, üç işkoliğin günlük hayatlarında başlarına gelebilecek olayları konu alarak doğaçlama yapıyorlar. Farklı derken ne demek istediğimi anladınız herhalde.

Farklı olmasının yanı sıra, oldukça da boş bir dizi. Hatta şöyle genel olarak baktığınız zaman, Türkçeyle saçmalık, İngilizceyle de bullshit diyebilirsiniz. Ortada bir senaryo yok, halihazırda diyaloglar yok, güldürürken düşündürme yok, düşündürme yok, mesaj kaygısı yok, güzel kız ya da yakışıklı erkek yok, afedersiniz ama pek bir bok yok yani. Ki bana kalırsa diziyi güzel yapan en büyük etmen de bu kadar boş, bir o kadar da hoş olması. Sadece arkanıza yaslanıp Adam'ın böbürlenişlerini, Anders'ın ipi koparmama çabaları ve Blake'in aşırı saçma konuşmalarını dinliyorsunuz ve dizi bittiği zaman da, elinize hiç bir şey geçmiyor. Bu arada Blake demişken, dünyadaki her insanın Blake gibi bir dostu olsaydı, hayat daha güzel ve katlanılabilir olurdu. O dalgalı saçı, eğreti bıyığı ve embesilce konuşmalarıyla kafa insan tabirinin altına imzasını atıyor.

Sonuç olarak saçmasapan ve güzel bir dizi. İzleyin de demiyorum, izlettirin de demiyorum. Keyfinize kalmış, e2'de denk gelirseniz bir göz atın. Şu sözlerle bitireyim; Şu ana kadar izlediğim tüm dizi ve filmlerin arasında, en çok bu üç işkoliğin hayatına imrendim. Böyle de boş bir insanım.


3
Güncel / Dünyaya 2 Kez Gelen Adam
« : 14 Ekim 2012, 23:12:31 »
İnsanın en son teknolojiyi kullanarak fiziksel kapasitesini ortaya koyduğu en büyük denemelerden biri başarıyla gerçekleştirildi. Avusturyalı hava dalışçısı Baumgartner, yaklaşık 39 km yükseklikten Dünya’ya yaptığı atlayışı başarıyla tamamladı; 3 rekor geldi ancak ses hızının aşılıp aşılmadığı henüz bilinmiyor.



Avusturyalı hava dalışçısı Felix Baumgartner, balonla en yükseğe çıkan ve en yüksek mesafeden serbest dalış gerçekleştiren insan oldu.

İlk olarak Pazartesi günü yapılması amaçlanan ancak şiddetli rüzgar nedeniyle ertelenen tarihi atlayış, beklenenden de yüksek bir noktadan gerçekleşti.

Baumgartner, helyum dolu balonun taşıdığı hava kapsülüyle yaptığı yaklaşık 2.5 saat süren tırmanışın ardından, TSİ 21.15’te stratosferden, yani atmosferin 50 km mesafeli ikinci katmanından Dünya’ya atladı.

Baumgartner, insan bünyesini daha önce hiç maruz kalmadığı şartlarda en son teknoloji ve aylar süren çalışmanın birleşmesiyle üç rekora birden imza attı.

Baumgartner, ilk olarak 38.700 km yüksekliğe çıkarak, balonla yerden en yüksek mesafeye tırmanan insan unvanını kazandı.

‘Korkusuz Felix’ lakaplı Baumgartner, kapsülden yaptığı atlayışla, en yüksek mesafeden serbest dalış yapan insan oldu ve 52 yıl önce Joe Kittinger’in yaptığı 31 km mesafeli atlayışı tarihe gömdü.

Avusturyalı hava dalışçısı son olarak, en hızlı serbest dalışı gerçekleştirdi. Ancak Korkusuz Felix’in atlayışı esnasında saatte 1124 km olan ses hızını aşıp aşmadığı bilinmiyor.

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com


Saatler önce yaşanan bu olay, günümüz insanlarının 20 yılda bir görebileceği türden bir olaydı. Bu tip uzay olaylarının giderek artması, bilim kurgu filmlerindeki zamazingoların artık bize o kadar da uzak olmadığının habercisi sanki.

Felix'in ses hızını geçip geçmediği bilinmiyor. Fakat bildiğim kadarıyla, normal koşullarda 1.224 km/s olan ses hızı, aşağı yukarı -50 derecedeki bir ortamda değişkenlik gösterebilir. Yani Felix'in 4. rekoru hala muammada. Gerçi uzaydaki bir toz zerreciği 39.000 metreden canlı halde atlamışken, hız hesabı yapmak biraz lüzumsuz gözüküyor. Hızı ne olursa olsun, bu çılgın adamın insanlık tarihinde büyük bir adım attığı ve inanılmaz bir cesaret gösterdiği gerçeğini değiştirmiyor. Darısı Uçan Adam Sabri'nin başına.

4
Liman Kütüphanesi / New York Times'ın En İyi 10'u
« : 07 Şubat 2012, 19:50:54 »
New york Times "2011 Yılının En iyi 10 Kitabı" listesini açıkladı. New York Times'ın listesine giren kitaplardan henüz sadece 'Kaplanın Karısı' Türkiye'de yayımlandı.

5 tanesi edebiyat eserlerinden, 5 tanesi edebiyat dışı eserlerden seçilen liste şöyle:
 
EDEBİYAT

The Art of Fielding - Chad Harbach
Harbach'ın ilk romanı, her duygunun daha güçlü bir şekilde yaşandığı ve her hatanın kana susamış izleyiciler tarafından yargılandığı bir sahada geçiyor. Kitap, eski usül beyzbol hikâyesini görkemli bir yetenek ve hırsın sınırları ile birleştiriyor.

11/22/63 - Stephen King
Kariyeri boyunca sıradan ve olağanüstüyü birleştirip kullanmakta hep farklı ve yeni yollar bulan King'in yeni romanı, kendisinin de yaşadığı Maine'de bir restoranda geçiyor. Bir İngilizce öğretmeninin 1958 yılına dönüp Lee Harves Oswald'ı durdurmaya çalışmasını konu alan kitap, bize gündelik hayatın arkasında saklı olan dehşeti gösteriyor.

Swamplandia! - Karen Russell
Everglades Tropikal Ormanları boyunca timsah temalı bir park, hayalet bir sevgili ve Yunan mitolojisine göre ruhların yer altına giderken geçtikleri nehire benzer bir yolculuk: Russell'in ilk romanı, genç bir kadının kederli ailesinin yaşam biçimini koruma çabasını konu alıyor.
 
Ten Thousand Saints - Eleanor Henderson
Henderson'un AIDS, müzik, aşk temalı ilk romanı, bir grup arkadaşı, aşıkları, ebeveynleri ve çocukları konu alıyor. Karakterlerin yaşamlarının derinlerine inen roman, onlar arasındaki ilişkinin izini sürmenin yanı sıra hakikatin peşine düşüyor; Handerson karanlıkta bir şey yakalıyor.
 
Kaplanın Karısı - Téa Obreht
Kaplanın Karısı, savaşın paramparça ettiği Balkanlar'ı konu alıyor. Genç bir doktor olan Natalia, çok sevdiği büyükbabasının ücra bir köyde ölümü ardından onun eşyalarını almak için yola çıkar. Eşyaları bulsa da, inanışa göre ölümün ardından kırk gün geçmeden onlara dokunulmaması gerekmektedir. Natalia, sadece büyükbabasının ölümü ardındaki gizemi aydınlatmakla kalmayacak, söylenceler, hurafeler ve hayal kırıklıklarıyla örülü yolculuğunda kuşaklar boyu süregiden savaşlara ve acılara da ışık tutacaktır.
 
EDEBİYAT DIŞI 

Arguably Essays - Christopher Hitchens
Kanser hastası yazarın neredeyse 800 sayfa olan ve 100'den fazla deneme içeren kitabı, Harry Potter'dan Afganistan'a birbirinden alakasız birçok konuya temas ediyor.
The Boy in the Moon: A Father’s Journey to Understand His Extraordinary Son - Ian Brown
Eskiden muhabir olan yazar, bir muhabirin merakını ve romancının içgüdüsünü birleştiriyor: Genetik mutasyonla doğan oğlu Walker'ın basit şeyleri bile yapamamasının traji komik hikâyesi.

Malcolm X: A Life of Reinvention - Manning Marable
Aşağılık bir suçludan uyuşturucu bağımlısına, bir mahkumdan müdüre, bir bölücüden hümanistte ve son olarak da kurbana: Kitap üzerinde 10 seneden fazla çalışan ve senenin başında yaşamını yitiren yazar, okuyucuya, Malcom X'in otobiyografisinden daha fazlasını, yalın ve eksiksiz bir portresini sunuyor.
 
Thinking, Fast and Slow - Daniel Kahneman
Ne hakkında düşündüğümüzün önemini hafife alıyoruz. Geçmişi yanlış hatırlıyor ve bizi neyin mutlu edeceğini yanlış değerlendiriyoruz. Dünya çapında isim yapmış psikologlar, kemiklerimize işleyen mantıksızlığı ve bizim en kötüsü olmadığımızı anlatıyor.

A World on Fire / Britain’s Crucial Role in the American Civil War - Amanda Foreman
Büyük Britanya, Amerikan İç Savaşı sırasında kimin tarafındaydı? Yazar, Kuzey ve Güney arasında geçen savaşı zengin tanımlarla anlatıyor.
 
Kaynak: ntvmsnbc

Kaliteli çoğu kitabın üzerinde ismi bulunan New York Times’ın belirlediği 2011’in en iyilerinin, hangi kitabı okusam diye düşünenler için iyi bir seçenek olacağını düşündüm. Şahsen benim gibi kitap seçmekte zorlanan biri için, oldukça iyi bir liste. Beni tek üzen şey New York Times’ın fantastik kitaplara yabancı olmaları. Ama fantastik kitap dışında iyi kitaplar arıyorsanız bu listeye ve bu gazeteye güvenebilirsiniz. Tabii bir de yayınevlerine.

5
Sinema / Into The Wild
« : 03 Aralık 2011, 02:33:03 »


Genç Christopher McCandless’ın (Emile Hirsch) ilham veren gerçek hikayesinden uyarlanan Into the Wild, rahat ve konforlu yaşamını terk ederek Alaska’nın kırsalında hayatının en büyük meydan okumasını gerçekleştirmek ve özgürlüğü yaşamak için yollara düşen Christopher’ın hikayesini anlatıyor. Filmin senaryo yazarı ve yönetmeni Sean Penn’e yıldız oyuncular William Hurt, Marcia Gay Harden, Vince Vaughn, Catherine Keener ve Hal Holbrook eşlik ediyor. Özgürlüğe Giden Yolda, “güzel olduğu kadar heyecan verici, eğlenceli ve çoşkulu."


Oyuncular:


Emile Hirsch - Christopher McCandless
Marcia Gay Harden - Billie McCandless
William Hurt - Walt McCandless
Jena Malone - Carine McCandless
Catherine Keener - Jan Burres
Brian Dierker - Rainey
Vince Vaughn - Wayne Westerberg
Zach Galifianakis - Kevin
Kristen Stewart - Tracy
Hal Holbrook - Ron
Steven Wiig - Ranger Steve Koehler

Yapım: 2007  -  ABD   
Tür: Belgesel,  Biyografi,  Dram,  Macera,   
Süre: 140 dakika
Yönetmen: Sean Penn

Yorumum: Öncelikle söyleyeyim, böyle bir filmi bu kadar geç tanıttığım için biraz kendimden utandım, biraz da size şaşırdım. İlk 5'ime girer, belki 3...

Bir de film boyunca "ulan yoksa ben de mi yapsam..." dedim, internette biraz gezindim, yalnız değilmişim.

Filme gelince, izlerken Amelie'deki o hissi bu filmde de buldum. Gerçi Amelie kadar mutluluk faktörü baskın değildi ama, başrolün hissettiği mutluluğu hissettim. Ya yönetmenden ötürü, ya da oyuncudan. Belki de sadece filmin eşsiz müziklerinden.

Filmin izleyiciye katkısı da oldukça fazla. Modern yaşamın ve medeniyetin tüm dayatmalarını ve kurallarını elinin tersiyle iten Chris'in misyonu, hepimizin içinde biraz da olsa var. Ama o bizim gibi iç geçirmek yerine, zincirlerini kırıyor ve şehire arkasını dönmeden vahşiliğin içine dalıyor. Kendi devrimini yaratan böylesine bir adamın hayatı film yapılmasaydı, artık  ne yapılırdı bilemiyorum.

Sonuç olarak, konunun güzelliğine yönetmen de güzel bir karşılık vermiş ve ortaya böyle muazzam bir film çıkmış. Oyuncular harika, ortam süper, görüntü müthiş, müzik şahane, Kristen bahane falan derken filmin sonunu getiriyorsunuz zaten. İzleyin, izlettirin, izletirken bir daha izleyin.

Film süresine bir 15 dakika daha eklenmeli, çünkü bittikten sonra 15 dakika oturup düşünüyorsunuz. Oradan da çalıyor.

Filmden replikler:

"Bence kariyer denen şey bir 20. yüzyıl icadıdır ve ben bir kariyer istemiyorum."

"Mutluluk sadece paylaşıldığı zaman gerçektir."

“Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır,
bomboş sahillerdeki coşkudadır.
İnsan elinin değmediği bir yerdedir,
denizin diplerinde ve gürlemesindedir.
İnsanları severim, ama doğayı daha çok severim…” (Lord Byron)


6
Düşler Limanı / Sohbet
« : 30 Nisan 2011, 02:02:16 »
Damlaların cama vuruşlarına aldırış etmemeye çalışıyordu. Annesi ve babası yağmurlu bir gecede ölmüştü. Dostlarını da yağmurlu bir gecede öldürmüştü. Ve yine yağmurlu bir geceydi. Soğuk, hüzünlü, umursamaz ve beklentilerle dolu bir yağmurlu gece.

Önündeki boş masaya, boş gözlerle bakıyordu. Bir şey düşünmediğini farketti adam,  demek bu da olabiliyormuş, dedi içinden. Ama sonra farketti, bir şey düşünmemeyi düşünüyordu. Sonra içinden küfretti.

İyi bir hayat geçirmemişti adam, bir kelebek için bile yetersizdi hayatındaki güldüğü zamanlar. Ve bir kaplumbağayı kederden öldürecek kadar uzundu acı dolu anları. İntihar etmeyi düşünmüştü, ama istemiyordu, artık hiçbir şey istemiyordu. Sanki yaşamıyor gibiydi, zevk almıyordu artık. Acıyla kıvranamıyordu. Evinin sıcaklığını ve bir işyerinin soğukluğunu bile hissetmiyordu. Kan damarlarından akmıyordu, nefes alamıyordu. Vücudunun her zerresine uyuşturucu iğne vurulmuş gibiydi adam.

İşte o gece, eski dostu geldi adamın. Küçük odasının kapısını yavaşça açtı soğuk bir el. Sonra bir beklenti içinde kapının önünde dikildi elin sahibi.

Adam boynunu yavaş ve umursamaz bir şekilde çevirdi, kapıya doğru baktı. Ardından tatmin olmuş bir şekilde, belli belirsiz bir gülümseme göründü adamın yüzünde. Gülümsemenin gidilecekler listesinde, o adamın yüzü bulunmuyordu uzun süredir.

"Seni görmeyi beklemiyordum," dedi adam ellerini masanın üzerinde kavuşturarak. "En azından bir süre."

"Ben de." diye kestirip attı eski dost. Üzerinde yıpranmış, açık renkli bir takım vardı, toprak izleriyle beraber. "Pek iyi görünmüyorsun, halbuki aradan on yıl geçti."

"O kadar oldu mu? Artık yılları saymıyorum." Adam konuşurken yüzünü çeviremiyordu kapıdaki dostuna, ona ne kadar bakmak istese de, bakamıyordu.

Eski dost adamın karşısındaki sandalyeye yöneldi. Yürürken yerin gıcırdamadığını farketti adam.
 
"Bu kadar zamandır ne yaptın? Amacına kavuşabildin mi bari?"

"İlk başlarda evet, mutluydum. Artık değilim."

Bir süre konuşmadılar ve öylece oturdular, tekrar yağmurun sesini duydu adam. Biraz daha hızlanmıştı. Heyecanlı ve kederliydi şimdi yağmur.

"Gerçekten buna değdi mi? Bana ve diğerlerine değdi mi?" soru sormaya devam eden eski dost, ciddiyetle adama bakıyordu. Ölü gözlerinde ve soluk yüzünde yıllardır aradığı cevabın beklentisi seziliyordu.

Adam başını kaldırdı ve on yıl sonra göz göze geldiler. Bir süre gözlerine baktı adam, eski dostu hiç değişmemişti. Ama kendisi hızla yaşlanıyordu. Hücreleri ölmek için sabırsızlanıyor gibiydi adamın, saçları beyazlamak ve dökülmek için can atıyordu, kırışıklıkları bilinçsiz bir aile gibi çoğalıyordu.

"Hayır, hem de hiç. O an hayallerim vardı, artık senin kadar ölüler. Yaptığım hata affedilmeyecek ve geçmeyecek kadar büyük, üzgünüm," bir süre duraksadı ve "Beni öldürmek için mi geldin?" dedi adam. Korkmuyordu ama eski dostunun da onun kadar ruhsuz olup olmadığını merak ediyordu.

"Tabiki hayır, zaten öldürmeme gerek yok, yaşayan bir ölü olmuşsun sen. Sadece uyuyamadım ve sohbet etmek için geldim. Mezarlıkta konuşacak pek fazla insan olmuyor." kendi esprisine güldü. Adam da kendini tutamadı. Sonra bir süre daha sessiz kaldılar.

Adam hareketlendi ve eski dostuna tekrar baktı.
 
"İçki ister misin?"

"Olur."

"Ne olsun?"

"Farketmez, nasıl olsa tat alamayacağım."

Tekrar güldüler ve gece boyunca sohbete devam ettiler.

7
Müzik / Jimi Hendrix
« : 29 Mart 2011, 17:36:09 »
Spoiler: Göster
Arattırdım, ama bulamadım. Paylaşayım dedim.




Johnny Allen "Jimi" Hendrix (27 Kasım 1942 - 18 Eylül 1970), Amerikalı gitarist, şarkıcı, söz yazarı ve kültürel ikon. Hendrix rock tarihinin en etkili müzisyenlerinden birisidir. İlk olarak İngiltere'de ün kazanan Hendrix, 1967 yılında yapılan Monterey Pop Festivali'nden sonra tüm dünyaca ünlü oldu. Ayrıca ünlü Woodstock Festivali'nde headliner(assolist) oldu. Hendrix nasıl gitar çalınacağını kendi başına öğrendi ve genellikle Fender Stratocaster kullandı. O sol elini kullanan bir gitarist olduğu için dizeleri tersten eklenmiş bir gitar kullannırdı. 2003 yılında Rolling Stone dergisi tarafından tüm zamanların en büyük gitaristi seçildi.

Hayatı

Jimi Hendrix 27 Kasım 1942'de Seattle'da doğdu. İlk başta Johnny Allen Hendrix olan ismi daha sonra ailesi tarafından James Marshall Hendrix olarak değiştirildi. O para ve ilgiden uzak olarak büyüdü. Annesi ve babası o daha dokuz yaşındayken boşanmışlardı ve annesi o 16 yaşındayken öldü. Hendrix yaklaşık 14 yaşlarındayken gitarla ilk tanışması gerçekleşti. Bu gitar başka bir çocuk tarafından atılmış bir teli kopuk eski bir gitardı. Buna rağmen bu gitarla bazı şarkıları çalmayı başardı. 15 yaşlarındayken babasının bir arkadaşıdan 5$'a bir akustik gitar almayı başardı.İlk elektrogitarı babası Al Handrix tarafından alınan beyaz bir Supro Ozark'tı. Hendrix ders almadı fakat Chuck Berry ve Elvis Presley gibi sanatçıları izleyerek onların şarkılarını çaldı ve kendiliğinden bazı basit notaları buldu. O elektrogitarı amplifikatör (amfi) kullanmadan çalıyordu.

İlerleyen Yıllar

Hendrix solak bir gitarist olmasına rağmen sağ elliler için yapılmış olan bir gitarı çalması onu insanlar gözünde popüler yapmıştı. İlk konserini isimsiz bir grupla bir Sinagog içerisinde vermiştir. Sonradan “The Velvetones” isminde bir bir gruba girmiştir. Bu grupla birlikte Yesler Terrace’de çalmıştır.
Askerlikten sonra askerlikte tanıştığı Billy Cox ile birlikte çaldıkları The King Kasuals grubunda çalmak için Tennessee’deki Clarksville’e taşınmışlardır. Bu grupla birlikte küçük barlarda çalmalarına rağmen çok para kazanamazlar ve bunun üzerine Nashville’e taşınan ikili orada müzik hayatına bir çok blues şarkılarıyla devam etmişlerdir. 1962 Kasım’ında, Hendrix ilk stüdyo performansını sergiler. Nashville’deki ilerleyen zamanlarında Hendrix, birçok farklı gruplarda ritim, solo gitaristlik ve vokalistlik yapar. Bu süreç boyunca çok para kazanamamasına rağmen, grupların nasıl çalıştığı hakkında bir çok tecrübe elde eder.
Çok para kazanamaması Hendrix’in canını sıkar ve Hendrix kuzeye, New York’a gider. 1964’te New York’a komşu küçük bir kasaba olan Harlem’e barlarda ve cafelerde çalmak için gider. Aynı zamanda Apollo Tiyatrosu’ndaki bir gitar yarışmasında ilk ödülünü kazanır ve 1966’da Hendrix kendi grubunu kurar ve gruba Jimmy James and The Blues Flames (Jimmy James ve Blues Ateşi) ismini verir. Grubun üyeleri Hendrix’in civarda tanıştığı müzisyenlerdir ve bunlardan birisi Randy isimili 15 yaşındaki bir çocuktur. Hendrix ve grubu Café Wha? İsimli bir cafede çalmaya başlarlar. Hendrix şanslıdır ve 1966’da The Rolling Stones’un gitaristi [Keith Richards]’ın kız arkadaşı Linda Keith ile tanışır. Hendrix’in müziğini seven Keith onu The Animals’ın menajeri ile tanıştırır. Menajer Chas Chandler ona “Hey Joe” isimli yerel bir şarkının rocak versiyonunu yapmasını söyler ve sonra onunla İngiltere’de bir kontrat imzalar. Jimmy Hendrix artık yeni bir albüm yapacaktır ve ona The Jimi Hendrix Experience (Jimi Hendrix Deneyimi) ismini verir.

Are You Experienced? (Deneyimli misin?)

Hendrix ilk albümü Are You Experienced? (Deneyimli misin?)'i 1967 yılında piyasaya çıkartmıştır. Albüm piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra Hendrix tüm İngiltere'yi ve Avrupa'nın büyük bir kısmını dolaşır ve 4 Haziran 1967'de Hendrix İngiltere'de Amerika'ya gitmeden önceki son konserini verir. Amerika'da onu Paul McCartney, George Harrison, Eric Clapton, Jack Bruce ve Brian Epstein dahil bir çok ünlü onu izlemeye gelmiştir. Albüm, İngiltere Müzik sıralamalarında 2. sıraya gelir. 2001 yılında ise gelmiş geçmiş en iyi 5. albüm seçilir. Rolling Stone dergisi ise albümü 2003 yılında yapılan en iyi 500 albüm sıralamasında 15. sıraya koyar.

Axis: Bold as Love (Aşk Gibi Cesur)

Hendrix'in ikinci albümü 1967'de çıktı, Axis: Bold as Love. İçerisinde bir çok ünlü şarkı vardı, en ünlüsü ise "Little Wing"dir. Bu şarkının Stevie Ray Vaughan, Henry "Hank" Marrion, Metallica, Eric Clapton, Sting ve Pearl Jam gibi başka müzisyenler tarafından farklı versiyonları oluşturulmuştur. Albümün en önemli özelliklerinden birisi ise Hendrix'in gitarına yeni bir akort yapmış olmasıydı. Albüm Amerika'da 3., İngiltere'de 5. sıraya yerleşmiştir.

Albüm henüz satışa sunulmadan önce içinde tüm şarkıların bulunduğu ana kaseti Hendrix bir taksiden düşürmüştür ve bu yüzden Hendrix, Chas Chandler ve Eddie Kramer isminde bir mühendis albümdeki şarkıların kaydını bir gecede yeniden almışlardır. "If 6 was 9" şarkısını yetiştirememişlerdi, fakat Hendrix'in basisti Noel Redding'in şarkının içinde olduğu bir kaseti vardı. Albüm piyasaya çıktığında Hendrix başardıklarına çok şaşırmıştı ve yeni albümün kaybettiğinden daha iyi kaydedilmiş olduğunu söyledi.

Electric LadyLand

Hendrix 1968'de 3. albümünü de bitirmişti, Electric LadyLand. O sene Hendrix'in menajeri Chas Chandler, Hendrix ile yollarını ayırmaya karar verir. Chandler'dan sonra Hendrix müziğindeki her şeyi değiştirdi. Farklı müzisyenler ve enstrümanlar kullanmaya başladı. Gitarlar, flütler, trombonlar hepsini farklı sesler elde etmek için distortion ile kullanmaya başladı. Albüm Amerika'da 1. sıraya gelirken, İngiltere'de 5. sıraya geldi. 2003 yılında VH1, albümü en iyi 72, Rolling Stones dergisi ise en iyi 54. albüm olarak belirledi.

Stüdyo albümleri

Are You Experienced 1967
Axis: Bold as Love 1967
Electric Ladyland 1968
Band of Gypsys 1970
Cry of Love 1971
Blues 1994
First Rays of the New Rising Sun 1997
South Saturn Delta 1997


Spoiler: Göster
Alıntıdır: Vikipedi


Gitarlarıyla, hayatıyla, müziğiyle, kendisiyle tam bir efsaneydi. Hayatı film olabilirmiş, belki de olmuştur.

Şöyle de bir söz vardı:

Jimi öldü çünkü Tanrı'nın gitar dersine ihtiyacı vardı.


8
Güncel / Dolu Dolu 200 Sayfa
« : 28 Mart 2011, 20:05:34 »


Sheridan Simove'un yayımladığı 200 boş sayfadan oluşan "Erkekler seksten başka ne düşünür?" adındaki kitap, İngiltere'de öylesine popüler oldu ki çok satanlar listesine girdi.

Öğrenci birlikleri arasında popülaritesi bir anda artan ve ünü hızla yayılan kitap, aynı zamanda amazon.com'da 4.69 paund fiyata satılıyor.

Kitabı alan öğrencilerden birisi: "Sınıf arkadaşıma derslerde defter niyetine kullansın diye, şaka yapmak amacıyla bir tane almıştım, ancak şu an herkesin elinde bir tane bu kitaptan görmek mümkün. Adeta kampüste yeni bir çılgınlık başlattı."

Kitabın yazarı Sheridan Simove ise, "Bu kitap konu üzerindeki 39 yıllık uzun bir çalışmanın ve araştırmanın ürünü. Hiç bir şeyi şansa bırakmadım ve kendimi tamamen bu işe adadım. Bunca yıllık araştırmalarıma dayanarak söyleyebilirim ki erkekler seksten başka hiç bir şey düşünmez. Ulaştığım bu sonuç beni gerçekten çok şaşırttı ve bu sonucu insanlarla paylaşmam gerek diye düşündüm" dedi.

Simove kitabın amacı dışında bir defter olarak kullanılması hakkında da şöyle konuştu: "Kitabımın öğrenciler tarafından defter olarak kullanılacağı ve içine ders notları yazacaklarını hiç düşünmemiştim. Bir bakıma bunu yaparak benim tezimi çürütmüş oluyorlar. Ama kaçının ders bittikten sonra seks hakkında düşünmeye başladığını merak ediyorum. Sorunun cevabının "hepsi" olduğuna bahse girerim. Aslında tezimi biraz daha ileri götürüp öğrencilerin yüzde 99'unun ders sırasında bile seks hakkında düşündüğünü söyleyebilirim. Büyük ihtimalle kitabımı bir defter olarak kullanmanın, kendilerine bir seks partneri bulmada yardımcı olacağını düşündükleri için kitabımı alıp kullanıyorlar. Bu hipotezlerinde de kesinlikle haklılar".

Spoiler: Göster
Alıntıdır: ntvmsnbc


Yorumum:

Kendi hipotezini kitabını yazarak kanıtlıyor. O kadar düşünmüş ki kitap yazası gelmiş, daha doğrusu yazmayası. İlginç.

9
Düşler Limanı / Duygusuz
« : 13 Şubat 2011, 01:28:16 »
Bu müzikali başka hiç bir yerde duyamazdınız. Uzaklardan, oldukça uzaklardan gelen ritmik bir korna sesi, evsiz bir adamın ruhsuz horlamaları, biraz kağıt hışırtısı, ve ıslak zeminde çıkan bot sesi. Adam, bu müzikali işine başladığından beri duyuyordu. Çünkü mesaileri hep gece oluyordu, öyle olması gerekirdi. Tedbir için…

Tedbir demişken, yürüdüğü ara sokağın bomboş olmasına rağmen adam hala soğuk metal ile temas halindeydi. Ne de olsa bu geceki iş oldukça riskli ve tehlikeliydi. Aslında her gece, hatta her gün risk ve tehlike, onu bir anne kucağı gibi sarmıştı. Ama bu gece farklıydı, ne de olsa daha var olmamış bir şeyi yok etmişti, ve onu daha var edememiş kişiyi de.

Bu düşünceleri bir kenara bıraktı ve sokaktaki sessizliğin gerilimini dinlemek için dikkat kesildi. Aynı zamanda üşüyordu da, ama hava yüzünden mi, yoksa duygularının soğukluğu yüzünden mi ona karar veremedi.

Fakat işi için duygusuz olmayı göze almıştı. Ailesi ve kendisi adına daha rahat bir yaşam için duygusuz olmayı göze almıştı. Suçun ve eşitsizliğin bol olduğu bu yerde, sisteme ayak uydurmak için duygularından vazgeçmişti. Acımasız olmak için, acınmamak için.

Uzun, sessiz ve karamsar düşüncelerle dolu yürüyüşü bitmişti, evine varmıştı. Üstünü başını tekrar kontrol etti, hiç kir kalmamıştı. Apartmanın kapısından içeri girdi ve her merdiveni çıkışında baba ve koca imajını yüzüne vurmaya başladı. İşini yaptığı zamanki ruhsuz yüzü ve ailesi ile vakit geçirdiğinde takındığı gülümser yüzü her gün devir-daim yapıyordu. Hangisi gerçek yüzü, onu da bilmiyordu.

Evinin çelik kapısını oldukça sessiz bir biçimde kapamaya özen gösterdi, iş giysilerini hızlıca çıkardı, pantolonuna sıkıştırdığı .45’i çantasının gizli bölümüne, çantasını da üst raflardan birine koydu. Eve her girdiğinde yaptığı gibi, tek huzur bulduğu küçük ve şirin bir odaya girdi.

5 ay önce doğan bebeğinin yanına dikildi ve onu alnından öptü. Bebek biraz huysuzlandı, adam bunu anladı ve hızlı bir biçimde odayı terk etti. Daha sonra yatak odasına yöneldi. Yatakta karısı uyuyakalmış, sağındaki boşluğa doğru yatmıştı. Kim bilir kaç saat beklemişti onu.

Sıcak yorganın içine girdi ve karısına sarıldı. Yatmadan önce düşündüğü tek şey ise, 1,5 saat önce öldürdüğü bir kadın, ve karnındaki bebekti. Patronuna göre bebek büyük bir risk taşıyordu, işi şansa bırakamazdı. Büyüyüp başına bela olmasını istemiyordu patron, daha babasıyla işi bitmemişken…

Gece boyunca kadını ve beğeği, ardından karısını ve bebeğini düşünmekten kendini alamadı.

10
Sinema / Tüm Zamanların En İyi Üçlemeleri
« : 12 Ekim 2010, 18:20:51 »

Sinema dergisi Empire'ın internet sitesinde yapılan oylamada, Peter Jackson'ın Oscarlı serisi ''Yüzüklerin Efendisi'' zirvede yer aldı.

Ünlü yönetmen Peter Jackson'ın Oscar rekortmeni serisi ''Yüzüklerin Efendisi-The Lord of the Rings'', tüm zamanların en iyi film üçlemesi seçildi.         

Sinema sektörü yayın organı Empire'ın internet sitesinin ''Dünyanın En İyi Film Üçlemeleri'' adlı oylamasında sinemaseverler, tüm zamanların en iyi 33 film serisini seçti.         

Yapılan oylamada ''Yüzüklerin Efendisi'' serisi zirvede yer alırken, bu üçlemeyi ''Yıldız Savaşları-Star Wars''un orijinal serisi takip etti. Michael J.Fox'un başrolünü üstlendiği ''Geleceğe Dönüş-Back to the Future'' üçlemesinin üçüncü olduğu liste şu filmlerden oluştu:   
     
1- Yüzüklerin Efendisi-The Lord of the Rings (Peter Jackson)
J.R.R Tolkien'in baş yapıtından sinema perdesine uyarlanan yapım, 11 dalda Oscar ödülünün de sahibi. Elijah Wood, Viggo Mortensen, Ian McKellen, Cate Blanchett, Sean Astin, Sean Bean, Christopher Lee, Andy Serkis, Orlando Bloom, Liv Tyler, Hugo Weaving gibi dev isimlerin rol aldığı serinin ilk filmi ''Yüzük Kardeşliği'' 2001, ikinci filmi ''İki Kule'' 2002 ve üçlemenin son halkası olan ''Kralın Dönüşü'' de 2003 yılında seyirciyle buluştu. Sürükleyici öykünün yanında sinema teknolojisinin en üst düzeyde kullanıldığı film pek çok yönden sinema tarihine geçti.   

2- Yıldız Savaşları-Star Wars (George Lucas, Irvin Kershner, Richard Marquand)
İlki 1977, ikincisi 1980, üçüncüsü 1983 yılında çevrilen filmde perdeyi ünlü yönetmen George Lucas açtı. Seride, Mark Hamill, Harrison Ford, Carrie Fisher, Alec Guinness, Peter Cushing ve Anthony Daniels başroldeydi. ''Bilim-kurgu filmlerinin babası'' olarak bilinen orijinal seri, sinema tarihinde herşeyin ilkini barındırıyordu. Seyirciyi ''ışın kılıçlarıyla'' tanıştıran ''Yıldız Savaşları'', alanında efsane olmayı sürdürüyor.         

3- Geleceğe Dönüş-Back to the Future (Robert Zemeckis)
Pek çok filme konu olan zaman makinesini ve zamanda yolculuğu esprili bir sinema diliyle işleyen yapımın başrolünde Michael J. Fox vardı. ''Çılgın profesör'' rolüyle Christopher Lloyd'un zihinlere kazındığı seri, 1985, 1989 ve 1990 yıllarında çevrildi. Michael J.Fox'u sinema dünyasına kazandıran film, zamanda yolculuğu eğlenceye dönüştüren, alanında çekilmiş en iyi filmlerdendi.         

4- Oyuncak Hikayesi-Toy Story (John Lasster, Lee Unkrich)
İlki 1995 yılında çevrilen üçleme, 1999 ve 2010'da devam etti. ''Tamamı bilgisayar ortamında çekilen ilk animasyon'' niteliğini taşıyan film, küçükler kadar yetişkin izleyiciyi de sinema salonlarına çekti. En çok izlenen sinema yapımları arasında da yer alan serinin üçüncü halkasının çevrilmesi izleyiciyi yıllarca bekletse de neticesinde ortaya çıkan görsel şölen beklemeye değdi.
       
EN ''BABA'' FİLM
5- Baba-The Godfather (Francis Ford Coppola)
''Baba'' üçlemesi, hiç kuşkusuz sinema dünyasının en önemli baş yapıtlarından. Sinema dünyasının üç dev ismi Marlon Brando, Al Pacino ve Robert de Niro'nun isimlerini duyurduğu seri film, 1972, 1974 ve 1990 yıllarında çevrildi. Diane Keaton, James Caan, Robert Duvall, Talia Shire, John Cazale, Andy Garcia, Sofia Coppola, Eli Wallach ve Joe Mantegna'nın da rol aldığı üçleme, Mario Puzo'nun şaheserinden sinemaya uyarlandı. ''Yönetmen ve konunun şahane evliliği'' olarak tanımlanan filmin kendi türünde eşinin, benzerinin halen çevrilmediği konusunda tüm sinema otoriteleri hemfikir.         

6- Bourne (Doug Liman, Paul Greengrass, Paul Greengrass)
Başrolünü Matt Damon'ın üstlendiği yapım, 2002'de ''The Bourne Identity'', 2004'te ''The Bourne Supremacy'' ve 2007'de ''The Bourne Ultimatum'' isimleriyle seyirci karşısına çıktı. Matt Damon'ı aksiyon dünyasına kazandıran film, oyuncunun bu alandaki yeteneğini de gözler önüne seriyor.         

7- Indiana Jones (Steven Spielberg)
1981, 1984 ve 1989 yıllarında çevrilen üçleme, Harrison Ford'un gençlik döneminde başlayıp sinemada olgunlaşmaya başladığı döneme kadar sürdü. ''Kamçılı Adam'' bu üçlemeyle sinema izleyicisinin gönlünde taht kurarken, üçüncü filmde ekibe eklenen dev aktör Sean Connery de izleyiciyi keyiflendiren başka bir unsur oldu.         

8- The Dollars (Sergio Leone)
Yönetmenliğini Sergio Leone'nin, başrolünü Clint Eastwood'un üstlendiği seri, sırf bu ikiliyi bir araya getirmesi açısından dahi bir başyapıt olmayı hak ediyordu. 1964'te ''A Fistful of Dollars'', 1965'te ''For A Few Dollars More'' ve 1966'da ''The Good, The Bad And The Ugly'' adlı filmlerden oluşan üçlü, iyi, kötü ve çirkinin bir araya geldiği en başarılı halka ile sona erdi.
         
''MATRIX'' FIRTINASI
9- Matrix (Wachowski kardeşler)
Bilim-kurgu filmlerinde çığır açan bir başka yapım da ''Matrix'' oldu. Başrolün önerildiği Will Smith'in ''böyle bir yapım hayal olur'' gerekçesiyle geri çevirdiği film, Smith'in hayallerinin dahi ötesine geçerek alanında bir numara oldu. Will Smith'in reddettiği rolü kabul eden Keanu Reeves, belki de yaşamının en iyi kararını verirken, Carrie-Anne Moss, Laurence Fishburne, Hugo Weaving, Joe Pantoliano, Gloria Foster ve Monica Bellucci, seride kamera karşısına geçti. İlki 1999'da, diğer ikisi 2003 yılında gösterime giren ''Matrix'', sinema teknolojisinde çığır açmasının yanında bilim-kurgu ile felsefeyi de bütünleştirdi.         

10- The Evil (Sam Raimi)
1981, 1987 ve 1992 yıllarında çekilen üçleme de korku filmi olarak ilk ona girdi.     

Kaynak: ntvmsnbc

11
Bilim & Teknoloji / Dünyaya Benzeyen Yeni Bir Gezegen!
« : 08 Ekim 2010, 17:12:32 »


Amerikalı gök bilimciler, ilk kez yaşam koşullarının oluşması açısından mükemmel koşullara sahip bir gezegenin keşfedildiğini açıkladı.

ABD Ulusal Bilim Kurumu, güneş sisteminin dışında keşfedilen ve Gliese 581g kod adı verilen gezegenin, yıldızına ne çok uzak ne de çok yakın olduğunu bildirdi. Bu nedenle yaşam koşullarının oluşması ve su için ne çok sıcak ne de çok soğuk olduğunu, bu yönüyle Dünya ile benzerlik gösterdiğini açıkladı.

California Üniversitesi'nden Steven Vogt, Dünya'ya çok benzeyen bir gezegeni bu denli çabuk bulabilmiş olmalarının, evrende bu tür çok sayıda gezegenin bulunduğuna işaret ettiğini söyledi.

Kurumdan yapılan açıklamada, gezegenin Dünya'nın galaktik komşusu olduğunu, çevresinde döndüğü yıldızın, Dünya'ya 193 trilyon kilometre uzaklıkta olduğunu bildirdi. Gezegenin Dünya'ya birçok yıldızdan daha yakın mesafede bulunduğu belirtildi.

Gezegen, Dünya'nın kütlesinin üç katı büyüklükte bir kütleye sahip. Atmosferde ortalama sıcaklığın -31 ile -12 derece olduğu belirtildi.

www.ntvmsnbc.com

Şimdiye kadar yayınlanmadı, biraz geç kaldım.

 Benim zaten bu evrende tek olmadığımız konusunda umudum vardı, kocaman evrende sadece biz varız, düşüncesi bana bencilce geliyor. Bu gezegen başlangıç bence, daha iyileri bulunacaktır. Dünyaya daha da benzeyen başka gezegenler.

 Tek sorun var:

Avustralyalı araştırmacı Ragbir Bhathal, "Gliese 581 g" adlı gezegenin civarında iki yıl önce sinyal tespit edildiğini öne sürdü.

Dr. Bhathal, İngiliz Daily Mail Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, “Bu açık bir sinyaldi, lazer gibi bir şey. Bu tür uzay taramaları için özel yazılımlarımız var, bunların ayırt edilmesi gerekiyor” dedi. Şimdi bölgedeki gök cisminin dünya tarzı bir gezegen olduğunun ortaya çıkması Dr. Bhathal’ı daha da heyecanlandırıyor.

Uzmanlar, sözkonusu gezegende hayat olsa bile bugünkü teknik imkanlarla Gliese’ye ulaşmanın en az 100 bin yıl süreceğini düşünüyor.

www.ntvmsnbc.com

Eninde sonunda ulaşacağız ama bizim nesil o günleri görebilir mi, biraz zor.

Şu alıntıyı yaparak haberi bitiriyorum:

Orda, bir köy var uzakta! Gitmesekte, görmesekte...




12
Düşler Limanı / Güzel Manzara
« : 08 Eylül 2010, 04:44:22 »
 Yeni aldığı Opel marka arabasına dayanıp oturmuştu. Yarı baygındı, yanındaki herife baktı.

"Ulan, biz senle niye dövüştük?"

 Yanında acıyla karışık sırıtan adam kanlı parmağıyla Opeli işaret etti. Arabasına baktı. Uuu, ön taraf dümdüz olmuştu. Bi an dondu kaldı. Etraftan ve bankadan aldığı tomarla parayı şu anda dayandığı arabasına bayılmıştı. O artık araba değildi, yepyeni bir hurdaydı.

"Hay anasını .......!"

  Yanındaki herif kahkaha attı. Nedenini bilmiyordu ama o kadar üzgün ve nefret dolu değildi. Aksine bu dövüş ona araba kazasını, karısıyla cinsel sorunlarını. Kötü yola adım adım yaklaşan kızını ve bu gibi sorunlarını unutturmuştu. O da sırıttı... Bu onun hoşuna gitmişti, biraz kendine gelince bunu tekrar yapmak istiyordu.

  Bu yaşadığı anlık zevki çeşit çeşit korna sesleriyle yitirdi. İkiside kafayı sola çevirdi. Kornacılar haklıydı, ne de olsa yolun ortasında iki tane haşat olmuş araba, ve kanla süslenmiş dişlerini sergileyen iki yara bere içindeki adam. Güzel manzara.

"Beni mi ezcen şerefsiz, yandan geç lan!"

 Yanındaki adam havaya girmişti, önüne geleni dövebilirdi. Kornaları susturduktan sonra eskiden gri Doğan sahibi adam tekrar ona döndü.

"Biraz sonra yine yapçaz hee, durmak yok."

 Opel sahibi sırıtarak cevap verdi.Biraz sessizliğin ardından sonra Opel sahibi konuştu.

"Sen Dövüş Kulübü'nü izlemiş miydin?"

"O ne lan?"

"Boşver."
 
 Opel sahibinin bugün çok önemli bir iş görüşmesi vardı, daha 20 dakika önce bu onun için hayati önem taşıyordu, ama şu an çok anlamsız bir şey olduğunu düşünüyordu. Belki de gidip o salak patronuyla dövüşebilirdi, bu görüşmelere falan da gerek kalmazdı. Ayrıca bu dövüşten sonra karısıyla cinsel hayatıyla ilgili önemli bir konuşma yapacaktı. Tabi diğer sorunlara da pratik çözümler bulmuştu. Anlıyacağınız bu  sıkı kavgadan sonra aydınlanmıştı. Acı ona zevk veriyordu, zevk de zihnini açıyordu.

 Bu sefer de yaşadığı bu anlık zevki tanıdık bir ses bozmuştu.

"Ersin sana ne oldu böyle! Aman Allahım!! Ersin her yerin kan içinde!!!"

 Her cümlesinde desibeli biraz daha yükselten sinir bozucu karısı yanındaki adamı görünce dondu kaldı. Adam bu sefer en pis sırıtmasını yapmayı başarmıştı.

"Anaa! Aysel sen misin lan? Kocanın değerini bil valla, sıkı adam."

 Opel sahibi adam gözünü karısına dikti.

"Noluya lan?"

 Kadın korkakça parmağını psikopat herife dikti.

"O benim lise arkadaşımdı. Sen onla nasıl ta-"

 Adam kahkahayla araya girdi.

"Yakın arkadaş, hah! Fazla yakın."

 Opel sahibi sakin olmaya çalıştı, uzun ve sinir bozucu sessizlikten sonra beceriksizce ayaklandı.

"Kalk lan devam ediyoz!"

 Psikopat Doğan sahibi dünden razı ayağa fırladı.

"Kız Aysel kenara çekil, arayı da fazla aç-"

 Sözü yarım kaldı, ilk yumuruk kadının çığlığıyla birlikte Opel sahibinden gelmişti.


13
Eğlence & Mizah / Evinizin Klasikleşmiş Sözleri?
« : 17 Haziran 2010, 01:47:45 »
Evinizde, aile içinde sıkça kullanılan ve günlük yaşamın vazgeçilmez sözlerini burada paylaşın  :)

Ben başlıyorum, işte bizim evin klasikleri:
"Sifonu çek!"

"Kumanda nerede?"

"Bilgisayardan kalk!"

"Hemen çık şu odadan!"

"Bakkala git!"...

14
Düşler Limanı / Zaman Denen Şey...
« : 09 Haziran 2010, 22:01:18 »
 Zaman öyle bir şeydir ki; En yakın dostun da olabilir, acımasız bir düşman da. Zamanın seninle olan ilişkileri senin insiyatifindedir... Kimine göre zaman ölüme yaklaştırır insanı, kimine göre her geçen gün olgunlaştırır. Bunu belirlemek senin düşüncelerine bağlıdır... Zaman bazen çok yavaş gelir kimilerine, kimilerine ise su misali. Zamanın hızı senin o anki ruh haline bağlıdır... Ama zaman durmaz, buna kimse engel olamaz, kimse durduramaz... Zaman hayatı yöneten şeydir aslında.

 Zaman özletir insanı, on yıl öncesini özletir mesela. Sen on yıl önce çocuktun belki ama şimdi yüzün kırışıklıkla dolu, saçın sakalın bembeyaz...Yada bir sevdiğin vardı o zamanlar. İşte o yokluğu hissedince, sadece zamanı suçlarsın. Başkalarını değil, kendini değil. Sadece zamanı...

 Zaman değiştirir hayatları. Milyarder olursun belki zamanla, belkide donsuz gezersin sokaklarda... İşte değişince hayatın, onun tek sorumlusu geçen zaman değil, o süreçte zamanın sana yaptıklaıdır.

Sonuç olarak: Zaman değiştirir, özletir, bekletir, bezdirir, başlatır, bitirir...

Zamanı durduramazsın, ama onu oyalayabilirsin!



15
Şişedeki Mısralar / Yine Sen...
« : 04 Haziran 2010, 19:13:25 »
Önümde, arkamda, yanımda bulunan her gölgeye,
Umutsuzluğumda gözümü diktiğim gökyüzüne,
Beton şehirdeki nadir gördüğüm çiçeklere,
baktığımda seni gördüm...
Sen,
yine sen...

Gülen her kişinin yüzünde,
Ağlayan her bebeğin gözlerinde,
Hiç bitmeyen ufuğun en ötesinde,
sen vardın...
Sen,
yine sen...

Yanımdaki eskimiş boş sandalyede,
Benden yoksun olan zihnimde,
Artık boşuna atan kalbimde,
seni bulamadım...
Sen,
yine sen...

Sayfa: [1] 2