Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Ceren Oktay

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Lanetli Yaratığın Aşkı
« : 02 Kasım 2011, 13:55:34 »

Yazar : Ceren Oktay
Sayfa Sayısı : Kısmet
Türü : Roman

Konusu : Mitsa adındaki genç bir kız, on sekiz yaşına gelene kadar hep fantastik kitaplar okumuş ve oradaki erkek karakterlere acayip bir şekilde bağlanmıştır. On sekiz yaşına gireceği doğum gününden bir gün önce, yakın arkadaşı Eleni ile gökyüzündeki ayı seyrederken, "Keşke benim de fantastik kitaplardaki gibi bir erkek arkadaşım olsa," demiş ve derin bir iç geçirmiştir.
Eleni, arkadaşının ne kadar dürüst olduğunu *yani bunu ne kadar çok istediğini* bildiğinden ötürü gülümsemiş, ertesi günuyanır uyanmaz dışarı çıkmıştır.
Eleni, Mialy isimli kentin en karanlık ve kasvetli olan ormanına girdikten sonra insan formundan sıyrılıp bir periye dönüşmüştür. "Sana istediğini vereceğim kardeşim," diye bir yemin ettikten sonra hızla uçmuş ve kandan yapılmışa benzeyen bir evin önüne gelince durmuştur. Bu evin içinde vampir topluluğu yaşamaktadır ve Eleni, onun hayalini gerçekleştirebilmek için kendisini yem olarak sunmalıdır.
Mialy, Eleni öldükten sonra onun ölümüne sebep olan Fielj ile tanışmış ve gerçekten hayalindeki erkeği bulduğuna inanmıştır. Oysa gerçek daha farklıdır.
Mialy, gerçeği öğrenip Fielj'i sevmeye devam edecek midir yoksa gerçek ebediyen saklı mı kalacaktır?

2
Kurgu İskelesi / Kehanet
« : 24 Eylül 2010, 20:24:13 »
1. Bölüm

Aslında ben böyle değildim. Zaman geçtikte değişmeye başladım. Bir tür evrim geçirmiş varlık gibi.
Linda Sia.


    Elimdeki kitabı okumayı bırakıp sağımda bulunan masaya bıraktığımda derin bir iç çektim. Konteli’nin ölmesi beni bayağı yaralamıştı. Onsuzluğa kolay kolay alışamayacaktım. Sanki o Nis’in sevgilisi değildi de benim sevgilimdi.
    Sevgili kaybetmek nasıl bir duygu hiç bilmiyorum. Daha önce binlerce kez çıkma teklifi almama rağmen hepsini reddettim. Kabul etmemi sağlayacak bir his doğmadı içimde çünkü. Ailemin geçmişindeki insanların bir tür hisse dair güçleri vardı ve bu bana da aktarılmıştı. Karşımdaki kişi iyi mi kötü mü hemen anlayabiliyordum.
    İçlerinde en yakışıklısı Natai’di. Sarışındı ve altın sarısı gözlere sahipti. İnsan gibi görünmesine karşın vampir olduğunu biliyordum. Bembeyaz teninin altında gizlenen iğrenç canavar, beni avlamasını söylediğinde reddettim hemen teklifini. Çevreme bakınıp kimsenin bizle ilgilenmediğini anlayınca fısıldayarak, “Sen vampirsin Natai. Üzgünüm ama bu olmaz. O kötü şey beni istiyor. Beni avlamanı ve öldürmeni. Benden sana tavsiye: Hemen pılını pırtını topla ve git buradan!”
    Natai, bana hırlayacak gibi olduysa da sadece tek bir dokunuşla, hislerini kontrol altına alabildim. Daha önce böyle bir şey yapabildiğimi fark etmemiştim. Nasıl olmuştu da bunu yapabilmiştim? Belki de hisleri algılayabildiğim gibi kontrol etmesini, o kişinin kişiliğini değiştirmeyi başarabiliyordum.
    Natai, arkasını dönüp gittiğinde rahatlamıştım. Kızlar ile bir çay bahçesine gidip dedikodular yaparak yaklaşık dört saat oturmuştuk sonrasındaysa.
    Şimdi bütün bunların hiç biri olamaz. Ben eskisi gibi değilim. Farklı olduğumu biliyorum ve bunu çevreme yansıtmamalı, vampir –aslında vampirin evrim geçirmiş türünün lideriyim- olduğumu belli etmemeliyim. Eğer ki bu belli olursa, eğer ki bunu anlarlarsa beni öldürmek yada melez yapmak isteyebilirler. Bu düşünce bile tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyor.
    Zilin çalması ile düşüncelerimden sıyrıldım. Kapıya doğru yürüdüm ve delikten baktım kimin olduğuna. Elinde silah tutan kişinin silahı ateşleyecek olduğunu önceden fark ettiğimden hemen eğildim ve vampirlere özel hızımla çok çabuk bahçeye çıktım. Beni vurmak isteyen kişi kapıyı kırmıştı ve arkamdan gelmişti.
    Kendimi bahçemdeki havuzun içine attığımda havuzun içine mermiler girmeye başladı. Kimsenin bilmediği, sadece benim bildiğim bir yer vardı böyle anlara özel havuzun içinde. Mermerlerin arasındaki minik düğmeye dokundum ve parkeler kayarak sağa çekilmeye başladı. Vücuduma mermilerden birisi isabet edince acıyla haykırdım. Bayağı su yutsam da ölümsüz olmam beni kurtarıyordu. Kan kaybına ise acil çözüm bulmalıydım.
    Açılan yerden hemen geçtim ve geçtiğim yerin içinde yer alan şifre paneline şifreyi girerek parkelerin geri kapanmasını sağladım. Artık tehlike olmadığını düşünmeye başlamışken o kişi yere ateş açmaya başladı. Sanki bunun beni durduracağını sağlayabilecekmiş gibi! Ah ne aptalca!
    Ağzımdan kan geldiğinde sağ elimi ağzıma götürdüm ve kanı elimin tersiyle sildim. Yürümeye başladım hızlı adımlarla. 1 kilo metre kadar yürüdükten sonra sağa dönüp yukarıya çıkmamı sağlayacak merdivenleri tırmandım ve Didi’nin evinde aldım soluğu.
    Didi bir iyileştiriciydi. Doğaüstü varlıkları iyileştirmede bir numaraydı.
    Didi, beni kanepenin üstünde bitkin bir yüzle görünce üzüntüye kapıldı. İkimizin arası oldukça iyiydi. Şimdiye kadar herhangi bir problem olmamıştı aramızda ve olmaması için dua ediyordum. Gerçi Tanrı benim dualarımı kabul eder miydi? Bu bilinmezdi ama.
    Sırtımdaki kan akan yere dokunduğunda  Didi, acıyla haykırdım. Canım çok ama çok yanıyordu. Mermiler normalde vampirlerin canını acıtmazdı ama bu mermide bambaşka bir şey vardı.
    “Yaran çok derin,” dedi başını iki yana sallayıp. “Kurşun omiriliğine yakın bir yerde duruyor. Tanrı’ya şükürler olsun ki, seni sakatlayacak şekilde omiriliğine isabet etmemiş. Şanslısın.”
    “Şanslı mı?” dedim şaşkınlıkla. Yüzüne baktım ve bakar bakmaz dürüst olduğunu anladım. Demek ki, gerçekten de şanslıydım.
    Sırtımdaki kurşunu çıkarmasını sağlayacak teknik malzemeleri getirdikten sonra üstümdeki kıyafetlerin hepsini çıkarmak zorunda kaldım. Eline aldığı adını bilmediğim bir şey ile sırtımı kesip derimi açtı. Eti de başka bir şeyle kestikten sonra, “İşte burada,” dedi rahatlıkla. Bir şey ile kurşunu tutup çekti. Sonrasındaysa bana gösterdi.
    Bu kücücük şey mi beni bu kadar rahatsız etmişti? Çok komik. Gerçekten çok komik. Bu kurşunu alıp Çalı’ya götüreceğim. İnceleyip neden yapılmış olduğunu söyleyebilir bana. İncelemesinin çok uzun süreceğini sanmıyorum.
    Didi, etimi ve derimi diktikten sonra üzerine boya kokusu gibi bir kokusu olan sıvı kole döktü. Kole, doğaüstü varlıkların yaralarını kapatırdı. Hiçbir şekilde dikiş izleri bile belli olmazdı.
    İplikler kendiliğinden sırtımdan çözüldüğünde sıçradılar ve kendilerini yere attılar. Etimi kaplayan iplikler ve çıkabilmişti. Bunun ise nasıl olduğuna dair bir fikrim yoktu.
    Ayağa kalktım ve ipleri atmak üzere olan Didi’ye endişeli bir sesle, “Şey Didi… Kokum…” dedim. Beni anladı ve iplerin üzerine üfledi. Artık iplerin üzerinde benim kokum yerine onun kokusu vardı.
    “Sana ne kadar teşekkür etsem bilemiyorum,” dedim mutlulukla. “Lütfen ne istiyorsan bana söyle.”
    “Senden bir şey istemiyorum. Irkına iyi bak. Bu yeterli.”
    “Emredersiniz komutanım,” dedim ve ikimiz kahkahalara boğulduk. Didi mutfağa gidip kendisine kahve yaptı, bana da mikrodalgada ısıtmış olduğu kanı getirdi. Konserve kanlardan nefret ederdim ama yapabilecek başka bir şeyim yoktu. Bu kanı mecburen içmeliydim. Güç kaybetmiştim.
    “Kanı galiba çok seviyorum,” diye mırıldandım. Her ne kadar insan kanı kadar tatmin edici olmasa da idare ederdi.
    “Sevmelisin,” dedi Didi. “Sizin yaşamınızın tek kaynağı kan.”
    Başımla onayladım. “Haklısın. Kan olmadan yapamıyoruz.”
    Gülümsedi.
    Eski zamanlarımı hatırlayınca buğulu gözlerle baktım Didi’ye. Ne kadar şanslıydı. Bir sıradandı ama bizim gibi zorlu bir hayatı yoktu. Üstelik hiçbir tür onu öldürmezdi. Ona çok ihtiyaçları vardı. İstediği gibi yiyor, içiyor ve giyiniyordu. Biz ise sadece kan ile besleniyor, deri kıyafetler giyiyorduk. Deri dışında her türlü şey tenimizi yakıyordu.

    “Hayırdır Linda?” demesiyle Didi’nin düşüncelerimden sıyrıldım. “Sorun nedir?”
    “Düşünüyordum da ne kadar şanslısın.”
    Gülümsedi. Dostça bir gülümsemeydi bu ama aynı zamanda anaçtı da. Annenin gülümsemesi kadar sıcacıktı.
    Oradan buradan sohbet etmeye başladığımızda zil çaldı ve Didi ayağa kalkıp kapıyı açmaya gitti. Kokuyu aldığımda hemen dışarıya doğru fırladım. Kaçmalıydım. Her neresi olursa. Yoksa ölecektim. Gelen beni vuran kişiydi …
.

3
Kurgu İskelesi / Bir Kasaba Laneti *
« : 29 Temmuz 2010, 13:59:47 »
Fantastik hikayem sizlerle  :cmn


Birinci Bölüm


Kasabaya gelir gelmez insanların meraklı bakışlarını ve heyecanlı hallerini görmek çok güzeldi. Arabamı kenara çekip park ettiğim zaman açık olan penceremi kapadım ve kapıyı açarak dışarı çıktım. Halk bana doğru ilerlemeye başlamıştı.
Mırıltılarını duyabiliyordum, her ne kadar benim duyamayacağım şekilde konuşmaya çalışsalar da. Ben bir ölüydüm ama onlar bunu bilmiyordu. Öğrenmemeleri için ise elimden geleni yapacaktım.
Kasabanın en yaşlısı Bay Fig, bastonu ile yürüyerek en öne geçmiş ve dimdik durmaya çalışıyordu. Kasabanın en yaşlısı olduğunu biliyorum, çünkü uzun zamandan beri bu kasabayı gözetliyordum.
"Hoş geldin yabancı," dedi bana içten gelen ama mesafeli bir şekilde. "Seni buraya hangi rüzgâr attı?"
Gülümsedim. Elimi uzattım ve tokalaştık.
"Küçük kasabaları severim efendim," dedim. Sonra da çevreye göz attım. Kalabalık, kasabaya girdiğimden daha da fazla olmuştu. Tekrardan yaşlı adama baktım ve kendimi tanıttım.
"Ben Diks Kong."
Kaşlarını çatarak baktı bana. Anlaşılan yabancılardan pek hoşnut olmuyordu.
“Burada yabancılar ilgiyle karşılanır fakat ben ansızın gelen yabancılardan pek hoşnut olmam. Bilirsin, yabancılar kendileriyle beraber sakladıkları sırları da getirirler,” dedi buz gibi sesiyle. Onun diğer insanlar gibi olmadığını anlamak zor değildi. Böyle mesafeli olmasının sebebini öğrenmek istiyorum ve öğrenmek için elimden geleni yapacağım. Yaşlı biri olduğu için diğer insanlardan çok yaşadığı ve edindiği tecrübelerden yabancılara güvenilmemesi gerektiğini öğrenmiş olmalıydı.
“Benim bir sırrım yok efendim,” dedim elimden geldiğince ses tonumu düz tutmaya çalışarak. Bir pürüz çıkmasını istemiyordum konuşurken. Sesimin pürüzlü olması onu bana karşı daha da şüpheli hale getirecekti. “Şey… Bir de ben yazarım,” dedikten sonra omzumda asılı olan çantanın fermuarını açıp içinden yazdığım kitaplardan birini çıkardım. Bay Fig’e uzattıktan sonra elimdeki kitaba şöyle bir baktı. Ardından elimden aldı ve arkasını çevirdi.
Biraz inceledikten sonra, “Bunu ben okuyamam. Okuma yazmam yok,” dedi ve kalabalığa döndü. “Tedd,” diye seslendi.
Kalabalığı yararak ilerleyen birisini fark ettim. En sonunda genç en öne çıkmayı başardı. Bu kadar kalabalık arasında yürümek oldukça zor olmalıydı. Yanımıza gelince“Evet dede?” dedi Tedd. Bana baktığı zaman bakışlarındaki sıcaklığı ve iyiliği hissetmiştim. Uzun boyluydu ve kahverengi saçlara sahipti. Teni Bay Fig’in aksine bembeyazdı. Benim gibi. Ama onun ölümlü olduğunu anlamak kolay oldu. Çünkü, kalbi atıyordu ve damarlarındaki kanın akışını hissedebiliyordum.
“Şu kitabın arkasını okumanı istiyorum,” derken Bay Fig, Tedd kitabı çoktan almış ve arkasını yüksek sesle okumaya başlamıştı.

Bir yabancıya asla güvenmemelisin ve tanımadığın kişilere kapını asla açmamalısın, derdi büyükannem her zaman. Cumartesi günü kapıma gelen kişiye ise kapımı açmıştım. Çünkü onu tanıyordum. O benim komşumdu. O gün, beraber bir şeyler yemiş ve koyu bir sohbete başlamıştık. Vücuduma ansızın çöken ağırlık, koltuğa yığılıp kalmama sebep olmuştu ve gözlerimi açtığım zaman evimde değildim. Önümde beliren gölgeyi fark ettiğim zaman başımı yavaşça kaldırdım ve elinde bıçak olan komşumu gördüm. O andan itibaren hayatım çok değişti.

Arka kapak yazısını okumayı bitirince beğendiğini belli eden bir ifadeyle baktı bana. “Genellikle korku romanları mı yazarsınız?” diye sordu.
Evet, dercesine başımı salladım. “Korku romanlarımı okuyucularım çok beğenir ve severek okurlar,” dedim. Kitabı bana verdiği zaman çantama geri koydum ve fermuarını çektim.
“Sizlerle tanışmak çok güzeldi,” dedim Bay Fig ve Tedd ile tekrardan tokalaşınca. Bay Fig, mesafesini hala korumaktaydı. Tedd, etkilenmiş olduğundan dolayı tanıştığım zamanki halinden daha sıcak davranıyordu.
Bu kasabayı ve insanlarını sevdim. Küçüklüğümden beri böyle bir yerde yaşamak istemiştim ve istediğim oldu. Daha ne isteyebilirim ki?
Boğazımı temizleyip, “İzniniz olursa evime yerleşmek istiyorum. Yol yorgunuyum ve dinlenmem gerekiyor,” dedim. Bay Fig, hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp uzaklaştı. Tedd ise bana yardım etmek istediğini söyledi eşyalarımı yerleştirene kadar. Böylece daha çabuk dinlenebilirmişim.

Ceren Oktay

Beğenmeniz dileğiyle  :cmn

Sayfa: [1]