Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Akuma_Blade

Sayfa: [1] 2
1
FRP Genel / Battletech ve Mekton Zeta
« : 05 Nisan 2011, 12:47:41 »
Uzun zamandır foruma uğrayamıyordum bunun için özür dilerim öncelikle.

Mekton Zeta ve Battletech hususu Cyberpunk dışında uzun zamandır ilgimi çeken yegane oturum türleri idi ama maalesef 5-6 yıldır kitapların scan'ları bilgisayarda durduğu halde açıkçası zar ve critical hit şansı gibi şeyler için kullanılan kısaltmalardan ötürü hala birşey anlayabilmiş değilim. İstanbul'da olup da bana bu konularda öğreti verebilecek olan yada oyununa alabilecek olan var mı? Yada herhangi bir şehirde olup da en azından bana nedir ne değildir tarzı açıklayıcı olabilecek kimse var mı? Saygılarımla.

2
Tartışma Platformu / Alignment hakkında bir soru
« : 10 Aralık 2010, 18:55:14 »
Kurogane no Linebarrels serisinden sonra bu soruyu sorma ihtiyacı hissettim.

İsim vermemeye çalıştım gerçi yine de Spoiler içerebilir:

Spoiler: Göster
100000 masum yaşamı kurtarmak için 1 masum yaşam feda edilebilir diye düşünüp bu düşünce dahilinde insanları onların düşmanı gibi gösterip sindiriyorsam, hatta bizzat toplu katliam emri veriyorsam, ama tüm bunlar neticede bütünün varlığını kurtarmak içinse ve bunlar için o zamana dek kişisel bir çıkar gütmediysem. bu benim alignment'imi ne yönde etkiler?


Yorumlar için şimdiden teşekkürler.

3
Çizgi & Anime / Kurogane no Linebarrels
« : 10 Aralık 2010, 18:35:32 »


http://www.youtube.com/watch?v=iYAhsN7hS4A

Yayın Tarihi : 3-10-2008 ile 20-03-2009 arası
Bölüm Sayısı : 24 + 2 (Ek bölümler sadece DVD setinde yeralmaktadır)

Orjinal Manga: Tomohiro Shimoguchi ve Eiichi Shimuzu
Karakter Tasarımı : Hisashi Hirai (Soukyuu no Fafner, Heroic Age, Infinite no Ryvius, Syryed, Gundam SEED külliyatı)
Mecha Dizaynı : Tsutomu Suzuki (Lost Universe, Platiniumhagen Ordian, Steamboy, Tekkonkinkreed, Big O, Bokurano, Zone of Enders, Gundam Unicorn)
Senaryo: Shigeru Morita (Gundam SEED külliyatı) ve Kiyoko Yoshimura (Dogs: Bullets & Carnage)
Yönetmen: Masamitsu Hidaka (GaoGaiGar, GEAR Senshi Dendoh, Pokemon, Sryed, Turn A Gundam)

uyarı: Ağır ecchi öğelerinden ötürü 17 yaşından küçük arkadaşlar için pek uygun olmayabilir.

Kouichi Hayase küçüklüğünden beri çevresi tarafından sürekli ezilen, çocukluk arkadaşları Risako ve Yajima'nın koruyucu tavırları nedeniyle iyice sinik bir kişiliğe bürünmüş, hayalperest bir çocuktur. Buna rağmen hala en büyük hayali, "adaletin savaşçısı" olmaktır.

Herşeyin değişeceği gün ise sıradan başlamıştır. 2019 yılında gizemli nesne Linebarrel'in güneş sistemine geri döndüğü anlaşıldığında bu anı bekleyen Birleşmiş Milletler askeri uydularla Linebarrel'in dünyaya düşüşünü engellemeye çalışsa da başarılı olamaz, bölgeye sevkedilen Japon Silahlı Kuvvetleri kendi ARMA (Linebarrel evrenindeki Mecha'ların ismi) birliklerinin bir kısmı ise bölgede aniden ortaya çıkan ve dünyaya kendi düzenlerini yayacakları savaş için Linebarrel'in gelişini bekleyen KATO organizasyonuna bağlı ARMA'larca imha edilirler. Bunun üzerine şehir içinde çatışmalar başlar ve halkın sığınaklara sevkedilmesine başlanır.

Kouichi ise şanssızlığı eseri bisikletiyle tam da o sırada Linebarrel'in çakılacağı koordinatlardaki ormandan geçmektedir. Patlamadan sonra gözlerini açtığında ise yanıbaşında çıplak bir kız ve bir meteor kraterine benzer bir çukur görür. Kız kim olduğunu hatırlamamaktadır. Kouchi ona giysilerini verip evine götürür ve isminin Emi Kizaki olduğunu öğreneceği bu kız buradan itibaren hafızasını parça parça kazanmaya başlar. Fakat Japon Silahlı Kuvvetleri'yle KATO arasındaki çatışmalar hala sürdüğüne şahit olurlar ve Kouichi tam da bu sırada bir uyanış geçirip Emi'ye dokunur ve Linebarrel'i çağırır: Bu 21metre uzunluğunda ve nano makineler yayarak kendi kendini iyileştirebilen bir tür biomekanik MACHINA'dır. Kouichi bununla KATO'ya karşı savaşır ve şehri kurtarır. Fakat bilmediği şeyse...

Spoiler: Göster
[SPOILER]...kendisinin zaten Linebarrel'in dünyaya çakıldığı an ölmüş olmasıdır. Emi Kizaki, Linebarrel'e onu kendi nano makineleriyle hayata döndürmesini istemiş, fakat bu olay sonucu Kouichi'nin çekinik karakteri ve hassas vücudu dışarıdan farkedilmese de geri dönemeyecek şekilde değişmiştir.
[/spoiler]

Linebarrel'in dünyaya dönüşünü bekleyenler sadece KATO değildir. Linebarrel'le farklı bağlantıları olan ve dünyanın en büyük ilaç holdingi olarak bilinen JUDA organizasyonu da olaya dahil olur ve kendi MACHINA'larıyla (ARMA'ların "FACTOR" denen insan vücudu modifikasyonu bir özellikle tetiklenen "özel" versiyonları) KATO'nun bölgedeki aktivitesine karşı onlar da müdahelede bulunurlar. Ertesi gün hayat normale dönmeye başlamış gibi olsa da Kouichi bir "FACTOR" olduğunu keşfedecek, "adaletin savaşçısı" olma amacını gerçekleştirmek için KATO ve JUDA arasındaki savaşa kendi adına girecek ve bu süreçte de Linebarrel'in varoluşu hakkındaki gizemleri açığa çıkartmaya başlayacaktır.





Notlar:

-Anime, 2005'in başlarında Akita Shonen'de yayına başlayan 12 ciltlik aylık Manga'sından 2008 sonunda GONZO tarafından uyarlanmıştır. Anime orjinal Manga'dan pek çok yönde ayrılmakla birlikte paylaştıkları ortak özellikler 2006 sonunda yayına başlayan Sunrise serisi Code Geass'ta da kullanılmıştır. ("FACTOR" kullanıcılarının gözlerinin kırmızıya dönmesi, Kouichi'nin karakter değişimi, bu gücün onun hayatını kurtarmış bir kız tarafından verilmesi, Kouichi'nin çocukluk arkadaşı Yajima ile rakipleşmesi gibi)

-Mecha tasarımları için Juusenki L Gaim ve Five Star Stories gibi Mamoru Nagano eserlerinden ve ayrıca Konami yapımı Zone of Enders ile 1989 tarihli Hades Project Zeorymer'dan konsept olarak esinlenilmiştir. İntihal boyutunda bir alıntı olmamakla birlikte bu oldukça özgün dizaynlar görmemizi sağlamakta. http://www.linebarrels.jp/english/index.html#story adresinde JUDA yapımı MACHINA'ları görebilirsiniz.

-Code Geass'le ortak kadroları da paylaşmaktadırlar. Code Geass yönetmeni Goro Taniguchi bu seride yapımcı olarak bulunmuştur. Code Geass'da Lelouch'u seslendiren Jun Fukuyama ise bu serinin başkötüsü olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Code Geass'in ilk bitiş şarkısını seslendiren ALI Project, Iron Linebarrels'de açılış şarkısını seslendirmektedir.

-DVD extra bölümlerden "Pretty Girl Genius Scientist Rachel-chan" bölümü ilk 12 bölüm içerisinde geçerken, "Shadows of Iron" bölümü TV serisi finalinden sonra geçmektedir.

-PSP için bir oyunu bulunmaktadır. Ayrıca Nintendo DS için çıkan Super Robot Wars L oyununda Kurogane no Linebarrels birimleri ekibe dahil edilebilmektedir.

-Maket setleri Kotobukiya tarafından üretilmekte. http://www.1999.co.jp/eng/list/1276/0/1 adresinde şu ana dek çıkan Mecha maketlerini görebilirsiniz.



Yorum/İnceleme:

Açıkçası söze nasıl gireceğimi bilmiyorum zira başladığım gün bitirdiğim nadir serilerden birisi karşımda duruyor. Serinin ağır Ecchi andıran duruşu (ki bazı sahnelerde gerçekten öyle) olsa da serinin malum bazı serilerin aksine, gerçekten boyundan büyük bir birşeyler anlatmaya çalışmıyor ve 13. bölümle sonrası itibariyle hikayenin arkasındaki gerçek temayı ortaya çıkartarak bizi şaşırtıyor. Aslında hikayeyi 2. kısma ayırmamız mümkün: İlk 12 bölümde, karakterleri tanımaya çalışıp bolca gülerken 13. bölümün daha ilk dakikalarından son bölüme dek şaşırtıcı (hatta şok edici de denebilir) bir dolu gelişme üst üste geliyor. Arada yine fanservice'ler (ve seviyeli bir komedi) görsek de, bu yine son 12 bölümde gördüğümüzün gerçekten üzerinde zaman harcanmış bir drama olduğunu değiştirmiyor. Tarz olarak Zone of Enders oyununu oynamış arkadaşları hayli hayli tatmin edecek dövüşler ve dizaynlar görüyoruz (ki zaten ZOE ile aynı tasarımcının ürünü), bunlara usta işi 3D'lerin ve bölüm içi şarkıların yerinde kullanımıyla dövüş sahnelerinin bölümlere dengeli şekilde verilmesi eklendiğinde karşımızda not olarak gerçek anlamda haksızlığıa uğramış 2000 sonrası yapımlardan birisi duruyor.

Seiyuu performansları oldukça iyi. Özellikle Jun Fukuyama, Yuichi Nakamura ve Sho Hayami'nin performansları açısından mükemmel. (Shizuna'nın Kanto aksanına ayrı bir parantez bile açabiliriz) Buna bir de oldukça usta işi bir çift OST eklendiğinde söyleyecek çok birşey kalmıyor.

Mecha dizaynları hakkaten şahane. Farklı olmak için kasılmamış ama -illa benzetme yapmak gerekirse- en az FSS ve ZOE kadar özgün, harika dizaynlar. Mecha'ların dövüş sırasında gerçekleştirdiği hareketlerin insan hareketlerine benzerlik düzeyi de dövüşlere ayrı bir dinamizm getiriyor ve ne denli hızlı vuruşlar görsek de ayrıntı yüksekliği nedeniyle hiçbir kısım gözümüzden kaçmıyor. Aynı sahneler tekrar tekrar kullanılmıyor ve "Super Robot" türünden ziyade "Real Robot" türüne yakın bir estetik kullanıma şahit oluyoruz.

Serinin kendi kulvarında öne çıktığı yapımlardan birisi Ecchi kısımlar dışında serinin tamamen seinen bir serinin söylemlerine sahip olması. Özellikle Kato Hisataka'nın savaşma güdüsü ile insan arasındaki bağı açıkladığı kısımlar ve Reiji Moritsugu'nun kendi nihilizmini anlattığı kısımlar karakter tasarımı ve senaryo başarısını daha bir gözler önüne seriyor. Finale geldiğimizdeyse bir Zeta Gundam, Gundam 00 S1, Gunbuster yada belki bir Ideon ayarında epik bir final izletiyor seri bize. Ama aynı zamanda bunların tümünden de farklıydı zira...

Spoiler: Göster
[spoiler]...hayatımda ilk kez bir finalin mutlu sonla bitmesini bu kadar istedim.
[/spoiler]

Son olarak söyleyebileceğim Kurogane no Linebarrels'in -belki de Soukyuu no Fafner ile birlikte- arkasında sakladığı konsept, "yaşayan" karakterlerin sayısı ve işleniş olarak beklentime ters orantılı olarak beni en çok şaşırtan yapıt ve son 10 yıl içinde izlediğim seriler içinde izlediğim en sağlam birkaç bilimkurgudan birisi olduğudur. Asla unutamayacağınız bir hikaye olduğuna dair sizi kesinlikle temin edebilirim: Yarınları kurtarmak için nefret edilen kişi olmayı kabullenenlere (milyarlarca yaşamı kurtarmak için milyonlarca kişinin ölüm emrini vermek etik olabilir mi, bu yapımdan sonra bunu gerçekten düşüneceksiniz), bizi öldürmeyen ama güçlendirenlere, hayatı boyunca sindirildiği halde güçlü olma hayalleri kuranlara, belki de en çok sevginin ve adaletin gücünü arayanlara adanmış bir yapıt.

4
Çizgi & Anime / Hades Project Zeorymer (1988)
« : 22 Ekim 2010, 08:33:56 »


Alternatif yakın geçmişte, dünyanın en büyük ağır sanayi, bilgisayar teknolojisi ve askeri şirketlerinin çoğu aslında Hau Dragon isimli Çin menşeili ezoterik bir vakfın paravan şirketleridir, bu oluşum ise dünyayı kontrollerine almak ve bu uygarlığı yokedip kendi düzenlerini getirmenin olduğuna inanan bir yeraltı organizasyonudur. Ölümcül gizliliklerine rağmen, Hau Dragon'un yarattığı, her biri tabiatın 8 gücünü temcil eden ve her biri tek başına ordularla savaşabilecek, birkaç şehri tek atışta imha edebilecek güçte ve nükleer silahları aciz bırakacak kadar dayanıklılıkta dev savaş makinaları olan Hakkeshuu'lardan 7'si, Hau Dragon'a ihanet eden bir bilimadamı tarafından kendi kendini imha sistemleri tetiklenerek yokedilmiş, bu olay sırasında eski Hau Dragon yönetici kastı hayatını kaybetmiş ve son birim olan Zeorymer, taraf değiştiren bilimadamı Kihara Masaki tarafından kaçırılarak Japon hükümetine teslim edilmiştir. Fakat bu noktaya kadar olanlar başlangıcın sonu değil sadece sonun başlangıcıdır.

15 yıl sonra Hau Dragon'un başına Yuratei adlı acımasız ve duygusuz bir kadın liderin geçmesiyle birlikte Hau Dragon'un nihai amacının yeniden yeniden uygulamaya konmasına karar verilmiştir, -sonradan anlayacağınız gizli bir sebepten ötürü- yeniden inşaa edilemeyen Zeorymer yerine diğer 7 birim yeniden tamamlanmış, Zeorymer'ı geri almak yada onu yoketmek için harekete geçilmiştir. Japon hükümeti ise elindeki tek koz olan Zeorymer'i devreye sokacaktır fakat bunun için sıradan bir hayatı olan Masato Akitsu adında bir okul çocuğu seçilir. Güne sıradan bir şekilde başlayan Masato, hükümet ajanları tarafından kaçırılır ve hücreye atılır. Burada aslında 15 yıldır yaşadığını sandığı tüm hayatın bir yalan olduğunu öğrenir ve kendisinden gizlenenler bu kadar da değildir: Aslında kendisi, tüm dünya için Hau Dragon'dan çok daha büyük bir tehdittir!

Hazırladığım Türkçe altyazısı

İyi seyirler.

5


Yayıncı : Plan B Yayınları

Yazar : Paul Gravett

Sayfa Sayısı : 176

Bu kitabı önceden görmüştüm ama açıkçası önyargıyla yaklaşmıştım: "Manga tarihi ve altkültürü üzerine bir batılı ne derece birikimli olabilir ki?" diye düşünmüştüm kendi kendime. Bir tek "damsız girilmez" tabelası eksik olan Shonen Jump sergisinde ne yapsam ne etsem diye dolanırken dikkatimi önce Sasuke'nin metrelik kartonetinin arkasındaki kitap rafları, ardından bu kitap çekti. Tümünü okuyamadım gerçi ama bu haliyle bile günün nenim için anlamlı tek şeyi oldu bu kitap.

Yazar sıradan bir çizgiroman okuyucusu (ve potansiyel manga öğretisi ihtiyacı çeken okuyucu) için harika bir derleme hazırlamış. Manga tarihinin neredeyse tüm ustaları ve klasik örneklerinin yanısıra bol bol trivia, bol bol resim (konuşma balonları Türkçe) ve akademik araştırma ürünü yüzlerce referans kaynağının zenginleştirdiği harika bir bilgi hazinesi ile karşılaşacaksınız.

Manga tarihi, alttürler, bilinmeyenler, gerçek efsaneler ve yeni başlayanlar için gerekli tüm birikimleri içeren, sayfa yetersizliğinden ötürü -değinilen çoğu örneklere 4-5 cümleden ziyade ayrılamaması- karşın resim bolluğu ve müthiş doyurucu tirivia'ları ile bu eksiği fazlasıyla kapatan, -belki de en önemlisi- Manga'yı sadece Anime izleyen herkesin bildiği birkaç isme indirgeme hatasına düşmeyen potansiyel bir başucu kitabı. Japonca metinlerde ayrı bir çevirmenle çalışılması ve tüm kitap boyunca neredeyse göze batan hiç hata olmaması, kitabın kalitesine iyi tercüme lezzeti de eklenmesini sağlamakta.

Hemen bir yerlerden edinin ve okuyun! Sadece bunu diyorum.

Kişisel not: 18 Eylül'deki söyleşide Yoshiyuki Tomino üstad -ki kişisel olarak en sevdiğim yönetmendir-, nasıl ve ne koşullarda Anime sektörüne girdiği, günümüzün bundan ne derece farklılaştığı üzerine yaptığı açıklamanın başında Osamu Tezuka ve onun "story manga" haline getirdiği Suç ve Ceza adaptasyonunu kendi ilk gençliğinde okumasıyla geçirdiği uyanışı -belki de için için gözleri dolsa da- betimlemeye çalışmıştı. Bu kitapta Suç ve Ceza'ya kısımlara da rastlamak benim için hoş bir detay oldu.

Kitap hakkında yayıncının sitesinden:

http://planb.com.tr/seksek/archives/304

http://www.planb.com.tr/manga/index.html

6
www.anime.gen.tr 'den alıntıdır.

İstanbul Modern, “2010 Türkiye’de Japon Yılı” etkinlikleri kapsamında, Japon kültürünün farklı yüzlerinin ve manga sanatından örneklerin sunulduğu Manga’yı Keşfet!: SHONENJUMP Dünyası sergisine ev sahipliği yapıyor.

5 – 17 Ekim 2010 tarihleri arasında müzenin alt katında yer alacak sergiyle İstanbul Modern, Türkiye ve Japonya dostluğunun 120.yılında, kısa süreli sergilerini dünyada milyonlarca hayranı olan Japon mangasını genç kuşaklara tanıtarak sürdürüyor.

Japonya’nın en büyük yayın kuruluşlarından olan Shueisha Inc.’in katkılarıyla düzenlenen sergi, ülkede gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiş büyük bir kültürel fenomen olan ve dünya çapında giderek yaygınlaşan çizgi roman sanatı mangayı kapsamlı biçimde tanıtıyor. Proje yöneticiliğini Türkiye’de Lora Sarıaslan Japonya’dan ise Yu Omura yapıyor.

Japonların geleneksel rulo resimleri gibi sanat formlarıyla aynı üslubu taşıyan özgün bir tür olan manga bugün Japonya’daki yeni yayınların büyük bölümünü oluşturuyor. Manga, kültürel bir fenomen olmanın yanı sıra, Japonya’nın uzun ve özgün sanat ve yayıncılık tarihi hakkında önemli ipuçları da veriyor.

Yetişkinlere ve çocuklara yönelik olarak yayınlanan mangalar okuyucuları aksiyon, macera, komedi, dram, fantazi, aşk ve bilim kurgu dünyasına taşıyor. Manga’yı Keşfet!: SHONENJUMP Dünyası sergisinde bir manga eserinin yaratım aşamaları, ilk çizimden yayına uzanan yolculuğu, orijinal eskizler, manga yaratım sürecini manga ustalarının ağzından dile getiren bir belgesel, çizimler ve enstalasyonlarla sunuluyor. Japonya’da “manga sanatçısı” anlamına gelen mangakaların dünyasını da gözler önüne serecek bu sergide, izleyiciler manga kitapları, manga karakterleri üzerine kurulu oyunlar, VOMIC (sesli çizgi roman) ve animasyon gösterilerinin yanısıra düzenlenen yaratıcı atölyeler ve manga editörleriyle söyleşilerle bu renkli dünyayı keşfetme olanağı buluyor.

Sergide, karakterlerin büyük boy maketleri, izleyiciyi içine katan bilgisayar oyunu, özellikle gençlerin önünde fotoğraf çektirebileceği manga karakterlerinden oluşan görseller, ses ve çizgi filmi bir araya getiren VOMIC’ler, SHONENJUMP’ın Japon popüler kültürünü yansıtan ve aynı zamanda etkileyen mangalarının krolonojisi, manga yaratım sürecinde kullanılan malzemeler, monochrome çizimlerin yanı sıra, yıllar boyunca basılmış mangaları okuyabilecekleri ve aynı zamanda Japon kültürü hakkında da bilgi alabilecekleri mekânlar bulunuyor.

Ziyaretçiler sergide, Türkiye’de daha önce hiç basılmamış mangaları okuyabilecek ve değişik ülkelerde manganın nasıl sunulduğu, İngiltere’den Japonya’ya 16 farklı ülkede yayınlanmış mangalarda görebilecek. Sergide Dragon Ball’un yaratıcısı Akira Toriyama’nın (d. 5 Nisan 1955) çizimleri ve ondan etkilendiğini belirten, One Piece mangasının yaratıcısı Eiichiro Oda’nın (d. 1 Ocak 1975) orijinal çizimleri de yer alıyor.

Sergi etkinlikleri

• 5 Ekim’de saat 18.30’da sinema salonunda SHONENJUMP Baş Editörü Sasaki Hisashi ile serginin proje lideri ve İstanbul Modern Küratörü Lora Sarıaslan bir söyleşi gerçekleştirecek. "JIGOKU SENSEI NUBE" serisinin editörlüğünü üstlenen ve "Rurouni Kenshin" serisinin popülaritesinde önemli bir payı bulunan Sasaki, etkinlikte manga yaratım sürecini ve kendi deneyimlerini anlatacak, izleyicilerin sorularını yanıtlayacak.

• İstanbul Modern Sinema, 5-17 Ekim tarihleri arasında, ‘Manga’yı Keşfet!’ sergisine paralel olarak üç büyük manga kahramanının ekrandaki maceralarından bir seçki sunuyor. Naruto, One Piece ve Dragon Ball’un her biri 30 dakikalık televizyon dizilerinden üç bölümlük bu program manga meraklılarını bekliyor.

• İstanbul Modern, 5–17 Ekim 2010 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Manga’yı Keşfet!: SHONENJUMP Dünyası sergisine paralel olarak çocuklar ve gençler için bir eğitim programı düzenliyor. Manga yayınevi Shueisha Inc. ile birlikte tasarlanan bu eğitim programında katılımcılar kendi manga dergilerini yaratıyor.


İstanbul Modern Sinema’da Manga Filmleri

Program İstanbul Modern Sinema’da 5 Ekim Salı, 6 Ekim Çarşamba, 12 Ekim Salı ve 13 Ekim Çarşamba saat 12.00, 13.30, 15.00 ve 16.30’da, 7 Ekim Perşembe,8 Ekim Cuma, 9 Ekim Cumartesi ve 10 Ekim Pazar saat 12.00’de, 15 Ekim Cuma saat 13.30, 15.00, 16 Ekim Cumartesi ve 17 Ekim Pazar ise saat 12.00, 13.30’da gösterime sunulacak.

• NARUTO
Yaratıcısı: Masashi Kishimoto
Bir başka dünyada en büyük güç ninjalardır ve dünyanın en sinsi ninjası Konohagakure köyünde yaşamıştır. Ama on iki yıl önce Konohagakure’ye korkunç bir saldırı olur ve Dokuz Kuyruklu Tilki canavarı, köyün şampiyonu Hokage’yi öldürür. Hokage ölmeden önce tilkinin ruhunu masum bir çocuğun, Naruto Uzumaki’nin bedenine hapseder. Bugün, köye artık barış hâkimdir. Yaramaz Naruto Uzumaki ise Ninja Akademisi’nden mezun olmak için uğraşmaktadır. Amacı bir sonraki Hokage olmaktır. Ama içinde korkunç bir gücün gizlendiğinden ne kendisi, ne de sınıf arkadaşları haberdardır.

• ONE PIECE
Yaratıcısı: Eiichiro Oda
Monkey D. Luffy’nin en büyük çocukluk hayali Korsanların Kralı olmaktır. Ama kazara lastik gibi esneme yeteneğini kazandığında hayatı değişir. Bunun için büyük bir bedel de ödemiştir: bir daha asla yüzemeyecektir. Luffy, korsan olmak isteyen bir grupla birlikte, dünyanın en büyük hazinesi olduğu söylenen ‘One Piece’in peşine düşer.

• DRAGON BALL
Yaratıcısı: Akira Toriyama
Dragon Ball, Goku adında maymun kuyruklu bir çocuk hakkındadır (Bu, Çin’in klasik “Maymun Kral” efsanesine güncel bir göndermedir). Goku’nun sakin hayatı, yedi ejder topunu toplamaya çalışan Bulma adlı bir kızla tanışmasıyla değiştir. Bulma topların hepsini topladığında çok güçlü bir ejder belirecek ve onun bir dileğini yerine getirecektir. Ama değerli küreler dünyanın her yanına dağılmıştır ve Bulma’nın bu güçlü çocuğun yardımına ihtiyacı vardır.

Manga Eğitim Sergisi: “Manganı Yarat”

Müzenin eğitim odasında çocuklara ve gençlere özel hazırlanan Manga Eğitim Sergisi’nde manganın büyülü dünyası, usta manga yaratıcısı Eiichiro Oda ile gerçekleştirilen röportajın videosu ve manga yaratım süreçlerini aşamalı olarak anlatan grafik tasarımlar bir araya geliyor. Katılımcılar bu eğitim sergisinde ilk olarak manga üretim sürecinin aşamalarını izliyor, ardından kendi mangalarını yaratmaya başlıyorlar. Program 5-17 Ekim 2010 tarihleri arasında hafta içi ve hafta sonu her gün 10.00-11.30, 13.00-14.30, 15.00-16.30 saatleri arasında, 7-12 ve 13-17 olmak üzere iki farklı yaş grubu için düzenleniyor.

• 7-12 Yaş Grubu
Çocuklar bu eğitim sergisinde kendilerine dağıtılan çalışma kâğıtlarını boyayarak, iki manga ile tanışıyor: Masaşi Kişimoto tarafından yaratılan NARUTO ve Eiichiro Oda tarafından yaratılan ONE PIECE. Japonya’da “manga sanatçısı” anlamına gelen mangakaların eğitimlerinde kullandıkları özel çalışma kâğıtları, çocukların ellerinde kendi yorumlarını kattıkları NARUTO ve ONE PIECE sayılarına dönüşüyor. Çocuklar bu kâğıtlardaki çizimleri renklendiriyor, konuşma balonlarını sözcüklerle dolduruyor. Ardından tamamladıkları sayfaları bir araya getirerek NARUTO ve ONE PIECE özel sayıları oluşturuyorlar.

Program hafta içi okul grupları için 10.00-11.30, 13.00-14.30, 15.00-16.30 saatlerinde, hafta sonu çocuklar için 8 Ekim, 9 Ekim, 15 Ekim ve 16 Ekim tarihlerinde 10.00-11.30; 13.00-14.30 saatlerinde gerçekleştirilecek.

• 13-17 Yaş Grubu

Gençler bu eğitim sergisinde bir manga yaratmanın incelikleriyle tanışacak. Manga yaratım sürecine dair örnekleri inceledikten sonra, karakterler yaratacak, hikâyeler oluşturacak, taslaklar hazırlayacak, çizimler yapacak, arka planları oluşturacak, konuşma balonlarını dolduracak ve gölgelendirmelerle kendi mangalarını yaratacaklar.

Program hafta içi okul grupları için 10.00-11.30, 13.00-14.30, 15.00-16.30 saatlerinde, hafta sonu çocuklar için 8 Ekim, 9 Ekim, 15 Ekim ve 16 Ekim tarihlerinde 15.00-16.30 saatlerinde gerçekleştirilecek.

---------------------------------------------

İstanbul Modern Sanat Müzesi
Meclis-i Mebusan Cad., Liman İşletmeleri Sahası, Antrepo No:4,
34433 Karaköy-İstanbul
Tel:(212) 334 73 00

Katılım:

Yetişkinler: 10 TL
Gruplar (10 kişi ve üzeri): 8 TL
Öğrenci, öğretmen, emekli ve 65 yaş üstündekiler: 5 TL
Müze üyeleri, 12 yaşından küçük çocuklar, engelli ziyaretçiler: Ücretsiz
Perşembe günleri: Ücretsiz

-----------------

7
Çizgi & Anime / Bayramda TV'de Anime Keyfi
« : 09 Eylül 2010, 17:24:24 »


TRT Çocuk kanalı bayram boyunca Hayao Miyazaki'nin stüdyosu Ghibli'den 8 film yayınlayacak:

Küçük Deniz Kızı Ponyo (Ponyo on the Cliff)
9 Eylül Perşembe, saat 10.15

Prenses Mononoke(Princess Mononoke)
9 Eylül Perşembe, saat 19.30

Yamada Ailesi (My Neighbors the Yamadas)
10 Eylül Cuma, saat 10.15

Yerdeniz Öyküleri (Tales from Earthsea)
10 Eylül Cuma, saat 19.30

Sihirli Kedi (Cat's Return)
11 Eylül Cumartesi, saat 10.15

Rakunların Savaşı (Pom Poko)
11 Eylül Cumartesi, saat 19.30

Dün Gibi (Only Yesterday)
12 Eylül Pazar, saat 10.00

Yüreğinin Sesi (Whisper of the Heart)
12 Eylül Pazar, saat 19.30

İyi seyirler.

8
Çizgi & Anime / Satoshi Kon (1963-2010)
« : 25 Ağustos 2010, 10:40:50 »


Perfect Blue, Millennium Actress, Tokyo Gotfathers, Paprika ve Paranoia Agent'in yönetmeni Satoshi Kon'un (1963-2010) bu Salı gecesi hayata gözlerini yumduğu bugün itibariyle açıklandı.

Anime sektörüne 1991'de Katsuhiro Otomo'nun Roujin Z filmiyle yaptığı yönetmen yardımcılığı ile giren Satoshi Kon, 1995'de yine Otomo ile birlikte yeraldığı Memories filminin "Magnetic Rose" segmentinin rejisinde yeraldı. 1997'deki ilk yönetmenlik denemesi olan ve bir idolün üzerinden Japonya'nın görünmeyen yüzüne eleştrisel bir bakış da getirdiği psikolojik gerilim filmi Perfect Blue ile büyük yankı uyandıran Satoshi Kon sonraki filmlerinde insan psikolojisine eğilen, algı, kişilik, yanılsama, düşler gibi temaları işleyen eserler vermeye devam etti. Millennium Actress (2001) 20. yy boyunca Japonya'nın ilk dönem sinemasına paralel şekilde bir aktristin geçmiş hatıralarının ve gerçekleşmemiş düşlerinin bir hikayesiyken, Tokyo Godfathers (2003) bir grup evsizin birlikte geçirdiği bir Noel'i anlatır, yönetmenin yayımlanmış son filmi olan Paprika (2006) ise düşler ve psikanaliz üzerine deneysel bir filmdir. (Satoshi Kon'un 2008'den beri üzerinde çalıştığı Yume Mirai Kikan adlı bir filmi daha bulunmaktaydı) Paranoia Agent (2004) adlı bir TV serisi de yöneten Satoshi Kon, aynı zamanda içinde Oscar adaylığının da bulunduğu 15 uluslararası ödüle aday gösterilmiş ve çoğunu kazanmıştı.

Memories, Millennium Actress, Tokyo Godfathers ve Paprika adlı filmleri ev sineması için ülkemizde orijinal olarak piyasaya sunulan (ve bu bağlamda Hayao Miyazaki'den sonra ülkemizde en çok filmi verilen yönetmen) olan Satoshi Kon'un Tokyo Godfathers filmi Pera Müzesi'nin Eylül ayı etkinliklerinde gösterilecektir.

En büyük saygı duyduğum 5 büyükustadan biri olan zamansız Satoshi Kon'un kaybı yeri doldurulamaz bir boşluk olacaktır. Ama en azından az ve öz yapıtlarının bundan sonra da öykü anlatıcılığı anlamında önemini daima koruyacak olması tek tesellim. Başımız sağolsun.

9
Çizgi & Anime / Gothicmade
« : 09 Ağustos 2010, 21:52:36 »


Gothicmade fragman

Carmine adlı küçük bir koloni gezegen Gezegen Şarkıcıları da denilen kızların doğduğu tek yerdir. Bunlar önceki nesillerin hatırıları ve hafızalarına sahip olarak doğar ve bu sayede gezegen insanlarının kendilerinin mahfına sebep olacak şeyler yapmalarını, savaşları ve gezegen dışındaki yayılmacıların amaçlarının gezegene zarar vermesini engellerler. Gezegen de onlar sayesinde kuşaklar boyunca barışçı ve huzur dolu bir topluma ev sahipliği yapar.

Bir Gezegen Şarkıcısı olarak doğan 16 yaşındaki Bellin Ajelli, hikayenin geçtiği zaman diliminde gezegenin inanç temelini oluşturmaktadır. Gezegene yönelik potansiyel terörist saldırı söylentileri üzerine yayılmacı Donau İmparatorluğunun prensi Truhallon gezegene gönderilir ve onun korumasını üzerine adığını açıklar. Fakat İmparatorluğun gerçek niyeti gezegeni kendine bağlamaktır ve tek tehlike bu değildir. Gece ve gündüz kadar birbirinden farklı olan bu ikili farklı kaynaklardan gelen üst üste saldırılara karşı ortak bir amaçta uzlaşmak zorundadır.





Brain Powered'den beri pek ortada gözükmediğini söyleyebileceğimiz Mamoru Nagano'nun muhteşen dönüşü diyebileceğimiz Gothicmade, Nagano'nun senaryodan yönetmenliğe, Mecha dizaynlarından karakterlere dek neredeyse serinin herşeyini bizzat tasarladığı bir proje. (Hatta serinin açılış şarkısı aynı zamanda Nagano'nun eşi olan Maria Kawamura tarafından seslendirilmiş) Eğer Five Star Stories manga'sını sevdiyseniz, özgün serilere hasret kaldıysanız, bu seriyi sevebilirsiniz. 2011 içerisinde yayınlanacak bu TV serisini şahsen izleme listeme aldım bile.

10
Kurgu İskelesi / ARC-ZERO
« : 03 Ağustos 2010, 18:23:39 »
ÖNSÖZ:

Öyküme ilk başladığım zamanı aslında ben de tam olarak bilmiyorum. Belki Orta 1 belki de Lise son... Üzerinden o kadar ekleme çıkartma ve yeniden yazma yaptım, o kadar çok yazıp attığım, askerde bile uykusuz kalıp yazmaya çalıştığım oldu ki sanırım çoğu yerde ben bile hikayenin nereye varacağını merak etmeye başladım. Aslında bu durum belki de daha çok, yarattığım hikayayle başa çıkamayan, amatör bir yazar olduğumu gösteriyordur, bilmiyorum. Ama en azından 1-2 kişinin okumak için ayırdığı zamana üzülmeyeceği bir hikaye yapabilmişsem ve belki de bunun farkında oluşum sayesinde hikayemi nihayet bitirebilirsem asıl o zaman sevineceğim. Hikayeyi okudukça tanıdık temalar yada tanıdık karakterler görebilirsiniz. Bunu yanlış anlamamanızı ümit ederim zira aslında anlatmak istediğim tüm hikaye, arkamda bıraktığım birşeyleri yeniden yaşama ve ilerisi için kendime bir savaşma sebebi arama özlemi ile kaleme alınmış şeyler oldu. Bundan ziyade aslında okuyacağınız herşey bu yolculuk süresince hayatımın bir aşamasında mutlaka hissettiğim, bana ait şeylerdi.

Umarım bu bu yazma isteğimin amacını sizler de benimle paylaşıyor ve anlayabiliyorsunuzdur.

GİRİŞ:

Yeryüzü kaynakları giderek azalıyor , nüfus hızla artıyordu ve fosil enerji kaynakları tükenmeye yüz tutmuştu. Kaynakları neredeyse sınırsız özel bir grup vakıfın yeni enerji kaynakları (soğuk füzyon ve helyum3 tabanlı sistemler gibi) geliştirmesi ve yerçekimsiz ortamda veya ekstrem koşullarda gerekli olacak büyük çaplı inşaatlar için Mobile Gear'leri (MG) üretmesiyle BM'nin önde gelen ülkeleri, Kuzey ve Güney Pasifik okyanusu üzerinde 3 büyük yapay kıta inşa etmeye ve uzayda ilk kolonileşme çalışmalarına başladılar. 2031 sonlarında N.C.S. ("Neo Colonial Site") adı verilen yapay kıtaların ve Jüpiter'e yapılacak enerji seferleri için bir liman görevi de görecek olan dev bir uzay istasyonu olan "Geo Armor" tesisinin inşaatına başlandı. Aradan geçen süreçte BM ülkelerinin bir kısmı tedavi amaçlı gen modifikasyonunu yasal olarak tanıdı ve yeni bir dizi silahsızlanma anlaşması imzalayarak nükleer silahların kademeli olarak kullanımdan kaldırılmasını kabul ettiler: 2035'e gelindiğinde Kuzey Pasifik'deki NCS-0 ve Orta Pasifik'deki NCS-1 , Güney Pasifik'dek, NCS-2, sabit yörünge kuşağındaki "Geo Armor" ile ilk Ay ve Mars kolonileri tamamlanmış, yapılan teknolojik atılımlar yeni bir çağı başlatmıştı ama herkes bu ortamdan hoşnut değildi.

Kolonizasyon programının gerektirdiği aşırı hammadde tüketiminin yolaçtığı küresel bir ekonomik kriz, dalgalar halinde birçok ülkenin ekonomisini çökertti, bunun sonucunda da 3. Dünya ülkelerinin ve destekçilerinin 1 hafta içerisinde aniden BM'den ayrılmalarına neden oldu. Bu kriz sıcak savaşa dönüştü ve BM'nin izniyle silahlandırılmış MG'ler "ayrılıkçılara" karşı kullanıldı: Bir haftalık bu yoğun savaşın sonunda birçok ülke bağımsızlığını kaybetti ve BM de bu krizin sonunda güvenilirliğini yitirerek parçalandı. Bu kısa savaşın hemen sonunda kalan ülkeler ittifaklar kurarak bir denge oluşturma gereği duydular. 2036-2039 arası süreçte küçük cepheli birçok savaş dünyanın genelini zayıflatırken, büyük devletleri, buna bağlı olarak büyük sanayi gruplarını ve özel askeri şirketleri büyüttü, demokrasiyi zayıflatarak geleceğe dair bir kaos ortamı oluşturdu. Öte yandan Dünya'da savaş sürerken 4 yıldır uzayda ölüme terkedilmiş uzay kolonileri artık mavi gezegenden intikam almaya ve burayı kontrol altına alarak yanlışlardan düzeltmeye kararlı bir doktrin etrafına birleştiler ve Dünya, Ay kolonilerindeki Mass Driver (kütle iticileri)'lerinden atılan yapay astreoid'lerin tehdidi altında kaldı. Varlığı inşaa aşamasındayken öğrenilen Mass Driver'ları durdurmak için Geo Armor'u askeri bir tesis haline getiren ülkeler Dünya'daki savaşı geçici bir ateşkesle bitirerek Ay kolonileri ile aslında kazananın olmayacağı savaşa başladı. 

2040'daki Dünya tablosunda karşımıza şöyle bir güç dengesi çıkıyor:

Valken Şirketi : Eski adıyla Omega Teknoloji Grubu, Dünya üstündeki neredeyse tüm yüksek teknoloji şirketlerinin en az 5/1'ine şu yada bu şekilde sahiptir. İlk soğuk füzyon ve helyum-3 dönüştürme sistemlerini yaygın kullanabilecek hale getiren, bu sayede hükümetlerden bağımsız bir tür sanayi imparatorluğu haline gelen bir şirket. BM'nin dağılmadan önce tanıdığı bir ayrıcalıkla terörist saldırılardan korunmak ve kendi özgür çalışma koşullarını uygulayabilmek için NCS-2'ye taşındılar ve sonradan kendi savunma birliklerini oluşturdular. Dünyaya kapalı bir teknokrat toplumu olan Valken Şirketi politik bir bağa sahip olmayan tarafsız bir gruptur ve her gruba silah-teknoloji satabilir: Nükleer silahları etkisiz hale getiren Nötron Yoğunlaştırıcıları da, uzay kolonisi inşaa edicileri de, Dünya'yı belki de cehenneme çevirecek süreci başlatacak ilk silahlandırılmış MG'ler de Valken Şirketi tarafından üretilmiştir.

ARC ve ZERO : Hikayemizin odağındaki grup olup aslen Japonya, Güney Kore, Tayvan, Avustralya ve benzeri ülkelerin NCS-1 merkezli olarak kurdukları, tarafsız bir ittifak olarak kurulan barışçı bir girişimken ("Ocean Commonwealth Union") diğer kolonileri olarak kurdukları NCS-0'in biyolojik silahlarla uğradığı kaynağı belirsiz saldırıda milyonlarca kişinin hayatını kaybetmesi ile yaşanan facia üzerine "tüm savaşların ortadan kaldırılması" için harekete geçen aktif bir grup haline dönüşmüş ve geçmişteki siyasi bağlarını kopararak başka ülkelerden katılımlarla güçlenmişlerdir.

Hikayemizin başlangıcı, ZERO'nun Valken şirketi tarafından tasarlanan ve uzayda da savaşabilme yetisine sahip, üst düzey teknolojiye sahip bir savaş gemisi hazırlattığının öğrenmemiz ile başlar. Henüz tam olarak tamamlanmamış olan savaş gemisi, uzay ortamındaki savaş testlerini tamamlayana dek Geo Armor'da bir yerde, başka bir büyük teknoloji grubu olan fakat daha çok ZERO'nun bir tür "sponsoru" niteliğindeki ARC Şirketi tarafından onlar adına, büyük bir gizlilik içerisinde tutulmaktadır.

DELTA : 2036'da tamamlanan uzay kolonilerinin kod adı. Sivil savaş sırasında onları ölüme mahkum eden Dünya'ya karşı savaş ilan ettiler ve insanlığı yokolmak yada itaat etmek arasında seçim yapmaya zorlamak için nihai silahları haline getirdikleri Mass Driver'ları inşaa ettiler. Arada geçen 3 yıllık zamanda kaynak yetersizliği nedeniyle çökmüş olmaları gerekirken çoğu açıdan Valken'de bile olmayan teknolojilere sahip olmuşlardır.

Birleşik Federasyon : ABD ve Avrupa ülkelerinin oluşturduğu bir pakt yani U.F. ( "United Federation" ) : Sivil savaş zamanı yaşanan kriz sonrası ekonomilerini çok geriletmiş ve buna karşılık olarak Avrupa ülkeleri ile birlik kurmuşlardır. Amaçları önce kendi dışındaki tüm grupları tek tek ortadan kaldırmaktır. SECT Vakfı tarafından gölgeler arkasından desteklenir ve kontrol edilirler.

Avrasya Paktı : Doğu Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan ve bazı Güney Doğu Asya ülkelerinden oluşan bir başka pakt yani E.U. ( "Eurasian Federation" ) : Sivil savaş dönemini Birleşik Federasyon'a göre daha hafif atlatmışlardır bu yüzden hikayenin başı itibariyle Dünya'daki en büyük MG ordusuna sahiptirler. Birleşik Federasyon'un rakibidirler ve sık sık küçük boyutlu çatışmalarla karşı karşıya gelmektediler. Bununla birlikte tıpkı onları gizlice yönetenler gibi bu iki grubun gizli hedefi de aslında birbirlerinden çok da farklı değildir.

SECT Vakfı : Kendileri için "Guild" yani Lonca adını kullanırlar. Ulus devletlerin tamamen ortadan kaldırılması ve insanlığın en güçlü olan devlet merkezinde birleştirilmesi, bu amaç için de insanlığın 22. yy'a dek hala yokolmadan varlığını sürdürebilmesi için çalışan gizli bir organizasyon. Varlığını I. Dünya Savaşı'ndan hemen öncesinden beri sürdürüyor olması olasıdır. Kurucuları, şu anki liderleri ve gerçek amaçlarının altında yatan hedefleri hakkında birşey bilinmez. Amaçlarının uygulamaya konabilmesi için Birleşik Federasyon ve Avrasya Federasyonu'nun yüksek kadelerindeki bağlantılarını kullanırlar. Sahip oldukları "yaşayan bilgisayarlar" ile dünya üzerinde mevcut en yüksek teknolojiye sahiptirler ama bunun neredeyse tamamını kendilerine saklarlar.

NCS-0 : Ölü bir kıta haline gelmiş eski OCU kolonisi. En az 10 milyon kişinin öldüğü biyolojik felaketten sonra karantinaya alındı. Fakat 18 yaş altındakilerden sağ kalan %1'den de az kişinin geçirdiği değişim açıklanamamakta. İnsan beyninin "ölü bölge" niteliğindeki tüm loblarının uyanmasına sebep olan bu değişimin bir lanet mi yoksa bir lütuf mu olduğu (tıpkı felaketin sorumlusunun kim olduğu gibi) halen bilinmiyor. Şimdilik emin olabileceğimiz tek şey NCS-0'ın taşıdığı tek sırrın sadece bu olmadığı.

Tabii bunun haricinde daha başka birçok taraf hikaye boyunca karşımıza çıkmayı sürdürecek.

MEKANİKLER:

Mobile Gear'lar yada MG'ler bildiğimiz anlamdaki savaşların temel dayanağını oluşturuyorlar. Bunlar başta ekstrem koşullarda veya yerçekimsiz ortamda hafriyat çalışmaları için üretilmiş olmalarına rağmen BM'nin parçalanmasıyla sonuçlanan bir haftalık savaşta ilk kez silahlandırılmış olarak kullanıldılar, akabinde ise adeta karaborsaya düşen MG tasarımları sayesinde irili ufaklı her ülke, hatta terörist örgütler bile kendi MG'lerini kullanmaya yada üretmeye başladı. MG'lerin 2030'lu yıllarda bu kadar ani ortaya çıkabilmesinin aslında mantıklı bir açıklaması bulunuyor. Bunu ilerledikçe görebilirsiniz.

MG'lerin yapısı için özel bir mineral karışımıyla zenginleştirilmiş hibrid bir metal alaşımı kullanılır. Bu minerallerin kaynağı Dünya içinde bulunmayan ve hikayedeki yazışmalarda isminden "Aegis" olarak bahsedilen dünya dışı bir elementtir. Ayrıca mevcut teknoloji ile karakteristik özellikler olarak benzeşen çeşitli yapı maddelerine sentetik olarak "Aegis" yapısı kazandırılabilir.

MG'lerin kullanım türleri için genel tanımlama şudur:

M : Mass Production
Seri üretim modellerdir. 8-16 metre uzunluğundadırlar. Resmi modelleri Helyum-3 tabanlı reaktörler kullanırlarken yasadışı üretim olarak ortaya çıkan varyasyonlar olarak petrol tabanlı yakıtlar kullanan daha ucuz ve düşük performanslı modellere de rastlanabilir. En üst modelleri dışında form değiştiremez ve enerji bazlı silahları kullanamazlar.

U : Unique
Özel modellerdir. 17-23 metre boyundadırlar. Form değiştirebilir ve enerji bazlı silahlar kullanabilirler. Tüm modelleri Helyum-3 tabanlı reaktörler kullanır ve sahip oldukları limitler insan refleksleri için fazla üstün olduğu için bu durumu eşitleyebilmek için donanıma entegre üst düzey yapay zeka ve pilot zihniyle senkronizasyon modülleri içerirler. Ayrıca U modelleriyle başlayan bir diğer karakteristik de bilgisayar korumalı kişisel biyometriklerle aktif hale gelebilmeleridir.

X : Experimental
Araştırma-geliştirme işlemleri halen süren bu yüzden de nadiren ortaya çıkan deneysel modellerdir. Çoğu 20 metreden büyüktür. (40 metreden büyükleri Mobile Beast yada Titan olarak adlandırılır) U tipleri ile karakteristik farkları soğuk füzyon reaktörleri gibi radikal teknolojileri sonuna kadar kullanmaları ve masif güçte enerji bazlı silahlardan zihin kontrollü silahlara dek birçok çok güçlü silaha sahip olmalarıdır. Bazı Titan'larda bir tür koruma mekanizması olarak bunlara ek olarak çift pilotlu senkronizasyon içeren dizaynlar da denenir.

Gerek elit modellerin sahip olduğu bu tür ofansif gücünün büyüklüğünün birimin amaç dışı kullanımıyla ortaya çıkmaması, gerekse X sınıfının normal bir insanın kapasitesinin çok üstünde zihinsel efor gerektirmesi sebebiyle bunlar için ayrıca özel yapay zeka modülleri geliştirilmiştir. Yapay zeka pilotun eforunu analiz eder onun durumlara karşı vereceği tepkileri "öğrenir" ve sonradan ortaya çıkacak benzer durumlarda önce durumda verilen "hamleyi" hatırlar, bu sayede birim pilotun doğal reflekslerine giderek daha yüksek uyum sağlamaya başlar. Fakat yapay zekanın asıl fonksiyonu pilotu tehlikeli durumlara karşı korumaktır. Asimov'un 3 robot ilkesi burada devreye girer. Bunlar öncelik hiyearşisine göre:

1- Pilotun emirlerine uy
2- Pilotun hayatını kaybetmesini önle
3- MG'nin yokedilmesini engelle

Bunlara 4. kural olarak şu eklenmiştir:

4- Birimin düşman eline geçmesine izin verme

Fakat MG yapay zekaları birimin sahip olduğu gücü, pilotun bu gücü kullanma yetisini ve bu durumda savaşın koşulları karşısında birimin başarılı/başarısız olma ihtimalini hesaplayarak insiyatif kullanabilir. Bu sebeple orantısız fazlalıkta bir dövüşte yapay zeka geçici bir süre için pilotun emirlerini yoksayabilir ve savaşın koşullarını pilotun seviyesine indirene dek otomatik pilotta dövüşmeyi yada geri çekilmeyi seçebilir. Eğer ki birim düşmana karşı hiçbir şekilde üstünlük sağlayamayacak ve kaçamayacak duruma gelirse 2. ve 3. emirleri yoksayan yapay zeka kendi kendini imha modundaki korumayı kaldırabilir.

IMPULSE

Bu gemi başta bahsettiğimiz ve ARC-ZERO'nun hikaye boyunca kahramanlarımıza evsahipliği yapacak gemisi. Yapısal tasarımının neredeyse tamamı Valken Şirketi tarafından yapılırken uzay koşullarındaki montaj, inşaat ve iç modifiyeleri ARC Şirketi tarafından yapıldı. Bu Frontier'i (* IMPULSE'un bağlı olduğu gemi ailesi) diğerlerinden üstün kılan gerçek anlamda ilk "uzaysal geçiş" kapasitesine sahip ilk gemi olması. Yani bununla normalde 6 ay ile 2 yıl sürecek bir Mars yolculuğu bu sistem sayesinde birkaç saniyeye inebiliyor. Gemi teorik olarak maddeden kayıpsız enerji sağlamayı sağlayan bir kuantum sürücüsü kullanıyor ve alan bariyerleriyle enerji bazlı silahların şarjı da bu şekilde yapılıyor. Ayrıca gemide mevcut MG'lerin bakımı için hangarların yanısıra yeni MG dizaynları için mobil bir fabrika da var. Kullandığı radikal teknolojiye rağmen geminin sahip olduğu bilgisayar ağı neredeyse tüm rutin işlemleri personelin yerine hallediyor ve gemi kaptan harici sadece 4-5 kişiyle tüm savaş fonksiyonlarını yerine getirebiliyor. Impulse'un bir diğer üstün özelliği de sahip olduğu süper bilgisayar ağı sayesinde MG'lerin veri akışına müdahele yapabilmesi ve geri mühendislik deneyebilmesidir.

Hikayenin senaryo olarak ana hatları ve mekanikleri kısaca böyle. Sonraki yazıda sırasıyla karakterler ve hikayenin ilk bölümleri var. Tabii kağıttan text'e aktarmak, ayrıyeten de son hal önce ekleme-çıkartmalar yapmak kısa sürmeyebilir. O konuda affınıza sığınıyorum.

11
Çizgi & Anime / Uchuu Senkan Yamato
« : 02 Ağustos 2010, 00:02:50 »


Giriş:

Yamato, Anime'nin yaşayan efsanesi Leiji Matsumoto'nun 1974'de yarattığı ve geçtiğimiz yıl 35. yılını yeni yapımlarla kutlayan bir bilimkurgu efsanesidir. 70'lerde Anime'ye ilk kez yoğun drama anlayışının katılması yönünden Gundam'la ortak paydası bulunan öncü bir seridir ve kaçınılmaz şekilde Anime'nin bugünkü anlatım düzeyinin temel taşlarından birisi olarak nitelendirilebilir.

Yaşı şu an 30 ve üzeri olan arkadaşlarımız muhakkak hatırlayacaklardır: Ülkemizde de yayınlanmış bu seri, dramatik bilimkurgu serilerinin ilk atasıdır ve bu yönüyle Anime tarihinde sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek ciddi kırılma noktalarından birisini oluşturur. Aynı zamanda yönetmeni Leiji Matsumoto'yu Anime tarihinin en ünlü yönetmenleri arasında haklı bir yere getirmiştir.

Konu:

Bundan binlerce yıl önceki zamanlarda dünya sömürgeci bir ırkın istilasına uğrar ve bu olayla dünyanın eski uygarlığı da sıfır noktasına iner, bizim bildiğimiz tarih başlar.

21. yy'a doğru dünya kendi birliğini sağlamış ve barış sağlanmıştır. Fakat bu kez güneş sistemi dışından gelen saldırgan bir ırk tespit edildiğinde dünya bu saldırıya cevap vermek ve işgale karşı koymak için için harekete geçer. Fakat dünyanın sahip olduğu teknoloji Gamilus'luların düzeyinde değildir. İnsanlar yeraltı sığınakları inşa etmeye ve son savaş için filolarını göndermeye başlarlar. Fakat insanlığin savunması Gamilus'un gücüne ve teknolojik düzeyine karşı hiçbir anlam ifade etmediği için savunma güçleri giderek azalmaktadır.

Hikayemiz Gamilus ırkının güneş sistemine ilk giriş yaptığı hafta başlar ve bu savaşta insanlığın son filosu da neredeyse tamamen yokedilir. Tam da bu sırada ne dünya ne de Gamilus'a ait olmayan tipte bir gemi Mars'a çakılır. Mars'daki bir üste eğitim için bulunan Kodai Susumu enkazı araştırmak için gönderildiğinde ölü bir kızın elindeki mesajı görür. Hemen ardından Mars'a yönelik saldırı başlar ve Mars'daki yerleşimler haritadan silinir. İnsanlık ilk vatanı olan dünyaya doğru kesin dönüşe başlar.

Gamilus'luların amacı insanlığı ya topyekün kölelştirmek yada yoketmektir, bunun için dünya üzerinde meteor bombalarını kullanırlar. Okyanuslar buharlaşır, şehirler topyekün haritadan silinir. 2199'da gelindiğinde radyoaktif kirlenme artık çölleşmiş dünyanın 1 km altındaki yeraltına dek işlemeye başlamıştır ve bir avuç kalmış insanlık son günlerini yaşamaktadır. Hikayemiz başladığında dünyanın önünde sadece 365 gün vardır.

Kodai, Mars'dan getirdiği mesajı dünyaya götürdüğünde insanlar bunun Iscandar adlı, dünyadan 148 000 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegenden geldiğini öğrenirler. Mesajın ekindeki bilgilerden yola çıkılarak, yaklaşık 200 yıl önceki "büyük savaştan kalma" efsanevi gemi Yamato bir uzay savaş gemisi olarak baştan inşa edilir. Dünyayı yeniden yaşanabilir bir yer haline getirmek için 365 gün içinde geri dönmek üzere Iscandar seferine başlanır. Bu bir savaş seferi değildir ama mürettebattaki herkesin savaşmak için bir sebebi vardır, Susumu Kodai de abisinin ölümüne sebep olan Gamilus'lardan intikam almak istemektedir. Öte yandan Yamato'dakilerin bu yolculukları sırasında kaçınılmaz şekilde karşı karşıya geleceği düşmanlar, maalesef sadece Gamilus'lar değil aynı zamanda da bir başkasıdır da!



Düşünceler:

Yamato'nun zamanına göre çok farklı bir seri olduğunu söyleyebiliriz. Herşeyden önce artık Anime yetişkinlere de yönelik bir anlatım kazanmaya başlamıştır. Olayların pat diye başlayıp bitmemesi, dost olsun düşman olsun, tüm karakterlerin tek boyutlu karton kişilikte tipler olmaması seriyi çok daha derin bir yapım haline getirir. Herşeyden önce, seri asla kazanılamayacak savaşlara bile giden kahramanlara adanmış bir destan niteliğini taşır.

Konseptin Yoshinobu Nishizaki'nın hazırladığı orjinal hali, Lord of the Flies'deki gibi tamamı çocuklardan oluşan bir kadro ve onların kayıp gezegen Iscandar'ı ararken girdikleri savaşlardı. Leiji Matsumoto birçok ekleme çıkartmadan sonra hikayeyi II. Dünya Savaşı'na, dünya dışı uygarlıklara, atom savaşı fobisine ve insanlığın ortak hümanizm ülküsüne göndermeler yapacak hale getirir. 1974'deki ilk yayını büyük ses getirir zira Yamato'nun ortaya çıkışı Japonya'daki sağcı hareketlerin yükselmeye başladığı dönemlerden birisine denk gelmektedir ki Yamato'nun bu bağlamda Japon bilinçaltında saklı mücadele arzusunu sembolize ettiği de söylenebilir. (Bkz. Yamato'nun son seferi) Yamato aynı zamanda ABD TV'lerinde lokalizasyonla da olsa gösterilmiş ilk 2-3 Anime'den birisidir.

Serinin gördüğü ilgi üzerine yine 26 bölümlük 2 sezon daha 5 uzun metrajlı film adaptasyonu yapılır ki bu filmler zamanı için muazzam bir maddi başarıya ulaşırlar. (Filmler ana hikayeyi takip etmekle birlikte aslında spinoff'lardır) 80'lerin sonu ve 90'ların başında birkaç yeni Yamato OVA'sı yapılmak istenirse de finansal sorunlar yüzünden bu projeler tam olarak amacına ulaşamaz. 2000'lerde serinin DVD olarak vizyona çıkması ve yabancı izleyiciler arasında izlenip anlaşılmaya başlanması üzerine yeniden hakettiği yere gelmeye başlar. Seri 2009 yılında 35. yıldönümünü 2 yeni proje ile kutlamıştır: Yeni Seiyuu'ların katılımıyla yapılan 3D animasyon destekli "Fukkatsu-hen" ve Uchuu Senkan Yamato'nun yüksek bütçeli live action adaptasyonu.



Yamato aynı zamanda Hideaki Anno'nun EVA'yı yaratmasına kadarki süreçte en etkilendiği birkaç yapım (ki bunların içinde ilk Gundam da vardır) içinde yeralır. Anno'nun şu sözleri ilginçtir:

"Yamato her zaman bir efsane olarak kalacaktır. Zira ilk kez bir Anime'nin yetişkinlere de hitap ettiğini hissettik ki bu çocuklar için yapılmış alelacele bir reji kesinlikle değildi. Yamato'yu izlediğimde ortaokuldaydım ve günüm sınıftaki herkesi Yamato izlemeye ikna etmeye çalışmakla geçerdi. Şu an burada bu konuşmayı yapıyorsam, bunu sağlayan şey Yamato'dur."




12
Çizgi & Anime / Break Blade
« : 31 Temmuz 2010, 10:09:38 »


"FATE" - Kokia

"SERIOUS AGE" - Faylan

Gundam Unicorn'dan sonra 2010 yılının 2. Mecha prodüksiyonu Break Blade (Broken Blade ismiyle de geçebilir, şaşırmayın) birkaç ay önce ilk bölümüyle vizyona girmişti ve dün itibariyle DVD/Blu Ray olarak izlenebiliyor. Toplamda 6 filmden oluşan hikayeyi sinemadan 2 ay sonra ev sineması için izlenebileceğinden bir OVA serisi gibi de düşünebilirsiniz. Seri kaynağını, 2008'de başlayıp hala devam etmekte olan Manga serisinden almakta.

Cruzent kıtasının eski halkı uzun zaman önce çok yüksek mekanik teknolojiye ulaşmışsa da şimdilerde sadece bir mit olarak anılmaktadır. Yeniden kurulan düzen içinde artık tükenebilir enerji kaynaklarına dayalı mekanik teknoloji yerini Quartz denilen bir kristal üzerinden ayakta duran yeni bir düzene bırakmıştır: Büyü

Gerçi büyünün burada bir sanat olduğunu söylemek zordur zira -neredeyse- tüm insanlar 2 yaşından beri Quartz kristalleri ile uyum göstererek büyüdükleri için bu sadece küçük el fenerlerinden Golem denilen dev savaş zırhlarına değin günlük hayatı ayakta tutan bir enerji kaynağıdır. Elbette her düzende olduğu gibi bu düzenin de paryaları vardır. Eski halkın kalıntılarından oldukları için birkaç milyonda bir doğan Unsorcerer insanlar Quartz'ların güç akışını kullanamamaktadırlar (Uzaktan kumandanın düğmelerine bassa da kanal değiştiremeyen birisinin durumunu düşünün) ki kahramanımız Rgart Arrow -Souichiro Hoshi tarafından seslendiriliyor- da böyle birisi. Krisna Krallığı'nda yaşayan fakir bir köylü olan babasının onu, bir Uncorcerer olarak doğuşunun eksilerini telafi edebilmesi için uluslararası askeri akademiye göndermesi -her ne kadar sonradan eğitimini yarıda kesip geri dönse de- hayatını değiştirecek 3 kişiyle karşılaşmasına sebep olmuştur: Bunlar komşu Athens Federasyonu'nun Savaş Bakanı'nın küçük kardeşi Zess -Hiroshi Kamiya tarafından seslendiriliyor- , Krisna Krallığı tahtının varisi 9. Hodr Krisna -ki Yuuichi Nakamura tarafından seslendiriliyor- ve onun müstakbel eşi Sigyn Erster -Chiwa Saito tarafından seslendiriliyor- olup kısa bir süreliğine de olsa tuhaf bir üçlü oluştururlar.

Rygart'ın evine geri dönmesinin üzerinden yıllar geçmiş, herşey çok değişmiştir. Babası gibi çiftçiliğe başlayan Rygart kral tarafından başkente çağırılır ve burada kendisine ihtiyaç duyuluşunun sebebini öğrenir: Athens Federasyonu Krisna'ya savaş ilan etmiştir ve saldırıdan vazgeçip ülkenin katliama uğramaması karşılığında Krisna Hanedanı ile doğrudan kan bağı olan herkesin idamı gibi kabul edilemez bir koşul istenmektedir. Tam da bu sırada Quartz madenlerinin birisinde 1000 yıllık bir Golem bulunmuştur fakat tuhaf bir şekilde bu Golem'in enerji akışı diğer Golem'lerden tam tersi şekilde işlemektedir ki bu yüzden Quartz bağı olan askerler bu Golem'i kımıldatamazlar bile. Hodr eski bir arkadaşı olarak ona güvendiğini ve bir Unsorcerer olduğunu bildiğinden kendisinin yardımına gelmesini ister. Rygart ise savaştan ve politikadan nefret ettiği için teklifi başta reddeder fakat tam da bu sırada bulundukları kanyon kralı öldürüp savaşı o gün bitirmek isteyen bir Athens birliği tarafından basılınca Rygart iradesi dışında kokpite girer ve biyometriklerinin 1000 yıllık Golem "Dirfinge"ye farkında olmadan kaydeder. Gerçi ilk beklentimizin aksine saldıranların birisini bile yokedemez ama en azından kralın hayatını kurtarmış ve Athens saldırısına karşı zaman kazanılmıştır. Şimdi Rygart hem ülkesini ve kralını korumak, hem onu hala unutamamış Sigyn'in hisleri ve yeni görevi arasındaki dengeyi kurmak, hem de eski arkadaşı/yeni düşmanı Zess ile yüzleşmek zorunda kalacaktır.



Hikayenin başlangıcının kısa özeti bu şekilde: Her ne kadar Manga'nın sadece başlarını okumuş olsam da rahatsız edici bir kırpma hissetmedim. Bunun yanısıra Production I.G., XEBEC ve KLOCKWORK kalitesinden beklenebilecek düzeyde görsel ve işitsel bir kalitesi olduğu anlaşılıyor. Manga'nın hedef kitlesinin öncelikle bayanlar olmasından ve ilk filmin ilk gün hasılatının %60 kadarını bayan izleyicilerin oluşturmasından dolayı kaynaklanan görmezden gelinebilecek bir miktar fanservice'e rağmen başroldeki Sigyn'den figüranlara dek her tür bayan karakterin çizimini oldukça beğendim. Alternatif evren göndermeleri (Dirfinge'nin kokpitinin HUD insan arayüz sisteminin İngilizce olması fakat Rygart'ın bunu okuyamaması yada büyü kavramının süper-über büyücüler üzerinden anlatılan bir sanat değil de bizim için elektrikten farksız bir enerji kaynağı olması da ilginçti), FMP!'den beri gördüğüm en güzel/farklı dizaynlara ev sahipliği yapması ve güzel müzikleri ile beğenimi kazanan bir örnek oldu Break Blade. Ki yan karakter seiyuu'ları bile çok çok iyi.


Ekip:

Rygart Arrow rolünde Souichirou Hoshi (Lost Universe'den Kain Blueriver, Argento Soma'dan Takuro Kaneshiro/Ryu Soma, Infinite Ryvius'dan Yuki Aiba, Sengoku Basara'dan Sanada Yukimura ve Gundam SEED'den Kira Yamato)

Sigyn Aerster rolünde Chiwa Saito (Last EXILE'den Lavie Head, Read or Die'dan Anita King, Gundam 00'dan Louise Halevy)

Hodr rolünde Yuichi Nakamura (Gundam 00'dan Graham Aker demem yeterli olur sanırım)

Narvi rolünde Marina Inoue (TTGL'den Yoko)

Zess rolünde Hiroshi Kamiya (Gundam 00'dan Tieria Erde, Macross F'den Michael Blanc, Sayanora Zetsubou-Sensei'den Nozomu Itoshiki)

Cleo rolünde Kana Hanazawa (Darker Than Black: Twilight of Gemini'den Shion Pavlichenko, Cencoroll'den Yuki, Gunslinger Girl: Il Teatrino'dan Angelica, Zegapain'den Ryoko Kaminagi)

Ayrıca yan roller olarak Elekt (Gundam 00'dan Ian Vashty), Lee (Ikkitousen'den Shimei Ryomou, Gundam Unicorn'dan Marida Cruz, Resident Evil'den Claire Redfield), General Tool (Detective Conan'dan Profesör Agasa, Ranma'dan Genma Saotome, Kimagure Orange Road'dan Kyosuke'nin dedesi ve Jingoro, Great Mazinger'den Angoku Daishogun), Argass (Gundam 00'dan Hong Long), General Bard (Gundam 0083'den South Burning) gibi isimleri izlemiş olabileceğiniz çoğu Anime'den tanıyabilirsiniz.

Yönetmenler Tetsuro Amino (Macross 7 ve SPT Layzner) ve Nobuyoshi Habara (Dancougar, Soukyuu no Fafner, Sorcerer Hunters, Steam Detectives)'den oluşurken, senaryo Masashi Gogo (GTO, Full Metal Panic, Bleach, Prince of Tennis, Rurouni Kenshin, Yukikaze)'ye, müzikler Yoshihisa Hirano'ya (Death Note, Air Master, Hajime no Ippo: New Challenger, Kotetsushin Jeeg, Ouran High School Host Club, Real Drive, Super Robot Wars: Divine Wars), grafik tasarım Toshihiro Kohama'ya (Big O, Cowboy Bebop, Gad Guard, Ghost in the Shell: SAC, Heroic Age, Inuyasha, Night Nead Genesis, Saikano), mekanik tasarım Takuya Matsubara (Busou Renkin, Soukyuu no Fafner) aitken Yunosuke Yoshinaga'nın hazırladığı 7 volume'luk Manga'ya dayanıyor. http://breakblade.jp/work/gouremu.html adresinden Mecha'ları görebilirsiniz.

Ayrı bir parantez açmam gereken şey de Break Blade'in neredeyse her anına dokunmuş Anadolu esintileri oldu.

Spoiler: Göster
Müziklerin geneli Anadolu ve Mezopotamya esintileri içeriyorken, anlatımın odağındaki Krisna Krallığı bayrağında ay yıldız olan ve batı komşusu "Atina" ile arası bozuk olsa da netice yönelim olarak barışçı bir ülke olması ve Krisna başkentinin niyeyse kiliselerle/haçlarla filan değil de minarelerle (!) kaplı, kerpiç evlerin her yerde önümüze çıktığı, hem bozkır hem de denize kıyısı olan bir yer olması.


Bunları üst üste koyduğumuzda her ne kadar ilk bölüm itibariyle fazla bir hikaye/drama yada aksiyon görmesek de son 5 yıl içindeki Gundam alternatiflerine göre en çok şey vaadeden yan seçenek olarak göründü bana. İlk bölümün sadece bir önsöz olduğunu aklınızdan çıkartmayın. İzlerseniz hem ayırdığınız 50 dakikanın karşılığını alacak hem de sonraki bölüm için fazla beklemeyeceksiniz (2. bölüm Ağustos sonu içinde DVD/Blu Ray olarak çıkacak) İyi seyirler.

not: Çevirisine başladım.

13
Çizgi & Anime / Tentai Senshi Sunred
« : 31 Temmuz 2010, 08:57:18 »


Yayın Tarihi: 03-10-2008 ile 27-03-2010 arası

Bölüm Sayısı: 52

Yönetmen: Seiji Kishi

"Mizunokuchi Taiyou Zoku"

"Zoku Mizunokuchi Taiyou Zoku"

Epik fake!

not: Bu yazıyı okumakla zaman kaybetmeyin, hemen seriyi izleyin!

Sunred dünyayı belki de yüzlerce kez kurtarmış bir tokusatsu kahramanıdır. Fakat dünyayı kurtara kurtara artık kendinden bile sıkılmış, dünyayı kurtarma işine tövbekar olup motosikletini bile satışa koymuştur (Malum, Köroğlu'nun atı, Polat'ın cipi ne ise Japon süperkahramanları için de motosiklet odur) Kız arkadaşı ile aralarındaki iletişim sorunlarını yenemediği gibi bir de bunun üstüne binlerce yıldır dünyayı ele geçirmeye çalışan şeytani organizasyon Florsheim Empire'in Kawasaki şehri sözde örgüt sorumlusu Vamp de fedailerini ve kaijin'lerini gün be gün onun üzerine yollamaktadır.

Bu bitmez tükenmez döngü artık Florsheim Empire'in kaijin'lerini de vurmuş olacak ki onlar bile Sunred'le savaşıp yenilmekten rehavete kapılmış, işi gücü bırakıp şehrin gettolarında kirli pasaklı yaşamaya başlamıştır ki bu Vamp için de bir sorundur. Şimdi Vamp'in kaijin'leri ile Sunred çeşitli sebeplerden dolayı ister istemez günlük hayatta bolca karşılaşmaya başlayacaktır. Bilmediğimiz şey ise kaijin'lerin her birinin feci şaşkın/masum tipler olması, Sunred'inse artık bezginliğin dibine vurmuş tam bir yontma kabadayı olması. (Arasıra bu adam Türk mü diye düşünmedim değil)

İnceleme:

Yakın zamanlara değin %100 bana hitap eden, komedi tarzı fazla TV serisi görmediğimi itiraf etmem lazım: Full Metal Panic ve Keroro Gunsou böyleydiler (Yani bir seride birinin anlamadığı bir espri bir diğerini deli gibi güldürebiliyorsa, bazı saniyelik espriler deli bir anime/manga/tokusatsu/hatta ve hatta yemek genel kültürü gerektiriyorsa o anime gözümde klasik komedi animelerinin de ötesindedir) Bu seri de kurak sezonun içinden gelip bizi sevindiren 1-2 güzel işten biri.

Konusunu bile okumadan ilk bölümünü izleyeyim dedim, 30-40 yıllık sentai/tokusatsu olayına bir nevi yarı saygı duruşu/yarı kafa bulma niyetine yapılmış, çizimleri elle çizilmiş gibi, 12.5 dakikalık kısa bölümlerden oluşan, uzun zamandır beklediğim tarzda bir parodi animesiyle karşılaştım. Yemek tariflerinden aslında basbaya "fake" atan açılış/kapanışlara, moe'msi Animal Soldier timinden arada misafir oyuncu babından görünen diğer gruplara üye kahraman/kaijin tiplemelerine dek sayısız sebeple gülmekten kırılacaksınız.

Yıllardır gördüğüm en kurak sezon olan 2008 sonu 2009 başından gelerek beni şaşırtan, yılın belki de en iyi komedi serisi. Daha yeni biten bu seriden hala habersiz olmanız asrın hatası olabilir.

14
Çizgi & Anime / Kimagure Orange Road
« : 30 Temmuz 2010, 18:18:39 »


"Natsu no miraju" - TV serisi 1. bitişi

Bölüm Sayısı : 48 bölüm , 8 OVA , 2 film

Dizayn : Akemi Takada

Orjinal Eser : Izumi Matsumoto

Yönetmen : Osamu Kobayashi, Tomomi Mochizuki, Kunihiko Yuyama

Kasuga Kyosuke babası ve iki kız kardeşi ile yaşamaktadır. Fakat saklamak zorunda oldukları bir sırları vardır: Kasuga ve kardeşleri, anne tarafından gelen ESP denilen insanüstü yeteneklere sahiptir (teleport olma, hızlı koşma, telekinezi gibi) fakat kız kardeşlerinin saklamaları gereken bu konudaki sorumsuzluğu nedeniyle üzerine kurulu düzenlerini bırakıp yeni bir şehre taşınmak zorunda kalırlar.

Okuldaki ilk gününde sonradan isminin Madoka Ayukawa olduğunu öğreneceği esrarengiz bir kızla tanışır. Fakat Madoka da göründüğü kadar kırılgan ve kibar değildir. Kyosuke'nin okulun ilk gününde son derecede sert şekilde öğreneceği gibi bir sukeban (okul kabadayısı kız)'dır ve aynı zamanda içe dönük bir kişiliği vardır. Aradan çok uzun zaman geçmeden, Kyosouke Madoka'yı bir tür abla figürü gibi gören, dışarıya karşı çok açık, yaşam sevinci dolu ve çocuksu Hikaru Hiyama ile tanışır. İşin tuhafı Hikaru ona giderek artan bir ilgi göstermektedir. Kyosuke, okul içi ve dışında sınırlı diyalogları olsa da hala kendisi için kapalı kutudan farksız Madoka ile yakınlaşabilmek ve onun arkadaşlığını gerçekten kazanmak için aynı cafe'de işe başlar. Elbette bu, kader rüzgarlarının hayatın apayrı köşelerine savurmaya çalışacağı tuhaf üçlü için acı tatlı olayların sadece başlangıcıdır.

KOR hakkında bir arkadaşımın konu hakkındaki tanıtımı:

Konu ne kadar da basit bir aşk üçgeni gibi görünsede, aslında çok daha karışık ve içinden çıkılması zor kararsızlıklarla örülü bir üçgendir.Yüzeysel olarak bakıldığında, hayatı yalanlarla örülü bir çocuğun aynı anda iki bayanı idare etmesi gibi görünüyordur. Fakat aslında ortada suç işleyen kimse yoktur. Sadece her birinin zayıf noktaları yüzünden üçgen çözüleceği yerde, aksine daha karmaşık bir hal almakta.Misal olarak; Kyosuke'nin kararsızlığını, Madoka'nın duygularını itiraf etmekte zorlandığını, Hikaru'nun ise çok kolay etkilenip aşık olan bir yapıda olduğunu gösterebiliriz.

Üçgenin çözülmemesi için nedenler sadece bunlar değil tabiki, Hikaru ve Madoka'nın beraber büyümesi ve Madoka ile Hikaru'nun dostluklarının çok sağlam olması, Kyosuke'nin kararsız kalmasındaki bir başka düşündürücü unsuru oluşturmaktadır.Başlarda Hikaru'ya soğuk davranırsa Madoka'dan aynı şekilde uzak kalacağını düşünen Kyosuke zamanla yaşadığı bu çıkmazdan kurtuluyor fakat bu seferde arkadaş olduğu ve sevgili gibi olmasa da arkadaş olarak sevdiği Hikaru'nun kalbini kırmamak için kararsız kalmaya devam ediyor.

Madoka ise Kyosuke'nin Hikaru'yu gerçekten sevdiğini sanarak biricik arkadaşı Hikaru için kendi aşkından vaz geçmeyi göze alıyor. Zaten hayatında Hikaru'dan başka kabullendiği bir ailesi olmayan Madoka için bu yaşantısını bozmak istemiyor. Fakat gün geçtikçe Kyosuke'ye olan aşkı biraz daha büyüyor. Ama öte yandan Kyosuke'nin anne tarafına bahşedilen Esper güçler yüzünden çoğu zaman zaten ailesinin başı belaya girmiş ve defalarca taşınmak zorunda kalmışlardır ve Kyosuke aslında nimetten çok bela olan bu güçlerini daha bir kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

Bu Esper güçlerini bilmeden Hikaru'nun gözlerinin önünde denemesi ise zaten çok kolay etkilenen Hikaru'yu sırılsıklam Kyosuke'ye aşık ediyor. Hikaru aslında Kyosuke'nin hiçbir zaman gün yüzüne çıkmak istemeyen bir versiyonuna aşık oluyor.Finalde her seyreden böyle bir sahnenin hayalini kuruyor, Madoka ile Kyosuke'nin birleşmesini istiyor. Fakat bahsi geçen üçgen onları pek rahat bırakacak gibi gözükmüyor...


Kişisel yorum:

Kimagure Orange Road ülkemizde de yayınlanmıştır (Gerçi sadece ilk 19 bölümünden olan ilk sezonu verilmiş olsa bunun 1991-1992 gibi Japonya ile son derece yakın bir tarihte verilmiş olması ilginçtir) Manga olarak 80'lerin başında çıkmış seri 48 TV bölümü, 8 OVA ve 2 filmden oluşuyor. OVA'lar TV serisinin son 10 bölümünden önceki boşlukta geçerken 1. film son TV bölümünden sonra, 2. film ise önceki filmden yıllar sonra geçmekte.

KOR'un tipik okul romantik komedilerinden farkı, -üzerine basa basa vurgulamam lazım bunu- naifliği, alçakgönüllülüğü, samimiyeti olarak özetlenebilir. Düşüneceğinizin aksine hikaye büyük ölçüde iki kişinin birbiri arasındaki görünmez engelleri ve yanlış anlaşılmaları geride bırakıp birbirlerini olmak istedikleri gibi değil oldukları gibi kabullenmeleri çabası üzerine bir seri. Bunun yanısıra sorumluluk, bireysel cesaret, zamanın geri getirilmezliğinden doğan melankoli, olgunlaşma süreci ve bundan doğan acı gibi birçok güzel temayı emsali kolay bulunamaz şekilde işliyor.

KOR'un 48 bölüm + film boyunca son 10 yılda sayıları giderek artan H Game uyarlamaları yada harem serilerinin %1'i kadar seyirciyi yan yollara sapmaya, aşkı ortaokul tuvaletlerinin sohbet mevzularına indirgememesi, aksine seri boyunca üçgeni oluşturan insanların kendi kırılganlıklarına odaklanması ve üçlü arasındaki ilişkiyi cinsel bir sömürü metası haline getirmemesi yönünden takdirimi kazandı. Aksine, KOR sadece bir zamanlar yaşanmış olana ve değiştirilemeyenlerin verdiği acıya adanmış bir anlatı. Ülkemizde TV'de yayınlandığında tamamı yayınlanmadığından hep içimde ukde kalmıştı. 2000/2001 gibi topu topu 2-3 CD tutan RM versiyonlarını elime geçtiğindeyse inanın, dünyalar benim oldu. O yıl boyunca tanıdığım tanımadığım yüzlerce insana seri + filmlerini yolladım, bu seriyi herkesin "yaşamasını" istedim. Başarılı oldum mu tartışılır. Zira Kimagure Orange Road şu an bile -maalesef- sadece belli bir yaşın üstündeki insanların haberdar olduğu bir seri. Seri yıllar sonra elime geçtiğinde sonuna dek ilerlerken en az en az 3-4 günde 1 bölüm gidebildiğimi farkettim. Öyle bir seri ki bu asla bitmesini istemiyorsunuz. Ve sonlara yaklaştıkça içinizdeki o buruk sevinç ve umut, o unutulmaz final ile daha dün gerçekten sizin yaşadığınız bir acı gibi, yediğiniz bir yumruk gibi en derinden hissettikleriniz arasına yerleşiyor. O şok duygusu yüzünden bile, bir zamanlar sindire sindire izlediğim bu seriyi 2. bir kez daha izlemeye ve aynı şeyleri daha da çok buruk şekilde hissetmeye hala cesaret edemiyorum.

Fazla uzatmak istemiyorum: Kimagure Orange Road bir devrin kapanışı ve -maalesef!- bir devrin açılışı niteliğinde bir örnek. Bugüne kadar bu cümleyi binlerce kez duyduğunuza eminim, "BU ANİMEYİ MUTLAKA İZLEYİN" diyerek yanlış anlaşılmak istemiyorum ama gerçekten bu herkesin izlemesi, izletmesi gereken bir örnek. Kaybolan değerlere, ve yüreğinizin en derinlerinde yaşanan, fakat asla söylenemeyen çelişkilere adanmış bir tür ağıt aslında...

Çıplaklığa, kendi içinizde de böyle şeyler yaşamak istediğiniz için hayran olacanız bir harem içeriğine, karşı cinsi adeta mal yerine koyan "ucuzluğa" bu animede maalesef rastlamayacaksınız. Gördükleriniz ise sadece gerçek aşkı ve acıyı hissedebilenlerin hissettikleri ile aynı şey olacak.

Bir başka foruma uzun yıllar önce yazdığım başka bir yorum için:

Kişisel görüşümü belirtiyorum : Kimagure Orange Road (KOR) , her yönüyle Anime alanında devrimsel değişikliklerin uygulayıcısı olan , buna karşın üzerinden geçen yaklaşık 20 yılı aşkın zamana rağmen kazandığı başarıya ve ulaştığı anlatı düzeyine hiçbir Anime'nin ulaşamadığı (ve de bundan sonrakilerin de ulaşamayacağı) bir eserdir.Yapıldığı zamanın koşulları içinde değerlendirirseniz KOR'un sahip olduğu değer daha iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum.Kendi dönemine eş birçok popüler yapıma rağmen bu denli uzun zamana kafa tutması ise kolay kolay açıklanabilecek bir fenomen değildir.Son dönemlerin Anime'leri popülerlik adına her geçen gün daha da artan miktarlarda anlatım gücünden ve derinlikten ödün verirken , KOR'un bu anlamda bir Anime değil de gerçekten söyleyecek şeyleri olan bir "ilk gençlik-yetişkinlik arası dönem anlatısı" olarak değeri daha iyi ortaya çıkar.

KOR'un izleyici kitlesinin söz konusu yıllar boyunca tek kelimeyle çığ gibi büyümesi , fakat bunu yaparken hiç de "alçakgönüllülük" kokmayan yollara giren yapımlar veya popüler olmak adına (nedense) "aşırı sevimli" olmaya çalışan yapımların aksine hiçbir sansasyonel metoda başvurmamış olması oldukça ilginçtir ve aynı zamanda KOR'un anlatım gücününün derinliğni kanıtlar.Çok az Anime/Manga serisine nail olan "yapıldığı döneme ayna olma" özelliği KOR'un en ön planda geelen özelliğidir kanımca... KOR'u şimdi yada 10 yıl sonra izleyecek izleyici aynı beğeni düzeyini paylaşabilir , benzer tadlar alabilir ; fakat izleyen kişi kadar bu tadın oluşturduğu yorumlar da o sayıda farklılaşacaktır.

KOR'u Anime kalıpları arasından kurtarıp ciddi sinematografi derslerine konu ettirebilecek denli radikal bir çok öğe sayabilirsiniz : Bunlar hikayedeki kesişim noktalarının çokluğu , geri göndermelerdeki derinlik , görüntü yönetmenliğindeki ve müzik seçimindeki inanılmaz uyum ve tam mükemmeliyet ve son olarak da karakterlerin orjinalitesi ve evrenselliği olarak özetlenebilir. (Hakeza "Butterfly Effect" filmindeki kelebek etkisi yorumu , "Groundhog Day" ve "Daybreak" yapımlarındaki aynı günün zaman çizgisinin sonsuza dek tekrar yaşanabilmesi teoremi ve LOST dizisindeki bazı sahnelerde flashback yapılmaksızın 15-20 bölüm gerideki birkaç saniyelik bir olaya gönderme yapan şaşırtıcı diyaloglar Kimagure Orange Road'un aslında yıllar önce yapmış olduğu şeylerdir) Literatürde "Twist&Turn" denilen hikayedeki kavşak noktalarının çokluğu izleyiciyi ilk birkaç bölümde seri herşeyiyle bitene dek peşini bırakmayan bir merak olgusu oluştururken , geri göndermelerdeki (Flashback'ler) derinlik ise tüm hikayenin bağlandığı olay/karakter ağının sağlamlığını kanıtlar.Kitap yada tez konusu olabilecek derecede kapsamlı bir konu olan KOR'un görüntü yönetmenliğindeki yada müzik seçimindeki benzersiz mükemmelliği hiç kayda almasak bile bir noktada durup şu noktayı boydan boya düşünmeden geçmememiz gerekiyor : Karakterlerin gerçekliği ve evrenselliği...

KOR'un (bence) tüm zamanların en iyi zamanların en iyi görüntü ve müzik yönetmenliği yapılmış yapımlarından olması gibi en orjinal ve en doğal karakterelere sahip oluşu da tesadüf olamaz diye düşünüyorum.İlk gençlik ve yetişkinliğe geçiş gibi insanın duygusal anlamda en sancılı dönemlerinin bu karakterler aracılığı ile başarıyla anlatımı , karakter tasarımındaki başarının doğrudan sonucudur.Gözlemlerdeki başarıyı farketmek için o dönemleri yaşamış olanların şöyle bir hatırlamaya çalışması yeterli...Tamam ; hiçbirimiz Kyosuke gibi psikometri güçlerine sahip olmadık peki onun düştüğü "Kimagure" (Türkçeye "Hercai" olarak çevirebiliriz) düşünceleri , boğuştuğu ruh gelgitlerini hiç yaşamadığımızı söyleyebilir miyiz? Tabii ki hayır.Bu bağlamda verdiğim örnekleri hikayede yeralan 2. ve 3. plan karakterler için de türetebilirsiniz.Ulaşacağınız sonuç , hikayede çok az karakterin "figüran" düzeyince tasarlandığı , buna bağlı olarak finale ulaştığımızda anlayacağımız üzere her karakterin bir Puzzle parçasıymışçasına hikayedeki yerlerini bütünlemesi olacaktır.

KOR'un yapıldığı günden bugüne dek hayran notları bakımından ilk 5'te olmamasına karşın sahip olduğu kemikleşmiş ve sadık izleyici kitlesi (ki 20 yıl sonra bile serinin DVD seti bazı Batı Avrupa ülkelerinde hala ilgi görebiliyor) , diğer taraftan bu kadar büyük çaplı ve farklı kültürlere bölünmüş bir kitlenin ortak paydasının KOR olması birşeylerin işareti olsa gerek diye düşünüyorum.Bu ortak payda -sanırım benim her zaman hissettiğim ve de hissedeceğim gibi- birçok kişinin mutlu olduğunu düşündüğü o tek zaman diliminde zamanın donup kalmış olması düşü , o eski güzel günlere geri dönme isteği , kaçıp gitmiş o duyguları yaşamış olma isteği gibi şeyler olsa gerek diye düşünüyorum.KOR , bu tüm düşleri "o günleri yaşamış olanlar için" 25 dakikalığına da olsa gerçekleştiren bir "Altın Yaz Efsanesi" rüyasına dair ağıttır aslında...

Bu arada... Anime Gen Tr'nin kapanışından beri 5 yıla yakın zaman oldu sanırım ama sırf KOR için buranın önemi benim için çok ayrı : Bu yüzden buradaki eski dostlarımdan birinin KOR hakkındaki eski Topic'de yaptığı yorumunu fikir , konuyu tam 12'den vurduğu için yer vermek istedim :


"KOR'un bu kadar tutulmasının ve bu derece sevilmesinin nedeni çok ayrı bir kültürün içerisinde yer alsa da az çok pek çoğumuzun hayatında yaşadışı bir şeyleri bize çağrıştırması ve çoğumuz için geçip gitmiş bir şeylerin anılarını canlandırması kanımca.

KORda yer alan karakterlerin hepsi az çok hayatımızda bir şekilde yer alan insanlar gibi geliyor bana.

Örneğin Hatta & Komatsu; içinzden kaçınız benim lise veya ortaokul hayatımda bu ikisi kadar sapık ve kız düşkünü arkadaşlarım olmadı diyebilir. Ya da hanginizin hiç Yuusaku kadar obsesif bir tanıdığı olmamıştır. Mutlaka Kyosuke ya da Hikaru ya da Madoka'dan örnek vermeye de gerek yok diye düşünüyorum. Hayatınızda hiç Kazuya kadar illet bir velet tanımadığınızı söyleyemezsiniz bence.

Ama bunların ötesinde KOR biraz da tüm bu anıların mutlu bir şekilde sonuçlandığı bir hayal gibi görünüyor sanırım gözümüze. Değerli şeylerin hiçbir zaman sona ermediği bir dünya olduğu için seviyoruz anlatılan hikayeyi. Kendimizden bir şeyler bulmanın ötesinde belki de geride kalan bir şeylere ilişkin bir tutku galiba..."


Sevdiğiniz tür ne olursa olsun, iyi seyirler.

Bonus:

"Ano sora wo dakishimete" - 1. film fragmanı

15
Çizgi & Anime / A Wind Named Amnesia
« : 29 Temmuz 2010, 17:57:08 »


Yayın Tarihi : 22-12-1990

Bölüm Sayısı : Film

Yönetmen : Kazuo Yamazaki

Giriş:

“İnsanı insan yapan düşünebilmesi değil, hatırlayabilmesidir” dedirten, tam olarak hakettiği değeri görememiş bir başyapıt…

Dünyanın sonu temalı senaryoları bugüne dek en az binlerce kez gördüğünüze eminim. Farklı olan çok azını gösterebilirdiniz. İşte A Wind Named Amnesia da bunlarından farklı olanlarından birisi… A Wind Named Amnesia , özellikle vurgulamak istiyorum bunu , değerine geç farkına varabildiğim için ciddi şekilde üzüldüğüm özgün yapımlardan biri… Tam bir giriş yapabilmek için yorumdan önce Spoiler vermeden biraz senaryodan bahsetmem gerekecek.Ama değinmeden geçemeyeceğim bir konu daha var ki o da eski denebilecek bir tarihe ait bu yapımın 2003′ün -bence- en iyi filmi olan 28 Days Later‘e olan ambians benzerliği (konu veya konunun ilerde aldığı değil , yanlış anlamayın), aradaki neredeyse 15 yıla varan zaman farkını ve 1990 yılının imkanlarını önümüze koyduğumuzda ister istemez yapıma olan bakışımızı yoğunlaştırmak zorunda hissediyorsunuz.

Tanıtım:

Olaylar sıradan bir günde yaşanan ve dünyayı sonsuza dek değiştirebilecek birdizi sıradışı olaylar zinciri ile ilgili… Olaylar günün birinde ansızın bir rüzgar esişi ile tüm insan ırkının bilincinin silinmesi ile ilgili. (Zaten “Amnesia” da Latince’de “unutuş” anlamına geliyor) Sıradan bir rüzgar gibi… Ama rüzgarla aynı anda yayılan bir tür mikro dalga sinyali rüzgarın esişinden sadece birkaç saniye sonra insanlığın milyonlarca yıldır sahip olduğu tüm bilinçsel birikim , hiç hatırlanmamış ve asla hatırlanmayacak kayıp bir rüya şeklinde silinip gitmiştir.Unutuşun rüzgarı belki bir dalı bile kırmamıştır ama insanlara olan etkisi tek kelimeyle yıkıcı olmuştur.Seyir halindeki uçaklar düşer , hareket halindeki tüm araçlar kaza yapar , daha az önce en ufak bir gelecek korkusu taşımayan insanlar 3 yaşındaki bir çocuktan daha ilkel ve hafızasız hale gelir : Dünya artık hiç olmadığı (ve olamayacağı) denli kötü görünmektedir.Ama en kötüsü daha başlamamıştır.

Birkaç gün sonra olayın yıkıcı etkisi daha da belirgin olmuştur (Hoş , gerçi bunu algılayabilecek pek kimse de yoktur ya!) , bilinçsiz insan sürüleri bir lokma ekmek için birbirini parçalarken aç sırtlanlardan farksız hale gelmiştir.Elektrik yok , telefon yok , su yok , benzin yok… Her yer alevler içinde yanmakta. Gece sokakları ise bilinçsiz ölümün serseri mayın gibi kol gezdiği bir yer artık.Kötü mü? Hayır , hala en kötüsü değil.

Amerikan hükümetinin olası bir topyekün kitle imha saldırısı sırasında yada pilotları öldüğünde harekete geçmek üzere programladığı ve casus uydularla desteklenen otomatik savaş Mecha’ları yollarda kol gezmekte, karşılarına çıkan herkese ve herşeye ateş açmaktadırlar. Bunlar basit birer robot değildilerler , parçalandıklarında kendi kendilerini buldukları uygun parçalarla tamir edebilmekteler ve ölümcül bir takip içgüdüsüne eşdeğer bir programlamaya sahipler. Ve dahası, artık programı durduracak bir yer yada kişi kalmamış durumda. En kötüsü mü? Hayır , hala değil…

Kitlesel hafıza silinmesi olayından bir haftadan kısa süre sonra, California’da bilinçsiz halde hergün başka mekanda sabahlayıp vandalca ev yağmalayarak hayatta kalmayı başarabilmiş esas oğlanınız (yani Wataru) birgün yine bilinçsiz halde dolaşırken bilmeden California’daki gizli bir üsse girer (Galiba “Edwards Stratejik Hava Komutanlığı” üssü) ve üssün etrafında dolaşan “prototip” bir canavarın saldırısına uğrayıp ESP (”Extra Sensory Perception” = Duyular üstü algılama) güçlerine sahip “bilinçli” bir genç tarafından kurtarılır.Adı Johhny’dir ve gizli deneysel projeler kapsamında zihinsel güçleri özel olarak geliştirilmiş bir kobaydır : Johhny anomali sırasında tedavi altında olduğu sırada çıkan unutuş rüzgarından normaldışı bir zihinsel yapıya sahip olduğu için etkilenmemiştir.Unutuş rüzgarıyla bilinçsizleşen personelin olmadığı üste tek başına yaşamaktadır ve üsteki zihinsel işlem frekansını değiştiren cihazları kullanarak Wataru’nun zihinsel düzeyini ve bilincini kademeli olarak arttırmayı başarır.Wataru’nın bilinçsel arayış yolculuğu için Johhny ile karşılaşması onun ilk adımları olmuştur.

Johhny adeta insanlığın sahip olduğu tek bilinç sahibi insan olarak gördüğü Wataru’yu bilinçlendirip eğitmeye başlar : Konuşmayı ve kendini anlamlandırmayı…Sonra tabiatı , yıldızların yerini , silah kullanmayı ve daha birçok şeyi daha… Johhny’nin Wataru’yu eğitirken gösterdiği özen , sürüsünün hayatta kalan tek üyesi olan bir kurdun tek yavrusunu yetiştirmesinden farksız bir “bilinç kardeşliği” düzeyine doğru giderek yaklaşmaktadır.Sonra… Geçirdiği bir dizi ağır beyin ameliyatlarından ve anomali sırasında üzerinde çalışılan tıbbi müdahele tamamlanmadığından olsa gerek , Johhny’nin günlerinin sayılı olduğunu öğrenir Wataru.

O’nun da gidişinden sonra artık iyiden iyiye bu çılgın dünyada tek bilinçli insan olarak kaldığını hissetmektedir ama içindeki bir umut parçası hala başka bilinçliler olabileceğini söyler.Artık masumiyetini yitirmiş topraklarda yola çıkar , tek amacı hala insanlığını kaybetmemiş , hala “hatırlayabilen” başka insanlara rastlayabilmektir.

Onları bulacaktır da… Ama nasıl?

İnceleme:

Buraya kadar anlattıklarım , yaklaşık 80 dakikalık hikayenin ilk 15-20 dakikasına yakın bir kısmı… Haliyle artık prologu geçip yoruma başlayabiliriz.A Wind Named Amnesia , tek kelimeyle anlatmak gerekirse çarpıcı bir yapım.Gerçeği adeta en soğuk tarafından alıp kaburganıza çarpıyor.Fantezi bir zamanda (1999 Amerika’sı) geçiyor olmasına karşın kurgu çok etkileyici… Yapımın 1986-1990 jenerasyonuna ait OAV yada Movie’lerde de -ve nadir kimi başka yapımlarda olduğu gibi- sert ve acımasız gözlem özelliğini saymazsak bu eserin en göze batan niteliği kuşkusuz farklı birçok türün özelliklerini aynı anda barındırması olsa gerek : Dram , bilimkurgu , post apokaliptik , distopya , gerilim ve hatta Mecha ; neredeyse her türden birşeyler bulmak olası…

Ama herşeyden ötesi bu yapımın uygarlık yada bilinçsel varlık üzerine sunduğu tezler olsa gerek diye düşünüyorum.A Wind Named Amnesia’da (yada buna benzer sert yapımlarda) sokaklarda vandalca birbirini boğazlayan bilinçsiz insanları görünce ister istemez tırsıyorsunuz , ama tüm bu şeylerin nedeninin kitlesel bir “cinnet” değil de kitlesel bir “hafıza kaybı” olduğunu öğrenince kendinize şunu sormadan da edemiyorsunuz : Ya gazetelerin hergün gördüğümüz 3. sayfa haberleri? Yoksa acaba biz de mi tıpkı tüm dünya insanlarıyla birlikte kitlesel düzeyde ve yavaş yavaş bilinçsizleşiyoruz diye? Yada 28 Days Later’de de dendiği gibi : “Ya bir avuç kalmış biz son bilinçli insanlar da bu cinnet salgınına kapılırsak? Belki , ya son bilinçli insanların da kaybedilmesi ‘insanlığın öze dönüşünün’ tamamlanmasıysa?”

Gerçi “A Wind Named Amnesia” ile ilgili internette zaten kıt olan kaynaklarda bu yönde birşeye rastlamadım ama biosferden soyutlanmış , prototip şehir Eternal City’de yaşanan olaylar bana “pulp” bilimkurgu kültlerinden “A Boy & His Dog” ve de Jean Luc Godard’ın ölümsüz filmlerinden “Alphaville” ‘yi anımsattı.Alıntı demek istemiyorum ama filmin -sanırım 50′ci dakikasından itibaren- ortaya çıkan bu yeni tema (Aldous Huxley’in Brave New World’ünde betimlediğine benzer , sahte bir “kusursuz mutluluk” dünyası ve bu mutluluk dünyasında tuzağa düşmüş insanlar…) bu filmlerdeki temalardan yararlanılarak çok iyi bir dizi yoruma sahip şekilde kurgulanmış.Doğrusu son derece başarılı bir sinematografi çalışması denebilir.

Spoiler: Göster
Herşeyi hazırlanmış şekilde kıyamet sonrası dünyaya tekrar yaşamı verecek, dünyadan bile yalıtılmış şehir Eternal City sadece 2 kişiyi kullanarak tüm işlevlerini yerine getirmesi etkileyici.Buna karşın asıl şaşırtıcı olanı, Eternal City’deki bilgisayarın “kullandığı” insanların kendisinden ayrılmasını önlemek için beyin dalgalarıyla oynayarak onlara sürekli birkaç farklı kişilik ve hafızaya ait şablonlar yüklemesi oluyor: Ki bu da onların Sonsuz Şehir’i asla uzaklaşmamaları gereken bir görevin parçası olduğuna inandırıyor, ve haberleri bile olmadan bu programı yerine getiriyorlar. Averaj 120 yıllık ömür sunan bu şehir onları kuklaları haline getirmiş durumda ve ana bilgisayarın yeni kuklalara ihtiyacı vardır. Wataru’nun bu teklife verdiği cevap ise mükemmel geleceği yaratmak için hazırlanan şehrin teorik olarak iflas ettiği yer olur. Dışarıdan gelen etkileşim kuklaların bilinçaltını uyandırır ve bu da onların kişiliği için gerçek bir çöküştür.


Film, MADHOUSE imzalı. Kendileri Boogiepop Phantom’dan Perfect Blue’ya dek birçok önemli işin arkasındaki stüdyodurlar. Filme kaynaklık eden kitabın yazarı Hideyuki Kikuchi, Darkside Blues ve Vampire Hunter D Anime'lerinin yanında henüz Anime'ye adapte edilmemiş ilginç Manga'lara kaynaklık etmiş farklı bir yazar. Aynı zamanda senaryoya da katkıda bulunan yönetmen Kazuo Yamazaki’yi -bence- gerçek birer klasik olan Argento Soma, Maison Ikkaku, Infinite no Ryvius ve Kidou Senshi Gundam gibi projelerden tanımanız mümkün. Senaryodaki bir başka isim, Yoshiaki Kawajir ise Ninja Scroll, X, Vampire Hunter D Bloodlust, Metropolis, Memories, Cockpit gibi önemli projelerden tanıyabileceğiniz önemli bir isim. Filmin sonlarına dek her sahnesine 1990′ların başlarında dek uzanan post apokaliptik B filmlerinin orjinal anlarını hatırlatan zihin açıcı anlatımlar ve buluşlar serpiştirilmiş. Zaten Kawajiri kendisini 80lerin bu jenerasyonunun büyük ustası John Carpenter’in bir hayranı olarak nitelemekte…



Bu Anime'yi izleyişimin üzerinden yaklaşık 5 yıl sonra elime geçen bir kitap : The Cell olaylarla büyük benzerlikler taşıyor. Stephen King’in bu kitabı dünyanın her yerindeki açık cep telefonlarının aynı anda yolladığı bir frekans ve bu frekansın insanların beyinlerindeki hafızaya dair kısmı formatlayarak tamamen ilkel içgüdüler haricinde hiçbirşey olmaksızın etrafa dağıtması sonrasında oluşan kıyamet atmosferini yansıtıyordu (A Wind Named Amnesia’dan farklı olarak Stephen King, filmin başında bunun kontrolden çıkmış bir tür “terör” saldırısı olabileceği bir iddiaları karakterlerin aklından geçirtse de yine Anime ile benzer şekilde; insanları aslında neyin formatladığı ve sonuç kısmında insanların hafızalarını geri kazanıp kazanamayacakları da belirsiz bırakılmış) Yine de Stephen King nispeten bu Anime’yi hiç izlememiş bile olabilir, zira kitabın ortalarından itibaren kitap bir başka eski Stephen King kitabı The Stand’ın tarzına -kısmen- kayma yapıyor.

Çoğu Anime’de kontrolsüz şekilde kullanıldığı için göze batan imkansız durumlar veya şiddet sahneleri (ve hatta filmi tek başına bile mature kategorisine kaydıran nudity kullanımı) bu Anime’nin akışı içinde pek de göze batmamakta. (Zira göze batan şekilde kullanımlarını oldukça farklı isimler altında, fazla sayıda görmüşümdür , kişisel yorumumu açıkça söyleyebilirim ki film bu tip şeylerin dozunu daha da arttırmaya ihtiyap duyacak bir şablondan değil) Fakat filmin 3/2’si geride kaldığında ilginç şekilde mistisizme kayması ki o ana dek zihnimizde biriken soruların yanıtlarını bulmamıza engel oluyor.
Spoiler: Göster

Yapılabileceğim tek negatif eleştiri, Sophia’nın filmin sonunda Wataru ile birleşmesinin herhangi bir metafor içermeyen bir “seyirciye sahne” olması ve de filmin sonunda 2 dünyanın (belki Cennet , belki de Araf , belki de hiçbiri değil) birbirine birleşmesinin filmde o ana dek gördüğümüz olaylara gerçek manada bir sonuçlandırma olmaması. İnsanlar hafızalarını alacaklar mı, yoksa “insanların o ana dek vardıkları nokta sonsuz gücün öfkesi o kadar büyük oluyor ki insanların hafızalarını almasını sonra o bile sağlayamıyor” düşüncesi mi doğru? Film işte o kadar belirsiz bir noktada bitiriyor son sözlerini…


Sonuç:

Umarım başka izleyenler de vardır. Aslında A Wind Named Amnesia’nın sadece bu birkaç paragraftan da öte derin anlamlar olduğu da söylenebilir.Belki de bu yazıda çok azı yakanabilmiştir, ben bile tam ifade edemiyorum. A Wind Amnesia bakış açısına göre, ister bir yol hikayesi ister insanlığın geleceğine dair post apokaliptik bir bakış olarak algılansın , hatta bakış açısına göre tribüne oynayan başırız bir deneme olarak küçümsensin ; yine de her Animesever tarafından izlenmesi şart 10 yapım arasında yeraldığını düşünüyorum.Belki biraz heyecanlı bir yazı , biraz da sübjektif bir sonuç bu 5 yıl önce izlediğim bu filme dair hissettiklerim ama yine de bu yapımı izledikten sonra ne kadar yazsam da çok az şey hissettiklerimi yansıtabiliyor.

Sayfa: [1] 2