Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - ArHa

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Azradn
« : 27 Aralık 2010, 21:40:51 »
Azradn

Bütün diller sözlerle, gizemler bilimlerle, uygarlıklar kültürle yüceltilir. Bunları da insan yapar. Şehirler kurup, ilaçlar bulup, dünyalar yaratır. İnsandır tüm yaptıklarını tek tek yıkan, birbirinin dünyasını birbirine dar eden. Ama tüm bu yok oluş ve yeniden yaratışın kaosunda; en karmaşığından, en içten, gözle görülecek kadar açık, yakın ve basit olanına kadar bir tek sevgiyi bile bilemez insan. Onu paylaşmak isterken parçalar, ya kendine saklar ya kendini bile mahrum bırakır ondan. Sınıflandırır, isimlendirir, hatta kategorilere ayırır kafasında. Nedendir bilinmez yıllardır mutluluğu arar durur ama cevabının sevgi olduğunu bilmez. Her yerde sevgiyi arar, belki anlamaya, hissetmeye çalışır ama onun karmaşık değil aksine çok basit bir dil olduğunu anlayamaz. Çünkü insana göre her önemli, her yüce şey karmaşık ve ulaşılmaz olmalıdır. Hâlbuki sevgi sadece sevmektir. Bu kadar da basittir.
“Şu yetişkinler gerçekten de çok olağanüstü yaratıklar!”
Saint-Exupery, Küçük Prens

                                                                              2. Hasat yılı, 28. Atra günü, 3026
Bu – en azından verdiği mesaj açısından- gerçek bir öyküydü ve ben onu yazıyordum. İçimde benden başka kimsenin onu okumayacak oluşunun rahatlığı vardı. Neyi nasıl anlatsam diye düşünürken en düz yoldan anlatmak en iyisi dedim içimden.
Tüm öykü bir kız ve tüm Dünyaya anlatmak istediği derdi hakkında. Belki sadece onu derdi değildir. O ayrı.
   Çok kumlu bir Arap köyünde yaşayan bu kız gecetüten kokularının büyülediği o mistik Arabistan gecelerinden birinde telaşlı bir şekilde toplanmaktadır…
   Şimdi bana ne gerek önce bunu düşünmeliyim. Diye geçirdi aklından. Yere bir çarşaf serdi ve bir – iki parça kıyafetini ortasına koydu. Yatağın altından bir beze sarılı ekmek ve kurutulmuş et çıkardı. Bu minik bezden paketi de çarşafın ortasına attı. Odanın kuytu bir köşesinde sakladığı altın dolu bir keseyi ise koynundan içeri attı. Sessizce çarşafı uçlarından çapraz birleştirip bağlayarak topak, beyaz bir bohça yaptı. Pencereden dışarı uzanarak hemen duvarın yanındaki sarı yaseminin dalından bir parça kopardı. Odasının toprak zeminine bir şeyler çizdi ve bohçasını da alarak pencereden dışarı sessizce atladı.
    Ahırda beyaz atı Yasmin onu bekliyordu. İkisi de bir anlığına gökyüzüne baktılar. Ayın ışığını biri açık bırakmıştı. Evren biraz yardım etmekte bir sakınca görmemişti anlaşılan. ‘Kader’ diye düşündü kız. Dörtnala kum tepelerinin ardında gözden kayboldular.
   ‘Sevgili anne ve baba. Kaybettiğim birini ve sadece ondan bulduğum bir şeyi aramak üzere gidiyorum. Benim için üzülmeyin.’ Dar-azra lia.

     ***

Erkek olmak bir kızın gözünden nasıl tarif edilir? Bu herhalde tek bir külaha hangi dondurmayı koyacağımızı seçmeye benzer. Sıradan bir kız bir erkeği tanımlamaya çalışırken kavram kargaşasına düşebilir. Özgür olmak mı, akılsız olmak mı? Boş gelmek mi, boş kalmak mı? Aslında basitler mi yoksa karmaşık mı? Bunlardan hangisi? Hangisinin ne kadarı? Erkek olmak temelde kız olmakla aynı gibi. Sonuçta önemli olan külah olabilmek.
‘Nereye gidiyorsun?’
‘Nereye gittiğimi biliyorsun. Bana sormadın, ama biliyorsun.’
‘Evet biliyorum.’
‘Şu anda birbirimize veda ettiğimizi bildiğin gibi.’
Paulo Coelho, Zahir


                                                                               2. Hasat yılı, 2. Atra günü, 3026
- Sana bir deniz yıldızı veremem ama bunu verebilirim. Azra kendine uzatılan kağıda baktı. Demek deniz yıldızı böyle bir şeydi.
- Belki bir gün geri geldiğinde yanında gerçek bir deniz yıldızı olur. Dedi kız. Karşısında duran iri yapılı, esmer, kumral saçlı genç cocuk geçerken Azra ve ailesini ziyaret etmek için bir – iki haftalığına mola veren Radn oz’du. Azra’nın babasının açıkladığı üzere Radn; Azra’nın babası Derna oz’un kuzeni Penk-le oz’un küçük oğluydu ve ileticilik işiyle meşguldü. İletilmesi gereken özel ve değerli eşyaları ve mesajları bir noktadan diğerine iletmek onun göreviydi.
    Ne yazık ki evi Kuraklar Ülkesinde değildi ve Susuz yılı gelmeden evine varabilmek için yaklaşık 25 günü vardı. Radn ve ailesi Çalılı Dağ’ın ardındaki Üçgölyediada topraklarının Adaaltı ülkesinde yaşıyordu. Yani evine varması için aşması gereken bir çöl, bir dağ, üç göl ve beş ada vardı! İşi erken bittiği için Yazna ayının son on gününü bu uzak akrabalarını görerek değerlendirmek istemişti.
    Radn seyahat ederken binek hayvanı olarak siyah renkli, mavi gözlü bir ‘gece’ sürmekteydi. Geceler çok narin hayvanlardı. Uçamayan kısa kanatları ve güçlü arka bacaklarını kullanarak ilerleyen ince yüzlü hayvanlardı. Ön ayakları ise daha kısa olduğu için yemek yerken kullanırlardı. Azra ilk kez bir geceyi bu kadar yakından görmüştü.
- Hadi bana nasıl süreceğimi göster dedi Radn’a.
- Ya, tabi. Zaten gecem de sana bayıldı. Ne zaman sırtına bineceksin diye bekliyor.
Azra yüzünü buruşturdu.
- Öff!
Radn ilk geldikleri gün, gecesini pek bir sahiplenmiş, Azra’nın canını sıkmıştı. Ne çabuk geçmişti zaman ki şimdi o gece Radn’ı uzaklara götürmek için hazır bekliyordu.
    Kâğıda bir kere daha bakıp gülümsedi kız. Sessizce ağlamak için başını oğlanın göğsüne dayadı.
- En azından gece beni özleyecek, bundan eminim! Dedi çocuksu bir sesle. Radn gülümsedi. Kollarını avutur bir şekilde kıza doladı.
- Bence iki günde unutur.             

      ***

Görkemli uygarlıklar zamanla gelişir ve tarihin akışına yüzyıllar boyunca yön verirler. Kralları adlarını tarih kitaplarına, altın heykellerin üzerine, efsanelerin başrollerine yazdırır. Tüm kahramanları kahraman yapan şey gösterdikleri cesarete karşı aldıkları sevgidir. Peki, yıllar sonra tüm bu ünlü kralları, kahramanları, altın şehirleri unutulmaktan kurtaramayan nedir? Artık yaptıkları iş yeterince cesur görünmüyor mudur insanların gözüne? Altın artık eskisi kadar parlak değil midir yoksa? Zamana direnemeyen bir unutuşla birlikte gösterilen sevginin de unutulmasından başka bir şey değildir. Dünyaya gelip daha sonra gitmek, önce doğmak ve sonra ölmek kadar sıradan ve kırılmaz bir döngüdür, sevilmek ve ardından unutulmak döngüsü…
“Bütün günler ölüme gider, son gün varır.”
Montaigne, Denemeler.

Bundan yaklaşık bin yıl önce insanlığın parlak günleri son buldu. Her var olan şey gibi bu parlak uygarlık da kendi kendini savaşlar, kıtlık, kuraklık, hastalık gibi bilindik, sıradan, kaçınılmaz sebeplerle yok etti. Doğanın tekrar dengesini bulması yüzlerce yıl sürdü. Bu yüzyıllar boyunca insanlık değişik kıtalardaki küçük, ilkel gruplar olmaktan öteye gidemedi. Fakat dünya kendine geldikçe medeniyet yeniden uyanmayı bekleyen bir canavar gibi içten içe filizlendi. Yeni ülkeler, yeni isimler, yeni hayatlar ve geçmişin izlerini çoktan yitirmiş, maziyi çoktan unutmuş aynı insanlar…
    Artık geçmişe kıyasla emekleme döneminde olsa da yeni uygar bebeğin bir adı vardı. Erde. Tarihin tekrardan ibaret olmasının bir kanıtı gibi eskiden uygarlığın ilk filizlendiği kıtada yeniden doğdu bu bebek. Eskiden en büyük çölleri, en uzun gölleri, en balta girmemiş ormanları ve en ilkel insanları kendinde birleştiren bu kıta artık neredeyse tamamen çöldü. Buna rağmen hayat bir yolunu bularak burada kendine bir patika açmıştı. Erde artık sadece bir kıta değil tüm Dünya’nın üzerindeki tüm küçük kabilelerin ve köylerin kabullendiği şekilde bir başkıtaydı. Dünya’nın ana toprak parçası, yeni medeniyetin eski beşiğiydi. Dünya belki daha ilkel ama geçmişindeki küresel politikaların lanetinden arınamamış bir şekilde daha küçüktü. Deniz üzerinde giden her tuhaf alet ve karada sıklıkla kullanılan binek hayvanları bu dünyanın hızlı bir şekilde yeniden keşfedilmesini ve kaynaşmasını sağladı. Ama evren bu kez işini garantiye alarak keşfin zamanını insanların buldukları her toprağı işgal edemeyecek, her topluluğa medeniyet götüremeyecek kadar ilkel olduğu bir döneme ayarladı. Sakat dünyanın da tek umudu zaten buydu. Yoksa insanlık illetinden bu illete bulaşan hiçbir dünya zaten kurtulamazdı. Her yok oluşta ise insanlığa daha doğru bir başlangıç için yeni bir şans ve biraz daha hasta bir dünya verdi evren.
    Bu verilen yeni Dünya’da Erde’den ayrı daha küçük toprak parçaları vardı. Fakat küçüklükleri boylarına göre değil, üzerinde yaşayan insanların ulaştığı uygarlık seviyesine göre bir hiyerarşik düzen içindeydi. Bu hiyerarşik düzende en tepede Erde vardı. Erde yedi adanın ilkiydi. Bir diğer adı da Adabir’di. Geri kalan yerler az – çok aynı sıradaydılar. Yalnızca sonuncu ada, Adayedi en kötü durumda olan toprak parçasıydı. Buradaki kabileler daha ilkel fakat saldırganlıktan çok çaresizlik içindeydiler. Kuzeybatı toprağı olan Adayedi, üzerinde yaşayan halkının bilmediği sebeplerden önceki varoluşunun bedelini ödemekteydi. Yine de Dünya iyileştikçe o da daha iyiye gidecekti. Nasıl olsa yeniden doğmak yok olmanın ardından gelen doğal sonuçtu. Doğanın önüne geçilemezdi.



İlk üç bölümün sonu...

Sayfa: [1]