Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - sartan

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Hempa | Son
« : 22 Haziran 2011, 18:52:14 »
Giriş

     Gökyüzü görünmüyordu. Yıldızlar gözlerden gizlenmiş, Bolkar'ın kızılı dumanların ardından ancak fark edilebiliyordu. Küçük köyün üzerini kaplamış kalın duman tabakası gece karanlığında fazla alçalmış yağmur bulutları gibi görünüyordu. Bu bulutlardan yansıyan yanan otağların titrek, turuncu alevleri elektrik mavisi ışıklarla bölünüyordu birkaç dakikada bir. Bu sahte bulutların içerisinden yere yıldırımlar düşüyor, bir çatırtıyla ve boğazları yakan bir yanık kokusuyla patlıyorlardı.

     Mavi ışıklar bir kez daha parladılar ve ince bir ışık huzmesi dimdik aşağıya indi. Bir kız, üzerindeki hayvan postundan giysiler yırtık pırtık ve cinayetlerinin delili olan kanla kirlenmiş, bir elinde yakın zamanda kullanılmamış, kan lekesi taşımayan bir kılıç tutan bir kız, elini kaldırdı ve ışık huzmesini parmak uçlarından bedenine aldı. Yakıcı gücün, lekelenmiş gücün damarlarına ulaşıp tüm bedenine yayıldığını hissetti kız. Güç kalbine ulaştı ve tek bir atımla patladı. Kız hemen elini ileriye uzattı. Parmak uçları sıradaki kurbanının göğsünü nişan aldı. Sonra güç, sahte bulutlardan çekilen yıldırım, kızın parmaklarından çaktı ve hedefteki adam böğürerek yere düştü. Kararmış cesetten ince duman iplikçikleri yükseldi ve sahte bulutlara katıldı. Bir sonraki yıldırım öncekilerden daha güçlü çaktı. Sonraki daha güçlü.

     Kız harap köyün içinde yavaş adımlarla yürümeye devam etti. Etrafına bakınıp başka canlı kalıp kalmadığını kontrol ediyordu yürürken. Yer cesetlerle doluydu. Yanmış, kömüre dönmüş cesetler; kılıçtan geçirilmiş, kan içinde yüzen; kafası ya da uzuvları koparılmışlar; tecavüze uğradığı belli olanlar... Kız üzerilerine basmamak için özel bir çaba göstermeden, her birine öfkeyle, şeytanca parlayan gözlerle baktı ve durmadan yürümeye devam etti. Fakat az sonra bir el ayak bileğini yakaladı. Kız hınçla ayağını çekti ve kim olduğunu bakmadan önce bir tekme savurdu. Yerdeki bedenden acı bir inleme geldi. Çok kısık, neredeyse fısıldanarak çıkarılmış bir ses. Muhtemelen o bedenin çıkarabileceği son ses. Sonra daha dikkatli baktı kız, tam eli havaya kalkmışken. Sarı saçlar bir kan havuzcuğunun içinde fırtınada dalgaya kapılmış yosunlar gibi yüzüyordu. Üzerindeki giysiler tıpkı kızın üzerindekiler gibi hayvan postlarından ibaretti ve daha da fazla yırtık içindeydi. Kandan, teni neredeyse gözükmüyordu. Parmakları bıçağı çentik çentik olmuş bir kısa kılıcın kabzasını gevşekçe tutuyordu hala. Kılıcın ucu ise pantolonsuz bir erkeğin kasığına saplıydı. Yüzü karlı çamura gömülmüştü ve görünmüyordu. Ama zaten kızın bu kişiyi tanıması için yüzünü görmesine gerek yoktu. Bu yüzü bir daha görmek istediğini sanmıyordu. Elini tekrar kaldırdı. Sahte bulutlardan ve daha da yukarılardan, gerçek bulutlardan aktı güç. Yetmedi kızın hayal kırıklığını doyurmaya. Daha fazlasını arzuladı kız ve çok daha yukarılardan, ta gökte bir yerden, belki de yıldızlardan aktı güç. Gücü soludu kız. Gücü yaşadı. Damarlarında gezinmesine izin verdi. Onu almasına, yönetmesine izin verdi. Sonra durdu aniden. Gücü hemen salması gerekmezdi, kendisini kavurmadan önce bir süre içinde tutabilirdi. Kız elini yavaşça, içindeki gücü yanlışlıkla salmamak için dikkat ederek indirdi. Sonra diğer elindeki kılıca baktı. Enayilik yaptıklarını düşünmelerine rağmen vicdanlarına engel olamayanlara özgü bir iç çekişle kılıcı yukarıya kaldırdı. İki eliyle sıkıca kavradı. Sonra tüm gücüyle indirdi. Kılıç bir şapırtı ve ardından sert bir çatırtıyla saplandı. Gücü saldı kız. Kılıç titredi elinde, metali hafifçe ışıldadı o lekeli maviyle. Sonra aşağıdan, kılıcın saplı ucundan çevreye mavi ışınlar yükseldi.

     Kız kılıcı orada, saplı ve masmavi yıldırımlar saçar halde bıraktı. Dönüp yürümeye devam etti. Gözleri ilerideki ormana sabitlenmişti. Terk edip gitmeden önce köye son kez bakmadı. Bakılacak bir köy, hatırlanacak bir geçmiş kalmamıştı.

1. Bölüm

     Akşamüstü güneşi küçük gölün öte yanında alçalmıştı. Altın rengi ışınlarını göle ve arkasındaki Kardeşlik Korusu'na salıyor, hem suyu hem de yaprakları parlak bir sarıya boyuyordu. Kuzeye doğru millerce uzanıyordu birbirinden güzel ve yaşlı ağaçlar. Bu koru çok eskiden, Dağılış'tan ve Anka Savaşı'ndan çok daha eskilerden kalmaydı. O zamanlar buranın güneydoğusundaki Zakamura Dağı'nda büyük bir cüce krallığının, Suyannugs'un başkenti vardı. Yeni yurt. Nehrin kuzeyindeki topraklar ise bir başka cüce ülkesine aitti. Gardach. Kadim yurt. Bu koru ise iki cüce halkın barışını simgelemek için kurulmuştu. Elf diyarından gelme değerli fidanlar dikkatle dikilmiş, yüzyıllarca iki taraf bu fidanları özveriyle büyütmüşlerdi. Ne var ki kaybolmuştu Gardach. Artık sadece Zakamura vardı. O da terk edilmişti. Cüceler gitmişlerdi. Zaten o günlerden geriye kalan çok az şey vardı.

     Bu korudaki yolcuğunun üçüncü gününde olan Dëwain Eärfalas kalın bir dalın üzerinde ayağa kalktı ve başını kaldırıp göğe baktı. Devasa ağaç bu yönde pek büyümemişti ve daha yukarıda görüşünü kesen bir dal yoktu. Memnun bir şekilde gülümseyerek sırtına bağlı uzun yayını eline aldı ve sadağından bir ok çekerek gerdi. Yukarıdan, yaprakların çevrelediği açıklığın üzerinden, bir kuş ötüşü duydu.

     "Demek hazırsın Abbot. Pekala, göreceğiz bakalım."

     Elf, gözlerini kapadı ve yayı yukarıya doğru, gergin tutmaya devam ederek, kendi çevresinde dönmeye başladı. Başta yavaşça dönüyordu. Omzuna ancak gelen kıvırcık, kumral saçları, dönerken, yüzünün etrafında uçuşuyordu. Sivri kulakları saçlarının bazı tellerini sıkıştırmış, uçuşmalarına müsaade etmiyordu. Elfin, kuşun da kendisiyle birlikte yukarıda daireler çizdiğini bilmesi için bakması gerekmiyordu. Bu hayvanı bulduğundan beri koruculuğun getirilerinden memnuniyet duymaya başlamıştı doğrusu. Dönüşünü hızlandırdı. Ayakları bu yosunlu dalın üzerinde bile bir santim kaymadan dengede kalmasını sağladılar. Sonunda, hesabına uyduğunu umduğu bir yönde yayını saldı ve okun bir ıslıkla fırladığını duydu. Hemen gözlerini açtı ve Abbot'un yanlış yöne fırladığını görerek kahkahayı bastı. Uzaklaşan kuşa sesini duyurabilmek için bağırarak, "Gördün mü!? Sana beni takip edemezsin demiştim!" dedi neşeyle. Fakat bir saniye sonra okun fırladığı yönden, aşağıdan, bir çığlık geldi. Genç bir kadının sesine benziyordu. Hemen ardındansa bir şeyin suya düşmesinin sesi duyuldu aynı noktadan. Dëwain orada küçük bir göl olduğunu biliyordu. Okun o göle düşmesini hedeflemişti, böylece bu eğlence zararsızca bitecekti. Öyle hesap etmişti.

     Korucu panik içinde daldan dala uçtu. Rüzgar gibi ilerledi yeşilin içinde ve aşağıda maviyi gördüğü anda da atladı ağaçtan. Bir şapırtıyla ve her yana su sıçratarak gölün kıyısına indi. Önünde suyun içinde oturmuş, başı önüne eğik bir kız duruyordu. Az ileride, suyun içinde, kısmen düz bir daldan yeni yapıldığı belli olan kaba bir mızrak yüzüyordu. Kız yaralı değildi. Korucu ıskaladığına ilk kez sevindi.

     Wenona Marrinset kafasını kaldırdı ve zekice parlayan yeşil gözleriyle elfe baktı. Kızgınlığı adeta katı bir şeymişçesine duyumsanabiliyordu. Islanınca yüzüne yapışmış uzun saçları düz ve pembe-kızıldı. Kaşları da saçlarıyla aynı renkti. Sinirden dişlerini sıkmıştı, bu da, vişne rengi dudaklarını incecik gösteriyordu. Üzerine giydiği dar, kırmızı elbisesi ıslanınca iyice vücuduna yapışmış, hatlarını belli eder hale gelmişti. Kızın gözleri korucuyu şöyle bir süzüp elinde tuttuğu yaya geldiğinde kısıldı ve Dëwain farkında olmadan bir santim geriye çekildi.
     "O oku atan sen misin, uzunkulak?"

     Başka bir durumda "uzunkulak" diye tanımlanmayı hoş bulurdu Dëwain; ne de olsa kulaklarınız ne kadar sivriyse soyunuz da o kadar saf demekti ve Dëwain pek ırkçı sayılmazsa da kendisini özel hissetmeyi severdi. Fakat soru tehdit doluydu. Bu yüzden hemen cevap veremedi. Ağzı açık, öylece bakmaya devam etti kıza.

     "Hey, sana diyorum, şapşal mısın!? Ölebilirdim; yüzme de bilmiyorum!" Dëwain yine karşısındaki başka birisi olsa katıla katıla güleceğini düşündü; su, böyle oturmuşken, kızın beline ancak geliyordu.

     Genç adamın suskuluğu devam edince Wenona elinde olmadan kendisini elfi inceler buldu. Bir elf için son derece sıradan sayılsa da badem gözlerinin siyahı neşeli bir parıltı saçmaktaydı. Burnu ve çenesi her elfinki gibi ince ve sivri, yanakları ise dolgun sayılırdı. Bu da gözlerindeki coşkuyu destekleyen bir görüntü veriyordu genç adama. Neredeyse çelimsiz bir bedeni, toprak renginde çizmeleri ve zırhı altında yeşil ağırlıklı kıyafetleri vardı. Belindeki kemerde asılı iki kından iki katananın kabzası çıkıyordu. Gülümsediğinde sağ yanağında bir gamze belirdi. Mahcupça ama aynı zamanda sinir bozacak bir tezcanlılıkla, önündeki sırılsıklam ve sinirden titreyen genç kıza seslendi ansızın sesini kazanarak.

     "Hey! İyisin ya? O ok için üzgünüm... Onun suçu!" Elfin parmağı üzerlerinde dönen bir kuşu işaret etmekteydi. Genç adam Wenona'ya göre fazla narin bir aksana sahipti. İnsan dilini bile elfçe tonlamalarla konuşuyordu. Belli ki daha yeni yeni öğreniyordu.

     Kız başını kaldırıp Dëwain'in işaret ettiği yere baktı ve rengarenk, küçük bir kuşun ikisinin tepesinde daireler çizmekte olduğunu gördü. Kız keskin bakışlarını tekrar elfe çevirdi. Daha da kızgın, bu kez hayret ve inanmazlık karışmış bir ifadeyle anlaşılan, diye düşündü, buralarda hiç kimsenin trol dişi taşıyan birisine gösterilmesi gereken saygıdan haberi yok.

     "Vay!" Aniden haykırdı elf, bir eli hala havayı gösterirken diğer elinin parmağıyla da işaret ederek, "O kulağındaki trol dişi mi?" Şimdi yüzünde saygı dolu değilse de şaşkın ve tartan bir ifade vardı. Yine de, bu bile, tezcanlı ve aşırı sevecen halini bozmuyordu. Kız, bu adama belki de bir şans verebileceğini düşündü, belki de sandığı kadar şapşal olmayabilirdi.

     "Evet. Şaşırdım; buralarda trollerin bilineceğini sanmazdım."

     "Bilinmezler. Sadece ben fazla meraklıyımdır." Cevap verirken gözleri hala dişteydi. Fakat sonra tekrar kızın yüzüne baktı. "Nereden buldun bunu? Bir trolden kestiğini söyleme sakın!"

     "Sahte." Wenona bakışlarını kaçırarak huysuz bir ifade takındı. Dudakları büzülmüştü. "Dolandırıcının biri şans getiriyor deyip satmıştı fakat elbette işe yaramıyor." Aniden tekrar elfe döndü ve sesi yükseliverdi, "Öyle sığır gibi bakmaya devam mı edeceksin yoksa en azından ayağa kalkmama yardım edecek misin? Bileğimi burktum sanırım." Elfin eli hemen ileri uzandı kızın tutması için. Yüzündeyse bir utanmışlık belirmişti.

     İkili gölden çıktılar ve bir ağacın gölgesinde, nemli çimene çöktüler. Dëwain, kız daha itiraz edemeden kızın çizmesini çıkarıverdi ve dikkatle ayağını incelemeye başladı. Wenona ayağını çekip kurtarmayı düşündü fakat acımaya başlamıştı. Gerçekten de sakatlanmış olabileceğini fark etti. Bu yüzden elfin incelemesine izin vermeye karar verdi. Dëwain'in parmakları bileği boyunca pek çok yere bastırdı. Wenona'dan küçük nefes tutuşlar duyduğunda bazen oraya bir daha basmıyor bazen de sık sık aynı yere geri dönüyordu. Yüzündeki kendinden emin ifade parmaklarının hareketlerinde yoktu.

     "Ne yaptığını bildiğine emin misin sen?"

     "Elbette." Genç elf tüm dikkatini bileği inceleme işine vermişti ve çok önemli bir şey olduğunu belirten bir ses tonuyla konuşuyordu, "İlk kez burkulmuş bir bileği inceleme fırsatı buldum ve insan bileğinin kemik yapısını öğrenmeye çalışıyorum."

     Wenona bu cevap üzerine elfi sertçe itti ve uzanıp çizmesini giydi. Bu nasıl yüzsüz biriydi böyle?

     Dëwain sertçe itildiğinde dengesini kaybetti ve kızın gücüne şaşarak popo üstü arkaya devrildi. Doğrulduğunda yüzünde gücenmiş bir ifade vardı. Bu nasıl huysuz biriydi böyle?

     "Endişelenmene gerek yok, burkulduğu konusunda haklıysan birkaç saate bir şeyin kalmaz."

     "Ne o? Şifacı falan mısın?" Kızın sesi açıkça alay doluydu.

     "Birkaç bitki bilirim ama şifacı sayılmam." Sanki demin iteklenmemiş gibi gelip aynı yere bağdaş kurdu elf. Bir ıslık çaldı ve o garip kuş anlaşılamayan bir yerden çıkıp geliverdi. Bir avcı için çok küçük olduğunu düşündü Wenona. Fakat aynı zamanda oldukça yırtıcı bir çehresi de vardı. Tüylerinin rengini de istediği gibi değiştirebiliyordu anlaşılan.

     Kuşu görünce kızgınlığı geçip meraka kapılan Wenona, "O ok ne işti sahiden?" diye sordu.

     "Abbot ile bir yarışma yapıyorduk. Sürekli ne kadar hızlı uçtuğu konusunda atıp tutuyordu ben de, 'bakalım benim attığım bir oku da geçebilecek misin,' dedim."

     "Ciddi misin sen?" Wenona öne eğilip elfin suratını incelemeye başladı. Yüzündeki ifadeden karşısındaki genç adamı bir çeşit şaka gibi gördüğü belli oluyordu.

     "Ah!" Dëwain aniden ayağa fırladı. "Böyle ıslak durursan üşüteceksin. Çantan da ıslandı, değil mi, tüh bak. Neyse, bende fazla bir gömlek olacaktı." Hızlıca birkaç ağaç ötedeki çıkınına gitti ve elinde mavi bir gömlekle geri döndü. Gömlek kırış kırıştı ve uzun süredir yıkanmamış gibi görünüyordu. Dëwain gömleği elinde hızlı hızlı çeviriyordu. Yüzünde yardımsever kişilerde görülen o gülümseme vardı.

     "O şeyi giymem ben," dedi Wenona hemen. Fakat elf aldırıyor gibi görünmüyordu. Wenona, eğer kendisi giyinmezse bu adamın onu soymaya başlayacak kadar pervasız olduğunu fark etti. Bu, kazanamayacağı bir mücadeleydi. İç çekerek elini uzatıp gömleği aldı. Ayağa kalkarak elbisesinin düğmelerini çözmeye başladı. Düğmeleri çözmeyi bitirdiğinde başını kaldırdı ve elfin onu izlemekte olduğunu gördü.

     "Ne halt ettiğini sanıyorsun sen? Arkanı dön!"

     Genç adamın yüzü bir anda kızarıverdi ve öncekinden de fazla utanmış görünerek hemen arkasını dönüp birkaç metre uzaklaştı. Wenona, hayret içinde, adamın gerçekten de bunu kasten yapmadığını bildiğini fark etti. Nasıl bildiğini açıklayamazdı. Sadece bu adam böyle şeyleri kasten yapmazdı. Bu garip seziden kurtulmak için başını sallayarak elbisesini çıkardı. İç çamaşırlarının da yamyaş olduğunu fark ederek sinirle onları da çıkardı. Bir anda aklına gelen bir korkuyla çıkardığı elbisenin beline bağlı küçük çantayı kaptı ve açıp tedirginlikle karıştırdı. Çanta yamyaştı, her tarafından sular damlatıyordu ama değerli kağıtları ıslanmamıştı. Wenona rahatlayarak çantayı yere bıraktı. Sonra elfin gömleğini giydi. Şaşırarak hiç de pis kokmadığını, aksine tenine oldukça hoş bir his verdiğini fark etti. Kendi ıslak giysilerini yakındaki bir dala astı ve tekrar ağacın dibine, ayaklarını karnına çekerek oturdu. "Tamam. Dönebilirsin."

     Dëwain dönüp baktığında kızın saçlarının şimdi biraz daha pembe olduğunu gördü. İnsanların böyle bir yetenekleri olduğunu hiç işitmemişti. Sonra başka şeyleri fark etti kendisine engel olamadan; kızın üzerindeki gömlek, bir erkeğin giyeceği düşünülerek dikilmiş olduğundan, göğüs tarafında düğmesizdi, bu da kıza derin bir dekolte katıyor, bembeyaz, pürüzsüz tenini açığa çıkarıyordu. Buna karşın gömleğin boyu uzundu ancak kız, kısa fakat biçimli bacaklarını karnına çekmiş olduğundan o yönde de pek bir mahremiyet yoktu. Yine de elf bu yabancıyı rahatsız etmek istemedi ve kadınlara bu gözle bakmaya da pek alışkın değildi. "Deminki düşüncesiz hareketim için üzgünüm. Benim halkım tenini böyle anlarda saklama gereği duymaz, ben de alışkanlıklarımı henüz değiştiremedim." Gelip kızın önüne bağdaş kurarak oturunca sordu,      "Yüzme bilmiyorsan o gölde ne işin vardı?"

     "Balık avlamaya çalışıyordum." Kız aniden sakinleşmiş gibiydi. Yüzünde dikkatli, söylediklerini tartar bir tavır vardı. Abbot'un ani bir hareketle göle doğru uçtuğunu bile fark etmemiş göründü. "O kadar acıkmıştım ki okyanusa bile girerdim. Birkaç gündür bu çevrede dolanıyorum, sanırım kayboldum ve bir köye de rast gelemedim."

     "Nereye gitmek istiyordun ki?" Bu kez de elfin yüzünde tartan, inceleyen bir ifade belirdi. Kızın ıslanmış kıyafetlerine ve diğer öte berisine baktı. Her ikisi de kendi hesaplarıyla meşgullerken diğerinin yüzünü kaçırmışlardı. "Bu çevreyi oldukça iyi bilirim. Ben bir korucuyum ve çok fazla yer gezdim."

     Wenona, yüzünü sabit tutmaya çalışarak, öylesine soruyormuş gibi konuştu, "Zakamura'yı da bilir misin?"

     "Kılıcın kınını bilmesi gibi hem de! Oraya neden gitmek istiyordun ki? Ayrıca yanlış yöne ilerlemişsin."

     "Kayboldum dedim ya, cidden şapşal mısın?" Sonra tekrar sakinleşti kız, "Bir araştırmacıyım. Eski uygarlıklarla ilgili kalıntıları topluyorum. Zakamura'nın Dağılış öncesinden bilgiler muhafaza ettiğini duymuştum. Gidip araştırabilmeyi umuyordum."

     "Oh..." Elf huşuya kapılmış gibiydi. "Ozan mısın?"

     "Çalgıcı mı?" Kızın sen tonu aşağılayıcı değildi, sadece alakasızlığı belirtiyordu. "Gezginim."

Bir süre, aniden çıkagelen Abbot'un kanat çırpışıyla bozulan bir sessizlik oldu. Kuş gelip ikisinin arasına, ucunda büyük sayılacak bir balık takılmış bir ok bıraktı. Sonra da heyecanla ötüşerek tepelerinde dolanmaya başladı. Wenona ve Dëwain önce oktaki balığa ardından birbirlerine baktılar. Aynı anda kahkahayı bastılar.

     Gülüşmeleri bittiğinde Dëwain hala sırıtarak, "Tanışmadık," dedi, "Dëwain Eärfalas, korucu, Sozjarn Köyü'nden." Tokalaşmak için elini uzattı. Wenona da bu eli sıkarak cevapladı, "Wenona." Bastıra bastıra ekledi, "Sadece Wenona."

     Bir genç kızın "Sadece Wenona" olması normal bir şeymiş gibi yerde duran balığı işaret etti elf. "Bu ikimize de yeter. Akşam yemeğimi seninle paylaşabilirim." Dudakları muzip bir şekilde kıvrılmıştı.

     "Senin yemeğin mi? O balık benim avımdı elf! Eğer paylaşan biri varsa bu da ben oluyorum."

     "Benim attığım okla vurulduğuna göre av benimdir." Dëwain tartışmayı kesin bir zaferle bitirdiğini belirtircesine bir fiyakayla oku aldı ve kalkıp az ilerideki kendi öte berisine doğru ilerledi. Çantasını açarak içinden küçük bir tava ve bir bıçak çıkardı. Çantayı biraz daha kurcaladıktan sonra sıkıntıyla iç çekerek tavayı tekrar kaldırdı. "Ne yazık ki ızgara yapmak zorundayız, yağ yok. Ben temizlerken sen de ateşi yakabilirsin." Sonra göle doğru yürüyüp gitti. Wenona elf gözden kaybolana kadar yüzündeki haksızlığa uğramış ifadeyi korudu. Sonra düşünceli bir hale girdi. Gözleri sanki cevaplar etraftaki ağaç gövdelerinde yazıyormuş gibi bir sağa bir sola döndü. Ardından kalkarak poposundaki tozu silkeledi ve kuru dal bulmak için dolanmaya başladı.

     Yıldızlar ve aylar görünür olduğunda gölün kuzey kıyısındaki küçük açıklık, çoktan bir ateşin turuncu halesiyle aydınlanmıştı. Dëwain ateşin üzerindeki dalı aldı ve balığı çekip kurtardı. Bir bıçak alarak beceriyle ikiye böldü ve yarısını Wenona'ya uzattı. Balık oldukça sıcaktı ve biraz eli yanıyordu fakat kız şikayet etmedi. Elf ise ilk bir dakika boyunca kendi payını bir o eline bir öbür eline  geçirip durdu. Bu sırada da tüm gücüyle üflüyordu.
     "Pek dayanıksızmışsın, sen de..." diye takıldı kız. Böyle alaya alabileceği durumları seviyordu. Böyle zamanlarda konuşabiliyordu.

     "Sıcağa hiç gelemem." Elf alınmış görünmedi, belki de kızın sesindeki küçümsemeyi duymamıştı. Balığından koca bir ısırık aldı ve bu kez de ağzı açık halde derin nefesler alıp vermeye başladı.

     Wenona iğrenerek gölden tarafa döndü. Gölün ötesinde güneye doğru uzanan ovaya baktı. Ovanın kıyılarını döven denizi düşündü. Denizin öte yanını... Sonra bu düşüncelerden sıkıldı, her zaman olduğu gibi, ve aklını uzaklaştırmak için sordu, "Köyünden bahsetsene."

     Çıtırdayarak yanan ateşin diğer yanından cevapladı Dëwain, "Pek anlatacak bir şey yok aslında. Eski moda bir yer, sıkıcı, herkes hep aynı." Konuşması balığını çiğnerken kesildi. Gürültülü bir yutkunmadan sonra devam etti, belli ki hayli büyük bir lokma idi. "Bu korunun kuzeyinde bir ova ve onun da kuzeyinde Gwenore Nehri'ne kadar uzanan Güney Eirilën ormanları vardır. Benim köyüm de bu ormanın sınırında, doğudadır. Verimli tarlaları olan, yakınlarda hayvanları çıkaracak yeşil meraları olan sıradan bir köy. Zaten oradan sonra Gardach'a kadar her yer aynı. Klasik elf ormanları. Geleneklere bağlı, sanki bir kuklacının iplerindeymiş gibi yaşayan elflerle dolu bir yer işte." Durağanlıktan hoşlanmayan, gelenekçi olmayan bir elf mi? Bu acemi korucu her dakika daha da ilginç bir hale geliyordu gerçekten de. Wenona gözlerini gölden ayırıp Dëwain'e baktı. Adamın yüzünde samimi bir ifade vardı. Daha önce böyle samimi sohbetler yapmış birisinin yüzü. Wenona'nın samimi diye tanımlayamayacağı, olsa olsa sırıtma olarak yorumlayacağı bir ifade. Yine de sormadan edemedi kız, "Köyünden niçin ayrıldın peki?"

     "Dedim ya," dedi Dëwain, sesi, nedense, yükselmişti, "Sıkıcıydı. Bana hitap eden bir şey yoktu. Babam aile işini devam ettirip terzi olmamı istiyordu. Düşünsene, terzi!" Burada konuşmaya kısa bir ara verip hararetli bir jestle "terzi"yi tanımadı. "Madem öyle bana bu kılıçları neden verdiydi peki?" Eliyle gerideki ağaca yaslanmış, kınları içinde, biri uzun diğeri kısa iki katanayı gösterdi. Sonra sakinleşti, sesi normale döndü. "Ben korucu olmak istiyordum."

     Bunu öyle bir keyifle, öyle bir huşu haliyle söylemişti ki Wenona farkına varmadan elfe dönüp bağdaş kurarak oturdu. Şimdi saçları ateşi ateşten de kızıl bir parıltıyla yansıtıyordu. Genç adamı, ısının ardından buğulu görünen gözlerine bakarak dinlemeye başladı; Wenona, amacı olan bir ruh gördüğünde anlardı. Dëwain iyice keyiflenerek anlatmaya devam etti, "Bir gün köyümüze bir adam geldi, ben daha küçüğüm o zaman, elli yaşında falanım.."

     Wenona burada küçük bir kahkaha attı. Sonra aniden susuverdi. Elini ağzına kapayarak "Affedersin," dedi. Sonra parmaklarının arasından bir başka kahkaha kopup geldi, "Bir an için senin elf olduğunu unutuverdim de... Sahi, kaç yaşındasın?"

     Dëwain lafı bölündüğü için sinirlenmişse bile hiç belli etmeyerek "Yüz on yedi," dedi, "Hayatımın baharındayım! Ya sen?"

     "Yüz eksilt." Tekrar bir kıkırdama nöbeti geldi. Fakat sonra Wenona aniden durdu. Yüzü ciddileşti ve daha dik oturmaya başlayarak "Lütfen devam et," dedi. Elf devam etmeden önce çantasından bir pipo çıkardı ve ortalarında yanan ateşle yaktı. Birkaç fırt çektikten sonra abartılı jestlerle anlatmaya başladı.

     "Önceleri ne idüğü belirsiz deyip kimseler ilişmedi adama. Öyle bir başına dolanıyor, hana bazı geceler geliyor, diğer geceler nerelere gittiği bilinmiyordu. Bizim oralarda yabancıları pek sevmezler, eh, zaten yabancılar da bizim oralara pek gelmezler. Ben bu adamın benim değişik bir şeyler görmek için yegane şansım olduğunu düşündüm. Bir gece peşine takıldım. Takip edince anladım ki adam ormana giriyor. Av yapacak sanmıştım ben, köye dönüp haber vermeye karar verdim. Bazı hayvanların avlanması yasaktı, yabancı bilmiyor olabilirdi, başı belaya girerdi sonra. Neyse, ben dönüş yolunda kayboldum ve ormanda iki gün başı boş dolandım. O ilk iki gün korku doluydum. Fakat sonra müthiş bir şey oldu. Ormanı duymaya başladım. Ağaçları, hayvanları... Toprağı bile duyabiliyordum. Ormana sora sora köyümü buldum ve o gün doğaya borcumu ödemeye karar verdim. Ama şimdilik benden bu kadar bahsettiğimiz yeter. Bütün hikayeyi bir gecede harcamak istemeyiz, değil mi?"

     Wenona aslında bir taneden fazla gece geçirmeleri konusunda bazı sorular sorabilirdi. Fakat kendisinden beklenen şeyi anladığı an bu sorular aklından çıkmıştı.

     "Sana, sadece Wenona olduğumu söylediğimi sanıyordum." Sesi sert, tartışma kabul etmez bir tondaydı. Fakat elf anlamadı ya da aldırmadı.

     "Sen insansın." Wenona gözleri kısılarak, anlamadan baktı. Dëwain de ciddi bir yüz ifadesiyle, ders verir gibi açıklamaya başladı. Gözlerini yummuş, işaret parmağını dimdik kaldırmıştı.

     "Dağılış'tan dönen Kelt insanlarından şöyle bir gelenek işitmiş halkım: hikayeci bir hikaye anlattığında dinleyenler de ona birer hikaye anlatırlarmış. Böylece yeni hikayeler de geleneğe katılırlarmış." Gözlerini açarak az önce bilgiye işaret etmek için kullandığı elini bir şeyi sunar gibi ateşe doğru açtı. "Geçmişi geçmişte bırakmak istiyorsan tamam. Ama unutma: bana hikayeni borçlusun Wenona." Pipoyu Wenona'ya uzattı ve beklentiyle kızın yüzüne baktı.

     Wenona önce cevap vermedi. Birisinin ona böyle çabucak adıyla seslenmesine alışık değildi. Bu aşırı ve aslında, dürüst olmak lazım, münasebetsiz samimiyet kızın bir şekilde aklını çeliverdi. O zaten asla sıradan, nezaketi şeyleri seven birisi olmamıştı. İkramı memnuniyetle kabul ederek, "Pekala elf," dedi. Pipodan uzun bir nefes çekip dumanı yavaşça saldı. "Borcum borç."

     Dëwain bu sözü kabul ettiğini belirtmek için başıyla bir selam verdi. "Zakamura'ya nasıl gideceksin?"

     Wenona konunun aniden değişmesiyle bir saniye için afalladı. Sonra, elfin lafı nereye getireceğini anlayarak, "Aslında bir rehber tutmam gerektiğine karar verdim," dedi. Pipoyu tekrar Dëwain'e geçirirken imayla gülümsedi.

     "Öyleyse beraber gidiyoruz... tabii fiyatta anlaştıktan sonra." Dumanı çemberler yaparak bıraktı. Şimdi Dëwain'in yüzünde kurnazca olması amaçlandığı anlaşılan bir ifade vardı. Ne var ki elfin yüzü pek de kurnaz birininkine benzemiyordu. Wenona bir gerçeği fark etti: kaybolmuştu. Sonra bir başka gerçeği fark etti: bu toprakları tanımıyordu ve kime güvenebileceğini de bilmiyordu. Geçmişte yanlış kişiye güvenmenin bedelini ağır ödemişti. Bu kez dikkatli olmalıydı. Kendisini kaptırmayacaktı. Uzanıp dalda asılı elbisesinin cebinden bir kese çıkardı ve elinde sallayarak içindeki sikkeleri şıngırdattı. Dëwain keseye uzandığında ise hızla geri çekti. "Ödeme iş bittikten sonra." Wenona'nın yüzündeki ifade elfinkinin aksine kusursuz bir kurnazlıkla doluydu.

     "Anlaştık." Dëwain gülümsedi ve elini ağzına götürerek esnedi. "Öyleyse geçe kalmadan uyumalıyız. Yolumuz uzun."

     Wenona elfin verdiği bir pelerine sarınıp uzandığında kafasının ne kadar karışık olduğunu ancak idrak etti. Bir yandan maskesini ne kadar başarıyla taşıdığını tartmaya çalışıyor, bir yandan da aslında bu başarının ortada bir maske olmamasıyla ilgisi olabileceği ihtimaliyle çatışıyordu. Deneyimlerine dayanarak kimseye, asla güvenmemesi gerektiğini biliyordu. Ne var ki şimdi ihtiyacı olan şey güvenir görünmekti. En korkutucusu da asıl arzuladığı şeyin gerçekten güvenebilmek olduğunu fark etmesiydi. Başını yana çevirip elfe baktı. Battaniyesinin altında cenin gibi kıvrılmıştı. Bir kolunu başına yastık yapmıştı. Dünyanın en zararsız canlısı olduğu hissini yayıyordu. Fakat bu his Wenona'nın aklına onları getirdi. Eskiden güvendiği kişileri. Güvendiği ve kendisini aldatmalarına, kendisini kırmalarına izin verdiği kişileri düşündü. Böyle düşündüğü her seferinde olduğu gibi yüzüne kin dolu bir ifade yerleşti. Ve kız tekrar merak etti: hayata karşı giydiği maske hangisiydi? Kendisini kaybettiğini ilk kez idrak etti büyük bir boşluk hissiyle. Yeniden kendisini bulması, yeniden kendisi olması gerekiyordu.

     "Zakamura..."

     Kızın sesi hafif bir fısıltıydı. En azından hala bir hedefi vardı. Belki bu yolda kendisini tekrar, tam olarak ve son kez keşfedebilirdi.

Sayfa: [1]