Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - andien

Sayfa: [1]
1
Müzik / Cults
« : 10 Eylül 2011, 12:11:47 »


Geçtiğimiz sene Bandcamp üzerinden yayınladıkları 3 şarkılık EP’nin ardından dikkatleri üzerine çeken Bir kadın vokal ile bir noisepop ikilisi. New York merkezli Cults’ın 7 Haziranda albümü çıktı. Brian O’Blivion ve vokalist Madeline Follin’den oluşan grup ben de ‘uzun zamandır bağıra bağıra şarkı söylemiyordum’ fikrini uyandırdı resmen. Son zamanlarda moda olan Lo-fi esintilerini ve indie-pop’u da çoğu kez albümde hissedebiliyoruz. Aynı anda aksak piyano sesleri de romantik romantik yüzümüze vuruyor.

Albümü dinledikten sonra yakınlık kurduğum şarkılardan "You Know What I Mean"de 60’ların soundlarını duymak, aynı zamanda yeni yeni tınıları hissetmek, içsel içsel ne güzel de olmuş dedirtti. Diğer bir etkilenmem gereken parça da albümün ilk parçası 'Abducted'. Artık bağıra çağıra şarkı söyleme burada devreye giriyor tam. Güzel de bir klip çekmişler bu şarkıya. Albümün sonlarındaki 'Bad Things' ise bitişe doğru dinleyenleri adete tekrar güçlendiriyor diyebilirim.

O aksak piyano sesi ve karanlık sesler, diyaloglar basit olmaktan çıkarmış. Sonuç, rahat benzer şarkılarla dolu bir albüm olmuş. Ama "Go Outside" hala albümün üzerinde tutulması, belden yukarılara saklanması gereken bir parça olma özelliğini koruyor. Sanırım söylenecek başka bir şey kalmadı.


2
Düşler Limanı / Tomcat
« : 02 Haziran 2011, 06:09:43 »
Normalden daha derinlere çektiğim, ciğerlerimi doldurup sinüslerimi dolaşarak yavaşça burnumdan dışarı çıkan mentollü duman hafifçe gözlerimi yaşarttı. Bahane.

Bir Tom Waits şarkısında boğulabilirim sanırım.
Ve bir gün bir Tom Waits şarkısında boğulacağım sanırım.

Suratına ekmek tahtasıyla vursan daha düz olamayacak kadar düz bir gündü. Ve bu salak klişe kadar klişe.

Mavi, soğuk, nemli.

Sıradanlığın rahatlatıcı rutinliğinden yararlanamayacak kadar zeki, ama yapışkan teslim alıcılığından kurtulamayacak kadar güçsüzdüm o gün. Hayır, isteksiz.

Tek istediğim biraz gerçeklikti. Zihnimin istekleri ve bedenimin verebildikleri arasında olabildiğine gergin ruh halimle ortalıkta dolanırken kendimi bütün hissetmemi sağlayacak herhangi bir şey. Beni ısırmasını istediğim köpek ve üzerlerine yürüdüğüm tinerciler muhtemelen bir tekme yiyeceklerini düşündükleri için benden kaçmışlardı. Halbu ki kovalasalardı beni gerçekten mutlu edeceklerdi. Böyle şeyleri nedense isteyemiyorsun.

Bütün gün soğukta gezinmiştim, duygularım donsun diye. Hafif bir yağmur da vardı bir ara. Biraz keyiflenmiştim açıkçası. Amacım serserilik falan değildi. Tepeden bakmayan insanların vereceği mütevazı dersler istiyordum. Tabii ki öyle bir şeyin olmadığını bir kez daha gördüm. Akşam olmuştu ve yine bir otobüs durağında oturmuş geçen tıka basa dolu otobüslere bakıyordum. Oradan oraya ve oradan da başka bir yere. Hepsi de deniz kenarında denize arkalarını dönüp oturan ve otobüste ayakta beklerken kendilerini bulan İstanbullular.

Yarı şeffaf, renkli karanlığın içindeki noktalar titriyorlardı yavaşça ve sakin sakin büyüdüler, ifade ettikleri şekilleri kaybettiler. Günün son saatlerinde boğazın mavisinin içinde eridiler. Ve sonunda martı sesleri tüm renkleri bastırdı. Gözlerim kapanmıştı. Akşamın soğuk çiği titrememe neden oluyordu.

"Piyano içiyordu, ben değil" bile diyemiyorum. Çünkü evde piyano olmadığı gibi içilebilecek bir şey de yok. Bu şekilde malumun ilamını yaptıktan sonra amaçsızca onu düşlediğimi düşlemeye çalışıyorum. Ve hiçlikte kayboluşunu izliyorum. Watch her disappear çalıyor. Sıra Closing Time a geldiğindeyse gözlerim kapalı. Ne yapabilirdim ki? Tam vakti.

3
Düşler Limanı / Mentol
« : 22 Mayıs 2011, 23:44:49 »
Kabalcı'dan ayrıldı ve elindeki fişlere baktı. Bir süredir arkasında kendisi hakkında bilgi bırakmamaya dikkat ediyordu. Nedensizce. Birilerinin önemsediği biri olmadığının farkındaydı. Yine de önce boylamasına bir, sonra da elindeki parçaları üst üste koyup enlemesine üç hamlede sekiz küçük kağıt parçası elde etti. Bu sırada Sinanpaşa Camii'nin yanındaki geçite gelmişti. Elindeki parçaların bir kısmını burada yere bıraktı, geri kalanlarıysa Barbaros Bulvarı'nın karşında. Meydandan iskele tarafına geçmek için yeşil yanmasını beklerken kendi eseri olan küçük kağıt parçalarının havada döne döne savrulmalarını izledi. Ve yarattığı etkinin büyüklüğünü düşündü. Bu sırada yanan yeşil ışığın hareketlendirdiği insanlar beklemek istemedikleri için birer omuz atıp 4.2 litrelik ciğer kapasitlerinin en az 1 litresini ters bir şekilde suratına üfeleyip yanından geçmeye başladılar. İskeleye vardığında vapurun kalkmasına daha 15 dk vardı, gelmesineyse 5. Jetonunu aldı ve beklemeye başladı.

Merdivene oturdu ve zamanın kale duvarlarına yaptığının küçük çaplı canlandırmasını çayına attığı şekerlerde izledi ve yeni aldığı kitabını çıkardı. Flush. Çayını karıştırırken önsözü okumaya başladı. Çayından ilk yudumu aldığındaysa okumaktan vazgeçti. Bu manzaraya karşı kitap okumak, hem de böyle bir havada terbiyesizlik olurdu.

Tam önünden geçerken "Watch her disappear" çalmaya başlayan Mephisto'ya girdi. Yeni bir kitap almamaya kararlıydı. O yüzden bulamayacağına neredeyse emin olduğu bir kitabı aramaya başladı: Ahmet Muhip Dıranas - Şiirler. Ve şarkının bitmesini bekleyip çıktı. Çıkarken Zaz çalıyordu. O günlerde her yerde Zaz çalıyordu.

Moda'ya doğru ilerlerken dünyada en sevdiği kokulardan biri çarptı burnuna: pastane kokusu. Kokuyu takip edip girdiği Elif pastanesinden poğaça ve kurabiye değil de kruvasan ve makaron aldı. Moda'da en sevdiği şeylerden birisiydi pastaneler. Diğerleriyse sahaflar ve sahil.

Mentollü Lucky Stirke'ın uzamış külüne baktı, denize yansımış havayla aynı renkteydi. Birden nasıl da değişmişti hava. Verdiği her mesaj üzerinde yaşayan insanlarca yanlış anlaşılan İstanbul'u düşündü. Fırsatların geçiciliğini hatırlattığı insanların onu haspalıkla suçlamalarını düşündü. Yaşamın anlamsızlığını gösterdiği insanların ithamlarının mesnetsizliğini. Ve eski bir dostla dertleşir gibi onu anladığını, en azından anlamaya çalıştığını anlattı İstanbul'a. Kendi kendine.

2km sinirlerle çevrili insanları düşündü. 7kg kanın adım adım her yere ulaşmasını ve geri dönmesini ve uzaklaşmasını. Akyuvarları hayal etti, trafik ışıklarında duran ve kalkan araçların içindeki insanlar gibi, okulun önündeki üst geçitte seyrettiği. Her kapakçıkta önce duran ve yarım kalp atışı süre sonra tekrar hareket eden bağrı yanık minibüs motorlarının sesi şehrin delikanlıları olduklarını hatırlatan yankılarla yaklaştı ve uzaklaştı. Bu sırada sigaranın külü daha da uzamıştı, kırıldı ve yere düştü. Bir nefes çekti sigaradan ve dumanın yolculuğunu düşündü kaldığı yerden. Malum 4.2 litrenin gri dumanla dolması ve boşalmasını, kanına geçen nikotin ve karbon monoksitin damarlarda ilerleyip beynine gitmesini hayal etti.
Ve karşıda bir yerlerdeki çizgilerin kayboluşunu gözlemledi.

İnsanlar geldikleri dünyada tıpkı kendi kanlarındaki akyuvarlar gibi bir yerden bir yere gidişlerini, ciğerlerine çekmeleri için kendilerine ayrılan hava tükendiğindeyse 2metreye 1.10 standart bir mezara girişlerini. Bu sırada kendi boyu aklına geldi. Hayatı boyunca olduğu gibi öldüğünde de standartlara uymayacaktı. Hoşuna gitmeyen bu fikri kafasından uzaklaştırmak için yeni bir sigara yaktı, filtresindeki kapsülü patlattı ve keskin mentol kokusunu ağzından verip burnundan çekti.

Eve giderken bira almaya karar verdi.

4
Düşler Limanı / .. Parçası
« : 16 Mayıs 2011, 21:53:24 »
Hatırlıyorum.
Ama şu anda uçuyorum. Evet.
Esen soğuk rüzgarda Sinan Paşa Camiinin oradaki geçitten geçen insanların ayaklarının hemen üzerinde, yazın habercisi kızgın güneşin altında savruluyorum.

Bir sigara kokusu, limon çiçeklerinin kokuları arasında beni buluyor. Tam da savrulduğum yöndeki bir pencereden. Dumansız.
Benden büyük bir bütünün, parçalanmamış bir parçası olduğum olduğum zamanları hatırlıyorum.

Biçimli bir köşem var ve bir anlam ifade ettiğim zamanların hatırası olan biçimsiz diğer tarafımla döne döne savruluyorum.
Anlamını yitirmiş olmanın verdiği rahatlıkla uçuyorum.
Amaçsızca.
Estetik ama tekinsiz bir pikeyle dalıyorum. Yere doğru. Kontrolsüzce.
Özgürce.

Cüretkar.
Aradığım kelime buydu.
Parçalandığım bütünün yitirdiği anlamın getirdiği özgürlüğün, parçalandıkça kopan bağlarımın kazanacağı özgürlüğün cüretkar mutluluğu bütün hissettiğim.
Artık bir anlam ifade etmemem için beni parçalayan "ellerin" zaten kontrolü elimde olmayan, üzerime çekilmiş o çizgilerin amaçsız yüklerini omuzlarımdan alışının verdiği kızgın ferahlığın cüretkar mutluluğu içinde dönüyorum. Yeni parçalarımın kazanacağı özgürlüğe.

Kayıtsızım.
Bir yazar kasa fişi taşıdığı anlamdan ne kadarını anlayabilirse işte bunun sorumluluğu altında alnıma kazınmış siyah lekeler ve düzgün kesilmiş kenarlarım ve henüz ezilmemiş köşelerimle sadece alın yazım ve bana dokunan ellerin parmak izleri var üzerimde. Kasiyerin iki, müşterininse üç parmağının.

Sayfa: [1]