1
Kurgu İskelesi / Tanrının Veliahtları
« : 21 Temmuz 2014, 00:05:59 »
Arkadaşlar yeni başladığım romanımın girişini ve 1.bölüm 1.kısmı sizinle paylaşıyorum umarım beğenirsiniz. Hatalarımı mümkün olduğunca yüzüme yüzüme vurursanız minnettar kalırım...
Giriş: Arcan Dede’nin Güncesi
Nihayet nihai sonumu görebiliyorum, göklerden bu dünyaya düştüğümden beri hiçbir habere bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Gölgenin kök saldığı dünyanın, başlangıcından beri dolanmaktayım karanlığında. Nice yıllarım arasında sayısız isim verdiler bana: Ozanların Piri, Toz Ayak, Bilge Dede… Fakat benim en sevdiğim isim Arcan Dede oldu.
Kardeşim Berzah, şamanlık görevini tamamlayıp gökyüzünün ötesindeki Işığın Ülkesine göçtüğünden beridir daha da yalnızım artık. Beni hiç yalnız bırakmayan kopuzumla nice cengâvere ismini verdim, lakin zamanım doldu artık son vazifemin ağırlığında günlerdir titremekteyim. Nihayet yazacak gücü kendimde buldum sonunda. Kardeşimin ve üç kardeşin hikâyesini anlatmalıyım size.
Eğer bu yazdıklarımı okuyorsanız Bilge Kağan’ın müjdelediği mucizenin, nasıl fedakârlığın en büyüğüyle gerçekleştiğini anlayabilir ve gelecek nesillere aktararak benim görevimi devralabilirsiniz.
Lakin sizi uyarmama izin verin zira bu zannettiğiniz gibi kahramanlık öyküsünden ziyade gölgelerin arasında yetişmiş meyvelerin olgunlaşma sürecidir. Felaketle yoğrulmuş küçük bir kalbin nasıl azimle dünyayı değiştirdiğine şahit olacaksınız.
Şimdi düşünüyorum da kardeşim haklıymış. Olayları uzaktan izlemek yerine dâhil olsaymışım keşke. Ölümden korkan bu aciz bedenim, ölümün benim için nasıl bir armağan olduğunu yeni anlıyor. Yazık, çok yazık ki ırkların ahengi içinde kendimi kaybedişimin acısını herkes çekti. Şimdi omuzlarımdaki bu ağır yükü bir nebze azaltarak geldiğim yere, göklere dönmek istiyorum.
Hikâyemiz Dokuz büyük adadan biri olan Anrona’da başlıyor. Bir zamanların en zengin, en görkemli krallığının ev sahibi bu topraklar Birleşik Krallığın kurulmasıyla birlikte eski görkemini terk etmişti. Bilge Kağan’ın ölümünün ardından kurulan Birleşik Krallık tüm güçleriyle bu toprakları zapt etmiş ve tüm dünyanın hâkimi olmuşlardı.
Birleşik Krallığın dokuz hükümdarı her adaya kendi yaverini kral olarak atamış ve ona çeşitli güçler vermişti. Böylece yaver, hükümdarı adına ülkeyi yönetme hakkına sahip olmuştu.
Hükümdarlar Bilge Kağan’ın görünmez duvarlarla hapsettiği ruhları da serbest bırakarak ırkların içindeki karanlığa hükmetme düşüncesindeydiler.
Böylece hiçbir zaman oturmaya cesaret edemedikleri hükümdarların hükümdarı Erlik Han’ın tahtı sonunda sahibine kavuşabilecekti.
Lakin Erlik Han’ın sancağının yeniden yükselmesi demek Dünyanın yine karanlığa gömülmesi anlamına geliyordu. Burada ki karanlığın sakın ola mecaz olarak almayın. Gerçekten ayın her zaman güneşin önünde olduğunu, karanlığın, soğuğun ve nice canavarın cirit attığı bir dünya hayal edin. İçinizin ürpermesi doğaldır zira o zamanları çok iyi hatırlıyorum. Aradan İki bin yıl geçmesine rağmen hala yılın son günü tüm kötü ruhların serbest kaldığı, her saati karanlık bir gün yaşanır. İşte Erlik Günü’nü alan bu gün; yeryüzünü terk etmeden Erlik Han’ın bize son armağanıydı.
“Karanlığımın ve gücümün zerresini yeryüzünde bırakıyorum. Bu kargaşanın senfonisinde her bir ruhun müziğimin ahengi olduğunu unutmayın. Zira bir gün geri geleceğim ve bu elem ve umutsuzluktan yücelteceğim hükümdarlığımı.” Demişti son savaşta Ülgen Han ile birlikte kaybolurken.
Kimsenin ihtimal bile vermediği bu sözler zamanla herkesin korku krallığında tahta oturacağını kim tahmin edebilirdi ki?
Giriş: Arcan Dede’nin Güncesi
Nihayet nihai sonumu görebiliyorum, göklerden bu dünyaya düştüğümden beri hiçbir habere bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Gölgenin kök saldığı dünyanın, başlangıcından beri dolanmaktayım karanlığında. Nice yıllarım arasında sayısız isim verdiler bana: Ozanların Piri, Toz Ayak, Bilge Dede… Fakat benim en sevdiğim isim Arcan Dede oldu.
Kardeşim Berzah, şamanlık görevini tamamlayıp gökyüzünün ötesindeki Işığın Ülkesine göçtüğünden beridir daha da yalnızım artık. Beni hiç yalnız bırakmayan kopuzumla nice cengâvere ismini verdim, lakin zamanım doldu artık son vazifemin ağırlığında günlerdir titremekteyim. Nihayet yazacak gücü kendimde buldum sonunda. Kardeşimin ve üç kardeşin hikâyesini anlatmalıyım size.
Eğer bu yazdıklarımı okuyorsanız Bilge Kağan’ın müjdelediği mucizenin, nasıl fedakârlığın en büyüğüyle gerçekleştiğini anlayabilir ve gelecek nesillere aktararak benim görevimi devralabilirsiniz.
Lakin sizi uyarmama izin verin zira bu zannettiğiniz gibi kahramanlık öyküsünden ziyade gölgelerin arasında yetişmiş meyvelerin olgunlaşma sürecidir. Felaketle yoğrulmuş küçük bir kalbin nasıl azimle dünyayı değiştirdiğine şahit olacaksınız.
Şimdi düşünüyorum da kardeşim haklıymış. Olayları uzaktan izlemek yerine dâhil olsaymışım keşke. Ölümden korkan bu aciz bedenim, ölümün benim için nasıl bir armağan olduğunu yeni anlıyor. Yazık, çok yazık ki ırkların ahengi içinde kendimi kaybedişimin acısını herkes çekti. Şimdi omuzlarımdaki bu ağır yükü bir nebze azaltarak geldiğim yere, göklere dönmek istiyorum.
Hikâyemiz Dokuz büyük adadan biri olan Anrona’da başlıyor. Bir zamanların en zengin, en görkemli krallığının ev sahibi bu topraklar Birleşik Krallığın kurulmasıyla birlikte eski görkemini terk etmişti. Bilge Kağan’ın ölümünün ardından kurulan Birleşik Krallık tüm güçleriyle bu toprakları zapt etmiş ve tüm dünyanın hâkimi olmuşlardı.
Birleşik Krallığın dokuz hükümdarı her adaya kendi yaverini kral olarak atamış ve ona çeşitli güçler vermişti. Böylece yaver, hükümdarı adına ülkeyi yönetme hakkına sahip olmuştu.
Hükümdarlar Bilge Kağan’ın görünmez duvarlarla hapsettiği ruhları da serbest bırakarak ırkların içindeki karanlığa hükmetme düşüncesindeydiler.
Böylece hiçbir zaman oturmaya cesaret edemedikleri hükümdarların hükümdarı Erlik Han’ın tahtı sonunda sahibine kavuşabilecekti.
Lakin Erlik Han’ın sancağının yeniden yükselmesi demek Dünyanın yine karanlığa gömülmesi anlamına geliyordu. Burada ki karanlığın sakın ola mecaz olarak almayın. Gerçekten ayın her zaman güneşin önünde olduğunu, karanlığın, soğuğun ve nice canavarın cirit attığı bir dünya hayal edin. İçinizin ürpermesi doğaldır zira o zamanları çok iyi hatırlıyorum. Aradan İki bin yıl geçmesine rağmen hala yılın son günü tüm kötü ruhların serbest kaldığı, her saati karanlık bir gün yaşanır. İşte Erlik Günü’nü alan bu gün; yeryüzünü terk etmeden Erlik Han’ın bize son armağanıydı.
“Karanlığımın ve gücümün zerresini yeryüzünde bırakıyorum. Bu kargaşanın senfonisinde her bir ruhun müziğimin ahengi olduğunu unutmayın. Zira bir gün geri geleceğim ve bu elem ve umutsuzluktan yücelteceğim hükümdarlığımı.” Demişti son savaşta Ülgen Han ile birlikte kaybolurken.
Kimsenin ihtimal bile vermediği bu sözler zamanla herkesin korku krallığında tahta oturacağını kim tahmin edebilirdi ki?