Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - beerold

Sayfa: [1]
1
Diğer Fantastik Eserler / Lahitteki Sır Serisi - Bekir Sert
« : 04 Eylül 2012, 19:21:30 »

 Küçük yaşlardan itibaren "kılıç ustası" olmayı hayal eden Kayra'nın babası o daha doğmadan ölmüştür. Annesiyle birlikte yaşayan ve çobanlık yapan Kayra'nın hayatı birden bire gelişen sürpriz olaylarla nasıl değişecek... Kaderin ince sırları bu genç adamı nasıl büyük bir kılıç ustası ve Ejder Kral'ın ordusu karşısında cesur bir savaşçı yapacak...

 Tanıtım bülteninden...

 Arkadaşlar "Ejder Kral" isimli ilk kitabım Carpe Diem Yayınları'ndan çıktı.

2
Yüzüklerin Efendisi / Yüzüklerin Efendisi Lego
« : 18 Ağustos 2012, 05:48:31 »
 Sabah sabah gördüm çok hoşuma gitti. Lego firması Yüzüklerin Efendisi ürünlerinin yenilerini üretiyormuş. Sitelerinde de kısa videolar var.

Spoiler: Göster
Nedense resimleri eklemeyi beceremedim kusuruma bakmayın. (Düşümdüm de uykusuzluktan olabilir :) )



 Site adresi http://thelordoftherings.lego.com/en-us/Default.aspx

3
Düşler Limanı / Veda
« : 17 Ağustos 2012, 20:56:47 »
VEDA

 Dışarıyı izliyorum. Arabanın camına düşen her kar tanesinin usul usul aşağıya süzülüşünü izlemek bu kez içimi yakıyor. Herkes suspus olmuş.

 Çocukluğuma dair en güzel anılarımın geçtiği ve bana gerçek sevginin anlamının ne olduğunu öğreten büyüklerimin yaşadığı yere gidiyoruz. Kardeşimin gidiş yolundaki gülücükleriyle ve dönüş yolundaki gözyaşlarıyla hatırladığım diyara yaklaşıyoruz, ama onun gülücüklerinden de eser yok şimdi.

 Yılan gibi kıvrılan yolların birbirinden ayırdığı tepelerin arasında ilerliyoruz. Üzerlerinde yaz kış yeşil olan ağaçların bulunduğu dağlar var her tarafta. Ağaçların dallarının uçlarından buzlar sarkmış. Yol kenarındaki bir ağacı göstererek, “Şu ağacın altında da oturmuştuk hani, hatırlıyor musunuz?” demek istiyorum ama dilim dönmüyor.

 Bir dönemeci daha dönüyor babam. Gülüşünü çok sevdiğim; annemin, az güldüğü için sık sık eleştirdiği babam bir daha hiç gülmeyecekmiş gibi duruyor. Ona bakınca daha çok üzülüyor başka şeyler düşünmeye çalışıyorum.
Yarım saat kadar süren bir yolculuğun ardından köyümüz görünüyor karşıda. Etrafını çevreleyen zirveleri bembeyaz dağların arasında duran; mütevazı, küçük ve şirin bir yer. Bembeyaz olmuş bir ovanın ortasında uzanan siyah yolun sonunda duran köyüm bu kez çok eksik görünüyor.

 Dedemin en son söylediği sözler yankılanıyor kulaklarımda. Gözlerim doluyor.

 “Babanızı sevin çocuklarım. Onun beni sevdiği gibi.”

4
Sinema / Jack The Giant Killer
« : 09 Mayıs 2012, 18:03:31 »
Jack The Giant Killer


Tür           : Fantastik, macera, dram

Yönetmen : Bryan Singer

Oyuncular : Nicholas Hoult
                  Eleanor Tomlinson
                  Stanley Tucci
                  Ian McShane
                  Bill Nighy
                  Ewan McGregor

 
 1962 yılında ilk kez sinemaya uyarlanan Dev Katili Jack tekrar beyaz perdeye geliyor. Eski bir halk masalından uyarlanan filmin konusu ise şöyle;
 
 Genç bir çiftçi olan Jack, prensesi kurtarmak için gökyüzüne kadar yükselen dev bir ağaca tırmanma kararı alır. Yukarıda ise onu bekleyen farklı bir diyar ve farklı bir canlı vardır.

 Fragmanını izlemek için http://www.youtube.com/watch?v=1opzWmr8NSU&feature=player_embedded

Spoiler: Göster
Aslında bu filmin adını aldığı eski bir destan; ama filmin içeriği daha çok "Dev Fasulye Sırığı" masalına benziyor.

5
Tartışma Platformu / Kahraman icin isim
« : 06 Mayıs 2012, 21:17:45 »
Merhaba arkadaşlar. Eger bir aksilik yaşanmazsa bu yıl icinde kitabım yayımlanacak, fakat sizlerden bir ricam var. Ana karakter ismi icin sizce hangisinin daha uygun olduğunu ankete katılarak belirtir misiniz? Görüşlerinizi de yorum olarak yazarsanız sevinirim. Bu arada kitabın içeriğinden kısaca bahsedeceğim. Size yardımı dokunabilir.

Farklı ırklardan insanların bir arada yaşadığı Duha Vadisi isimli bir bölgede geçiyor birinci kitap. Bu bölgeye Karagem Imparatorluğu hakim. Bölge üç farklı bey tarafindan yönetiliyor ve hepsi birden Karagem'e bağlı. Imparator`un kardeşi tarafından yönetilen Dış Beylikler`e bağlanan geçidin yakinlarında yer alan, Fesar Kalesi'ne yakın bir bölgede büyük bir yerleşim yeri var: Kaledibi. Kahramanımız burada yaşayan bir çocuk. On altı yaşında ve yaşıtları gibi o da kılıç ustası olmanın hayallerini kuruyor. Hayalleri ise onu Saklı Konak'a, eski bir intikamın, korkunç düşmanların ve inanılmaz bir savaşın icine getiriyor. Kahramanımız, ilk kitapta hayallerinin ve kararlarının sonuçlarıyla yüzleşecek; gerçekte kim olduğunu ve neden seçildiğini öğrenecek. Dostluk ve sadakatın anlamını daha iyi kavrayacak.

6
Kurgu İskelesi / Zaman Tutsağı
« : 19 Nisan 2012, 22:18:28 »
ZAMAN TUTSAĞI

- Orman -


 Uykudan uyanıp gözlerimi açtığımda, bana seslenen garip giyimli adamı gördüm. Müzeden fırlamış gibi bir görüntüsü vardı dersem yanılmış olmam sanırım. Belindeki kılıç, üzerindeki kıyafetler, yırtık pırtık ayakkabıları ile çok farklı görünen bu adam, sürekli sağına soluna bakıyor; karanlıkta zor seçilen elini, zayıf ay ışığında parlamakta olan kılıcının kabzasından ayırmıyordu. Belli ki çok korkmuştu.

“Efendim gitmemiz lazım. Çok yaklaştı.”

 Bana efendim demişti. Bu kelime hoşuma gitmişti ama içimden bir ses, içinde bulunduğum durumda efendi ya da hizmetçi olmanın çok bir şey değiştirmeyeceğini haykırıyordu. Soludukça boğazımı yakan havanın verdiği acıdan kurtulmaya çalışarak etrafa baktım. Büyükçe bir ovanın üzerinde, dev ağaçların olduğu bir ormanlığın kıyısındaydık. Etrafta birkaç at ve birkaç adamdan başka hiçbir varlık görülmüyordu. Karanlık, gökyüzündeki yıldızlar hariç hemen hemen herşeyin üzerini örtmeyi becermişti. Dahası canlıymış da bizi öldürmeye çalışıyormuş gibiydi. Bundan kurtulmak istediğimden mi yoksa başka bir sebepten mi anlamadan yerimden kalktım. Aklımdan geçen tek şey buradan uzaklaşmaktı. Kimden veya ne zamandır kaçtığımı bilmiyordum, yanımdaki adamları tanıyıp tanımadığıma dair en ufak bir fikrim yoktu ama kaçmam gerektiğini düşünüyordum. Yan taraftaki atlardan birine binerek “Gidelim,” dedim.

 At, dizgini çekmemle birlikte bir ok gibi yerinden fırladı. Nallarının kuru zeminde çıkardığı sesi dinlemek, yüzüme vuran rüzgârı hissetmek, etraftan gelen güzel kokuları içime çekmek tarifsiz bir zevk veriyordu. Sanki yıllardır buna hasrettim. Geçmişi düşündüm. Nereden geldiğimi, nereye gitmeye çalıştığımı düşündüm ama hiçbir cevap bulamadım.

 Doğanın bu eşşiz güzelliğinde kısa bir süre ilerledikten sonra ormana girdik. Karanlık olduğunu düşündüğüm ovaya göre burası karanlığın ta kendisi olarak adlandırılabilirdi. Az önceki güzelliklerden eser kalmamıştı. Dünya sanki tam buradan ikiye ayrılmış; bütün kötü duygular, varlıklar bu tarafta kalmıştı. Peki, o zaman beni kovalayan neydi ya da ben kimdim?

 Dalların sürekli zırhlarımıza çarptığı, ağaçların canlıymışçasına üzerimize eğildiği ormanın içinde saatlerce ilerledik. Gözlerimin her köşede ışık aradığı bir anda, karanlığın içinde küçük bir kızıllık çaldı gözüme. Sonra belli belirsiz bir ışık beni kendisine çağırdı sanki. Atım çıldırmış gibi ilerliyordu ama biz yaklaştıkça ışık da hızlanıyordu. Belki de ortalıkta ne ışık vardı ne de ona benzer bir şey. Sadece gözlerimi boyayan bir büyüydü bu ya da gözlerim bunu görmek istediği için gerçekleşen bir aldatmacaydı. Işığın arkasında at sürdüğüm bir ara, mağara olduğunu tahmin ettiğim bir yere geldik. Atımı yavaşlatıp durdum.

“Efendim, oraya gireceğinizden emin misiniz?”

 Her kimden kaçıyorsak hala peşimizdeydi ve içimden bir ses onun buraya giremeyeceğini söyleyip duruyordu. Daha fazla duraksamadan mağaraya girdim. Islak, pis kokan, karanlık ve bunaltıcı bu garip yerde, hiç bir şey göremiyor olmama rağmen yönümü şaşırmadığımı fark ettim. Arkamdan gelen atların ayak seslerinin ritmine bakılırsa gerideki adamlar da benden farksızdı. Karanlığı yara yara sürdük atlarımızı ve bedensiz bir varlığın karşımıza dikilip meydan okumasına kadar da hiç durmadık. Tam olarak ne olduğu kestiremediğim varlığa birkaç metre kala atımı durdurdum, üzerinden atladım.

“Buradan geçiş olmadığını bilmeyecek kadar cahil kimdir?”

 Bu garip varlığa cevap vermek istedim ama ismimi hatırlamıyordum. “Nasıl?” dedim kendi kendime. İnsan ismini bilmez mi? Bilmiyordum işte. Zaten o an ismimi hatırlamama da gerek yoktu çünkü bildiğim bir şey varsa o da isimlerin değil bedenlerin savaştığıydı.

“Yol vermediğinde canını alacak kişiden başkası değildir,” dedim sesimi yükselterek.

“Bu kadar cesaretle gelen insanların bedenleri süsler bu duvarları yıllardır. Kimsin ve neden yol vermemi istiyorsun?”

 Kılıcımı çekerek havada asılı duran grimsi varlığa doğru salladığımda acı bir çığlık duydum. Arkamdaki adamlardan birisinin cansız bedeni yere yığılmıştı. Uyandığımda gördüğüm kısa boylu adam, “Geri dönelim efendim,” dedi çaresiz bir ses tonuyla. “Olur,” demeyi çok isterdim ama önümüzde duran varlığın bakışlarından, bizi bırakmayacağını anlamamak için aptal olmak gerekirdi.

“Ne oldu Hakon, yanındaki insanlardan birisini kaybetmek senin gibi bir acımasızı üzdü mü yoksa?”

 Varlığın konuşması zamanı durdurdu sanki. Hatırlıyordum; bütün kötülüklerimi, kıskançlıklarımı, ihtiraslarımı hatırlıyordum. Benim içimde iyiliğe dair bir şey yoktu. Son kırıntılar da adımı hatırlamamla yok oldu. Hakon ismini duymak beni korkunç derecede sarsmıştı. Bütün hayatım gözlerimin önünden kare kare geçerken kılıcım büyük bir asaya dönüştü.

“Ancak senin gibi bir aptal bana adımla hitap ederdi. Lanetli hayatımın karanlığında oluşmuş Versil, yok ol.”

 Son sözlerimle birlikte asamı ileriye doğru uzatttım. Karşımda durmakta olan varlığın acılar içinde kıvranarak asanın içine hapsolmasını izledim. Nasıl olmuşsa mahkûmluğumdan kurtulmuştum. Mağaranın çıkışına doğru sürdüm atımı: Kara Şato’ya doğru.

7
Kurgu İskelesi / Koleksiyoncu
« : 19 Nisan 2012, 20:03:53 »
KOLEKSİYONCU

-1-

 Soğuk bir yaz günüydü. Daha doğrusu, teknolojik gelişmelerin doğru kullanılmaması sonucu oluştuğunu düşündüğüm iklim değişikliklerinin yaşandığı garip günlerden birisiydi. Etrafta benden başka kimse yoktu. Arada sırada uzaklardan çığlıklarını duyduğum martıların bozduğu sessizlikte; şehri iki parçaya ayıran su kanalının yanındaki parkta oturmuş, saatlerdir karşı kıyıdaki binayı izliyordum. Saçlarımı ve yüzümün büyük bir kısmını kapatan kar maskemden görünebilecek tek şey olan gözlerimi binadan ayırarak köprüdeki saate çevirdim. Dörde çeyrek vardı. Oldukça uzun bir süredir beklediğim anın gelip çatmış olmasının heyecanıyla yerimden kalktım, yavaş ve dikkat çekmeyecek adımlarla köprüye doğru yürümeye başladım.

 Zihnimi alt üst eden sorularımın cevaplarını bulmak üzere attığım adımlar, dizlerime kadar yükselen karın içine girip çıkarken garip sesler çıkarıyor; arkamda, kendimden başkasına ait olanlarını hiç görmediğim izler bırakıyordu. Köprüye ilk kez bu kadar çok yaklaşmıştım.  Yaklaştıkça adımlarım yavaşladı, ayaklarımın bıraktığı izler sıklaştı. Belki de geçmişimin karanlık köşelerini aydınlatacak olan yolun sonuna gelmiştim fakat karşı kıyıya geçmeyi deliler gibi istememe rağmen içimden bir ses “Yapma!” dedi. Belki de o sese kulak vermeliydim ama bilinmeyenin bütün o karanlık yanlarına rağmen kendimizi engelleyemediğimiz zamanlar vardır. Benim gibi birisi için o tarz zamanlar çok sık yaşanmazdı fakat şu an, içinde bulundu-ğum durumda, ne tür bir karar vereceğim gayet açıktı.

 Her şey bir süre önce başladı. Oğlumun vefatıyla beraber daha da zorlaşan yaşam koşullarının etkisinde daha çok sorgulamaya başlamıştım. Hayatımın son kısmı hariç (onda da büyük boşluklar vardı) hiçbir dönemini hatırlamıyor olmam tam bir muammaydı. Bu karanlık bilmece, savaş döneminde camlara takılan battaniyelerin odaları kararttığı gibi zihnimi karartıyordu. Avlanmaya gittiğim, kitap okuduğum ya da uyuduğum zamanların dışında yanıtlamaya çalıştığım soru hep aynıydı: “Neden yalnızım ve neden hatırlamıyorum?”

 Her gece uyumak için yatağa uzanıyor, bu doğurgan soruyu düşünüyor, cevapsız kalan daha çok soruyla sabahı ediyordum. Düşündükçe daha da batıyor, delirdiğim ya da garip güçler tarafından ele geçirildiğim fikrine kapılıyordum. Bu durum, birbirine benzeyen onlarca gecenin sonunda, incelediğim belgelerden çıkarttığım sonuçların ve üst üste ortaya attığım sayısız önermenin ardından, iki şeyden emin oluncaya dek devam etti. En sonunda evden ayrıldım.

8
Kurgu İskelesi / Işık Kenti
« : 24 Ocak 2012, 22:34:48 »
- IŞIK KENTİ -
KARANLIKTAKİ YOLCU
  Koridor, nem ve havasız kalmışlığın ağır kokusunda, ışıksızlığın da etkisiyle adeta gün görmemiş bir yer altı mağarasına dönüşmüştü. Karanlıkta ilerlemeye çalışan Emre; ellerini duvardan hiç ayırmıyor, ayaklarıyla sürekli zemini kontrol ediyordu. Üzerindeki tişört bedeninden boşanan terle sırılsıklam olmuştu. “Birkaç koridor daha, dayanmalıyım.” dedi kendi kendine. Neredeyse buraya neden geldiğini unutacak kadar uzun bir süredir karanlıkta yol almaktan yorulmuştu ama pes etmeye de niyeti yoktu. Dedesinin her gece yatmadan önce anlattığı anılarında geçen Işık Kenti’ne ulaşmadan da geri dönmeyecekti.

 Eski bir maden işçisi olan Hakkı Bey, o kenti nasıl bulduğunu, karanlıkların içinden oraya nasıl ulaştığını torununa defalarca anlatmıştı. Duvarlarının boyası dökülmüş, rutubetli ve ürkütücü bir odada yer alan yatağın kenarına oturur; yaşadıkları dünyada ancak yüzyıllar önce görülebilmiş harika bir diyara yaptığı yolculuklardan bahsederdi. Anlatırken kâh sevinir kâh hüzünlenir, anılarını her bitirişinde sanki biliyormuşçasına aynı cümleyi kurardı: “Kim bilir belki bizim dünyamız da öyleydi bir zamanlar.” Soğuk bir kış gününde, karlar altında ebediyete göç ettiği günün gecesine kadar da bu böyle sürdü.

 Ölmeden önce, dünyadaki tek yoldaşı olan torununa veda edercesine yaptığı konuşmada, oraya bir kere daha gitmeye gücünün yetmemesine çok üzüldüğünden bahsetmişti. Onun ölümü ile kimsesi kalmayan Emre’ye; dedesinin anlattığı canlı diyara doğru bir maceraya atılmak, içinde yaşadığı makineleşmiş ve yapaylaşmış dünyadan uzaklaşmak kadar mantıklı görünebilecek başka bir şey olamazdı. Zorlukları aşarak ulaşılan harika bir diyar, karanlıkların ardından gelen aydınlık bir ortam… Böyle düşünerek çıktığı yolculuğun sonunda kendisini burada bulmuştu. İçinde bulunduğu yer, gecenin en karanlık halinden bile daha karanlıktı.

 Ölümün kıyısında olmasına rağmen yaşamın sıcaklığına bir adım daha yakın olduğunu hissederek bilinmeyene doğru bir adım daha attı. Yaşadığı dünyadaki birçok insanın uzun zamandır hissetmediği sevgi, inanç, mutluluk gibi duygularla dolu bir dünyaya açılacağını düşündüğü kapıya çok az kalmıştı. O anda, bütün benliğini saran huzur ve umut duygusuyla, aynen kendisine anlatıldığı gibi ilerlemeye devam ederken; ellerinin buluşmasını istemediği, içindeki duyguları yok edip yerine sadece mutlak korku aşılayan bir şeyle tekrar karşılaştı: arkasında ne olduğu bilinmeyen, içinde ne gibi anıları sakladığı kestirilemeyen, aralık bırakılmış bir kapıydı bu. Bunaltıcı derecede sıcak olan bu yerin aksine, yapı malzemesinden kaynaklı buz gibi bir metaldi. Cesaret edip arkasına bakmayı ne kadar çok isterdi ama dedesi bir kere bile böyle bir şey yaptığından bahsetmemişti.

 Emre hiç duraksamadan geçmeye çalıştı kapının yanından. Nefes alış veriş seslerinin yanına bir de kalbinin atışlarının sesi eklenmişti. Kendisini rahatlatmaya çalışarak yoluna devam ederken burada nasıl yaşadığına bile anlam veremediği bir örümceğin ördüğü ağlara dolandı. Bağıra bağıra kaçmak istemesine rağmen, sanki birisi duyacak da yanına gelecek gibi korkarak mırıldandı. Yüzüne dolanmış olan ağları bir eliyle çekerken derin bir nefes aldı. Dedesinin, rahatsız edici bir odada ne kadar da rahatlatıcı bir ses tonuyla konuştuğunu düşünerek anlattıklarını hatırlamaya çalıştı. “Evet, evet” dedi boşluğa. Karşısındaki heybetli dağlara ilk kez çıkacak olan acemi bir dağcı kadar yavaş ama aynı dağa defalarca tırmanmış bir dağcı kadar da bilerek attı adımlarını.

 Dar koridorda on beş ya da yirmi dakika daha yürüdükten sonra ellerinin duvarlarla olan teması biten Emre, boş ve diğer her yer kadar karanlık bir yere geldi. Defalarca duymaktan dolayı ezbere bildiği son hamleyi yapmak üzereydi. Burnunun ucunu bile göremediği karanlıkta önce sola döndü, ardında da yavaşça eğildi. Üzeri neredeyse bir karış tozla kaplanmış zemini elleriyle yoklamaya başladı. Kısa kısa ve hızlıca soluyordu. Kapağa monte edilmiş halkayı bulduğunda heyecandan ve korkudan ne yapacağını şaşırdı. Kapağı olanca gücüyle asılırken onu görmeliydiniz. Işığın çağırdığı çocuğun hedefine ulaşmasına engel olan kapağın aralığından süzülen ışığı görseniz -ki yaşadığınız yerde uzun bir zamandır güneşin ışığını gerçekten göremediğinizi düşünün- sizinde ondan bir farkınız kalmazdı. Bedeninde kalan son enerjiyi de kapağı açmak için harcadıktan sonra oracığa yığılıp kaldı.

Sayfa: [1]