Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular -

Sayfa: [1]
1
Sinema / Melekler ve Şeytanlar
« : 29 Aralık 2008, 22:18:58 »


Yayın Tarihi:15 Mayıs 2009
Yönetmen:Ron Howard
Yazar:Dan Brown (Romanın yazarı)
Akiva Goldsman (senarist)
Oyuncular:
Tom Hanks ... Robert Langdon
Ayelet Zurer ... Vittoria Vetra
Ewan McGregor ... Carlo Ventresca
Pierfrancesco Favino ... Commander Olivetti

Filmle ilgili haberler:

Vatikan'dan Dan Brown'a: Dünyada Olmaz

Vatikan'dan bir sözcü yazar Dan Brown'un Melekler & Şeytanlar'ın sinema uyarlamasının Vatikan'da çekilmesi planlanan bölümlerine kesin olarak izin verilmeyeceğini belirtti. Yapılan açıklamalarda normalde senaryonun okunduğunu, ama bu sefer buna gerek olmadığını. Dan Brown adının yeterli olduğu söylendi. Sözcü Melekler ve Şeytanlar'ın da yine Dan Brown imzalı Da Vinci Şifresi gibi dini inançlara zarar veren fanteziler olduğu da açıklamanın sonuna eklendi.

Vatikan'dan Meleklerle Şeytanlar'a Veto

Da Vinci Şifresi'nden sonraki Dan Brown uyarlaması olan Melekler & Şeytanlar da Vatikan'dan veto yedi. Filmin yapımcıları kitaptaki olay örgüsünde yeri olan ve Roma'da yer alan iki kiliseyi filmin çekimlerinde kullanmak istiyorlardı. Ancak Roma'daki piskoposluğun sözcüsü olan Marco Fibbi bu konuda Associated Press'e yapımcıların hoşuna gitmeyecek bir açıklama yaptı. Fibbi, filmin kendi görüşleriyle tezat oluşturduğunu ve kendi bölgelerinde yer alan binalarda çekimlere izin verilmeyeceğini açıkladı. Melekler & Şeytanlar'ın Da Vinci Şifresi'yle bağlantılı bir film olduğunu ve benzer temalara sahip olduğunun ortada olduğunu da açıklamasına ekledi.

Melekler ve Şeytanlar

25-04-2008 __ 2006 tarihli Da Vinci Şifresi'ni beğenenler kadar, yüzeysel bulanlar da oldu. Ancak olumsuz eleştiriler, filmin devamının çekilmesini engelleyemedi. Dan Brown'un romanından uyarlanacak olan Angels & Demons'da Tom Hanks'in yine Robert Langdon olarak başrolde yer alacağı bilinse de, geriye kalan kadro ile ilgili pek fazla bilgi yoktu. Geçtiğimiz günlerde gelen bir haberle oyuncu ekibinin ağır toplarının kimler olacağı açıklandı. Filme Ewan McGregor ile İsrailli oyuncu Ayelet Zurer katıldı. Zurer'in daha önce Naomi Watts için düşünülen Vittrio Vetra karakterini canlandıracağı söyleniyor. Senaryosunu Akiva Goldsman'ın yazdığı filmi yine Ron Howard yönetecek.











2
Çizgi / Boleyn Kızı'nın Grafik Dolabı
« : 25 Ağustos 2008, 13:14:50 »



Veruca'lı dandik biraz :P




Emma avatarlar ;D


Bir renklendirme ama dudaklarda sorun  var :D



Bunu da öylesine yaptım :D

3


Birinci Bölüm: İlk Rüya


 Emily Morgan, gözlerini açtı. Hava hala karanlıktı. Sessizce yatağından kalktı ve mutfağa su içmeye gitti. Soğuk su ona iyi gelmişti. Sonra tekrar yatağına döndü. Biraz uyumaya çalıştı ama yapamadı. Bir şey, ona engel oluyordu. Emily ne olduğunu bilemiyordu.
 Uyuduğunu hissetti… Rüyalar ülkesine dalmıştı bile. Belki engin denizlerde yüzecekti, yada bulutlarla uçacaktı. Ya da sevdiği adamı, yani Jack’i görecekti. Uyuyordu… sadece uyuyordu. Bir kuş kadar hafifti artık..

Gene gözünü açtı ve usulca yatağından kalktı. Biraz susamıştı ve terlemişti. Sıcacık yatağından kalktı ve peluş terliklerini giydi. Yatak odasından çıktı.
 Mutfağa giden dar ve uzun koridoru geçtikten sonra, çalışma odasına uğradı ve şu an okuduğu kitabı eline aldı. Eğer uyku tutmazsa, okuyacaktı.
 Çalışma odasından çıktı ve mutfağa girdi. Dolaptan uzunca bir bardak çıkarttı ve su doldurdu. Kana kana içtikten sonra bardağı bıraktı ve oturma odasına gitti.
 Işıkları yaktı ilk önce. Balkona çıkacaktı ama vazgeçti. Komşusu Evelyn Margaret onu böyle görürse, rezil olabilirdi. Çünkü pijamaları komikti gerçekten.
 Bir koltuğa oturdu ve elindeki polisiye romanına şöyle bir göz attı. Biraz uykusu gelmiş gibiydi. Gene uykusunu dağıtmak için televizyonu açtı ama yayın kesikti. Hiçbir televizyon kanalı göstermiyordu.
 Emily televizyonu kapattı ve ayağa kalktı. Koltukta duran saç tokasıyla saçlarını topladı. Tam odadan çıkmak üzereydi ki, televizyonun açıldığını fark etti.
“Lanet,” diye mırıldandı ve kumandayı gene eline aldı. Kapatma düğmesine bir kez daha bastı. Bu sefer kapanmış olmalıydı. Gene oturma odasının kapısına doğru yönelmişti ki, televizyonun cızırtılı sesi bir kez daha kendini gösterdi.
 Emily gene döndü ve kumandadan kapattı. Bu sefer gitmedi, başında bekledi. Ve birkaç saniye sonra tekrar açıldı.
“Bu kadar fazla,” dedi Emily. “En iyisi fişini çekmek.”
 Büyük sayılabilecek televizyonunun, arkadan fişini çekti. Ve birkaç dakika başında bekledi: açılmamıştı. Şimdi içi rahattı ve gidip uyuyabilirdi.
 Oturma odasının ışığını söndürdü ve gene dar koridordan geçti. Sıcak yatağı henüz soğumamıştı. Peluş terliklerini tekrar çıkarttı ve yattı.
 Jack… Hala aklı ondaydı. Onu çok seviyordu. Liseden arkadaşıydı ve uzun zamandır tanışıyorlardı. Jack’e günün birinde onu sevdiğini söylemeliydi. Ama ne zaman? Emily bunu merak ediyordu.
 Jack mavi gözlüydü. Saçları siyahtı. Emily ona kendince ‘ruh ikizim’ diyordu. Onunla, hemen hemen bütün karakter özellikleri uyuyordu.
 Emily de mavi gözlüydü. Uzun kahverengi saçları vardı. 19 yaşındaydı. Ona rağmen hala yalnız yaşıyordu. Bunun nedeni ise anne ve babasıyla kavga etmiş olmasıydı. Emily yalnız yaşamayı seven bir kızdı ve annesi buna izin vermemişti. Emily de artık büyüdüğünü göstermek için, bir kafede çalışmış, para kazanmış ve kendine küçük bir ev tutmuştu.
 Yavaş yavaş uykusu geliyor gibiydi. Birden gözleri kapandı ama gene açtı. Uyumamalıydı, çünkü biraz düş kuracaktı.. Jack’i düşünecekti.. Çıktıklarını.. Ya da evlendiklerini. Bunları düşünecekti. Hayali bile harikaydı.
 İnce göz kapakları yavaşça kapandı. Mavi gözleri artık görünmez oldu. Emily uyuyordu… Düşler ülkesindeydi.
 Ama içeriden gelen televizyonun sesi onu birden uyandırdı. Yataktan hışımla fırladı. Peluş terliklerini giymeyi unutmuştu. Hemen oturma odasına koştu.
“Lanet olsun,” dedi uykulu uykulu. Bir yandan da esniyordu. Kumandayı buldu ve kapattı. Ve sonra, televizyonun fişinin bağlı olduğu yere baktı.
“Bu çok tuhaf,” dedi kendi kendine. “Ben bu fişi çekmemiş miydim?”
 Tekrar fişi çekti ve televizyon karardı. Kanalın birinde gürültülü bir program vardı. Çocuk programına benzeyen. Emily böyle şeylere hiç katlanamazdı.
 Tekrar ışığı kapattı ve odadan çıktı. Uzun koridordan gene geçiyordu ki, televizyonun cızırtılı sesi bir kez daha geldi. Bu sefer çocuk programı yoktu, kanal boştu.
“Bu kadarı fazla!” dedi Emily ve geri döndü. Oturma odasının ışığını yaktı ve fişe baktı: fiş takılı değildi!
 Korkmaya başlamıştı. Korkuyordu.. Ama fiş olmadan… Nasıl çalışırdı? Telaşla kumandayı aldı ve kapatmayı denedi. Kapanmıyordu. Televizyondaki cızırtı devam ediyordu.
 Kumandanın arkasına vurdu ve tekrar denedi. Olmuyordu. Kapanmıyordu.
Koltuğa oturup ağlamaya başladı. Neler oluyordu? Niye televizyon böyleydi? Emily çok ama çok korkuyordu.
 Tekrar koltuktan kalktı ve televizyonu yakından inceledi. Bir televizyon sehpasının üzerinde duruyordu. Siyahtı. Emily onu çok ucuza almıştı. Mağazanın kampanyasından yararlanmıştı. Ama şimdi bozulmuştu.
 Televizyon birden titredi ve ekrandaki boş görüntü gitti. Televizyon karardı. Emily korkudan yere düştü ve öylece kaldı. Televizyona şaşkınlıkla bakıyordu.
 Titremeye devam etti ve bir kere daha açıldı. Emily televizyona yaklaştı. Biraz daha… biraz daha… biraz daha…
 Soğuk, bembeyaz, tırnakları pislik dolu bir el çıktı ve Emily’i saçlarından yakaladı. Çığlık atıyordu.. Saçları çok acıyordu.
“İmdat! Yardım edin! Bırak beni! Aaah!”
 Çekmeye devam etti ve Emily’i televizyonun içine aldı. Artık Emily bu dünyada değildi. Kanalların--


 Emily Morgan, çığlık çığlığa ve soluk soluğa uyandı. Çok çok kötü bir kabus görmüştü. Hatırlayabiliyordu hepsini. Daha çok yeniydi çünkü. Rüyasında, televizyon onu ele geçiriyordu.
 Bu kötü ve saçma düşünceleri kafasından attı ve yataktan kalktı. Yatak sırılsıklamdı. Çok fena terlemişti. Yatağını topladı ve peluş terliklerini giydi. Oturma odasına girdi.
 Sabah olmuştu bile. Biraz güneş gelsin diye pencereyi ve perdeyi açtı. Sabahın o mis gibi, taze güneşi eve girmişti.
 Rüyasında tam buradaydı ve televizyondan bir el çıkmıştı… Düşünmek istemiyordu ama zihni her seferinde ona hatırlatıyordu. Yine de bunları kafasından atmaya çalıştı.
 Kahvaltı…Evet kahvaltı hazırlamalıydı. Ama cep telefonu çaldı ve onu açtı.
“Alo?”
“Merhaba. Emily Morgan?”
“Evet benim?” dedi Emily.
“Sizinle, konuşmam gereken bir şey var…”

4
Düşler Limanı / Ben Galiba Büyüyorum - 1.Bölüm
« : 08 Ağustos 2008, 20:01:11 »
 Bu benim çok eski bir hikayem. 9 yada 10 bölümden oluşuyor, şimdi hatırlamıyorum. Beğenirseniz devamını koyarım.

Birinci Bölüm ------ Otobüs Durağı

Yağmur tüm hızıyla yağıyordu ve ben otobüs durağına sinmiş öylece bekliyordum. Neyi mi? Kahrolası otobüsü...
Evden nasıl çıktığımı düşünüyordum şimdi. Okul çantam tam olarak hazırlanmamış ve fermuarı açık, elimde cep telefonum ve kulaklığı, diğer elimde saç tokam. Yağmurluk bile giyememiştim. Hatta bot bile. Yepyeni, pırıl pırıl Converse'lerimle çıkmıştım. İçinden giren soğuk su, ciğerime kadar işlemişti.
Evde tartışma vardı... Boşverin şimdi ne olduğunu. Zamanı gelince ben size anlatacağım zaten...

Durakta hala bekliyordum. Saate baktım, dokuzu çoktan geçmişti. Okula kesinlikle geç kalacaktım. Birinci derse zor yetişirdim, ama lanet olası otobüs gelmiyordu işte!
Hala devam ediyordu yağmur, hem de bardaktan boşanırcasına. Ama bir tek araba bile geçmiyordu. Hayat durmuştu sanki.
5-10-15-20-25-30.... Yarım saat geçti, hala otobüs gelmedi. Kalktım, eve dönüyordum. Ama tam o sırada genç bir çocuk koşa koşa durağa geldi.
"Merhaba" dedi.
Çocuğu süzdüm. Uzun boyluydu, biraz iriydi, ama fazla değil. Saçları siyah ve uzundu. Enseleri yani. Karizmatik bir görünümü vardı.
"Merhaba" dedim ben de.
"Hangi otobüsü bekliyorsun?"
"İhsaniye"
"Aaa, ben de."
Banka oturdu. Heryeri ıslanmıştı çocuğun. Sonra cep telefonunu çıkardı. Birşeyler kurcalayıp cebine koydu.
"Aaa şey, Canberk ben bu arada." dedi.
"Ben de Aslı" dedim.
"Memnun oldum"
Gülümsedi. Hoş denilebilecek bir gülüşü vardı.
"Kaçıncı sınıfsın?"
"Sekiz, sen?"
"Dokuz"
Lise birdi yani.Ama hiç de öyle görünmüyordu. Sanki yedinci sınıf öğrencisi gibiydi. Daha bıyığı ve sivilcesi bile yoktu =)
"Sanırım aynı otobüsü bekliyoruz," dedim kibarlık olsun diye.
"Evet,"
Uzun süre sessizlik oldu, o da konuşmadı, ben de.

Saat on buçukta canıma tak etti ve, "Ben eve gidiyorum, bugün okula falan gitmeyeceğim!" dedim.
"Dur dur, bekle biraz!" dedi Canberk, kolumdan tuttu. "Bak, biraz ileride bir cafe var, oraya gidelim, ne dersin? Hem üstümüzdekiler kurur, hem de çay falan içeriz, olur mu?"
Güzel fikirdi. "Peki, tamam." dedim.
Canberk gülümsedi sonra duraktan dışarı çıktı. Saçları hemen ıslanmaya başladı.
"Hadi gel," dedi.
"Şemsiyen var mı?"
"Yok"
"Biraz ıslanmadan birşey olmaz ha, zaten ıslağız," dedim ben de.
"Evet," diye gülümsedi o da.
Bende duraktan dışarı çıktım, benim de saçlarım hemen ıslanıverdi. Sonra Canberk'in yanına geçtim ve, "Hazır mısın?" dedi.
"Hazırım," dedim.
"3 diyince koşmaya başlıcaz, hiç durmadan tamam mı?"
"Peki," dedim gülerek
"1....2...."
"3!" diye gürledi.
Canberk'e uyarak koşmaya başladım. O da koşuyordu, ben de. Ayaklarım çamur olmuştu, Converse'ler koşarken şıp şıp ediyordu yağmurda. Ayaklarım ıslanmıştı, ama yapacak hiçbir şey yoktu.
Biz koşturmaya devam ediyorduk, bizden başka hiçkimse yoktu sokakta. Canberk en sonunda elimi kavradı... Ben de ilk başta olayı anlamamış olsam da, ben de sonra onun elini kavradım. Bunu bir abi olarak mı yaptı, yoksa başka bir amaçla mı yaptı bilmiyorum...
El ele koşturmaya devam ettik, küçük bir cafeye gelene kadar.
"Güzel koştuk," dedi Canberk soluk soluğa.
Cevap vermedim. Soluk soluğaydım ben de, soluğumu hemen düzene koymalıydım.
"Aslı?" dedi Canberk
"E-fendim?"
"İyi misim?"
"Evet, sen?"
"İyiyim"
Canberk cafenin kapısını açtı ve girdi, ardından ben de girdim. İçerisi kuru ve sıcaktı(!) Boş denebilecek kadar az kişi vardı. Boş bir masaya oturduk ve Canberk ikimize de nescafe söyledi.
"Eee dersler nasıl?" dedi bir kaç dakika sonra.
"Güzel. Senin?"
"Benim de iyi."
Yine sessizlik. Sonra yine gürültü.
"Telefonun var, di mi?" dedi bu sefer Canberk
"Evet."
Telefonunu uzattı. "Yazarsan sevinirim,"
Numaramı yazdım. Sonra ben de telefonumu uzattım. O da kendi numarasını yazdı.
Derken nescafeler geldi. İçtik falan. Sonra Canberk gene bir şey söyledi.
"Aslı,"
"Efendim?"
"Ben sana yalan söyledim."
"Hangi konuda?"
"Ben dokuzuncu sınıf değilim, sekizinci sınıfım."
Şok olmuştum. Eh belliydi zaten küçük göstermesinden. İlk önce cevap vermedim, sonra,
"Her insan hata yapabilir." dedim.
"Ne yani, kızmadın mı?" dedi gözleri ışıldayarak.
"Hayır kızmadım."
"Sen çok iyi bir arkadaşsın!"
"Sağol, sen de."
Cafede biraz daha oturduk. Biraz değil, çok oturduk. Birbirimizi tanıdık falan. Sonra birden telefonum çaldı. Acaba kim arıyordu?

5
Birinci Bölüm: Boş Sokaklar
+bonus: Flashback


 Genç kız uyanmıştı ama gözlerini açmadı. Açamıyordu çünkü. Gözyaşı kurumuştu ve göz kapaklarını açmasına engel oluyordu. Neden ağladığını hatırlamıyordu. Ve ayrıca, kim olduğunu da…
 Güçlükle gözlerini açtı ve parmaklarıyla kurumuş gözyaşlarını temizledi. Sonra etrafına baktı: Nerdeydi?
 Duvarları beyaz bir odadaydı. Yattığı yatak ise, hastane yataklarına benziyordu. Sağ yanında ince uzun bir direk vardı. Direğin en tepesine bir şişe serum koyulmuştu.
 Kız çıplaktı. Ama, yatağın ince beyaz bir örtüsü üzerine örtülmüştü. Uzun, dalgalı sarı saçları hafif ıslaktı. Deniz mavisi gözleri etrafı tarıyordu…Gözer, hep aynı soruyu soruyordu kıza; “Neredeyiz biz?”
 Ayağa kalktı. İnce çarşafı vücuduna sardı. Kapıya doğru gitti. Beyninin içinde bir sürü soru vardı. “Ben kimim?”, “Neden buradayım?”, “Kim olduğumu neden hatırlamıyorum?”, “Neden bu hastane gibi yerdeyim?”
 Kapıyı açtı ve penceresiz odadan çıktı. Gerçekten de bir hastanedeydi. Hastanenin uzun ve dar koridorunda, yavaş yavaş yürüdü. Hiç kimse yoktu… Ne bir ses, ne de bir hareket.
 Alt kata indi. Ayakları üşüyordu, çünkü bir ayakkabısı yoktu. Ve bir an önce bulamazsa, belki de daha çok üşüyecekti.
 Hastaneden çıktı. Dışarıda da, kimse yok gibi görünüyordu. Kız dolaşmaya devam etti. Hava ise pırıl pırıldı. Sokaklara baktı… Yollara, ana yollara, evlere, dükkanlara… Boştu işte! Her yer boştu! Kendini, bir an dışlanmış hissetti.
 İngiltere’nin merkezindeydi ama o, bunu bilmiyordu. Sokaktaki boş bir banka oturdu. Hatırlamıyordu…Hiçbir şey hatırlamıyordu. Acaba adı neydi? Nerde yaşıyordu? Aslen nereliydi? Şu an hangi ülkedeydi? İngiltere? Almanya? Okuma biliyordu… Neyse ki onu hatırlıyordu. Dükkanlarda ve çoğu yerde İngilizce görmüştü kız. Demek ki İngiltere’deydi.
 Bankta oturmaya devam etti. Şehirde tek bir kişi bile yoktu; kendisinden başka.
“Kimse yok mu?” diye bağırdı var gücüyle. Bir daha… bir daha… Ama cevap veren olmadı. En az yarım saat dolaştı kız şehirde. Ama kimseyi bulamadı. Birden kafasının içinde bir şey canlandı. Göremiyordu ama… Bulanıktı…

xxx

Flashback: Birkaç saat öncesi


 Genç kız uyandı. Annesi ona salondan seslenmişti.
“Alpella! Hadi uyan, bugün alışverişe gideceğiz!”
 Alpella, yataktan öfleye püfleye kalktı. Sarı dalgalı saçlarını bir tokayla topladı. Sonra annesinin yanına gitti.
“Günaydın,” dedi.
“Günaydın,” diye karşılık verdi annesi. “Kahvaltıdan sonra alışverişe gideceğiz,”
“Of anne,” dedi Alpella. Mutfağa girdi. Buzdolabını açtı ve süt çıkarttı. “Bunun için mi uyandırdın?”
“Çok uyuyorsun, sonra öğlen oluyor. Vaktinde kalk işte.”
 Alpella sütü bardağa boşalttı ve bir dikişte içti.
“Hadi,” dedi annesi. “Kahvaltı edelim.”
 Ama Alpella’nın gözü karardı. Midesi bulanıyordu. Bayılmak üzereydi…
*

 Gözünü bir kez daha açtı. Bu sefer hastanedeydi. Koluna serim bağlanmıştı. Çıplaktı, üzerine ince bir çarşaf örtülmüştü.
“Alpella? Kızım iyi misin?” dedi annesi. Baş ucunda oturuyordu.
“İyiyim,” diye yanıtladı. “Bana n’oldu anne?”
“Şeyy, kızım…”
 O anda odanın kapısı açıldı. İçeriye uzun boylu, gözlüklü bir adam girdi. Doktor olmalıydı.
“Alpella,” dedi adam. “Kendini nasıl hissediyorsun?”
 ‘İyiyim’ demesine fırsat kalmadan, hastane çok kötü bir biçimde sallandı. Alpella’ya göre, deprem oluyordu. Ama çok korkunç bir biçimde sallanıyordu.
 Annesine ve doktora ne olduğunu göremeden, tekrar bayıldı. Ama bayılmadan önce, gözünden yaş süzülmüştü. Korkudandı… İki saat kadar uyanmadı…

xxx

 Artık her şeyi hatırlıyordu genç kız. Kimliğini… Alpella Chrischen… Arkadaşları onun adıyla hep dalga geçerlerdi. Bunu da hatırlıyordu. Ama deprem benzeri olayın, sonrasını hatırlamıyordu. N’olmuştu? Gerçekten deprem mi olmuştu? Neden İngiltere sokaklarında kimse yoktu? Annesi neredeydi? Tüm bunları merak ediyordu Alpella. Hepsini…

Sayfa: [1]