Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Nirnaeth

Sayfa: [1] 2 3
1
Düşler Limanı / Piyanist
« : 11 Temmuz 2010, 01:07:24 »
İri, koyu renk gözlerini gezdirdi odada, dolunaydan başka hiçbir  aydınlığın giremediği karanlıkta. Genişti oda, çok genişti. Ama geniş olması neye yarar, sınırları görülemeyecek kadar karanlık olduktan sonra?

Odanın ortasında, Ay’ın nazikçe dokunduğu siyah bir kuyruklu piyano vardı. Müziğin asalette vücut bulmasıydı o, enstrümanların en bilgesi ve en onurlusu. O’nu böyle cezbetti işte, siyah elbiseli kadını, kudretli bir aşk büyüsü gibi.

Ağır adımlarla ilerledi piyanoya. Şefkatli elleriyle kapağını kaldırdı, bir aşığın sevgi dolu dokunuşu gibiydi bu. Yavaşça oturdu sonra. Tuşlara dokundu. Müziğin büyüsünü ellerinde gördü, bütün vücuduna dalga dalga yayıldığını hissetti.

Çalmaya başladı, istemsizce. Küçük, beyaz elleri ondan bağımsız hareket ediyordu. Gözlerini kapattı, kendi yarattığı mucizeye doydu. Aşk doluydu ellerinden çıkan müzik, tutku dolu. Biraz acı, biraz mutluluk. Biraz sevgi, azıcık da nefret.

Birden, acı bir tada büründü çaldıkları. Aniden, sebepsiz. Notalar ölümcülleşti, acımasızdılar artık. Derler ki o gece o sesi dinleyen en güçlü adamın bile kalbi paramparça olur, duyguları savrulur, yok olurdu. Su gibi yaşlar boşaldı kadının gözlerinden. Elleri kontrolsüzce titredi. Ruhunun içinde çürüdüğünü duydu. Aldığı nefes ciğerlerini yakıyordu, yaşadığı her saniye yeni bir acıyı tattırıyordu.

Ay ağladı, kaybettiklerine ağladı. Sevdiklerine, sevemediklerine. Parça parça oldu, Battı ve gitti sonra, dünyayı dipsiz bir karanlığa terk etti.

Kadının gözlerinden akan su kana döndü. Piyanonun siyahına kanın kırmızısı karıştı. Elleri çalmayı bıraktı, ama müzik devam etti. İçine işledi. Mahvetti. Öldürdü onu. Ruhu özgürdü, ancak sonsuza kadar tarifsiz kederlerle dolu dünyada tarifsiz acılarıyla dolaştı.

Bedeni ise… Hep olduğu gibi kaldı. Hiç değişmedi. Ve bir daha hiç ışık uğramadı o bedene. Kendi ruhu da, Ay da, sonsuza kadar siyahın içinde bıraktılar onu.

2
Kurgu İskelesi / Rüya
« : 02 Mayıs 2010, 23:29:21 »
“Mükemmel,” diye düşündü, “Yine rüyadayım.”

Cansız ve bir haftada yarısını döktüğü saçlarını karıştırdı adam eliyle. Rüyada olduğunu biliyordu ama bilinci uyanık olduğu zamanlardan daha açıktı, alışmıştı artık buna. İçinde bulunduğu boyutsuz, gri boşluğu gözleriyle taradı morarmış ve çökmüş gözleriyle. “Gel artık, kafamın içinden çık gel.”

Beni bu kadar özlemiş olamazsın, dedi tanıdık ses. Titrek, soğuk, buz gibi bir kadın sesi. Boşluğun içinde mi yoksa adamın kafasının içinde mi yankılandığından hala emin olamadığı ses.

Karşısında vücut buldu kadın. Her zamanki uzun siyah elbisesi, parlak siyah saçları, bir ölününki kadar soğuk ve beyaz teni, çekik gözleri ve incecik bedeniyle asaletin görsel kanıtıydı.

“Lütfen,” dedi adam, sesi bir fısıltıdan öteye gidemiyordu. “Bırak artık, yalvarırım sana, bırak beni gideyim.”

Üzgünüm, dedi kadın, yapmacık bir üzüntü yerleştirdi sesine. Ben istiyor muyum sanıyorsun? Senin aciz ırkının rüyaları dışında yaşayabildiğim bir yer yok. Gerçi, olsa bile gitmek istemezdim, eğlendiriyorsunuz beni. Sahte bir kahkaha koyuverdi.

Bir damla gözyaşı süzüldü adamın yanağından. Ayaklarının ucuna damladı, çoğaldı orada. İyice yayıldı ve bir kan birikintisine dönüştü. Kadın kafasının içinde rüyasını şekillendiriyordu  yine, alışmıştı adam buna da.

Gerçekten, pişmanlıklarınız ve korkularınız, acılarınız ve hüzünleriniz kadar besleyici ve eğlendirici bir şey olamaz.

Kandan birikintinin içinde dünyada en çok sevdiği insanın siması belirdi. Bukle bukle saçlarıyla dünyadaki tek güzel kadındı adamın gözünde, hala unutamadığı eski sevgilisi. Gerçekten, sana sadece acıyorum, dedi kızın siması, nefret saçan gözleriyle.

Hıçkırıklara boğuldu adam. Dizlerinin üstüne çöktü, kandan birikintinin üzerine. Aklını kaçırdığını düşünüyordu ama umrunda değildi, tek dileği bundan kurtulmaktı.

“Bırak artık şunu!” diye bağırdı adam. “En kıyıda köşede kalmış, en salakça hatalarımı, acılarımı bulup getirme bana! Git başkasının hayatının içine et!”

Kadın burnunu büktü. Aslında haklı olabilirsin. Sen dertsiz sayılırsın, sevgilini unutamaman ve erken boşalma problemin dışında bir derdin yok. Bana daha acılı biri lazım.

“Durma o zaman, git,” dedi adam, yüksek sesle, gözlerinde yaşlarla.

Kadın gülümsedi. Beni kafanın içinden sen çıkaraksın. Nasıl olacağını göstereyim mi?

Adam başını evet anlamında salladı. Boynundan akmaya başlayan sıcak kanı hissetti daha sonra. Tepkisiz bir şekilde dokundu kanına, elini boynuna götürdü, oradaki derin yarığı fark etti. Sonra sağ elinde beliren kanlı bıçağa baktı. Tek yolu görmüştü. Aslında bu kadar basitti.

“Bu kadarcık mı?” diye mırıldandı adam. İntiharı defalarca düşünmüştü, beynindeki parazitten kurtulmak için. Denemişti de, ama korkmuştu. Artık korkmuyordu. Ondan kurtulmak için ölmeye razıydı.

Evet, görüyorum ki gözün kapalı yapabilecek durumdasın artık, dedi kadın. Tatmin olmuş gibi görünüyordu.

“Uyandır beni,” dedi adam sadece, ve kadının yüzündeki gülümsemeyi gördü. İlk defa bu isteğini kırmayacağım.

Yatağının içinde buldu adam kendini bir anda. Kaskatı kesilmişti ve hiç dinlenmiş hissetmiyordu, kadın rüyalarına girmeye başlayalı her gece olduğu gibi. Bir haftadır her gece olduğu gibi.

Ayağa kalktı, geçerken boy aynasında kendine göz attı. Altı torbalaşmış mosmor gözler, olabildiğince zayıflamış bir beden, dökülmüş ve ağarmış saçlar… Beyninin içindeki şey her neyse onu emiyordu, fiziksel ve ruhsal olarak.

Mutfağa ilerledi, büyük bir bıçak aldı. Rüyasında – rüya denebilirse tabi – gördüğü bıçağın aynısıydı. İfadesiz bir yüz, boş boş bakan gözlerle geri döndü odasına.

 Aynanın karşısına geçti ve dayadı bıçağı boğazına.


~ Yorumlarınızı beklerim, devamı gelebilir. :)

3
Başka Kurgular / Bakirenin Aşığı - Philippa Gregory
« : 22 Mart 2009, 12:41:22 »


Boleyn Kızı ve Kraliçenin Soytarısı romanının yazarından, Kraliçe Elizabeth döneminin ilk yıllarını ve o tehlikeli günleri anlatan, nefes kesici bir roman.

İngiltere'nin yeni kraliçesi olmuş Elizabeth'i bekleyen iki büyük tehlike vardı: Fransızlar'ın, İskoçya'yı istila edip İskoçya Kraliçesi Mary'yi tahta geçirme tehdidi ve Elizabeth'in, vatan hainliğinden hüküm giyip zindanda kalmış Robert Dudley'ye olan tutkulu aşkı. Ancak Dudley zaten evliydi ve kendini ona adamış karısı Amy, Robert'tan asla umudunu kesmeyecekti, özellikle de görevine yeni atanmış Protestan bir kraliçe için. Sevgili kocasından ayrılıp onu özgür bırakmamakta kararlıydı ancak kocasının gözdesi olmayı da başaramıyor, kocasını sarayın zevk ve sefasından uzak tutamıyordu. Bu evliliğe karşı olan başkaları da vardı ancak onlar da farklı sebepten karşı çıkıyorlardı Elizabeth'e. Kraliçenin en bilge danışmanı William Cecil, Elizabeth'in siyasi ilişkiler adına faydalı bir adayla evlenmesi gerektiğini biliyordu; amcası Dudley'den nefret ediyordu ve Elizabeth'le evlenmesi için önce ölüsünü çiğnemesi gerek diye yeminler ediyordu. Âşıklar üçgeninin arkasındaysa başka nifaklar yaşanıyordu: Protestanlar, papazlar, suikastçılar, diplomatlar ve para peşindekiler. Elizabeth iflasın eşiğindeki ülkesinin başına geçer geçmez, ülkeyi bir de asla kazanılma ümidi olmayan bir savaşa sürükleyince İngiliz parasının değeri de iyice yok oluyordu.

Ancak bu arada birisi gizli bir eylemin peşine düşecekti ve işte o andan itibaren Elizabeth, Dudley ve yeni yükselen imparatorluk için hiçbir şey planlandığı gibi olmayacaktı.

Tarihi gerçekleri çağımızda devam eden söylentilerle birleştirip karıştıran Philippa Gregory, Tudor günlerini anlatan karanlık ve gerilim dolu bir roman ortaya çıkarıyor ve büyük kraliçe I. Elizabeth'i daha önce hiç kimsenin göstermediği bir şekilde resmediyor. Tutkulu, korku dolu ve duygusal ihtiyaçları bitmeyen bu kraliçeyi hiçbir şey durduramıyor.


Hakikaten nefes kesici ve harika bir roman. Politika, siyaset, aşk, tutku, şehvet, kıskançlık, ihtiras... vesaire. Yalnız kitap isimden kaybediyor, çevrenin tepkisine hazırlıklı olun derim. :D

4
Müzik / Slayer
« : 22 Mart 2009, 12:36:08 »


Slayer, 1981 yılında Los Angeles'ta kurulan Black Metal grubudur. 1981 yılındaki ilk kadrosu ve bugünkü kadrosu aynıdır:

    * Vokal ve Bas gitar : Tom Araya
    * Gitar : Kerry King
    * Gitar : Jeff Hanneman
    * Bateri : Dave Lombardo

Dave Lombardo, gruptan birkaç defa ayrılıp geri dönerken, diğer elemanlar değişmedi. Hanneman ve King, grubun baş söz yazarlarıdır.

Geçmişlerinden Bir Demet:


İlk albümleri Show No Mercy 1983 yılında Metal Blade Records tarafından piyasaya sürüldü. Pek iç açıcı bir albüm sayılmadı, black metal gürültüsü olduğu söylendi. Slayer elemanları yıllar sonra bu albüm için "işe yaramaz, berbat" demekten çekinmediler.Bu aralarda birde söylenti çıkmıştır,Metallica davulcusu Lars Ulrich le Dave Lombardo ' nun yer değiştireceği şeklinde ama bu gerçekleşmemiştir.

Bundan sonraki albümleri 1985 yılında çıkan Hell Awaits oldu. Müzikal anlamda Show No Mercy albümüne göre daha çok beğenilse de, şarkı sözleri genel olarak " şiddet, şeytan, ölüm" etrafında toplanıyordu. Ayrıca bu albümle birlikte Dave Lombardo`nun ilerde en iyi davulculardan biri olacağını göstermeye başladığı da gerçektir.

1986 yılı grubun patlama yaptığı yıl oldu. Yapımcı Rick Rubin`in de yardımlarıyla o yıl piyasaya çıkan Reign In Blood Thrash Metal müzik tarihinin en önemli albümlerinden birisidir. Bu albümle birlikte Slayer da zirveye oturdu. İyice popüler oldular fakat her şey iyi giderken birdenbire Dave Lombardo gruptan ayrıldı. Kısa sürek ayrılıktan sonra Dave Lombardo gruba geri dönmeye karar verdi. Bu gidip gelmede Dave`in karısının etkisinin olduğu söylenir.

1988 yılında grup dördüncü albümleri South of Heaven`ı çıkarttı. Bir Judas Priest şarkısı olan Dissident Aggressor da bu albümde Slayer tarafından yorumlandı. Bu albüm de genel olarak, Reign In Blood`ın yarattığı etkiyi yaratmasa da, beğenildi. Tom Araya`nın da şarkı sözlerine yardım etmesiyle birlikte sesine daha çok oturan parçaların hazırlanmasını sağladı. Lombardo`nun değerini anlayan grup bu albümde gene davulun sesini kısmadı.

1990 yılında çıkan melodik ve mistik bir albüm olan Seasons In The Abyss, Hanneman ve King`in karşılıklı soloları, Lombardo`nun gittikçe etkileyen davulu, Tom Araya`nın da kendine güvenerek sesinin farklı hallerini göstermesi, hayranların gözünde bu albümün daha farklı bir yere oturmasını sağlamıştır.

Bu albümden sonra Dave Lombardo gruptan ayrılmıştır. Grup üyeleri Dave`i ilgisizlikle suçlarken, Dave kabahatli olmadığını diğer elemanların sürekli kendisine soğuk davrandığını söylemiştir. Daha sonra Slayer Paul Bostaph ile anlaştı ve 1996 yılına kadar birlikte devam ettiler.

1994 yılına gelindiğinde ise grup yeni davulcusuyla birlikte albümlerini çıkarmaya hazırdı. Altıncı albüm Divine Intervention piyasaya çıktı. Bu albümün kaydı esnasına birçok ses teknisyeni çalışmıştır, bu da Slayer`ın artık daha profesyonel bir grup haline geldiğinin göstergesidir.

1996 yılında çıkan Undisputed Attitude albümünde Slayer; DRI, Verbal Abuse gibi punk gruplarının şarkılarını yorumladı, ayrıca 3 tane yeni Slayer parçası da yer alıyordu.

Diabolus in Musica 1998 yılnda çıktı. 40 dakika 30 saniyelik bu kayıt, prodüktor Rick Rubin`in Slayer`la birlikte çalıştığı son albümdür.

2001 yılında God Hates Us All albümü çıkar. İlk kapağında, İncil`in üstünde kanlar içinde Slayer yazmaktadır. Şarkı sözlerinin de sert bulunması sonucu Kerry King, "bu albüm sadece kötü bir gün geçiren ve tanrının onu sevmediğini düşünen kulları içindir" diye açıklama yaptı.

2002 yılında Paul Bostaph guruptan ayrıldı ve Dave Lombardo geri döndü.

Grup, 25 Temmuz 2006'da son albümü Christ Illusion'ı yayınladı.

Kaynak: Vikipedi.

Kimse açmamış bu konuyu, şoktayım. Mükemmel bir gruptur, Trashin ilahlarındandır. Reign In Blood'u dinledim ve aşık oldum, o derece. Üstüne çok az albüm tanırım. Özellikle Raining Blood ve Reign in Blood arasındaki telaffuz ürkütücülüğü çok hoşuma gidiyor (telaffuz ürkütücülüğü nedir ya?). God Hates Us All'ı da dinlemeyi planlamaktayım en kısa sürede.

Şu en tepeye koyduğum tasarıma vuruldum bu arada. :D

5
Müzik / Atreyu
« : 22 Mart 2009, 12:23:09 »


Atreyu, Orange County, Kaliforniya'da kurulmuş bir metalcore müzik grubudur. İlk olarak "Retribution" ismi ile kurulan grup daha sonra adını The Neverending Story karakterlerinden biri olan Atreyu ismi ile değiştirdi.

Grup Victory Records ile çalışmaya başlamadan önce iki bağımsız EP yayınlamış ve yapılan anlaşmadan sonra "Suicide Notes and Butterfly Kisses" (2002) isimli ilk albümlerini çıkardılar. Bu albümden "Ain't Love Grand" ve "Lip Gloss and Black" isimli iki single çıkardılar ve ikincisi özellikle canlı şovların vazgeçilmez parçalarından biri oldu. 29 Haziran 2004'te çıkardıkları The Curse isimli albümleri listelerde 32. sıraya kadar yükseldi. Albümden "Right Side of the Bed" ve "The Crimson" isimli iki single çıkardılar.

Grubun son albümü A Death-Grip on Yesterday 28 Mart 2006 tarihinde piyasaya çıktı. Önceki albümlere göre biraz daha farklı bir görünümde olan bu albümde Varkatzas sert şarkı sözleri üzerine daha melodik vokaller seslendirmektedir. 2006 yılı içersinde de bu albümden A Death-Grip on Yesterday, "Ex's and Oh's" isimli bir single'ları çıktı.

Bütün albümlerinin tanıtımı için pek çok turnede çalmışlardı. Warped Tour'un 2005 yılı etkinliklerinde performanslarını sergilemişlerdi. 2006 Ozzfest'te Unearth, Bleeding Through ve Norma Jean ile ikinci sahnede konser verdiler.

Üyeler:
Dan Jacobs – Gitar
Travis Miguel – Gitar
Marc McKnight – Bass Gitar
Brandon Saller – Davul, geri vokal
Alex Varkatzas – Vokal

Eski Üyeler:
Adam Elhadad – Bass Gitar
Chris Thompson – Bass Gitar (2001 – 2003; Suicide Notes and Butterfly Kisses şarkılarında çaldı)(Şu anda Cold War' da çalışmalarına devam ediyor)
Anthony Watson – Bass gitar (Şu anda Us & Them' de çalıyor.)



Bildiğim kadarıyla güzeldir, dinleyin diyorum. 2007'de çıkan albümlerini dinledim de güzel gerçekten. Daha detaylı bilgi sahibi olmam için önceki albümlerden bir demet dinlemem lazım, en kısa sürede bu da olacak diye umuyorum. :D

6
Müzik / Pink Martini
« : 22 Mart 2009, 12:15:27 »


Pink Martini "küçük orkestra"[1] Portland, Oregon'da 1994 yılında piyanist Thomas M. Lauderdale tarafından kurulmuş müzik grubudur. Latin müziği, lounge, Avrupa Klasik Müziği ve cazı da kapsayan çok geniş bir müzik repartuarında eserler seslendirmektedirler. Müzik tarzları genellikle belli bir dönemin içerik ve stilini andıran "vintage music" olarak adlandırılır.

Geçmişi
Grubun birleşmesi Portland'daki politik ortam sayesinde olmuştur.[1] Avrupa'daki ilk sahne deneyimlerini Cannes Film Festivali ile yapmışlardır.[1] 2003 yılına kadar; Fransa, İspanya, Portekiz, Belçika, İsviçre, Monako, Yunanistan, Türkiye, Peru, Tayvan, Lübnan ve ABD'de çeşitli defalar sahne almışlar ve grup dışında başka orkestralara da eşllik etmişlerdir. Şarkı sözleri İngilizce, İspanyolca, Fransızca, İtalyanca, Portekizce, Japonca ve hatta Arap ve Modern Yunan dillerinden oluşmaktadır.[1]

İlk albümleri, Sympathique, Pink Martini'nin kendi firması, Heinz Records tarafından 1997 yılında çıkarıldı. Albüm tüm Dünya çapında 1.3 milyondan fazla satış yaptı.[2] Aynı zamanda Putumayo World Music "World Lounge" CD ismi ile de satışa çıktı.

Ekim 2004'de, Pink Martini ikinci albümleri, Hang on Little Tomato'yu çıkardı. Bu albümde ilk albümde konuk sarkıcı olan Pepe Raphael kendi grubu Pepe and the Bottle Blondes'a yoğunlaşması amacıyla grupta yer almadı. Grubun baş vokalisti China Forbes ile Lauderdale şarkı sözlerini yazmaya devam etti. Bu albümdeki pek çok şarkı film ve yazılımlarda kullanıldı.

2005 yılı yılbaşında, Pink Martini Portland Arlene Schnitzer Concert Hall'de canlı performans sergiledi. Bu performans "National Public Radio" radyosunda canlı yayınlandı ve kaydedilerek DVD olarak satışa sunuldu.

Pink Martini'nin diğer gruplara göre daha çok üyeli bir grup olması nedeniyle grup pek çok şehirde sahne alacak yer bulmakta zorluk çekti. Arkadaşları Norman Leyden'in yardımı ile, ülke çapındaki orkestraların sahnelerinde performanslarını sergileme imkânı buldular ve hayran kitleleri çoğaldı. 1 Haziran 2007 günü, Pink Martini BBC Two televizyonun uzun soluklu müzik programı Later with Jools Holland'da sahneye çıktı. Ekim 2007, grup Hollywood Bowl sahnesine üç performans için döndü ve misafir sanatçılar Carol Channing ve Henri Salvador ile sahne aldı.

14 Haziran 2007 günü Pink Martini, Late Show with David Letterman'da sahne aldılar ve yeni albümleri, Hey Eugene adlı albümden şarkı söylediler. [3]

2008 Yılbaşında, Pink Martini her yılbaşında Portland's Arlene Schnitzer Concert Halle'de sahne alma geleneğini bozdu ve Los Angeles, California'daki Disney Concert Hall'de Los Angeles Filormani Orkestrası ile sahne aldı.

Alıntıdır. :P


Pc'min derinliklerinde Hey Eugene adlı albümlerini buldum, nerden geldiğini bilmiyorum ama çok hoşuma gitti. Envai çeşit lisanda müzik yapıyorlar, çoğunlukla ne dediklerini anlamasam da çok hoşuma gitti, paylaşayım dedim. Tavsiye ediyorum herkese. :D

7
Müzik / Sentenced
« : 22 Mart 2009, 12:12:39 »


Sentenced`ın selefi Deformity 1988 yılında kuruldu fakat 1989`da grup elemanlarının birçoğunun değişmesi sonucu grubun adı da Sentenced olarak değişti. O zamanlarki kadroda Miika Tenkula (gitar&vokal), Sami Lopakka (gitar), Vesa Ranta (davul), Lari Kylmänen (bas gitar) yer alıyordu ve 2 demo kaydettiler.

1991 yılına gelindiğinde grup, ilk albümleri "Shadows Of The Past"`ı kaydederken Kylmänen`in yerine bas gitarist Tanelli Java gruba dahil oldu. Bu albümle tarzları katıksız ve hızlı Avrupai death metal olarak görüldü.Daha sonra grubun vokalisti Taneli Jarva oldu. 1992`de 3 yeni şarkı daha yayımlayan Sentenced, sonunda Finlandiyalı bir müzik şirketiyle anlaştı ve gerçek anlamda müzik kariyerine başlamış oldu.

İkinci albüm North From Here 1993`de piyasaya çıktı. Ortada yepyeni bir Sentenced vardı. Grubun becerikli ve öfkeli hali gruba bir basamak daha atlattı ve grup 1994 yılında daha fazla tanınmak için Spinefarm`dan daha büyük bir şirket olan Century Media Records ile anlaştı.

1995`te çıkardığı Amok ile patlama yaşadı, eleştirmenlere ve hayranlarına göre bu albüm yapmış oldukları en iyi çalışmadır. Jarva`nın vokali olgunlaşmış, grup melodik bir yapı kazanmıştı. Bu albümden sonra da Avrupa`da turne çalışmalarına hız kazandırmışlardır.

Jarve unlu olmak istemiyordu.Bu nedenle grutan ayrıldı.Jarva`nın böyle başarılı bir albümden sonra gruptan ayrılması şaşkınlık yaratsa da onun yerini Ville Laihiala almıştır 1996`da. Kısa sürede Almanya`ya giden grup burada 4. albümleri Down`u kaydetti. Müzikal gelişime daha açık Ville ile grup gene bir basamak atlamştı. Bu arada basçı Sami Kukkohovi`de gruba yardım ediyordu. 1997 yılında grubun daimi elemanı oldu.

5. uzun albümleri Frozen (1998) Down gibi Woodhouse Stüdyolarında kaydedilmişti ve gene Down`a benzer müzikal bir yapıya sahipti. Kukkohovi ve Laihiala ikilisinin gruba katkıları hissedilir düzeye gelmişti, o yüzden bu albüm daha ortak bir çalışma sonucu oluşturulmuştu. 1999 da parça sırasının daha farklı olduğu ve birkaç şarkının (yorumladıkları) daha eklendiği Frozen`ın özel versiyonu yayımlandı.

Bir sonraki Sentenced albümü en iyi albümlerinden biri olacak Crimson oldu (2000). Bu albüm "Killing Me, Killing You" gibi grupla artık birlikte anılacak bir şarkıyı içeriyordu. 2 yıl sonra, 2002`de The Cold White Light raflardaki yerini aldı.

Grup, 2005`te sıradaki The Funeral Album`ün son olacağını belirterek, bunun bir reklam olmadığını bir daha yeniden asla toplanmayacaklarını ifade etti. Son bir turneye çıkıp, birçok konser verip, bir de DVD çıposer görüntülerini içeren iki disklik dvd, Sentenced hayranlarının eline geçebilmiş son görüntüler oldu. Ville Laihiala bu grubun dağılmasından sonra Poisonblack isimli grupta solist olarak kariyerine devam etmiştir. Laihiala Sentenced dağılmadan önce de bu grubun ilk albümünde gitaristlik yapmıştı.


Fena grup değildir hani. Ara sıra dinlenebilir, hoştur. Şimdiye kadar 5 - 6 şarkılarını dinledim, The Suicider haricindekileri sevdim. The Suicider biraz amatörmüş gibi geldi, niye bilmiyorum. :D Killing me Killing You şüphesiz grubun en ünlü şarkısı ve bu ünü de sonuna kadar hak ediyor kanımca. Bundan sonra Creep yada Noone There falan da çok hoş, onu da dinleyin. Diğer şarkıları ise ortalama düzeyde, bildiğim kadarıyla tabi. :D

8

Bildiğinizi düşündüğünüz her şey yanlış...

Bu kitap, yaygın kanılarla ilgili yanlış bilgilerimizin ve yanlış anlamalarımızın kapsamlı bir listesini sunuyor.

Cahillikler Kitabı, filozofların, bilimcilerin ve sokaktaki insanların tarihin büyük bölümünde cevabını aradıkları bir soruya ışık tutuyor: Hakikat nedir, zırva nedir?

Thomas Edison herhangi bir şey hakkında yüzde birin milyonda birinden daha az şey bildiğimizi söylüyordu; Mark Twain sadece matematikte uzmanlaşmak için sekiz milyon yıl gerektiğini düşünüyordu. Cahillikler Kitabı da, bilinecek ne varsa bildiklerini düşünenlere, "her şey bu metinde açıklanmıştır, bilmeniz gereken başka hiçbir şey yok" diyenlere meydan okuyor.

Siz hâlâ iki tane burun deliğimiz olduğunu, Dünya'nın tek bir uydusunun bulunduğunu, beş duyumuz olduğunu, suyun renksiz olduğunu, Amerika'nın adının Amerigo Vespucci'den geldiğini ya da 36 Osmanlı padişahı olduğunu düşünüyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız.

Dünya'nın yedi tane uydusu vardır.
Bütün insanların dört burun deliği vardır.
Buhar makinesi eski Yunan'da icat edildi.
Bir mavi balinanın yutabileceği en büyük şey greyfurttur.
Şu ana kadar ölmüş olan bütün insanların yarısını
dişi sivrisinekler öldürmüştür.
Dünyadaki en uzun dağ Mauna Kea'dır.
İnsanın en az, dokuz duyusu vardır.
Maddenin 15 hali vardır.
Su mavidir.
Amerika, adını, Amerigo Vespucci'den değil, Richard Ameryk'ten almıştır.
Uzaya giden ilk hayvan meyve sineğidir.
Panter diye bir şey yoktur.
38 Osmanlı padişahı vardır...


Arada hoş ve gerekli bilgilerle karşılaşabiliyorsunuz cidden. Yalnız en merak ettiğim şey şu, bu kitabın yazarları herkesin doğru bildiği şeylerin yanlış olduğunu nerden biliyor? :D

9
Başka Kurgular / Şeytan Marka Giyer - Lauren Weisberger
« : 22 Mart 2009, 12:00:26 »

Komik, iğneleyici, şeker gibi bir roman.
-The New York Daily News-

Çok zekice yazılmış tatlı bir dedikodu romanı.
-Publishers Weekly -

Yazar ilk romanıyla büyük bir çıkış yapmış.
-Kirkus-

Küçük bir kentte büyüyen Andrea Sachs, üniversiteden mezun olur olmaz milyonlarca kızın hayalinde yaşattığı bir iş bulur. Runway dergisinin ünlü ve başarılı Genel Yayın Yönetmeni Miranda Priestly'in yanında asistanlığa başlar. Ve bir anda kendini Prada! Armani! Versace! dünyasında bulur. Artık çevresinde yaşamlarının tek amacı marka giyip kendileri ile ilgilenmek olan genç, güzel kadınlar ve erkekler vardır.

Ne var ki burası zorlu bir dünyadır ve burada küçük balıklar büyük balıklara yem olur. Andrea'nın büyük ümitlerle adım attığı bu dünya acımasız, şımarık ve bencil patronu sayesinde cehenneme döner...

Ama şu an için çektiği acılar gelecekte ataacağı büyük adımları başlangıcı olacaktır.


Son derece tatlı bir roman. Zengin bir marka manyağı gibi hissediyorum okurken. Bol miktarda dedikodu da serpiştirilmiş araya... Andrea gerçekten her kızın hayalinde yaşattığı mesleğe sahip. :D

10
Müzik / Nirnaeth
« : 28 Ağustos 2008, 15:22:54 »


Nickini Nirnaeth olarak değiştirmiş ve metal dinleyen birinin Nirnaeth adında bir black metal grubuna rastlamasının ne kadar dramatik olduğunu bilir misiniz ey ahali? Evet, bunun şokunu yaşamaktayım. Tam orjinal bir nick buldum derken bununla karşılaşmak sinir bozucu, her ne kadar ben de metal dinliyor olsam da. Aslında black metal camiasında Nirnaeth olayı pek popülermiş, daha bir sürü Nirnaeth Arnoediad konulu şarkı var. Tolkien'in Sayısız Gözyaşı Savaşı metal halkını pek derinden etkilemişe benziyor..

Mutill (gitar) ve Malaria (bass) tarafından kuruldu, ilk şarkıları Mutill tarafından 2001'de farklı tarzlarda bestelendi. 2002'de baterist Yamael gruba katıldı, uzun bir zaman sonra da Zigouille ile grup tamamlandı.. İki albümleri var. Thrown Athwarth the Darkness, Nothing But Ashes. Bilinen bir grup değil Nirnaeth, ama black metalciler tarafından tanınacaklar bir gün, demedi demeyin. "Underground" (!) Black Metal işte, bahse girerim Türkiye'de tanıyan bir tek ben varım.  :P

Henüz bu tanınmama olayından ötürü (en azından piyasa değiller) şimdilik sadece Nirnaeth Arnoediad adında bir şarkılarını bulabildim ve oha dedim. Gayet de güzel şarkı bence, sevdim bunu ben. Hoş bir Black Metal parçası ama az biraz Death tınısı da var.. Ama nickim çalınmış gibi bir izlenime varmama sebep oldu, bunun dışında kötü bir yan yok. Bulun siz de dinleyin o parçayı, öneririm.

İçinde pek bir şey bulunmayan resmi site için: Pat!
Nirnaeth Arnoediad'ı indirmek yada dinlemek için: Güm!

Başka şarkılarını bulabilirseniz iletişime geçin benimle lütfen...

Not: İlk defa resmi bir tanıtım yaptım, mutluyum, araya yorumlarımı da kattım, sentez bir şey oldu. :P

Dipnot: İyi ki black metal grubuymuş ama, pop felan olsa intihar ederdim.

11


Kokoloji Nedir? İnsanların bazı sorular karşısında verdiği tepkiler aslında gizli bir anlam taşıyor.Oldukça keyifli bir test. Size sadece soruları okuyarak uygun yanıtı vermek kalıyor.

Kokoloji Japonca kokoro; akıl, ruh ve duygular, Yunanca’da ise logia yani öğrenim ile birleşerek ortaya çıkmış bir kelime... İnsanların bazı sorular karşısında verdiği tepkiler aslında gizli bir anlam taşıyor. Kokoloji ile içsel yolculuğa çıkıp ruhunuzun derinliklerinde saklı kalan duygularınızı bulmaya çalışıyorsunuz. Oldukça keyifli bir test aslında bu. Size sadece soruları okuyarak uygun yanıtı vermek kalıyor.

Cevaplarınızda saklı kalan gerçek benliğinizi keşfederken yüzünüzden gülümsemenin eksilmediğini farkedeceksiniz.

Kokoloji oynamak için sekiz ipucu veriliyor kitapta. Bunlar şöyle sıralanıyor: Aklınıza ilk geleni söyleyin, mümkünse başkalarıyla oynayın, cevapları tahmin etmeye çalışmayın, kendinize karşı dürüst olun, hazırlıklı olun, sırası gelmeyen sayfaları okumayın, insanların tepkilerini izleyin, açık fikirli olun...

Kokoloji Türkiye'de de ailelerin, ev partilerinin, yalnızlıkların, potansiyel ilişkilerin, seyahatlerin en eğlenceli oyunu olmaya aday. Çünkü oynarken aynı zamanda kendinizi anlamaya çalışıyorsunuz.

Kitapta farklı alanları kapsayan 53 soru ve yanıtları bulunuyor. Sorudan önce kısa bir konu anlatımı yapılıyor ve ona göre davranışınızı ölçmek için bir soru soruluyor. Siz kendinize en yakın olanını seçiyorsunuz. Sonrasında ise yanıtınıza uygun şıkkı okuyorsunuz.



~ Kokoloji testleri şiddetle tavsiye edilir. Hem kendinizi tanırsınız, hem de müthiş bir espri ve geyik aracıdır. Edebiyat derslerinde sıkıntıdan ölmemek için altın yoldur.

Örnek test: BİR gün bir mavi kuş aniden camınızdan içeriye giriyor ve dışarıya çıkamıyor. Bu yolunu şaşırmış kuşta sizi çeken bir şey var. Onu beslemeye karar veriyorsunuz. Ama ertesi gün kuşun rengi sizi şaşkınlığa düşürerek maviden sarıya dönüşüyor! Bu özel kuş, ertesi gün gene renk değiştiriyor. Üçüncü günün sabahında parlak bir kırmızı ve dördüncü gün tamamen siyah oluyor. Beşinci gün uyandığınızda kuşun rengi nedir?

1. Renk değiştirmiyor, siyah kalıyor.

2. İlk rengi olan maviye dönüyor.

3. Beyaz oluyor.

4. Altın rengi oluyor.


Anahtar: Uçup odanıza giren kuş, iyi bir şans sembolü gibi görünmektedir. Ama aniden renk değiştirerek bu mutluluğun uzun sürmeyeceği konusunda endişelenmenize neden olur. Bu duruma verdiğiniz tepki gerçek hayattaki zorluklara ve belirsizliklere vereceğiniz tepkileri gösterir.

1. Kuşun renk değiştirmediğini siyah kaldığını söyleyenler karamsarlardır:

Durum bir kez kötüye gidince bir daha asla düzelmeyeceğini ve daima öyle kalacağını mı düşünüyorsunuz? Belki de şöyle düşünmeye çalışmalısınız: Eğer bu en kötü durumsa o zaman daha kötüye gidemez. Unutmayın hiç dinmeyen yağmur yoktur ve en karanlık gecenin sabahında bile mutlaka güneş doğar.

2. Kuşun yeniden maviye döndüğünü söyleyenler iyimserlerdir:

Hayatın iyi ve kötünün bir karışımı olduğuna inanıyorsunuz ve gerçekle savaşmakla bir şey elde edilemeyeceğini biliyorsunuz. Şanssızlığı, soğukkanlılıkla kabulleniyorsunuz ve olayları strese ya da endişeye kapılmadan kendi akışına bırakıyorsunuz. Bu da size şanssızlığın dalgalarında sürüklenmek yerine onlarla birlikte yol almayı sağlıyor.

3. Kuşun beyaza döndüğünü söyleyenler baskı altında sakin ve kararlı davranabilenlerdir:

En kötü zamanlarda bile kaygılanmakla ya da kararsızlıkla zaman kaybetmiyorsunuz. Eğer durum çok kötüleşirse o zaman gereksiz bir üzüntünün bataklığına gömülmeden kayıplarınızı bir kenara atıp amacınız için kendinize yeni bir yol seçiyorsunuz. Bu iradeli tutumunuz, işlerinizin hep yolunda gitmesini sağlıyor.

4. Kuşun altın rengine döndüğünü söyleyenler korkusuzlardır:

Siz baskının anlamını bilmiyorsunuz. Size göre her kötü durum bir fırsat. Napolyon ile kıyasla-nabilirsiniz, demiş ki; “... imkansız: Bu sözcük Fransızca değildir.” Ancak sonsuz güveninizin sizi gafil avlamasına izin vermeyin. Korkusuz ile çılgın arasındaki çizgi çok incedir.

DeepNote: ben daha şıklara bakmadan beyaz demiştim xD





12
Kurgu İskelesi / İsimsiz'in Karanlık Güncesinden.. ~
« : 13 Temmuz 2008, 01:23:37 »

Ey yolcu..

Tesadüf eseri karşılaştığın bu günceyi alıp okuyor olmana sevindim. Ya da en azından, okuma tenezzülünde bulunmana. Ölümümden sonra sesimi duyan tek kişi olma şerefine eriştin. Ama bunun bir lanet mi, yoksa bir nimet mi olduğuna sen karar vereceksin. Bana sorarsan bu seninki şanssızlık.. Neden göçüp gitmiş biriyle vaktini yitiresin? Şu anda okumayı bırakarak gidebilirsin. Uğraşmak istemiyorsan bunu tavsiye ederim sana.

Hala okumaya devam ediyorsan da teşekkürler. Ölümümden önce ve ölümümden sonra beni anlamaya çalışan ilk insan olmana yorarım bunu ben. Abarttığımı düşünüyor olmalısın, inan bana kime söylesem böyle düşünüyor çünkü. Dediğim gibi, asla beni anlayan birine rastlamadım. Ha belki olur da Ölüm yardımcı olur, sonsuz karanlığın içinde bir yoldaş çıkarır bana, bilemem.. Hiç ölmedim.. Ama öleceğim…

Evet, şu ana kadar anlamış olacağın gibi bu bir veda hedesi ve sen de bunu okuma şansına erişmiş tek insansın. Sürekli bunu sana hatırlatıyor olmanın sinir bozucu olduğunu fark ederek konuya giriş yapıyorum. Hayatım aşırı derecede büyük talihsizliklerle dolu. Eminim herkes şanssız olduğunu düşünüyordur ama benimki kadar talihsiz olamazsın. Hikayemi dinleyince anlayacaksın.

Kötü kaderimin beni içten içe öldürmeye başladığı ilk ana gidelim… Küçüktüm daha, kaç yaşımda olduğumu hatırlayamıyorum bile. Soylu – ya da en azından öyle olduğunu iddia eden – bir ailem vardı… İkide bir damarlarımızdaki o sözde asaletten söz ederlerdi, ama bana sorarlarsa asalet dedikleri tek şey kötücül geçmişimizdi. Atalarımın çoğu karanlık işlere karışmış büyücülerdi, çok çok karanlık. Ve ailem bundan bir övünç olarak söz ederdi, ama yine de bu tarz işlere karışmamı ve soru sormamı istemezlerdi. Ve ben de her küçük çocuğun yaptığı gibi, bana yapılmam yasaklanan şeye eğilimli ve meraklı olarak büyüdüm, aile geçmişime. Neler yapmışlardı, ne gibi büyülerdi bunlar? Neden böylesine karanlık ve ürkütücüydü, neden araştırmamı istemiyorlardı? Bu soruları defalarca yönelttim, hiçbirinde cevap alamadım. Sadece bir keresinde annem, “Fazla kurcalama, senin de bulaşmanı istemiyorum,” demişti. Ne demekti bu? Neden ben bulaşmayaydım? Bu kadar övdüğü karanlık büyülerden neden uzak tutuyordu ki beni?

Ama içten içe merak etmek dışında yapabileceğim bir şey yoktu. Zamanla büyüdüm, olgunlaştım. Ama bu içimdeki çocuksu merak dinmedi. Ben de araştırmak için ölümlerini beklemeye karar verdim dört gözle. Onlar yaşıyorken bana mani olacaktı, biliyordum çünkü. Buna karar vermemden sonra birkaç ay geçti ve ben babamı kaybettim. Annem onun nasıl öldüğünü bana asla söylemedi. Bu gizem oyunlarından sıkılmaya başlamıştım, annem de bunun farkındaydı ama tepki vermiyordu. Fakat gittikçe daha büyük bir yasa gömülüyordu, artık kaldıramayacak gibiydi. Kısa bir zaman sonra o da düştü ölüm döşeğine.. Bana bir zarf verdi, kısa bir süre sonra ölüm onu da aldı.

İkisine da yas tutmadım, üzülmedim. Üzülemiyordum, sıradan bir eşyamı kaybetmek gibiydi benim için. Ama nedense daha serbest hissediyorum, bunun için kendimden ölene kadar nefret ettim.  Annemin bana verdiği zarfı hatırladım birkaç gün sonra. İçinde birkaç kelime vardı sadece, bozuk ve silik bir el yazısıyla iş olsun diye çiziktirilmiş gibiydi, “Bizim halının altını bi araştırıver..” Bunun ne anlama geldiği konusunda bir fikrim yoktu ama öğrenmenin tek yolu gidip görmekti. İkisinin daha önce pek sık uğramadığım odalarına girdim bir an bile beklemeden. Kocaman halıyı kaldırıp ahşap yüzeyde gezinmeye başladım. Belki de ölmeden önce beni sinir etmeyi felan istemişti, bilemiyordum. Sinirli sinirli halıyı hırpalarken bir şey fark ettim, sanki parkelerin altı boş gibiydi. Sertçe basmaya başladım kıracakmışçasına, bir süre sonra parkelerin oynadığını fark ettim.

Bir kapağın üzerindeydim. Bir an bile tereddüt etmeden, sınırsız merakımı tatmin etmek için kapağı zorlayarak açtım. Küçük, dar bir koridora düşmüştüm. Son derece havasızdı. Kapaktan çıkıp bir el feneri almam gerekliydi, ışıksız ilerleyemeyeceğim kadar karanlıktı. Feneri önümde tutarak yürümeye devam ettim dar ve ahşap bir kapıya gelene kadar. Kilitliydi ama yıllardır yeraltında kalmanın esiri olacak ki çürümüştü.

Bunlara bir anlam veremiyordum. Evin altında bir tünel, ve bir kapı. Bu işin nereye varacağı konusunda bir fikrim yoktu, nereye ulaşacağımı da bilmiyordum. Evin altında böyle gizli dolaplar dönüyordu ve benim yeni haberim oluyordu. Kabul etmeliydim, bizimkiler bir şey saklamayı iyi beceriyordu. Ama neydi sakladıkları? Artık merak ettiğim her şeye biraz daha yakın hissediyordum kendimi. Nihayet içimdeki bitmek bilmeyen bilgi açlığını tatmin edebilecektim. Bu düşünceyle ve onlara duyulan bu öfkeyle şiddetle kapıyı tekmeleyerek açtım.

Sonucunda olacakları bilsem asla yapmazdım…

Ve şimdi sen.. Talihsiz hikâyemi buraya kadar dinleme nezaketini göstermiş şanstan yoksun insan. İstersen burada bırakabilirsin, devamı pek de iç açıcı olmayacak. Çünkü her çeşit pislik var, senin de sinirlerin bozulmasın istiyorsan burada bırak. Ha sen de kendine engel olamıyorsan bir an bile durma. Devamına sinsice bir göz at, benim gibi sonsuz bir merakla lanetlendirildiysen tabii..



[~ Ey yolcu, ciddi ciddi beğendiysen devamını da yazayım.. =P ]


13
Müzik Haberleri / Electronica Festival İstanbul ''08
« : 12 Temmuz 2008, 13:43:08 »


Electronica Festival 2008 bugün müzikseverlere kapılarını açıyor.

FG 93.7 tarafından, FIAT Grande Punto ana sponsonsurlugunda düzenlenen Türkiye'nin ilk dans müziği festivali Electronica Festival İstanbul, ilk 4 senede 62.000 katılımcıyı ağırladı ve beşinci senesinde sürpriz sanatçılar ve görkemli prodüksiyonuyla geliyor.

Artık tüm dünyada tanınan ve referans festivaller arasına giren, 4 sene içinde 400’u aşkın performansa ev sahipliği yapan Electronica Festival İstanbul 2008 senesinde de birçok önemli ismi konuk ediyor.

2008 senesinde 20.000 katılımcı hedefiyle yola çıkan Electronica Festival İstanbul, 11 ve 12 Temmuz tarihlerinde benzersiz sahne ve ışık şovlarıyla katılımcılara 5. yıl coşkusunu yaşatıyor!

FG 93.7 dinleyicileri ve tüm müzikseverlerin merakla bekledikleri Electronica Festival Istanbul 2008, Park Orman’ın benzersiz ortamında Fiat Grande Punto, Flexi Card, Redbull, Vespa, Miller ve Molped’in katkılarıyla uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir deneyim vaad ediyor. Electronica Festival Istanbul 2008’in TV sponsoru ise MTV Turkiye!

Electronica Festival İstanbul 2008 bir ana sahne ve bir dev çadır olmak üzere 2 sahnede gerçekleşiyor. 2 büyük sahneye ek olarak 500 kişilik ‘Silent Disco’ sahnesi de ülkemizde ilk kez uygulanıyor ve festival katılımcılarına hiç yaşamadıkları bir deneyim sunuyor. Her iki gün de ana sahnedeki performanslarla gündüz saatlerinde başlayacak festival, gece yarısından sonra muhteşem çadır alanında dünyanın en iyi DJ’leriyle sabahın ilk ışıklarına kadar sürecek.

Beşinci senenin DJ headliner’ı ülkemizde ilk performansını verecek olan, dans müziği müzik sahnesinin en büyük efsanelerinden David Guetta! Her daim DJ olmadığını belirten ve canlı performansının ne denli harika olduğuna vurgu yapan dahi prodüktör Trentemöller ise ilk kez canlı performansıyla festivalin ana sahnesinde müzik ziyafeti sunacak. Festivalin eklektik ve yıkıcı performans ihtiyacını karşılamak için de Felix Da Housecat işbaşında!

Viyana ekolünü muhteşem prodüksiyonları ve dans müziğiyle sentezleyerek Electronica Festival İstanbul 2008’e taşıyacak olan saygı değer ekip Kruder&Dorfmeister, 3 MC ve ünlü video sanatçısı Fritz Fitzke eşliğinde ana sahnede...

Senelerdir gelmesi beklenip bir türlü ülkemizde performans verememiş olan, Kanada’nın süper yıldızı Tiga... ilk kez... Electronica Festival İstanbul 2008’de!

Festivalin en büyük sürprizi, belki de 2008 senesinin en büyük sürprizi ise Etienne De Crecy’nin fransız dehasını her ayrıntısıyla gözler önüne seren muhteşem canlı performansı ve otoriteler tarafından Daft Punk’ın 2007 turnesinden sonraki en muhteşem şov olarak gösterilen sahne şovu! Fransız elektro akımının en iyi örnekleriyle yaşanacak işitsel zevke, üçüncü boyuta ulaşan sahne şovunun görsel zevkini de ekleyin...

// 11 Temmuz 2008 - Cuma:

DAVID GUETTA
KRUDER & DORFMEISTER Soundsystem – live
FELIX DA HOUSECAT
ETIENNE DE CRECY - live
Sagopa Kajmer - live
Uhr
Cess
Ahmet Sendil aka Met
7-Erhan
High Vision
Rubsilent
Hyper Jumperz
Electrode Band
Kid-E


// 12 Temmuz 2008 - Cumartesi:
TIGA
TRENTEMÖLLER – live
DEADMAU5 – live
Bedük - live
U.F.U.K
Ser-touch
Ilker Aksungar
Burhan Kılıçak
Ali&Ozan
Batu
Altan
Orkun Bozdemir


~ Jensou yorumluyor:
David Guetta için yine giderdim ben ya :P Ama olaya bakınız, o çok istediğim rock festivallerine gidebildim de elektroniği kaldı sanki.. ey yüce Cliff...

14


Metallica merakla beklenen albümünün alışıldık albümlerden farklı olacağını açıkladı.

Resmi internet sitesinden yaptığı açıklamaya göre grup, Death Magnetic adını verdiği albümünü sınırlı sayıda, tabut şeklinde box set olarak çıkartacak.

Box set, demo ve grubun albüm hazırlık aşamasındaki çalışmalarının görüntülerini de içerecek.

Metallica box set'in kesin çıkış tarihi vermemekle beraber, tabut şeklindeki box set'in sonbaharda, Death Magnetic ile aynı zamanda çıkacağı tahmin ediliyor.


St. Anger gibi olmasın da ne olursa olsun.. Aman ha gözünü sevem James.. ;D[/i]

15
Müzik / Iced Earth
« : 12 Haziran 2008, 01:07:00 »



Iced Earth grubunu 20 Ocak 1985?de, Jon Schaffer okul arkadaşlarıyla birlikte kurdu. Topluluğun ilk ismi Purgatory'ydi. Bill Blackman?ın ölümü Jon'u çok sarstı ve ölümünün 6. yılında Blackman?in eşyalarıyla işe koyulmaya karar verdiler.

Jon çok iyi gitar çalamıyordu ve bu yönünü geliştirmekte kararlıydı. Yitirdiği arkadaşı için bir şeyler yapmak istiyordu. 1985 yılında "Burning Oasis", 1986 yılında da "Psychotic Dreams" ve "Horror Show" demoları yayınladılar. Bu demolardaki tarz, 80?li yılların thrash ve heavy metalini anımsatıyordu.

Daha sonra grup elemanları arasında grubun isminin değişmesi üzerinde tartışmalar başladı. Jon Schaffer da ölen arkadaşının onuruna grubun yeni adını "Iced Earth" diye duyurmuştu.

1988 yılında "Enter The Realm" demosu hazırlandı. Tom Morris bu demo üzerinde Jon?a yardımlarda bulunmuştu. Çalışma, Avrupa underground piyasası ve magazinlerinin favorisi olmuştu ve Rock Hard yılın en iyi demosu olarak "Enter The Realm"ı belirlemişti. ?Enter The Realm??ın elde ettiği başarıdan sonra Century Media şirketi ile sözleşme imzaladılar. Grubun kadrosu Jon Schaffer (Gitar-Vokal), Randy Shawver (Lead Gitar), Gene Adam (Vokal), Dave Abell (Bas) ve Mike McGill (Davul) şeklindeydi.

1991 de "Iced Earth" albümü yayınlandı. Bu zamana kadar diğer büyük gruplardan aldıkları fikirleri iade ettiler ve kendi temellerini oturtular... Müzik oldukça ağır, hızlı, karanlık, melodik ve karmaşıktı. Schaffer gerçekten de kendisini çok geliştirmiş, iyi ritm tutmaya başlamıştı.

Yeni albüm çalışmalarına başlayan grup, eleman değişiklikleri yaşadı, Gene Adam ve Mike McGill gruptan ayrılarak vokale John Greely, davula da Richey Secchiari geldi. 1992 yılında mistik ve korkunç hikayeleri barındıran 2. albüm "Night Of The Stormrider" çıkarıldı. Taraftarların Jon'a verdikleri ilham karşısında Jon, yeni albümde hem liriksel hem de müzikal bir gelişme göstermiştir. Ve Jon müzik kariyerinin en büyük epik eserlerinden birine bu albümde "Travel In Stygian" parçası ile imza atmıştır.

"Night Of The Stormrider" albümü sonrasında, grup, albüm çıkarmak açısından müzik piyasasından uzun bir süre uzak kaldı. Jon ve arkadaşları kırık dökük grup arabasıyla turlar düzenleyerek konserler veriyorlardı. Almanya?da iken grup arabası bozulmuştu. Bu aksaklıklar devam etti ve onları etkileyen, Jon?un moralini bozan bir çok şey oldu. Bunların sonucunda uzun bir süre albüm yapılamadı. Ancak aradan 3 yıl geçti ve 1995 yılında "Burnt Offerings" albümü raflardaki yerini aldı.

Grup zaman geçirmeden 1996 yılında "The Dark Saga" albümünü çıkardı. Bu çalışma, öncekilere göre daha karanlık, melodik, hareketli ve sadeydi. Müzik gerçekten de çok güçlüydü ve davul daha hızlı çalıyordu. Albüm sonrasında grup turlara çıkmış, tur esnasında Jon boynundan sakatlanmış, günlerce bandaj kullanmak zorunda kalmıştır. Sonrasında ameliyat olan Jon?un bu sorunu hala devam etmektedir.

1997 yılına gelindiğinde farklı formatta bir albümün çıktığını görüyoruz. "Days of Purgatory" albümü ile grup, 1986 ve 1994 yılları arasındaki çalışmalarını yeniden düzenleyerek piyasaya sürmüştür. En önemlisi, daha önce Purgatory adı ile çıkarmış oldukları ve herhangi bir şirketten yayınlanmayan demolarındaki parçalar da tekrar şekillendirilmiş ve bu parçaları Matthew Barlow söylemiştir. Eski parçalar her açıdan gözden geçirilmiş, daha kaliteli bir format ve şekilde müzikseverlere sunulmuştur.

Albümün ismi olan "Days Of Purgatory", grubun uzun yıllar çektiği eziyetleri ve ödediği bedelleri yanısıtıp şu an hangi noktada olduklarını hatırlatması açısından manevi bir etkiydi.

1999 yılında sadece ABD için "The Melancholy" EP?si çıkmış ve 2 yıl sonra da Avrupa?da yayınlanmıştır. ABD için basılan EP?de ?Melancholy? , ?Watching Over Me? , ?I Died For You?, Bad Company grubundan ?Shooting Star? ve Black Sabbath grubundan da ?Electric Funeral? coverı yer alıyordu. 2001 yılında Avrupa için çıkarılan EP?de de bu parçalara ek olarak, ?Colors? parçasının canlı formatı ve Judas Priest?den ?The Ripper? coverı yer alıyordu.

Son albüm de 2001 yılında "Horror Show" adı ile gelmişti ve grubun bu seferki görüntüsü korku öğeleri üzerineydi. Çocukluklarının korku öğelerini yansıtan unsurlara yer vermişlerdi. Bunun yanında Spawn çizgi romanının çizeri Danny Miki ile Jag Panzer ve Opeth gibi gruplara albüm kapağı yapan Travis Smith gruba zengin detaylar sunmuşlar, şarkı sözlerinde de katkılarda bulunmuşlardır. Grup bu öğelerle bir çok hayranın çocukluk kabuslarına, korku öğelerine yer vermiş, bu konuda attığı adımla adeta çığır açmıştır.

* I died for you şiddetle tavsiye ettiğim bir parçadır. Hayatımın şarkısı diyebilirim.. Melancholy felan da aynı derece hoştur, bunun dışında çok hareketli parçaları da vardır. Mükemmeldir, dinlemeden ölmeyiniz.

Sayfa: [1] 2 3