Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - KingKiller

Sayfa: [1] 2 3
1
Oyunlar / PS4 almalı mıyım?
« : 28 Ekim 2016, 22:55:52 »
Kaç zamandır düşünüyorum, her türlü yorumu okuyorum ama ne yazık ki buraya yazmak daha yeni aklıma geldi. Kullanan varsa tavsiye eder mi? Diğer konsolu mu beklemeliyim? Veya elimde ki PS3 ile devam mı edeyim? Bir de uygun fiyatlı yerleri bilenler yazabilirse çok sevinirim. Şimdiden teşekkürler.

2
Liman Kütüphanesi / Kitap Listesi
« : 14 Ekim 2016, 00:36:28 »
Malum az zaman kaldı kitap fuarına ve herkesin yavaş yavaş listelerini hazırlamaya başladığı zamana da girdik herhalde. Bu konuda herkes listesini paylaşırsa belki gözden kaçırdıklarımız varsa yararlanabiliriz.
- SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA- MUSTAFA YILDIRIM-ULUS DAĞI YAYINLARI
- OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE-M.EMİN DEĞER-KİLİT YAYINLARI
- AMERİKAPERESTLER-EROL BİLBİLİK-NERGİZ YAYINLARI
- MELEKLER VE ŞEYTANLAR-DAN BROWN-ALTIN KİTAPLAR

Şu sıralar araştırma kitaplarına takıldığım için bunları yazdım şimdilik listeye :D

3
Yazarlar / Dan Brown
« : 12 Ekim 2016, 22:40:21 »
Amherst Koleji ve Philips Exeter Akademisi’nden mezun olduktan sonra bir süre eğitim gördüğü bu okullarda İngilizce öğretmenliği yaptı. Şifre çözme ve gizli hükümet örgütlerine duyduğu ilgi, 1996'da ilk romanı Dijital Kale'nin ortaya çıkmasını sağladı.

Roman, yayımlanmasından hemen sonra Dan Brown bir anda elektronik kitap listelerinde 1 numaraya yükseldi. Amerika Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nı (NSA) konu alan roman sivil halkın mahremiyeti ile ulusal güvenlik arasındaki ince çizgiyi irdeliyordu.

Başkanlık Ödülü'nü kazanmış bir matematik profesörü ile ilahiyat müzisyeni bir annenin oğlu olan Dan Brown, bilim ve din gibi paradoksal felsefelerin egemen olduğu bir ortamda büyüdü. Bu birbirini tamamlayıcı görüşlerden aldığı esinle ünlü romanı Melekler ve Şeytanlar'ı 2000 yılında yazdı. Bu yapıt da bir İsviçre fizik laboratuarı ile Vatikan kenti arasında geçen, bilim ve din odaklı bir gerilim romanıdır.

Yazar 2001'de yazdığı tekno-gerilim türündeki ikinci romanın İhanet Noktası'nda da politikada ahlak, güvenlik ve gizli teknoloji konularını işledi.

Dan Brown, büyükbabasının da mason olduğunu pek çok programda açıklamıştır. Evlerinde garip önlükler ve beyaz eldivenler bulduğunu söylemiştir. Kayıp Sembol adlı romanını da bu yüzden yazdığı düşünülmektedir. Kitabın konusu da masonluktur.

Ayrıca, 2003 yılında çıkardığı ve tüm dünyada satış rekorları kıran Da Vinci Şifresi kitabının da yazarıdır. Da Vinci Şifresi ve Melekler ve Şeytanlar kitaplarının filmi de çekilmiştir.

Sanat tarihçisi ve ressam olan eşi de araştırmalarına yardım etmekte ve eserlerine fon sağlamaktadır.



Romanlar
Dijital Kale (1998)
İhanet Noktası (2001)

Robert Langdon Serisi
Melekler ve Şeytanlar (2000)
Da Vinci Şifresi (2003)
Kayıp Sembol (2009)
Cehennem (2013)

www.danbrown.com

Kaynak: vikipedi

Edit : Bu zamana kadar konunun açılmamış olmasına şaşırdım :D

4
Televizyon / Westworld
« : 09 Ekim 2016, 21:56:36 »




Oyuncular :   Anthony Hopkins, Ed Harris, Evan Rachel Wood

Trailer: https://www.youtube.com/watch?v=IuS5huqOND4&sns=gp

İlk bölümü izledim ve şu sıralar ikinci bölümü yayınlandı herhalde. Yayınlandığı ülkede reytingler patlama yapmış, oyuncu kadrosu kalite kokuyor. Fringe dizisini sevenler büyük ihtimalle bu diziye de hayran kalacaklardır.

Ne dersiniz bir HBO efsanesi daha mı doğuyor?


5
Tartışma Platformu / YGS'ye hazırlık ve kitap okumak
« : 04 Ekim 2016, 20:13:19 »
Son senem olduğundan kitap okumayı azaltmak istiyorum, ama her defasında gözüme bir kitap kestirip onu bitirince ders çalışacağım diyorum ama o bitince başka bir kitabı gözüme kestiriyorum. Bu durum filmler ve diziler içinde aynı şekilde devam ediyor. Nasıl azaltabileceğimi düşündüm, düşündüm ama bir sonuca varamadım. Bu forumda da aynı şeyleri yaşayanlar varsa tavsiyelerinizi almak isterim. Sınava az kaldı çünkü...

6
Sinema / Alien izleme sırası?
« : 14 Mart 2013, 19:43:06 »
Arkadaşlar, ben Alien serisine başlamak istiyorum. Ama hangi filmden başlayacağımı bilemiyorum. Bilen biri varsa söylerse sevinirim.

7
Tartışma Platformu / Hangi dergileri takip ediyorsunuz?
« : 10 Şubat 2013, 19:47:51 »
Arkadaşlar burada hangi dergileri takip ettiğimizi ve bu dergiyi niçin takip ediyoruz? sorusunu cevaplarsak, belki o derginin yeni takipçileri çıkar :D

Benim takip ettiklerim şöyle (Liste biraz kabarık. :D)

1- Derin Tarih (Sevdiğim bir yazarın çıkarttığı aylık dergi. Osmanlı tarihine meraklılara tavsiye ederim.)
2- Ntv Tarih (Bu ay ilk kez aldım.)
3- Atlas Tarih (Bu ay ilk kez aldım. İki ayda bir çıkıyor.)
4- Blue Jean (Sırf Headbang eki için alıyorum.)
5- Sinema (Çok severk takip ettiğim bir dergi. Bunu da tavsiye ederim.)
6- Uykusuz (Haftalık çıkıyor. Okurken çok eğleniyorum. :D Tavsiye ederim.)
7 - Penguen (Haftalık çıkıyor. Bunda daha çok eğleniyorum. :D Tavsiye ederim.)

8
Liman Kütüphanesi / En Son Hangi Kitabı Aldınız?
« : 09 Şubat 2013, 14:43:37 »
En son aldığımız kitapları burada paylaşabiliriz.

Barış Bıçakçı - Bizim Büyük Çaresizliğimiz

9
Mitolojiler / Mitolojik Yaratıklar
« : 09 Şubat 2013, 14:32:59 »
Abra:
Abra, Altay Mitolojisi'nde, yeraltındaki büyük denizde yaşadığına inanılan, Erlik hizmetlisi, timsah biçimli yaratıktır. Abura diye de telaffuz edilebilir. Yeşil bir kumaştan yapılmış ve örgülerle süslenmiş Abra'nın tasviri, şamanın giysisine asılır. Abra'nın başı puhu (bir baykuş türü) tüyleri ile süslenir. Gözü, parlak bakır düğmelerden, ayakları da genellikle kırmızı kumaşlardan seçilmiş yamalardan yapılır. Bunlara, örülmüş dokuz püskül eklenir.

Azmıç:
'Azmıç'ın adı, 'az' köküyle bağlantılı olup, Yol Azdıran şeklinde tanımlanır. Karaçay-Balkarların inançlarına göre Şeytâni bir ruh. Belli bir görüntüsü yoktur. İnsanlara düşmandır, kurbanları tek başına yola çıkan insanlardır. Azmıç bu insanları onu tanıyan birisinin sesiyle çağırır. İnsan dönüp cevap verirse Azmıç'ın buyruğu altına girer. Azmıç da bu insanı kayalıklardan aşağı atar.

Bahamut:
Arap mitolojisinde orjinalde su ile ilgili bir figürdür. Fakat modernizasyon işlemi sırasında bu figür büyük oranda değiştirilmiştir. Bahamut, engin bir denizde yaşayan dev bir balıktır. Kujata isimli dört bin göz, kulak, burun, ağız, dil ve ayağa sahip dev bir boğanın dostu olarak bu mitolojide yer alır.

Basilisk:
Eski Avrupa efsanelerinde adı geçen efsanevi bir canavardır. Binlerce yıl yaşayabilen bir ejderha veya yılan (bazen başı horoz, kuyruğu yılan olan bir yaratık) olarak tanımlanmakta ve Eski Yunancada yılanların kralı anlamına gelmektedir. Naturalis Historia of Pliny the Elder'e göre basilisk; oldukça zehirli küçük bir yılandır ve dişleri kadar bakışları da öldürücüdür. Ağzından ateş çıktığı ve sadece tıslamasıyla da öldürebildiği söylenen basilisk, akrep gibi kuru iklimleri tercih eder. Isırığı kurbanını hidrofobik hale getirir. Yanlızca tilki ve o zamanlar öldürücü bir zehir salgılayan gelincik tarafından öldürülebilir. Başka bir kaynağa göre de horoz ötüşü basilisk için ölümcüldür.

Bir basilisk kara kurbağasının altında kırılan tavuk yumurtasından doğar. Gerçekte şekil değiştiren bir ejder-yılandır. Ve başının horoz olarak da tasvirlenmesinden dolayı; yarı kuş yarı ejderha olan Kokatris(cocatrice) ile karıştırılır.

Bennu:
Mısır mitolojisinde Güneş Tanrısı Ra'nın ruhuna sahip olduğu söylenen balıkçıla benzeyen bir kuştur. Ayrıca bu mitolojiye göre, Bennu kendini Ra Tapınağı'nın çevresinde olan kutsal bir ağacın alevinden oluşturmuştur. Başka bir versiyona göre de, Bennu, Osiris'in kalbindeki çatlaktan dışarı çıkmıştır. Bennu, gri, mavi, mor ya da beyaz balıkçıl olarak resmedilmiştir.

Bukrek:
Altay şamanlığında, "Sangal" isimli kötü ejderle uzun yıllar savaş yapmış, kertenkele görüntüsüne sahip olan bir ejderdir. Denizleri birbirine bağlayan ve üst denizlerde yaşadığına inanılan bu yaratık "Bukra" olarak da isimlendirilir. Uçamayan çok az ejderden birisidir. Uzun bir boynu, çok sağlam ve güçlü pençeleri vardir. Sesi çok güzeldir ve çok uzaktan duyulabilir. Sesini duyan kötü ejderler ondan kaçarlar. Sangal ile olan 9 yıl boyunca süren savaşı kazandıktan sonra kuyruğunun ucunda taşıdığı yelpazeyi Anadolu'da bir yere saklayıp halen yaşadığı üst denizlere gitmiştir. Efsaneye göre her bin yılda bir kez Anadolu'da gezinip duruma gözkulak olurmuş. :)

Bunyip:
Bunyip (genelde şeytan yada ruh şeklinde çevrilir.) Aborjin inancında suda yaşayan bir deniz canavarıdır. Bazı insanlar bunyipi gördüklerini söyleseler de; bunyip, şu an diğer aborjin inancındaki canavarlar gibi mitolojiktir. Bunyip tanımları büyük ölçüde değişmektedir. Aborjin açıklamalarından çıkarılan ortak özelliklere göre; köpek-yüzlü, koyu kürklü, at kuyruklu, boynuzlu bir ördeğe benzemektedir. Genelde bataklıklarda yaşadıkları söylense de, nehirlerde, göllerde ve diğer su kaynaklarında yaşadığı da anlatılmaktadır.

Chupacabra:
Chubacabra, ilk kez 1995 yılında Porto Riko'da görüldüğü iddia edilen keçi, tavşan, köpek, tavuk ve benzeri hayvanların kanını emerek öldürdüğü söylenilen efsanevi bir yaratıktır. Amerika'daki iddialara göre tüysüz bir köpeğe benzediği söylenen bir yaratık, Porto Riko'daki söylentilere göre ise iki ayakları üzerinde durabildiği söylenen korkunç görünümlü bir canlıdır. Cabra; keçi, Chupa; emen anlamına gelir. Hayal ürünü bir yaratık olduğu da söylenmektedir. Tüysüz olmasının ya da öyle görünmesinin nedeni bazı uzmanlar tarafından uyuz olmuş bir köpek olabileceği yönündedir.

Demirkıynak:
Bigadiç dağlarında yaşayan, her kılığa girebilen, korkunç sesler çıkararak insanların delirmelerine sebep olan, çok pis kokulu kötücül bir yaratıktır. Sudan çok korkar. O göründüğü anda akarsu veya göle giren insanlara bir zarar veremeyeceğine inanılır.

Deniz kızı:
Deniz kızları, belinden yukarısı dişi bir insan görünümünde olan, ama aynı zamanda bir balık kuyruğuna sahip olan efsaneleşmiş yaratıklardır. Dünya üzerinde birçok kültürde deniz kızları farklı, ama birbirine çok yakın şekillerde betimlenmiştir. Sirenler gibi bazı deniz kızları denizcilere şarkılar söyleyip onları büyülerler, işlerinden alıkoyarlar ve güverteden denize yuvarlanmalarına ya da daha kötüsü geminin batmasına neden olurlar. Diğer hikâyelerde ise deniz kızları boğulma tehlikesi geçiren erkekleri kurtaran iyi kalpli deniz canlıları olarak betimlenmişlerdir. Aynı zamanda bu erkekleri su altındaki krallıklarında yaşamaya da davet ederler. Hans Christian Andersen'in Küçük Deniz Kızı'ında ise deniz kızlarından bazılarının erkekleri denizin altına doğru çekerken insanların su altında nefes alamadıklarını unuttukları ya da bilmedikleri söylenir.

Dev:
Dev, birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde yer alan yaratıktır. Genellikle insan görünümünde fakat anormal büyüklükte ve çok kuvvetli tasvir edilmiştir. Kadın veya erkek olabilirler. Farklı bölgelerin mitolojilerinde, kökenlerine dair farklı inanışlar vardır. Örneğin Hint-Avrupa mitolojilerinin çoğunda, kaos ile ilişkilendirilmiş lanetli bir ırktır ve yabani bir doğası vardır. Çoğunlukla tanrılarla arasında husumet vardır (örneğin, Yunan mitolojisindeki titanlar). Bazı hikâye ve efsanelerde insan yiyen canavarlar olarak da tasvir edilirler. Devlere, Semavi dinler olarak inanılan dinler ve diğer eski inançlarda da göndermeler yapılmıştır. Genellikle tasvir aynıdır; ilk insanın yaradılışından evvel yaşamış "Tanrı Oğulları" olarak bilinen ve tanrının insan oğullarıyla ilişkiye giren yedi meleğinden türemişlerdir. Hanok kitabına göre Nuh da doğduğunda bahsi geçen devlerle aynı özelliklere sahipti.

Ejderha:
Ejderha, ejder olarak da bilinir, yarasa kanatlı, dikenli kuyruklu, derisi pullu, ağzından ateş saçan dev kertenkele ya da yılan biçimindeki efsanevi canavardır. Tarih öncesinin ejderhayı andıran dev sürüngenleri hakkında hiç bilgi yokken bile bu yaratıkların varlığına inanılırdı. Efsanevi bir yaratık olan ejderha (Türkçesi Evren) çoğunlukla büyüsel veya ruhani güçlere, özelliklere sahip, kuvvetli ve büyük bir kertenkele veya başka bir sürüngen olarak tasvir edilmiş, tanımlanmıştır. Genellikle ağızlarından ateş çıkardıkları da söylenmektedir. Batı tasvirleri genellikle kanatlıyken, Doğu'daki tasvirlerde genellikle kanat bulunmaz. Ejderhalarınkine benzer özellikler içeren efsanevi yaratıklar neredeyse her kültürde mevcuttur. Hatta ejderha Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerinin simgesidir. Ve çoğu zaman iki yüzlü düşmanları belirtmek için 2 başlı ejderha deyimi kullanılır.

Emegen:
Kafkas efsanelerinde anlatılan çirkin, insanüstü, zaman zaman birden fazla başı olan dev varlıklardır. Yine Nart efsanelerinde emegenlerin sayıları pek çoktur. Her üç ayda bir doğum yapmakta, her doğum sırasında ise yüzden fazla çocuk doğurmaktadırlar. Nart destanlarına göre dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı emegenlerdir. Tanrılar, yeryüzünü emegenlerin kötülüğünden korumak için Nartları yaratmıştır. Bu yüzden Nart kahramanları sürekli emegenlerle savaş halindedirler. Bu kahramanlar, bilek güçleriyle ve üstün zekalarıyla emegenleri genellikle yenmeyi başarıp, galip gelseler de, bazen emegenlerin Nartları yakalayıp yediği olur.  Emegenlerin anlatılmadığı hiçbir Nart destanı yoktur.

Enkebit:
Enkebit; İç Anadoluda görüldüğü iddia edilen doğaüstü bir varlıktır. Anlatılara göre başında altın bir fesi vardır. Sağ elinin ortası deliktir. Enkebit; uyuyan insanların boğazlarını sıkarak onları boğmaya çalışır. Başından fesini kapan kişiye dokunmayacağına inanılır.

Fantom (Hayalet):
Hayalet, ölü bir kişinin duyu organlarından en az biriyle algılanabilir şekilde belirmesi. Ölü bir kişiye benzer görüntü, ses gibi algıların genellikle ölen kişiyle ilgili bir yerde ortaya çıkması söz konusu olur. Hayaletlerin varlığı tartışmalıdır, şüphecileri ikna edecek kesin bir kanıt bulunamamıştır.

Feniks:
Eski Mısır kökenli efsanevi ateş kuşunun Batı mitolojisindeki karşılığıdır. Pers mitolojisinde Simurg, Arap ve İslam mitolojisinde Anka, İslam sonrası Türk mitolojisinde Zümrüdü Anka, daha önceleri de Tuğrul olarak geçmesi gibi birçok milletin efsanelerinde karşılık bulmaktadır. Bahsedilen bu kuşlar bu mitolojilerde kısmen benzerlik, kısmen de farklılık göstermektedir. Yunan mitolojisinde Feniks'in Habeş diyarında yaşadığına inanılıp bir kartal büyüklüğünde ve çok uzun ömürlü olduğu söylenmektedir. Gözleri yıldızlar gibi parlak olup başında parlak bir sorguç bulunmaktadır. Boynunun tüyleri yaldızlı, diğer tarafları ise kırmızıdır. Ömrünün sonlanmakta olduğunu anlayınca, kuru dalları zamkla sıvayarak kendine yuva yapar ve üstüne kurulur. Kızgın güneşin yuvayı tutuşturup kendini yakmasının ardından küllerinden bir yumurta meydana gelir ve ondan da yeni bir Feniks çıkar. Bu sebeple Hıristiyanlar Feniks adını verdikleri bu kuş mitini öldükten sonra tekrar dirilmenin simgesi sayarak yorumlamışlardır.

Garuda:
Evren ağacının dalları arasında bir yuvada bulunan yumurtadan çıkar. Annesi Vinata, babası Kasyapa'dır. Er Töştük Destanı'nda Karakuş adıyla yer alır; avlanmaya gittiği sırada bir ejderha (Yelbegen) gelip yavrularını yer ve bunu alışkanlık durumuna getirir. Bu kez Er Töştük, ejderhayı öldürür ve yavrularını kurtarır. Bu iyiliğin altında kalmak istemeyen Karakuş, onu yeryüzüne indirmek üzere sırtına bindirir. Yolda yiyecek bitince Er Töştük kendi etinden parçalar kopararak Karakuş'a verir. Yere inince bu fedakarlığı gören Karakuş, onun yaralarının iyileşmesini sağlar.

Germakoçi:
Laz halk inancında orman içlerinde yaşayan, uzun boylu, vücudu kıllarla kaplı maymun ile insan arası bir orman yaratığının adıdır. Gürcüce'de Oçokoçi adındaki canavarla aynı özellikler gösterir (mitolojilerinin de aynı olması Gürcü ve Lazların akraba kavimler olduğunu gösterir) Megrelya'da Oçhokoçi adıyla bilinen efsanevi yaratık pek çok masal ve efsanenin temel kahramanı olup, bazı varyantlarda bir cadı karısının kocasıdır ve yamyamdır.Yamyam olmayan hatta safça davranışlarından dolayı
kolaylıkla kandırılabilen Trabzon folklorundaki Karakoncolos(yaban adamı) ile benzerlikler göstermesine karşın kendine özgü farklılıkları da vardır. Bazı halk bilimciler benzerleri tüm kültürlerde bulunan Amerikan Yerlilerince Sasquash, Nepal'de Yeti olarak isimlendirilen yarı insan dev yaratıkların öykülerinin Homo Sapiens'in hafızasına kazınmış MÖ 100,000 -35.000 yılları arasında yaşamış Neanderthal insanların mirası olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Goblin:
Goblinler, kötü ruhlu, huysuz, zararlı, tuhaf-çirkin vücutlu, cin ahalisinden bir hayalet türüdür, boyu bir cüceninki ile bir insanınki arasında değişik uzunluklarda olabilir. Yer aldıkları hikayeye ve kültüre göre, goblinlere değişik yetenekler ve şekiller atfedilir. Bunlardan bazılarında goblinler, brownie benzeri küçük yaramaz yaratıklar olarak tasvir edilir.

Golem:
Efsanelerde ruhu olmayan genelde kilden veya topraktan oluşturulan bir canlı. Orta çağda tanrının isimlerinin veya sıfatlarının farklı şekillerde söylenmesi, bu kelimeleri oluşturan harflerin farklı şekilde dizilmesi veya bunların bir kağıda yazılarak yapılan muska ve tılsımlarla golem oluşturulmasına ilişkin birçok efsane doğmuştur. Bir musevi efsanesinin kahramanıdır, Talmud'da Âdem'in ruh üflenmeden önce bir golem olduğu yazılıdır. Musevi folklorunda golemler genellikle insan şekli verilmiş çamurdan yapılırlar. Ruhları yoktur, zekaları düşük seviyededir, ki Golem seviyesi İbranicede "aptal" kelimesinden türetilmiştir.

Griffon:
En çok bilineni; kuş ve aslan birleşimi şeklindeki biçimidir. Bazı efsanelerde kuşun türü söylenmezken, diğerlerinde kartal sözcüğü geçer, ender olarak da kanatları olmayan, salt kartal kafası ve aslan bedeninden oluşmuş bir yaratık olarak anlatılır. Yine anlatılara göre, son derece cesur ve gururlu hayvanlardır. Bunlar pençelerinde insan, at, hatta fil taşıyabilecek kadar büyüktürler. Aynı şekilde, pençe tırnaklarının kupa olarak kullanılabileceği söylenir. Hatta köprücük kemiklerinden de yay yapılabildiği ifade edilir. İsveçli tarihçi Olaus Magnus'a göre bu yaratıklar, Kuzey dağlarında yaşamış bir kuş cinsidir. Rivayetlere göreyse erkek bir griffon ile dişi bir at çiftleştiği zaman ortaya çıkan yaratıklara hipogrif denir.

Gulyabani:
Gul-i beyabani orijinal varyantiyle de karşımıza çıkan bu yaratık, gezginlere ve yolculara uğrayıp onları mahveden canavardır. Daha sonraları Anadolu kültüründe ahubabayla beraber anılmaya başlamış ve insan yediği düşünülen kocaman, uzun sakallı ve asalı bir dev olarak tasavvur olunmuştur. Bazı Türk halklarının geleneksel demonolojik görüşlerine göre, her zaman kadın kılığında olduğuna inanılır. "Guleybanı" ve "Aleybanı" şeklinde de rastlanır. Gulyabani, korkunç bir varlık olup, karanlık zamanlarda çölde ve mezarlıklarda koşan birinin gözüne canlı gibi görünür. Vücudu tüyle kaplı, kocaman, pis kokulu bu acayip varlığın ayakları tersinedir. Gündüzleri mezara girer. Geceleri ise hortlayıp çıkar. At binmeyi ve at kuyruğu örmeyi ve çocukları çok sever. Bütün vücudu sarı-kırmızı tüylerle kaplı bu insanımsı çirkin varlık, dağyamaçlarında ve kimsenin olmadığı çöllerde akşam üstü ortaya çıkar. Avcılara yaklaşıp onlarla insan gibi konuşur. Bir şeyler ister sonra onlara güreş yapmayı önerir. Avcı kazanırsa "Gulyabani" sessizce çekip gider. Ama eğer o kazanırsa avcının ayağının altını yalayayalaya kan çıkacak kadar inceltir. Sonra ölünceye kadar kanını içer.

Hınkır munkur:
Hınkır munkur; halk hikâyelerinde yer alan doğaüstü kötücül bir yaratık. Yakaladığı insanları önce boğarak öldüren sonra da yiyen bir canavar olarak tanımlanır. İnsana benzer, fakat göbeğinde bulunan bir torbanın içinde yavrusunu taşır. En korktuğu şey üzerine idrar yapılmasıdır. Böyle tehdit edilirse ortadan kaybolacağına inanılır.

Hırtık:
Hırtık; üst kısmının insan, alt kısmının hayvan şeklinde olduğuna inanılan, bedeni tüylerle kaplı, ayakları ters kötücül cin, yaratık. Akarsularda (Elazığ yöresinde özellikle Fırat Nehri'nde) yaşadığı kabul edilir. Bu yörelerde adına Çay hırtığı da denilmektedir. Hırtık insan kılığına girip, kılığına girdiği kişinin yakın arkadaşlarını veya akrabalarını orman ya da akarsu kıyısına götürür ve onları boğarak öldürür. Özellikle karanlıkta ortaya çıkan hırtıktan korunmanın tek yolu ateş yakmaktır. Konuştukları kişinin hırtık olduğundan şüphelenen kişiler, vücutlarının çevresinden veya ayaklarının altından ateş geçirirler. Bu davranış sonrasında hırtık, tüylerinin yanmasıyla kaçıp kendini suların içine bırakır ve gözden kaybolur. Yine hırtığın zaman zaman çeşitli kişilerin kılığında, ata binip gezdiğine ve atları yorduğuna inanılmaktadır. Atlarını sabah yorgun ve terli bir şekilde bulan kişiler hayvanlarını hırtıkın götürüp götürmediğini anlamak için atların semerlerine veya sırtına yapıştırıcı maddeler sürmektedir. Bu sayede hırtıkın, bu hayvana binince tüylerinin yapışacağına ve tekrar binmeyeceğine inanılmaktadır.

Hıbılık:
Türkiye'nin bazı yörelerinde yaşayan insanlara göre, görünüş olarak Alkarısı şeklinde olan kötücül bir varlık. Ancah hıbılıkın ondan farkı vardır. Alkarısı sadece yeni doğum yapmış kadınları rahatsız eder. Oysa hıbılık kadın-erkek hiç kimseye rahat vermez. Hıbılık genellikle yalnız kadın görünüşündedir ancak erkek görünüşlüsü de vardır. O, yanına gittiği kişinin göğsüne çöker ve nefesi kesilip ölene kadar boğazını sıkar. İnanışa göre, hıbılık, onu yakalayan birine bol bol altın verir. Bazı yörelerdeki görüşlere göre, hıbılık uykudayken insanların üzerine çöken kötü ruhtur. Hıbılık kimi basarsa, o insan yerinden kıpırdayamaz, dili tutulur ve ter basar.

Hidra:
Lerna bataklıklarında yaşayan dokuz başlı bir yılan-ejderin adıdır. Bu canavarın öldürülmesi Herkül(Herakles)'ün on iki görevi arasında 2 sırada yer alan vazifedir. Babası Titan Tifon ve annesi canavarların tanrıçası Ehidna olan Hidra'nın Lerna gölündeki yuvası, ölümden sonraki dünya ile insanların dünyası arasındaki kapının tam ağzında yer almakta olup, Hidra ise bu kapının bekçiliği görevini üstlenmekteydi. Hidra'nın öldürülmesinin çok zor olmasının sebebi kesilen her bir başın yerine derhal bir yenisinin çıkması idi. Herkül, bu canavar ile karşılaşmadan önce bataklık içerisindeki zehirli gaz ve dumanlarla kaplı yuvasının girişinde, ağzını ve yüzünü bir örtü ile örterek kendini korumuştur. Canavar ile karşılaşıp savaşmaya başlayan Herkül bir süre sonra, kestiği kafaların yerine devamlı yenilerinin çıktığını görünce aslında boşuna savaşıp yorulduğunu fark etmiş ve tam umutsuzluğa kapılmaya başladığı anda yardımına İolaos yetişir. Sanıldığına göre, o anda Athena'nın da yardımı ile canavarın kesilen başlarının bir daha çıkmaması için boyunlarının meşale ile yakılmasını akıl eder ve hemen orada yaktığı meşaleyi Herkül'e uzatır. Bu meşale sayesinde kestiği başların yerini dağlayarak canavarı öldürmeyi başaran Herkül, Hidra'nın kestiği başlarından birini bir kesede saklayarak, onun zehirli kanını daha sonraki görevlerinde oklarında kullanmış böylece bu okların açtığı yaraların kapanmaz bir hale gelmesini sağlamıştır.

Hüma:
Hüma kuşu, çoğu kez cennet kuşu olarak da adlandırılan, görünmeyecek şekilde çok yükseklerde, dinlenmeksizin sürekli uçan, asla yere değmeyen -bazı kaynaklarda ayakları olmadığı söylenir- efsanevi kuştur.

İtbarak: 
Eski Türk destanlarında sözü edilen, Türklerin sürekli savaşa tutuştukları, o zamanki Türklerin kuzeybatısında yaşayan "köpek başlı insana benzer yaratıklar". Efsanelere ilk defa "Çok tüylü köpek" manasında geçmiştir. Oğuz Kağan destanlarına göre, "Itbarak'ların yurdu, kuzey-batıya dogru uzanan, karanlık ülkelerin içindeydi. Oğuz Kağan, İtbarak'lara karşı bir akın yapmış; fakat yenik ayrılıp, dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan, küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı.

Kaknüs:
Kaknüs veya musikar, büyük bir gagası ve gagasında yüzlerce delik bulunan, rüzgar esmesi sonucu bu deliklerden nağmeli sesler çıkaran ve bu şekilde musikinin doğuşuna öncülük ettiğine inanılan büyük mitolojik bir kuş. Musiki kuşu olarak da bilinen kaknüs, kuğu anlamına gelen Yunanca kökenli kiknos (Cygnus) kelimesinden gelmektedir. Bu kuşun güzel sesini duyarak etrafına doluşan küçük kuşları yiyerek beslendiği ifade edilir. Bin yıl yaşayıp daha sonra Feniks gibi küllerinden yeniden doğmak için ormanlardan odun toplayıp bunları kanatlarını süratle çırparak tutuşturduğuna ve kendini yanan ateş ile yaktığına inanılır.

Karakoncolos:
Türk mitolojisinde, Karakoncolos, kara renkte ve çirkin olarak tasarımlanan bir umacı, bir kötülük cinidir. Özellikle Kuzeydoğu Anadolu Türk kültüründe yer etmiş ve Bulgar folklorunde de rastlanan bir yaratıktır. Karakoncolos pek dehşetengiz sayılmaz ve zararsız olduğuna inanılır. Bununla birlikte zaman zaman gerçek anlamda şeytanî bir şekilde betimlendiği de olmuştur. Kürklü olduğuna inanılan bu yaratığın isminin Yunanca Kalikantzaris'den gelmiş olması olasıdır. Bulgar folklorunde yaratığa verilen Bulgarca isim ise Karakondjul'dur ve geceleri gezdiğine inanılır.

Kamos:
Kamos, Harput yörelerinde görülen bir kötücül yaratıktır. Yalnız başına uyuyan insanların üzerine bütün ağırlığı ile çöker, onların çarpılmalarına bazen de ölmelerine sebep olabilirmiş. Geceleri dolaşan bu yaratık anlatımlara göre bazen iriyarı, bazen de cüce görünüşlüdür. Başında daima bir börk taşır. Bir insan bu börkü kapmayı başarırsa elinde börk büyüklüğünde altın kalacağına inanılır. Zaman zaman kara kedi şeklinde de görülebilen kamosun bastığı kişi, kanının çekilip damarlarının kuruduğunu sanır. Kamos sözcüğünün kabus kelimesinin anlamı ile benzeşmesi dikkat çekicidir.

Kara kırnak:
Türkmenlerin demonolojik görüşlerinde, ırmaklar ve bu anlamda suyla ilintili olan şeytani bir karakterdir. Ancak onun hakkında inanışlar belli yerlerle sınırlıdır ve Türkmenlerin tamamında pek fazla yayılmamıştır. İnanışlara göre "Kara kırnak"; kadına benzeyen, bedeni baştan başa kıllarla örtülü bir varlıktır. Suda olan bir insanın üstüne gelip, zarar verebilir. Onun için en eski zamanlarda çocuklarının suda oynamasından ve boğulacaklarından korkan anneler, onları "Kara kırnak" ile korkuturlardı. Ondan söz edilirken, adına bazen "Su sahibi", bazen de cin denilir.

Kara korşak:
Kara korşak; Türkmen kültüründe eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları kötücül ruh ya da cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır.

Karakura:
Karakura, kötücül bir ruhun adı. Bazı inanışlara göre yeni doğum yapmış lohusa kadınları korkutan ve ciğerlerini alıp götürdüğüne inanılan ruh, hayali yaratık. İnsanlara korkulu kabusları ve karabasanları gönderen odur. Adıyla çocuklar korkutulur. Eski çağlarda insanları uykuda yakalayıp korkuturmuş. Sonra nefes almalarını engelleyerek ses çıkarmalarını önler, ciğerlerini alıp götürürmüş. Bu varlıklar kedi gibi hafiften ve sakin sakin gezen canlı biçiminde betimleniyordu.

Kayberen:
Kayberen, Kırgızlar'ın iyiliksever ruhlar arasına dahil ettikleri ve "kayıp eren" adıyla andıkları ruhlardır, dağlarda yaşarlar ve geviş getiren hayvanları korur. Kırgızlar'ın inancına göre bu ruhlar, hayvanların artıp çoğalmasını sağlar. Ancak kızdıkları zaman da hayvanları telef edebilir. Bunun için de ava çıkmadan önce, uğurlu geçmesi için "kayberen"den yardım istenir.

Kiklop:
Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri bulunan devler. Uranos ile Gaia'nin oğulları. Onlar tanrılardan korkmayan, zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır. Homeros'a göre kikloplar, mağaralarda yaşayan korsan çobanlardır. Odysseus adamları ile birlikte Troya Savaşından vatanına dönerken dev kiklop Polyphemos'a esir düşmüş ve onun elinden kurtulmak için dev polyphemos'u kör etmek zorunda kalmışlardı. Oğlunun kör edilmesine sinirlenen Poseidon, Odysseus'u bin bir türlü felaketle cezalandırmıştı. Hesiodos'a göre kiklop'lar, üç taneydi. Brontes, Steropes ve Arges ('gök gürültüsü', 'parıltı' ve 'şimşek'). Babaları tarafından Tartaros'a hapsedilmiş, daha sonra Zeus tarafından kurtarılmış ve ona titanlara karşı savaşta yardım etmişlerdi. Bir rivayete göre kikloplar; Apollon'un oğlu, sağlık ve hekimlik tanrısı olan Asklepios'u öldürmüşlerdi. Buna sinirlenen Apollon oğlunun öcünü almış ve kiklopları öldürmüştü. Daha sonra çıkan efsanelerde kikloplar ateş tanrısı Hephaistos'un yardımcıları idi ve onun yanında demircilik yaparlardı. Türk mitolojisinde karşılığı Tepegöz'dür.

Kurtadam:
Bir insanın bir hayvan, özellikle de kurt biçimine girebilmeye yetenekli olması, kurtadam söylencesinin çıkış kaynağı hakkında yeterli bir açıklama değildir. Çok eskiden beri çeşitli kaynaklarda ve toplumlarda kurtadam öykülerine rastlanmaktadır. EskiYunanlılar ve Karadeniz'in kuzey kıyılarına yerleşmiş Scythia soyu, bölge yerlileri Neurianları sihirbaz olarak kabul ediyorlardı. Bu olağan üstü büyücülerin her yıl birkaç gün için kurda dönüştükIerine inanıyorlardı. Tarihin babası olarak nitelendirilen M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan eski Yunanlı Heredot ise dilediklerinde kurda, dilediklerinde insana kolayca dönüşebilen bir insan türünden söz etmektedir.. Bir görüşe göre yüzyıllar önce, insanlığın erken tarihlerinde kurtadam doğal olmayan bir istekle insan etine açlık duyan bir canlı türü olarak kabul edilirdi. Bu insan, çeşitli büyülerin yardımıyla dilediğinde yırtıcı bir kurda dönüşmenin bir yolunu bulmuştu. Eskilerin söylediğine göre, kurda dönüşen kişi insan sesini ve insan gözlerini muhafaza eder. Ancak vahşi dört ayaklı kurdun kuvvet ve kurnazlığını taşırdı. Kurtadamın kim olduğunu ses ve gözlerinden tanımak mümkündü.

Kujata:
Arap mitolojisinde yeryüzü; ışığıyla, gökyüzünün mavi rengini de yansıtan kutsal taş Sakrat'ın üzerinde oturmuştur. Bu taşın tek bir tanesinin sahibine büyüsel güçler sağladığı ileri sürülür. İşte tüm bunların dev bir meleğin omuzlarında durduğu (Yunan mitolojisinde Atlas), bu meleğin de, birçok gözü ve ayakları bulunan, büyük bir boğa olan Kujata'nın ve boğa Kujata'nın da kaosta yüzen devasa bir balık olan Bahamut'un üzerinde durduğuna inanılır.

Minotor:
Minotor Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratık. Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için Poseidon’dan ona kurban edeceği bir boğayı denizden çıkartıp vermesini ister. Ama hayvan Minos’a o kadar güzel görünür ki onu kurban etmeye kıyamaz ve saklar. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısı Pasiphae’de boğaya karşı bir aşk uyandırır. Pasiphae’nin boğayla çiftleşmesinden boğa başlı ve kuyruklu, insan bedenli Minotor doğar.

Merküt:
Altay efsanelerinde, gök yolculuğuna çıkan kamın ruhuna, ilk üç gökkatı boyunca kılavuzluk eden dev dişi gök kuşudur. Anadolu'da, geleneksel Türk kültürünün taşıyıcılarından olan Yörük boyları arasında, yaramazlık yapan çocukları korkutmak için uydurulan düşsel bir varlık olarak da ifade edilmiştir. Aslında bu düşsel denilen varlığın kökü, ulu dilbirliği çağına kadar gider. Bu mitolojik varlık hakkında Yörükler arasında şöyle denilir: "Merküt Merküt ...Bacadan kolunu salla..." Yaşlıların derin inanışlarına göre, Merküt bir kuştur. O sadece adı anılanları korkutur.

Pazuzu:
Pazuzu, Sümer ve Akad mitolojilerinde, rüzgar cinlerinin kralı ve tanrı Hanbi'nin oğludur. Ayrıca, Sümerliler için güneybatı rüzgarını, fırtınaları taşımayı, temsil ederdi. Pazuzu genellikle bir erkeğin vücudu ve bir köpek veya aslan'ın kafasıyla tasvir edilmiştir. Ayak yerine pençeleri, bir çift kanadı ve bir akrebin kuyruğuna sahiptir. Ayrıca, sağ eli yukarı, sol eli ise aşağı doğru sarkar; ellerinin bu durumunun hayat ve ölüm veya yaratmak, yok etmek anlamlarına geldiği düşünülmüştür.

Pegasus:
Pegasus Yunan mitolojisi'nde kanatlı at. Deniz tanrısı Poseidon ile yılan saçlı Gorgon Medusa'nın oğlu ve dev Chrysaor'un kardeşi olduğuna inanılır. Ayrıca Zeus'un oğlu Herkül'ünde kardeşi olarak da bilinir. Perseus tarafından kafası kesilerek öldürülen Medusa'nın kafasından ya da toprağa sıçrayan kanlarından doğduğu gibi iki değişik söylence bulunur. Rengi tamamen beyazdır ve uçmasına olanak veren iki büyük kanadı vardır. Uçarken havada kuş gibi görünür. Pegasus doğar doğmaz yeryüzünden ayrılmış ve tanrıların diyarına uçmuştur. Zeus'un yıldırımları getirme görevini üstlenmiştir. Helicon Dağında bulunan ve Musalara (veya Müzler) ilham verdiği sanılan Hippocrene pınarının Pegasus'un ayağıyla yere vurması sonucu ortaya çıktığına inanılır ve Pegasus "şiirsel ilham" ile özdeşleştirilir. Daha sonraları Bellerophon tarafından Athena'nın ona verdiği altın dizgin yardımıyla yakalandığı, Kimera ve Amazonlarla olan çarpışmalarında da ona yardım ettiği söylenir.

Peri:
Peri, birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde bulunan bir ruh veya doğaüstü yaratıktır. Genellikle insan görünümünde, çoğunlukla çok küçük olduğu ve uçmak, büyü yapmak, geleceği görmek veya etkilemek gibi doğaüstü güçlere sahip olduğu düşünülmüş ve böyle tasvir edilmiştir. Popüler kültürde çoğunlukla genç ve güzel kadınlar olarak tasvir edilseler de, eskiden bitkin yaşlı kadınlar veya yaramaz yaşlı erkekler olarak tasvir edilirlerdi. Farsça kökenli bir kelimedir. Peri, eski Türk inanışında "melek"tir. Aslı "Perişte" dir ve diğer Türk dillerinde günümüzde de bu şekilde kullanılmaktadır, Türkçeye "peri" şeklinde girmiştir.

Satir:
Satir, Eski Yunan mitolojisinde yer alan yarı keçi yarı insan, kır ve orman iyesi. Roma mitolojisindeki karşılığı faun'dur. Çoğunlukla gövdelerinin belden üstü insan, belden aşağısı ise teke biçimindedir. Satirleri tasvir eden eserlerde ortak özellik, keçi boynuzlu, sivri ve uzun kulaklı, atınkine benzeyen uzun kuyruklu olmasıdır. Satirler çoğunlukla da ellerindeki flüt ve ardından koştukları nemfler(periler) ile birlikte tasvir edilir. Şarap tanrısı Dionysos ile birlikte şarap içerler, kırlarda dans ederler. Yaşlanan satirlere silenos denir.

Simurg:
Simurg veya bir diğer ismiyle ZümrüdüAnka efsanevi bir kuştur. Pers mitolojisi kaynaklı olsa da zamanla diğer Doğu mitoloji ve efsanelerinde de yer edinmiştir. Sênmurw (Pehlevi) ve Sîna-Mrû (Pâzand) diğer isimlerindendir. Ayrıca zaman zaman sadece Anka kuşu olarak da anıldığı olmuştur. Türk mitolojisinde karşılığı Tuğrul kuşu'dur. İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur.

Sentor:
Sentorlar, Yunan mitolojisinde kısmen insan ve kısmen at görünümlü yaratıklardır. Sentor efsanesi at sırtında savaşa giden savaşçılardan gelmektedir. Sentorun sureti görenlere çok farklı ve ürkütücü gelmektedir. İnkalar'ın, Pizarro ve adamları 1533 'de at üstünde geldiklerinde yanılmış olmaları muhtemeldir. Çünkü inandıkları at ve insan birleşimi canlının gerçek olduğu fikri onları o sırada çok korkutmuştur.

Sfenks:
Kafası koç, kuş veya insan, gövdesi ise uzanan bir aslan şeklini alan heykeldir. İlk önce Eski Mısır'da rastlanan Sfenks, eski Yunan mitolojisinde büyük kültürel önem taşımıştır ve ismini buradan almıştır. Sözcüğün Mısırca’daki orijinal biçimi kepes ankh ya da “yaşayan heykel” anlamında şeşep (sheshep) ankh'tır. Sfenkslerin en tanınmışı Büyük Gize Sfenksi'dir. Mısır sfenksi antik bir efsanevi yaratıktır. Gövdesi uzanan bir aslan ve kafası genellikle bir firavunun kafasının şeklini alır. Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal hayvan sayılırlardı.

Şahmeran:
Şahmeran, daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen, doğaüstü yaratıkların başındaki hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlıktır. Farsça yılanların şahı anlamına gelen "şah-ı meran" dan gelir. Ancak, Şahmeran'a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dışıdır. Şahmeran kültürü daha çok Cizre ve Nuseybin civarında yerleşiktir. Aynı isimli bir efsane, Mardin yöresinde de geçer. Bu yörede Şahmeran bir resimle tasvir edilir ve Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar evlerin duvarlarını süsler.

Tekboynuz:
Tekboynuz(Unicorn), mitolojik tek boynuzlu at. Kafasının ortasından düz bir boynuz çıkar. Saf ve masum olduğuna, kanı içildiğinde kişiyi ölümsüz kıldığına, bu nedenle öldürmenin lanet getireceğine inanılır. Latince ismi olan Unicorn; "bir-tek" anlamınagelen uni ve boynuz anlamına gelen cornus sözcüklerinden türemiştir (Türkçe karşılığı Tekboynuz'dur). Yine bir efsaneye göre, sadece bakire kızların yanına yaklaşır ve bu şekilde yakalanabilir. Tekboynuz'ların tarihi çok eskidir, M.Ö. 5. yüzyılın sonlarında Yunanlı bir terapist olan Ctesias, Tekboynuz'ların Hindistan'da bulunduklarına dair bir yazı yazmıştır. Ayrıca İncil'de de Tekboynuz'lara değinilmektedir.

Tepegöz:
Tepegözler genellikle Romalıların inandığı bir yaratıktır. Bir çeşit devdir. Elinde dikenli bir  balyoz ya da buna benzer araçlar taşır. Kafasının tepesinde 1 tane gözü olduğu için ona tepegöz denmiştir. Bazı inançlarda tepesinde boynuz olduğu söylenir. Bir Dede Korkut(Korkut Ata) masalında; kılıcın kesmediği, okun işlemediği bir bedene sahip, yalnızca gözünden zarar verilebilen, çobandan olma, peri kızından doğma canavar olarak geçer. Basat adlı kahraman tarafından öldürülür.

Troll:
Troll, İskandinavya folkloründe geçen ve korkunç görünüme sahip insanımsı bir yaratıktır. Troller folklörde, -İngiliz peri masallarındaki Ogreler benzeri şeytani devlerden; dağlarda yaşayan, dağa insanları kaçıran, vahşi insanlara kadar- farklı şekillerde tasvir edilmişlerdir. Shetland ve Orkney masallarında, troller trowe olarak anılmıştır. Japonca'da ise troll için kullanılan sözcük tororu`dur. İskandinav edebiyat, sanat ve müziği, romantik dönemden başlayarak bugüne kadar trolleri birçok farklı şekilde adapte ederek, genelde çok büyük kulak ve burunlara sahip bir yerli halk biçiminde kullanmıştır.

Vampir:
Vampir, günbatımı ile şafak arasında dirilerek mezarından çıktığına, insanlara saldırıp kanlarını emdiğine inanılan hayali canavar. Vampir inancı çok eskilere dayanmaktadır. Vampir kültürü Babil’den kalan örneklere dayanır ve yüzyıllar boyunca değişimini inceleyen kapsamlı folklorik tarihsel araştırmalara konu teşkil eder. Kan emme ve öldükten sonra dirilme efsaneleri Ortaçağ’da yayılmıştır.

Yelbegen:
Zaman zaman yedi başlı dev ya da bir evren (ejderha) olarak tanımlanan mitolojik canavar. Altay mitolojisinde Ay'ı yiyerek onun küçülmesine (Ay tutulması) yol açar. Yilbüke, olarak da isimlendirilmiştir. Altaylar ay tutulmasından sonra "Yine Yelbegen ayı yedi" derlermiş.

Yeti Yeti:
Bazılarının Himalayalar'da yaşadığına inandığı, primat-benzeri, büyük bir yaratıktır. Her ne kadar varlığına inananlar mevcut olsa da bilim adamlarının çoğu, yetinin var olduğu ihtimalinin eldeki verilere göre çok zayıf olduğunu ve bu nedenle onun efsanevi bir yaratık olduğu fikrindedir. Batı'da ona verilen isim, yeti, Tibetçe yeh-teh lafından gelmektedir ki bunun anlamı "küçük insan benzeri hayvan"dır.

Zombi:
Zombi, Voodoo'nun Afro-Caribbean ve Creole ruhani inanç sistemlerinde ölümsüz bir insandır. Bu folklorik zombiler doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtasıyla, yaşayanlar arasında korku yaratmak amacı ile ölü insan bedenlerinin yeniden canlandırılmasıdır. Zombilerin daha korkunç versiyonları yamyamlık ögesi kullanılarak korku sinemasında sıkça sergilenmektedir. Voodoo inancına göre ölü; bir insan ya da mambo tarafından yeniden diriltilebilir. Zombilerin kendi bilinçleri ya da istekleri olmadığı için bokor ya da mambo’nun kontrolü altındadırlar. Zombi aynı zamanda voodoo yılan tanrısı Niger-Congo’nun adıdır. Kongo dilinde kullanılan ve tanrı anlamına gelen ‘’nzambi’’ sözcüğüne benzemektedir.


ALINTIDIR... (http://www.theicedream.com)

10
Mitolojiler / Mısır Mitolojisi Tanrıları
« : 09 Şubat 2013, 14:29:44 »
Erken dönem inançlar beş farklı gruba ayrılabilir:
- Heliopolis'in dokuz tanrısı, Ennead. Bunların baş tanrısı Atum'du.
- Hermopolis'in sekiz tanrısı, Ogdoad. Bunların baş tanrısı Ra idi.
- Elefantin'in üç tanrısı/üçlemesi, Chnum-Satet-Anuket. Bunların baş tanrısı Chnum'du.
- Tebes'in üç tanrısı/üçlemesi, Amun-Mut-Chons. Bunların baş tanrısı Amun'du.
- Memfis'in üç tanrısı/üçlemesi, Ptah-Sekhmet-Nefertem. Diğerlerinden farklı olarak, üç tanrıdan hiçbirinin üçleme oluşana kadar bir bağlantısı olduğuna inanılmıyordu. Bunların baş tanrısı Ptah'dı.



Amon: (Amon,Amun,Ammon,Amoun)
"Amen" "saklı olan" demektir. Teb'in baş tanrısıdır. Eşi Ame -net'le birlikte ilk tanrılardan biridir. Kutsal hayvanları kaz ve koçtur. Orta Krallık döneminde sadece yerel bir tanrıydı ama Tebliler Mısır'a hâkim olunca Amen önemli bir tanrı oldu.18.Hanedan'dan itibaren Tanrıların Kralı oldu. Ünlü Amen tapınağı Karnak, dünyanın en büyük dinî yapısıdır. Yeni Krallık boyunca Amen'in eşi Mut olarak kabul edildi. Bu ikilinin çocuğu Ay tanrısı olarak bilinen Khons(Chons)'tur.

Amon-Ra:.
Amen rahipleri tarafından Yeni Krallık'a geçişi sağlaması için tasarlanmış karma bir tanrıdır. Bu Amen'in gücünü Ra'ya yansıtır (veya tam tersi). Boğa olarak tasvir edilirdi.

Şu (Shu):
Tanrı Atum tarafından yaratılan rüzgar ve atmosferin tanrısı. Nem Tanrıçası Tefnut’un ikiz kardeşi ve aynı zamanda eşidir. Bu birliktelikten Geb ve Nut doğmuştur.

Tefnut:
Nemlilik ve bulutların tanrıçası. Atum tarafından yaratılmıştır ve ikiz kardeşi Şu’nun karısıdır. Aslan başlı bir kadın olarak tasvir edilmektedir.

Geb:
Şu ve Tefnut’un oğlu, kardeşi Nut’un eşi ve Yeryüzü tanrısıdır. Seth, İsis, Osiris ve Neftis’in babasıdır. Yeşil ve siyah derili bir adam olarak tasvir edilmektedir. Kutsal hayvanı ve sembolü kazdır.

Nut:
Şu ve Tefnut’un kızı ve kardeşi Geb’in karısı olan Gökyüzü tanrıçası. Yeşil derili ve vücudu yıldızlarla kaplı olarak tasvir edilir. Seth, İsis, Osiris ve Neftis’in annesidir.

    Osiris:
Geb ve Nut'un oğlu, yeraltı dünyasının hakimi, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı, kural koyucu, koruyucu. Nut ve Geb’in ilk çocuğudur. Set, Neftis ve İsis’in kardeşidir. Aynı zamanda İsis’in kocasıdır ve İsis’den olan Horus’un babasıdır.
Osiris’in eski Mısırca’daki asıl adı “gözün yeri” anlamındaki “As-âr”dır. Başındaki şapka Yukarı ve Aşağı Mısır'ın birliğini simgeler.
Osiris, başta erkeklerin dünyasının kural koyucusu olmuş. Ra gökyüzüne kural koymak için dünyayı bıraktığında ise Osiris dünyayı yönetmeye başladı. Daha sonra Set onu öldürdü ve Osiris, Isis tarafından tekrar canlandırdı. Böylece Osiris yeraltı dünyasının hükümdarı oldu. Oğlu Horus, onun intikamını Seth'le savaşarak ve onu yenerek aldı.  Horus, Seth’i Sahra çölüne gönderdi.
Tüm Mısır tarihi boyunca dualar ve büyüler Osiris’e yöneltilmiştir. Onu kutsayarak kendisinin kural koyduğu öbür dünyaya girmesi umulmuştu. Özellikle Orta krallık döneminde popülaritesi arttı. 18. sülale döneminde Mısır’da en çok tapılan tanrı olmuştu. Osiris’in popülaritesi, Mısır tarihinin en son evrelerine kadar sürdü.

İsis:
En önemli tanrıca; anneliği, tedaviyi ve büyüyü simgeler. Evrendeki en güçlü büyücüdür. Ra'nin kendisinden Ra'nin gizli adını öğrenmiştir. Nut ve Geb’in kızı, Neptis ve Osiris'in kardeşi, aynı zamanda Osiris’in karısıdır. Horus'un annesi ve bazı kayıtlarda Anubis’in de annesidir. Horus'un oglu Amset'in koruyucusudur. Isis Horus'u çocukluğu boyunca Seth'ten korumuştur.
Bir çift boynuzun arasında güneş diski bulunan akbaba şeklinde bir şapka giymiş kadın olarak gösterilir. Çok seyrek olarak, bir çift koçboynuzu ya da Ma'at tüyü ile beraber Güney ve Kuzey çift tacını giyer. İsis bir tanrıça olarak değil ama kadın olarak ise sıradan saç biçimiyle gösterilir, ancak her zaman alnında bir yılan figürü bulunurdu.
Ölüler kitabında, hayat verici ve ölümün gıdası olarak gösterilmiştir. Ölümün yargıçlarından biri olarak da düşünülebilir.  Mısır tarihinin başından sonuna kadar, İsis, Mısır'ın en büyük tanrıçası olmuştur. Yararlı bir tanrıçadır ve sevgisi tüm yaşayan canlıları kapsayan bir annedir.
İsis, büyük bir büyücüdür ve büyü yeteneklerini kullanması ile meşhurdur. Örneğin, ilk kobrayı, onun zehirli ısırığını kullanarak Ra'ya gizli ismini itiraf ettirmek için yaratmıştır.

Seth: (Sutekh , Seteh , Set)
Eskiden Aşağı Mısır'ın patron tanrısı olan Seth fırtına ve çöl tanrısı olarak bilinirdi. Kardesi Osiris'i öldürerek Osiris'in oğlu Horus'un,Isis'in ve Neftis'in düşmanlığını kazandı. Horus'la yaptığı savaşlar,aynı zamanda Aşağı ve Yukarı Mısır'ın savaşı oldu. Bu savaşın sonunda Horus'a yenilerek çölde yaşamaya mahkûm oldu. Mısır'ı çöllerden gelen yabancılardan koruduğuna inanılır. Bir eşeği anımsatan kırmızı saçlı ve büyük kulaklı bir hayali hayvan olarak temsil edilir. Çöl ve fırtınalar ile beraber düşünülür.
Uzun yıllar, Set, aşağı Mısır'ın; Horus da yukarı Mısır'ın hamisiydi. İki ülke birleştikten sonra, Set ve Horus beraber taç giymiş firavunlar olarak gösterildiler. Fakat yukarı Mısır, aşağı Mısırı feth ettikten sonra; güneyin firavunları sıklıkla Horus'un (yukarı Mısır'ın tanrısı) şeytani düşmanı Set olarak resmettiler.
Set, erkek kardeşi Osiris'i öldürmesi ile ünlüdür, aynı zamanda onun oğlu Horus'u da öldürmeye teşebbüs etmiştir. Horus, yaşamış, babasının ölümünün intikamını almış ve Set'i sonsuza kadar çöle sürgüne yollamıştır. Set'in sürgüne gönderilme kararı Ra tarafından yönetilen tanrılar konseyinde alınmıştır. Tanrıların çoğu Horus ve onun annesi İsis'in, Osiris'ten gelen Mısır tacının mirasçısının Horus olduğu iddiasını desteklerken, Ra bu fikre katılmamıştır. O, Horus'un böyle güçlü bir pozisyon için çok genç olduğuna inanıyordu. Böylece, duruşma kimse yenişemeden uzun yıllar sürdü. Fakat İsis'in bir kurnazlığı davanın kapanmasına neden oldu.
Büyü kullanarak, İsis kendini çok güzel bir genç kadına çevirdi. Set, O'nu gözlerinden yaş akarken gördü ve sorunun ne olduğunu sordu. İsis, kendi ve Horus'un durumuna benzetmeden bir hikâye anlattı. Buna göre şeytani bir adam onun kocasını öldürmüş, ailesini sürülerini çalmayı denemişti. Set, bu kötü duruma çok kızar, bu şeytani adamı yok ederek aile mülklerinin genç kadının oğluna geçmesi için ısrar eder. Kendi kelimeleri ile kendi yaptıklarını ayıplar ve Mısır tacını kaybeder.
Set, her zaman tamamıyla şeytani bir figür olmamıştır. Onun yer altına yaptığı karanlık yolculuk boyunca, Horus ile kavgasında O'nu hamisi olan Ra'nın mavnasında olan güneşi korumuştur. Yılan şeklindeki canavar Apep ile kavga etmiştir. Ayrıca, 19. hanedan döneminde kısa bir süre çölün güçlerini sakinleştiren tanrı olarak Set'e duyulan saygı büyümüştür. Birçok firavun, o dönemde Set'in isminden türeme örneğin Seti gibi isimleri kendilerine isim olarak seçmişlerdir. Set‘in tek amacı Dünya'yı ele geçirmektir, bu sebeple firavun olmaya çalışır.

Neftis: (Neftis, Nephthys ya da Nebt-het)
İsminin manası Evin Hanımı demekti ancak bu bildiğimiz ev değil Horus'a bağlı olan gökyüzü kısmı anlamına geliyordu. Eski Mısır'da Geb ve Nut'un kızıydı. Seth, Osiris ve İsis'in kız kardeşiydi. Kötü bir tanrı olan Seth'in karısı olarak da tapınılırdı. Her manada İsis'in tersi idi. İsis doğum, büyüme ve gelişmeyi temsil ederken Neftis ölümü, yok olmayı temsil ediyordu.

 Anubis:
Anubis, Neftis ve Seth'in(bazı efsanelere göre Osiris ve Isis'in) oğludur. Çakalların mezarlar etrafında dolaşması nedeniyle çakal başlı Anubis ölümle birlikte anılmıştır. Ölen Osiris'i mumyaladığı için mumyalama tanrısı olmuştur. Görevi tüm ölüleri korumak ve yüceltmektir. Bu yüzden mumyalamayla görevli kişiler Anubis maskesi takarlar. Ölen kişi diğer dünyada yargılanırken ona yardım eder. Anubis diğer dünyada ölülerin koruyucusu ve ölüler kentinin efendisidir. Anubis tanrılar arasında en korkutucu olanıdır. Ölüleri tekrar hayata döndürme gibi bir özelliği de olduğu sanılmaktadır. Yüzünde bir çakal ısırığı vardır. Kutsal mumyalayıcı olarak da bilinir.
Antik Mısır inancına göre Anubis'in mezarları koruma gücüne sahip olduğu bilinmektedir. Bu yüzden mezarların girişine mezarları korusun diye Anubis heykelleri konulmuştur. Anubis'in izi neredeyse tüm mezarlarda görülür. Anubis çoğunlukla bir çakalın ya da kurdun siyah bası ile insan formunda tasvir edilirdi. Anubis genellikle uzun adım atmış ya da ayakta durmuş şekilde canlandırılırdı fakat bazen ise yere uzanmış ya da çömelmiş tam bir hayvan formunda gösterilirdi. Yine siyah renkte olarak, Mısır tapınaklarında bulunan tanrıların heykellerini içeren tapınak olan naos seklinde bir tabutun üzerine eğilmiş vaziyette olabilirdi.
Ayrıca Anubis bizde bilinen ismi ile mahşer günü ruhu tartan tanrıdır. Terazisinde ölünün ruhunu temsil eden kalbi ile Adaletin tanrıçası Ma'at' ın tüyünü tartar. İyi birinin kalbi tüye karşı hafif gelir ve ölünün ruhunu gökyüzüne bir daha doğması için gönderir. Eğer kötülük yapmış biri ise tüy hafif gelir ki bu durumda o kişinin ruhu yer altı ülkesine yılanlara gönderilir. Bu da sonsuz azap demektir.
Anubis en çok bilinen Mısır tanrılarından biriydi. Doğruluk tüyüne karsı ölünün yüreğini tartarken, Anubis ahirete kimin gideceğinin kararını verme konusunda Osiris’e yardım ederdi. Anubis’in rolü, ölüye yeraltında rehberlik etmekti ve bu ona Mısırlılarda özel bir önem vermekteydi.
Yeryüzündeki hayattan çok, onları ilgilendiren yer altı tanrısı olan Osiris’in diyarındaki sonraki yaşamdı. Anubis’e bütün bu ölümlerinde ‘temiz’ olarak yargılanmak isteyenlerden dolayı, diğer dünyaya rahatça gidebilsinler diye saygı duyulurdu. Kalbi doğruluk tüyünden daha hafif ya da eşit olarak tartılan kişi yer altı dünyasında Osiris’e sunulurdu.
Ek olarak, Anubis bedenin çürümesini engelleyen mumyalamanın mucidi olarak bilinirdi. Mumyalanan bir Mısırlı'nın ruhu yargılanır yargılanmaz daha önceden içinde bulunduğu bedene tekrar girebilirdi. Anubis eğer orada vücudu korumazsa kurtuluş ve dolayısıyla ahiret olmazdı.
                                                                             


Anubis

Horus: (Harpocrates, Hoor-Par-Kraat, Haru, Hor)
Mısır'ın en önemli tanrılarından biri, Osiris ve Isis'in oğludur. Hain amcası Seth'den babasının intikamını aldı ve tüm firavunların koruyucusu haline geldi. Yukarı Mısır'ın baş tanrısıdır. Seth'in Aşağı Mısır'ın baş tanrısı olması nedeniyle Horus ve Seth'in savaşı, Aşagı ve Yukarı Mısır'ın savası haline gelmiştir. Behdet'te "Behdet Horus'u" olarak bilinir ve kanatlı bir güneş diski olarak temsil edilir.
Eski Mısır mitolojisinde gök (Güneş) tanrısıdır. Horus, şahin başlı tasvir edilir, bazı tasvirlerde firavunlar İsis'in kucağında sembolize edilmiştir. Bunun sebebi firavunların dünya üzerindeki Horus olduğuna inanılmasındandır. Firavunlar kendilerini Horus'un yeryüzündeki cisimleşmiş halleri olarak gördükleri için Horus, Antik Mısır'ın en önemli tanrılarından biridir. Firavunlar, Horus'un ismini kendi isimlerinden biri olarak alırlardı. Aynı zamanda Firavunlar Ra'nın takipçisiydiler, bu yüzden Horus aynı zamanda güneş ile de ilişkilendirilirdi. Mısır'ın farklı bölgelerinde farklı Horus varyasyonları konusundaki ihtilafı çözmek için en az on beş farklı Horus formu kullanılmıştır. Bu formlar ait oldukları soy ağacına bağlı olarak güneş ve Osiris tipi olmak üzere iki kategoriye ayrılabilir. Eğer İsis'in oğlu olduğu söyleniyorsa, Osiris tipi; yoksa güneş tipi kabul edilmektedir. Güneş tipi Horus, Atum, Ra, Geb ya da Nut çeşitli tanrıların oğlu olarak adlandırılırdı.


Alfabetik Olarak Diğer Tanrılar:

Ailuros: (Bastet)
Antik Mısır'da kedi tanrıça. Uzunca bir süre Mısır'da bir kediye zarar vermek kanuna aykırıydı ve bu suçun cezası ölümdü. Bastet, İsis'in ve Ra'nın kızıydı. Başta cinsellik ve doğurganlık Tanrıçasıyken, ölüleri koruma, ölenlerin başarılı yada başarısız olduklarına karar verme, yağmur yağdırma, hastalara, özellikle de çocuklara iyileşmeleri için yardım etme özelliklerine ek olarak güneş, ay, analık ve aşk Tanrıçası haline de geldi.

Aker:
Güneşi ayarlamak ve yükseltmekten sorumlu Tanrı.

Akeru:
Aker'in yardımcılığını yapan Tanrılar Grubuna verilen genel ad.

Amathaunta:
Mısır mitolojisine göre, Deniz Tanrıçası.

Am-heh:
Mısır mitolojisinde karma Tanrı. Yeraltı Dünyasının Tanrısı.

Ammut:
Ölümsüz yasama layık olmayanın kalbini yiyen canavar.

Amset:
Horus'un oğlu. Ölülerin karaciğerinin koruyucusudur ve Tanrıça İsis tarafından korunur.


Anubis: (Anpu)
Ölüleri koruyan ve yücelten Tanrıça. Çakal başlıdır. Piramit metinlerinde, Anubis Ra'nın oğlu olarak yer alır. Başka metinlerde ise Osiris yada Seth ile ilişkilendirilir. Anubis Osiris'in ölümünden sonra onun vücudunun korunması işini üstlenir.

Anuket: (Anqet)
 Soğuk su dağıtıcısı.

Apis:
Verimlilik Tanrısıdır. Güneş diski ve uraeusserpentten oluşan boğa tacıyla betimlenmiştir. Kutsal Apis boğası, Memphis'te bulunurdu ve Serapum'da büyük bir kitle halinde Apis boğalarının mezarı bulunuyor.


Bes:
Müzik, dans ve iyi yemek gibi aile zevklerinin Tanrısı olarak sayılır. Ayrıca çocukların eğlendiricisi ve koruyucusudur. Sakallı, vahşi görünümlü komik bir cüce olarak ve yuvarlak bir yüzle resmedilmiştir.

Buto:
Aşağı Mısır'ın Kobra Tanrıçası.

Duamutef:
Horus'un oğlu. Ölünün midesinin koruyucusudur ve Tanrıça Neith tarafından korunur.

Edjo:
Yılan Tanrıça, Aşağı Mısır'ın sembolü ve koruyucusu.

Hapi: (Hapy)
Horus'un oğlu. Ölülerin ciğerlerinin koruyucusudur ve Tanrıça Neftis tarafından korunur. Hapi ismi farklı hiyerogliflerle ifade edilmişti; çoğunlukla ama her zaman olmamak kaidesiyle Nil Nehrinin Tanrısının ismiydi. Hapi, tacı zambaklardan (yukarı Nil) veya papirüs bitkilerinden (Aşağı Nil) yapılmış şişman bir adama benzetilmiştir.

Har-nedj- itef:
Horusun bir görünümü. Ölümün koruyucusu.

Harpocrates:
Osiris'le İsis'in oğlu. Emzirilen küçük bir çocuk. Parmak emen genç bir oğlan olarak gösterilmiştir.

Hatmehit:
Balık Tanrıça.

Hator: (Hathor)
Mısır'ın çok eski bir gökyüzü Tanrıçası Tanrıçasıdır. İnek Tanrıçadır. İnek başı ile sembolize edilirdi. Sık sık İsis'le eşdeğer tutulmuştur. Hator Edfu'da Horus'un partneri olarak tapılmıştır. Aşk, müzik ve gülmenin Tanrıçası olarak düşünülmektedir.

Hauhet:
Ölçülemeyen Sonsuzluğun Tanrıçası. Çoğunlukla bir kurbağa gibi yada kurbağa kafalı bir kadın gibi resmedilirdi.

Heh:
Sonsuzluğu temsil eden Tanrılardan. Bir kurbağa yada kurbağa kafalı bir adam gibi resmedilirdi.

Hemen:
Şahin Tanrı.

Hemsut:
Kader Tanrıçası.

Heqet:
Hermopolis'teki 8 Tanrıdan biri.

Heru-ra-ha:
Horus ve Ra'ya şükretmeyi sembolize eden karma bir Tanrı.

Hike:
Doğaüstü güçlerin Tanrısı.

Imhotep:
Hekimlik Tanrısı. Djoser'in veziri, sonra Ptah'in oğlu gibi ibadet edilmiştir.

Khepri: (Khepare)
Heliopolitan inancında yaratıcı Tanrı. Atum ve Ra ile karışmıştır. Yükselen günesin böcek Tanrısı.

Khnum: (Khnemu)
 Su baskını ve Nil'in iri Tanrısı. Yaratıcı Tanrılardan biri. Bir çömlekçi ustalığıyla, çamura biçim verip insanı yaratıyordu.

Khons: (Khonsu)
Ay Tanrısı. Theban'da tapılmıştır.

Maat: (Ma'at)
Gerçek ve Hukukun Tanrıçası.

Mefetseger:
Krallar Vadisi'nin Tanrıçası.

Min:
Erkek Bereket Tanrısı. Ona güç ve iktidar Tanrısı da denilmektedir.

Month: (Montu)
Savaş Tanrısı. Mısır'da tapılmıştır.

Mut:
Amon'in eşi ve Theban'ın ana Tanrıçası. Akbaba başlıdır.

Nefertem:
Nilüfer çiçeğinin Memphis Tanrıçası.

Neith:
Eski bir savaş ve dokuma Tanrıçası.

Nekhebet:
Yukarı Mısır'daki Akbaba Tanrıçası.

Neter'ler:
Mısır yazılı belgelerinde, Tufan'dan sonra ülkeyi yönettiği söylenen "yarı Tanrı" varlıklar.

Nun:
Kainat'ın yaratıldığı ilk suların Tanrısı.

Onuris:
Savaşçı ve Abidos'un gökyüzü Tanrısı.

Ptah:
Mısır panteonunda en eski ve en büyük "Yaratıcı Tanrı". Cennetleri ve dünyayı yaratmakla sorumlu. Memphis'in mumya yaratma Tanrısı. Mimari, mühendislik ve "yapı bilimi" ile özdeşleştirilir. İnsan başlı bir Tanrıdır.

Qebsenuef: (Qebehsenuef)
Horus'un oğlu. Ölülerin bağırsaklarının koruyucusudur ve Tanrıça Selket tarafından korunurdu.

Qetesh:
Aşkın ve güzelliğin Tanrıçası. Aynı zamanda doğa Tanrıçası olarak da tanınmaktaydı.

Ra:
Hermopolis güneş Tanrısı. Atmaca kafalı bir insan olarak temsil edildi.

Satet:
Nil suyu ve bereket Tanrıçası.

Seker:
Işığın Tanrıçası ve yeraltından başlayan öbür dünyaya giden ölülerin ruhlarının koruyucusudur.

Sekhmet:
Yıkım ve savaşın dişi aslan Tanrıçası.

Selket:
Akrep Tanrıçadır. Büyüleri vardır. Kötü ruhlu insanlara ölüm verir.

Serapis:
Yer altı dünyasının ve güneşin Helenistik Tanrısı.

Seshat:
Ölçüm ve Yazma Tanrıçası.

Sobek:
Timsahlar Tanrısı. Su Tanrısı olarak, aynı zamanda Nil'in yıllık taşmasını ve vadisinin gübrelenmesini sembolize etti.

Tavaret: (Tauret)
Hamile kadınlara göz kulak olan hipopotam Tanrıçasıdır.

Thoth:
Bilgeliğin Tanrısı. Yazma, Akıl ve Ay Tanrısı özelliği ile anılmıştır. İbiş kuşu başıyla resmedilmiştir ve elinde bir dolma kalem ve her şeyi kaydettiği parşömenler vardır. Hiyerogliflerin ve simyanın onun insanlığa armağanı olduğu söylenir. Yunan Tanrısı Hermes ile özdeşleştirilmiştir. Bir görüşe göre, Tarot kelimesi de Thoth'un adından türemiştir.

Uneg:
Mısırlıların tarım Tanrısı

Unut:
Kuş beyinli Tanrıça olarak anılmıştır.

Wepwawet:
Eski Mısır'da çakal başlı savaş ve cenaze tanrısı. Asyut (Siut) bölgesinde Mezarlık Tanrısı olarak tapınılırdı. Yunanlar ona Ophois derlerdi.

Wosyet:
Eski Mısır'da gençlerin koruyucusu olarak bilinen Tanrıça.

Zenenet:
Hermonthis'in Tanrıçası .

11
Yıldız Savaşları / Kowak Maymun Kertenkelesi
« : 09 Şubat 2013, 13:36:23 »
Kowak maymun kertenkeleleri bir Dış Halka gezegeni olan Kowak’ta yaşayan hareketli, oyuncu ve sürüngenimsi bir ırktılar.
Çoğu kişi onları aptal görünümlü bir ırk olarak tanımladığı bu canlılar uzun, esnek kulaklara, gaga gibi bir burna ve çılgın sarı gözlere sahiptiler. Ufak boylarıyla yırtıcı hayvanlar için kolay yemmiş gibi görünen bu sürüngenler aslında çevik vücutları, cisimleri kavrayabilen kuyrukları, keskin gözleri ve güçlü işitme duyuları sayesinde çok zor yakalanbilirlerdi. Üstelik normalde kahverengi olan derileri de farklı ortamlarda tonunu değiştirebilir ve etoburların onları görmesini iyice zorlaştırabilirdi.



Maymun kertenkeleleri ağaç yuvalarında yaşar ve ağaçtan ağaca atlamaktan zevk duyarlardı. Böcek, kurt ve küçük kemirgenlerle beslenirler ve hareketli vücutları çok fazla enerji tükettiğinden sık sık yeme ihtiyacı duyarlardı.
İlk karşılaşmada birisi tuhaf, spastik gibi davranışlarından ötürü maymun kertenkelesinin zeki olmayan bir canlı türü olduğunu sanabilirdi. Fakat akıllıydılar ve gelişmiş bir espri anlayışları vardı. pek çok dilde konuşmayı öğrenebilirler, ama sadece canları istediğinde başkalarıyla iletişim kurmaya tenezzül ederlerdi.
Bu yaratıklar çok nadiren anavatan gezegenleri Kowak’ın dışında görünürlerdi. Nadiren gezegene gelen gemilere sızıp tuhaf yerlerde ortaya çıktıkları olurdu. Böyle bir maymun kertenkelesi sonunda kendisini Tatooine’de bulmuş ve Jabba the Hutt’ın saray şaklabanı olmuştu.
Akıllı olmalarına rağmen bu canlılar sanki biraz daha evrimleşmenin eşiğindeymiş gibi görünürlerdi. Yapılanmış bir yaşam tarzları ve toplulukları yoktu, fakat gruplar halindeki yuvalarda bir hiyerarşinin sınırları içinde davrandıkları göze çarpıyordu. Liderlik gruptaki en yaşlı dişinin göreviydi. Ve bir yuva grubundaki her maymun kertenkelesinin özel bir görevi vardı; yiyecek toplayıcı, yuva yapıcı ya da avcı hayvanlara karşı gözcü gibi.
Coruscant Üniversitesi’nden Kowak’ı ziyaret eden bir grup zoolog bu raporu yazmışlardı:
”İlk başta maymun kertenkeleleri varlığımızdan dolayı çekingen ve endişeli görünüyorlardı. Biz de onlara fazla sokulmadık ve onları uzaktan izleyip, kampımızı yavaş yavaş onların yuva alanlarına doğru kaydırdık.
Bir hafta sonra kampımızı ziyaret etmeye, malzemelerimizi inceleyip çadırlarımızın içlene bakmaya başladılar. Onlara yiyeceğimizden verdik ve kamp çevresinde istedikleri gibi dolaşmalarına müsade ettik.
İşte bu andan itibaren herşey zıvanadan çıktı.
Olaylar, uyku tulumuma bir yılan koymalarıyla başladı. Yılan bacağımı ısırdı ve neredeyse normalin iki katına kadar şişmesine sebep oldu! Sonra ekipmanımızı kurcalayıp bozmaya, tüm yiyeceklerimizi yemeye, çadırlarımızda saklanmaya ve dalların üstüne su dolu kaplar çıkarıp kafamıza dökmeye başladılar.
Onlarla baş etmek mümkün değildi ve daha fazla araştırma yapmak da imkansızdı. Kampı toplayıp orayı terketmekten başka seçeneğimiz kalmamıştı.


Edit = http://www.starwars.gen.tr den alıntıdır.

12
Yıldız Savaşları / Blorash Jölesi
« : 09 Şubat 2013, 13:33:00 »
Blorash jölesi, şekilsiz bir jelatin kütlesini andıran ve düşmanları hareketsiz hale getirmek için kullanılan bir Yuuzhan Vong silahıydı.
Blorash jölesi canlı bir varlıktı, Yuuzhan Vong ırkı tarafından, savaşçıların savaşta kontrol edebilecekleri bir silah olarak kullanılmak üzere üretilmişti. Şekilsiz jöle, kendisi için özel olarak tasarlanmış bir kesenin içinde Yuuzhan Vong savaşçısı tarafından taşınır ve bu kese içinde katı bir şekil alırdı. Savaş sırasında, blorash jölesi düşmanın genellikle ayak kısmına fırlatılırdı ve bu noktada kütle genişlerdi. Kolayca biçimlendirilebilir gibi görünmesine rağmen, jöle şaşırtıcı bir şekilde kuvvetliydi ve nerdeyse her nesneyi, kırılmaz bir kavrayışla bağlayabilirdi. Kaba kuvvet, blorashın kavrayışında etkili olamazdı.



Blorash jölesi kendini düşmanın ayağına sarabilir, kurbanın bacağının üst kısımlarına kadar uzanabilirdi. Blorash jölesi hareket ettikçe, düşmana daha da çok zarar verir ve tamamen sıkışıp kalmasına sebep olurdu. Jöle, yukarı doğru tırmandıkça, kurbanın etini yemeye başlar ve kurban kaçabilse bile korkunç yaralara sebep olurdu. Bazı durumlarda, blorashın sahibinin kavgaya karışmasına bile gerek kalmazdı, blorash düşmanı çabucak ortadan kaldırabilirdi. Blorash jölesi bilinçli değildi ama vücut sıcaklığına yada yiyeceğe doğru ilerleyebilir ve sezebilirdi.
Jöle bazı durumlarda kurbandan ayrılabilirdi. Yuuzhan Vong savaşçıları, savaşçının şerefi adına, düşmanıyla adil bir dövüşte karşılaşabilmek için, silahı hedeften bir parça yiyecek sunup uzaklaştırabilirdi. Ama bu senaryoya pek rastlanmıyordu ve bu yüzden Yeni Cumhuriyet blorash jölesine karşı önlemler geliştirmek zorunda kaldı. Arsen tuzları gibi kimyasalların jölenin kavrayışını, kurban zarar görmeden, serbest kalmasını sağlayacak şekilde kırabildiklerini öğrendiler. Jedi Şövalyeleri de ışın kılıçlarıyla jöleyi ikiye bölebiliyorlardı, ama bu, bir yerine iki canlı blorash jölesiyle karşı karşıya kalmalarını sağladığı için durumu daha da kötüleştiriyordu.
Yeni Cumhuriyet, blorash jölesi ile ilk olarak Belkadan’da karşılaştı. Mara Jade Skywalker, Yomin Carr ile teke tek bir dövüşte, savaşçının blorash jölesi ile birlikte thud böcekleri ve amfi-asasına karşı da savaşmak zorunda kaldı. Jöleyi küçük parçalara bölmeyi başardı, ama o zaman bile çizmeleri bu parçalarla kaplandı. Blorash jölesi genellikle mahkumların elleri ve ayaklarını bağlayarak, ekstra bir güvenlik önlemi olarak kullanılıyordu. Bir keresinde, başka bir Yuuzhan Vong’a karşı da kullanıldı. Nom Anor, jöleyi, Ebaq IX Savaşı felaketinden dolayı cezalandırılmaktan kaçmak için Yoog Skell’i zararsız hale getirmekte kullandı. Savaşın sonlarına doğru, Yeni Cumhuriyet blorash jölesinin Kızıl Alfa’nın etkilerine karşı hassas olduğunu öğrendi. Han Solo ve Meloque Ekibinin diğer üyeleri, Caluula’da test edilen kimyasal silahın etkisiyle zayıflayan jöleden böylece kurtuldular.

Alıntıdır = http://www.starwars.gen.tr

13
Yıldız Savaşları / Chiss
« : 09 Şubat 2013, 13:26:25 »
Büyük Amiral Thrawn’ın da onlardan biri olduğu dışında Chiss ırkıyla ilgili çok az şey biliniyordu. Tam adı Mitth’raw’nuruodo olan Thrawn, ırkı hakkında hemen hemen hiç bir bilgi vermemişti. Fakat elegeçen İmparatorluk kayıtlarını inceleyen Yeni Cumhuriyet ajanları, ilgi çekici bir kaç noktayı gün ışığına çıkarmayı başardılar.
Mavi derileri, parlak siyah saçları ve parlayan kırmızı gözleri olan Chiss’ler genellikle ortalarında bulundukları insanımsı grubun dikkatini çekerlerdi. Tahminlere göre göz ve derileri, Bilinmeyen Bölgeler’deki gezegenleri olan Csilla ya da daha önceki bir koloni gezegenindeki atmosferdeki oksijene tepki olarak bu renkleri almıştı.
Chiss’ler çekici, zeki ve son derece içe dönük bir ırktılar, kendi toplulukları ve uygarlıkları hakkında o kadar sır vermezdiler ki varlıklarını galaksinin çoğundan uzun süre gizli tutmayı başarmışlardı. Bilimadamları Chiss çocuklarının ergenlik dönemini çoğu ırka göre aşırı hızlı geçip olgunluğa ulaştıklarına inanıyorlardı. Bilim ve sanata önem veren, entellektüel ve saygın bir askeri geçmişleri ve kültürleri olan bir ırk oldukları da biliniyordu. Pek çok kez aşırı düşünceli, herşeyi hesaplayan ve bir karar vermeden önce her bakış açısından eldeki durumu ölçüp tartan bireyler olarak niğtelenmişlerdi. Daima alternatifleri de düşünürlerdi.



Bilinmeyen Bölgeler’deki 28 gezegenlik ve dört Ev tarafından yönetilen uygarlıkları dış tehditlere maruz kaldığında soğukkanlılıklarını kaybetmez ve iyi planlanmış savunma stratejilerine göre savaşırlardı. Bilinmeyen Bölgeler’in zorlu koşulları ve tehlikeleri onları böyle yapmıştı. Buna rağmen onura büyük önem veren bir ırktılar ve savaş durumunda mutlaka rakiplerinin ilk vuruşu yapmalarını beklerlerdi. Bu onlar için o kadar önemli bir ahlaki koşuldu ki, Thrawn bir düşmana karşı önceden saldırı düzenlediğinde onu sürgün etmeyi seçmişlerdi.
Irkı tarafından reddedilmesine rağmen Thrawn asla onlara ihanet etmedi ve gizliliklerini korudu. Chiss’lerle ilgili kaydedilmiş başka hiç önemli karşılaşma yoktu, ama Endor Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Yevetha ve Nagai kadar ciddi bir tehlike sayılan Ssi-Ruuk İmparatorluğu’nu geri püskürttükleri biliniyordu. Ayrıca Garqi’de Yuuzhan Vong’larla Chiss’ler arasında bir savaş olduğuna dair raporlar da vardı.
Chiss ırkıyla ilgili en enteresan İmparatorluk kayıtlarından biri bizzat İmparator Palpatine tarafından yazılmıştı. Palpatine bu girişte Thrawn’la ilk karşılaşmasını anlatıyordu:
”Kaptan Voss Parck’ın bana getirdiği yaratık ilgi çekici. Görünümünden dolayı değil(ki görünümü ırkının fiziksel yetersizliklerini yansıtıyor), o parlayan gözlerin arkasında yattığı belli olan beyinden dolayı. Bu adam sürekli düşünüyor, analiz ediyor ve strateji geliştiriyor. Karşımda hiç korku belirtisi göstermedi, aksine o da karşılığında dikkatle beni inceliyordu.
İyi eğitilmiş. Onun yabancı varlığından duyduğum rahatsızlığı belli ettiğimde hiç öfkelenmedi. Bunu belli ederken çok ince ve üstü kapalı davrandım elbette, çünkü bu tür gizli hakaretlerin böyle bir entellektüeli ahatsız etmesi daha olasıydı. Onu kızdıracağımı umuyordum, ama başaramadım.
En azından ilgimin arttığını söylemem yerinde olur. Onun da beni ve bulunduğu bu yeni ortamı ilginç bulduğunu görebiliyordum. Beni ciddi bir tehdit olarak farkettiğini hissedebildim, fakat zarar görmekten korkmuyordu. Beni basitçe potansiyel bir rakip olarak inceliyordu. Oldukça ilginç bir keşif oldu bu. Sanırım onun yeni kariyerini ilgiyle takip edeceğim.”

Alıntıdır = http://www.starwars.gen.tr

14
Yıldız Savaşları / Bothan
« : 09 Şubat 2013, 13:21:46 »
Bothan’lar galaktik politika arenasında önemli oyunculardı ve bilgi toplama becerileriyle meşhurdular.
İlk olarak Bothawui gezegeninde ortaya çıkmış ve çok eski çağlarda civardaki çeşitli sistemleri kolonize etmişlerdi. Endor Savaşı’ndan önce iki düzineden fazla Bothan, ikinci Ölüm Yıldızı’nın planları ile İmparator’un da istasyonu teftiş etmeye gidip böylece bir Asi saldırısına açık hedef olacağı bilgisini ele geçirip İttifak’a ulaştırmaya çalışıken öldüler. O günden beri tüm Bothan ırkı Yeni Cumhuriyet’in en prestij sahibi üyelerinden biri haline geldiler.
Bothanlar kısa boylu ve tüylü insanımsı bir ırktılar. kendilerini ifade etmede çok becerikliydiler ve tüylerindeki hafif dalgalanma ve kabarmalar onların duygusal durumlarını da anlatmaya yardımcı olurdu. Fakat bu özellikleri, amaçlarını gizlemeye çalıştıkları zamanlarda kendilerini ele verebileceği için aynı zamanda bir dezavantajdı.



Bothan’lar doğaları gereği daima güç peşinde koşarlardı. Çoğunlukla fırsatçılık ve manipulasyonda ustaydılar ve başkalarını kontrol etmenin getirdiği ayrıcalığı elde etmeye çalışırlardı. Bothan kültüründe maddi servet bile politik etki kadar önemli değildi ve Bothan klanları bundan mümkün olduğunca çok elde etmek için sürekli birbirleriyle yarış halindeydiler. Fakat tüm bunlara rağmen şiddete nadiren başvururlardı. Politik manevralar onlar için herşeyden önemliydi. Dış rakiplerine de asla doğrudan saldırmaz, hamleyi onlardan bekler ve sonra da onların bu çabalarından faydalanma yolları ararlardı.
Binlerce yıl süren bu tür hayat biçimi Bothan’ları ayrıca genel olarak paranoyak bir ırk haline getirmişti, fakat paranoya da bir Bothan için meziyet kabul ediliyordu.
Her klandan gelen temsilcilerden oluşan Bothan Konseyi Bothawui’yi ana yasama ve yürütme kurumu olarak yönetirdi. Konsey bir üyeyi başkan olarak seçerdi ve tüm politikalar oylama sonucu onaylanır ya da reddedilirdi. Her Konsey üyesi aynı zamanda çeşitli bakanlıklar ve komitelerin başındaydı ve kendi klanlarından kişileri de önemli mevkiilere atarlardı.
Casusluk Bothan’ların başlıca endüstrisiydi. Bilgi arayan herkes Bothawui’ye gelirdi, ama bilgi pahalıydı. Bothan Casus ağı İmparatorluk yönetimi sırasında olduğu gibi Yeni Cumhuriyet altında da aktifti. Leia Organa Solo, Yuuzhan Vong istilasının başlamasından hemen sonra Bothan ırkıyla ilgili gözlemlerini günlüğüne şöyle yazmıştı:
”İmparatorluğa karşı savaş sırasında Bothan’lara müttefiklerimiz olarak güvendik, fakat ilerleyen yıllarda öğrendik ki onlar için daima gizli bir hedef de varmış. İmparatorluk onlara güç hakkı tanımadığı için ona karşı bir bütün halinde savaştılar. Eğer ortak bir düşmanları olmasa Bothan klanları sürekli birbirlerinin gırtlağına yapışırlardı. Onlarla uğraştığımda ön yargılı davranmamak için elimden geleni yapıyorum, ama Borsk Fey’lya ve taraftarlarıyla bu çok zor. Onları Yuuzhan Vong tehdidi konusunda uyardığımızda beni tekrar iktidara geçmek için manevra yapan bir hain olmakla suçladı.
Bunun onların doğasında ve yetiştiriliş tarzlarında olduğunu biliyorum. Fakat onların bu şekilde davranmaları sonunda bizi nereye götürecek?”

Alıntıdır = http://www.starwars.gen.tr

15
Yıldız Savaşları / Aqualish
« : 09 Şubat 2013, 13:18:39 »
Çoğu antropolog Aqualish’lerin içlerinde, ırkın evriminin ilk başlarından kalma bir öfke ve kızgınlık bulunduğuna inanırdı. Aqualish’ler gerçekten de genel olarak çabuk öfkelenen bir ırktı ve sebepsiz yere birden parlayıp şiddete başvurmalarıyla meşhurdular.
Anavatanları Ando’da Aqualish’in iki türü ortaya çıkmıştı: Gezegenin bataklıklı adalarında evrimleşmiş olan Quara, ya da parmaklı Aqualish, ve uçsuz bucaksız denizlerde evrimleşmiş olan Aquala, ya da yüzgeçli Aqualish.


Quara’lar Ando’daki Aqualish nüfusunun sadece onda birini oluştururdu ve Aquala’ların sürekli ve şiddetli ön yargılarıyla ve kendilerini küçük görmeleriyle yaşamışlardı nesillerce. Bu yüzden iki grup arasında neredeyse aralıksız devam eden bir ırk savaşı meydana geldi.
Buna rağmen, İmparatorluğun doğuşundan yaklaşık 15.000 yıl önce başka bir gezegenden gelen yabancı bir gemi dünyalarına indiğinde güç de olsa barışa ve zoraki bir ortaklığa yanaştılar. Daha önce uzaydan hiç bir ziyaretçi görmemiş olan ve gökyüzünden bir istilanın geldiğini sanan Aqualish grupları bu ‘tehdide’ karşı birleştiler ve tüm öfkeleriyle geminin mürettebatına saldırıp herkesi acımasızca öldürdüler. Gemiyi ise sağlam ele geçirdiler ve zamanla uzay gemisi yapımını öğrendiler. Uzay yolculuğu yapacak kadar ilerlediler ama teknolojilerini daha fazla geliştiremediler. O dönemden beri Aqualish’ler daima başkalarının teknolojilerini çalıp kendi amaçlarına adapte eder olmuşlardır.
Derin uzayda yolculuk yapabilecek hale gelir gelmez Aqualish’ler diğer gezegenleri de istila etmeye kalkıştılar. Eski Cumhuriyet kuvvetleri onları çabucak durdurdu ve tüm ırk silahsızlandırıldı. Fakat artık galaksinin geri kalanındaki hayatı öğrenmişlerdi ve bireyler ya da küçük gruplar halinde etrafa paralı asker, ödül avcısı, haydut ya da korsan gibi rollerde yayılmaya başladılar. Galaksi’de bu kadar kötü bir şöhrete ulaşmaları da bu dönemden sonra başlamıştır.

Alıntıdır = http://www.starwars.gen.tr

Sayfa: [1] 2 3