Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Saduntuncay

Sayfa: [1]
1
Çizgi / Kadimlerin Uykusu (grafik çalışması)
« : 11 Temmuz 2014, 16:30:15 »

2
Tüm bölümleri ve daha önce paylaşmadığım bölümleri burada yeniden düzenleyerek zamanla paylaşacağım arkadaşlar. Önce bir temayı sindirin ve düzenlediğim bölümlere bir bakın istedim.Linkte verdiğim haritadan yararlanarak okuduklarınızdan daha fazla zevk alabilirsiniz ve hikayeye yabancı kalmamış olursunuz

Yorumlarınızı eksik etmemenizi diliyorum dostlarım

Harita linki: http://imgur.com/NNzgL1q

 

Tür: Dark Fantasy, Gerilim

----------------------------------------------------

Galthar Efsaneleri -Kadimlerin Uykusu-

AÇIKLAMA BÖLÜMÜ

Galthar,yaşlı dünya...Yıpranmış ve lanetlenmiş bu dev alemin kadim beş Noha(tanrı) tarafından yaratıldığı rivayet edilir.Noha’lar artık gözlerini ya başka alemlere çevirdi,ya da güçlerini kaybetmeye başlamışlardı.Tüm Galthar, derin bir karanlığa bürünme aşamasındaydı.Son ejderha Naranvel’in çığlıkları her gece bu kadim dünyanın bütün hudutlarından rahatlıkla duyulabiliyordu.

Vakti zamanında, karanlık Rün Büyücüsü kudretli ve kadim Godrekh ,eski karanlık tanrıların desteğini alarak efendilerinin isteğini yerine getirmek için tüm Galthar’a savaş ilan etmişti.Karanlık kapıları kullanarak,bu hayatta kimsenin görmediği,görmeye cesaret edemediği en güçlü Lichler’i (karanlık ve ölü büyücüler) çağırarak yardım istedi..Godrekh’in zaferi kaçınılmazdı;lakin Harloth –yol gösteren- bir kez daha çaresizliğin hüküm sürdüğü bu alemde ortaya çıkmıştı.O,yeniden Galthar’a cesaret verdi ve karşı koymalarını sağladı.Tüm Galthar,tek bir sancak altına toplanmıştı ve Godrekh’in öncü ordularını malup ederek Orlindor Kapılarından geçtiler, karanlık toprakların hakimi Godrekh’i kara taht kulesinin kapılarına dayanarak katlettiler. Zafer kazanılmıştı; ama kara bulutlar Galthar’ın üzerinden asla gidememişti.Godrekh’in ölümü ile kendisine yemin sözü veren tüm Lichler, Orklar ve Troller (lord of the rings trolleri değil karışmasın) ve diğer yabanıl ırklarla beraber kayıplara karıştı.Lichlerden dirayetli olanları çoktan Galthar dünyasında şekil değiştirerek krallıkların,ailelerin arasına karışmıştı bile.

Dengeler bozulmuş,kardeş kardeşi boğazlamış,lordlar krallarını zehirleyerek tahta geçmişti.Nohalar’a beslenen o sonsuz inanç yerini kafirliğe bırakıyor,hastalıklar yayılıyor,hatta Elf diyarını bile etkiliyordu. Krallıklarda çıkan isyanların ardı arkası hala daha kesilmemişti. Savaş çok şeyi alıp beraberinde götürmüştü..Harloth güçlerini yitirmiş ve kötü bir musibetin etkisine geçmeye başlamış gibiydi. Günün birinde ortadan tamamen kayboldu. Kimileri bu diyarda işini bitirdiğini söylüyor,bu yüzden gittiğine inanıyordu,kimileri ise onunda ölümlüler gibi acı çektiğine kanaat getirmeye başlamıştı. Krallar ise ‘artık bizden umutlu olmadığı için gitti ‘ diye yorumluyordu

Savaş tüm Galthar’ın askeri gücünü oldukça azaltmıştı. Önce,cüceler kendilerini yer altının ucsuz bucaksız derinliğine gömerek bu dünyadan kendilerini çektiler ve yeraltındaki kalın çelik kapıları olan Duhkun'un ardına saklandılar. Sonrasında Elfler,bu alemin artık hastalık ve ölümle baş edemeyeceğini anladıktan kısa bir süre sonra gemileri ile yolculuğa çıkıp iyileşebilecekleri ve daima ölümsüzlük olacaklarına inandıkları Kadeen Geçitlerinden geçtiler. İnsan ırkı artık tek başına kalmıştı. Gruplaşmalar,entrikalar sürdükçe sürüyor, her geçen dünya dönümü(yıl) daha da artıyordu...Sadece Naranvel sağ kalana dek tüm ejderhalar yaşamını yitirmeye başlayınca bu kadim dünyadaki büyü düzeni de azalmaya ,hatta ortadan kalkmaya başlamıştı.Sadece iradesi ve güçleri fazla olan bazı büyücüler hayatta kalabilmiş ,elinde kalanı koruyabilmişti.

Lichlerin etkisinde olan Zezan,durumdan yararlanarak kutsal büyücülük yeminini bozmuştu,ona inanan her güçlü büyücü ve savaşçıyı yanına aldı ve atlarını karanlık topraklara sürdüler.

Aradan tam bir yüzyıl geçmesine rağmen Galthar, yaralarını tamamiyle saramamıştı. Zezan,kimsenin daha önce cesaret edemediği büyüleri kullanarak hem kendi ömrünü uzatmış,hem de Lichler’e hükmetmeyi öğrenmişti. İnsanların cesaretini kırmak amacıyla kışkırttığı Galthar halkını ve kendi güçlerini kullanıyordu. Karanlık kapıların berisinde kalan insan ırkının büyük bir savaşa daha gücü yoktu.Sadece iki kral hüküm sürmeye başlamıştı. Bunlardan biri hala lichlerin etkisinde olan (Farnhidol’un Kralı) Kral Forin diğeri ise türlü entrikalarla ölen ve çok sevdiği Kral babasının yerine geçmek zorunda kalan ( Demirduvar Kalesi’nin eski lordu ve şu anki Wartholdian topraklarının Kralı) Artheen idi. Artheen,babasının ölümünü ve bazı gariplikleri araştırmak için çalışmalar yaptığı sıralar katledilmek istendi;ama o çok güçlü bir savaşçıydı ve her seferinde kendisine gönderilen suikastçıları durdurmayı ve öldürmeyi başardı.Halk, Artheen’ e sonsuz güveniyordu.Ne zamanki, günün birinde suikast etmek amacıyla yanına yaklaşan hizmetçinin gırtlağını kesmek zorunda kaldı; işte o zaman ortaya çıkan bazı şeylerle birlikte ismi ve namı lekelenip Artheen Gırtlakkesen olduktan sonra yerine geçen Kral Terron (Nam-ı diğer Kokarca Terron) tarafından Wartholdian çayırlarının kuzey tepelerindeki kule zindanında çürümeye mahkum edildi. Artheen,yakın zamanda son defa temiz havayı ciğerlerine çekecekti ve ondan sonrası tamamen karanlıktı. Harloth tam olarak kimdi veya ne idi? Asıl soru, neredeydi? Godrekh yüzyıl önce nasıl bir laneti ortalığa salmıştı ? ve Zezan’ın bu denli güçleneceği hesaplarında var mıydı? Neden insanlar kendi ırkına bile güvenemiyordu? Galthar’ı korumaya yemin edenler bir savaşı daha kaldırabilir miydi ? Dünya fazlasıyla değişiyordu. Kara bulutlar artık tamamen bu dünyanın üzerindeydi ve cevaplanması gereken çok soru,kazanılması gereken birçok zafer vardı.Kan,kılıç ve artık bu topraklarda yok olmaya başlayan büyüyle !





 

1.BÖLÜM- ARTHEEN GIRTLAKKESEN-

Wartholdian Kalesi’nin kapısı acı bir şekilde gıcırdayarak açılmıştı. Kalenin koridor kısmında yürüyen muhafızlar alel acele koşarak dev tahta kapının iki yanına koşullandılar. Rütbeli bazı kale muhafızları kalkanlarını daha sıkı kavrayarak hafifçe yukarı kaldırdılar ve koridorun gerisinden gelerek, elleri saf Wartholdian çeliği ile kenetlenmiş Artheen’i çevrelemeye başladılar. Muhafızlar, Kralı’ın emri ile bu görevi en iyi güvenlik önlemlerini alarak gerçekleştirmek istiyorlardı. Artheen, gurur ve nefretin aynı anda ruhunu sarıp sarmaladığı bu kabustan kurtulmak için keskin bir kılıcın basit ve tek hamlesiyle kafasının gövdesinden ayrılmasına razı gibi görünüyordu. O, annesinin biricik evladı ve tek erkek çocuğuydu. Wartholdian’ın en güzel çocuğu, Artheen... Tüm lordların ne kadar uğraşsa da etkileyebilmekte fazla başarılı olamadığı batı diyarın en güzel kızlarının kalbini, yeşil gözünü tek bir kırpışıyla feth edebilen, ince dudaklarının hafif tebessümüyle bile onları yatağına kolayca misafir edebileceği Artheen... Şimdi ise; yüzü kir ve yağ ile kaplanmış, o parlak ve uzun kahverengi saçları solmuştu. Üzerine koyu yeşil renkte, harap olmuş ve kirli bir tunik giydirilmişti. Ayaklarını koruyacak çizmeleri yoktu. Onun yerine, ayağına orta kalınlıkta bezlerden yapılma sargılar konulmuştu. Gideceği yerde güzel giysilere, parlak zırhlara, kadınlara veya ihtişama asla ihtiyacı olmayacaktı. Yüzünü belli belirsiz saklamak adına kafasını aşağı eğerek, uzun saçlarının gözlerindeki hayal kırıklığını gizleyebileceğini umdu. Muhafızların ince demirli ayak zırhları koridorda yankılanıyordu.

Artheen, muhafızlar eşliğinde kaleden çıkartıldı. Wartholdian’ın meydanına doğru yol aldıkları zaman etrafları uzun süredir bu anı bekleyen halk ile çevrilmeye başladı. ‘’Katil...Katil...Artheen Gırtlakkesen...Hahah! Artheen, kıllı kıçımın kralı’’ diye bağıran bir adam, kalabalığın arasından geçip kendini ön plana çıkarttı ve sloganını yeniledi 'Kıllı kıçımın kralı'. Etraftaki insanlar adamı destekler şekilde gülmeye başladılar. İri olan muhafızlardan biri, işin daha fazla soytarılığa dönüşmemesi için adamı kenara itekledi ve yollarına devam etmeye çalıştılar. İnsanlar sloganlar eşliğinde bağırmaya devam ediyor ve kimileri ise ellerindeki çürük yumurtaları Artheen’in suratına isabet ettirmeye çalışıyordu. Muhafızlar, yanlarındaki suçlu ile birlikte adımlarını hızlandırmaya başladı. Batı kesiminden gelen Turrian Denizi'nin o nahoş esintisi de sanki adamların adımlarıyla birlikte daha da fazla hareketlenmişti. Taşlı meydanın alt sokağına vardıkları sırada, halkın içinden tıknaz bir adam elindeki sopayla Artheen’e saldırmaya kalktı. Aradaki açıklıktan istifade eden sinirli adam eylemini gerçekleştireceğini düşünürken, iri olan muhafızın ani bir kılıç darbesiyle beraber sağ elini kaybederek kan revan içerisinde yere yığıldı. Adamın çığlıkları, halkın katile lanet yağdırmak için bağrıştığı bu şamatanın içerisinde kayıplara karışmaya başlarken Artheen, çevresine baktığında kendisi için yas tutanların da olduğunu fark etmeden edemedi. Wartholdian’ın yüksek kubbelerine, yaşlı ve taştan sokaklarına, sağlam duvarlarına; daha henüz yozlaşmamış, beyni farklı hikayelerle rezilce yıkanmamış insanlarına son bir kez kafasını çevirerek baktı. Zamanında kazandığı küçük çaplı savaşların verdiği o esrarengiz zafer sarhoşluğunu, heybetin en tatlı haliyle bu şehre halkın gözünde gerçek bir Kral olarak girişini ve en önemlisi; halkın, şehre zaferle girdiği anda, üzerine Wartholdian Çayırları’nın en nadide çeçeklerinin yapraklarını yağmur gibi yağdırışını nasıl unutabilirdi? Artheen,bir an için duygusallığın kendisini zayıf düşürebileceğinden korktuğu için toparlandı ve kendisini kabaca iten bir muhafızın uyarısıyla adımlarını hızlandırmaya devam etti.

Kral Terron, kalenin yüksek avlusundan Artheen ve muhafızların yavaşça şehrin dış kapısının yolunu tutmasını zafer kazınmışçasına ve büyük bir iğrençlikle seyrediyordu. Uzun olmasına rağmen telleşmeye başlamış saçları, bakımsız ve biçimsiz sakalları, yağlı yüzüyle, kral olduğu ilan edilmeden önce kendisine takılan; fakat şu an kimsenin diline almaya cesaret edemediği, o ünvanı fazlasıyla hakediyordu. ‘Kokarca Terron’. Terron, kendisine isteksizce eşlik etmek için avluya gelen altın gibi sarı saçlı, incecik yüzlü ,diri vücutlu Aween’e döndü ‘’Ahh...Kraliçem.. Kardeşinizin bu son yolculuğunda yanında olursunuz diye düşünmüştüm. Doğrusu şehrin kapısına kadar iştirak etmenizi beklerdim.’’ Leydi Aween, Terron’a sadece iğrenircesine baktı ve gözleriyle adeta ‘’Neden bunu yapıyorsun?’’ diye haykırdı içinden. Terron, kadının suskunluğuna aldırmıyordu. ‘’Doğru ya...Artheen Gırtlakkesen.. hangi Leydi böyle bir tohumu kardeşi olarak kabul ederdi değil mi? ‘’ Suskunluğunu koruyan Leydi Aween’in boynuna ve kulaklarına doğru iğrenç ve kalın dudaklarını yaklaştıran Terron fısıldamaya başladı. ‘’Tüm bu olanlar babanız Anadoh’un kemiklerini sızlatıyor olmalı ha ? ‘’ Kraliçe Aween bu küstahlığın üzerine daha fazla dayanamadı ve kafasını ,Terron’un çirkin dudaklarını görmemek için cevirdi. ‘’Kral Aradoh!’’ dedi narin ve emin bir şekilde Aween. ‘’Ve, sakın babamın adını ağzınıza almayın... Lordum’’ Tüm bunları söylerken Terron’a küçümser ve imalı gözlerle bakıyordu. Terron hızlı bir hamle ile Leydi Aween’in kolunu kabaca sıktı. ‘’Bu ne cüret! Sen de, o sefil kardeşin gibi zindanlarda çürümek mi istiyorsun? Sahip olduğum bu ünvanı kabullenip kabullenmemen umrumda bile değil. Ben, Wartholdian’ın Kralıyım. Senin de beyinim. Bir Leydi, beyiyle ve en önemlisi Kralı ile daha nazik konuşmalı. ‘’ Aween’in kolunu biraz daha sadistçe sıkmaya başladı. 'Sakın o küçük konseye fazla güvenip dilinizi böyle küstahlıklara alıştırmayın. Zira bir kralın satın alamadığı sadakat neredeyse yoktur' Terron’un gözlerindeki tehdit, kor alevden bir kırbaç gibi Aween’in yüzünde ‘şak’ladı sanki. 'Neredeyse' dedi Aween içinden. ‘’Çek ellerini üzerimden’’ diyerek Terron’un sıkıca kavradığı kolunu kurtardı ve oradan uzaklaştı.

Kral Terron, öfkeyle homurdandı. ‘’Adi kaltak...’’ şeklinde söylenirken ellerini avlunun tozlu duvarlarına yaslayarak bir süre kendini şehri izlerken kaptırmış olarak buldu. Bu şehir ona aitti, yalnızca ona... Terron’un üzeri, aniden büyük cüsseli bir gölge ile kaplandı. Bu cüsse, biraz önce tıknaz adamın elini kolayca uçuran o muhafıza aitti. Kralın yanına biraz daha yaklaşarak selam veren iri kıyım, pelerinli askere dönen Terron acı bir şekilde sırıttı.‘’Ben de seni bekliyordum Garener.’’ Geniş zırhlı asker gergin gözüküyordu.

‘’Herşey hazır Kral Terron...İstediğiniz gibi, tam Diraldor esir kulesine varır varmaz...’’

Kral Terron aniden iri adamın sözünü kesti.

’’ Etrafına bir bak Garener. Nerede olduğunu ve benim de nerede olduğumu hatırla. Dedikoducuları ve isyancıları göz ardı edemezsin. Bu yüzden; eğer gelecek sefere dilini ağzının içerisinde tutamazsan, onu kopartıp köpeklere atmamam için bana geçerli bir sebeb vermiş olursun. Bunu anladın mı Garener? ‘’

Garener anlamışçasına sessiz kaldı.

’’ Güzel...Konuştuğumuz gibi, dikkat çekmemeli. Ve umarım aklın da cüssen gibi sağlamdır’’

Garener, ‘’ Kralım’’ diyerek kafasını onaylarcasına hafifçe aşağıya eğdi. Kral’ın el işaretiyle huzurundan uzaklaşan Garener, koca cüssesine rağmen ejderha derisinden yapılma halkalı zırhının içerisinde çok dinç ve çevik bir savaşçı gibi gözüküyordu. Wartholdian çeliği üzerine işlenmiş ve ince işçilik gereketiren süslemeler, parlak kılıcını daha da görkemli kılıyordu.

Artheen, kendisini vahşi bir yaban domuzunu zapteder gibi çekiştiren ve itekleyen muhafızlarla birlikte Watholdian’ın dış kapısın’a kadar geldi. Muhafızlardan biri ‘’Nöbetçi’’ diye bağırarak paslı contalarla ve eskiden kalma savaş darbeleriyle hasar almış dış kapısını gümbürdeterek açtırtmaya başladı. O kapı, Wartholdian'ın çoğu şeyinden daha değerliydi. Aynı zamanda bu yozlaşmış şehirde çoğu insan verilen değerden fazlasına sahipti. Nice savaşlara tanıklık etmişti, fakat hiçbir güç o kapıyı kıramamıştı. Batı ve doğu diyarlarında en güçlü kapı aralanmaya başladı. Garener ve yanına aldığı beş adamı, atlarıyla Artheen’in gözcülüğünü yapan muhafızlara yetişti. Muhafızların bir kısmı kapının gerisine çekilip tamamen aralanmasını beklerken , atlarının kemerlerini tutanlar ise kendilerini bu yolculuk için hazır ediyordu. Garener ve adamları haricinde, Artheen’in gözcülüğünü üstlenecek sekiz muhafız daha vardı. Garener, Artheen Gırtlakkesen’e göz ucuyla bir bakış attı, daha sonra da muhafızlara...

’’ Sanırım bu genç katili benim dışımda atına almaya cesaret edebilen yoktur ha? Hahah! ‘’ diyerek yarı çılgınca ve biraz da yapmacık bir kahkaha attı. Garener sözlerine devam etti 'Katillerin ikinci bir adı olur evlat. Bunu biliyorsun değil mi ha? Hangi suçla yargılandıysan, o suçu sana kalan ömrün boyunca hatırlatacak bir lakap takılır. Fakat bunu çok fazla kafana takma, çünkü hayat da çok kısadır. Üstelik bir katil için...' Garener, muhafızlara 'bindirin şimdi şunu atıma' dercesine bir işaret yaptı.

Artheen, Garener’in atına bindirildi. Elleri de Garener’in karnına kabaca bağlandı. Muhafızlar, Garener eşliğinde atlarını Wartholdian’ın zamanında, kara bulutlar düşmeden önce, güneşin büyük bir uyumla beslediği, ışıltılı çayırlarına doğru sürdüler.

Kısa süre içerisinde; Wartholdian’ın görkemli kubbeleri ve yüksek duvarları, atların hızla yol almalarıyla birlikte küçülmeye başlamıştı. Hayvanların paçalı ve tüylü toynakları, Wartholdian’ın sarı renge bürünmüş çayırlarındaki otları ezerek çıkardıkları tok sesleri bir melodiye dönüştürüyorlardı. Garener ise yüzündeki o soğuk ve umarsız gibi gözüken ifadeyle atını sürmeye devam ediyordu.

Artheen güçlü görünmeye çalışıyordu. Sallantılı geçen bu yolculuğun sonu olacağını hissetmişti bile. Diralbor'un yüksek zindanlarında ölmeden; fakat her gün ölürmüş gibi yıllar geçirmek... Her daim, kendisine açlıktan öldürmeyecek kadar su ve ekmek verilmesi... O zindanlarda geçen kara bir boşluk, zamansızlık,çaresizlik... Buna katlanamazdı; ama başka bir kurtuluş yolunun da olmadığının farkındaydı. Nasırlı ellerini birbirine sürterek, ince ve çatlamış dudaklarını hafifçe ısırdı. Köşeli ve keskin hatlara sahip çenesi hafifçe titredi. Bir an kendini kaybedeceğinden korktu, belki de aklını yitireceğinden şüphe ediyordu. Aween, sevgili kardeşi Aween... Onu düşünüyordu. Emri vaki bir kralın, emri vaki kraliçesiydi artık o. Her şeyden önce, kendini kral ilan eden bir erkek müsfettesinin, her lanet gecenin başında kardeşini yatak eğlencesi olarak kullanması katlanılabilir türden değildi.

Terron denen bok torbası şimdiden konseyin hatrı sayılır bir kısmını çevresinde toplamış; Wartholdian'ın yüksek rütbeli pelerinlilerini, çevre diyarlardaki Fork ve Demir Duvar gibi kritik noktalardaki lordların hepsini arkasında toplamıştı. İşlerin bu noktaya gelmemesi için ona bağlı ve Terron'dan korkmayıp ölmeye hazır şekilde savaşabilecek bir çok şovalyesinin desteğini alabilirdi; fakat sayı bakımından üstünlük sağlanamayacağından dolayı bu sadece budalaca bir intihar olurdu.

‘’Babam olsa ne yapardı? ‘’ diye sordu içinden. Bu esnada atlar biraz daha düz bir yola çıkarak hızlanmaya başladı. Artheen’in kaderi ve o sonsuz karanlık çok yakındı... Tek bildiği birşey vardı. O, katil değildi.

Aween, odasına kapatmıştı kendisini. Elflerden ilham alınarak yapılmış iç dekor ve camın, kara bulutların zayıflattığı güneş ışıklarını sihirli bir şekilde içeri davet edişi odaya ne olursa olsun hoş bir hava katıyordu. Aynanın önünde duruyor ve üzerini düzeltiyordu kraliçe. İşin aslı, kendisini asla bir kraliçe gibi hissedemiyordu. Zaten Kral Terron da ona asla içten bir şekilde ‘’Kraliçem’’ diye hitap etmemişti. İnce-diri bedenini ve dolgun göğüslerini sarıp sarmalayan kaliteli uzun kırmızı elbisesine hafifçe dokundu. Daha sonra da; narin parmaklarını, üzerinde şaşalı süsler içeren kolyesine götürdü ve ani bir hareketle kolyeyi boynundan kopartarak yere attı. Aynaya bakmaya devam etti. Masum ve annesininkilere benzeyen yeşil gözlerini aynadan izledikçe aklına yeniden Artheen geldi. Aween’in gözlerinden hızlıca dökülen yaşlar, beş tanrının bile şaşırabileceği bir içtenlikle ve adeta büyülü bir biçimde, o ince ve hafif kavisli yanaklarından süzülüyordu. Aynanın bir ucundan tutarak kendine doğru çekti. Ufak bir dolap niyetine aynanın ardında gizlenen bölmeden fındık ağacından yapılma garip bir kutu çıkardı. Ağlamaya devam ediyordu...Zarifçe kutuyu açtı ve içerisindeki, üzeri minik sargı bezleriyle sarılı, küçücük bir şişeyi eline alarak parmaklarıyla hafifçe döndürdü. Kutuyu eski yerine koyarak bölmeyi kapattı ve aynada son kez kendisini izlemek istedi.

Uzun zamandır baş ağrısı çekiyordu. Günlerdir gözüne, gördüğü tuhaf rüyalardan dolayı uyku girmemiş gibiydi.

Anlık bir tereddüten sonra elindeki küçük şişenin kapağını usulca açtı, yavaşça kaldırarak ağız hizasına doğru yaklaştırdı...

Sanıldığından daha da uzun bir yolculuk olmuştu. Karanlık bulutların arasında zorlukla seçilebilen güneş yavaşça yer değiştiriyordu. Artheen ve muhafızlar son tepeyi de aştıktan sonra koca zindan kuleyi karşılarında gördüler. Burası kapkara bir kuleydi ve alabildiğine göklere doğru yükseliyordu. Atlarını yavaş yavaş nöbetçi kapısına doğru sürerlerken, muhafızlardan bazıları kendilerini Orklar’ın pususuna düşmedikleri için şanslı sayıyordu. Ahhum Dunhar'daki dağlık meskenlerinden çıkarak diyara yayılan orklar, Dorren'in Gözcü kulelerinden zaman zaman görülebiliyordu. Binlerce, hatta on binlerceydiler. Ya da kule nöbetçileri gerçekten de fazla rom içiyorlardı. Fakat bu lakırtılar doğruysa, pis yuvalarından çıkıp da buralara kadar gelmeye cüret etmelerinin bir sebebi olmalıydı.

Artheen, Garener’in atının arka kısmında kaderine razı olmuş beklerken, Fork şehrinin kuzeyinde boylu boyunca uzayan yüce dağların en tepesinde yaşayan son ejderha Naranvel’in gizemli çığlıkları bir kez daha yeri ve göğü delmeye başlamıştı. Bu seferki çığlıklar daha da acıydı sanki...

-1.bölümün sonu-
 

**************************
 

2.BÖLÜM -RÜYALAR-

Aween, ağlamaktan solan gözlerine aldırış etmedi. Sadece ayna karşısında kendisine bakmaya devam etti ve elindeki küçük şişeyi ağzına yavaşça yaklaştırdıktan bir süre sonra yeniden geri çekti. Titreyen elini kontrol etmekte bir hayli zorlandı... Derince bir nefes aldı, gözlerini kapadı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Aween, sinirini hemen bastıramayacak kadar toy ve budala; makul düşündüğünde kendini kontrol edecek kadar dirayetli idi. Sonunda içerisinde bulunduğu o korkunç ikilemden çıkmışçasına şişeyi, aynanın altında duran dolabın üzerine yavaşça bıraktı. Göz kapaklarını araladı ve gözündeki yaşları incecik elleriyle kuruladı. Bir kez daha ölüm imtihanından muhaffak olmanın gururunu taşırcasına aynada üstünü başını düzelterek kendini sefil ve çaresiz biri yerine, bir kez daha Leydi olarak gördü. Zira kendisine asla kraliçe diyemezdi. Hakikat göz önünde bulundurulduğunda ne Terron kraldı, ne de kendisi kraliçe. Onun gözünde ağabeyi hala bir kraldı, gerçek bir kral. Aween'in içinde bulunduğu şartlar zaten yeterince çetindi. Bu gidiş gelişlere daha ne kadar katlanması gerektiğini bilmiyordu. Daha fazla kokarca Terron’a tahammül edemeyeceğini bugün biraz daha olsun anlamaya başladı. Bilmediği bir karanlık ve korkunun en safı, sanki Aween’in kalbinde dolanıyordu. En az Orlindor’un kapıları ardındaki karanlık topraklar kadar zifiri bir karanlık, kızgın zift gibi ciğerlerini sarıyordu. O daha doğmadan önceki büyük savaşta, kötülüğe karşı mühürlenmiş olan bu kapıların artık gücünün tükenmekte olduğunu son zamanlarda defalarca rüyalarında görmüştü. Nedenini henüz anlayamadığı ve hayal meyal anımsadığı bu rüyalarda biçimsiz suratlı ve iki başlı dev garabetler, kırmızı ve parlak gözleri olan kurtlanmaya başlamış iğrenç cesetler tören yürüyüşü yaparcasına geçitlerden ilerliyorlardı. Bunu rüyada görmek bile ayrı bir zulümdü Aween için; fakat şu an yanında ne ağabeyi Artheen, ne de destek olacak başka bir tanıdığı vardı. Artheen’in yolun belki de yarısında öldürülmüş olabileceğini düşünmemek için kendini fazlasıyla zorluyordu. Terron asla cömert biri olmamıştı. Onun tek derdi Artheen’in zindan cezasına çarptırıldığı süsünü vermekti. İnsanlar onu derin ve karanlık zindanlarda bileceklerdi. Halbuki Terron'un sadık köpekleri onu daha zindanlara varmadan...

Ağabeyinin gelip bu zorbanın kellesini vücudundan ayırmasını o kadar çok istiyordu ki, tanrılar bilir belki de dünyada en çok istediği şey buydu; fakat hiçbiri gerçek olamayacaktı. Artheen’i asla bir daha göremeyecekti. Gene o garip his içini sardı ve kendinden geçer gibi oldu. Son bir kez daha derin nefes aldı. Aldığı nefes ile birlikte içindeki katranlaşmış karanlık biraz olsun geri çekildi. Kırmızı ipek elbisesi vücudunun kıvrımlarından ayrılıp adeta dalgalanmış gibiydi. Küçük şişeyi, dolabın üzerinden alarak uzun elbisesinin kol kısmındaki bir bölmeye sakladı. Aniden tıklatılan tahta kapının gümbürtüsüyle irkildi.

’’ Leydi Aween. Kral Terron sizi yemekte bekliyor ‘’ yaşlı ve kemerli bir burna sahip cılız sesli kadın çıkarabileceği en yüksek tonda bağırmıştı.

Terron, bekletilmeyi sevmezdi. Aween'e düşen görev şu anlık halkın arasında mutluluk rolü yapmaktı. Kimseye derdini anlatamaz, açılamazdı. Kimin Kral Terron’un köpeği haline gelmiş olduğunu asla tahmin edemezdi çünkü. Sonu ağabeyi gibi olmamalıydı. Babalarının mirasını, eğer Artheen başaramaz ve sonsuzluğa katılırsa, bir gün kendisi kurtarmalıydı. Aksi halde bu krallığı kaderinden kurtarmak için çabalayacak kimse olmamış olacaktı.

İsteksizce kapıya yöneldi, kolundaki şişeyi son kez kontrol ederek kapıyı ağırca açtı. Yeniden mutluluk dolu ve güçlü bir kraliçe(!) haline bürünerek, kapıda bir süredir dikilen hizmetkarı Perra'nın eşliğinde metal şovalye zırhlarıyla özenle süslenmiş, loş meşale ışıklarının yer döşemelerini aydınlattığı dar koridorda hızla yürüdü. Yüzündeki korku ve endişeyi saklamalıydı. Asla... asla belli etmemeli, hiçbir şeyi mahvetmemeliydi.

2.bölümün sonu
 

**********************************
 

3.BÖLÜM  -İNFAZ-

Garener ve diğer muhafızlar, girintili çıkıntılı gri taşlarla bezenmiş zindan kulesinin dev gölgesinin düştüğü hafif tepelik çayırlara vardıklarında atlarını dizginleyerek yavaşlattılar. Zindan kulenin ön cephesine denk gelen, diğer tepeciklere göre biraz daha büyük olan ve çayır otlarının yer yer seyrekleştiği tepe Garener'in dikkatini çekti. İçinden, 'Burası planlananlar için yeterince uygun' diyerek koca kılıcıyla tepenin tam dibini işaret etti. Muhafızlarla birlikte gösterdiği yere doğru ilerlerken bölgede boylu boyunca uzanan altın sarısı otların yavaşça dans edişini ve infazın gerçekleşeceği yere en fazla iki yüz adım uzaklıktaki kulenin ihtişamını seyretti. Tepenin hemen altında gerçekleşecek bu kan şöleninden, kule nöbetçileri pek haz alamayacaktı. Zira tepe, görüş açılarını kapıyordu. Nöbetçilerin kuledeki tek eğlencesi ölümle cezalandırılan mahkumların infazı sonucu dökülen kan, et ve bağırsak parçalarını izlemekti. Sadece kulenin en üstündeki nöbetçi bu zevkten mahrum olmayacaktı.

Garener, Artheen’i muhafızların eşliğinde yaşlı atın üzerinden indirirken etrafına bir kez daha usulca bakındı. Dev kulenin en tepesinde bulunan ve neredeyse bir siluet gibi gözüken nöbetçi gözüne çarptı. Kaba elleriyle üzerindeki zırhı düzeltti. Turrian Denizi'nin yer yer etkili olan kesintili ve güçlü esintisi, yüzünü çevreleyen örgülü iri sakalını rüzgardan pençeleriyle hareket ettiriyor gibiydi. Rüzgarın tenine işlediği bu tatlı his, ona bir an olsun denizlerin çok ötesindeki evini hatırlattı. Kısa bir soluk alışla homurdayarak, Gırtlakkesen’in eline bağlı olan zincirin çıkıntısını tuttu onu yürütmeye başladı. Muhafızlar , Artheen Gırtlakkesen’i çembere alarak eşlik etmeye başladılar. Muhafızların içinde en saf görünen, karga burunlu ve biraz zayıf olan Kinny ise hala endişesini atabilmiş değildi. Garener bunun farkına varmıştı bile.

’’ Tanrılar aşkına Kinny ! Değersiz kelleni leş kokulu Orklar istemeyecektir. Hayatında hiç karşılaşmayacağın birşeyden korkamazsın değil mi?’’ diyerek muhafızı kaba bir dille rahatlattı. Hemen akabinde ise dayanamadı ve ekledi

' Şu lanet koca burnuna bir bakın. Elindeki mızraktan daha tehditkar duruyor'

Ölümünü bekleyen Artheen ve gocunmuş görünen sakar Kinny dışında tüm adamların kahkahaları tepede yankılanmaya başladı.

Garener sesini düzelterek yeniden eski ciddiyetine büründü. Göz ucuyla yeniden kuleye baktı. Daha sonra muhafızlara döndü

' Belki de kral Terron'un verdiği bu gizli infaz emri için tasalanıyorsunuzdur. Bunu anlayabiliyorum; fakat şu işi bir an önce bitirip şehirdeki yataklarımızı iri göğüslü fahişelerle doldurmadan önce, içinizi saran o yersiz korkuyu söküp çıkartmak isterim. Konseyin, çocuğu hala destekleyen üyelerinden veya ona hala bağlılık yemini olan lordlarından, yüksek nüfuslu akrabalarından asla korkmanıza gerek yok. Çünkü çocuğu zindanlarda bilecekler'

Kral Terron, herşeyi hasta ve karanlık zihninde en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Hatta beş tanrı bilir, bir gün yüce Kral soyundan olanlar Artheen’in ölü olup olmadığını görmek için ziyaret nedeniyle zindna kulesine gelse, onları kandırmak adına kullanılacak zindanlar dolusu Artheen’e benzeyen genç adam vardı. Artheen'i hala destekleyen çevresi müdahale hakkını Wartholdian yasaları gereğince kullanamazdı. Zira Artheen, görünürde bir katil ve vatan hainiydi. Eskiden kazandığı babadan geçen kan hakkı onu sadece idamdan kurtarabilmişti. En azından kurtardığını düşünüyorlardı. Aslında, kendisine suikast düzenleyen hizmetçiyi öldürmesinin hemen ardından suçlu bulunmamıştı bile. Olayın ertesi günü hizmetçi kadının cebinden çıktığı iddia edilen Artheen'in el yazısı ve imzasına sahip olan bir mektup Artheen'in sonunu hazırlamıştı. Fork şehrinin yüce divanına yazılan mektupta Artheen, kral babasının ölümünden Lord Terron'un sorumlu olduğunu düşündüğünü, eğer eline birkaç nitel kanıt geçerse; Lord Terroun'un kellesini bizzat alarak kendi adaletini sağlayacağını, bu hususta divandan ivedilikle tavsiye talep ettiğini son derece açık bir şekilde bildirmişti. Fakat mektup ulaşması gereken kişilere ulaşmadı ve belki de hizmetçinin kendisine 'kralı öldür' emri verilirken bile, mektuptan haberi bile yoktu. Alt tabaka birinin ölümü yeterince etki yaratmadığı için, olabilecek entrikalara karşı tecrübesiz ve toy bir hırsla kaleme alınan bu mektup güzel bir koz olarak kullanılmıştı. Terron, mektubu bahane ederek konseyin ileri gelenlerini; canına kasıt olduğu, yaşlı keçinin ölmesinin ardından oğlunun yolunu kaybedip delirdiği için en sadık(!) danışmanını suçladığı, mektuptan haberi olan hizmetçiyi kasıtlı öldürdüğü ve tahta oturacak vasfa artık sahip olmadığı hususunda ikna etmişti. Her şeyi muazzam ayrıntılarla planlamasının ve ikna kabiliyetinin sonucunda tahtın yeni sahibi Terron olmuştu. Burası doğu diyarlara hiç benzemezdi. Krala karşı duyulan ve sağlam dayanakları olan her şüphe, onu tahttan uzaklaştırmaya yeter de artardı. Çünkü bu topraklar sadece kral emriyle yönetilemezdi.

Artık vakit gelmişti. Garener, kılıcını kınından yavaşça yukarı kaldırırken, çıkan o Wartholdian çeliğine has eşsiz ses tüm çayırda yankılandı. Zırhının gizli yerinden kılıç bilemek için kullanılan bir saraç taşını çıkararak kılıcı bilemeye koyuldu. Kafasında sürekli aynı planı defalarca gözden geçiriyor gibiydi. Saraç taşını, kılıca her değdirdiğinde Naranvel’in çığlıklarından daha da acı ve ürkütücü bir ses çıkıyordu. Sanki, kılıç ve taş birlikte hüzünlü bir şarkıda düet yaparak Artheen için ağıt yakmıştı. İnfaz çok yakındı ve kaçınılmazdı...

3.bölümün sonu

DEVAMI DÜZENLEMELERİN ARDINDAN GELECEKTİR

 

3
Merhaba sevgili arkadaşlar. İkinci bölüm biraz geçikmişti biliyorum. Sözleneceğim. Hazırlıklar, yüzük için araştırmalar derken çok ilgilenemedim. İmla hataları olduysa affola. Yakın zamanda düzenleyeceğim.
 
Galthar Efsaneleri 2.Bölüm
 
Aween, ağlamaktan solan gözlerine aldırış etmedi. Ayna karşısında kendisine bakmaya devam ediyor ve elindeki küçük şişeyi ağzına yaklaştırıyor, bir süre sonra yeniden geri çekiyordu. Titreyen elini kontrol etmekte bir hayli zorlandı... Derince bir nefes aldı, gözlerini kapadı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Aween, sinirini hemen bastıramayacak kadar toy ve budala; makul düşündüğünde kendini kontrol edecek kadar dirayetli idi. Sonunda içerisinde bulunduğu dilemmadan çıkmışçasına şişeyi, aynanın altında duran dolabın üzerine yavaşça bıraktı. Göz kapaklarını araladı ve gözündeki yaşları incecik elleriyle kuruladı. Bir kez daha ölüm imtihanından muhaffak olmanın gururunu taşırcasına aynada üstünü başını düzelterek kendini sefil ve çaresiz biri yerine, bir kez daha Leydi olarak görüyordu. Bu gidiş gelişlere daha ne kadar katlanması gerektiğini bilmiyordu. Daha fazla kokarca Terron’a tahammül edemeyeceğini bugün biraz daha olsun anlamaya başladı. Bilmediği bir karanlık ve korkunun en safı sanki Aween’in kalbinde dolanıyordu. En az Orlendoor’un kapıları ardındaki karanlık topraklar  kadar zifiri bir karanlık, kızgın zift gibi ciğerlerini sarıyordu. Kötülüğe karşı mühürlenmiş olan bu kapıların artık tamamen faydasız olduğunu ve gücünü yitirmiş olduğunu son zamanlarda defalarca rüyalarında görüyordu. Biçimsiz suratlı ve iki başlı dev garabetler, kırmızı ve parlak gözlü iğrenç cesetler tören yürüyüşü yaparcasına geçitlerden ilerliyorlardı. Bunu rüyada görmek bile ayrı bir zulümdü Aween için; fakat şu an yanında ne ağabeyi Artheen, ne de başka bir tanıdığı vardı. Artheen’in yolun belki de yarısında öldürülmüş olabileceğini düşünmemek için kendini fazlasıyla zorluyordu. Terron asla cömert biri olmamıştı. Onun tek derdi Artheen’i zindan cezasına çarptırıldığı süsünü vermekti. İnsanlar onu derin ve karanlık zindanlarda bileceklerdi. Halbuki onu daha zindanlara varmadan...
Ağabeyinin gelip bu zorbanın kellesini vücudundan ayırmasını o kadar çok istiyordu ki, beş tanrı bilir, dünyada en çok istediği şey buydu belki de; fakat hiçbiri gerçek olamayacaktı. Artheen’i asla bir daha göremeyecekti. Güçlü olmak zorundaydı. Son bir kez daha derin nefes aldı. Aldığı nefes ile birlikte içindeki katranlaşmış karanlık biraz olsun geri çekildi, kırmızı ipek elbisesi vücudunun kıvrımlarından ayrılıp adeta dalgalanmış gibiydi. Küçük şişeyi, dolabın üzerinden alarak uzun elbisesinin kol kısmındaki bir bölmeye sakladı. Aniden tıklatılan tahta kapının gümbürtüsüyle irkildi.
’’ Leydi Aween. Kral Terron sizi yemekte bekliyor ‘’ yaşlı ve cılız sesli kadın çıkarabileceği en yüksek tonda bağırmıştı.
Gitmesi gerekiyordu. Halkın arasında mutluluk rolü yapmalıydı. Kimseye derdini anlatamaz, açılamazdı. Kimin Kral Terron’un köpeği haline gelmiş olduğunu asla tahmin edemezdi çünkü. Sonu ağabeyi gibi olamazdı. Aksi halde bu krallığı kaderinden kurtarmak için çabalayacak kimse olmamış olacaktı. İsteksizce kapıya yöneldi, kolundaki şişeyi son kez kontrol ederek kapıyı ağırca açtı. Yeniden mutluluk dolu ve güçlü bir Kraliçe(!) haline bürünerek kendisine eşlik eden hizmetkarı Perra ile  metal şovalye zırhlarıyla özenle süslenmiş, loş meşale ışıklarının aydınlattığı dar koridor hızla yürüdü. Yüzündeki korku ve endişeyi saklamalıydı. Asla... asla belli etmemeli, mahvetmemeliydi.
 
 Zezan, sararmış tırnaklara sahip elleriyle, iskeletleşmeye başlayan ince ve pudra beyazı suratını ovmaya başladı. Kara toprakların  kara tahtının tek hükümdarı, tüm Lichlerin rehberi; kurutulmuş kurufalarla bezenmiş tahtında oturuyordu. Karanlık bir taş salon ve sadece üzerinde oturduğu taht ortalığı yeterince kasvete boğuyordu. O lanetli toprakların her karışındaki musibetlik bile; karanlıkların kralı, lanetlenmiş eski baş büyücü Zezan ‘ın içinde bulunduğu Kral Çemberi kadar korkunç olamazdı. Lichler kontrolüne girmeye başladığından beri, üzerini örten insan eti gittikçe erimeye ve kemikleşmeye başlamıştı. Suratı soluklaşmıştı ve vücudu bir cesedinki kadar soğuktu. Bir büyücünün sahip olması gereken narin eller nasırlaşıp, bakımlı tırnakları, yerini sivrileşen ve mide bulandırıcı gözüken pençe bile denemeyecek kadar iğrenç çıkıntılara bırakmıştı. Eski tanrıların dilinde cümleler mırıldanıyor, bundan haz alırcasına suratındaki mimikleri değişiyordu. Adeta ipliğe dönmüş ellerini havaya kaldırdı ve parmaklarını hafifçe  oynatarak karanlık salonda gırtlağı kesilmiş birinin çıkardığı yaygaralı tonda sesini yükseltti.
’’Ahrauhun Dos Lel Tamad’’
’’Ahrauhun Dos Lel Tamad ! ’’
İkinci bağırışında kemikleşmiş ellerinin hareketine mavi ışıklar saçan garip şekiller eşlik etti. Karanlık  salon bu fosforlu maviliğin içinde öyle bir aydınlandı ki, aydınlık mavi ışık hüzmesi Zezan’ın suratına vurduğu vakit, biraz olsun insan kalmış suratının ardındaki o korkunç sureti göstermiş oldu. Işık hüzmesi salon boyunca yayılarak, yerde rün şekilleri oluşturmaya başladı. Yavaşça şekiller korkunç ve tozlu zeminde dans edercesine ağırca dönerek net şekillerini almaya başladılar. Garip bir bulut çemberin ortasını sararak yoğunlaşmaya başladı. Belli belirsiz zayıf bir siluet garip bulut tabakasının derinliklerinde belirdi. Ölü dilinde konuşulan fısıltılar her yanı sardı. Önceden yaşayanların lanetlenmiş ruhları sanki kendi aralarında hararetli şekilde konuşuyor gibiydi... Yoğun kara bulutların arasından belirginleşerek Zezan’ın huzuruna geldi...
 
 Garener, Artheen’i muhafızların eşliğinde yaşlı atın üzerinden indirirken etrafına usulca bakınıyordu. Gırtlakkesen’in eline bağlı olan zincirin çıkıntısını eline alarak yürümeye başladı. Muhafızlar , Artheen Gırtlakkesen’i çembere alaraka yürümeye başladılar. Muhafızlardan biri ise hala endişesini atabilmiş değildi. Garener bunun farkına varmış olacaktı ki
’’ Biraz rahatla Ruher ! Değersiz kelleni leş kokulu Orklar bile istemeyecektir’’ diyerek muhafızı kaba bir dille rahatlattı. Zindan kuleye daha fazla yakınlaşmadan durdular. Muhafızlardan bir diğeri
’’ Lordum, zindanlara daha fazla yaklaşırsak...’’ Garener muhafızın sözünü kesti. ‘’Biliyorum, beş tanrı aşkına! Kral Terron planından sadece seni ve beni mi haberdar etti sanıyorsun? Zindan muhafızlarından endişe duymana gerek yok. Onlar, gerekli malumatı çoktan aldılar bile.’’ diyerek dev zindan kulesinin nöbetçi bölmelerindeki muhafızları gösterdi. Muhafız şaşkınlıkla dev kuleye baktı. Kral Terron, herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü belli ki. Hatta beş tanrı bilir, bir gün yüce Kral soyundan olanlar Artheen’in ölü olup olmadığını görmek için ziyaret nediyle buraya gelse, onları kandırmak adına kullanılacak zindanlar dolusu Artheen’e benzeyen genç adam vardı. Kral Terron, eski divanın ayaklanmasını ve tepkisini kaldıracak güce henüz sahip değildi. Ufak bir şüphe veya bir kasıt kellesine mal olurdu. Kanla aldığı o tahtı, basit hesaplar yüzünden göz göre göre bırakamazdı.
Garener, kılıcını kınından yavaşça yukarı kaldırırken, kılıcın çıkardığı o asil ses tüm çayırda yankılandı. İki muhafız Artheen’in arkasına geçeren onu omuzlarından bastırdı. Artheen, diz çökmekte dirense de, bacağının hassas bir yerine aldığı tekme darbesiyle kendini diz üstü çökmüş buldu. Eskiden kendisine hizmet edenlerin şimdi kellesini almak istemelerine tiksintiyle bakıyordu. Özellikle Garener’e bir bakış attı. Daha sonra belirli belirsiz tanıdığı tüm muhafızlara... Muhafızlar, zorla Artheen’in kafasını yere eğmesini sağladılar. Garener, son kez kılıcını kontrol etti, kendi beş adamına göz ucuyla baktı.  Zırhının gizli yerinden çıkardığı kılıç bileylemek için kullanılan bir saraç taşını çıkararak kılıcı bileylemeye koyuldu. Kafasında türlü planlar var gibiydi. Saraç taşı, kılıca her değdiğinde Naranvel’in çığlıklarından daha da acı bir ses çıkartıyordu. Sanki kılıç ve taş birlikten Kral Artheen için yas tutuyordu. Her değişte daha da acı bir hale geliyordu...
 
 Zezan’ın huzuruna çıkan garabet, mor ve siyah tonlardan oluşan cübbesini, ardında gizlinen suretini gösterecek şekilde yavaşça açtı. Külle kemikten oluşmuş bir suratı ve içerisinde zümrütten bir hazine gibi parlayan kırmızı gözleri vardı. Yankılı ve korkunç sesiyle konuşarak efendisinin önünde eğildi.
’’ Lordum’’
Zezan, ölülerinki kadar morarmış olan parmaklarının uçlarını birbirine kavuşturdu.
’’ Ejderha... Hala direniyor mu?’’ Zezan soruyu sorarken aslında alacağı cevabı biliyor gibiydi.
’’ Yüce Lordumuz. O çok güçlü ve ruhunun iradesi... ruhunun iradesi kudretimizin de ötesinde. Bizler ejderha ruhuna hükmedemeyiz Lordum. Yapılan her ruh acısı büyüsü sadece acı çekmesine...’’
Zezan öfkeyle bağırdı ‘’ Bu kabul edilemez! ‘’
’’ Lordum. Siz bu toprakların hükümdarısınız. Tüm insanlığın kralları etkimiz altında. Kara Tahtın efendisinin yaşlı bir geziciden korkması için nasıl bir sebebi olabilir ki?’’
Zezan aniden tahtından kalktı. ‘’ O yaşlı bir gezici veya yol göstericiden fazlası. Kadim beş tanrıdan birinin ete kemiğe bürünmüş hali. Belki de hepsi buradalar, bir bedendeler...’’ Zezan teorisini güçlendirmek istercesine Lich’in etrafında dolanarak anlatmaya devam etti.
‘’Harloth güçsüz ve adeta uykuda. İnsan bedeni, zaten solmuş güçlerini daha da güçsüzleştirdi. Elime bundan iyi bir fırsat geçemez...Sanırım bunu kendi ellerimle halletmem gerekecek’’
Zezan, zayıf suratını havaya kaldırarak ellerini iyi yana açtı. Mırıldanmaya başladı. Önce mavi bir ışık üzerine yayıldı, daha sonra vücudu yavaşça ezilip büzülerek şekil değiştirmeye bedeninden gölgeden kollar fıştırmaya başladı. Sırtından gölgeden kanatlar yükselerek dev salonu kapladı. Dev iki boynuz kafasının içinden dışarıya iğrenç bir şekilde fırladı ve vücudu adeta iskeletimsi bir hal aldı. Lich ile bilinmeyen karanlık kadim lisanlardan birini kullanarak konuştu.
’’Rukuh Oj Denen Quanon’’ ( Ejderha ile ben ilgileneceğim)
Lich, dizlerinin üzerine çökerek Zezan’ın kudretini bir kez daha kabullenmiş oldu.
’’  Uu’kath ’’ (Lordum)
Zezan  iblis,ejderha ve lich karışımı biçimsiz dev bir surete dönüşmüş, kükrüyordu. Tavanı yüksek salonda yerden yavaşça yükselmeye başladı.
Devam Edecek...

4
ARTHEEN GIRTLAKKESEN


Wartholdian Kalesi’nin kapısı acı bir şekilde gıcırdayarak yavaşça açılmıştı. Kalenin koridor kısmında yürüyen muhafızlar alel acele koşarak dev tahta kapının iki yanına koşullandılar. Rütbeli bazı kale muhafızları kalkanlarını daha sıkı kavrayarak hafifçe yukarı kaldırdılar ve koridorun gerisinden gelerek, elleri saf Wartholdian çeliği ile kenetlenmiş Artheen’i çevrelemeye başladılar. Muhafızlar, Kralı’ın emri ile bu görevi en iyi güvenlik önlemlerini alarak gerçekleştirmek istiyorlardı. Artheen, gurur ve nefretin aynı anda ruhunu sarıp sarmaladığı bu kabustan kurtulmak için keskin bir kılıcın basit ve tek hamlesiyle kafasını gövdesinden ayırmasına razı gibi görünüyordu. O, annesinin biricik evladı ve tek çocuğu idi. Wartholdian’ın en güzel çocuğu; Artheen... Tüm lordların ne kadar uğraşsa da etkileyebilmekte fazla başarılı olamadığı doğu kesiminin en güzel kızlarının kalbini yeşil gözlerini tek bir kırpışıyla feth edebilen, ince dudaklarının hafif bir tebessümüyle bile yatağına misafir olabilecekleri Artheen... Şimdi ise; yüzü kir ve yağ ile kaplanmış, o parlak ve uzun kahverengi saçları solmuştu. Artheen’in üzerine koyu yeşil renkte kirli bir Tunik giydirilmişti. Gideceği yerde güzel giysilere, kadınlara veya ihtişama asla ihtiyacı olmayacaktı. Yüzünü belli belirsiz saklamak adına kafasını aşağı eğerek, uzun saçlarının gözlerindeki hayal kırıklığını gizleyebileceğini umdu. Muhafızların ince demirli ayak zırhları koridorda yankılanıyordu.

Artheen, muhafızlar eşliğinde kaleden çıkartıldı. Wartholdian’ın meydanına doğru yola koyuldular. Halk, ‘’Katil...Katil...Artheen Gırtlakkesen...Hahah! Artheen Kıllı kıçımın kralı’’ şeklinde sloganlar eşliğinde bağırıyor ve bazısı ellerindeki çürük yumurtaları Artheen’in suratına isabet ettirmeye çalışıyordu. Halkın içinden tıknaz bir adam elindeki sopayla Artheen’e saldırmaya kalktı. Aradaki açıklıktan istifade eden sinirli adam eylemini gerçekleştireceğini düşünürken, muhafızların ani bir kılıç darbesiyle beraber sağ elini kaybederek kan revan içerisinde yere yığıldı. Adamın çığlıkları, halkın b kendisi için bağrıştığı bu şamatanın içerisinde kayıplara karışmaya başlarken Artheen, kendisi için yas tutanların da olduğunu fark etmeden edemedi. Wartholdian’ın yüksek kubbelerine, yaşlı ve taştan sokaklarına, sağlam duvarlarına; daha henüz yozlaşmamış, beyni farklı hikayelerle rezilce yıkanmamış insanlarına son bir kez kafasını çevirerek baktı. Zamanında kazandığı küçük çaplı savaşların verdiği o esrarengiz zafer sarhoşluğunu, heybetin en tatlı haliyle bu şehre halkın gözünde gerçek bir Kral olarak girişini ve en önemlisi; halkın, şehre zaferle girdiği anda, üzerine Wartholdian Çayırları’nın en nadide çeçeklerinin yapraklarını yağmur gibi yağdırışını nasıl unutabilirdi? Artheen,bir an için duygusallığın kendisini zayıf düşürebileceğinden korktuğu için toparlandı ve kendisini kabaca iten bir muhafızın uyarısıyla adımlarını hızlandırmaya devam etti.

Kral Terron, kalenin yüksek avlusundan Artheen ve muhafızların yavaşça şehrin dış kapısının yolunu tutmasını zafer kazınmışçasına ve büyük bir iğrençlikle seyrediyordu. Uzun olmasına rağmen telleşmeye başlamış saçları, bakımsız ve biçimsiz sakalları ve yağlı yüzüyle vakti zamanında kendisine takılan; fakat şu an kimsenin diline almaya cesaret edemediği o ünvanı fazlasıyla hakediyordu. ‘Kokarca Terron’. Terron, kendisine isteksizce eşlik etmek için avluya gelen altın gibi sarı saçlı, incecik yüzlü ,diri vücutlu Aween’e döndü ‘’Ahh...Leydim.. Kardeşinizin son yolculuğunda yanında olursunuz diye düşünmüştüm. Doğrusu şehrin kapısına kadar iştirak etmenizi beklerdim.’’ Leydi Aween, Terron’a sadece iğrenircesine baktı ve gözleriyle adeta ‘’Neden bunu yapıyorsun?’’ diye haykırıyordu içinden. Terron Leydinin suskunluğuna aldırmıyordu. ‘’Doğru ya...Artheen Gırtlakkesen..Hangi Leydi böyle bir tohumu kardeşi olarak kabul ederdi değil mi? ‘’ Suskunluğunu koruyan Leydi Aween’in boynuna ve kulaklarına doğru iğrenç ve kalın dudaklarını yaklaştıran Terron fısıldamaya başladı. ‘’Tüm bu olanlar babanız Anadoh’un kemiklerini sızlatıyor olmalı ha Leydim? ‘’ Leydi Aween bu küstahlığın üzerine daha fazla dayanamadı ve kafasını ,Terron’un çirkin dudaklarını görmemek için cevirdi. ‘’Kral Aradoh’’ dedi narin ve emin bir şekilde Aween. ‘’Ve, sakın babamın adını ağzınıza almayın... Lordum’’ Tüm bunları söylerken Terron’a küçümser ve imalı gözlerle bakıyordu. Terron hızlı bir hamle ile Leydi Aween’in kolunu kabaca sıktı. ‘’Bu ne cüret! Sen de, o sefil kardeşin gibi zindanlarda çürümek mi istiyorsun? Kabullenip kabullenmemen umrumda bile değil. Ben, Wartholdian’ın Kralıyım. Senin de beyinim. Bir Leydi,beyiyle ve Kralıyla daha nazik konuşmalı...Leydim! ‘’ Aween’in kolunu biraz daha sadistçe sıkmaya başladı. Terron’un gözlerindeki tehdit, kor alevden bir kırbaç gibi Aween’in yüzünde ‘şak’lıyordu sanki. ‘’Çek ellerini üzerimden’’ diyerek Terron’un sıkıca kavradığı kolunu kurtardı ve oradan uzaklaştı.

Kral Terron, öfkeyle homurdandı. ‘’Adi kaltak...’’ şeklinde söylenirken ellerini avlunun tozlu duvarlarına yaslayarak bir süre kendini şehri izlerken kaptırmış olarak buldu. Bu şehir ona aitti, yalnızca ona... Terron’un üzeri, aniden büyük cüsseli bir gölge ile kaplandı. Yanına dikkatlice gelerek selam veren iri kıyım,altın pelerinli askere dönen Terron acı bir şekilde sırıttı.‘’Ben de seni bekliyordum Garener’’. Altın pelerinli ve geniş zırhlı asker gergin gözüküyordu. ‘’Herşey hazır Kral Terron...İstediğiniz gibi, tam Kurudelik’e varı...’’ Kral Terron aniden Garener’in sözünü kesti.

’’ Etrafına bir bak Garener. Nerede olduğunu ve benim de nerede olduğumu hatırla. Dedikoducuları ve isyancıları göz ardı edemezsin. Bu yüzden; eğer gelecek sefere dilini ağzının içerisinde tutamazsan, onu kopartıp köpeklere atmamam için bana geçerli bir sebeb vermiş olursun. Bunu anladın mı Garener? ‘’
Garener anlamışçasına sessiz kaldı.

’’ Güzel...Konuştuğumuz gibi, dikkat çekmemeli.’’

Garener, ‘’ Kralım’’ diyerek kafasını onaylarcasına hafifçe aşağıya eğdi. Kral’ın el işaretiyle huzurundan uzaklaşan Garener, şişman cüssesine rağmen ejderha derisinden yapılma halkalı zırhının içerisinde çok dinç ve çevik bir savaşçı gibi gözüküyordu. Wartholdian çeliği üzerine işlenmiş ve ince işçilik gereketiren süslemeler, parlak kılıcını daha da görkemli kılıyordu.

Artheen, kendisini vahşi bir yaban domuzunu zapteder gibi çekiştiren ve itekleyen muhafızlarla birlikte Watholdian’ın dış kapısın’a kadar geldi. Muhafızlardan biri ‘’Nöbetçi’’ diye bağırarak paslı contalarla ve eskiden kalma savaş darbeleriyle hasar almış dış kapısı gümbürdeyerek açıldı. Garener ve yanına aldığı beş adamı, atlarına atlayarak Artheen’in gözcülüğünü yapan muhafızlara yetişti.Muhafızların bir kısmı kapılardan geri çekiliyor,ellerinde atlarının kemerlerini tutanlar ise kendilerini bu kısa yolculuk için hazır ediyordu. Garener ve adamları haricinde, Artheen’in gözcülüğünü üstlenecek sekiz muhafız daha vardı. Garener, Artheen Gırtlakkesen’e göz ucuyla bir bakış attı, daha sonra da muhafızlara...

’’ Sanırım bu genç katili benim dışımda atına almaya cesaret edebilen yoktur ha? Hahah! ‘’ diyerek yarı çılgınca ve biraz da yapmacık bir kahkaha attı.

Artheen, Garener’in atına bindirildi. Elleri de Garener’in karnına kabaca bağlandı. Muhafızlar, Garener eşliğinde atlarınıWartholdian’ın zamanında, kara bulutlar düşmeden önce, güneşin büyük bir uyumla beslediği, ışıltılı çayırlarına doğru sürdüler.

Kısa süre içerisinde; Wartholdian’ın görkemli kubbeleri ve yüksek duvarları, atların hızla yol almalarıyla birlikte küçülmeye başlamıştı. Hayvanların paçalı ve tüylü toynakları, Wartoldian’ın sarı renge bürünmüş çayırlarındaki otları ezerek çıkardıkları tok sesleri bir melodiye dönüştürüyorlardı. Garener ise yüzündeki o soğuk ve umarsız gibi gözüken ifadeyle atını sürmeye devam ediyordu.

Artheen güçlü görünmeye çalışıyordu. Sallantılı geçen bu yolculuğun sonu olacağını hissedebiliyordu. Kurudelik zindanında ölmeden; fakat her gün ölürmüş gibi yıllar geçirmek... Her daim, kendisine açlıktan öldürmeyecek kadar su ve ekmek verilmesi... O zindanlarda geçen kara bir boşluk, zamansızlık,çaresizlik... Buna katlanamazdı; ama başka bir kurtuluş yolunun da olmadığının farkındaydı. Nasırlı ellerini birbirine sürterek, ince ve çatlamış dudaklarını hafifçe ısırdı. Bir an kendini kaybedeceğinden korktu, belki de aklını yitireceğinden şüphe ediyordu. Aween, sevgili kardeşi Aween... Onu düşünüyordu. Emri vaki vaki bir kralın, emri vaki kraliçesi. Her şeyden önce, kendini kral ilan eden bir erkek müsfettesinin, her lanet gecenin başında kardeşini yatak eğlencesi olarak kullanması katlanılabilir türden değildi. ‘’Babam olsa ne yapardı? ‘’ diye sordu içinden. Bu esnada atlar biraz daha düz bir yola çıkarak hızlanmaya başladı. Artheen’in kaderi ve o sonsuz karanlık çok yakındı...

Aween, kendisine has tahsis ettirdiği odasına kapatmıştı kendisini. Elflerden ilham alınarak yapılmış iç dekor ve camın, kara bulutların zayıflattığı güneş ışıklarını sihirli bir şekilde içeri davet edişi odaya ne olursa olsun hoş bir hava katıyordu. Aynanın önünde duruyor ve üzerini düzeltiyordu Leydi Aween. Kendisini asla bir kraliçe gibi hissedemiyordu. Zaten Kral Terron da ona asla ‘’Kraliçem’’ diye hitap etmemişti. İnce-diri bedenini ve dolgun göğüslerini sarıp sarmalayan kaliteli uzun kırmızı elbisesine hafifçe dokundu. Daha sonra da; narin parmaklarını, üzerinde şaşalı süsler içeren kolyesine götürdü ve ani bir hareketle kolyeyi boynundan kopartarak yere attı. Aynaya bakmaya devam etti. Masum ve annesininkilere benzeyen yeşil gözlerini aynadan izledikçe aklına yeniden Artheen geldi. Aween’in gözlerinden hızlıca dökülen yaşlar, beş tanrının bile şaşırabileceği bir içtenlikle ve adeta büyülü bir biçimde o, ince ve hafif çıkık yanaklarından süzülüyordu. Aynanın bir ucundan tutarak kendine doğru çekti. Ufak bir dolap niyetine aynanın ardında gizlenen bölmeden fındık ağacından yapılma garip bir kutu çıkardı. Ağlamaya devam ediyordu...Zarifçe kutuyu açtı ve içerisindeki, üzeri minik sargı bezleriyle sarılı, parmak büyüklüğündeki bir şişeyi eline alarak parmaklarıyla hafifçe döndürdü. Kutuyu eski yerine koyarak bölmeyi kapattı ve aynada son kez kendisini izledi. Şişenin kapağını açtı, şişeyi yavaşça kaldırarak ağız hizasına doğru yaklaştırdı...

Karanlık bulutların arasında zorlukla seçilebilen güneş yavaşça yer değiştiriyordu. Artheen ve muhafızlar son tepeyi de aştıktan sonra Kurudelik Zindanı’nı karşılarında gördüler. Burası kapkara bir kuleydi ve alabildiğine göklere doğru yükseliyordu. Atlarını yavaş yavaş Kurudelik ‘in kapısına doğru sürerlerken, muhafızlardan bazıları kendilerini Orclar’ın pususuna düşmedikleri için şanslı sayıyordu. Artheen, Garener’in atının arka kısmında kaderine razı olmuş beklerken, Naranvel’in çığlıkları bir kez daha yeri ve göğü delmeye başlamıştı. Bu seferki çığlıklar daha da acıydı sanki...

- Devam Edecek -

5
yakında ( 1.bölüm -Artheen Gırtlakkesen- ) sizlerle olacaktır.Pilot olarak bir bölüm koydum ki okuyup da anlamak isteyen arkadaşlar için kolaylık olsun.

Tür: Fantastik,Macera,Gerilim
----------------------------------------------------

Galthar Efsaneleri -Kadimlerin Uykusu-



Bölüm 1 (pilot)


Galthar,yaşlı dünya...Yıpranmış ve lanetlenmiş bu dev alemin kadim beş Noha(tanrı) tarafından yaratıldığı rivayet edilir.Noha’lar artık gözlerini ya başka alemlere çevirdi,ya da güçlerini kaybetmeye başlamışlardı.Tüm Galthar derin bir karanlığa bürünme aşamasındaydı.Son ejderha Naranvel’in çığlıkları ,her gece bu kadim dünyanın bütün hudutlarından rahatlıkla duyulabiliyordu.

Vakti zamanında, karanlık Rün Büyücüsü kudretli ve kadim Godrekh ,eski karanlık tanrıların desteğini alarak efendilerinin isteğini yerine getirmek için tüm Galthar’a savaş ilan etmişti.Karanlık kapıları kullanarak,bu hayatta kimsenin görmediği,görmeye cesaret edemediği en güçlü Lichler’i (karanlık ve ölü büyücüler) çağırarak yardım istedi..Godrekh’in zaferi kaçınılmazdı;lakin Harloth –yol gösteren- bir kez daha çaresizliğin hüküm sürdüğü bu alemde ortaya çıkmıştı.O,yeniden Galthar’a cesaret verdi ve karşı koymalarını sağladı.Tüm Galthar,tek bir sancak altına toplanmıştı ve Godrekh’in öncü ordularını malup ederek Orlindor Kapılarından geçtiler ve karanlık toprakların hakimi Godrekh’i kara taht kulesinin kapılarına dayanarak katlettiler.Zafer kazanılmıştı; ama kara bulutlar Galthar’ın üzerinden asla gidememişti.Godrekh’in ölümü ile kendisine yemin sözü veren tüm Lichler, Orclar ve Troller diğer ırklarla beraber kayıplara karıştı.Lichler çoktan Galthar dünyasında şekil değiştirerek krallıkların,ailelerin arasına karışmaya başlamıştı bile...

Dengeler bozulmuş,kardeş kardeşi boğazlamış,lordlar Kral babalarını zehirleyerek tahta geçmişti.Nohalar’a beslenen o sonsuz inanç yerini kafirliğe bırakıyor,hastalıklar yayılıyor,hatta Elf diyarını bile etkiliyordu.Krallıklarda çıkan isyanların ardı arkası kesilmiyordu.Savaş çok şeyi alıp beraberinde götürmüştü..Harloth güçlerini yitirmiş ve birşeyin etkisine geçmeye başlamış gibiydi.Günün birinde ortadan tamamen kayboldu.Kimileri işini bitirdiğini söylüyor,bu yüzden gittiğine inanıyordu,kimileri ise onunda ölümlüler gibi acı çektiğine kanaat getirmeye başlamıştı.Krallar ise ‘artık bizden umutlu olmadığı için gitti ‘ diye yorumluyordu

Savaş tüm Galthar’ın askeri gücünü oldukça azaltmıştı.Önce, cüceler kendilerini yer altının ucsuz bucaksız derinliğine gömerek bu dünyadan kendilerini çektiler.Sonrasında Elfler,bu alemin artık hastalık ve ölümle baş edemeyeceğini anladıktan kısa bir süre sonra gemileri ile yolculuğa çıkıp iyileşebilecekleri ve daima ölümsüzlük olacaklarına inandıkları Kadeen Geçitlerinden geçtiler.İnsan ırkı artık tek başına kalmıştı.Gruplaşmalar,entrikalar sürdükçe sürüyor,gruplaşmalar her geçen dünya dönümü(yıl) daha da artıyordu...Sadece Naranvel sağ kalana dek tüm ejderhalar yaşamını yitirmeye başlayınca bu kadim dünyadaki büyü gücü de azalmaya ,hatta ortadan kalkmaya başlamıştı.Sadece iradesi ve güçleri fazla olan bazı büyücüler,elinde kalanı koruyabilmişti.

Lichlerin etkisinde olan Zezan,durumdan yararlanarak kutsal büyücülük yeminini bozmuştu,ona inanan her güçlü büyücü ve savaşçıyı yanına aldı ve atlarını karanlık topraklara sürdüler.

Aradan tam bir yüzyıl geçmesine rağmen Galthar, yaralarını tamamiyle saramamıştı.Zezan,kimsenin daha önce cesaret edemediği büyüleri kullanarak hem kendi ömrünü uzatmış,hem de Lichler’e hükmetmeyi öğrenmişti.İnsanların cesaretini kırmak amacıyla kışkırttığı Galthar halkını ve kendi güçlerini kullanıyordu.Karanlık kapıların berisinde kalan insan ırkının büyük bir savaşa daha gücü yoktu.Sadece iki kral hüküm sürmeye başlamıştı.Bunlardan biri hala lichlerin etkisinde olan (Farnhidol’un Kralı) Kral Forin diğeri ise türlü entrikalarla ölen ve çok sevdiği Kral babasının yerine geçmek zorunda kalan ( Demirduvar Kalesi’nin eski lordu ve şu anki Wartholdian topraklarının Kralı) Artheen idi. Artheen,babasının ölümünü ve bazı gariplikleri araştırmak için çalışmalar yaptığı sıralar katledilmek istendi;ama o çok güçlü bir savaşçıydı ve her seferinde kendisine gönderilen suikastçıları durdurmayı ve öldürmeyi başardı.Halk, Artheen’ e sonsuz güveniyordu.Ne zamanki, günün birinde suikast etmek amacıyla yanına yaklaşan hizmetçinin gırtlağını kesmek zorunda kaldı; işte o zaman,ismi ve namı lekelenip Artheen Gırtlakkesen olduktan sonra yerine geçen Kral Terron (Nam-ı diğer Kokarca Terron) tarafından Wartholdian çayırlarının kuzey tepelerindeki Kurudelik zindanında çürümeye mahkum edildi.Artheen,yarın itibariyle son defa temiz havayı ciğerlerine çekecekti ve ondan sonrası tamamen karanlıktı.Harloth tam olarak kimdi veya ne idi?Asıl soru, neredeydi ?Godrekh yüzyıl önce nasıl bir laneti ortalığa salmıştı ? ve Zezan’ın bu denli güçleneceği hesaplarında var mıydı? Neden insanlar kendi ırkına bile güvenemiyordu ? Garlath’ı korumaya yemin edenler bir savaşı daha kaldırabilir miydi ? Dünya fazlasıyla değişiyordu.Kara bulutlar artık tamamen bu dünyanın üzerindeydi ve cevaplanması gereken çok soru,kazanılması gereken birçok zafer vardı.Kan,kılıç ve artık bu topraklarda yok olmaya başlayan büyüyle !


-Devam Edecek-

Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin,devamı hızla gelecektir

Sayfa: [1]