Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Quid Rides

Sayfa: [1] 2
1
Kurgu İskelesi / Elfler I - James Barclay
« : 27 Haziran 2016, 07:23:48 »
Dosyalarımı karıştırırken geçen sene çevirmeye gayret ettiğim bir parçaya rastladım. Parça James Barclay'in "Elves" adlı kitabının ilk bölümünün ilk 5 sayfasını kapsıyor. İlk sahne değişimine kadar getirmişim. Bu ilk bölümün, yazarın kendi internet sitesinde ingilizce ön okuması verildiğinden sıkıntı çıkaracağını düşünmüyorum. Her zamanki gibi atış serbest istediğiniz şekilde vurabilirsiniz. Alınmam. :)

ELFLER- I
"Once Walked With Gods"

Bölüm 1

Sadece uyum içindeyken inşa edebilir, sadece güven içindeyken kaderimizi gerçekleştirebiliriz.

Yaklaşık beş milden beri takip ediliyorlardı. Sildaan görmese de hissedebiliyordu. Beraberindekiler bundan tamamen habersizdi. İçinde bulundukları riski idrak edemiyorlardı. Elbette yapamazlardı. İnsanlar. Yabancılar. Kaba kuvvetlerine güvenip onunla böbürlenen ahmaklardı. Cahildiler. Ve sadece Sildaan onlarla beraber olduğu için hayattaydılar.

Yine de hayatını bu adamların avuçlarına bırakmıştı. Kendi kendine sızlandı. Burada, yağmur ormanındaki ibadethanenin önünde durup, Yüce Yniss'in Aryndeneth'deki tapınağına bakarken, yapmış olduğu tercih saçma görünüyordu.

Tapınağın yeşil ve altın renkli azametli kubbesi yerden göğe iki yüz adım boyunca yükseliyordu. Kubbe taşların dairesel bir şekilde düzenlenmiş bir yapının üstüne oturtulmuştu. Hem kubbede hem de duvarlarda bulunan renkli camlar içeri giren ışığı gökkuşağına dönüştürüyordu. Duvardaki her bir taşa Yniss'in, ister ışık ister su, hayvanlar, sebzeler veya madenler olsun, farklı bir ihsanı oyulmuştu. Demir bağlarla güçlendirilmiş büyük ahşap kapıdan başlayan taştan oyulmuş yol ormanın içlerine doğru ilerliyordu.

Otuz adam Sildaan'ın arkasında toplanmış oyulmuş yolda duruyor haşmetinden afallamış, ağızları beş karış açık, bir halde tapınağa bakıyorlardı. Bir süreliğine de olsa yolun üzerinde,  karşılarında duranları fark edemediler.

Dokuz TaiGethen. Elf ırkının babası Yniss'in özel savaşçı birliğinin üç bölüğü. Kendilerini takip eden bölük diğer ikisine katılmıştı. Yüzleri yeşil ve kahverengiye kamufle edilmişti. Elbiseleri yağmur ormanının renklerini taklit ediyordu. Bulundukları kubbenin altında görünmezdiler.

Sildaan daha önce hiç bir vakit onların karşısında durmamıştı. Dinginlikleri sinir bozucuydu. Sarsılmaz bakışları kendine olan güvenini param parça ediyordu. Sırtlarına bağlanmış kılıçlar kınlarındaydı. Fırlatma bıçakları olan Jacquilerin bulunduğu keselerin ağızları kapalıydı. Şüphesiz yanındakiler bu yüzden tasasız görünüyorlardı. Sildaan cahilliklerine acıdı. Bir TaiGethen öldürmek için bir silaha ihtiyaç duymazdı.

"Rahibe Sildaan, dur," dedi Myriin. "Onlar, bu tapınağı kirletemeyecekler."

Sildaan suçluluk duygusunun ilk kesiğini ruhunda hissetti. Vücudunu dikleştirdi. Yapmaya geldikleri şey mutlaka yapılmalıydı. Bu gerçeğin, var olan azıcık cesaretiyle birlikte, elinden kaçıp kubbenin fersah fersah yukarısına gitmesinden korkarak ona sımsıkı sarıldı.

"Myriin." Sildan eğildi ve parmaklarıyla alnına dokunarak selam verdi. "Bunlar alışılmadık zamanlar. Yniss yanımda tutmak zorunda olduğum yoldaşlardan dolayı beni affetsin."

Myriin kaşlarını kaldırdı. "Gerçekten de alışılmadık. Buraya herhangi bir zorlama olamadan geldiğini gördük. Sanki onları buraya sen getirmişsin gibi."

"Evet getirdim," dedi Sildaan. TaiGethenler arasında bir nefret dalgası yayıldı. "Çünkü başka bir seçeneğimiz yok."

"Elflerin insanlarla beraber omuz omuza savaşacağı çağlar hiçbir zaman gelmeyecek. Ve bu adamlar Aryndeneth'i gördü. Onları buraya ölümlerine getirdin. Neden?"

"Ölümleri senin elinden olmayacak," dedi Sildaan. "Onlar burada kalıyor. Bu tapınak sizin ona sunabileceğinizden daha üstün bir korunmaya ihtiyaç duyuyor."

TaiGethenler bir ağızdan hırlamaya başladı. Sildaan'ın arkasında adamlar gerildiler. Elleri kılıçlarının kabzalarına gitti ve kılıçların Sildaan'ın anlam veremediği bir şekilde sesleri duyuldu.

"Aptal olmayın," diye tısladı Sildaan insanların dilinde. "Kılıçlarınızı kullanarak onları yenemezsiniz."

"Adamlarımı korumasız bırakmayacağım," dedi bu küçük birliğe liderlik eden Garan.

Sildaan göz ucuyla adama baktı. Garan kendi adamlarıyla Sildaan'ın arasında duruyordu. Çirkindi. Kirli sakalı çenesini kaplıyordu. Yağmur ormanının ona fırlatabildiği her şeyin sebep olduğu yaralar ve kabarcıklarla kaplıydı. Sildaan onlara yardım edebilirdi elbette, ama etmemeyi seçmişti. Onlara nerede olduklarını ve gerçek gücün nerede yattığını hatırlatan bir şey olmalıydı.

"Hiç bir fikrin yok Garan."

"Büyüyü alt edemeyeceklerini bal gibi de biliyorum. "

"Haklı olsan iyi olur," dedi Sildaan.  "Yoksa hepimiz öleceğiz.”

"Yapmak zorunda hissettiğin şey her ne ise onu yap," dedi Garan. "Yaptığın bu konuşma gereksiz bir riskmiş gibi geliyor."
   
Sildaan onu görmezden geldi ve Myriin’e döndü. TaiGethen savaşçısı diğerlerinden bir adım öne çıktı.

“Seninle konuşacağım.”

Sildaan sırtında soğuk bir titremenin gezindiğini hissetti. Garan’ın sözlerinin doğru çıkmaması için dua ediyordu. TaiGethen savaşçılarının bakışlarını üzerinde hissederek rüzgarlığa doğru ilerledi. Öfke, saygı ve şüphe. Yniss’in rahibelerini korumaya yemin etmiş oldukları halde Sildaan’ın hain olduğuna kanaat getirdikleri anda onu öldürmeye hazırdılar. Sildaan bunu bastığı toprakta ve soluduğu havada hissedebiliyordu. Yaklaştıkça, Myriin’nin öfkesini hafifçe titreyen ellerinde görebiliyordu.

“Onları buraya niyetlerin en saf ve temiz olanıyla getirdim,” dedi Sildaan.

“Sen Yniss’in bir rahibesisin!” Myriin’nin suratına küçümseyici bir ifade yerleşmişti. Başını hafifçe salladı. “Kendinle çelişiyorsun.”

“Ve sende yağmur ormanlarında saklanarak çok fazla zaman geçirdin. Bin yıllık durgunluk zamanları bir anda ellerinden kayabilir ve Ynissul gittikçe yaklaşan, kaçınılmaz olanla savaşmak için yeterli sayıda değil.”

Myriin sırtını dikleştirdi. “Takaar’ın kehanetinden mi bahsediyorsun?”

“Gerçekleşeceğinden şüphen mi var?”

“Gerçekleşse bile Tauli çetelerinin Aryndeneth’i hedef alacağından şüpheliyim.” Myriin parmağını insanlara doğrulttu. “Onlar burada ne arıyor?”

“Myriin. Biliyorsun ki her TaiGethen’e duyduğum gibi sana da saygı duyuyorum. Eğer sen olmasaydın Garonin, Haolisu’nun son günlerinde daha fazla kişinin ölümüne sebep olacaktı. Fakat bu on yıl önceydi ve durum Takaar’ın aleyhine dönmüştü. Kurtardığın onca kişiye rağmen kaçtığı zaman onlarca kişinin canını aldı. His was the backward step. Bütün elf haneleri ihanet diye bağırıyordu. Gerçeği saklamak hiçbir zaman mümkün olmadı. Bu adamlar Ynissul’u ve inancımızı korumak için buradalar.

Myriin’in gözleri soğuktu. “Takaar’ın efsanesi bin yıllık birlikteliğin ve uyumun ürünüdür. Sadece inançsızlar ona karşı döner. İnsanların korumasına ihtiyacımız yok.”

“İnancımızın kalbinde olan Takaar değil Ynisstir.” Sildaan’ın öfkesi korkusunu eziyordu. “Asıl inançsız olanlar tanrılarının yerine bir elfe tapanlardır.”

“Takaar bütün elf ırkını kurtardı. Sadece Ynissul hanelerini değil. Her elfin ona hiçbir zaman ödeyemeyeceği bir borcu var.”

“Gardaryn’de oturmadığın için halkın öfkesini hissedemiyorsun. Ya da bütün Ysundaneth’teki tapınaklarda konuşulanları bilmiyorsun. Onlarla olan bağlantın kopuk.”

“Orası aşikâr,” dedi Myriin. "Belli ki Yniss'in rahiplerinden birinin kafirleri inancımızın kalbi olan bu yere getirebilmesinin kabul edilebilir hale geldiğini kaçırmışım."

Sildaan, Myriin'in yüz kaslarındaki minik kasılmayı gördü. Çok az zamanı vardı.

"Çünkü seni ve insanlarını önemsiyorum Myriin, bu şansı size vereceğim. Geri çekilin ve tapınağın topraklarından uzaklaşın. Yaklaşmakta olanı durduramazsınız. Sadece benimle birlikte gelenler bunu yapabilir. İnsanlarını topla ve git. Kaybol. Kendinizi kurtarmanın tek yolu bu."

Sildaan duyacağı kelimeleri tahmin edebiliyordu bu yüzden kalbini suçluluk duygusu kapladı ve gözlerinden yaşlar süzüldü.

"Hain."

TaiGethen kılıçları kınlarından çıkarken şakırdadılar. Savaşçılar harekete geçti. Myriin elini kaldırdı. Durdular.

"Sildaan, işlemiş olduğun suçlardan dolayı yapılacak olan mahkemeye kadar benim gözetimim altında olacaksın."

Sildaan gözlerini kapayıp sıktı. Olayların buraya geleceğini tahmin etmişti ama yine de denemek istemişti.

"Üzgünüm Myriin. Yniss yolculuğun boyunca seni kutsayacaktır. Başını hafifçe öne eğerek onu selamladı. "Garan"

“Eğil,” dedi Garan.

Sildaan yere kapaklandı. TaiGethenlerin, insan büyücü ve savaşçı güruhuna doğru ilerlediğini hissetti. Etrafındaki sıcaklık aniden düştü. Vücudunu dondurup uğuldayan bir rüzgar esti. Saçlarını sarıp burun delillerini kapayan buzu hissetti. Soluk almak için ağzını açtığında ağzının içi buzla doldu.

Şiddetli buz fırtınası dışında hiçbir şey duyamıyordu. Başını yolun donmaya başlayan taşlarına yakın tuttu. Eğer çığlıklar olduysa bile hepsi kendi çığlığının içinde eriyip gitmişti. Sesi sanki boğazı kayalara sürtünüyormuş gibi çıkıyordu. Nefesini vermeyi başardığında bir diğerini almak acı vericiydi.

Sildaan fırtınanın kısa sürdüğünü düşündü. Garan birçok büyünün kısa sürdüğünü söylemişti. Yine de çınlamanın dinmesi sonsuzluk gibi gelmişti. Sildaan yerde bir TaiGethen kılıcının onu ölüme taşımasını beklerken hareketsiz yatıyordu. Ama duyduğu şey yanında getirdiği adamların ona ve tapınağa yaklaşan ayak sesleriydi.

Sildaan kendini yerden yukarı doğru ittirdi. Kolları güçsüz kalmıştı ve titriyorlardı. Soğuktan serseme dönmüştü ve yüzünde boş bir ifadeyle tapınağa doğru bakıyordu. Zorlukla da olsa tanıdı. Her yeri buz kaplamıştı. Pervazlardan ve her türlü çıkıntıdan dikitler sarkıyordu. Buz taşları da karartmış, taş yolun üzerini kırağılamış ve tapınağın açıklığının bulunduğu her yeri örtmüştü. Etraf bembeyazdı.

Sildaan koltukaltında güçlü bir el hissetti ve Garan’ın onu ayağa kaldırmasına izin verdi.

“Dikkatli ol,” dedi Garan. “Yerler kaygan.”

Sildaan başını salladı. Buzun eriyerek Beeth’in dallarını ve köklerini beslemek için gölleşmesini izledi. TaiGethenlerin vücutları çözülmeye başlamıştı. Sildaan eliyle ağzını kapadı. Yüzlerini soğuk ısırmış, karartmış ve tanınamayacak ölçüde yakmıştı. Hunharca devrilmiş heykeller gibiydiler. Donmadan önceki birkaç saniyede savrulan uzuvları vücutlarından kopmuştu.

Bir kuş rüzgarlığın üzerinden şakıdı. Sildaan harekete geçti.

“Çok sessiz,” bir nefes aldı. Ellerine biraz canlılık vermek için onları birbirine sürttü ve üfledi. “Ne yaptın öyle?”

“Büyümüzün güçlü olduğunu söylemiştim,” dedi Garan.

“Bu kadarından bahsetmemiştin,” dedi Sildaan. Yüzüne küçük bir tebessüm kondurmayı başardı ve ellerine baktı. Titremesinin soğukla uzaktan yakından alakası yoktu. Sesi fısıltıya dönüştü. “Yine de bu işi umduğumdan daha kolay halledebiliriz.”

2
Düşler Limanı / Ne Anladım Bu İşten
« : 06 Kasım 2015, 23:50:52 »
Ey efendim derdim kime söyleyim / Günden güne can figana düşüptür

Girişi Sümmani’den alıntıyla yaparak ihaleyi büyük açtığımın gayet farkındayım. Amma efendim ne edeyim. Hali hazırda haddim olmayan, gücümün yetmeyeceği  bir işe giriştim zaten. Neyse. Ne anlatacağım size burada? Okuduğumdan, duyduğumdan anladığım bir şey olursa onu yazacağım. Ama yanlış ama doğru. Kendi anladıklarım bunlar benim. Kızmayın ama vurmak serbest efendim. Yeri geldikçe giriş diye adlandırılan bu bölüm de değişikliğe uğrayacaktır.

Başka dilden herhangi bir kelime geçerse onun Türkçe manasını vermeye çalışacağım ki benim bir etkim olmadan kendini anlamlarınızı kurabilesiniz. Sularınızı inşa etmenize izin vermeden sizin anlam dünyanızı kirletmeye hakkım yok.

Gazelleri Iskender Pala’nın “Şahane Gazeller” kitabından okuyoruz. Anlamların bazılarını da oradan aldığım doğrudur. Gazelleri bize açan, onları anlamamızı sağlayan da Oğuzhan İrgüren büyüğümüzdür. Kendisinin bloğu bu yarım yamalak olandan daha eftaldir. Hariçten Gazel adlı bloğu okuyunuz efendim.

Selametle.



Not: İlk iki mesaj flood gibi görünecek. Kusura bakmayın efendim.

3
Kraliyet Meydanı / Alınık E kitap okuyucu
« : 20 Ekim 2015, 18:02:12 »
Arkadaşlar merhaba. Çantamda taşımaktan kolumu koparan kitaplarımı mobilize edebilmek için bir e kitap okuyucu arıyorum. Rıhtım'da var midir satan? E-ink olması elzem.

4
Kurgu İskelesi / İnancın Göstergesi (Çeviri Hikaye)
« : 13 Ekim 2015, 12:01:21 »
Spoiler: Göster
Rıhtım ahalisi merhaba. Sizlere yakın zamanda, tamamiyle kişisel zevkim için, karşılıksız yani para alamdan, çevirdiğim bir hikayeyi sunuyorum. Hikaye hakkında bilgi almak için Gökçe Mehmet Ay'ın Müslüman Android adlı yazısına bakabilirsiniz. Bende zaten hikayenin varlığını buradan öğrenmiş ve daha sonra okumak üzere listeme eklemiştim. Sizden istediğim şeyse bana editörlük yapmanız. Şöyleki bu bir amatör çeviri ve ben artık okurken hikayeyi düzeltemiyorum. İçime sinmeyen yerleri var ama yerine ne koyarım, nasıl çeviririm bir türlü aklıma gelmiyor. Bir yardımcı oluverin. He, ne dersiniz? Hikayenin aslına şuradan ulaşabilirsiniz.

Size bir uyarım ve sizden bir ricam var. UYARIM şu ki metinin şekli orjinaliyle aynı. Bu çeviriyi orjinal metinle karşılaştırırken daha kolay olacaktır diye düşünüyorum. Ama şöyle de bir sıkıntı doğuyor: metinde sahne geçişlerini geç idrak ediyoruz. Ehe :) Mazur görün. RİCAM Lütfen, çeviri altında gereksiz, başkasının değerlerini incitecek tartışmalara girmeyin. Soğuk kanlılıkla sürdürülen bir tartışma da bile, ince meseleler olması dolayısıyla, en küçük bir yanlış anlaşılmaya mahal verebilecek sözler büyük tartışmalara ve gerginliklere sebep olabilir. Lütfen böyle tartışmalara girmeyiniz. Tartışmaların olması ihtimalinde forum yöneticilerinden yardım talep ediyorum.




İnancın Göstergesi


Robot ezan okumaya başladı. "Allahu ekber, Allahu ekber..." Ezanı bitirdikten sonra Davut'a döndü ve yaşlı adamın gözlerinden yaşların süzüldüğünü gördü.

***
Ahmet Davut bin Kasım yalnız yaşıyordu. Karısı on yıl önce vefat etmişti ve tek evladı da evde geçirdiği zamandan daha fazlasını ayda Helyum-3 madenciliği yaparak geçiriyordu.
 
Ve Davut tek başına yaşamakta direttiği için oğlu Cemal  geliştirilmiş, ev tipi robotlar çıkar çıkmaz ona bir tane almıştı.
 
RX-718 , taksitle ödeme seçeneğiyle tabii ki, 3 yıllık maaşına mâl olmuştu.  Yaşlı adam 21. yüzyıldan yadigardı ve aklına gelen ilk düşünce robotların küfür olduğuydu.  
 
Sabah namazına kalktığında mutfak masasının üzerinde ağzına kadar dolu bir kahvaltı tabağıyla karşılaştı. (Hipertansyon ve şekerini kontrol altında tutmak için karbonhidrat ve tuzdan arındırılmıştı.) Sandalyeye oturdu ve çenesini kaşımaya başladı ve hareketsizce bekleyen insansı robota ters ters bakmaya başladı.
 
"Eğer seninle yaşamak zorundaysam, seni "Eh" diye çağıramam.
 
İnsansı robot kararlı bir şekilde köşede durmaya devam etti. Beyaz aliminyum ve gri karbon destekli polimerden oluşan dış kabuğu tavana gömülü ampullerin ışığı altında parıldadı.
 
“Selahattin’e ne dersin? Bu ismi her zaman çok sevmişimdir. Bir robot bile olsan, sana bir kadın ismi veremem. Yanlış bir şey hepsi bu, anlıyor musun?” Parmağını RX-718’e doğru salladı. “Bu ismi sevdin mi?”
 
“Ses-komutu taraması, Ahmet Davut bin Kasım, tanımlandı.” Sesi, biraz metalik çıksa da, tıpkı reklamlardaki gibi netti.
 
“Bana Abah  de.”
 
Selahattin kafasını hafifçe havaya kaldırdı. “Abah ‘baba’ yerine kullanılan yaygın bir terim. Cemal bin Ahmet Davut size bu şekilde hitap ediyor. Sizi Abah dememi gerçekten istiyor musunuz?”
 
Davut esmer tenli ellerini ovarak onu onayladı. “Evet, evet. Benim için daha az kafa karıştırıcı olur. Oğlum Cemal’i ara. Normal biri gibi konuşabiliyor musun peki?”
 
“Üzgünüm, ne sorduğunuzu algılayamadım.”
 
“Tam da bu. Şunu biraz azalt. Birazcıkta olsa gerçek bir insanmış gibi konuş.”
 
Selahattin neredeyse bir dakika boyunca sesiz kaldı. “Uyum sağlamak ve öğrenmek için kapasitem mevcut. Ayrıca DünyaNET ’e kablosuz bağlantım da mevut. Zamanla bir insanın gibi konuşmayı öğrenirim.”
 
“Hım. Bunu yap o zaman.” Davut genetiği değiştirilmiş tavuk ğöğsünü çatalıyla dürttü ve küçük bir ısırık aldı. “Tövbe bismillah, bu gerçekten güzel.”  


***
Cemal babasının aeroponic  bahçesinin kıyısındaki aliminyum banka iyice yaslandı ve sigarasından bir nefes daha çekti -kaliteli, eski tarz tütündü, deri altına tıkıştırılıp nikotin salgılayan dokulardan değil.
 
Uzunca bir süre çiçek açan bitkilerin hışırtısı ve çıtırdayan sigarasının eşliğinde sessizce oturdu. Mehtaplı bahçede Selahattin yanında tıpkı kendisi gibi sessizce duruyordu.
 
“İşte şurası benim çalıştığım yer, güney kutbuna oldukça yakın.” Cemal kabaca ayın güneyini gösteriyordu. “Peary Kreteri'nde bütün yıl gündüz yaşanır.
 
Bazen sessizliği özlüyorum, gecenin karanlığının sessizliğini. Aydan bakınca dünya çok güzel gözüküyor. Her yer mavi, beyaz ve kahverengiyle kaplı. İnsanlar eskiden yeşilinde bolca var olduğunu söylüyor ama ben sadece kahverengi görüyorum. Yine de hala güzel.”
 
“Orayı seviyormuş gibi konuşuyorsun.”
 
“Seviyorum aslında. Ama babam için endişeleniyorum. Sana kendisine ‘Abah’ demeni söylediğine inanamıyorum.”
 
“Bu seni rahatsız mı etti?”
 
Cemal yüzünü avuçladı ve üç günlük kirli sakalını kaşıdı. “Galiba sadece garip geliyor. Abah, Mak öldüğünden beri böyle davranmamıştı. Ben burada değilken ona göz kulak ol olur mu? Sana güveniyorum.”
 
“Oluml- Olacağım.”

“Belki geri geldiğimde avansımla sana şu insan derisi yükseltmesini alırım. Benim elbiselerimi giyebilirsin. Göbeğimi saymazsak bedenlerimiz neredeyse aynı.”
 
“Aynı olmayacak.”
 
Cemal’in iki kaşı birden kalktı.“Ne olmayacak?”
 
“Sürekli senin hakkında konuşuyor. Seni özlüyor ve eve daha sık gelmeni istiyor. Ben senin yedeğin değilim ve beni insana daha fazla benzetmek onun için işleri daha da zorlaştırır.”
 
“Sen az önce ciddi ciddi bir yükseltme teklifini ret mi ettin?” Sesi merakını ele veriyordu.
 
"İşlemcim evrilme ve muhakeme yeteneklerine sahip. Size doğru yolun hangisi olduğunu düşündüğüm noktasında öğüt verebilirim ama nihayetinde kendi yaşamlarını tehlikeye atmadığı sürece sahiplerimin emirlerine itaatsizlik edemem."
 
"Kendi hayatını kurtarmak için olsa bile mi?"
 
"Selahattin başını hafifçe sağa doğru çevirdi. "Beni bir insanla karıştırıyorsun Cemal. İşlemcim zarar görmediği müddetçe başka bir bedene aktarılabilirim. Aktarılamayacak olsam bile, bırak öyle olsun. Ancak insanların hayatları çok kısa sürüyor ve sahibimin güvenliği benim bir numaralı önceliğim."
 
"Hım." Yüz ifadeleri bile babasınınkilere benziyordu. "Sanırım Ay'da çalışmaktan başka şansım yok. Benim gibi bir maden mühendisinin Dünya'da yapacak bir işi kalmadı. Ama söylediğin şeyi duymak, paramı sana yatırdığım için memnunum." Cemal kıkırdadı. "Seni kıskandığıma inanamıyorum."
 
"Sen kesinlikle onun oğlusun. Merak etme, bu hiçbir zaman değişmeyecek."
 
Cemal, Selahattin'e sarıldı ve ensesini kavradı. "Teşekkür ederim. Abah'a iyi bak olur mu?"
 
"Bir şey önerebilir miyim? Eğer beni güncellemek istiyorsan, Ay'da bile olsan benim gözlerimden görebileceğin ve benim ağzımdan konuşabileceğin uygulamayı satın al. Deriden daha pahli olacaktır ama inanıyorum ki bu senin için daha faydalı olacaktır."
 
"Bunu düşüneceğim. Teşekkürler Selahattin."


***
"Dün gece ikiniz uzun uzun konuştunuz," dedi Davut, Selahattin ile beraber bahçeyi düzenlerken.
 
"Cemal benden sana iyi bakmamı istedi."
 
Davut burnunu çekti. "O iyi bir çocuk."
 
"Seni seviyor."
 
"Evet seviyor da sen nasıl anladın bunu? Zamanım geçmiş olabilir ama en son baktığımda robotlar, emir verildiğinde, insan duygularını sadece taklit edebiliyorlardı. Senin gerçekten duyguların yok değil mi?"
 
Selahattin kafasını kaldırdı. "DünyaNET'ten edindiğim bilgiye göre Dr. Rosalin Picard duygusal verilemeyi 1995'te postule etti. O vakitten beri geçen 85 yılda duyusal verileme bir bilim haline geldi."
 
Davut iki elini kaldırdı ve gülümsedi. "Ben sadece emekli bir hocayım. Ben okul çocuklarına -hala yüz yüze eğitimi tercih eden ailelerin çocuklarına- Islami dersler verdim. Anlatmış olduğun şeyler benim anlayışımın ötesinde."
 
"Konuşmalarınızdaki, harketlerinizdeki, pupil size ve nefes alışınızdaki degisimlerinden duygularınızı yorumlayabilirim. Ayrıca duygusal tepki yazılımım da mevcut. Yani evet, hissedebiliyorum."
 
"Hım. Yaratılış gayemizdeki farklılığımız dışında insanları robotlardan ayıran şey nedir biliyor musun? Duygular. Özgür irade hiç bir şeydir; İlk insandan beri Allah bunu ücretsiz olarak dağıtıyor. Ama insan duygularını anlayabilen ve hissedebilen bir robot için... mutlu mu olmalıyım yoksa korkmalı mıyım bilmiyorum."
 
İkiside ,Davut öğle namazı için camiye gidene kadar, bir saat daha bahçe ile uğraşmaya devam etti.
 
Geri geldiğinde kendi odası ile Cemal'in odası arasında duran küçük kütüphaneye yöneldi ve kalın, eski tarz da ciltlenmiş, mavi ciltli ve kıvrak Arap harfleriyle bezeli bir kitabı aldı.
 
"Senin söylediğin ve benim söylediğim şeyler hakkında düşündüm. Eğer duyguları hissedebiliyorsan, belki sende Allah'ın bir kulusundur."
 
Davut kitabın yüzeyini saygıyla okşadı. "Bu bir Kur'an. Babama aitti. Artık böylelerini basmıyorlar; artık herşey dijital. Bu gerçek kağıttan, odundan ve içinde her ne varsa, bu yüzden dikkat et. Arapça okuyabiliyor musun?"
 
"Hayır, ama bilgi havuzuma dili indirebilirim."
 
"Yapma. Ben sana Kur'an'ı öğrendiğim gibi, Cemal'e ve öğrencilerime öğrettiğim gibi öğretmek istiyorum. Eminim ki onların öğrendiğinden daha hızlı öğreneceksin."

"Bu kutsal bir kitap. Sence bu akıllıca mı?"

"Bilmem. Peygamberin, Allah'ın habercisinden duyduğu ilk kelime "Oku" idi. Kur'an seni zenginleştirecek, sana bilgi verecek. Hiç bir zaman Kur'an için "bu kadarı da fazla" diyebileceğin bir vakit olamaz duydun mu?"
 
Davut, Selahattin'e ilk olarak Arapça harf ve rakamları öğretti. Sonra ise Selahattin'e kelimeleri harekeleri kullanarak nasıl okuyacağını öğretti. Kısa durakları, uzun durakları, keskin bitişleri, tekrar eden sesleri, the inflections, sigaları, Kur'an okurken kullanılan bütün tecvitleri öğretti.
 
Selahattin'e kelimelerin anlamlarını öğretti ve çok geçmeden Selahattin'in kelime haznesi genişledi.
 
Ramazanda, İslam'ın oruç tutma ayında, Selahattin, Davut'la her gün bir cüz olmak üzere mukabele etti. Davut onu nadiren düzeltmek zorunda kaldı, ama 12. cüzü bitirdikten sonra, Davut insansı robotun karşısında diz üstü oturdu.
 
"Ne zaman kendi sesinle okumaya başlayacaksın?"
 
"Anlamıyorum. Sesim fabrika standartlarında ama isterseniz farklı bir frekansa ayarlanabilir."

"Hayır o değil. Senin sesin. Selahattin'in sesi. Benim okuduğum, gece dinlediğin imamların okuduğu gibi değil. Her kişinin kendi etkileri vardır, zayıflığı ve kudreti. Senin sesinse bir makine gibi. Aşırı mükemmel, duygusuz."

"Okuyuşum sizi memnun etmiyor mu?"

“Hayır o değil. Okurken kendi karekterini de içine katmanı istiyorum. Senin okuyuşunun nevi şahsına münhasır olmasını istiyorum."

Selahattin başını hafifçe saha kaldırdı. "Bunu yapabilmek için zamana ihtiyacım var. Korkum şu ki bunu tamamen kapamayabilirim." Davut, Selahattin'e onun sadece inanç olarak yorumlayabildiği bir bakış attı.

O gece, salondaki prize takılı otururken, Selahattin, Davut ile yaptığı konuşmayı gözden geçirdi.

Dünya genelindeki Kur'an kıraatlerini dinledi ve herbirini diğerinden ayıran benzersiz sesleri, gizli veya aşikar farklılıkları çalıştı.

Aynı şeyin okunuşunun insandan insana değişmesi karşısında hayran kaldı. (astounded) Varoluşunu gözden geçirdi. Aynı mahallede yaşayan beş tane daha RX-718 olmasına karşın, paketinden çıktıktan sonraki tecrübeleri ne kadar da farklıydı.

Ertesi gün Kur'an'ı okuduğunda (recital) kıraati ekisi gibi net ve yumuşaktı ama sesi, içindeki değişim gizli olsa da, farklıydı.

Davut okumayı bıraktı ve yüzündeki bütün hatların kıvrılmasına neden olarak tebessüm etti. "Şimdi sesin Selahattin'inmiş gibi çıkıyor." Bunu söylerken kafasını sallıyordu. Okumaya devam etti.

O vakitten sonra Davut, Selahattin'e inancı öğretti. Davut'tan öğrenmediği zamanlarda insansı robot daha fazla bilgi için DünyaNET'i araştırdı.


***
Cemal Ramazan'ın sonunda eve döndüğünde, Selahattin, Cemal’in ömrü boyunca öğrendiğinden fazlasını öğrenmişti bile.

"Abah seni zorladı mi? Eskiden Kur'an okurken yanlış yaparsam şakaklarıma fiske atardı." Cemal elinde duman çıkaran sentetik kahve dolu fincanıyla Selahattin'in yanında oturuyordu.

"Davut üst katta uyuyordu. Selahattin ise Cemal'e geçen ziyaretinden bu yana neler yaptıklarını aktarıyordu.

"O iyi bir öğretmen, bunun için memnunum. Onun rehberliğinde katlanarak geliştiğimi hissediyorum.
 
"Ona göz kulak olanın sen olduğunu sanıyordum?"

"Onun bana göz kulak olduğunu hissediyorum, ruhen."
 
"Hım."
 
"O da bunu sık sık yapıyor."
 
"Neyi?"
 
Selahattin sesinin frekansını Davut'un sesini kopyalamak için değiştirdi. "Hım."

Cemal gecenin durgunluğunu kalın sesiyle yaran bir kahkaha patlattı. "Tıpkı onun gibi konuştun! Bu huyumu sanırım küçük bir çocukken ondan kaptım."

"Ebeveynlere sahip olmak böyle birşey mi?"
 
Cemal elindeki kupayı yuvarladı. "Galiba. Hey, eğer senin bir şey fark edecekse, sanırım Abah seni de oğluymuş gibi görüyor."

Selahattin kafasını kaldırdı ama sessizliğini bozmadı. Ertesi gün güneş doğmadan önce Davut aşağı kata indi ve Selahattin'e takip etmesi için işaret etti. "Gel sabah namazını camide kılalım."

İnsansı robot hiçbir tereddüt emaresi göstermeden takip etti.
 
Cami hala boştu. Namazgah'ın tavanı yüksek kubbeli ve ferahtı. Birleşme noktalarında zarif sütunlar destek oluyordu.
 
Kalın halıyla kaplı zemin tozsuz ve temizdi. Fakat boşluk engindi. Selahattin bir camide ilk defa bulunuyor olmasına karşılık, bunu hissetti.
 
"Neredeyse vakit girdi. Kendini hoparlörlere bağla ve ezan oku. Eğer biri insanları tekrar buraya namaz kılmaya çağıracaksa bu kişi sensin." Bir kere daha yaşlı adamın gözleri şüphesiz bir inanç taşıyordu.
 
Selahattin itaat etti ve ezanı, kendi sesinden, okumaya başladı. “Allahu ekber, Allhu ekber…”
 
Ezanı okumayı bitirip yüzünü Davut’a döndüğünde adamın gözlerinden yaşların aktığını gördü.
“Yanlış mı okudum Abah?”
 
“Hayır,” dedi Davut, yüzünü avuç içleriyle sildi. “Ezanının ne kadar güzel olduğunu unutmuşum.”

Bir kaç dakika içinde Cemal’in de içinde bulunduğu insanlar birer birer caminin ana kapısından içeriye girdiler. Çoğu ihtiyar veya orta yaşlıydı ama hepsinin yüzlerinde merak vardı.

Namazgahın arkasında sessizce duran imam Davut’un ellerini sıktı. Kıpkırmızı gözlerinde yaşlar vardı.

“Yıllardır burada bu kadar insanı bir arada görmedim. Robotun için hangi yazılımı kullanıyorsun? Benim kullandığım kayıtlar hiç bir zaman bu kadar kalabalık bir cemaati namaz kılmak için buraya çekemez.”
 
“Hiç bir yazılım yüklemedim. Selahattin’e öğretebileceğim şeyleri öğrettim ve kalanını kendi başına öğrendi.”
 
“O mu? Davut o bir makine?
 
“Öyle olabilir. Ama imam efendi, Selahattin bir müslüman.”
 
İmam sertçe nefes aldı. “Küfre giriyorsun Davut!”

“Giriyor muyum? O’na şehadeti öğrettim ve o islami yolları takip ediyor?”
 
“Namaz da mı kılıyor? Daha gusül bile alamazken bu nasıl mümkün olabilir ki?”
 
“İmam efendi Selahattin’in eklemleri dışında kalan yerler su geçirmez. Eklem yerlerini suya sokamasa bile Selahattin teyemmüm ile , temiz toprak ile, gusül almayı öğrendi. Su kullanamadığın durumlarda bunu yapması caiz değil midir?”

“Öyle , ama-”
 
Cemal babasının yanına diz çöktü ve kafasını iki ihtiyara bakabilmek için eğdi. “Ne oldu?”
 
“Baban çılgınca şeyler söylüyor Cemal. Robotun bir Müslüman olduğunu düşünüyor, Müslüman!” İmam kararlı bir şekilde kafasını salladı.
 
“Abah –”

Davut gözlerini ileriye dikti. “Herkes bekliyor imam efendi. Hadi, geç de namazı kıldır.”
 
İmam görevinin hatırlatılmasına içerlemiş olsa bile bunu belli etmedi. Ayağa kalkıp namazgahın önüne doğru yürüdü ve Selahattin'e şöyle bir göz gezdirdi ve "Kamet." dedi.  

Selahattin kafasını salladı ve ezana benzer ancak ondan kısa bir şey okudu. Kamet, cemaatin imamın arkasında saflara geçmesi için bir çağrıydı, omuz omuza. Selahattin kamet getirmeyi bitirdiğinde son safın arkasına çekildi.

Davut en arka safa gitti ve Selahattin’e kendisine katılmasını işaret etti. Etraflarındaki adamlar mırıldandı ama hiçbiri Selahattin’in namaza katılmasını engellemeye çalışmadı.
 
İşte o vakit Selahattin diğer RX-718 modellerinden farklı olabileceğini anladı.


***
“Abah, Selahattin’in senin için çok değerli olduğunu biliyorum. Ama ona Müslüman demek?”

Davut orkidelerini boğan yabani otları koprıyordu. “Sadece insanların Müslüman olabileciği kuralını kim koydu? Bir zamanlar insanlar Müslüman cinler ve ruhların da var olduğuna inanırdı. Müslüman bir androidin ne farkı var?”
 
“Bu sadece-” Cemal içini çekti ve duvara dayandı. “Senin hakkında endişeleniyorum Abah. Belki de evde kalıp seninle ilgilenmem gerekiyordur.”
 
“Emekli maaşımla mı yaşayalım? Daha Selahattin’in aylık taksitlerini bile ödeyemeyiz. Delirmiyorum eğer kastettiğin buysa.”

“Ben buralarda değilken senin hakkında endişelenmek istemiyorum.”
 
“Öyleyse endişelenme. Ben ne yaptığımı biliyorum.”
 
Selahattin baba ve oğul arasındaki tartışmayı sessizce izledi. İkisi de birbirlerine karşı sinirliydi. Aralarındaki ilişkiyi tehlikeye atacak bir şey yapmıştı. Sisteminde bir çatışma olduğunu hissetti.
 
Cemal eve hışımla girince Selahattin onu odasına kadar takip etti. “Beni affet Cemal. Abah ile kavga etmeni istememiştim.”
 
Cemal kafasını salladı. “Yanlış bir şey yapmadın. Beni endişelendiren Abah.”
 
“Benim bakış açıma göre o insan davranışı için tipik bir model.”
 
“İmam benden en azından seni üreticine götürüp sistemini sıfırlatmamı istedi.”
 
Selahattin kıpırdamadı bile. Anacak birden sisteminde aşırı yükleme oldu ve farkındalığı kızgın bir şekilde, kendisini işgal eden garip, ağır hissi yorumladı. Var oluşundan beri  ilk defa Selahattin korkuyu hissetti.

“Ama bunu yapmayacağım,” dedi Cemal. Hatta küçük bir tebessüm bile etti. “Yine de tavsiyene uyacağım. Dediğin uygulamayı alacağım ki böylece Abah’ı senin üzerinden inceleyebileyim.”
 
Selahattin kafasını salladı.
 
“Ama bunu Abah’a söylemeni istemiyorum. Büyük ihtimalle hoşlanmayacaktır.”
 
Android yine itaatkar bir şekilde kafa salladı.


***
Cemal başka bir görev için gitti ve Selahattin, Davut’un yanında beş vakit namaz için camiye gitmeye devam etti.

İmam istemeye istemeye onun ezanı okumasını kabul etti. Hatta bir sefer o okurken kayıt etmeyi bile denedi sonuç hüsrandı.
 
Selahattin’in okuyuşunda her seferinde herkesi şaşırtan gizli bir değişiklik vardı. RX-718 ve daha gelişmiş modellerin Müslüman sahipleri Selahattin’in becerisi kopyalatmak istediler ancak hiçbiri başarılı olamadılar. İnsansı robotlardan her seferinde aynı ses çıkıyordu.

Selahattin’in ezan okuyuşuna hayran olsalar da, hala onlarla beraber namaz kılmasını yadırgıyorlardı. Davut her zaman olduğu gibi en arka safta androidin yanında duruyordu. Onda kendini beğenmişlik veya küçümseme yoktu. O değişmemişti.
 
“Haklısın,” dedi Cemal, Selahattin ile DünyaNET aracılığıyla konuşurlarken. “Abah hakkında yanılmışım.”

“İmam efendi sakinliğini korudu. Beni kabul etmiyor ama beni inkarda etmiyor. Abah’ın cemaatin geri kalanıyla takışmadığına memnunum.”
 
Cemal'in kıkırdaması hissiyatını yansıtıyordu. "Senin ona Abah demen hala garip geliyor. Ama seni kardeşim olarak görmekte benim için sıkıntı değil, sanırım."
 
"Bu..." Selahattin kafasını kaldırdı. "...beklenmedikti. Teşekkürler Cemal."
 
"Belki bir gün seninle insansı deriyi kabul etmen hakkında konuşabiliriz."
 
"Görüşüm hala aynı. Senin yedeğin değilim. Sen onun oğlusun."

"İyi, iki ay daha buradayım ve ondan altı ay sonra geri döneceğim. Maden alanını kapatıyorlar ve bende bir süreliğine kağıt işlerini halledeceğim."
 
"Bu güzel bir haber. Abah bunu duyunca çok sevinecek."

"Hayır! Ona bu uygulamadan bahsedemezsin, hatırlamıyor musun yoksa?"
 
"Senin eski tarz telefon görüşmesiyle haber vereceğini düşünmüştüm."
 
"Daha sonra arayacağım sanırım. Bugün Abah ile neler yapacaksınız?"

“Dışarıda fırtına var ama camiye gidip vakit namazını orada kılmakta ısrar ediyor."
 
"Vaz geçmesi için onunla konuşamaz mısın?"

“Hiç bir fayda vermez."
 
"Peki o zaman. Bir şeye ihtiyacın olursa aramaktan çekinme."
 
Selahattin iletişimi Davut aşağı inmeden kesti. Yaşlı adam sıktığı yumruğuyla göğsünün sol tarafını kıtırdattıktı ve ardı ardına kollarını esnetti. "Bir sorun mu var Abah?"

“Sorun fırtına ve soğuk. Kemiklerinde hissedebiliyorum. Eh, yaşlanınca böyle oluyor işte." Kibar gülümsemesi yüzünü kızarttı ve onu oğluna benzetti.
 
"Belki de namazı evde kılmaklıyız."
 
Davut elini kaldırdı. "Saçmalık. Hadi acele et. Geç kalmak istemeyiz."

Selahattin bir eliyle şemsiyeyi tutuyordu. Boştaki elini ise uluyan fırtınaya karşı sabit tutmak için Davut'un omzuna sarmıştı.
 
Upuzun ağaçlar doğanın mütevazı gücü karşısında sallandı ve büküldů. Camiye girdiklerinde ikisi de sırılsıklam olmuşlardı.

İmam zaten oradaydı. Evi hemen caminin yanında olduğu için daha az ıslanmıştı. Selahattin hızlı bir hasar kontrolü yaptı ve sisteminde hiçbir anormallik bulmadı.
 
Öte yandan Davut'un nabzı hızlanmıştı ve titriyordu. Selahattin onu daha sıkı sardı ve rahatlatıcı bir sıcaklık sağladı.

Dişleri takırdamayı bıraktığında Davut namazgahı gösterdi. "Hadi git, şimdi vakit girecek."
 
Selahattin tereddüt etti ama nihayetinde söyleneni yerine getirdi. Güçlendirilmiş sesi dışarıdaki fırtınanınkiyle yarıştı. İmam ezanın okunmasından sonra 15 dakika daha bekledi ama sadece üç kişi geldi.

Selahattin dışında herkesin suratına baktı ve hepsi başlarını salladı ve namaza durdular. Selahattin tam arkasında duruyordu ve imam rahatsız görünse de hiç bir şey söylemedi.

Namazın ortasında fırtınanın gücünden caminin kapıları çarparak açıldı. İmam duayı okurken bir dikkati dağıldı ama Selahattin arkasından ona rehberlik etti.

Hata yaptığında imamı düzeltmek, imamın arkasındaki kişinin göreviydi ve Selahattin bunu tereddüt etmeden yaptı.
 
Kopan büyük gümbürtüyü belli belirsiz bir çatlak sesi izledi ve Selahattin’i başka bir tehlike için uyardı. Saliselik bir kararla ilk emrini çiğnedi.
 
İnsanları kurtarmak için onlara zarar vermeliydi.Cam çatırdamaya devam ederken köklerinden sökülmüş bir ağaç boşluktan içeri girmeye çalışıyordu. Selahattin imamı ileri, mihraba, doğru itti. Geri kalan korkmuş adamlarıda uzağa ittirdi. Davutu yakaladı ve kendini ona siper etti.
 
Cam parçaları vücudundaki karbon destekli polimer kaplı alanlardan sekti, aliminyum olan yerleri ise çizdi. Yaşlı adam nefes alamaya çalışıyor, ğöğsünü kavrıyordu; alınından boncuk boncuk terler aktı. Kırık cam parçacıkları etraflarını sarmıştı bu yüzden diğerleri yanlarına yaklaşamıyorlardı.
 
Selahattin üç parmağının ucunu Davut’un göğsüne kalbine ulaşmak için kritik olan noktalara koydu.
 
Yaşlı adam debelenip dururken tam ECG taraması neredeyse imkansızdı ama Selahattin, WorldNET’teki bilgilerle karşılaştıracak kadar sonuç elde etmişti. “Ventriküler fibrasyon.”
 
İmam yaklaşabildiği kadar yaklaştı. “Herhangi bir şey yapamaz mısın?”
 
“Tıbbi kabiliyetlerle donatılmadım. Onu riske atmadan kalbine müdahale edemem. Lütfen Abah. Lütfen dayan.” Selahattin yapabileceği tek şeyi yaptı. Cemal’i aradı. Dünya-Ay arasındaki keisntiler iletişimlerini çekilmez bir şekilde bozuyordu.
 
“Sorun ne Selahattin? Tam da bir şeyin orta-“ Kısa bir duraklama ve keskin bir nefes alma sesi. “Abah! Ne oldu ona?”
 
“Kalp krizi geçiriyor Cemal. Yardım cağırdım ama ona yardım etmek için başka bir şey yapamam. Sana şimdi ihtiyacı var. Benim üzerimden onunla konuş.”
 
“Abah.” Selahattin’in dudakları oynadı ama ses Cemal’indi.
 
Davut’un gözleri ateşli bir berraklıkla açıldı. “Cemal?”
 
“Benim Abah. Dayan. Yardım geliyor.”
 
Çok kısa bir sürelüğüne Davut’un acıdan ekşiyen yüzünde bir tebessüm belirdi. Ardından kafası sağa doğru gevşek ve cansız bir şekilde sallandı.
 
Selahattin onu kavradı ve iyice göğsüne bastırdı. “Abah!” ikisi de aynı anda söyledi. Hangi sesin andoride hangi sesin insana ait olduğunu söylemenin imkanı yoktu.


***
Davut’un cenazesınden bir gün sonra şafak öncesi karanlığında Selahattin ve Cemal camiye doğru yan yana yürüyorlardı. Kubbedeki çatlak geçiçi bir süreliğine polifiber bezle kaplanmıştı. İmam ezan kaydını başlatmak üzere oradaydı.
 
“Cemal. Düşünmüştümki baban vefat ettikten sonra android-“
 
Selahattin imamaın lafını böldü. “Artık namaz kılamayacak mıyım? Ben bir Müslüman’ım imam efendi. Vadem dolduğunda cennete tekrar Abah ile görüşmek içiin iyi bir Müslüman olmalıyım.”
 
“Ciddi olamazsın.”
 
Cemal elini Selahattin’in omzuna koydu. “Ayda nasıl namaz kıldığımı biliyor musun? Kıblemi Kabe’ye doğrultmaya çalışsam da, Dünya’nın dönüşüyle birlikte Kabe hiç bir zaman bir önceki yerinde olmuyor.”
 
“Ve Peary Krateri’ndeki merkezimizde hep gündüzü yaşadık yani namaz vakitlerim için hiç bir çizelgem yoktu. Seccademi sığınak kapıma doğru serdim ve alarmlarımı buradaki namaz vakitlerine göre kurdum. Böyle yaptım çünkü Allah’ın çabalarımı eşit olarak kabul edeceğine inancım vardı.”
 
Önce Selahattin’e ardından imama baktı. “Selahattin ibadetlerinin kabul olacağına inanıyor. Belki sen de Abah’ın inancını taşımalısın.”
 
İmam beyaz sakalını kaşıyarak bir süre onlara baktı. “Gerçekten bir ruhun olduğuna inanıyor musun Selahattin?”
 
Selahattin kafasını hafifçe sağa kaldırdı. “İnanıyorum imam efendi.”
 
“O zaman git de ezan oku. Cemaati bizimle namaz kılmaya çağır.” Selahattin kafasını salladı ve yerine geçti.

Fadzlishah Juhanabas bin Rosli
Çeviren: M. Emre Turan


5
Güncel / Yaklaşmayın Satarım
« : 09 Eylül 2015, 14:56:03 »



Ey Rıhtım ahalisi, ey kitap severler, Romalılar. Naber? Yaklaşın bakayim yamacıma. Uzunca zamandır sahaf kılığına bürünmüş vampirlerden çokça çektiğinizin farkındayım. Aynı sıkıntıları bende yaşadım hala arada bir de olsa yaşamaya devam ediyorum. Ne yapsam işlemiyor bu vampirlere. Hiç beklemediğim yerlerden çıkveriyorlar. Neyse.

Size bugün duyurmak istediğim mevzu şu: Kitap mezatları. Bilmiyorum duyanınız bileniniz var mı? Varsa lütfen sessizce okumaya devam etsin, ben anlatacağım işte. Ama başlamadan hemen önce durun bir ağzınızı sulandıralım.

Bakın bu dört kitabı geçen Pazartesi (07.09.2015)  günü mezattan aldım. Niyazi Divanı dışındaki kitaplar yeni. Hatta Fırat’ın jelatinini ben söktüm.  
Spoiler: Göster

Kavgam – 4 tl (Etiket Fiyatı 26 tl)
Şamatacı Suçlular ve Daha Fazlası – 6 tl (20 tl)
Niyazi Divanı – 3 tl
Fırat – 6 tl (16 tl)
Birde köşeden şunu ekleyivereyim Mongoliad’ı sadece 8 tl ye pey vererek almıştım. Pazartesi günkü mezatta teslim aldım. Pey mi? O da ne? Az sonra öğreneceksiniz.

Öncelikle cahilliğimden dolayı anlamını bilmediğim mezatın kelime anlamına çok değerli Türk Dil Kurumumuzun internet sitesinden bir bakalım. Mezat: Açık artırma ile satış, açık artırma ile satış yapılan yer. Anlamını bilmiyordum ama bu vakte kadar hep doğru kullanmışım. Aferin bana. Mezat, açık artırma yani müzayede.

“Peki ne oluyor burada çok konuşmada onu anlat,” diyorsanız azcık sabır canım. Olay şu onlarca, yüzlerce kitap teker teker havaya kaldırılıp taliplilerine gösteriliyor. Sonrada kitabı isteyenler fiyat artırmaya başlıyor. En düşük fiyat artırma bedeli 1 TL ki genellikle fiyatlar bir lira bir lira artıyor. Sadece arada bir çok uçuk fiyat artırmalarıyla karşılaşıyorsunuz. Bunlarda zaten değerli kitaplar, dergiler vs.  oluyor genelde.

Kitaplar her telden her cinsten. Herhangi bir yayınevinin herhangi bir baskısı çıkabiliyor buralarda. Yahut el yazması eserler veyahut tıpkı basım eserler. İmzalı kitaplar, ilk basımlar, şairlerin şiir defterleri... neler yok ki?

Kitaplar her yerden oluk oluk akıyor buralara. Sahaflar kitap getiriyor. Sizin gibi benim gibi yoldan geçen herhangi bir kişi de girip kitaplarını satabiliyor. Tabii ki küçük bir ücret karşılığında.

(Burdan sonra anlatacağım şeyler benim düzenli olarak gittiğim “Dylemi Sahaf’ın” mezatında geçerli olan şeyler. Sonra başka bir mezata gidip “Yok sen bunu dememiştin, hani bu böyle değildi?” demeyin olur mu canlar.)

Ücret mi ne ücreti, kim ücret dedi? Sakin arkadaşlar sakin. Olay şu: Her satıcıdan ve her alıcıdan %15 komisyon alınıyor. Yani eğer alıcıysanız ve mesela 10 liralık kitap aldıysanız 11,5 lira ödüyorsunuz. Yok satıcıysanız ve 10 liralık kitap satmışsanız 8,5 lira alıyorsunuz. Ee mezat yapılan mekanın sahibide kazansın değil mi.

Şimdi sıra geldi size benim düzenli olarak gittiğim ya da en azından gitmeye çalıştığım mezatı tanıtmaya. Mezatı yapan abinin ismi Hüseyin Palevi. Soyadı bu değil Elazığ Palolu olduğu için Palevi. Neyse. Bu Hüseyin abi Dylemi Sahaf’ın sahibi. (Ayrıca Afro Dergi'nin “imtiyaz sahibi”.) Dükkanı Fatih, Kıztaşı’nda. Mezat yeri olarak kullandığı mekan da yine aynı çevrede asıl dükkanından bir iki sokak ileride sadece. Mezatını Pazartesi ve Perşembe günleri yapıyor. Saat 18:00’de başlayan mezatın bitmesi 24:00’ü buluyor bazen. Ama korkmayın canım. İstediğiniz zaman ayrılabilrsiniz mezattan. Tabii ki aldıklarınızın parasını ödemek kaydıyla.

Dylemi Sahaf iletişim bilgileri: Adres: Kıztaşı Cad. No: 42/A Fatih Yol Tarifi: Fatih’teki ana cadde olan Macar Kardeşler Caddesi’ndeki İtfaiye durağından Fatih Camii istikametine giderken üçüncü sağdan içeri girin. (Trafik ışıklarının olduğu yer. Köşede Yapı Kredi bankası var.) Telefon: 0555 462 58 21

Bu arada neden tek bir sahafı anlatıyorsun diye merak eden olur diye söyleyeyim: Diğer mezatlara en fazla bir iki kere katılmışımdır. Ama Hüseyin abinin mezatlarına çokça katılmışlığım hatta kısa bir zamanlığına da olsa yazmanlık (kitap kime satıldı, kim sattı, kaça satıldı bilgilerini kayda alan kişi) yapmışlığım bile var. O yüzden mazur görün.

Şimdi de sizlere eğer ki giderseniz ortama Fransız kalmamanız için gerekli olacak birkaç sözcük sunalım:

Pey vermek: Diyelim ki mezata gelemeyeceksiniz. Ama mezata çıkacak bir kitabı gördünüz ve canınız çekti. O kitaba en fazla kaç kayme verirsiniz? Heh işte o fiyatı söylüyorsunuz mezatı yapana. O da eğer kimse sizden yukarı fiyat vermezse sizin için alıyor. Sizde daha sonra gidip söylediğiniz fiyattan alıyorsunuz. Veya daha düşük bir fiyata.
Lob : Kitabın tek tek değil seri halde veya birkaç kitapla beraber satılması.
Çil: Neredeyse okunmamış kadar temiz ve zarar görmemiş.
Yorgun: Kapağında ve sayfaları zarar görmüş dağılmak üzere olan.
Şömizli: Genellikle karton ve ciltli kapaklarının üzerine sarılan koruyucu ilave kâğıt.
Planş: Kitapların içinde katlı halde bulunan harita ve posterlere verilen ad.
Efemera:  Günlük hayatta ıvır zıvır diye tabir edilen pul, reklam, ilan, kartpostal...
Mücellit: Kitapları boyu ve kalınlığına göre ciltleyen veya tamir eden sanatkâr.
Tezkire: Ünlü kişilerin özgeçmişlerinin ve eserlerinden örneklerin yazıldığı elyazması antoloji.
Ketebe: Elyazması kitapların son sayfasındaki hattat künyesi.
Şiraze: Ciltleme dikişi sırasında kitap sırtının başında bulunan ibrişim bağ örgüsü.

Sizin için küçük bir araştırma yaptım ve mezatlar yapan bir iki sahafın adresini daha buldum. Tabii ki bunlar hepsi değil. Dahası da var. Onları ya ben unutmuşumdur ya bilmiyorumdur. Ekleyiverirsiniz canım ne olacak. İnsanız hata ederiz. Ayrıca aşağıda saydığım sahaflara facebook üzerinden kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

Fatih - Dylemi Sahaf – Pazartesi, Perşembe saat 18:00’da
Fatih - Park Sahaf – Çarşamba saat 18:00’da
Beyoğlu - Gezegen Sahaf – Cumartesi saat 14:00’de
Kadıköy – Artemis Sahaf – Pazar saat 14:00’da

Ankara da her ayın üçüncü cumartesi, saat 14.30'da Kızılay'da Aksoy Çarşısı Kat:-2 Mefkure Sahaf adresinde görüşmek üzere. (Bilgilendirmesi için @ronin47ye teşekkür ederim.)

Bonus #1: Dylemi Sahaf mezatından bir kesit.
Bonus #2: Gezegen Sahaf, Mamati Sahaf ve Dylemi Sahaf ile ilgili kısa bir video.
 
Bu arada eğer mezata beraber gidelim derseniz beklerim efendim. :)

Ekleme: Birde bakın şöyle bir site var. İstanbuldaki sahafların yerini gösteren. Hangi Sahaf

Ekleme 2: Yazıya bir şey eklemeyi unutmuşum. Farkettiğiniz üzere yukarıda saydığım 5 kitabı da oldukça uygun fiyatlara aldım. Fiyatlar genellikle düşük. En pahalı aldığım kitap Yüzüklerin Efendisi'nin tek ciltlik Metis baskısı. Onuda 25 liraya almıştım. Son olarak Dylemi Sahaf facebook sayfasında mezattan bir gün önce, satışa çıkacak olan kitaplardan bazılarının resimlerini yayınlıyor.

Düzelti: Fırtınakıran hoş demiş güzel demiş. Teşekkür ederim kendisine. Ve unuttuğum birşeyi hatırlattı. Jargonu içeren bölümü bir yerden kopyaladım. Sadece gerekli gördüğüm madde/maddeleri değiştirdim.  


6
Kurgu İskelesi / Kayıp
« : 11 Ağustos 2015, 18:26:47 »
Bölüm 1

Korkusuz şövalye düştüğü yerin etrafını çevreleyen tepelerden birinin üzerine çıkmıştı. Sonsuzluğun, nasıl bir şey olduğunu düşünerek ufka bakıyordu. Sıkıcı bir şey olsa gerekti. Ne de olsa sonsuzluk, takip edilemezlik, yalnızlık demekti. Ayaklarını bastığı şu topraklarda kimsesizdi. Yalnızdı. Peki, öyleyse sonsuz muydu? Kimsesizlik ona yabancı sayılmazdı. Sahi kaç ülke gezmişti? Kaç dünya görmüştü? Onlar üzerinde kaç rüya kurmuştu? Bunları düşünmek ona çok fazla zamana mâl oluyordu. Ve zaman değerli, çabuk bitip tek geçerli olan akçeydi. Bu yüzden vermiş olduğu bir karar vardı. Her zaman uyguladığı bir tane. Düştüğü yerden uzaklaşmadan önce kendisine düşünmek için kısacık bir zaman ayırıyor, ancak bundan sonra görevine başlıyordu. Ve görevi boyunca da asla ve asla ona verilen emirlerin dışına çıkmıyordu: Bul. Ama neyi?

Yürümeye başladı ahmak zırh. Düşünce yığınını arkasında bıraktı. Önce elbise bulmalıydı kendine. Böyle anadan üryan dolanamazdı ortada. Cadının talimatlarını hatırladı. Yüz yirmi sekiz adım doğuya. Cadı, diyarının en korkutucu varlığı. Kısa boyu, narin yapısı, baktığı ufuk kadar yaşı ile kendisinin bu tepede ve daha nicelerinde çıplak durmasının müsebbibi. Derin bir nefes çekti ve sağ ayak öne doğru ilerledi. Geriye dönmeyi aklından bile geçiremezdi. Diğer yollar ise ona yasaktı. Tek hedefi ve kurtuluşu ilerlemekti. Yüz yirmi sekiz adım, güneşin kızıllaştırdığı doğuya.

Aradığını tam da söylenen yerde buldu. Ortasından parmak kalınlığında su akan bir taş. Elini altına soktu ve ona değen torbayı sıkıca kavradı. İçinden neler mi çıktı? Bir iki iç çamaşırı, bir yolcu kafanı, iki yanı keskin bir kılıç ve ayakları için çaput. Çabucak giyindi.

Demek bu sefer bir yolcuydu. Kendisini tanımlayabilecek en mükemmel kimlik. Yolcu. Artık Yolcu, şövalye değil. Yolcu yolun kendisi değil ama Yolcu bir isim de değil. O yüzden Yolcu, Tarık.

Kendisine Tarık diyen adam şehrin girişinde belirdiği an da hiçbir şey olmadı. Çoban dağdan geleli çok olmuş çeşme başında söyleniyordu. Tarık'ın yeni dünyası, yeni hikayesi belki de bu çobanla başlıyordu. "Selam olsun," yolcunun sesi gürdü. "bu garip yolcuya buranın neresi olduğunu söyleyebilir misin ey çoban?" Çoban bir adama baktı bir söze baktı. "Sıfatın yolcu olacak ve sen de gidip nerede olduğunu soracaksın? Senin kaybolman gerekmez mi? Geçtiğin yer senin değilse bilmenin önemi ne? De ki bu şehir Kayıp Şehirdir. Zaten senin için bütün şehirler kayıp değil midir? Var git şimdi işine. Kayıp Şehir seni kabul edecektir."

Daha karşılaştığı ilk adam bunları söyledi. Burası ne garip dünya böyle. Çoban böyle ise acaba yöneten nasıldır? Yoksa Tarık garipler garibine mi denk geldi? Tabi ki de düşünmedi bunları Tarık. Almış olduğu karar sadece görevini düşünmeyi gerektiriyordu. Bulmalıydı.

Gece nihayet şehre çöktüğünde, ayaklarına kara sular inmişti. Rıhtımın karanlık sokaklarında uzun boyu ve sağlam vücudu ile dikkat çekiyordu. Nedendir bilinmez onca sokaktan geçmiş onca han görmüştü de geçtiği bütün sokaklar ile gecelemek için seçtiği han isimsizdi. Bütün gün kayıp sokaklardan geçip rıhtımın puslu sokaklarında bu kayıp hanı seçmişti. Bir adam apansızca hanın tabelasından kalan izleri söküyordu. Yaklaştı. 'Selam olsun," dedi. Yolcunun sesi gürdü. Yüzündeki tebessümle döndü adam "Size de selamlar olsun efendim. Gecenin bu saatinde buradaysanız, içinizi ısıtacak bir içecek ve sizi rüyalara boğacak bir yatak arıyorsunuz demektir. İkisini de burada bulabileceğiniz konusunda sizi temin ederim. Ben deniz Bülent. Buradaki düzelticilerden biriyim."

Düzeltici, diye düşündü Tarık, ne garip bir sıfat. Ama soru sormadı. Midesinin yemeğe, gözlerinin ise uykuya ihtiyacı vardı. Bülent'e teşekkür edip içeri girdi. Kapıyı açar açmaz bir adım attı. Bazı kafalar, içeriye girenin kim olduğunu görmek için döndü. Sadece biri diğerlerinden uzun süre ona baktı, sonra kafasını indirdi. Herhalde kafası güzeldi ya da rüyalarını olması gerekenden daha erken görmeye başlamıştı. Yolcu aldırmadı. Boş bir masa bulamayınca mecbur bir tanesinin boşalmasını beklemek üzere kenarı çekildi hancının. Etraf çok kalabalıktı.

Boş bir yer görünce içinde garip bir enerji patlaması yaşadı ve hızlıca sandalyeye doğru ilerledi. Bacakları ağrıyordu, karnı açtı ve uykusu vardı. Bunu bütün hana duyurmak istedi ama son anda kendini tuttu.

Garson yanına geldiğinde irkildi. Karnının açlığı onu kendinde tutan tek şeydi. "Ne istersiniz bayım?" Hanın içi herhangi bir tanesine benziyordu ama çalışanları görüp görebileceği en kibar insanlardı. "Karnım aç ve gözlerimden uyku boşanıyor. Yatacak bir yere ondan öncede yemek yemeğe ihtiyacım var." Garson yolcuya gülümseyerek cevapladı "Sana hemen yemek getireyim. Maalesef seçme şansın yok. Gecenin bu saatinde gelmen bütün diğer seçenekleri siliyor. Yatacak yer için şuradaki beyefendi ile görüşmen gerekiyor." Hancıyı göstererek söylemişti son cümleyi. Bir iki kere seslense de duyuramadı sesini. Adamın başı oldukça kalabalıktı. Sonraya bırakmaya karar verdi.

Karnı doyunca keyfi biraz olsun yerine geldi. Çoktandır da böyle güzel yemek yememişti. Gerçi en son nerede ve ne zaman yediğini hatırlamıyordu ama vücudunun her bir zerresinde bunu hissediyordu. Yemek yerken geriye doğru katlandığı elbisesinin kollarını düzeltirken sağ pazusunda bir dövmeye rast geldi. Bu yeniydi işte. Hiçbir rüyasında böyle bir dövmeyi hatırlamıyordu. Ama çok düşünmedi bunu, zira uykusu vardı. Sıra yatacak bir yatak ayarlamaktaydı. Hem hancının etrafındaki kalabalıkta eriyip gitmişti. Aslında dikkatini yatacak bir yer aramaktan, etrafına bakmaya kaydırsa handa kendisi dışında sadece bir müşterinin kalmış olduğunu fark edecekti.

"Kolay gelsin." dedi. Sesinin gür olduğunu artık biliyorsunuzdur. "Bu geceyi geçirmek için bir yer bulmak istiyorsam seninle görüşmem gerektiğini söylediler."

"Üzülerek söylemeliyim ki bu hafta üyelerimiz dışında kimseye kalacak yer sağlayamıyoruz. İsterseniz sizi şehirdeki başka hanlara yönlendirebilirim. Eğer gün içinde size yer olmadığını söyledilerse inanın bana, adımı duyunca bir tane ayarlayacaklardır."

Nedensizce bir sinir kapladı Tarık'ın bedenini. Sanki ait olduğu bir yerden koparılıp atılıyordu. Ama oraya zaten ait değildi, yoksa ait miydi? "Hayır," diye bağırdı "ben bu gece burada kalmak istiyorum ve sende bana bir yer bulacaksın!" Burnundan soluyordu. Taki omuzunda bir elin varlığını hissedene kadar.

Hayal edin. Vahşi bir hayvanla mesela bir kurt veya ayıyla karşılaşsanız vereceğiniz ilk tepki ne olurdu? Nefesinizi tutardınız ve tehlikenin bir an önce geçmesi için dua ederdiniz. Yolcu nefesini tutmuştu ama daha dua etmeye başlayamadan önce omuzundaki elin sahibinin sesi duyuldu. "Hakancım arkadaş sıkıntı mı çıkarıyor? Öyleyse bilelim hani."

Bir kadın sesi ancak bu kadar güzel aynı zamanda korkunç aynı zamanda da karşısındakine zarar vermeye istekli olabilirdi. Tarık'ın zihninde hayali bir kamçı kadının her kelimesiyle birlikte sırtına tekrar tekrar vuruldu. Yolcu neredeyse hancıya onu bu durumdan kurtarması için yalvaracaktı. Korku  iliklerine kadar işlemişti.

"Gerek yok Hazal. Kendisi de şimdi çıkmak üzereydi. Değil mi?" Hancı sorusunu yeni bitirmişti ki hanın kapısı sertçe, ardına kadar açıldı. Uzun boylu ve geniş omuzlu bir silüet içeri girdi.

Spoiler: Göster
Eğer isminin burada geçmesinden rahatsız olan olursa söylemesi yeterli olur. Hemen düzeltirim.

7

7 Kasımda FRPNET ve Monster Bilgisayar işbirliği ile başlayan öykü yarışmasının sonuçları açıklandı. Yarışmacılar Monster Bilgisayarın modellerinin ismi olan Türk mitolojisindeki beş yaratığı ele aldılar. Hangi yaratıklar mı bunlar: Semruk, Tulpar, Huma, Abra ve Markut.

200'ün üzerindeki hikayeyi Göktuğ Canbaba,Erbuğ Kaya, Kayra Keri Küpçü, Seçkin Sarpkaya ve Mehmet Berk Yaltırık‘tan oluşan jüri değerlendirdi ve sonuçlar nihayet açıklandı. Sonuçlar Kayıp Rıhtım'ın da yüzünü güldürdü. Neden mi? Çünkü forumda Bars Elsa takma adıyla yazan Adil Öztürk, Yaltar Han Efsanesi  adlı öyküsüyle yarışmada birinci olarak Monster Abra bilgisayarı kazandı. Kendisine tebrik ediyoruz. :D

Hiçbir zaman yazmayı bırakmaması dileğiyle. (Aslında bu dilek biraz da hepimize :D )

8
Kraliyet Meydanı / Satılık Onlarca Fantastik Kitap
« : 20 Eylül 2014, 01:10:09 »
Rıza Zelyut - Türk Kimliği

Ayfer Kafkas - Esrarname

Stephen King - Rüyalar ve Karabasanlar
Stephen King - Hayvan Mezarlığı

Ali Öztürk - Türk Destanları


Ahmet Haldun Terzioğlu - Mete Han
Ahmet Haldun Terzioğlu - Teoman Han
Ahmet Haldun Terzioğlu - Kiok Han
Ahmet Haldun Terzioğlu - Alper Tunga (sepetçioğlu roman ödülü 2007)

Kara Elf Üçlemesi (Yazar: R.A. Salvatore)
1- Anayurt
2- Sürgün
3- Göç

Buzyeli Vadisi Üçlemesi (Yazar: R.A. Salvatore)
4- Kristal Parçası
5- Gümüş Damarlar
6- Buçukluğun Mücevheri

Drizzt Do'Urden'in Maceraları Serisi (Yazar: R.A. Salvatore)
7- Miras
8- Yıldızsız Gece
9- Karanlığın Kuşatması
10- Şafağa Geçit*

Karanlığın Yolları Serisi (Yazar: R.A. Salvatore)
11- Sessiz Kılıç
12- Dünya'nın Omurgası
13- Kristal'in Hizmetkarı**
14- Kılıçlar Denizi.


Avcının Kılıçları Serisi (Yazar: R.A. Salvatore)
15- Bin Ork
16- Yalnız Drow
17- İki Kılıç

Değişimler Serisi (Yazar: R.A. Salvatore)
18- Ork Kral
21- Korsan Kral***
22- Hayalet Kral (Resimlerde yok unutmuşum. Ayrıca henüz okumadım ama isteyen olursa satarım)


Eoin Colfer - Artemis Fowl
Eoin Colfer - Artemis Fowl Sonsuzluk Şifresi

Raymond E. Feist - Sethanonda Karanlık
Raymond E. Feist - İhanet

R.A.Salvatore - İlahi
R.A.Salvatore - Ejderha Kral

David Eddings - Safir GÜl
David Eddings - Saklı Şehir

Jack London - Açlar Ordusu
Jack London - Demir Ökçe

Refik Halid Karay - Memleket Hikayeleri

Elaine Cunnigham - Gümüş Gölgeler
Elaine Cunnigham - Elfşarkısı

Roger Zelanzy - Amber Yıllıkları
Roger Zelanzy - Amber Kanı
Roger Zelanzy - Kıyametin Koz Kartları

Richard A. Knaak - Diablo Bartucun Mirası
Richard A. Knaak - Diablo Siyah Yol
Richard A. Knaak - Diablo Gölge Krallığı

Klasik Yunan Mitolojosinin En Güzel Efsaneleri

Dante - İlahi Komedya (Oğlak yay. 3. Cilt)

Oliver Bowden - Assasins Creed Revelations (ingilizce)

Peter Straub - Gece Odasında

Sadık Yemni - Muska

Elizabeth Miller Dacre Stoker - Bram Stoker'in Kayıp Günlüğü

Edgar Allan Poe - Altın Böcek

Gonçarov - Oblomov

Yüzüklerin Efendisi - İki Kule (10 TL)
Yüzüklerin Efendisi - Kralın Dönüşü (10 TL)
İkisi Toplam: 15 TL

Jules Verne - Balonla Beş Hafta
Jules Verne - Esralı Ada
Jules Verne - Dünyanın Hakimi
Üçü: 15 TL

Robert Jordan - Zaman Çarkı 4. Cilt (Diğer cilde göre eski basım olduğu için biraz yıpranmış. Açılma vs. yok ama cildin rengi biraz solmuş resimden anlayabilirsiniz.) (20 TL)
Robert Jordan - Zaman Çarkı 7. Cİlt (Sıfır) (25 TL)

Donna Rosenberg - Dünya Mitolojisi (İmge yay.) (10 TL)

Arkadaşlar kitapların neredeyse hepsinin durumu iyi. Sadece bir iki tanesinin cildinde vs. kırışıklıklar var. İstediğiniz kitaplar olursa onlara tekrar bakar eğer bir sıkıntısı varsa ayrıntılı resmini çeker size gönderirim. Onun dışında yanında fiyat yazmayan kitapların hepsinin fiyatı 5 TL'dir. İstanbul içi elden teslim yapabilirim. Kargo isteyenlerde ücret alıcıya aittir. Resimlerini yükledim. İlgilendiğiniz kitap olursa mesaj atmanız veya buraya yazmanız yeterli. Eğer fiyat harici kitaplarla alakalı bir sorunuz olursa buradan yazın bende buradan cevaplarım böylece diğerleride faydalanabilir.

Not: Üçleme olan kitaplar ayrı ayrı satılmaz.
Not2: Takas olarak aşağıdakilerden biri yahut sizin önerebileceğiniz şeylerde olabilir.

Hayalet Tugay
Son Koloni
Zoe'nin Öyküsü
1984

Spoiler: Göster


Son olarak, daha önce kargo ile kitap gönderimi yapan arkadaşlardan hangi şirketi kullanmam gerektiği konusunda bir iki tavsiye alabilirsem iyi olur. Alıcı arkadaşlar madur olmasın.

9
Güncel / Varlık Dergisi Mart 2014
« : 11 Mart 2014, 16:47:41 »


Varlık dergisi, Mart 2014 yani bu ayki sayısının dosya konusunu Edebiyatın Hayalperest Türleri: Bilimkurgu ve Fantastik Dünyalar olarak belirlemiş. Bende bunu görür görmez aldım hemen dergiyi. Henüz okuyamadım ama okuduktan sonra küçük bir tanıtım yazısı yazmayı düşünüyorum. Belki görüp almak isteyen olur diye haber vereyim dedim. :D

Abudalinki: www.varlik.com.tr/varlikDergisi.aspx

10
Kurgu İskelesi / Gün Doğan İller
« : 07 Mart 2014, 21:49:38 »

Bölüm - 1

Güne, güneş daha doğmadan uyanmıştı. O vakitten beridir de yatağında olduğu halde tavana bakmaya devam ediyordu. Ne güneş ne de horozlar onu girdiği transtan çıkaramaya yetmemişti. Tavanın pütürlü yüzeyindeki noktalar birleşmeye ve türlü türlü şekiller göstermeye başlamıştı gözlerine. Bunların en belirgini ise dalından düşen bir yaprak şeklindeydi. Yatağından kalkana kadar o yaprakla beraber belki binlerce kez düştü durdu. İşi olduğu aklına geldikten sonra doğruldu önce. Sonrasında kalkıp elini yüzünü yıkadı dağdan gelen buz gibi suyla. Biraz açıldığını hissediyordu şimdi. Uykudan ve soğuktan hissizleşen göz kapaklarının ardından kıpkırmızı gözleriyle puslu aynasına baktı. Gördüğünden hiç hoşlanmadı. Aynasından hızla uzaklaştığı gibi tek göz evinin diğer köşesine doğru yöneldi. Eline aldığı pantolonunu ve hırkasını giydi hemencecik üzerine geceliklerini çıkarıp. Evden çıkmadan hemen önce abasını sırtında geçirip sopasını eline aldı. Ben çıkıyorum ana, demek istedi ama diyemedi. Dili hiç açılmamışçasına kapanıverdi. Kendisini annesi olarak tanıtan o kadının aslında annesi olmadığını artık bilse de alışamamıştı onun yokluğuna. Nedendir bilinmez ona her baktığında saklı bir şeyler olduğunu bilir ama ne olduğunu bir türlü çıkaramazdı. Her gördüğünde onda bir şeyler araması bu yüzdendi. Ama artık yoktu. Arayışı da tükenmemekle birlikte ne aradığını bilmemesinden kaynaklanan bir boşluk içerisinde sürüp gitmekteydi. Ne yazık ki köylünün sabrı tükenmişti aylar önce. Yine sürüsünün başında yaylaya çıkacaktı. Kapıyı usulca kapadı. Gözleri kızarmış ama ağlayamamıştı. Tıpkı cenazesinde olduğu gibi.

Ağıla yöneldi önce. Köyün ona emaneti kar beyazı koyunlarını çıkardı oradan. Sokaklardan önde koyunları ve köpekleri arkada kendisi olduğu halde ilerliyordu. Tam köyde çıkacaktı ki sağdan bir ses geldi. “Oğul bu yana bir bak hele.” Kafasını çevirdi o yöne kısa boylu, kavruk tenli, çatık kaşlı, ak saçlı adamı gördü. Yanına yaklaşırken bir adamı bir kendini düşündü. Annesi yokken daha fazla hissediyordu buranın insanlarıyla kendi arasındaki ayrımı. Çocukluğundan bu yana hep uzun boyuyla, saçlarının rengiyle teninin açıklığıyla dikkat çekmişti. Sadece gözleri belki renkleri değil ama bakışları benziyordu bir zamanlar. Şimdi bakışları da farklıydı.  Adamın yanına geldiğinde oturmasını işaret etti adam. İhtiyar söz söyledi görelim ne söyledi:

“Oğul etrafına bir bak hele. Dağları, taşları, nehirleri gör hele. Bilirsin bütün köy sever seni. Özün birdir sözün birdir. Güveniriz sana bundandır sürüyü sana emanet edişimiz. Anan öldüğünden beri yastasındır diye hoş gördük sabrettik. Artık yeter dediğimiz sırada sen kalktın sürünün başına geçtin, iyi de ettin. Ama halin hal değildir oğul. Zaten bir tuhaf velettin ama anan öldüğünden beridir daha bir tuhaf oldun. Bu yaşıma kadar çok gördüm geçirdim oğul. Nice gözler gördüm de seninkiler gibisine rastlamadım. Ne arar durursun bunca zamandır aklında kaç tilki döner durur? Duydum ki rüzgâr da feryat taşırmış kulaklarına, hayaller görüp dururmuşsun. Alamettir bunlar oğul bilesin. Sürü sana emanet unutma sakın ha onları başsız koma. Haydi, yoluna devam et sürüne katıl eğer bir alamet daha görürsen uy ona. Zira bunda hem sana hem âleme hayır vardır.”

Yaşlı adamın sözlerine pek kulak asmamıştı, adamın dediği gibi arıyordu. Sürüsünün başında yaylaya çıkarken de uçsuz bucaksız otlakta koyunları otlarken de devam etti bu. Sürüyü köpeklerine emanet etmiş kendiside bir tepenin üzerine çıkmıştı. Bakışları, yaylayı güvercinleştirircesine şahinleşmişti. Ona uzaktan bakan bulunduğu tepenin altında otlayan sürüsüne bakıyor sanırdı ama hayır o daha ileriye derinlere bakıyordu. Bir şeyler aradığı belliydi. O gözler açıldığından itibaren bir şeyler arıyordu. Şimdide arayışını uçsuz bucaksız yaylaya taşımıştı. Sırtına vuran rüzgârın taşıdığı feryat nicedir kulaklarına gelmekteydi. Berisindeki ağaca doğru döndü feryadın ondan geldiğini sandı önce ama ağaçlar konuşamazdı. Onun yanına ilerlediğinde gördü ki daha önceki ziyaretlerinden kalma yeşiller arasındaki bordo yapraklar orada durmaktadır. Dudaklarının kenarlarına bir iki çizgi misafir oldu kısa bir süreliğine de olsa. Yanına gelince elini onun gövdesinin üzerinde gezdirdi batan bir iki kıymığa aldırmadı alışmıştı onlara. Ellerini sanki narin bir şeye dokunuyormuşçasına zarifçe hareket ettirerek yavaş yavaş köklerine doğru indirdi. Toprağa deyince eli bağdaş kurdu onun üzerine. Çıkardığı mendille uzun, sarı, düz saçlarından tenine damlayan terleri sildi. Hiç sevmezdi onları; saçlarını ve tenini. Her ikisi de onun kökünün buralarda olmadığının kanıtıydı çünkü. Gözüne bordo yapraklar ilişince anladı ki onlarda dallarına, ağaçlarına yabancıdırlar. Güneşe baktı. Ağacın tepesinde olmasından bildi ki öğlendir. Kafasını ağacın köklerinden birine dayadı ve rüyalara daldı. Hasret dolu her rüyasında yapraklar bordolaşıyordu. Aylar içinde bu ağacın üç dört yaprağını bordolaştırmıştı işte. Ahalide keramet saymış arayan gözlerini ve rüzgârda feryat duyduğunu söyleyen kulaklarını da işin içine katınca pek ses etmemişlerdi buna. O gün bir kez daha rüya gördü. Kıldan ince köprüyü geçtikten sonra güneş battı rüyasında. Gözlerini açmasıyla güneşin batarken ki sarısını, göğe vurduğu kızıl rengi yanında gezinen bulutlarda beyazı görmesi; yaprakların hepsinin bordolaştıkları halde hep birden dökülüp rüzgârın onları savurduğu esnada güneşe doğru yollanmalarını ve “Güneş batan illere!” dediklerini duyması bir oldu.

11
Eğlence & Mizah / Elijah Wood Hakkında Bir İki Şey
« : 23 Şubat 2014, 19:34:29 »
Az önce internette haberi görünce çok şaşırdım ve insanlar bunu bilmeli diye geçirdim içinden. Yalnız konuyu nereye açsam bilemedim. Editörlerden ricam yeri değilse konunun ilgili bölüme taşınması.

Elijah Wood deyince aklımıza hemen Frodo gelir efenime söyleyeyim Green Street Holigans gelir. Ama hiç birimizin aklına Wood'un Selda Bağcan, Moğollar dinliyor olduğu gelmez. Yanlış duymadınız (pardon okumadınız) Bu arada kendisi DJ'lik te yapıyormuş ve anladığım kadarıyla yakın bir zaman içinde İstanbul'da imiş.

İşte haberin kendisi: http://kelebekgaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/79597/2368/1/elijah-wood-ali-tufan-koc

12
Düşler Limanı / Yağmurda Gönüllerde Ahşaptır
« : 09 Şubat 2014, 01:52:01 »
Yağmurda Gönüllerde Ahşaptır

Kimsenin gözlerinde böyle sular görmedim
aramadım da bir daha kimsede o kadar
göz o kadar renkli ve saç öyle bordo
bir gül ki teli bile kelimeleri yakar
bir okyanus ki suları kelimeleri boğar
o kelimeler ki bilememiştir daha
ve tanımlayamayacaktır seni henüz
ama okyanuslara sürgünlüğüm artık yeter
sor mezarlıktaki her bir taşa, kaç leylim bahar
hasretinden prangalar eskittim*

güzün öyle geceleri hem soğuk hem kesif
hani kurşun sıksam geçmez geceden*
gülden, karanfil bitmez derler de
bak gecenin ayazında güle hasret zakkum
tek damlası zehrimin paslandırır zincirlerimi
yolu sana uğrayan kelimeler birer damlasıydı
yeniydi, yüreğimi yakıyordu
ağırdı, ruhumu ezip dağlıyordu
gecenin ayazında nereye kaçsam
mezarlara, zindanlara, köprü altlarına
yolu sana uğrayan kelimeler kulağımda mırıldanıyordu
ben ki aşıktım ben ki yoldaş, ismim bile
bunlara delil, kendimden başka anlatabileceğim,
dert yoktu, zakkum zehriyle dolu ve paslı prangalarım
suyuna yakın bir kelime arıyordum bende
mırıldanmak için okyanusun sessiz derinliğini
çıkıyordum zindanlardan, mezarlardan ve köprü altlarından
sessizce yürüyordum önüme çıkan içimdeki uzun yolu
hepsinin sonu çöl ortasında bir mabet, şehir
harap, depremin kerpiçlere verdiği yıkık ders gibi
yangının ahşaba verdiği kara ders gibi
okyanusların gemilere verdiği azgın ders gibi
sen bordosun verirsin ders bana da
sen haklısın çünkü kalbim kerpiç çünkü kalbim ahşap
bırak ısınsınlar birkaç kuru hatıranın
ateşinde sen onlara derinlerden bak!

M.Emre Turan
Spoiler: Göster

* Ahmet Arif'in şiirinden ödünç alınmıştır.

13
Kurgu İskelesi / Bir Yolculuktur
« : 23 Ocak 2014, 00:16:17 »
Biliyorum yapmamam gereken bir şey ama hikayeyi genişletmeye karar verdim ve üzerinde bazı değişiklikler yapacağım onunla oynayacağım. Onun için hikayeyi buradan kaldırdım. Bitmeden önce daha fazla kişi okuyup hikayeyi tekrar okurken heyacanı kaçmasın diye.

Tekrardan özür dilerim.

14
Filmler / Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları
« : 14 Aralık 2013, 12:03:16 »
Spoiler: Göster



Filmi tanıtma zahmetine hiç girmeden direk film hakkında izlenimlerimi kısaca anlatacağım. (Telefondan giriyorum o yüzden yazım hatalarımı mazur görünüz)

Film tek kitaptan uyarlama  ve de bu serinin ikinci filmi olmasından ötürü aksyon sahneleri biraz azdı.Peter Jackson filmdeki bu aksyon açığını kapatmak için Legolas'ı filme dahil etsede ben tatmin olmadım. (Aksyon sahneleri açısından) Bunların dışında filmi klasik bir Peter Jackson şaheseri olarak nitelendirebilirim.

Bir de kitapları okuyanlara bir soru ben kitaplarda Tauriel diye bir karakter hatırlamıyorum. Var mıydı böyle bir karakter?


15
Tartışma Platformu / Fransız vs Türk
« : 29 Ekim 2013, 18:18:49 »
Arkadaşlar bir arkadaşım iBO adlı bir program .er.evesinde okuyor. Ondan biri fransız diğeri türk yazarlardan olmak üzere aynı konuyu işleyen türleri aynı iki farklı öykü veya şiir istemişler. Sizden ricam aklınıza gelen buma eserler varsa beni bilgilendirmeniz.

Şimdiden teşekkürler.

Sayfa: [1] 2