Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - pleasant^^

Sayfa: [1] 2 3 4
1
Televizyon / It's Always Sunny in Philadelphia
« : 27 Ocak 2010, 21:51:25 »


Philadelphia’da kendi halinde bir İrlanda barı işleten dört kafadar, iş yaşamının ve insan ilişkilerinin yetişkin dünyasına adım attıklarında hayatın sadece kendileri etrafında dönmediğini görecek; çarpık ve küstah bakış açıları, yanlış yargıları ve tutarsız kararları başlarını sık sık derde sokacak. Hepsi birbirinden sahtekar ve muhalif olan ve kişisel çıkarları için yalan söylemekten çekinmeyen bu sıradışı işletmecilerin karakterlerindeki kusurlar onları zor durumda bırakacak ve can sıkıcı sonuçlar doğmasına sebep olacak.
Her seferinde yaptıkları hataların sorumluluklarını yüklenmekten de kaçınan ve yaşama olabildiğince günü birlik ve yüzeysel yaklaşan kafadarlar aslında hayatta karşılaşabilecek en kötü insan örnekleri olarak izleyicileri hem kızdıracak hem de bol bol güldürecek. Dizinin eşcinsellikten kürtaja, gençlere içki satışından ırkçılığa her türlü tartışmalı konuya karakterleri aracılığıyla getirdiği politik olarak tamamıyla yanlış yaklaşımlar son derece zekice yazılmış senaryosu sayesinde amacına ulaşıyor.



DÖRT ARKADAŞ HAYATIN SIRADAN MESELELERİNE ABSÜRD YORUMLAR GETİRİYOR.

Egoları tavana vurmuş, ama hiçbir işte dikiş tutturamamış dört arkadaş... Çarpık bakış açıları ve kararsızlıkları yüzünden başlarını boyuna derde sokuyorlar. Salaş bir İrlanda barı işleten Mac, Charlie, Dennis ve Dee dörtlüsüne Danny DeVito da eklenince bulaştıkları belalar efsaneye dönüştü. Televizyon tarihinde onlar kadar ahlaksız karakterler görülmedi.alıntı.

Açıkçası hayatıma neşe katan şu sıralar izlediğim en sit-com türü dizi.How i met your mother'la neden karşılaştırılır bilmem,bence karşılaştırılamayacak kadar eşsiz dizi.
Nightman'den Greenman'e,Charlie'nin salaklığından Dennis'in narşistliğine,McPoyle kardeşlerden Matthew'e kadar her bölüm çılgınlar gibi güldürten mükemmel yan karakterlere,hayat felsefesi olacak mottolara sahip dizi.

Sonra arkadaşlık harikadır,aile önemlidir gibi bir mesaj verme derdi de yok.Senaryo,yapım,oyunculuk aynı kişilere ait.Yeme de yanında yat yahu.

Buğadar evet.

2
Düşler Limanı / Delik Gökyüzü
« : 25 Ocak 2010, 19:41:23 »
Fantastik mi değil mi bilemediğimden buraya koydum.15-20 dakikada yazdığım kafayı yemiş bir adamın hikayesi ya da başka bir şeyi onu da bilemedim.



"Susamak..."

“Pembe karların üzerine mor karlar yağıyordu. Etrafını aydınlatması için dikilmiş,ama sönük ışığyla sadece dibine ışık verdiği için içine kapanmış bir lambaydı o. Çocuk birkaç adım ötesinde dikiliyor,yanına yaklaşmaya çekiniyordu.
Sonra gökyüzünden kızıl ışıklar patladı, lamba özgürlüğüne kavuştu.”


Dar sokaktan geçen itfaiye aracının siren sesiyle kendine geldi. Kafasındaki görüntülerin,imgelerin geçmişine ait olduğunu düşünüyordu,ama bunu bilmiyordu. Islanmış mukavvalarla kapatılmış ve üzerine tahtalar çakılmış kırık camlı pencereden içeri kış güneşi süzülüyordu. Güneşin odada aydınlattığı yerlerde toz bulutları kalkmıştı sanki. Işığa yaklaşan soğuktan kurtulacak ama dünyanın ne kadar umutsuz bir yer haline geldiğini unutacaktı.
Bunu bilmiyordu ama öyle hissediyordu.

Susadığını hissetti ama kıpırdamadan yatmaya devam etti. İçinde tahtakurularının gezdiği tahta döşemelerin üzerinde yatıyordu. Odada yatağa benzer bir şey yoktu, sadece köşede bir sandalye duruyordu.
Görüntülere daldı.

“Gri gökyüzünden yağmur damlaları boşalıyordu. Gökyüzü delinmişti ve şimdi içindekiler aşağıdaki insanları ıslatıyordu. Gökyüzünü her zaman delecek bir şeyler bulunurdu. Bu sefer oyuncak uçağı delmişti gökyüzünü. Kırmızı büyük bir makineydi. İnsanlar gürültüsüyle titrerdi. Gölgesi şehri kaplardı. Oyuncak uçağı korkunç bir canavardı,hepsini yok etmek isterdi.
Gökyüzü delikti ve yağmur boşalıyordu.”

Çöpü nasırlaşmış elleriyle karıştıran bir sefil elini soğuk sert bir şeye değdirdi. Kırmızı küçük oyuncak bir uçaktı bu. Sefil,umursamadan bu sefer yaşlı elleri ıslak bir ekmeğe değene dek karıştırmaya devam etti.
...
Kapıyı çalıyordu, kapıyı itekliyor, itekliyordu tanıdık kısa saçlı kız. Açmasını istiyordu kapıyı. Yarattığı boyuttan çıkmasını istiyordu  kız. Onu hiçbir zaman sevmediğini,ama bunun ona hiçbir şey kaybettirmediğini yineliyordu. Kibarlık ettiğini söylüyordu kız .Açmasını istiyordu kız.

“Kibarlık ve lütfa gerek yok” dedi adam kelimeleri titreyerek.
“Lütfen aç şu kapıyı” diyordu kız.
Yaradılışından kaynaklanan acıma duygusunu bastıramıyordu kız.
Onu sevmiyordu kız.
“Gerçekliğe aç değilim” diye bağırdı adam kelimelerini daha iyi toparlayarak. “Hadi çabuk ol git buradan. Sanatına dön,yalanlarını fırçalarına dökerek gerçeği anlat onlara. Ben gerçekliğe aç değilim. Sen yeryüzünün kraliçesisin.”

Kapıya yumruklarını vurmayı kesti kız.

Bir süre ne kapının dışından ne içeriden ses gelmedi. Sokağın başında sakat, açlıktan kaburga kemikleri ortaya çıkmış köpek bir yandan uluyor, bir yandan topallayarak koşmaya çalışıyordu.

“Sen sevilebilirsin,daha fazla delirme” dedi kız.
İçeriden ses gelmedi ve kız gitti.



Daldı.
Güçlü ve azimli adımları vardı yeni dünyanın. Topraktaki tutku,denizdeki öfkeyle ilerliyordu yeni dünya. Konuşuyordu. Sarsılıyordu. Telleri yırtmaya çalışıyordu. Tellerle kapatılmıştı dünya. Sonra susmaya karar verdi.
Ve politikacıların konuşması böyle başladı.

Gözlerini açtı. İçeriye gün ışığı sızmıyordu artık. Güneş kaybolmuştu. Bilmiyordu.
Bir makinenin sürekli gürültüsü kalbini boğuyordu. Makine ölümcül bir şarkı söylüyordu,aşkla dolu insanlar hastalıklı bir şarkı söylüyordu. Gerçekçiler nakaratsız bir şarkıyı mırıldanıyor,ahlaklılar aynı sözleri tekrarlayıp duruyordu.

Odanın ucunda yeşil bir yol vardı. Kaçtı.

Karanlıkta boşlukta yüzüyorlardı. Yıldızlar gözüne takılıyor,sonra hepsi utanarak kaçışıyorlardı.

Kırmızıya doğru gitti..

Biliyorsun ki dedi kız. Bunu biliyordu ama düşünmek istemiyordu.

Kahverengiye doğru koştu.

Kurtulamıyordu. Bunların hepsinden çıkmak istiyordu ama uyanmak istemiyordu.

Kemiklerinin sızısıyla uyandı. Saçları gözlerini kapatıyordu ama odada görebileceği pek bir şey yoktu. Oda karanlıktı.

Çok susamıştı ama odada su yoktu. Çıkmak istemiyordu. Burada kalmak istemiyordu ama burası en güvenlisiydi. Su istemiyordu ama susamıştı.

Kaçmak istedi ama renkler kapanmıştı.

Git ve bilmiyormuş gibi yap diyordu içinden bir ses. Hak verdi çünkü zaten bilmiyordu.
Düşünüyordu ama bilmiyordu.
Artık dönmenin vakti gelmişti. Bir elini duvara yaslayarak ayağa kalktı. Bir bara gidecekti.
Susamıştı ve bir bara gidecekti.
Gri kapıya doğru ilerledi. Lüzumsuz hareketler yapmayacaktı,belki eğlenebilirdi. Hayatın bir parçası değil miydi bu? Eğlenirlerdi,herkes eğlenirdi.
Kahkaha seslerini anımsamaya çalıştı ama hiçbiri içten gelmedi. Paslanmış,çürümüş kahkahalardı zihninde kalanlar.
Kapıyı açtı. Kar yağıyordu ver hava soğuktu. Yerler buz kesmişti ve kar yağıyordu. Basamakları inmeye başladı. Üçüncü adımı bir yere dokunmadı. Her adımının bulması gerektiği bir yer olduğunu biliyordu bu yüzden bunu mantıksız buldu. Adımı basamağa değecekti.
Gökyüzü bulutsuzdu ama hiç yıldız yoktu.
Yaşadığı kente hiçbir zaman kar yağmamıştı.

Ertesi gün insanlar işe gitmek için sıcak evlerinden çıktılar. Bağıraşarak,nefret ederek,severek evlerinden çıktılar.
Ve eski bir binanın önünde merdivenlere yığılmış kıvırcık saçlı bir adam buldular. Yüzündeki ifade belirsizdi. Gözleri kapalıymış ama sanki gözlerini dikmiş onlara bakıyordu. İnsanlar bunu “garip” diye düşündüler. Zihinlerinde aradıkları kelime buydu. Adamın kayıp düşerek mi yoksa sarhoş olup donarak mı öldüğünü bilemediler. Ama bunlardan biri olduğunu düşünüyorlardı.
Sokaktan bir siren sesi daha duyuldu ve adam sokakta bir daha anımsanmadı.

Bir yerden sonra zihnindekileri tırnakla ayırmayı kestim,gerçekle hayali ayırt edemiyore falanfalan...

3
Müzik / White Lion
« : 10 Ocak 2010, 20:00:08 »




Efsane 1982’lere kadar gidiyor. Mike Tramp, grubu Mabel and Studs’I Danimarka’dan New York’a, ikinci albümlerini kaydettikleri yere getirdi. Bu ülke değişiminden sonra daha uygun bir isim gerekti ve Lion ya da New York’ta yaygınlaştığı haliyle The Danish Lions olarak değiştirdiler. Mike Lion’ın haricinde bir de bar programlarında çalıştığı bir grupla sahne alıyordu. Vito Bratta ile de bu bar konserlerinden birinde tanıştı. L’Amour’s’dan beraber sahne aldılar ve tanışmaları gerçekleşti. İkisi de birbirinden etkilendi. Mike ise Vito’nun seviyesinin o zamanki Lion’dan çok yukarılarda olduğunu söylüyor.

Mike Danimarka’ya döndükten kısa bir sure sonra Lion dağıldı. Bunun üzerine Mike New York’a geri döndü ve Vito’yu aramaya başladı. Eskiden çalıştığı bara, L’Amour’a gitti. Burada görevli bir kadın Mike’I Vito’ya ulaştırdı. Tam dab u dönemde Vito’nun grubu Dreamer dağılmış, Vito da boşta kalmıştı. Bunun üstüne Mike ve Vito güçleri birleştirip beraber çalışmaya karar verdi. Bu mükemmel ikilinin ilk eseri; Broken Heart oldu.

1983’ün başların grup anlamında birşeyler yapmaya karar verdiler ve Vito’nun eski grubu Dreamer’dan Mike Arbeny davulda, bassta ise Bruce Terkildsen olmak üzere birleştiler. Daha sonra grup White Lion adını aldı ve kadro değişikliğine gidildi. Davula Nicky Capozzi, bassa ise Bruno Ravel geldi. Bu dörtlü demo kayıtları yapmak için stüdyoya girdiler ve bu kayıtlar daha sonra ilk album olan Fight To Survive’I oluşturdu.

Grup demo kayıtlarını bitirir bitirmez bassçı Bruno Ravel yerini Felix Robinson’a bıraktı. Elektra Records ile imzalanan anlaşmanın hemen ardından ilk albümü, Fight To Survive’I kaydetmek için stüdyoya girdi grup.

Nicky Capozzi gruptan ayrıldıktan sonra yerine Greg D’Angelo, Anthrax’ın eski davulcusu geldi. Felix Robinson ise yerini yine Anthrax’tan Dan Spitz’in abisi Dave Spitz’e bıraktı. Bu değişiklikler olurken albüm Japonya’da Grand Slam etiketiyle raflara çıktı. Grup albümlerinin Japonya’da çıkışının şerefine bir Japonya Turnesi düzenledi.

Fight To Survive’ın başarısı Amerikalı birçok yayımcı şirketin ilgisini White Lion’a çevirdi. Ve kısa bir sure sonra da grup Atlantic Records ile anlaşma imzaladı. Bu arada da Dave Spitz gruptan ayrıldı ve bassa James Lomenzo geldi. Lomenzo’nun katılımıyla efsane White Lion kadrosu, listelerde en başı çeken White Lion kadrosu tamamlanmış oldu. 1986’da Frankfurt’a giderek Hotline Stüdyoları’nda yeni albüm üzerine çalışmaya başladılar.

Bir yıllık bir çalışma döneminin ardından 1987’de Pride yayınlandı. Albüm 10 tane mükemmel parçadan oluşuyordu. Greg ve James’in can alıcı ritmleri, Vito’nun inanılmaz melodileri ve Mike’ın eşsiz vokali.. Başta albümün beklenen başarıyı kazanamayacağı düşünülüyordu.. Taa ki “Wait” ortalığın tozunu attırana kadar.. Wait’in başarısını Tell Me ve When The Children Cry izledi. Ayrıca albümde All You Need Is Rock N Roll ve All Join Our Hands gibi kült parçalar da vardı.



Bu albümün turnesi yaklaşık iki yıl sürdü. 1988 Kasım’ında bitten turnenin hemen ardından grup hiç dinlenmeden yeni albüm için stüdyoya kapandı. 1989’da Big Game albümü yayınlandı. Big Game yayınlandığı sırada Pride hala listedeki yerini koruyordu. Albüm Little Fighter, Cry For Freedom, Going Home Tonight gibi klasikleşmiş parçaları barındırıyordu. Grup tekrar yollara döküldü ve yine büyük bir tune düzenledi.

Bu sefer dinlenmiş olarak tekrar stüdyoya giren grup son albümleri olan Mane Attraction’u kaydetti. Yeni albümle birlikte Love Don’t Come Easy gibi mükemmel parçalar girdi Hard N’ Heavy dünyasına. Ayrıca Vito-Mike ikilisinin ilk parçası olan Broken Heart dab u albümdeydi. Bunların dışında da Lights And Thunder ve birçok düğünde çalınmışlığı olan Till Death Do Us Apart gibi inanılmaz parçalar vardı. Tabi enstrumental ve bir virtüözlük abidesi Blue Monday ile Vito’nun Stevie Ray Vaughan tribute olarak yaptığı ve kendisiyle harmanladığı War Song’u unutmamak lazım. Hemen ardından da yeni bir dünya turnesi düzenlendi.

90ların başında patlayan grunge furyasıyla birlikte ilgi buraya yöneldi. Tam da bu kritik dönemde Greg ve James gruptan ayrıldı. Mike ve Vito yola bassta Tommy T-Bone Caradonna ve davulda Jimmy De Grasso ile devam etti. Ama uzun sürmedi. Son White Lion konseri Eylül 1991’de, Boston//The Channel’da düzenlendi.

White Lion 1980-1990 yıllarında rock müzik arenasına damga vurdu. WL, müziği, tarzı ve sahne şovlarıyla diğer gruplardan ayrılıyor, özünü ortaya koyuyordu. İnanılmaza ritmler, Vito’nun güçlü gitarı ve Mike’ın vokali White Lion’ın müziğini şekillendiren öğelerdi. Müzik piyasasının zorlukları sonunda Mike ve Vito’yu pes ettirdi ve WL aktif kariyerini bitirdi.*anatolianrocktanalıntıdır.
2005 senesinde hukuk savaşlarından sonra Mike Tramp, yeni bir projeyle gündeme geldi. “Tramp’s White Lion” ismiyle oluşan grup turneye çıkarak 2 CD’lik “Tramp’s White Lion: Rockin’ The USA” adlı konser albümünü yayınladı. Sosyal konulara yaklaşımıyla dikkat çeken White Lion, orijinal kadrosuyla olmasa bile 2006’nın Kasım ve Aralık aylarında İngiltere, Danimarka, Yunanistan ve Türkiye’de performanslarda bulundu.*rockturk

4
Müzik / Spiritualized
« : 10 Ocak 2010, 19:53:34 »



Spacemen 3 adlı trance-rock grubunu dağıtarak kurdu Spiritualized’ i Jason Pierce; yıllar 1989’ u gösterirken, her zaman yanında taşıdığı hipnotik derecede minimalizmi de alarak. Müzik yapmak için mi uyuşturucu alırlardı müzisyenler, yoksa uyuşturucu almak için mi müzik yaparlardı?(katılıyorum. =P ) Jason Pierce’ in tayfası Spiritualized; adından da anlaşıldığı gibi ruhsallaştırılmışlardı ve bir şekilde müzik ve uyuşturucuyu aynı anda üretip tüketen insanlardı. İşte bu sebeptendi ki sadece bu albümü değil grubun diğer tüm albümlerini dinlediğinizde de ruhunuz bedeninizden ayrılmakta ve uzayda süzülürken bulmaktasınız kendinizi, hipnotize olmuşsunuzdur bir kere, şarkılar ne derse yapacaksınızdır.

Açılış şarkısı albümle aynı adlı; bayanlar ve baylar; uzayda süzülüyoruz. Kim hangi ruh halinde yazabilir ki bu sözleri; “Hayatta tek istediğim acıyı uzaklaştırmak için ufak bir aşktı; seni ölene kadar seveceğim, şimdi elini elime koy ve uzayda süzülüp, zamanda sürüklenelim”. Jason Pierce’ ın üst üste dört vokali zamanda kaymış bir şekilde insanı gerçekten hipnotize ediyor. “I Think I’m In Love”; sekiz dakikayı aşan süresiyle yine büyülüyor; birbirini inandırmaya çalışan karşılıklı sözleriyle. “Come Together” gospel korolarıyla bizi birlikteliğe çağırıyor; “No God Only Religion” ise free jazz’ a kulak vermemizi sağlıyor. Albümün senfonik etkisi tartışılmayacak boyutta; oldukça çok sesli. Grup canlı performanslarına da 9-10 kişi olarak çıkmakta. Yer yer doğaçlamaların öne çıktığı konserlerinde 17 dakikaya varan şarkıları “Cop Shoot Cop” u çalmadan elveda demiyorlar kalabalığa. Rock ‘n coke’ un henüz aşırı kalabalık olmadığı yıllardan 2003’ te dinlemiştik onları sahnede. The Rasmus’ un ardından çıkmışlardı ve sahne önünde 30 kişiyi geçmeyecek bir kalabalık vardı; gerçi şimdi olsa yine pek fazla bileni olmaz gurubun ama o gün orda olanlar muazzam bir müzikal şölene tanık olmuşlardı. Jason Pierce utangaç tavırlarıyla seyirciye yan dönüp eline her şarkıdan sonra farklı bir gitar almıştı.

Çıktığı yıl olan 1997 yılını da dahil edersek 90’ ların en önemli; en nevi şahsına münhasır albümlerinden biridir Floating In Space; bir ilaç gibi tasarlanmış haliyle; tabletler ve prospektüs. Günde üç defa; yemekten önce veya sonra fark etmez ama dikkat edin; doz aşımı bölümüne. Ağır depresif ruh hali, uyku bozuklukları ve her an aşık olup içinden çıkılamaz bir şekilde uzayda yol aldığınızı hissetme durumu. Çocukların ve yaşlıların uzanamayacağı yerden uzak tutmayı da ihmal etmeyin....I Think I’m In Love..
alıntıdır..

ruhçuluk.
grubun eski üyeleri de Jason tarafından kovulmuşlardı,bu arada. :P ladies and gentlemen we are floating in space,i think i'm in love vs.  :lve hala tamamı dinlenilmemiş bi albüm bekliyor aylardır sabırla.

5
Müzik / The Who
« : 10 Ocak 2010, 19:51:03 »
bu da yök galiba.
(The Who 1960 ve 1970’lerin en önemli İngiliz Rockbandlerinden biridir. İlk başlarda onlara ’’Radau-Combo’’ denilirdi. Müziklerinde ve sahneye çıkışlarında bu İngiliz dörtlüsü Beatles, McFly ve Rolling Stones’a benzetilirdi.)

(1964 yılında kuruldu. İngiliz Rock muziğinde ve sahne şovlarında 60’lı yıllarda patlama gerçekleştiren bir grup olmuştur. İlk sahnede gitar kıran gitarist The Who’nun gitar-vokali Pete Townshend’dir. Rock müzikte ilk bas gitar solosunu içeren şarkı bir The Who bestesidir (my generation 1964)Rock müzikte ilk kez çift kros kullanan grup The Who’dur. Tommy(1969) dünyanin ilk rock operasıdır. 1976 senesinde Guinness rekorlar kitabına en gürültülü grup olarak girmişlerdir (126 desibel).




Daha sonraları Tommy ve Quadrophenia albümleri ile dünyaca ün yapmışlar ve herkes tarafından bilinir olmuşlardır. Grup Keith Moon (1978) ve John Entwistle'in (2002) ölümünden sonra bile gitarist Pete Townshend ve solist Roger Daltrey ile, tur ve müzik yapımlarıyla günümüzde hala aktifdir.
1959 yılında Roger Daltrey (eskiden leadgitarcısıydı,sanırım gruptan daha farklı birşeyler yaratma çabası yüzünden ayrıldı =P) kuzey batı Londrada "The Detours" adlı okul grubunu kurmuştur. 1961-1962 yılları arasında, sırasıyla, bascı John Entwistle ve gitarcı Pete Townshend gruba katılmıştır. Üçü de sonraki yıllarda aynı okullara devam etmişlerdir. Şubat 1964’de aynı ismi taşıyan bir grubun var olması sebebiyle, grup isimlerini "The Who" yaptılar. Bir süre sonra davulcu Keith Moon, gruba katılmıştır. Bu gruptan çok etkilenen PR-Menejer Peter Meaden, grubun ismini "The High Numbers" olarak yenilmeişti ve 1964'de ilk şarkıları "I'm The Face/Zoot Suit" bestelenmişti. Ancak grup, Kit Lambert ve Chris Stamp, menejerliklerini üstlenene kadar başarısız kalmıştı.

İlk ilgiyi çıktıkları televizyon programında enstrümanlarını parçalamaları ile görmüşlerdi. I Can't Explain adlı şarkıları, 1965 yılında, Britanya Single-Charts listesinde 8. sırada ve sonrasındaki parçaları Anyway, Anyhow, Anywhere 10. sıradaydı.

İlk albümleri My Generation aynı yılın Aralık ayında, The Who adı altında piyasa sürülmüştü. Parçalar, İngiliz gençlerinde pozitif rezonanslar sağlamıştı. Kulüplerde, parçaları My Generation çalınmaya başlanmıştı ve İngiliz gençlerinin birçoğu onları idolleri olarak görmüşlerdi.

Bir dizi parçalarından sonra ("My Generation", "Substitute", "I'm A Boy", "The Kids Are Alright", "Happy Jack"), The Who grubu Sgt. Pepper's, Beatles, Their Satanic Majesties Request, Rolling Stones ile eşdeğerde görülmeye başlamışlardı ve yeni albümleri The Who Sell Out’u çıkarttılar. Grubun bu başarısı ile birlikte bir de sahneye çıkışlarında parçaladıkları enstrumanları yüzünden bir finansal çöküntüye uğramışlardı. Kasım 1966 yılında Almanya'nın Köln şehrinde Lords grubu ile çıktıkları konserde, 5 parçadan sonra sahneyi parçalamışlardı.

Aynı zamanlarda Moon ve Entwistle’nin Jimmy Page bir grup kurmak istedikleri dedikodusu çıkmıştı. Bir kaç provadan sonra böyle birşeyin olamayacağını düşünmüşler ve Page grubunun ismini Moon’un reddinden sonra başka müzisyenler ile kullanmak zorunda kalmıştı. Moon’a göre Page ile bir grup kurmak, uçan bir geminin düşmesi gibi olurdu ("The Band Will Go Over Like a Lead Zeppelin"). kaynak:herşeyin kaynağı doğa.asdasfşkh.

ilk ntv'de müzik belgesellerinde görmüştüm galiba bayağı oldu artık çok nadir yayınlıyolar öyle şeyler,bi barda yine her konser sonrasında olduğu gibi entrümanlarını parçalamaya başlamışlardı,barın sahipleri falan sahneye dalıp enstrümanları kurtarmaya çalışmışlar falan,çok komikti bence ehemehe.bence güzel bişi,her konser sonrası baterileri falan böyle,üfüf.ama para bol muydu,umurlarında değil,neyse seviyoruz onları, :P

6
Müzik / Jefferson Airplane
« : 10 Ocak 2010, 19:38:54 »
bana yokmuş gibi geldi,arama falan yaptım fekat olabilir de pekala..


Jefferson Airplane San Francisco'dan çıkan ve tüm ulusça tanınan ilk psychedelic rock gruplarından birisidir. Grateful Dead daha uzun süreli devam eden ve tanınan bir grup olsada 1960 yıllarda Jefferson Airplane 1960'larda San Francisco'da müziğin tarzını acid içen gitarist Jorma Kaukonen ve Marty Balin ile Grace Slick'in beraber vokalleriyle hit singlelar çıkararak ve ulusal dergilerin kapaklarında yer alarak belirliyordu. Jefferson Airplane hem uyuşturucu kullanan hippileri hemde savaş karşıtı göstericileri temsil eden bir grup olarak dikkat çekiyordu. Bunların yanısıra grup 1965 - 1972 yılları arasında inanılmaz yaratıcıydı. Devamlı çıktıkları turneleriyle 1960'larda yer alan bütün büyük rock festivallerinde (Monterey, Woodstock '69 -ah woodstock, Altamont) yer alan tek gruptu. 7 adet studyo albümü çıkardılar bunların 5 tanesi altın plak alırken iki adet Long Play ve çıkardıkları 8 single'ı bir arada topladıkları 1 milyondan fazla satan chronicleları vardı. Ayrılmaktan ziyade farklı bir yol çizerek bir nevi mütasyon neticesinde başka konfigurasyonlarla (Hot Tuna ve Jefferson Starship) müzik hayatlarına 70 ve 80 li yıllarda devam ettiler taki 1989 yılında tekrar bir albüm için birleşene kadar.

Jefferson Airplane'in fikri San Francisco'lu ve Town Criers grubu ile başarısız bir folk albümü yapan 23 yaşındaki Marty Balin tarafından çıkarıldı. Beatles'ın Ingiltere'deki başarısını örnek alarak folk ve rock'ı bir araya getirme fikriyle beraber 1965 başında bir grup kurarak hyrbrid stilde şarkılar yapma kararı aldı. 3 yatırımcıyı eski bir Pizza lokantasını 100 kişilik bir Matrix isimli konser salonuna çevirmeye razı eden Marty daha sonra Drinking Guard isimli bardan grup üyelerini seçmeye başladı. Ilk işe aldığı kişi ritim gitaristi Paul Kantner oldu ki Paul aynı zamanda baş gitarist ve vokalist Jorma Kaukonen'ide tavsiye eden kişi oldu. Marty aynı zamanda grupta bir bayan vokalist olması isteğiyle devam ettiği araştırmalarına Sine Toly'i gruba katmayı başardı. 6 kişilik grubun diğer üyelerini bassta Bob Harvey ve bateride Jerry Peloquin oluşturdu. Grubun alışılmadık ismi Kaukonen tarafından ortaya atıldı.

Jefferson Airplane Matrix'teki ilk gösterisini 13 Ağustos 1965 yılında yaptı ve daha sonra basının dikkatinide çekerek düzenli olarak sahneye çıkmaya başladı. O zamanlar folk rock grupları arasında Sonny & Cher, We Five, Bob Dylan, the Byrds, the Beau Brummels, the Turtles(bir ben yokmuşum o zamanlar) listelerde en üst sıraları taşuyor ve şirketlerin dikkatini çekiyordu. Eylükl ayından itibaren grup birçok müzik şirketinin dikkatini çekmeye başarmıştı. Bu sıralarda grupta bazı değişikliklerde olmaya başlamıştı. Peloquin gruptan kovulmuş ve yerine Skip Spence katılmıştı. Spence kendini gitarist olarak tanımlamasına rağmen bateri tecrübesi yok değildi. Eylül ayında Signe Toly Matrix'in ışıklarını idare eden Jerry Anderson ile evlenerek Signe Anderson ismini aldı. Ekim ayında Harvey bu sefer gruptan kovulan üye olurken yerine Kaukonen'in bir arkadaşı olan Jack Cassady getirildi. 15 Kasım 1965 yılında Balin, Kantner, Anderson, Kaukonen, Spence ve Casady'den oluşan grup üyeleri RCA Victor yapımcılık bünyesine katıldı. 16 Aralık 1965 yılında grup üyeleri Los Angeles'ta Balin'in bestelediği It's No Secret ın kaydını gerçekleştirdi ve RCA single'ı Şubat 1966 yılında yayınlamasına rağmen single listelere girmeyi başaramadı. Buna karşın Jefforson Airplane San Francisco'da çok daha prestijli yerlerde sahneye çıkmaya başlamış hatta Bay Area dışarısında ufak turnelere başlamıştı. Mayıs 1966 yılında Anderson bir kız çocuğu sahibi oldu ve hem çocuk hem grup ile devam etmek kendisini zorlamaktaydı. Spence'de artan uyuşturucu kullanımı yüzünden güvenilmez bir hal almıştı ve Haziran ayında Spencer Dryden ile yer değiştirildi. Spence ise Moby Grape isimli gruba katıldı.

Temmuz ayında Balin ve Kantner'nın Come Up The Years single'ı listelerde yer almadıktan sonra Jefferson Airplane ilk LP'leri olan Jefferson Airplane Takes Off 15 Ağustos 1966 yılında yayınlandı. Orta seviyede satışları olan albüm Billboardda 128. sırada 11 hafta boyunca yer aldı. Bu sıralarda Anderson'ın ailesine olan bağlılığı gruptan ayrılmasına sebep oldu. San Francisco'lu Rock grubu The Great Society'nin vokalisti Grace Slick(müzik olayı başlıyor) kendi grubundan ayrılarak Jefferson Airplane'e katıldı ve ay sonunda grupla beraber stüdyo'ya girdiler. the Great Society repertuarından getirdiği ve kardeşi tarafından yazılmış Somebody to Love(jim carrey yorumunu da dinleyin lo-o-o-o-o--o-o-o-o-o-o-v) ve ballad White Rabbit (Alice in Wonderland'den sahneler içeren ve uyuşturucunun psychedelic etkilerini içeren bir şarkıydı(go ask alice'i anımsatmaz mı) Jefferson Airplane'in ikinci albümü Surrealistic Pillow'da yer aldı.



RCA bu iki şarkıyıda single olarak yayınlazken bunların yerine gruptan ayrılan Spence'in şarkısı My Best Friend'i Ocak 1967 yılında yayınladı ve bu grubun listelere giremeyen 4. single oldu. Bunun ardından Şubat ayında Surrealistic Pillow yayınlandı. Mart ayının başlarında listelere giren ve Grace Slick'in vokalde olduğu ilk single olan Somebody To Love'ın yayınlanmasıyla albümün yükselişi başladı. Mayıs'ın başlarında hem albüm hem single listelerde ilk 40'a girdi ve bir ay sonra ikiside ilk 10'a girmeyi başardı. Bunun üzerine RCA White Rabbit'ide single olarak yayınladı ve bu single'da ilk 10'a girmeyi başardı. Surrealistic Pillow'da Jefferson Airplane'in altın plak alan ilk albümü oldu.

Bu başarıdan sonra grup medyanın dikkatinide çekmişti ki bunda Slick'in fotojenik görünümünde etkisi vardı. Yeni albüm çalışmaları sırasında turneye çıkmayı ihmal etmediler.17 Haziran 1967 tarihinde Monterey International Pop Festival'inde San Francisco'nun Rock gruplarından biri olarak sahneye çıktılar ve Summer Of Love'ı çaldılar ki favori şarkılardan biri haline geldi. Jefferson Airplane sahnede kameralarca takip edildi ve kaydedildi. Monterey Pop ile ilgili 1968 yılında piyasaya sunulan belgeselde High Flying Bird ve Today isimli şarkıları yer alıyordu.


Jefforson Airplane grubun tabiyatından dolayı hiçbir zaman ticari boyuta çok fazla önem vermedi. Grubun uyuşturucu ile anılmasından dolayıda radyolardan çok fazla destek gelmediğinden dolayı listelerde yükselmeleri çok fazla kolay olmuyordu. Grubun kendisini hit yaratan bir grup olarak görmemesinden dolayıda ortaya çıkan şarkılar içerisinde birçok değişiklik barındırıyordu. Ağustos'ta yayınlanan Kantner'in The Ballad of You and Me and Pooneil adlı single'ı Slin ve Balin'in birleşimini temsil eidyordu. Listelerde 42 numaraya kadar yükselmesi aslında ilginç bir mihenk taşı olarak karşılarına çıkacaktı çünkü grup bir daha listelerde ilk 50ye girmeyi başaracak bir single çıkaramayacaktı.

1970'ler Jefferson Airplane için değişiklerin olduğu bir dönem olarak karşımıza çıktı. Kaukonen ve Cassady gruptaki yerlerini korumalarına karşın Hot Tuna isimli bir yan projede çalışmaya başladı.Yılın başlarında Spencer Dryden gruptan kovuldu ve yerine Joey Covington geldi. Hot Tuna grubunda yer alan John Creach ilk kez Ekim 1970'de bir showde Jefferson Airplane ile beraber sahneye çıktı.Grubun tüm üyelerinden yaşlı olan Creach grubun bir değişikliğe gittiğinin kanıtı olarak karşımıza çıkarken daha radikal değişiklik Marty Balin'in grubu terk etmesi oldu ki bunun resmi açıklaması Nisan 1971 yılında yapıldı.

1970 için bir albüm hazırlayamayan Jefferson Airplane'in bu boşluğunu RCA The Worst of Jefferson Airplane isimli bir albüm ile doldurdu ve kasım ayında satışa sunuldu. Albüm kısa zamanda ilk önce altın plak aldı daha sonra platinium plak kazanmayıda başardı.Paul Kantner'in solo albümü Blows Against the Empire , Jefferson Airplane'den birçok grup elemanını içinde yer alırken teması olan uzay taşıtı kaçıran hipilerin ve bilim kurgunun içermesi sonunda Kantner Jefferson Starship adlı bir albüme destek oldu. Böyle bir kavram olmamasına rağmen Kantner bu ismi daha sonra bir grup için kullandı.



RCA ile olan plak anlaşmaları bittikten sonra grup yeni bir plak şirketi aramasına rağmen sonunda RCA'in bir alt şirketi olan Grunt plakçılık ile anlaştı. Grunt tarafından çıkarılan Jefferson Airplane'in altıncı albümü Bark 1971 Ağustosunda yayınlandı. Albüm kısa zamanda ilk 10'u zorlamaya başladı ve altın plak almayı başardı. Covington , Casady ve Kaukonen'in Pretty as You Feel adlı şarkısı single olarak yayınlandı ve Jefferson Airplane'in son başarılarından birisi olarak yer elde etmesine rağmen ancak 60. sıraya kadar çıkabildi.

Grup üyeleri ilerleyen vakitlerde yan çalışmaları ile çok daha fazla uğraşmaya başladı. Hot Tuna ikinci albümleri First Pull Down , Then Pull Down ı 1971 sonbaharında çıkardı.Kantner ve Slick evlenerek bir çocuk sahibi oldu ve ikili birlikte Sunfighter isimli bir albüm çıkardı. 1972 Nisanında Covinton gruptan ayrıldı ve John Barbata ile yer değiştirdi. Grup 7. albümleri üzerinde çalıştı ve Long John Silver 1972 yazında piyasaya sürüldü ve listelerde ilk 20 ye çıkarken 6 ay içinde altın plak almayı başardı. Destekleyen tur projesi için vokal ve birden fazla enstruman çalabilen David Freiberg gruba geçici olarak katıldı. Tur San Francisco Winterland balo salonunda 22 Ekim 1972 de sona erdi ki resmi olarak duyurulmasada bu grubun ayrılış tarihi olarak hafızalarda yer elde etti.

1967-68'den janis,grace pozu(çok sıkı arkadaşlıkları varmış malum,birlikte olduklarını bile söyleyenler var,beklenilmedik bir şey de değil hani. )(bir de bu fotoğraf $500.00 - $700.00'den satılıkmış sanırım almak isteyenlere  :P )
Kaukonen ve Casady Hot Tuna'da çalmaya devam etti. Kantner , Slick ve Freiberg üçlü bir albüm çıkardı. Slick daha sonra Manhole isimli bir solo albüm çıkardı. Kantner ve Slick daha sonra jefferson Airplane'de yer alan grup üyeleriyle beraber yeni bir grup oluşturdu ancak Kaukonen ve Casady gruba alınmadı. Gruba Jefferson Starship ismi verildi.

1970 ve 80'lerde grup üyeleri ayrı ayrı birçok farklı projede çalıştı. Grubun haklarını elinde bulunduran Bill Thompson eşliğinde 1989 yılında Kantner , Slick , Kaukonen , Balin ve Cassady bir araya gelerek yeni bir tur ve albüm için tekrar birleştiler. Tur 18 Ağustos ile 7 Eylül tarihleri arasında yer aldı ve Epic Records tarafından yayınlanan Jefferson Airplane albümü pek başarı elde etmeyince grup yeniden inaktif hale geçti. Slick müzik piyasasından ayrıldı(bir yerde dişlerim döküldüğü için gibi birşeyler okudum gibi geliyo ama bence benim bilinçaltımın çılgın oyunlarından birisi bu) , Kaukonen ve Casady Hot Tuna olarak devam etti.alıntıkırtıkır..

7
Sinema / Scoop
« : 30 Ağustos 2008, 23:47:55 »

Tarot kartlarının gizemine inanır mısınız? Joe Strombel isminde bir gazeteci, kamuoyunda "Tarot Kartı Cinayetleri" olarak bilinen bir seri cinayet olayını araştırırken gizemli bir şekilde öldürülür. Bu ölümle birlikte derinleşen araştırma da bir kenara itilir ve olayın esrarı aydınlatılamaz.

Joe Strombel'i tanıyan ve başarılı bir gazetecilik öğrencisi olan Sondra, olayın bu haliyle kalmasına müsade etmez ve araştırmaya kaldığı yerden devam eder. Bu araştırma sırasında içine daldığı sihir dünyası, oldukça ilgisini çekmiştir. Gösterisini izlediği Sid Waterman ismindeki bir sihirbaz, farkında olmadan ona bu cinayet davası ile ilgili önemli bir bilgi verir. İpuçlarının gösterdiği tek bir isim vardır: aristokrat Peter Lyman! Sondra, bu son derece yakışıklı adamın peşine düşer ama duygularını olaylara karıştırmamayı başaramayacaktır.

Woody Allen sevdirir yine."Yahudi olarak doğmuşum fakat büyüyünce narsisizme döndüm.Boğulduğunu duydum ve kurabiyelerimi bitirip geldim." Filmin ünlü replikleri işte bunlar.

Şöyle diyeyim,Hugh Jackman füber karizmatiktir,Woody Allen komiktir,Scarlett Johansson yılsonu müsameresinde de oynamıştır.Ben de kıskancım biraz.

8
Müzik / Depeche Mode
« : 24 Ağustos 2008, 14:24:58 »

İngiltere'de yaşanan Yeni Romantizm akımının bir ürünü olarak kabul edilen Depeche Mode, hem bu akımı hem de '80'li yılların elektro pop müzik gruplarını temsil eder. Tamamen sintisayzırlar kullanılarak yapılan müziğin ilk örneklerini sergileyen topluluk, kıpır kıpır, yerinde duramayan bir dans grubu olarak doğsa da zaman geçtikçe, kendilerinin dönemlerinin öncüleri arasında sayılmasını beraberinde getirecek olan daha ciddi, oturaklı, dramatik ve biraz da karamsar tarzlarına kavuştular.

Depeche Mode'un temeli (Fransızca "hızlı moda") 1976'da Basildon, İngiliz kökenli klavyeci Vince Clarke ve Andrew Fletcher'ın "No Romance in China" isimli bir grup kurmak için ilk kez bir araya gelmeleriyle atılmış oldu. Bu grup fazla yaşamadı; 1979'da Clarke, gitarist ve klavyeci Martin Gore ile birlikte "French Look" ismi altında müzik yapmaya başladı. Çok geçmeden Fletcher'ın da katıldığı bu ekip, ismini ilk önce "Composition Of Sound" koydu. Başlangıçta Clarke vokalistliği üstlendi, ama 1980'de David Gahan'ın da katılmasıyla mikrofonu bıraktı. Topluluğun adı da son kez değişerek "Depeche Mode" oldu. Dörtlü sintisayzır hariç diğer tüm müzik aletlerini attı, böylelikle (daha çok) Clarke'ın kolay akılda kalan ezgilerinin sergilendiği bir vitrine dönüştüler.

Londra kulüplerinde biraz oyalandıktan sonra 1980'de Depeche Mode ilk parçaları "Photographic"i çıkardı. Mute Records ile anlaştıktan sonra 1981'in başlarında "Dreaming Of Me" geldi. Ne bu 45'lik ne de kardeşi "New Life" fazla bir ilgi çekebildi, ancak üçüncü denemeleri "Just Can't Get Enough" İngiltere'de ilk ona girme başarısını gösterdi. 1981'deki ilk uzunçalarları "Speak and Spell" de oldukça başarılıydı. Tam yapımcılarca bir para kaynağı gözüyle bakılmaya başlanmışken ilkeli sanatçı Clarke aniden Depeche Mode'un geleceğini bulanıklaştıran kararını; gruptan ayrıldığını açıkladı ve şarkıcı Alison Moyet ile "Yazoo"yu kurdu.

Ekibin şarkı sözlerini Gore yazmaya başlarken, diğerleri Clarke'ın ayrılışından sonra ortaya çıkan boşluğu doldurması için katılan klavyeci Alan Wilder ile birlikte çalmaya başladılar. 1982'deki "A Broken Frame"in eski Depeche Mode'dan çok farklı olmaması kolay toparlanacaklarını düşünenleri haklı çıkardı. 1983'te piyasaya sürdükleri "Construction Time Again" ile Gore'un uğursuz şarkılarındaki kendine güven ve karmaşıklık zirveye çıkmıştı. Mute ile çalıştıkları ve ertesi sene çıkardıkları "Some Great Reward" sanatsal ve ticari açıdan sıyrılışları oldu. Gore'un karanlık, birbirine girmiş, şüpheci sözleri "Blasphemous Rumours" ve "Master and Servant"da iyice ön plana çıktı. Eşitliği konu alan 45'lik "People Are People" okyanusun iki yanında da büyük bir hit olurken, müziğin de daha endüstriyel bir görünüş alacağını ilan ediyordu.

1986'daki "Black Celebration"de yine hakim duygu sert, acımasız hüzündü. Bu albümle ticari açıdan da çok güçlü olduklarını göstermiş oldular. Harika 45'likleri "Strangelove"dan sonra 1987'de "Music For The Masses" geldi; daha sonraki bir turne de 1989'da canlı kayıtların toplandığı "101"in yanı sıra efsanevi yönetmen D.A. Pennebaker'ın çektiği bir dizi konser filmlerini beraberinde getirdi. Çok geniş hayran kitlesine rağmen Depeche Mode'a hâlâ acemi gözüyle bakılıyordu. Ta ki '90'daki "Violator"a kadar... İlk On'u dağıtan bu albümde "Enjoy The Silence" "Policy Of Truth" ve "Personal Jesus" çok beğenildi.

1990'ların başlarındaki alternatif müzik patlamasıyla birlikte, Depeche Mode dünyanın en başarılı topluluklarından oluverdi. '93 yılında çıkardıkları uzunçalar "Songs Of Faith and Devotion" listelere bir numaradan girdi. Ancak başarılarının zirvesindeyken, (sayısız ünlü gruba olduğu gibi) işler ters gitmeye başladı. İlk olarak Wilder 1995'te ayrıldı, daha sonra Gahan başarısız bir intihar girişiminde bulundu. David Gahan ilerki yıllarda bir süreliğine eroin bağımlılığından kurtulabilmek için rehabilitasyon kliniğinde tedavi gördü. Dört yıllık bir zorunlu moladan sonra üç kişiden oluşan Depeche Mode 1997'de hit parçalar "Barrel Of A Gun" ve "It's No Good"un da bulunduğu "Ultra"yı çıkardı. Depeche Mode ayrıca "Singles '86-'98" albümü için bir turneye de çıktı. 1997 ve 1998'de çok sık single albüm çıkaran topluluk 1999'da sergilediği durgun tutum ile dağılma iddialarına hedef oldu.

Laan,müziğinizi yerim laan. :P Ya evet,doktor bizim hayatımızın grubu o.Anlıyorum,peki kaç kişisiniz siz?

9
Televizyon / [ Scrubs ]
« : 20 Ağustos 2008, 19:10:03 »


[ Scrubs ]


Dizi çoğunlukla, Bill Lawrence tarafından yaratılmış olan ve gerçekte var olmayan Sacred Heart hastanesinde geçer. Baş karakter John "J.D." Dorian'ın iç sesleri ve hayalleriyle renklendirilen anlatım, 20 dakikaya bir dünya sığdırabilecek cinstendir. Konusu ise şöyledir; tıp okulundan yeni mezun olan J.D. ve çocukluğundan beri en iyi arkadaşı olan Turk, Sacred Heart hastanesinde stajyer olarak çalışmaya başlarlar. J.D.'nin hayatı, kendisiyle aynı anda stajyerliğe başlayan depresif genç kız Elliot ile tanışınca ona karşı bir şeyler hissetmeye başlar. Turk ise, 8 yıllık hemşire olan latin kökenli Carla'dan hoşlanır. Elbette, uzun sürecek olan bu stajyerlik döneminde yediği içtiği ayrı gitmeyen iki arkadaşın başına gelecek en önemli şey aşk değildir. J.D'nin, hastanedeki ilk gününde tanıştığı vurdumduymaz başhekim Dr. Kelso ve kendine has tedavi yöntemleri olan Dr. Cox arasında bir seçim yapması gerekmektedir. Acaba önündeki uzun stajyerlerik döneminde hangisi J.D'nin akıl vericisi olacaktır? Sorunlar sadece bunlarla sınırlı da değildir tabii... Hastaneye adım attığı anda tartıştığı ve doktorluğu boyunca kendisine hayatı zindan edecek olan temizlikçiye de dikkat etmelidir J.D. ... Tabii bütün bu karakterler birleşince de ortaya bir komedi şöleni çıkması gayet doğaldır...

*vikipedi alıntısı,valla ben yazmadım.

10
Televizyon / Malcolm In The Middle
« : 18 Ağustos 2008, 16:45:57 »


ÜSTÜN ZEKALI MALCOLM, DEMİR YUMRUKLU REESE, TECRÜBELİ FRANCIS VE MASUM YÜZLÜ DEWEY...


 
3Yapımcılığını Linwood Boomer’ın üstlendiği “Malcolm in the Middle”da yaşananlar ailenin en “normal” ferdi Malcolm’ın gözünden anlatılıyor. Malcolm sıradan bir çocuk değil. IQ’su normalin üzerinde ve garip ailesiyle hiç de normal olmayan bir hayat yaşıyor. Beş kardeşler: Francis, Reese, Malcolm, Dewey ve ailenin en yeni üyesi Jamie.

 

Malcolm, kardeşlerine şaka yapmaktan hoşlanan ve yaşıtları gibi okuldaki “sert çocuklardan” çekinen yetenekli bir kaykaycıyken IQ’sunun normalin üzerinde çıkmasıyla hayatı değişiyor. Özel bir sınıfa alınan Malcolm, “süper çocuk” olmanın sadece avantajlarını değil, dezavantajlarını da yaşamaya başlıyor. Hal (Bryan Cranston) ve Louis (Jane Kaczmarek), en bakımlı çimlere, en temiz eve ya da civardaki en kibar çocuklara sahip bir çift değiller. Çocukları için bir cennet yarattıkları da pek söylenemez; ama ne olursa olsun onlarınki çok eğlenceli bir ev. Malcolm ve kardeşleri gözlerimizin önünde büyürken yeni belalara bulaşmaya devam ediyorlar.

11
Şimdiye kadar seride hiç rol almamış,ama almasını istediğiniz oyuncuları yazın işte. :P
Johnny Depp'in oynamasını isterdim ben aslında.Sirius'u oynamalıydı. :P Julia Roberts McGonagall'ı oynasın,ahuauha :P Ve Jim Carrey de Severus Snape olabilirdi.Gerçi bi karektere şeetmek zorunda değilsiniz tabi. :P
Şimdi aklıma gelmiyor gece duraksaması,sonra ekleme yaparım işte. :P

12
Müzik / Oasis
« : 22 Temmuz 2008, 19:04:39 »


Oasis, özellikle 1990'lı yıllarda dünyaca meşhur olmuş, Manchester çıkışlı, Brit Rock türü müzik yapan bir İngiliz müzik grubudur.

Grubun bel kemiği olan Noel Gallagher (gitarist/solist, şarkı yazarı) ve Liam Gallagher (solist) kardeşler yıllar boyunca birçok davulcu, basçı değişimi ve kendi aralarındaki çeşitli anlaşmazlıklara rağmen yola devam etmişlerdir. Yoldaşları sayılabilecek Blur ve Radiohead keskin tarz değişikliklerine giderek müziklerini Brit Rock sınırlarından çıkarmış olsalar da Oasis hala Brit Rock/Pop şarkıları yazmaktadır.

Oasis, gerek yakalayıcı melodiler barındıran hit şarkıları, gerekse de "sex, drugs & rock'n'roll" yaşam tarzlarıyla her dönem gündemde kalmayı başarmıştır. Grubun, diğer gruplara (Blur gibi) sataşmaları da özellikle İngiliz basını için hep iyi malzemeler niteliğindedir.(ulan o ne sataşma be. :P )

Uzun yolculuğuna İngiltere Manchester'dan başlayan Oasis 1994 yılında düzensiz aralıklarla çıkardıkları çok beğenilen 45'liklerin yardımı ve basının giderek artan ilgisiyle bir anda kendisini büyük kitlelere tanıtma şansını buldu.

Gazete ve dergilerde Happy Mondays topluluğunun ardılları sıfatıyla kendilerine yer bulan Oasis, onlara yakın bir müzik çizgisi takip ediyordu. Topluluk Gallagher kardeşlerin ekseninde kurulmuştu. Mikrofonda Liam John ve gitarda Noel Thomas. Taşrada yaşayan bir İrlandalı Katolik aile tarafından yetiştirildiler. Küçük kardeşi henüz okuyorken Noel, babasının kendisine on bir yaşındayken aldığı gitarla punk müziği keşfetti. Birçok arkadaşı gibi o da okuldan kaçtı, hırsızlık yaptı, bali çekti. Bir dükkan soygununun getirdiği altı aylık bir gözaltından sonra 13 yaşında çalgısını daha ciddiye almaya başladı. Smiths'ten Johnny Marr'ı kendine örnek alıyordu.



Liam ise 1989'da abisi onu Inspiral Carpets konserine götürene kadar müzikle pek ilgilenmiyordu. Daha sonraları Noel topluluktan Clint Boon ile tanıştı, ardından bir gitar teknisyeni olarak onlarla dünyayı dolaştı. 1991'de evini telefonla aradığında annesinden Liam'ın bir müzik grubu ile çalıştığını öğrendi. Toplulukta seslendirmeyi üstlenen Liam ile tanışmadan önce Paul Arthurs, Tony McCarroll ve Paul McGuigan Rain adı altında birlikte çalışıyorlardı. İsimlerini değiştirdiler: Artık onlar Oasis idi. 1992 yılında Manchester'da bir şenlikte onları sahnede dinleyen Noel onların gitaristi olmak için ilk adımı atmış oldu. Bir yandan da yavaş yavaş ünü artan Inspiral Carpets topluluğunun satış işlerinde çalışıyordu. Creation Records şirketini onlarla anlaşma götüren küçük olay rock müzik tarihine geçebilecek cinstendi. 1993 Mayısında arabayla Glasgow'a, prova stüdyolarına gittiklerinde faturayı ödeyemeyeceklerini bildiklerinden beş şarkı çalabildiler. Yine de bu tesadüfen orada bulunan şirket yöneticisi Alan McGee'nin onlara anlaşma önermesine yetti. Ancak anlarşmayı imzalamadan önce aylarca beklediler. Bu süre içerisinde topluluğun kayıtlarının bir kopyası Johnny Marr'ın eline geçmişti. Onun aracılığıyla daha büyük plak şirketlerinin de istedikleri bir topluluk oldular. Kısa sürede bir çok teklif alan topluluk ilk göz ağrıları Creation'a olan sadakatları üstün geldi ve imza 1993'te atıldı.

İki ay sonra da deneme kayıtlarından aynen alınan ilk bant ellerde dolaşmaya başladı. BBC Radyosu ilk kez resmen piyasaya çıkmayan böyle bir eseri dinleyenlerine ulaştırdı. Ertesi sene epey zor başladı. Üzerlerinde büyük bir yük vardı. Topluluk, yakışıksız davranışları nedeniyle müzik basınının hedefi olmuştu. Alkol ve uyuşturucunun kontrol altına alınamaması nedeniyle bir çok dinleti iptal edildi. Gallagher kardeşler arasındaki bitmeyen atışmalar yüzünden topluluk büyük kayıplara uğradı. "Supersonic" Birleşik Krallık İlk 40 listesine girmeyi başaran bir çalışma oldu. New Seekers'ın "I'd Like To Teach The World To Sing" çalışmasını andıran "Shakermaker" ise iki ay sonra hak ettiği 11 numaraya kadar çıkmayı başardı. Glastonbury Festivali ve New York Yeni Müzik Şenliği sıradaydı. Buram buram müzikseverlerin hasret kaldığı Beatles kokan "Live Forever" kapağında John Lennon'ın çocukluğunun geçtiği evin resmiyle İlk 10'a girdi.



Artık ilk albüme gösterilecek ilgiden emin olabilirlerdi. Oldukça pahalıya mal olan ilk albüm çalışmaları "Definitely Maybe" Birleşik Krallık listelerine bir numaradan girdi. Aralık ayında "Whatever"ı çıkardılar; bu, müzik yolculuğuna çıkalı sadece sekiz ay olan bir topluluk için olağanüstü bir çalışma olmuştu. Amerika çıkarmaları ise 1995 yılıyla birlikte başladı. Birkaç küçük konserin ardından kısa zamanda ABD İlk 50'sinde dolaşmaya başladılar.

Aynı yılın ortalarına doğru davulcu McCarroll hiç bir tatsızlık yaşamadan ve yaşatmadan topluluktan ayrıldı. Alan White ile ikinci albümlerinin çalışmalarında ısınan Oasis'in dört gözle beklenen "(What's The Story) Morning Glory?" çalışması da müzik adına zengin ve beklenilen kalitedeydi. Gallagher'lerin Beatles-vari melodileri dilden dile dolaşıyordu. "Wonderwall" sadeliğinden "Don'tLook Back In Anger" ve "Morning Glory" koyu ve kaba seslerine kadar... "Roll With It" ve yaz aylarında listelerin zirvesine çıkan "Some Might Say" ile de bu cevherden faydalanmayı bildiler. "Roll With It" ve "Wonderwall" aynı zamanda listelerde iki numaralı en iyi şarkı oldular. "Don't Look Back In Anger" ise zirveye çıkan bir başka çalışma oldu. "(What's The Story) Morning Glory?" pop çağının en iyi albümlerinden biri olduğuna kimse itiraz etmiyordu. En çok satanlar listesinin de gediklisi Oasis basın-yayının özlenen dörtlüye gösterdiği ilgiyi görüyordu.

Gösterilen dev ilginin bir sonucu olarak kardeşlerin değişken ilişkisi ve özel yaşamları didik didik ediliyordu. Cinsel hayatları, madde bağımlılıkları, yumruk yumruğa kavgaları; hepsi en ufak ayrıntıya kadar inceleniyor, bilinmeyen hiçbir şey bırakılmamasına özen gösteriliyordu. Alışılmadık davranışları hem çekici hem de iğrenç olarak tanımlanıyordu. Topluluğun ayrılacağına dair dedikodular dokuzuncu Amerika yolculukları sırasında geldi. Yine bir kavgalarının ardından Noel İngiltere'ye döndü. Amerika turnesi iptal edildi. Ardından gelen basın bildirisi turne olmayacak gibiyse de topluluğun dağılmayacağını söylüyordu. Yine de ödüllerin ardı arkası kesilmiyordu. Çok az sayıda genç topluluğun böyle kısa sürede böyle kaliteli müzik ile başarıyı yakaladığı belirtiliyor, Beatles dışında hiçbiriyie basın-yayının bu kadar ilgilenmediği hatırlatılıyordu. Büyük bir iştahla beklenen üçüncü albümleri liste birincisi bir 45'likle tüm dünyaya tanıtıldı: "D'You Know What I Mean?". "Be Here Now" adını Lennon'ın rock müziğin geçici coşkusuna dair bir soruya verdiği yanıttan alıyordu. Albümde de bu hissediliyordu; yine basın-yayına göre 1967'den beri hiçbir çalışma böylesine büyük bir merakla beklenmemişti. 800.000 adet satış yapılan ilk 24 saat içinde BK'de kasetçilerin, plakçıların kapıları önünde uzun kuyruklar oluştu. Eskisinden daha sert, tavırlı bir müzik ortaya konmuştu. Liam'ın sesini bastıran güçlü gitar seslerinin getirdiği yenilik iyi karşılanmıştı. İlham perisi hala Beatles idi ama bu çerçevenin dışına çıkan parçalar da vardı. "Stand By Me" Noel Gallagher'in en iyi işlerinden biriydi. "Hey Jude"-vari yazılmış "All Around The World" ise canlı sunumların vazgeçilmezi oldu.



Gallagher kardeşlerin başları beladan bir türlü kurtulamıyordu. Avustralya'da bir hayrana saldırdığı için suçlu bulunan Liam daha sonra beraaat ediyordu. Oasis'in en sevilen gizli kalmış kayıtlarının, "Acquiesce" ve "Stay Young" parçalarını da içeren bir toplaması 1998'de piyasadaydı. Mart geldiğinde bir süredir elinden alındığını düşündüğü haklarının peşinde koşan davulun eski sahibi McCarroll, topluluğu yaklaşık 550.000 Sterlinlik bir tutar için mahkemeye verdi. Arthurs ve McGuigan Ağustos'ta ayrıldığında zorlu bir yılın sonuna yaklaşılıyordu. Oasis'in yeni üyeleri Gem ve Andy Bell oldular...

2000'in başlarında dördüncü albümleri "Standing On The Shoulder Of Giants"i gittikçe zayıflayan Creation şirketi yerine kendi kurdukları Big Brother şirketinden çıkaracaklarını açıkladılar. Şubatta liste birincisi 45'likleri "Go Let It Out" parçasının çıkmasına rağmen, ardından gelen albüm sayıları her geçen gün artan ve topluluğun bir daha hiç bir zaman 90'lardaki o sihirli altın çağlarına kavuşamayacaklarını savunan kuşkucu yaklaşımların önünü kesmeye yetmedi. Albümün çıkışının ardından kardeşler manşetleri meşgul etmeye devam ettiler. Haberlerin çoğu onların evlilik sorunları ve Noel'in toplulukla birlikte çalışmaya devam etmesi konusundaki tereddütleri ile ilgiliydi. Noel en sonunda kendi plak şirketini de kurdu: Sour Mash.

Oasis özlediği listelere 2002 Nisanında "The Hindu Times" ile, üstelik birincilikle döndü. "Heathen Chemistry" albümüyle Beatles'ın bıraktığı mirasa artık biraz daha az kulak asmak ve onlardan daha az esinlenmek istediklerini gösterdiler



Bazı Detaylar

Gallagher kardeşler ünlü elektronik grubu Prodigy'nin esas oğlanı Liam Howlett ile yakın arkadaştırlar. Öyle ki, Always Outnumbered, Never Outgunned adlı Prodigy albümünde, Noel bir şarkıdaki basları kaydetmiş, Liam da başka bir şarkıda (Shoot Down) vokalleri üstlenmiştir.
Noel: "Aslında Blur'un gitaristiyle bir sorunum yok. Ama o vokalistleri ve basçıları yok mu, beni deli ediyorlar."
Noel, Liam hakkında : "Her zaman iyi başlıyoruz. Ama o her zaman utanç verici bir tavır içersine giriyor."
Tekrar, Noel Liam hakkında : "Kendisini kahrolası bir rock yıldızı sanıyor."
Liam Howlett (Prodigy), "Oasis sizden daha mı büyük" sorusuna yanıt veriyor: "Tabii ki. Bütün büyük Oasis hitlerine büyük bir zevkle eşlik edilebilir."
Oasis, müziklerindeki Beatles etkisini hiç bir zaman inkar etmemiştir. Ayrıca, Beatles bateristi Ringo Starr'ın oğlu Zak Starkey, Oasis için baget sallamıştır.

Alıntıdır*anatolianrock-vikipedi
Ulan,bütün yazı boyunca Beatles diye saçmalamışsınız. :P GreenDay de Oasis'in çizgisine dayalı bir grup. Hatta Metallica Oasis coverları yapıyor. :P Ama adamlar çok iyi sövüyo be. :D

13
Televizyon / Kavak Yelleri *
« : 17 Temmuz 2008, 23:55:05 »


Efe(<3 diyeceğim ama çok absürt duracak :P) Aslı  ve Deniz  çok yakın 3 arkadaştır , Lise 3. sınıf okumakta ve Üniversite Sınavlarına hazırlanmaktadırlar.Sonra okula Almanya'dan Mine'nin gelmesi ile olaylar değişik bir hâl alır. Efe'nin ise ailesi ile ilgili bir takım sorunları vardır. Babası onu bir takım şeyler için zorlamakta o ise babasının isteklerine çoğunlukla boyun eğmek zorunda kalmıştır. Ancak büyüdüğü için babasının bu tür davranışlarını kaldıramamaya başlamıştır.

Dizi ilk 15 bölümünü İzmir'de yapmış ama sonra Efe hariç diğerleri Üniversite Sınavlarını kazanmış ve İstanbul'da okullarına kayıtlarını yaptırmışlardır. Efe ise İstanbul'a çalışmaya gelmiştir. Maceraları İstanbul'da da devam etmektedir. İstanbul'a gitmeleri arkadaşlıklarını hiç azaltmamıştır.Aslı'nın kendisine aşkını itiraf ettiği mektubu bulan Deniz de Aslıya olan aşkını itiraf etmiştir.Aslı ve Deniz için her şey çok güzel gitmektedir.Ancak Mine'nin Deniz'e olan aşkı ve hırsı herşeyi bozmaya yetecektir.Mine ile Deniz'in ilişkiye girmesi herşeyi alt üst eder ve Aslı&Deniz beraberliği burada son bulur.Deniz yaşananlardan dolayı pişmanlık duymaktadır.Olan biten herşeye rağmen Efe ise arkadaşına destek olmaya kararlıdır.Ancak Deniz'in Aslı'yla aynı şehirde yaşamaya ve onunla konuşmaya bile yüzü kalmamıştır.Kazandığı film yarışmasınıda değerlendirmeye karar verir.Babasınında desteği ile Amerika'da Sinemacılık okumaya karar vermiştir.Deniz'in Amerika'ya gitmesi hem Aslı hem Efe hem de umutsuzca aşık olan Mine için yıkıcı bir haber olmuştur.

Efe Amerika'ya giden arkadaşının aşık olduğu kıza ve en yakın dostuna sahip çıkmaya ve Deniz'in emanetini korumaya hazırdır. Ancak olaylar hiçte onun beklediği gibi olmamıştır.Aslı'da onu çeken birşeyler olduğunu farketmiş ve istemeden olsa Aslı'ya aşık olmaya başlamıştır ve bir süre sonra artık buna mani olamaz.Aslı ise bunu her zamanki gibi hayatını alt üst eden mine sayesinde ve Efe ile Aslı'nın arası biraz da olsa açılır.26 Haziran 2008'de yayınlanan ve 55.bölümde yapılan sezon finalinde Aslı en yakın arkadaşı Efe ve eski sevgilisi Deniz arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır.Ancak Deniz'in habersiz gelişiyle dahada kararsızlığa düşecektir."Büyüdükçe Büyüyen Dizi Kavak Yelleri" yeni bölümleriyle yeni sezonda izleyicilerinin karşısına olacaktır.

Dağhan Külegeç(bkz:dizideki karekterden 11 yaş büyük olmak :P ),Pelin Karahan,İbrahim Kendirci ve Aslı Enver başrolde,müzik Pinhani'ye ait(bi daha bkz:Daha demo şarkılarının çıktığı dönemde Pinhani'ye tapardım :P )
Küçük ayrıntı dizinin seyri Dawson's Creek ile gidiyor, :P

*Ve yorumu sonraya saklıyorum. :P ~

14
Televizyon / How I Met Your Mother
« : 15 Temmuz 2008, 22:29:33 »



27 yaşındaki Manhattan’lı mimar Ted, arkadaş grubuyla kendine küçük bir dünya yaratmış bir genç. Grupları dört kişiden oluşuyor: En iyi arkadaşı, hukuk öğrencisi Marshall (Jason Segel), dokuz yıldır birlikte olduğu anaokulu öğretmeni sevgilisi Lily (Buffy the Vampire Slayer’ın Willow’u Alyson Hannigan) ve kendine özgü fikirleri olan, takım elbise giymekten şaşmayan, kızlarla tanışmak için sağlam bir yöntem geliştirmiş Barney Stenson (Neil Patrick Harris). Onun kalıcı ilişki kurmak gibi kaygıları yok. Tersine, renkten renge koşuyor. Bizim onunla tanıştığımız sıralarda Lübnanlı kızları beğeniyor, bir önceki favorisi yarı Asyalı kızlarmış. Günler böylece akıp giderken, Marshall, anaokulu öğretmeni Lily ile evlenmeye karar verdiğini açıklayınca Ted (Josh Radnor) paniğe kapılıyor. Romantik Ted’in bekâr kalmaya hiç niyeti yok ve eğer gerçek aşkı bulmaya niyeti varsa, onun da harekete geçmesi gerek. Derken Robin Trubotsky (Cobie Smulders) ile tanışıyor ve ilk bakışta âşık olduğunu düşünüyor. Acaba sahiden öyle mi?

Aslında biz diziye, gelecekte, 2030 yılında başlıyoruz. Olgunlaşmış, durulup oturmuş Ted Mosby, iki çocuğuna, oğlu (David Henrie) ve kızına (Lyndsy Fonseca) “Size bir hikâye anlatacağım,” diyor. Anneleriyle nasıl tanıştığının hikâyesi. Dinlemek mecburi, öyle benim canım sıkıldı diye kalkıp gitmek yok. Baştan da uyarıyor: “Uzun bir hikâye.” O anlatırken biz de 2005’e dönüyoruz. Gelecekten bölümler ise bu uzun hikâyeyi renklendiriyor. Carter Bays ve Craig Thomas’ın yarattıkları dizi, başından sonuna kadar 25 yıllık ara ile, geçmiş ve gelecek arasında gidip geliyor ama bizim için “şimdi” olan, Ted’in geçmişi. Oğlu ile kızına hikâyesini anlatan yaşını başını almış Ted’i görmüyoruz, sadece onu konuşan Bob Saget’in sesini duyuyoruz.

Robin yeni sevgilisiyle çıkagelince Ted de artık hayatına devam etmesi gerektiğini farkeder. Bu arada “anne”yle ilgili önemli bir sır da ortaya çıkacaktır. 


 Alyson Hannigan - Lily

 Josh Radnor - Ted Mosby

 Jason Segel - Marshall Eriksen

 Cobie Smulders - Robin Scherbatsky

 Neil Patrick Harris - Barney Stinson
Barniiğ adamım ya :P Gecelere akıyoruz,çoşuyoruz,kopuyoruz biz onunla :P

15
Sinema / Twilight - Alacakaranlık
« : 10 Temmuz 2008, 18:07:35 »


"

Filmin künyesi

Gösterim Tarihi: 12 Aralık 2008

Yönetmen: Catherine Hardwicke

Senarist: Stephenie Meyer - Melissa Rosenberg

Yapımcı:

Oyuncular:

Kristen Stewart ...Isabella Swan

Robert Pattinson...Edward Cullen

Michael Welch... Mike Newton

Justin Chon... Eric Yorkie

Peter Facinelli ... Carlisle Cullen

Kellan Lutz... Emmett Cullen

Elizabeth Reaser... Esme Cullen

Nikki Reed... Rosalie

Ashley Greene... Alice Cullen

Rachelle Lefevre... Victoria

Anna Kendrick... Jessica Stanley

Jackson Rathbone... Jasper

Cam Gigandet... James


Kitabın konusu

Üç seyden emindim. Birincisi Edward bir vampirdi. Ikincisi, ne kadar baskin oldugunu bilemesem de onun bu vampir yani kanima susamisti. Üçüncüsü ise, kosulsuz ve geri dönülemez bir sekilde ona asik olmustum.

Isabella Swan Washington'in, yagmurun hiç dinmedigi küçük kasabasi Forks'a tasinir. Bu simdiye kadar aldigi en sikici karar gibi görünmektedir. Fakat gizemli ve çekici Edward'la tanismasi hayatini heyecanli ve tüyler ürpertici bir hale sokar. Edward simdiye kadar, içinde yasadigi küçük toplulukta vampir kimligini saklayabilmistir. Ancak artik kimse güvende degildir, özellikle Edward'in en çok deger verdigi insan olan Isabella… Iki sevgili kendilerini tutku ve tehlike arasinda dengede duran bir biçagin en keskin noktasinda bulur.

Alacakaranlik içgüdülerimize meydan okumakla tutkularimizi tatmin etme boyun istegi arasindaki çatismayi sorgulayan etkileyici bir kitap.


Hikaye neredeyse tamamen vampir,insan ilişkisi üzerine kurulu.Ama yumuşaltılmış bir şekilde.Bu vampirler herkes gibi yaşayabiliyor,okula gidiyor hatta gün ışığında dolaşabiliyor(elbette güneş varken okula gitmiyorlar :anem )
Film 12.12.2008 tarihinde vizyona girecek,Türkiye'de ne zaman gireceği ya da gelip gelmeyeceği henüz belli değil.
Serinin ilk kitabı Türkçe'ye çevrilmiş ama,2-3-4'ün haklarını başka bir yayınevi almış,ismi bilinmediği için çeviri için baskı yapamıyoruz :P
Ve sanırım 4 Edward'ın gözündenmiş.

1. 2. ve 3. ve  4. kitabın kapakları;
Alacakaranlık - Dolunay

- Güneş tutulması
 

Sayfa: [1] 2 3 4