Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular -

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Hayat Getiren
« : 21 Kasım 2015, 15:55:21 »
Tanıtım

İnsanoğlunun sahip olma arzusu sonsuzdur. Ele geçirdikleri, sahip olma arzusunu törpüleyeceği yerde, yangınları söndürmeye çalışan titrek yel gibi onu beceriksizce büyütür. Tatmin olma duygusu ise, kayıptır. Tanrı, insanoğlunun tamahkarlığından aşırıp aklına ilave ederek, yüreğinin dizginlerini ademoğluna vermiştir. Eğer insanoğlu onu derinliklerden çıkarabilir ise ne âlâ; o vakit bilgelik yüklü bir dinginliğe kavuşur. Aksi halde, sahip olma arzusu önüne çıkan her şeyi tüketmeden durmayacaktır. Daha çok güç, onu muhafaza etmek için hep daha fazlasını gerektirir. Ateş de böyledir. Gökyüzüne karşı, böbürlenerek sergilediği heybetli gösterileri muhafaza etmek istiyorsa durmaksızın beslenmelidir. Densizin biri odunları çalacak olursa ihtişamı sönecektir.

Tarih ve nesiller boyunca dingin bir bilgeliğe kavuşanlar, daima diğerlerine de bunu bulaştırmaya çabalamıştır. Teknolojinin azami sınırlarına ulaşmış insanoğlu, doğanın saf enerjisini bedeniyle kontrol etmeyi öğrenmiş, içine saklanmış gücü açığa çıkarmıştır. Zayıflıkları örtecek her yeni kabiliyet, güç çatışmalarını daha da körüklemiş, bir grup vicdan sahibi ise yıkımı tersine dönmek için güçlerini birleştirmeyi denemiştir.  Hayatı oluşturan tüm unsurlar tek bir merkezde toplanmış, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir büyü yaratmıştır. İşte böyle başlar Hayat Getiren efsanesi...

Her şeyde olduğu gibi bir parça iyiliğe karşılık bir parça kötülük yükselmiştir. Sahi ne oldu da, beklentiler boşa çıktı?

Dipçe: İsimler, herhangi bir dile ait değildir. Çoğu anagram tekniği yardımıyla oluşturulmuştur. Türkçe isim kullanmamamın esas sebebi, hikayenin başlangıcının kendi gezegenimizde geçmiyor oluşundan. Hikaye dünyamıza sirayet ettiğinde kullanacağım karakter isimleri Türkçe olacaktır.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1.Bölüm(20 Yıl Önce)

Spoiler: Göster
Karanlığın kıskandığı, aydınlığın ise bayağı bulduğu bir alacakaranlık vardı. Aydınlık ışığın sahibesi, karanlık ise kölesiydi. Alacakaranlık, her şeyden birer parça almıştı. Biraz günah, biraz sevap; biraz iyilik, biraz ise kötülük… Yani tam da insanoğlu gibi, tüm kirlenmişlik ve arınmışlığıyla doğanın bütün zıtlıklarından sentezlenmiş bir varlık gibi kıskanılası bir havası vardı.

Dağın eteklerinde doğanın dinginliğini bozan ufak kıpırdanmalar vardı. Kuş bakışı bakıldığında, bunu yapanın sade renklerle bezenmiş kukuletalı iki adam olduğu anlaşılabiliyordu. Nitekim sık bitki örtüsünde, doğanın sessizliğini bozan şüphelileri görmenin en etkili yolu tepeden bakmaktı. Bir diğer yol ise, tartışmasız, gölgelerinin uzandığı yerden daha yakın olmaktı.

Bahar aylarında, yani doğanın tüm sevgisini ve cömertliğini sergilediği böylesine bir zamanda, kukuletalı elbiselerle dolaşmanın gereği, pekâlâ birilerinden gizlenmek ya da alacakaranlığın henüz yeşeren gizemine ayak uydurmaya çalışmak olabilirdi. Hangi sebeple olursa olsun bir parça kırışıklığı saklamak adına, alacakaranlık kadar başarılı olduğu aşikârdı.

Biraz uzakta, sanki çalılıklar yeterince rahatsız edilmemiş gibi, kukuletalı bir adam daha, tüm savrukluğuyla yürüyerek ilerliyordu. Üçüncü kişi elinde bir bebek taşıyordu. Ara sıra tökezlemesinden ve adımlarının uyumsuzluğundan anlaşıldığı üzere bir yere yetişmek için acele ediyordu.

Adamın dikkatsizliğinden rahatsız olan tek şey, hafif esen rüzgâra sırtını dayayıp yemyeşil yapraklarını titreten çalılar değildi. Etekteki mağara girişinin önünde duran kukuletalı adamlardan birisi kafasını sallayarak söylendi. Olabildiğince ağır konuşuyordu. Ödünç aldığı nefesi geri vermek hususunda fazlasıyla tutumluydu. “Vakitle ilgili pek derdimiz yok. Daha yavaş olabilirsin. Ufaklığı incitmek istemeyiz.”

Çalıların arasından gelen adam bunun üzerine yavaşladı. Daha dikkatli yürümeye özen gösterdi. En azından çalıların canını daha az acıtıyordu. Bu durum ağır konuşan adamı sevindirdiği kadar titreyen çalıları da sevindirmiş olmalıydı.

Henüz birkaç söz sarf etmiş olan adamın yanında dikilen kişi ise taştan yontulmuş bir heykel olmadığını belli etmek istermiş gibi mütemadiyen kımıldıyordu. Bebeği taşıyan adam iyice yaklaştıktan sonra boğuk sesli olanı yine söze girmeye yeltendi. Doğanın ve yanındaki adamın sessizliği göz önüne alındığında civardaki en geveze canlı oydu. Kuşlardan böceklere varana dek herkes son derece suskundu.

Suskunluğun; saygı, korku ya da dehşet gibi birbirinden farklı birçok sebebi olabilirdi. Lakin duyguları ve izleri oldukça iyi gizleyebilen bir ustaya, alacakaranlığa karşı zafer kazanıp, gerçek sebebi keşfetmek bir hayli zor görünüyordu.

“Umarım pek gürültülü olmamıştır.”

Bebeği taşıyan adam onu usulca yere bıraktı. “En az şimdi olduğu kadar sessizdi.”

“Özellikle hayati bir iş üstündeysek sessizliğin dozunu önemsediğimi iyi biliyorsun.”

Adam sadece evet anlamına gelecek şekilde başını salladı. Sessizliğin önemine henüz vurgu yapılmışken konuşmak yerine beden dilini kullanmasını yadırgamak yanlış olurdu. Nitekim uzun süredir yanında dikilen adamın da yaptıkları bundan fazlası değildi.

Yavaş konuşan adam eğilip bebeği kavradı. Eğilmek ve kalkmak konusunda, konuşkanlığında olduğu kadar tembel değildi, hatta fazlasıyla çevik bile sayılabilirdi. Hareketleri, nispeten genç biri olduğu gerçeğini alacakaranlıkta dahi ortaya koyabildiğine göre konuşmasındaki ağırsama başka bir sebepten kaynaklanıyor olmalıydı.

Adam yeni aldığı bir eşyayı tanımlamak istermiş gibi bebeğin tüm hatlarını inceliyordu. Nefes verirken gülecekmiş gibi kesik bir ses çıkardı. “Kraliyetin malını kullanırken kendilerine danışmam gerektiğini düşünen akılsızlardan zor kurtardık seni. Özellikle baban çok direndi.” Bebeği okşamaya ve elinde çevirmeye devam ediyordu. Birden hiddetlenir gibi oldu. Şimdilik duygularını belli eden tek şey kesik kesik gelen nefes verişinin içine sıkıştırılmış his kümeleriydi.

Yanındaki iki kişi ya konuşmaları onaylıyor ya da kayıtsızlıklarını koruyarak duruma eşlik ediyordu. Hiddet ve sevinç arasında gidip gelen dalgalanmalara müdahil olmamak konusunda hemfikir gibiydiler.

“Ne yazık ki kraliyet soyundan olanlar da yanılabiliyor. Baban onca yaşına rağmen çocuk sahibi olduğunda onun artık kralın, yani benim malım olduğunu hâlâ kavrayamamış. Bunun için babana daha fazla mı süre vermeliydik?” Biraz durduktan sonra kendi sorusunu kendisi yanıtladı. “Hayır, ufaklık. Bu haksızlık olurdu. Halkar’a yeterince tolerans tanıdık. Hatta herkesten daha fazlasını…”

Mağaranın girişinde çoğunlukla itinayla dizilmiş gibi duran taşlar vardı. Bazı yerlerde gelişigüzel araya sıkıştırılmış izlenimi verenler ise nizamı bozan birer isyancı gibi duruyordu. Girişteki mimarinin çarpıklığı insan elinden çıkmış izlenimi vermiyordu. Ancak düzenin içinde bir karmaşa, karmaşanın içerisinde ise biraz düzen vardı. Dolayısıyla üzerinde, bahis oynamaya değecek bir zemin hazırlamıştı.

Adam elindeki bebekle mağaraya doğru yöneldi. Diğerlerinin onu takip etmesi için herhangi bir işaret vermesine ya da imada bulunmasına gerek yoktu. Zira omurgasına bağlı bir kuyruk gibi uyum içerisinde onun adımlarını takip ediyorlardı.

Mağaranın nemli ve yosunlu zeminine ayak bastılar. Çok değil, birkaç metre ötede sağlı sollu iki tane karaltı duruyordu. Mağaranın soğuk sureti özellikle rüzgâr estiğinde oldukça ürkütücü olabiliyordu. Alacakaranlığın yerini karanlığa teslim etmeye başlamasından ötürü gözlerini biraz karanlığa alıştırmak zorunda kaldılar. Karaltıların birer beden olduğunun fark edilmesi çok uzun sürmedi. Muhtemelen daha iyi görebilmek için başlıklarını çıkarmışlardı.

Ağırsayarak konuşan adam bebeği tekrar getiren kişinin kollarına bıraktı. Taş bedenlere dokunmaya, parmaklarıyla yoklamaya başladı.“Nihayet buluşabildik.” Sağdaki heykelin elinde, iki tarafında koç boynuzuna benzeyen helezonlar halinde izler bulunan bir fener lambası vardı. Soldakinin elinde ise kalın ipe bağlı, sağ yukarıya hareketi yarım kalmış bir sarkaç vardı. Eşyalar da heykellerin uzantısı şeklinde donuktu. Muhtemelen gri taştan yapılmaydı. Her an hareket edeceklermiş gibi görünmeleri taştan yapıldıkları gerçeğini değiştirmiyordu.

Adam heykelleri baştan aşağıya incelerken elinde bebek tutmayan üçüncü kişi mağaranın daha içerilerine gidip, yanında yürümeye daha yeni güç yetirebildiği her halinden belli olan iki çocuk ve kucağında bir bebek ile döndü.

Yeni gelenler de en az çalılıkların içinden gelen bebek kadar kayıtsızdı. Bu halleri kudretli bir tılsımın esiri olduklarının ya da şaşırtıcı şekilde işbirliği kurmak konusunda istekli oluşlarının göstergesiydi. İlk ihtimalin daha kuvvetli ve akla yatkın olduğu su götürmezdi.

Zifiri karanlık, alacakaranlık gibi değildi. Tavırları ve ifadeleri gizlemekle yetinmiyor, tamamen üzerlerini örtüyordu. Yavaş konuşan adam dört tane bebeği bir arada görünce mutlu olmuştu. En azından, karanlığın hükmü geçerli iken böyle yorumlamakta bir sakınca yoktu.

Yavaş konuşan adam kollarını çemredi. Her ne yapmayı planlıyor ise olağandan daha aceleci olduğu her halinden belliydi. Derin derin nefes alıyor, gözlerini kapayıp açarak silkinip, titriyordu. Elleri yaldızlı bir parlaklıkla ışıldamaya başladı. Işığın şiddeti oldukça azdı ama titredikçe giderek artıyordu. Işık damarlarından akarak yavaş yavaş parmak uçlarına doğru toplanıyordu. Baş parmağını, serçe parmağından başlayarak sırayla işaret parmağında sonlanacak şekilde sürtüyordu. Bu hareketi seri şekilde yaptığında ışık parmağının ucundan da dışarıya taşıyordu.

Sağdaki heykelin boşta kalan eline doğru yanaştı. Parmak uçlarından akan sıvıyı damla damla olacak şekilde eline dökmeye başladı. Her damlada vücudundan bir şey eksiliyor, bir parçasını kaybediyor gibi daha şiddetle sarsılıyordu. Heykel çok geçmeden hareketlenmeye başladı. Parmakları kımıldamaya başladı. Hareketler yavaş ama istikrarlıydı. Karanlıkta fark edilecek kadar büyük bir kımıldama olmasa bile taştan parçaların birbirine sürtünme sesleri duyulabiliyordu.

Soldaki heykelin yanına vardığında, bebeklerin iki heykelin ortasına getirilmesini işaret etti. Beklendiği gibi itiraz etmeksizin ortaya geldiler. Aynı şeyler soldaki heykelin boştaki eline de uygulandı. Çok geçmeden o da kımıldanmaya başladı.

“Bunu bir kez daha yapmak için seneler beklememiz gerek. Hayatları tekrar çekilmeden önce acele etmeliyiz.” Sarkaç ve fener lambası sallanmaya başlamıştı. İçeride tarifi zor bir enerji dalgalar halinde yayılıyordu. Az önce tamamen taş olan heykeller an itibariyle tam olmasa da canlıydı.

Enerji dalgaları gittikçe ortada yoğunlaşıyordu. Bu yoğun enerji bombardımanı altında bebeklerin kayıtsızlığının yanına, muhakkak şaşkınlık ve tedirginlik eklenmiş olmalıydı. Nitekim bu büyük ve eşine az rastlanır büyü karşısında direnç gösterebilmek imkânsızdı. Heykeller iyice canlanıp boyunlarını kımıldatmaya başladıklarında bebekler yok olmanın eşiğine gelmişti. Bedenleri görünmezlikle varsanı arasında deviniyordu. Canlanan heykeller enerjilerini yitirdikçe tekrar taşlaşmaya başladı. Sarkaç ve fener lambası tamamen durduğunda bebekler çoktan yok olmuştu.

“Güle güle ölümsüzlük umutlarım… Görüşmek üzere.”

2
Kurgu İskelesi / .
« : 11 Şubat 2013, 00:05:03 »
.

Sayfa: [1]