Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Genya Arikado

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Elemental Sign
« : 26 Aralık 2008, 00:00:00 »

Spoiler: Göster
Elemental Sign, yıllar öncesinde aklıma gelen ufak bir proje. Aslında amacım bir evren oluşturmaktı ama bunun küçük kurgular tarafından desteklenmesinin daha güzel olacağını düşündüm. Bitirmeyi başarabilirsem eğer, güzel bir evren ortaya çıkaracağımı düşünüyorum. İlk bölüm üzerine 600 sayfa (yaklaşık 2,5 kitap ediyor) yazmıştım ama kurgunun gidişatını beğenmediğim için ve annemin çenesinden kurtulmak için defterleri parkta yaktım. Nette gezinirken bir forumda yayınladığım ilk bölümü görünce tekrardan başlamak, bu sefer daha dikkatli ve daha nesnel olarak bu işin üzerine düşmeye karar verdim. Yazımın gördüğünüz olumsuz bölümlerini belirtmenizi özellikle rica ediyorum, benim için önemi büyük. Neyse...

 
 
Bölüm 1: Essroth'un Yolu


"Oldor, uyan! Oldor! OLDOORRR!! Sonunda bahar geldi!"

Her yer yemyeşil bir örtüyle kaplanmıştı. Çiçekler açmış, ağaç dalları yapraklarla dolmuştu. Kuşlar, böcekler neşe içinde etrafta dolaşmaktaydı. Elmaryn'deki birçok insan, buna sevinip bahar için hazırlık yapmaya başlamıştı. Kimisi erkenden kalkıp evini temizlemek için hazırlanmış, kimisi de sonbaharda ektiklerinin son durumuna bakıyordu. Essroth hemen eve girdi ve yaşlı Oldor'u uyandırdı. İçerisi biraz havasızdı. Büyük bir neşeyle pencereleri açtı, yaşlı adamı yatağından kaldırıp elini yüzünü yıkaması için su tuttu. Ardından kahvaltıyı hazırladı. Zor yorulan ve sıkıntısını belli etmeden saatlerce çalışabilen biriydi. Özel yetenekleri olduğu, ona yaklaşık yedi yıl önce söylenmişti. O zamandan beri bu güçleri kullanabilecek konuma gelmek için çalışıyordu. Oldor onu iyi eğitmişti. Zihni doğruluk ve dürüstlükten ayrılmayacak kadar kuvvetliydi. On sekiz yaşına geldiğinde, bir yıl sürecek bir araştırmadan sonra karanlık ve aydınlığın savaşına hazırlanacaktı. Bu araştırma sayesinde Behemoth’un hazinesindeki zırhları, kılıcı ve kalkanı bulacaktı. Hepsini üzerinde bulundurduğunda, Behemoth’un gücü de onunla birlikte olacaktı. Ancak şuan düşünmesi gereken daha önemli birşey vardı: kahvaltı. Lezzetli Kair peynirini eritip ekmeğin üzerine sürdükten sonra, birkaç zeytin ve bitkiyle süsleyip, üstüne bir dilim ekmek daha koydu. Hızlıca yemeye koyuldu. Bir de onların "beyaz çay" adındaki içecekleri vardı. Bahçelerinde bulunan kirita bitkisinin kökleriyle hazırlanan bu enfes çay, Kair köyünün kaliteli ekmeğiyle birlikte iyi giderdi.

"Çok hızlı yiyorsun, Essroth. Böyle yemeye devam edersen boğulacaksın. Sana bir yemek yemeyi öğretememişim..."

"Merak etme Oldor, bana birşey olmaz! Kutsanmış ve iyiliğin kaderini belirleyecek olan bir savaşçı böyle basit bir şekilde ölmez..."

Kahvaltısını bitirdi ve kapıya yöneldi.

"Ben, Victor ve Thildran'ı çağırmaya gidiyorum! Büyük ihtimalle Yeni Doğan Tepesi'ne gider, manzara seyrederiz. Eğer gecikirsem çanı çalarsın, hemen gelirim..."

"Pekala, genç adam. Dediğin gibi olsun..."

Kapıyı hızlıca çarptı ve aşağı sokağa doğru yürümeye başladı. Her yerde baharın ilk günü şerefine temizlik vardı. Essroth'u görenler selam veriyordu, o da karşılık veriyordu tabi. Hedefi olan “Walyn'lerin evi”ne az kalmıştı. Kısa bir süre sonra evin önüne geldi. Yerden bir taş kapıp evin üst katındaki yuvarlak pencereden içeriye doğru fırlattı. "Aaaargh!" diye bir ses duyduğunda tam isabet olduğunu anladı.

"Bu taşı hangi... Essroth?! Bu saatte burada ne işin var?" deyip onun konuşmasına fırsat tanımadan devam etti, "Yukarıdan gel, bizimkiler uyuyor henüz."

Essroth gerilip bütün gücüyle zıpladı ve pencereden içeri girdi. Ancak, bu sırada aşağı ses gitmesin diye kapıyı kapamaya çalışan Victor'a çarptı ve önce merdivenlere, sonra da yere yuvarlandılar. Kendilerine geldiklerinde Essroth, Victor'un çok kızgın olduğunu farketmişti. Yirmi dört basamak boyunca yuvarlanmak canını acıtmıştı:

"Seni kutsanmış salak! Ne yaptığını sanıyorsun! Daha bu “zıplama” olayı üzerine çalışmadık bile! Güçlerini, kontrol edemeden kullanman sadece sana değil, başkalarına da zarar verir!"

"Özür dilerim Victor, sen yukarı gel deyince ben de bir denemek istedim..."

O sırada bir tıkırtı duydular. "Kimsin?" diye seslendi Victor ama cevap alamadı. Tam o sırada arkalarında birinin olduğunu farkettiler. Arkalarını döndüklerinde; yüzü gulyabani gibi korkunç ve kırış kırış olan, yataktan fırlamış gri gecelikli ve elinde oklava olan bir kadın öfkeyle onlara bakıyordu.

"ESSROOOOOOOTTHH!!"

"Şey... Özür dilerim bayan Walyn. Be-benim a-amacım si-sizi uyandırmamaktı..." dedi pişman bir yüz ifadesiyle. Fakat kadın o kadar sinirliydi ki duymazdan gelerek devam etti:

"İKİNİZ DE DEFOLUN EVİMDEN! VICTOR, HAVA KARARINCA EVE GELECEKSİN, ORMANA DEĞİL!!"

Ardından ikisini de kollarından çekiştire çekiştire dışarı fırlattı. Essroth bir an bayan Wayln'in de kendisi gibi özel güçleri olduğunu düşündü, kolu ağrıyordu. Kapı dışarı edildiklerinde can sıkıcı bir sessizlik oluştu...

"Hey, Victor!" diye sessizliği bozdu. "Biliyor musun, bugün baharın ilk günü. Yani akşam kutlamalar var. Sanırım sizinkiler bunu unutmuşlar..."

"Bilmiyorum, dostum. Ama babamın anneme 'şii-cücesi gibi sevişiyorsun' dediğini duymuştum." bunu söylerken midesi bulanmıştı, "Gerçekten de ciddi birşeyler var..."

"Merak etme... Belki akşam kutlamalar sırasında babanın ağzından laf alabiliriz. Bilirsin, bay Walyn beni sever." dedi gülümseyerek. Arkadaşına destek olmalıydı. Aslında bunun sebebini gayet iyi biliyordu ama sadece birkaç gün sabretmesi gerekmekteydi. Ardından bütün sorunlar çözülecekti...

"Fazla oturduk... Hadi gel, Thildran'ı çağıralım.Yeni Doğan Tepesi'nde biraz zaman geçirir, baharın tadını çıkarırız..."

Hemen yerinden fırladı ve Victor'u da kolundan çekerek yan sokağa daldı. Birkaç dakika yürüdüklerinde, Thildran'ın onları kapının önünde beklediğini farketmişti.

"Deli Walyn'in oğlunu evden kovduğunu duydum, hazırlanayım dedim." dedi gülümseyerek. Birlikte yola çıktılar. Her zamanki gibi Yeni Doğan Tepesi'ne gideceklerdi. Önce köyün meydanına kadar yürüdüler. Bu yol, Victor'un evinin ara sokağından daha kestirme olabilirdi, ancak hayati tehlikeden dolayı göldeki minik köprüden geçerek ulaştılar. Meydanın on dakika ilerisinde köy girişi vardı. Oradan çıkıp "Derin Orman"a girdiler. Buraya Derin Orman demelerinin sebebi, derinlere gittikçe yolun uzaması ve karmaşıklaşmasıdır. Söylentilere göre yirmi yaşındaki bir kadın bu ormana girmiş ve döndüğünde elli yaşını geçmişti... Seyrek ağaçların arasından geçtiler, başka bir göl vardı karşılarında.

"Victor, sen sırtıma bin, Thildran'ı kucağımda götüreceğim..."

"Tamam" dedi ikisi birden ve söylenilen konuma geçtiler...

"Essroth, hadi!"

"Çeneni kapatır mısın Victor?! Konsantrasyonumu kaybedersem üçümüz de gölün dibini boylarız! Unutma ki ölümsüz olan benim..."

"Tartışmayı kesin de gidelim artık! Victor, Essroth'u telaş ettirme, ben en azından yüzme biliyorum!"

"Tamam tamam..." Susup Essroth'un onu karşıya geçirmesini bekledi. Essroth bütün gücüyle sıçradı ve bir anda sanki yere basınç uyguluyormuş gibi havalandı. Birden bire konsantre olduğu şey değişiverdi. Aklındaki şey uçmaktı ama onun yerine suyun üzerinde koşmaya karar verdi. Önce suya yaklaştı, sonra ayağını dimdik tutarak suya basmaya çalıştı. Suya bastığı an çok hızlı bir şekilde karşı tarafa koştu.

"Seni moron!"

Karşıya geçmişlerdi, ancak Victor Essroth'un sırtından inmiyordu. Hatta aksine, kafasını yumruklamakla meşguldü.

"Şu üstüme başıma bak! O kadar hız yapmasaydın sizin gibi kuru olacaktım! Güçlerini kullanırken dikkatli olmalısın aptal!"

Essroth onu bütün gücüyle gördüğü ilk ağaca doğru fırlattı ve çarpmasına ramak kala yakaladı.

"Bak Victor, kardeşim gibisin ama bir daha beni dinlemezsen seni fırlattığımda tutmam!"

Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Victor onu ilk defa bu şekilde görüyordu. Essroth ona elini uzattı. Korkmaya başlamıştı, ne olduğunu bilmiyordu.

"Do-do-do-dostum... İ-i-iyi misin?"

"Kapat çeneni!"

Ellerinden duman çıkmaya başladı. Bunun sıcak su buharı olduğunu anlamaları pek de zamanlarını almadı. Görünüşe göre Essroth elinden sıcak hava yayıyordu. Victor'un üzerinde elini gezdirdi kısa bir süre ve çocuğun giysileri tamamıyla kurudu. Artık hazırlardı. Üçü de ses çıkarmadan yola devam ettiler. Uzun bir yürüyüşten sonra gelmişlerdi. Sık bir orman girişinin hemen solundaki, en uç kısmında kayalıklar ve ardında da uçurum olan tepelik alan... Yeni Doğan Tepesi...

Buraya her zaman gelir, manzarayı seyreder ve hayal kurarlardı. Geldiklerinde Essroth hemen kayalıkların gerisindeki çimlere attı kendini ve çabucak gökyüzünü seyre daldı. Thildran köşedeki bir ağacın dalına oturup uçurumun ötesini izlemeye başladı, Victor'sa kayalığa oturup aşağıyı seyretmeye başladı. Derin bir sessizlik oluşmuştu. Sanki birkaç dakika önceki tartışmalarını, Victor ve ailesinin durumunu unutmuşlardı. Ancak o, kendini unutturmaya pek alışık değildi. Sessizliği delen bir soruyla diğerlerinin de hayal kurmaya mola vermesini sağladı.

"Hey, Ess... Oldor'la konuştun mu? Yani şey... Bizim de seninle geleceğimizi?..."

"Ben gelmiyorum Victor. Hem istemiyorum, hem de ailem izin vermiyor..."

Thildran'ın bu dediği onu şaşırtmıştı. Hayal kırıklığına uğradığını düşünmekteydi.

"Ne demek bu? Ailen izin vermese bile kaçacaksın. Kardeşlerini ölüme terketmeyi planlamıyorsundur umarım!"

"Vic, saçmalıyorsun. Şu haline bak! Ne sanıyorsun kendini?! Ork mu döversin, cüce kafası mı kesersin? Elinden gelecek tek şey dostumuza ayak bağı olmak olur! Unutma bunu. Essroth seni her zaman kurtaramaz, ama sen onu HİÇ kurtaramazsın. Eğer az birşey aklın varsa saçma hayallerine kaptırma kendini. Annenle babanın ayrılmak üzere olduğunu, bunun tek sebebinin senin Essroth'a kendini fazla kaptırıp onun peşinden gidecek olduğun ve babanın da Essroth'un yandaşı olması olduğunu bilmeyen var mıdır acaba? Anlamıyorsun Victor! Bu bir macera değil, daha da fazlası. İnsanların değil, inançların savaşı bu! Senin, benim veya bir başkasının bu savaşta yeri yok!"

Victor ne diyeceğini şaşırmıştı. Üzgün görünüyordu. Düşündüğü zaman gerçekten de haklıydı Thildran. Buna rağmen bekledi, Essroth'un da birşeyler demesini, onu haksızken haklı çıkaracak birşeyler söylemesini bekledi. Ancak o, sadece gökyüzünü izlemekteydi. Bu kötü ortamı değiştirecek soruyu sordu Thildran:

"Ess, senin şu kız noldu?"

Bir an kendine gelen Essroth, "Ne kızı -hangi kız?" diye kekeledi.

"Numara yapma! Zaten onunla ilgili birşeyler düşünüyorsundur. Dur hatırlamana yardım edelim..." dedi ve Victor'a baktı. Birlikte "Lotte!" diye haykırdılar.

"Saçmalamayın, o iş olmaz, olamaz. Daha doğru düzgün konuşamıyorum bile onun yanına gidince." yüzü renk değiştirdi.

"Kutsal kırmızı!" dedi ikisi birden ve gülmeye başladılar. Bir süre sonra kendilerini toparladılar.

"Merak etme, o da senden hoşlanıyor. Sana o gün yüzmeye giderken nasıl baktığını gördüm. Biraz cesur ol. Sadece bir kız, ork değil ya..."

"Akşam kutlama zamanı yanına gider, çıkma teklif edersin. Sonra doğum gününe kadar çıkar, yola çıkmadan önce bir mektup bırakırsın." diyerek  Victor'un konuşmasına izin vermedi. Essroth bunu düşündü. Şenlikte çıkma teklifi... Hem de doğum gününe bir hafta kala... Zor olacaktı ama buna alışmalıydı... Sadece onu değil, herkesi geride bırakacaktı...

Saatlerce konuşmadılar. Sadece gökyüzüne bakıp hayaller kurdular, ta ki hava kararmaya başlayana kadar...

"Baylar, gördüğünüz üzere güneş batmaktadır. Şenlik zamanına az kaldı, gidelim..." dedi Thildran, sessizliği bölerek. Victor tepki vermiyordu. Essroth'un onu korumak, ona hak vermek adına hiçbir şey yapmamış olması canını sıkmıştı. O olmadan ne yapabilirdi, nasıl eğlenebilirdi? O kadar çabuk geçmişti ki o onaltı yıl, büyüdüklerini bile farketmemişti. Arkasını dönüp bir Essroth'a, bir Thildran'a bakınıyordu. Onların yola koyulmakta olduklarını görünce kalktı, arkalarından yavaş yavaş yürüyerek onları takip etti. Yokuşaşağı iniyorlardı. Hava kararıyordu. Dakikalarca yürüdüler. Bir süre sonra meydana kadar gelmişlerdi. Essroth, arkadaşlarına baktı. Sakin görünüyorlardı, an azından öyle olmaya çalıştıkları belliydi. Thildran sürekli gözlüğünü düzeltiyor, Victor'sa belli etmemeye çalışarak sol elinin işaret parmağının tırnağını sağ elinin üstüne batırarak sakin kalmaya çalışıyordu. Ardından büyük bir gürültü duydular. Ses arka taraflardan gelmekteydi. Hemen dönüp baktıklarında Sam'i gördüler. Sürmekte olduğu araba taşa takılınca zıplamış, bu yüzden yüklerin arasındaki birkaç oyuncak patlamıştı.

"İyi akşamlar çocuklar, festivalin keyfini çıkarın. Birkısmı patlamış olsa bile elimde hâlâ çok güzel patlayıcılar bulunmakta." Adamın heyecanı gözlerinden okunuyordu.

"Sana güveniyoruz Sam!" dedi Victor sırıtarak, Thildran'sa "En iyisi sensin!" dedi ve arabaya atladı. Essroth ve Victor da yaya olarak devam ettiler...


Meydan, dairesel bir şekilde çevrelenmişti. Tepeden bakıldığında üç tane kocaman çadır ve kocaman bir sahne görünüyordu. İçeri girdiklerinde Sam'in arabası en küçük çadıra doğru yön değiştirdi. Sol taraftaydı o çadır. Aslında anlam verememişti Essroth, öylesine yaşlı bir adamın o tür tehlikeli işlerle uğraşmasına. Bildiği kadarıyla ailesi yoktu. Bu yüzden işini devredecek kimsesi yoktur diye düşünüp en büyük çadıra doğru yol aldı. Victor  da arkasındaydı. Büyük çadırın içinde kocaman bir mutfak, diğer çadırlarla birleşen kocaman, ortasında da oturacak yer olan üçgenimsi bir masa ve seyyarların minik tezgahları bulunmaktaydı. Victor yemekleri görünce yumuşamaya başladı. Sahneyi merak eden Essroth, ara girişten çıktı meydanın batısına doğru yürüdü. Kocaman sahneyi sahiplenmiş oyuncuları izlemekteydi herkes. Bu insanlar arasında birini gördü ve öylece kaldı. Lotte, teyzesiyle birlikte oturmuş festivali izlemekteydi. Kısa bir süre sonra o da dönüp Essroth'a baktı ve gülümsedi. Essroth'un yüzü kızarmıştı. Kendini biraz zorlayarak kızın yanına gitti. Ayaklarını zorlukla kaldırıyordu ilerlemek için.

"Merhaba Lotte, güzel bir akşam, değil mi?"

"Evet..." Kızın yüzünün de kızarmaya başladığını farketti Essroth. Bu biraz olsun içini rahatlatmıştı.

"Biraz dolaşalım mı?" dedi kısık bir ses tonuyla. Beklediği cevabı alacağı belliydi. Aldı da. Kız kalkıp Essroth'un koluna girdi ve birlikte yürümeye başladılar. Yavaş yavaş kalabalığın arasından geçip meydandan giderken onları sadece Thildran görebilmişti. Yaşlı Sam'e yardım ediyordu. Bu işten çok zevk alıyordu çünkü yaptığı her şaka yüzünden azar yerine övgü işitiyordu. Belki yaşlı Sam öldüğünde onun yerine çalışabilirdi...

Ormana doğru yürümeye başladılar. Essroth, onu Yeni Doğan Tepesi'ne götürecekti. Bir anda kızı kucakladı ve bütün gücüyle koşarak çok kısa bir sürede oraya vardı.  Kızı indirdiğinde, yüzündeki şok ifadesini rahatlıkla görebiliyordu. Kendine gelmesini bekledi biraz. Ardından ona eşlik etti ve kayaya oturdular.

Hava iyice kararmaya başlamıştı. Önce derin manzarayı izleyen çift, ortaya çıktıkları andan beri yıldızlara kaydırmışlardı dikkatlerini. Aniden Essroth, aklında beliren bir düşünceyle Lotte'ye döndü. Kendini heyecanlı ve bir o kadar da korkak hissediyordu ama bunu ona söyleyebilirdi. Peşinden gelmeyeceğini biliyordu.

"Lotte, sana söylemem gereken birşey var... Sürekli seni düşünüyorum. Sanırım senden çok hoşlanıyorum..."

Kızın yüzünün iyice kızardığını gördü. Fazla açıksözlü olduğunu farketti. Lafını toparlamak için boğazını temizledi ve devam etti:

"Seni buraya getirmemin sebebi başbaşa kalmak istememdi. Biliyorsun ki üç gün sonra yola çıkmam gerekiyor. Bir karar aldım. Bunu söylemek için  uygun gördüğüm tek kişi sensin. Diğerleri peşimden gelmeyi denerler ama senin denemeyeceğini biliyorum. Bu yüzden söylüyorum, ben bu gece fastival bitmeden kaçmayı planlıyorum. Böylece kimse üzülmeyecek, kimse beni bulamayacak. Gerekli eşyaları aşırıp 3 gün sonra kullanmayı planlıyorum. Sana özel olarak veda etmek istedim..."

Kız ikinci şokunu yaşamaktaydı. Heyecanı, sevinci ve üzüntüyü aynı anda hissetmişti.

"Essroth, bunu yapma. Hayalimi gerçekleştirmiştin sessizlikten önce. Gerçekleşen hayalimin bir anda elimden uçup gitmesine izin veremem. Bu acıyla yaşayamam..." lafını bitirince kendini uçurumdan aşağıya bıraktı. Essroth bunu beklemiyordu. Şimdi donup kalmanın sırası değildi. Lotte ölmek üzereydi ve onu kurtarması gerekiyordu. Ancak daha önce hiç uçmamıştı. Bunu başaramazdı. Kendini kayadan aşağı bıraktı ve düz duvarı koşmaya başladı kıza yetişebilmek için.  Güçlü bir zıplayışla belinden kavradı ve iyice sarıldı. Ardından hızla aşağı düştüler. Essroth, ona zarar gelmemesi için kendi vücudunu siper olarak kullandı. İkisi de yerdeydi. Etrafına baktığında, zıplama alıştırmaları yaptığında kalan izleri ve oyukları görebiliyordu. Kızın sarsılmış ve baygın vücudunu yukarı götürmek için güçlü bir zıplayış yaptı ve onu kayalığın dibindeki ağaçlardan birinin dibine oturtup kendine gelmesini bekledi. Kız kendine geldiğinde karşısında Essroth'u görmüştü, hemen boynuna atladı.

"Beni bırakmadın... İşte hep böyle yanımda olmanı istiyorum. Beni bırakma Essroth..."

"Biraz alaycı gelebilir, ama eğer gitmezsem 'sen' diye bişey kalmayacak ve ben döndüğümde sağlıklı, büyümüş ve olgunlaşmış bir Lotte görmek istiyorum..."

Kızın ağlamaya başladığını gördü. Bu gerçekten hiçbir fiziksel darbenin vermediği kadar acı vermişti ona. Böyle olacağını biliyordu ama başka bir seçeneği yoktu. Ne kadar beklerse o kadar şüphe çekerdi ve gitmesi de zorlaşırdı. Bu yüzden boynuna sarılmakta olan Lotte'den kendini kurtardı ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Kız da hemen peşinden geldi. Festival yolunun birkısmına kadar ona eşlik ettikten sonra durdu ve gözlerine bakmaya başladı.

"Artık gitmek zorundayım. Lütfen onlara herkesi çok sevdiğimi ve böyle gitmenin benim için daha kolay, daha az üzücü olduğunu söyle. Geldiğim zaman sana bir süprizim olacak. Bu yüzden umudunu kesmeden beklemeni, beni özlemeni ama hiç ağlamamanı istiyorum senden. Sürekli ağlayan minik bir kız çocuğuyla evlenemem..." son cümlesini söylerken gülümsedi. Kızın birşey söylemesine fırsat kalmadan kaybolup gitti... Artık festivale dönmeliydi Lotte. Ne diyeceğini bilemiyordu. Korkuyordu, insanların ona beceriksiz gözüyle bakacağından emindi. Essroth'u durdurabilirdi belki ama gitmesine göz yummaktan başka çaresi yoktu. Başı öne eğik bir şekilde festivalin yolunu tuttu...


2
Çizgi & Anime / Highlander: Search For The Vengeance
« : 23 Aralık 2008, 19:56:31 »


Adı: Highlander: Search For The Vengeance
Yapım Yılı: 2007
Tür: Fantazi, Aksiyon
Şirket: Imagi Animation Studios

Bildiğimiz Highlander serisinin anime filmi. Filmlerde gördüğümüz Connor Macleod, Colin Macleod olarak geçiyor bu filmde. İlk filmdeki Macleod zihniyeti ele alınmış ama zaman dilimi bugüne göre bile ilerde. Neyse, tanıtıma geçeyim en iyisi.


İskoçya'nın yeşil tepelerinde bir grup adam, savaşmak için hazırlanmaktadır. Kazanacakları zafer için moral yemeği düzenlenir ve yemekten sonra Colin'in karısı Moya, Colin'e zehir verip Marcus'un yanına gider. Marcus'un 2000 kişilik ordusunun 400 İskoçyalı tarafından alt edilemeyeceğini düşünür. Savaştan vazgeçirmek için Marcus'la konuşur ama konuşmalar sonuç vermez. Bunun üzerine Marcus'u öldürür. En azından öyle sanar...

Colin kendine geldiğinde acı çekmektedir, vücudundaki zehirden dolayı. Ancak gördüğü manzara karşısında ayaklanmaya çalışır: Marcus'un askerleri büyük bir baskınla Macleod klanındaki herkesi gafil avlamıştır ve köylerini yerle bir etmişlerdir. İlerideki yüksek tepede Moya'nın çarmıha gerilerek öldürülmüş olduğunu görür ve Moya'ya olan tüm sevgisi üzerine yemin eder: Marcus'u öldürüp intikamını alacaktır. Bunun üzerine kararlı bir girişimle Marcus'un dibine kadar kılık değiştirerek gelir, ancak yakalanır. Sonrasında dövüşürler. Colin, ölümden döner ve kutsal kayaların arasına düşer. Bir süre sonra kendine gelir. Burada, ölümsüz olduğunu öğrenir. Ölümsüz olmanın birtakım kuralları vardır. En önemlisi, kutsal topraklarda bir ölümsüzün başka bir ölümsüze dokunamayacağıdır. Bundan sonra Macleod klanından Colin Macleod, yüzyıllarca Marcus'la farklı yer ve zamanlarda (Japonya, İskoçya, Roma...) savaşır ve her defasında kellesini zor kurtarır. 21. yüzyılda tekrar yolları kesişir. Colin, artık bu saçmalığa bir son vermek istemektedir...

Biliyorum, uzun bir anlatım oldu ama bu sadece girişi :)

Sayfa: [1]