Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - The Archowner

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Enisard Günceleri - Kehanet
« : 28 Temmuz 2014, 02:35:46 »
Merhaba rıhtım okurları. Uzun zamandır bir diyar oluşturma hayalim vardı, sonunda yavaş yavaş şekil almaya başladı. Bu diyarı frp için düşünmüyorum, belki ileride, lakin şu an roman yazıyorum bu diyarda geçen. Kendi okuduğumu pek eleştiremeyeceğim için kendimi sizlerin bilgilerine bırakıyorum. İnşallah okurken sıkılmazsınız :)

GİRİŞ - Enisard

Uzayın derinliklerinde bir yerde Enisard adında bir diyar vardı. Diyar, evrenin koruyucusu ve iki tanrının çocuğu olarak bilinen Ela tarafından inşa edilmişti. Diyar cıvıl cıvıldı ve tek parçaydı. Diyarın kuzeyindeki Ela adındaki büyük ormanda henüz büyük ve kudretli olmayan, kanatlı büyük kertenkeleler olan ejderhalar, doğusundaki yüksek dağlarda kadim ve kutsal varlıklar olan melekler, güneyindeki çayırlarda kürklerinin rengine göre iki türe ayrılmış insana benzeyen kaplanlar, batısındaki geniş ovalarda bazılarının elemental adındaki ruhlarla bağ kurabilen insanlar ve diyarın tam ortasında da Renum adında bilinen Ruhlar Ağacı'nın yaprakları altında yaşayan büyü ustası ve doğanın korucuları kısa boylu elmirler yaşıyordu. Bu ırklardan en üstünleri olan melekler diğer ırklara her zaman küçümseyerek bakmıştı, özellikle de ejderhalara. Ela bunu görmüş ve meleklere ibret olması için ejderhalara güç vermişti ve ejderhaların şu anki bilinen devasa ve kudretli hallerini almalarını sağlamıştı. Bu melekleri bu sefer kıskançlığa itmişti. Onları kafirliğe sürüklemiş, bedenlerinin ve ruhlarının solmasına neden olmuştu. Nephilim adı verilen kara meleklere dönüşmüşlerdi. Meleklerin kralı Vrochus kendini kaybederek ejderhaların kralı Doran'ı öldürmesiyle iki ırk arasında bir savaş başlamıştı. Daha sonra tigralar nephilimlerin, insanlar ise ejderhaların yanına katılarak onlar da savaşa dahil oldular. Sadece barışçıl ve Renum'u korumak isteyen elmirler savaşa girmemişti. Bu efsanevi savaş yıllar boyu devam etmişti. Hatta öyle ki o zamana kadar tek bir kara parçası olan Enisard, toprak elementallerinin kara büyülerden etkilenmesiyle 4 ayrı kıtaya bölünmüştü. Nephilimler sapkınlıklarıyla birlikte elde ettikleri karanlık ve şeytani büyüler sayesinde tek biri kalana kadar bütün ejderhaları katletmişlerdi. Bu kalan ejderha, kral Doran'ın oğlu prens Drathin idi. Drathin babasından kalan, ona tanrılar tarafından verilmiş altın kılıç ile melek kralı Vrochus'u katletti. Kılıç, meleğin lanetli kanıyla ve prensin ona duyduğu inanılmaz nefretle simsiyah oldu. Fakat bu savaşı durdurmamıştı. Bütün ejderhaların ölmüş olmasına rağmen Vrochus'un oğlu Korrnakh, ırkının yönetimini ele geçirdi ve diyarı yok etmeye başladı. Artık Enisard ve Renum tehlikedeydi. Bu yüzden elmirler en sonunda savaşa katıldılar ve insanlar ve son ejder ile bir olarak nephilimleri Enisard'dan kovdular. Günahkarların yanında savaşan tigralar ise diyarın batıya ayrılmış kıtasına sürüldüler. Sonunda ejderha prens savaşın temelli bittiğini düşünmüş, fakat yine yanılmıştı. Birdenbire ortaya çıkan, kendine kahin diyen esrarengiz bir adam Drathin'e ileride nephilimlerin döneceğini ve kaderi belirleyecek son bir savaş yapılacağını bildirdi. Fakat o zaman geldiğinde Drathin yaşamayacaktı. Bu yüzden Drathin insanların o zaman geldiğinde hazır olmalarını istediği için onlara doğuda bir krallık kurmalarında yardım etti. İnsanlar ejderhayı ölene kadar kralları olarak bildiler. Krallığın ismini de onun isminin arkasından koydular.

Drathin uzun yıllar sonunda ölme vaktinin geldiğini anladı. O, Nefretin Siyahı olarak bilinen kılıcını ölmeden önce büyüyle mühürlemişti ve ileride gelecek birinin bu mührü kırabilecek kadar güçlü olduğunu biliyordu. Bu kişi ilerideki savaşın kilit taşı olacaktı. En sonunda Drathin öldü ve tahta insanlar geçti. Fakat bu sırada çok önemli bir olay oldu. Bir ruhani, bir ejderha ruhuyla bağlı olarak dünyaya gelmişti. Bu imkansızdı, çünkü ruhaniler elementallerle sonradan bağ kurarlardı ve bu zamana kadar hiçbiri ejderha ruhu olmamıştı. Ejderha ruhuna sahip insan büyüdüğünde kendini o devasa ve kadim yaratığa dönüştürebilmeye başlamıştı. Güçleri tıpkı onlarınki gibiydi, üstelik bir süre sonra onların en güçlüleri kadar da uzun yaşayabildiğini farketti. Ardından insanlardan ayrılarak Ela'da yaşamaya ve yeteneklerinde ustalaşmaya başladı. O kişi normal bir ruhani olmadığı için ona Long dendi. İlk longun ortaya çıkmasından yaklaşık iki yüzyıl sonra ejderha ruhuna sahip farklı bir ruhani daha doğdu. O da diyarı gezerek kendini geliştirdi. Yüzyıllar daha geçti ve bir long daha dünyaya geldi... Şu ana kadar dünyaya 3 long gelmişti. Drathin ölmeden önce kahin adamın dediklerini insanlara söylememişti, fakat bu ejderha ruhlu insanlar bunu doğduklarından beri biliyorlardı. Meydana gelme nedenlerinin bu olduğuna inanıyorlardı. Yine de hiçbiri ataları Drathin'in mühürlediği o kudretli kılıcı serbest bırakamadı. Ama Drathin'in hatası yoktu, gizemli kahinin verdiği bilgiye göre o kişi muhakkak gelecekti, ve Enisard'ı beklenen o mutlak kıyametten kurtaracaktı.

Bütün bunlar olurken kimse Ela'yı görmemişti...

Bölüm 1 - Batan Güneş

İnsanların surlar ve güçlü muhafızlar arasında huzur ve mutlulukla yaşadığı Lotheas şehrinde bir gün daha sona eriyordu. Güneş, batının yüksek dağlarının ardındaki Westgate kasabasına doğru alçalıyordu. Esnaflar ve zanaatkârlar yavaş yavaş dükkanlarını kilitlemeye, akşam için hazırlık yapmış hancılar ise ışıklarını yakmaya başlamıştı. Sokaklar yazın bunaltıcı havasında çalışmış, şimdi evlerine gidip ailesiyle zaman geçirmek isteyen insanlarla doluydu. Bazıları evlerine yürüyerek gidiyor, bazıları ise şehrin diğer ucuna ulaşmak için at arabalarını tercih ediyorlardı. Bu sırada insanlar ne kadar bitkin olsalar da, şehrin ortasındaki, surların arasındaki o göz alıcı ve devasa saraya bakmadan geçmiyorlardı. Şehrin tam ortasındaki büyük Lotheas sarayı, yüzyıllar önce yaşamış Sir Rector Lotheas tarafından inşa ettirilmişti. Komutan Sir Lotheas, tigraların oluşturdukları tehdidi gördüğü için çok geç olmadan Tignoel kıtasını ele geçirmeye başladı. Bunun sonucunda da Drathin Krallığı'na bağlı bir eyalet olan Lotheas şehri ortaya çıkmıştı. Şehrin sınırları Tignoel'in neredeyse yarısını kaplıyordu. Tignoel'de yaşayan insanlar ise genellikle savaşçılardı, bu yüzden ana şehir, daha güvenli olan Drathin kıtasında bulunuyordu. Burada tigra bulunmazdı, fakat onları destekleyen ve krallığa ihanet edenler bulunurdu. Yine de Lotheas şehri bu yıkılmaz devasa surlarım arasında güvendeydi ve Sir Lotheas'ın soyundan gelen Lord Thalden Lotheas'ın varlığıyla da öyle olmaya devam edecekti...

Lynn Rattleheart, şehrin nam-ı diğer en genç yetenekli silah yapımcısı, herkes gibi şehrin merkezindeki dükkanını kapatıp surlara yakın olan evine doğru kafasını eğmiş usul adımlarla ilerliyordu. Şu sıralar krallığa ihanet edenlerin eylemleri ve saldırıları artmıştı, muhafızlar onları surlardan uzak tutmak için canla başla savunuyorlardı. Şu ana kadar ölen hiç muhafız olmamıştı. Onların çoğu silahlarının tamiri ve bakımı için Lynn'e gidiyordu ve bu işler yanındaki yetenekli iki yardımcısına rağmen onu yoruyordu. Yine de elde ettiği para hiç de küçümsenecek değerlerde değildi. Çalışmasının ve alın terinin hakkını yeterince alıyordu genç silah ustası. Bugün son teslimatını da yaptıktan sonra dükkanını güvenilir yardımcılarına emanet etmişti ve şimdi rahatlamak ve kardeşi avdan dönene kadar kestirmek için eve doğru yoldaydı. Lotheas'ın sarayı ve yakınındaki büyük dükkanlarını ve hanlarını barındıran merkez bölgesi diğer bölgelerden kısa köprülerle ayrılmıştı. Lynn doğu tarafındaki köprüden geçerken son bir kez arkasına bakmak istedi. Bunu her gün yapıyordu, çünkü saray kulesinin tam bu noktadan görünen kısmındaki balkonunda tam bu vakitte biri beliriyordu. Saçları batmakta olan kızıl güneşin altında daha da kızıllaşan ve kan kırmızısı bir renk alan bu kişi Lord'un kızı Carmine Lotheas idi. Carmine hee gün bu saatte odasının balkonuna çıkar ve batmakta olan güneşi seyrederdi. Onu uzak olmasına rağmen keskin gözleriyle her zaman görürdü Lynn. Ona karşı ayrı bir hayranlığı vardı. Henüz bu hayranlığın nedeninin aşk veya sevgi olup olmadığını fark edememişti silah ustası, fakat bunu fark etse de ona bir faydası dokunmazdı. Leydi Carmine, yüksek rütbeli bir komutanla nişanlıydı, Lynn'in hayal dahi edemeyeceği bir rütbedeki bir komutanla... Lynn bir ruhaniydi, bu yüzden savaş deneyimi vardı. Zamanında şehri kendi yaptığı kılıcını büyük bir çeviklikle kullanarak savunmuştu. Bunun için bir madalyası vardı, fakat bu onu soylu kademesine ya da herhangi bir rütbeye çıkarmamıştı; sadece ülkesine sadık genç bir seferber olarak tanınmasını sağlamıştı. Bunu asıl neden olarak ülkesi için yapmadığını bilen ve anlayan sadece tek bir kişi vardı, bu yüzden bu gibi rütbelerle ve seviyelerle uğraşmıyordu. Onun için önemli olan kendisi ve bütün ailesi olan iki kişiydi. O günden sonra onları kaybetmemek için elinden ne gelirse yapar olmuştu. Avcı kardeşi ve sadık kurt dostu Blig onun herşeyiydi, onları kaybedemezdi...

Önünde beliren bir muhafızın üzerindeki ejderha figürlü gümüş zırhı ile ışığı onun gözüne yansıtmasıyla birden kendine geldi. Düşüncelere, eski anılara dalıp gitmişti, kendini nasıl bu denli kaptırdığını anlamamıştı.

Muhafız Lynn'i kolundan tuttuğu gibi kenara çekti.
“Bir gün biri nereye baktığını fark edecek!” dedi kulağına doğru fısıldayarak. Bu, silah ustasının başını derde sokabilirdi, fakat o bunu aldırmıyordu. Hem herkes kızıl saçlı leydiye hayrandı, kim onu özellikle fark edecekti ki... Lynn muhafızın sert çelik eldivenler giyen ellerinden çevik bir hareketle ayrıldı. Eldivenin altında ezilmiş bileğini ovuşturarak muhafıza hafif sinirli bir bakış fırlattı.

“Ah Fredix, öyle bir niyetimin olmadığını biliyorsun. Sadece o rüzgarda ipek gibi dalgalanan kırmızı saçlarını izlemek hoşuma gidiyor.”

Bu son kısmı istediğinden fazla yüksek bir sesle söylediğinin farkına varmıştı. Fakat etraftaki insanların onları duyacak halleri bile yoktu, ki çok az kişi vardı. Herkes çoktan şehir merkezinden çıkmıştı bile. Bunu görünce ikisi de rahatlarcasına derin bir nefes aldı.
Muhafız kendine geldi, şu an böyle konulara kafa yoracak vakti yoktu. O yüzden bu olayı zihninden uzaklaştırdı ve buraya geliş nedenini hatırladı. Komutanından önemli bir emir almıştı, ve bunu için onun seçilmesinin tek sebebi ise Rattleheart ailesini yakından tanıyor oluşuydu.

Lynn, dağların ardında kaybolmaya başlamış güneş ile birlikte leydinin içeri girdiğini görünce artık burada kalmasının sadece zaman kaybı olacağını anladı. Fakat tam gitmeye yeltenmişken ejder zırhlı muhafız onu durdurdu.

“Bekle, seninle birşey konuşmam gerekiyor.”

Lynn bunun üzerine durdu ve sağ yanağında eskiden kalma bir yaranın izi olan muhafızın yüzüne “Ne var?” dercesine bir bakış attı. Yorgundu ve evine gidip yumuşak yatağına uzanmak istiyordu.

Fredix kimsenin onları dinlemediğinden emin olmak için etrafa bakındı, ardından silah ustasını biraz daha kenara çekerek kulağına fısıldadı. “Başmuhafızdan Valen'ı saraya götürmemle ilgili bir emir aldım. Bana bunun ülkenin güvenliğini ilgilendirdiğini bu yüzden de gizli kalmasını söyledi.”

Lynn duyduklarından birşey anlamamıştı. Neden başmuhafız Valen'ı isterdi ki? Ayrıca bunun, ülkenin güvenliğiyle ilgili ne gibi bir bağlantısı olabilirdi? Muhafız, dostunun aklında beliren soru işaretlerini tahmin ediyordu. “Evet garip gelebilir, fakat başmuhafız bana başka bir bilgi vermedi.” dedi canı sıkkın bir şekilde. “Fakat acele etmemiz gerekiyor, onun sabırsız biri olduğunu biliyorsun...”

Lynn bunu biliyordu, lakin yapabileceği birşey yoktu

“Valen yarın sabaha kadar burada olmayacak” diye cevap verdi. “Bolt ile birlikte şehrin dışındaki ormana avlanmaya gitti, orada sabahlayacaktır. ”
Fred bunu duymaktan korkuyordu. Valen her ay böyle avlara çıkardı ve bu ay tam da bu gün çıkası gelmişti. Sabaha kadar bekleyip işten kovulmanın bir manası yoktu.
“Öyleyse hemen onu bulalım” diye yanıtladı. Lynn de aynı fikirdeydi, sonra birden oraya kısa sürede nasıl ulaşacakları sorusu ikisininde zihninde gündeme geliverdi...

Çabucak saray surlarına gittiler. Yürüme mesafesiyle gayet uzakta bulunan şehir kapısına varabilmeleri için atlara ihtiyaçları vardı. Fakat başmuhafızı onları orada bekliyor olarak bulmaları adeta başlarından aşağı kaynar sular dökmüştü, özellikle de Fredix'in.

Başmuhafız, beklediği kişiyi göremeyince sert ve kaslı alnı çatılarak daha da öfkeli bir hal aldı.

“Valen Rattleheart nerede? Buraya sadece kardeşini getirmişsin!” dedi iri başmuhafız Fredix'e doğru yürüyerek.

Fredix, refleksi sayesinde hemen hazır ol pozisyonuna geçti.

“Komutanım, Valen şu an şehirde değilmiş. Fakat kardeşi Lynn yerini biliyor. İzninizle iki ata ihtiyacımız va-”

Öfkeli ve sabırsız komutan, muhafızın sözünü keskin bir bıçak gibi kesiverdi.

“Zaman yok! Madem kardeşi burada, sana ihtiyacım kalmadı. Onu bulmaya ben gideceğim, daha fazla zamanı çöpe atamayız.”

Fredix'in bu kaba ve sabırsız komutanına karşılık verebilme gibi bir lüksü yoktu. Şehrin başmuhafızı ve komutanı olan Tardus Stoneford ondan katbe kat üstündü, üstelik Lord ile yakından bir bağı vardı. Ona karşı ters tek bir kelimesi, üzerindeki siyah ejderha motifli çelik zırhı giymesini sağlayan rütbesinin alınmasına yeterdi. Başmuhafız Tardus çabucak öfkelenebilen iri ve güçlü bir adamdı, ve onu öfkelendirmeyi kimse istemezdi. Fakat aynı zamanda ülkesine ve lorduna sadık bir askerdi. Krallığı tehdit eden herhangi bir şey karşısında daima saldırgan ve öfkeli olurdu. Bu yüzden Fredix hiç sesini çıkarmadı. Sadece her zaman kendi bildiğini yapan arkadaşının bu sefer de aynı şeyi yapmaması için dua ediyordu...

Lynn bu adamı her zaman küstah ve itici bulmuştu. Kendini gücü ve seviyesi yüzünden çok yüksekte görüyordu ve emri altındakilere zor işler yüklemekten hoşlanıyordu. O güzel ve narin leydi Carmine'in nasıl olup da bunun gibi kaba saba bir herifle nişanlı olduğunu pekalâ anlayamıyordu. Bir gül kadar narin olan leydi buna layık değildi, muhtemelen her zaman olduğu gibi sosyal statü için olan bir evlilikti bu. Lynn içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordu, bunun tek nedeni ise dostunun başına kötü birşeyin gelmesini önlemekti.

Tardus sadece basit bir silah yapımcısı olarak tanıdığı Lynn Rattleheart'a döndü. “Kardeşinin nerede olduğunu bana söyle, senin daha ilerisine gelmene gerek yok.” dedi sert ve kalın sesiyle. Lynn artık kendini daha da zor tutuyordu, az kalsın adamın suratına bir yumruk savuracaktı. Fakat muhtemelen bu onu etkilemezdi, bu yüzden bu fikirden vazgeçti.

Tam komutana zorunlu bir cevap vereceği sırada kapının oradan komutana seslenen bir ses onu kurtarmıştı.

“Komutan, neden bu kadar acele ediyorsunuz? Benim kitabımda acele etmek sadece düzeni ve istikrarı bozar. Buna hiç gerek yok.”

İri komutan Tardus bu sesi işitince titremesine engel olamamıştı. Hemen sesin geldiği kişiye doğru döndü ve dizlerinin üstüne çökerek birden alçalan ve sakinleşen sesiyle konuşmaya başladı.

“Ama efendim, burada olduğunuz bilinmemeli. Şehirde ajanlar olabilir. Eğer burada olduğunuzu-”

“Bu kadar önlem yersiz” diyerek adeta süt dökmüş kediye dönen muhafızın sözünü kesti. Ardından kapının gölgesinden ileriye çıkarak, üzerinde spiral şeklindeki ejderha motifleri bulunan yeşim rengi büyücü cüppesiyle kendini gösterdi. Yaşlı gözlerini kısmıştı ve gümüş sakallı yüzünde sakin ve oldukça samimi bir gülümseme vardı.

“Bir ejderhayı böylesine küçük bir sarayda gözlerden ırak tutamazsınız”

Bölüm 1 sonu.

Sayfa: [1]