Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - DrSayko

Sayfa: [1]
1
Düşler Limanı / Kar, Karı, Kaan'ın Kârı
« : 19 Mart 2014, 19:33:16 »
Dublesine baktığında iki yudumluk içkisi kaldığını farketmiştir. Hafif morali bozulur. Zoraki bir yudum daha alıp, suratı barın öte yanındaki DJ'ye yönelir. Hafif gerilmiştir. Çünkü hala daha istediği parçayı çalmamıştır DJ. Cebindeki son parayı da, barmenin tavsiye ettiği, "çok kaliteli" sek vodkaya harcamıştır. Çok kaliteli vodka hiç de o kadar kaliteli değildir. On dakikada tüketmiştir, fakat içinde fevri keyfin kırıntısı yoktur. DJ'ye bakar tekrar. Bakışları keşisebilse sempatik sarhoş gibi kadehini ona kaldıracak, iki saattir beklediği The Musical Box adlı parçasını hatırlatmaya çalışacaktır. Tabi herif unutmadıysa.

"..but the clock, tick tock... on the mantlepiece.."

Gözlerini bu defa tavana diker. O sırada garsonlardan biri gelip önünde dikilir. Bakış açısı tavan hizasındaki güneş gözlüğü takan garsonla kesişir.
"Birşey ister misiniz?" diye sorar garson.
"Niye güneş gözlüğü takıyor ki bu adam? Önünü nasıl görüyor ki bu loş ışıkta?" diye düşünür. Kulaklarına dikkat edince, adamın kepçe olduğunu farkeder. "Sonar dalgalar.. Yarasa gibi birşey bu..."

"Evet, iki şey istiyorum; DJ arkadaştan iki saat önce bir parça istemiştim, sanırım unuttu. Hatırlatır mısın?"
"Tabi, neydi parça?"
"Genesis'ten The Musical Box istemiştim."
"Tabi, hatırlatayım şimdi. Diğeri neydi?"
"Diğeri mi? Bilmem düşünmedim. Sadece o parça."
"Yok yani diğer isteğiniz neydi demek istedim..."
"Haa.. Ee aslında bu bir rica olacak. Son paramı şu su gibi şeye vermiştim. Fakat kafam hala normal. Daha sert birşey getirebilir misiniz?"
"Hımm.. Ben size bir duble rakı getireyim iyisimi. Sert değil ama işini görür."
"İyi fikir. Yalnız... eee.. hesaba yazabilir misin?"

Adam şöyle bir düşünür ve gözlüğünü çıkarır. Muhtemelen evvelsi gün biri ya da birileri iki gözünü de morartmıştır;

"Normalde buna iznim yok ama sana bi' kıyak yapıcam dostum"
"Vay be, senden hiç beklemezdim."
"Ne demek istiyosun?"
"Yok bir garsonun içki ısmarlaması falan..."
"Ne ısmarlaması kardeşim borç hanene yazıyoruz işte..."
"Haa.. Tabi ya.. pardon"

Garson suratını ekşitip gider. Önce  DJ'in sonra da barmenin yanına uğrar. İki dakika sonra, iki saattir beklediği parça çalmaya başlamış ve rakısı gelmiştir. Aynı anda da keyfi yerine...

***

Gene düşüncelere dalıp gitmişti. Sıradan insanların böyle ortamlarda yapmayacağı bir şeydi. Düşünmezlerdi, gecenin, mekanın ve sohbetin tadını çıkarırlardı. Bu zaten bildiği ve gözlemlediği şeydi. Bir Japon atasözü aklına geldi; "Yemek yerken sadece ye, uyurken sadece uyu, çalışırken sadece çalış, eğlenirken sadece eğlen, işerken sadece işe..." gibi birşeydi. Yani o an ne yapıyosan ona odaklan. O da üç Japonun yapabileceği işi yapıyordu; içip düşünürken dinlemek. Sonra parça coştu ve biraz olsun keyfi yerine geldi. Müzik bittikten sonra duble rakısını fon-dip yapıp dışarı çıktı. Yağmur başlamıştı. Hava buz gibiyken karı beklerdi.
"Hava buz gibiyken karı bekliyordum"
Aslında beklediği yağan kardı ama hoşuna gitmişti bu klişe.
"Hava buz gibiyken karı bekliyordum
karlar yumuşak, beklerim karı
teni yumuşak, buldum mu karı
bu sadece sanrı...." gibi saçma sapan bir şarkıya başlamıştı. Rakı çabucak çarpmış olmalıydı. Çok kaliteli vodkanın üstüne içince tabi daha etkili olmuştu. Bir anda sokak gözüne daha renkli gelmişti. Bir kaç hatun buz gibi havaya rağmen şortla dolaşıyor, şuh kahkahalarını patlatıp yoldan geçen bir sürü herife laf atıyordu. Adamlar aptala dönmüş gibi kadınlara bakıyordu. Ne yapacaklardı ya, atlayacaklar mıydı? Tam da düşündüğü gibi, herifin teki hatunlara koşturup laf atarak yaklaştı, sonra birden durdu. Aynen geri dönüp el kol hareketiyle yoluna devam etti; travestilerden biri hayalarını tutmuş bağıra çağıra herife bişeyler söyledi ve arkadaşıyla kakara kikiri yollarına devam ettiler.

O sırada cebinde titreşim hissetti. Telefonu açmadan ekrana baktı; 0049'la başlayan bir numaraydı. Tanıdık gelmiyordu.
"halloooouu..."
"alo?"
"niaabee"
"alo?"
"niaaaabbeee.. sandra.."
"sandra? yanlış numarayı aradınız"
"ahahahhaa.. yanliiş.. ahaha.. dooru dooru.. sandra been!"
"haaa sandraa.. naaber? yani.. hey how are youuu.."
"iyi ben iyiii. niaabee Kaan? geldim istanbuğ nerde seeen..."

İki yıl önce evinde misafir ettiği, Erasmus öğrencisi Sara'nın ablasıydı arayan. Sandra, kardeşini ziyarete geldiği ilk günden beri onunla aralarında süper bir iletişim oluşmuştu. Kız hem güzel hem de sıcak kanlıydı.

"ben taksim, eve gidiyor ama...going home.."
"aaa ne güzeeğl.. ben taksim too.. özledi ben.. i miss you.. seen nerdee?"
"a-ha hadi yaa?! yani.. reaally?.. where are you? in a bar or where.. where are you?"
"too no...se.. ben.. ar...e.."
"alo? alo! hey.. duyuyor musuuun? heey.."
"ar...eaa.."
"hey did you heaAAAR MEEE! HALOOO"

Hat aniden kesilir. Tekrar aradığında ise ulaşamaz. Gürültüden kızın ne dediğini anlayamamış, sadece ilk iki harfini duymuştur.
"aa, ree.. ee.. bura ne yahu?"
En yakın bara gidip bodyguard'a ilk iki harfi A-R olan yerleri sorar. Bodyguard yumruğunu kaldırdığında, Kaan yarım adım geriler. Yumruğun parmakları teker teker açılır ve herif saymaya başlar "Araf.. Arasta.. Arjin..Arka sokak.. Arsen Lüpen.. Artiste..."
Şansı yaver gidiyordur fakat saydığı yerler çok alakasız mekanlardır. Altı mekanı bulmak için oradan oraya koşturur, bu arada sürekli telefon ederek Sandra'ya ulaşmaya çalışır. Ama nafile. Mekanları teker teker dolaşmaktan başka çare yoktur.

Beşini gezdikten sonra son durak Araf'tır. Oldum olası tiksinmiştir bu mekandan. Hatta bir an tereddüt edip eve dönmeyi düşünse de, durumu abartmamak gerektiğine kanaat getirir. Kapıda birikmiş, güruhun arasına karışır. Araf izbandutlarına yalakalık yapan damsız ordusu arasından sıyrılmalı, içeri girmek için bir kızı ikna etmek zorundadır. Fakat etraftaki tek kız, barın karşısında bekleyen fahişedir. Gidip ona sorsa, randevu, astarı yüzünden pahalıya patlayabilirdi. Gene de şansını dener.

"Eee.. Merhaba nasılsın?"
"Bomba gibiyim şekerim görmüyo musun?"
"Ehaha.. Tabi ya fıstık gibisin..."
"Hadi o zaman yiğidim, gidelim!"
"Tabi, tabi gidelim. Ama dur... önce bir yere uğramamız lazım"
"A-aa nereye be iki saattir bekliyoruz burda hava bok gibi soğuk, ısıt koçum beni ısıt! A-haha-hihihi!"
"Tamam yahu iki dakika sadece, çok değil.."

"Bir deyiş vardır; eğer şans bir tanrı olsaydı, ona tapardım" diye iç geçirir. Gecenin monotonluğuna karşı iki sıfır önde olduğunu düşünür, keyiflenir. Tabi çekirgenin üçüncü sıçrayışı gibi. Kaan da Sandra'ye ulaşmak üzere, A-R harflerinin son durağı olan, deliler evi Araf katına sıçramaya başlar. Asansörde sıra olduğu için merdivenleri ikişer üçer çıkar. Hatta öyle hızlı tırmanmıştır ki, sözde kiralık partneri, arkasından ana avrat küfrü basar. Topuklarından biri kırıldığı için... Fırsat bu fırsat, kadını ekebileceğini hisseder. Binanın son katına geldiğinde iflahı kesilmiştir artık. Gene de son durak ve son şans testi...

Etraf hınca hınç, deli gibi danseden, yiyişen çift ve çift olmayanlarla kaynıyordur. Araf, isminin hakkını veriyordur. Lakin tek eksik olan Sandra'ya açılan cennet kapısıdır.

Hatırladığı kadarı ile Sandra sarışındır. Mekandaki tüm sarı kafalara göz gezdirmeye çalışsa da, kalabalıkta hoplayan tipler yüzünden bir türlü odaklanamaz. Doğruca güruha dalar ve gözlerini dört açar.

Yaklaşık on dakika boyunca bir oraya bir buraya savrulur. Bu arada üç kişi birasını, vodkasını içtiği her ne ise üzerine boca etmiştir. Gene de yılmaz, yoluna devam eder, etmeye çalışır. Güzergah o kadar zorludur ki, pek de büyük olmayan mekanı dolduran kalabalık yüzünden milim milim ilerleyebiliyordur. Sonunda dayanamaz ve kendini bar ve teras kapısının birleştiği köşeye zar zor atar. Kan-ter içinde susuzluktan kıvrandığını hisseder. Elini cebine atıp birşey ısmarlamak istese de vazgeçer, çünkü meteliksizdir. Saatine bakar, sabaha dört vardır. Sandra'nın orada bulunmadığı ihtimali aklına düşer ve morali bozulur. Son otobüsü çoktan kaçırmıştır ve sabaha kadar sokakta sürtme düşüncesiyle iyice bunalır, kızarır, başı dönmeye başlar. Tuvalete doğru yöneldiğinde, ansızın kolundan kavrayan bir el onu gerisin geriye çevirir;
"Kaaan ahahahaaa wilkommee.. geldiin..."
Sandra, Kaan'a sıkı sıkı, sarılır öper. Gürültü içinde birşeyler söyler ve hiç birşey anlayamaz Kaan.
"Aahh.. Sonunda.. finally.. Telefon kesik.. kesildi.. discon.."
"Ja ja.. bitti şarj.. sorry so sorry.."
"Ben çok şaşırdım sen Türkçe iyi, konuşuyorsun"
"Ja jaaa.. eveet benim erkek arkadaş Türk, öğretti bana"
"Aaaa... aaaaaa.. erkek arkadaş Türk"
"Ja jaa.. eveet.. burada geldik beraber.."
"Aaaa.. aaa.. hadi yaa... "
"Eveet, çok şaşırdın ama?"
"Eveet, şaşırdım da...daa.."
"Daa.. evet evet rusça mı öğreniyor sen hahaha..."
"Yaa yaa.. hay allah.. sevgili burda haa?"

"Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar... şans olsa olsa şeytan olurdu.." diye düşünür Kaan..

"Kaan sen nerde kalıyor? Senin ev aynı? Büyük ev, oda çok senin"
"Eevet aynı ev, neden?"
"Kaan yarın asker gidecek. Asker yakın burası. Senin ev yakın asker"
"Nee? Yok.. Nein! ben asker bitti çok önce.. on beş ay.. söyledim sana.."
"Ahahah.. Kaan benim erkek arkadaş, senin isim aynı. O gidecek asker"
"Haa.."
"Unuttum ben.. aynı isim"
"Hııı..."
"Biz senin ev kalabilir miğ? Asker yakın senin ev"
"Haaa.. hmm..."
"Aaa Kaan gel bak tanııış.. Kaaan caniim bu benim arkadaşş, Kaan..."
"Ehehe.. Vaay Kaan sensin ha? Naber kardeş?"
"Haa.. evet benim.. İyi, iyi sen nasılsın?"
"Ben süperim yaa.. Vatani görev işte. Geldik yapıcaz, gidicez..."
"Vah vah.. şey yani vay anasını be taa ordan buna geldin ha?"
"Valla ya çok heyecanlıyım aslında.. Otuz bin lira falan ama yapıcaz işte.."
"Otuz bin? Yapacaksın.. Vay anasını.. Nasıl oluyor ya?"
"Ya işte gidip bankaya sıraya giriyosun sonra şube falan.. orada da birsürü sıra oluyormuş.. Acayip işler"
"Harbiden acayip işler ha!"
"Çekilir dava değil kardeş, iki-üç saat sıra beklicem"
"Zor.. çok zor senin işin... üç saat sıra çekilir mi yahu!"
"He ya... Haa bişey içer misin? Ismarliim, bendensin hahaha.."
"Valla iyi olur yahu, dilim damağım kurudu.. Hmm bi vodka iyi gider aslında"
"Tamam kardeş geliyorum, Sandra'ya dikkat et çakal çok burada.. hahahaaa!"
"Ayıp ettin ya, bilirim çakal, kurt, tilki falan filan.."

Çekirge üç değil beş-altı kere sıçmış olmalıydı. "Sen kalk onca yolu koştur, tepin ve sonra.. olacak şey değil..." diye hayıflanır Kaan. Arada Sandra ile konuşurlar çat-pat, sonra kız gider sevgilisiyle danseder eğlenir. "Hayır yani... Tamam, önceden haberim olsa farketmez de.. ne gerek var şimdi boşu boşuna heveslendik. Neyse... A-ha! Damım orada, tamamen unutmuştum..."

Yarım saat önce tabana kuvvet kaçtığı kadının yanına gider. Kadın onu görünce önce bir tokat aşkeder Kaan'ın yüzüne, sonra da küfrü basar elindeki kırık topuğu göstererek. Aynı anda kirpi saçlı iki tip biter kadının yanına. Anlaşılan o gece "üçlü" takılacaktır. Heriflerden biri Kaan'ın yakasına yapışarak, kadının namusunu korumaya yeltenirler. Çok hızlı gelişen olaylar yüzünden önce afallasa da, elindeki bardağı adamın kafasına geçiren Kaan kendini geri atar. Kadının diğer sapı atlar bu sefer üstüne. Adam zaten zil zurna sarhoş olduğu için, Kaan'ın hamle yapmasına gerek kalmaz; yana doğru hızlıca çekilir ve ikinci sap kafayı bara çarparak bayılır. O sırada Araf'ın zebanileri Kaan'ın koluna yapışır ve direkt yaka paça dışarı atar. Olayın çekirge ile alakası kalmamıştır artık beş, altı, sekiz, on derken kendini kapının önünde bulmuştur.

Yağmur kara dönmüş, Kaan'ın dileği kısmen gerçekleşmiştir.

2
Düşler Limanı / Hemşire; şah ve mat!
« : 24 Ocak 2014, 19:47:55 »
"Kulak çınlamasıyla nasıl başa çıkabilir insan? Hiç birşey dinlemek ve duymak istemiyor, sadece sessizlikle başbaşa kalmayı kafaya koyduysan, çınlama devreye girer. Asla ve asla seni yalnız bırakmaz. Ta ki unuttuğun zamana kadar. Dikkat çekmek için çırpınır çınlama. Önünde dolanan, sürekli havlayıp zıplayan, kuyruk sallayan köpek gibi, "birşeyler anlatmak istiyor galiba" klişesi akla gelir. Çınlama birşeyler anlatmak istiyordur. Çok yüksek frekansta.

Şöyle düşünelim; elimizde süper teknolojik bir aygıt var. Kabloları kulaklarımıza sokuyoruz. Duyduğumuz neyse onu kaydediyor. En büyük özelliği, beyninde algıladıklarını kaydediyor. Çınlama gibi soyut bir sesi bile... Sonra bu yüksek frekans kaydı alıp on kez yavaşlatıyorsun. Ortaya çıkan sonuç müthiş! Aynı gece görülen "7 saniyelik" roman gibi rüyalara benzer, yavaşlatılmış çınlamalarda ise ortaya çıkan anlam şu; bir ay öncesine kadar duyduğun herşey tam iki dakika içinde yankı yapıyor zihninde."

"bakın bunu hiç bir yerde duymamıştım profesör. Çok ilginç bir tespitte bulundunuz."
"öyle olmasaydı üstünde çalışmazdım ya? Gerçek şu ki, bu tür keşifler yapacak ne isteğim ne de zamanım olur. Tüm vaktimi zaten keşfedilmiş icatların daha da geliştirilmesine harcarım. Mesela rüyaları kaydeden bir makina var. Şimdi adını hatırlayamadığım çok saygın bir bilim-adamı tarafından icat edilmiş. Alet öyle kusursuz çalışıyor ki, hatırlayamadığımız tüm ayrıntıları gözler önüne seriyor."
"inanılmaz! Bakın profesör şaka yapacak bir kişiliğiniz olduğunu sanmıyorum. Ama bir ihtimal... Dalga mı geçiyorsunuz? Bunca zamandır popüler bilim haricinde ortaya çıkan çalışmaları araştırdım, inceledim, devasa bir kütüphanede saklıyorum. Ama rüya kaydeden makinayla ilgili hiçbir veri yok elimde. Açıkçası olanaksız!"
"hahaha.. Değerli dostum, kendinize haksızlık etmeyin lütfen. Dünya küçük derler ama bu tamamen insanoğlunun kibirinden kaynaklanır. Aslında oldukça büyük bir gezegende yaşıyoruz. Üstelik nüfus göz önüne alındığında, en kötü ihtimalle yüzde beşi bilim ve ilgili alanlarda türlü türlü araştırmalar yapıyor. On milyon bilim-insanının tüm çalışmalarını takip etmenize olanak yok. Kısaca, bahsettiğim alet gerçekten var. Hatta yarın sizin için çok güzel bir sunum yapacağım."
"oh! Bu harika işte! Ah... Bu arada unuttum, hemşire sizi arıyordu"
"aman tanrım! Hangisi?"
"işe yeni aldıkları hemşire. Hani bozayı gibi iri olan. Eskiden güreşçiymiş ya hani..."
"hay aksi şeytan! Farketti galiba.. Ben hemen tüyeyim. Ertesi güne kadar benden haberin yok tamam mı?"
"anlayamadım profesör, neyi farketti?"
"ilaçları poker için kullandığımı tabi!"
"tüh.. Ee nasıl anlamış olabilir peki?"
"bu sabah astronotun ne kadar tuhaf davrandığını hatırlıyor musun? Hani kişneye kişneye koşturuyordu koridorda."
"evet de..."
"hay aksi geliyor işte!"

Profesör kirli çamaşırların atıldığı bölmeye atlar ve bir anda gözden kaybolur. Hemşire kapıyı bir hışımla açtığında nostradamus'un tek başına satranç oynadığını görür. Kapı kapanır ve hastaları yataklara çağıran melodi çalmaya başlar.

3
Düşler Limanı / Sıfırın Altında
« : 03 Ocak 2014, 19:30:24 »
On dakika önce aldığım kahve fincanı avuçlarımın içinde soğumaya başlamıştı. Isıtıcının gürültüsü sadece sıcak bir yanılsama yaratıyordu. Mekanda kimse yoktu. Ben ve dükkan sahibi yaşlı kadın. Sanki yıllardır durmadan çalışıyor gibiydi. Aslında gün boyunca, topu topu bir elin parmağını geçmeyen müşterilere hizmet ediyordu. Yorucu olan iş değil, bitmeyen kış mevsimiydi. Dört yıldan bu yana süre giden kar, tipi ve buz fırtınaları yüzünden mevsim kavramını yitirmiştik. Yılın altıncı ayından sonra üç aylık dönemde fırtına ve yağışlar biraz olsun yavaşlıyor, yerini bulutların ardında kendini belli etmeye çalışan zayıf güneş ışığına bırakıyordu. Ardından tekrar tipi ve fırtına döngüsü başlıyordu.

İnsanların hatıraları zaman geçtikçe beyaz bir sis örtüsüyle kaplanıyordu. Bahsettikleri sadece dörtbuçuk yıl öncesinin güneşli son günleriydi. O dönemde ne basın ne de devlet mini-buzul çağından gerektiği ciddiyette bahsetmemişti. Sürekli gündem değişip duruyordu. Cebimden haritayı çıkarıp baktığımda, artık aşınmış olan ülke sınırları, şimdi olduğu gibi silikleşen dünya coğrafyasının ucuz taklidi gibiydi. Yüzmilyonlarca yıl öncesine ait Pangea dirilmiş, şimdiki torunları olan parçalanmış kıtalarla, milyonlarca tür canlı varlık ve onlara hükmettiğini düşünen yedi milyarı aşkın insan topluluğuyla alay ediyordu. Sınırlar artık yoktu.

Ütopik hayallerin enerji kaynakları yeterli gelmiyordu. Bolluğun ötesinde rüzgarları gerçekçi şekilde değerlendirecek tesisler yapılamamıştı. Aynı durum okyanusların dalga enerjisi ve termal kaynaklar için de geçerliydi. Güneş enerjisi zaten ölmüştü. Güçsüz bilincin çoğunluğu ile bilinçli-şuursuz ve tekel azınlığın oluşturduğu toplum, beklenildiği gibi gafil avlanmıştı. "Temiz" enerji üretimi için çok geç kalınmıştı. Geriye kalan bir kaç yılda fosil yakıtları hızla tüketeceğimiz bir gerçekti. Sanallaştırılmış maddiyat, sayısallaştırılmış krediler önemsizdi; kimsenin parayla işi yoktu zaten. Eskiden, çevresel tehdidi yüzünden karşı çıkılan nükleer enerji, şu an kurtuluş ve hayatta kalma seçeneği olarak, mecburen kabul görmüştü. Uygarlık, yepyeni hayati bir adaptasyon çağına girmişti.

Kutuplara yakın ülke insanları adına sorun nispeten daha azdı. Zaten çağlar boyu böyle yaşıyorlardı. Kuzeyin soğuk insanları, şimdinin en saygı gören kesimiydi. Bedensel açıdan mini-buzul çağı virüslerine  karşı dirençleri daha yüksekti. Atmosferin ısıyı küresel çapta homojen olarak sabitlemesi sayesinde, onlar açısından pek bir değişiklik olmamıştı. Bağışık sistemleri gelişkin İskandinav ülkeleri, Rusya ve Kanada'nın tamamında yaşayan insanlar, özellikle sağlık ve sosyolojik yaşam koşullarında stratejik ve bilimsel eğitim almış olanlar, bir anda dünyanın en saygın kesimini oluşturmuştu. Küresel çapta iletişim ağının sürekli olarak kesintiye uğraması; atmosfer üstü uyduların buzul fırtınaları yüzünden kopan bağlantıları, kısa dalga GSM ve benzeri telekomünikasyon sistemlerinin iş göremeyişi nedeniyle, direnç-toplumu üyeleri, geçmişte birikim sağlamış  ülkelerin yönetimi tarafından çağrılıyor, krallar gibi ağırlanıyordu. Misafir edildikleri topraklara maddi değil, sosyal açıdan üst düzey lüksü yaşama vaadleriyle ikna ediliyorlardı. Ailesi olanlar için olabildiğince mükemmel yaşam alanları sunuluyordu; yeraltında kurulmuş, cennet bahçeleri niteliğinde yapay kentler, bitkisel örtünün yüksek kalite taklidi yeşil alamlar ve parklar, eğlence merkezleri, termal havuzlar ve yapay göletler, çocukları için eğitim merkezleri; ebeveynlere, sanal gökyüzü simülasyonları ile kaplı video tavanlarıyla döşenmiş spor sahaları, mini-alışveriş merkezleri, beş-boyutlu sinemalar -gösterimdeki filmlerin hepsi tekrar revize edilmiş ve sanal karakterlerle süslenmişti-, yeraltı mini-yapay nehirlerde su sporları ve akla gelebilecek her türlü lüks tüketim icatları sunulmuştu. Bekar olanları ise bunlara ek olarak, tarih tiyatrosunun canlandırıldığı mekanlarda, fantastik erotik oyuncularla reddedilemeyecek hikayeleri tekrar tekrar yaşıyorlardı. Üstelik tüm bu imkanlar, ultra-üst düzeyde güvenlik güçleri ve nanometrik incelikte nükleer zarla kaplı güvenlik duvarlarıyla korunuyordu.

Müziğin tınısı son bulduğunda, kulaklarımda tiz çınlamanın şiddetiyle kendime gelmiştim. Mekan sahibi kadın ışıkları kapamış, köşesine çekilmişti. Hesabı kapamak üzere aküyü slota yerleştirdim ve kafenin kapıları açıldı. Paletleri kontrol ettikten sonra tekrar yola çıktım. Aracı manyetik hatta sabitleyerek uykuya daldım.

4
Müzik / Ghost Comrades (Prog-Rock)
« : 25 Aralık 2013, 21:33:22 »
Özellikle Prog-rock dinleyicisi için ilginç bir lezzet olabilir

Wake Up (Part I)

Lunatic's Lament

5
Yazarlar / Stanislaw Lem
« : 20 Aralık 2013, 21:01:30 »
Öncelikle selamlar. Henüz ilk mesajım ama çok iddialı bir ismi ön plana çıkarmak istedim. Forumda duymayanlar ya da bu çok önemli bilim-kurgu yazarını unutanlar olmuş -ki arama yaptığımda tek bir cümle içinde bile Stanislaw Lem geçmediğini gördüm  :ne  Doğal olarak çok da şaşırdım. Bu arada girişim ukalaca gelebilir belki ama öyle bir niyetim yok pekala. Tam tersine bilim-kurgu konusunda susuzluk-açlık çeken arkadaşlara müthiş bir haber olarak algılansın isterim. :)

Stanislaw Lem'in kim olduğuna dair bilgiler yazmama gerek yok aslında. Büyük ihtimalle merak edecek ve google'dan kısa bir araştırmayla olabildiğince bilgi toplayabileceksiniz. Ben, daha ziyade Türkçe'ye çevrilmiş eserlerinden öneriler sıralayacağım. Biraz önce tekrar saydım, 16 eseri dilimize çevrilmiş. Henüz çevrilmeyen bir o kadar romanı var. Bunların dışında kurgusal olmayan tonla eseri ve sinemaya uyarlarmış bir sürü film var. "Solaris" bunların en ünlüsü.

Ha, bu arada ben kimim?  Özgeçmişimi geçelim tabi- kısaca belli bir kalitenin altına düşmeyen her türlü bilim-kurgu yapımın incelenmesini tercih eden biriyim. Öyle ki evrenle ilgili popüler olan-olmayan belgesel yakaladım mı tekrar tekrar izleyen bir yaratığım. Edebiyat takipçisi olarak iddialı değilim ama aşağıdaki listenin sizi tatmin edeceği konusunda her türlü iddiaya girebilirim. Herneyse konuyu dağıtmadan, orijinallik sırasına göre kendimce bir liste sunuyorum:

- Yenilmez (Invincible)
- Yıldızlardan Dönüş (Return from the Stars)
- Dünyada Barış (Peace on Earth)
- Fiyasko (Fiasco)
- Gelecekbilim Kongresi (The Futurological Congress)
- Soruşturma (The Investigation)
- Küvette Bulunan Günce (Memoirs Found in a Bathtub)
- Ölümlü Makineler (Mortal Engines)
- Solaris
- İnsanın Bir Dakikası (One Human Minute)
- Hayali Büyüklük (Imaginary Magnitude)

Bu arada yazarı tanımanız açısından şu sayfayı da ziyaret edebilirsiniz. Gerçi bir kaç site daha var ama o da sizin araştırma dürtünüze kalsın.

Bunlar elimde bulunan eserleri. Zamanında yayım hakkının İletişim'de bulunması nedeniyle "talihsiz" bir şekilde kısıtlı sayıda basılmasından dolayı diğerlerine ulaşmak mümkün olmadı. İnanın kütüphaneniz için hazine değerinde eserlerdir. Bazılarını ikinci el bulma şansınız olabilir.

Şimdi olayı neden bu denli büyüttüğüme gelirsek; yukarıdaki listede bilim-kurgu içinde her türlü dramatik öğeyi iştah kabartan ustalıkla sunduğu içindir. Gerilim, macera, komedi, istatistiksel yorumlar... Hele "İnsanın bir dakikası" topu topu 150 sayfa kadar ama inanılmaz yoğun bilgi akışı mevcut. Herbir eseri ara vermeksizin tüketmek isteyebilirsiniz -ya da hayal görüyorum :)

Neyse... bir kaç dakika önce foruma ulaşmamı sağlayan "bilim kurgu platformu" şeklinde arama yapmam sayesinde oldu. Aylar hatta yıllardır herhangi bir kitaba -iş/güç olsun, ruh hali olsun- kaptıramayışım ve en nihayetinde çektiğim kitap ve hayalgücü açlığı ile sağa sola saldırmam sonunda bu konuyu açmama vesile olmuştur.

Zamanınız ve şansınız varsa bulabildiğiniz eserleri okuyun ve keyfini çıkarmanız tavsiyemdir.
İyi eğlenceler :)

Sayfa: [1]