Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Arcadicus

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / İnek Bekçisi
« : 24 Haziran 2014, 18:26:50 »
Merhaba arkadaşlar. Yazamıyorum, daha doğrusu çok kötü yazıyormuşum gibi geliyor. Canım sıkıldı dedim aklıma ne gelirse yazayım, okuyucular fikirlerini beyan etsin, gerçekten kötü yazıyor muyum anlayayım. Umarım iyi etmişimdir. Gerçekten kötü mü yazıyorum, yoksa bana mı öyle geliyor? Hatalarımla beraber bunu da açıklarsanız sevinirim. İyi okumalar :D

İneklerin başında nöbet tutarak para kazanmak.

Kimin aklına gelirdi ki? Wilcort bile şaşkındı. İş ilanlarına baktığında görmüştü. Bir çiftçi, geceleri ineklerinin başında dikilecek nöbetçi arıyordu. Üstelik maaşı da fena değildi. Wilcort, bundan kolay iş bulamayacağını düşünerek başvurmuştu. Çok kolay olacağını, hemen işe başlayacağını sanmıştı. Ama çiftçi, inekler hakkında ne bildiğini ve ne düşündüğü sorduğunda, öyle sandığı gibi olmayacağını anladı. Çünkü inekler hakkında bildiği tek şey; "memeli" olduklarıydı. Çiftçi bu cevabı beğenmezdi büyük ihtimal. Onu kesinlikle işe aldıracak cevabı bulmalıydı. Bunun için saatlerce düşünmesi gerekti. Ama sabırlıydı çiftçi. O, cevabını verene kadar gazete okumuştu. Zaten iş ilanı için başka gelen de olmamıştı.

Cevabı bulduğunda yapmacık bir şekilde öksürdü, Wilcort. Çiftçi gazeteyi indirip kaşlarını kaldırarak ona baktı.

"Cevabı bulabildin mi, evlat?"

"Evet, efendim," dedi gururla.

"Söyle bakalım."

"İnekler, biz insanoğlunun yaşam kaynağı sütü üreten hayvanlardır, efendim."

"Peki, onlar hakkında ne düşünüyorsun?"

"Şey...ineklerin olmazsa biz insanların da olmayacağını düşünüyorum. Çok önemli hayvanlar, gerçekten."

Çiftçi, gazeteyi sandalyenin üstüne bıraktı ve ayağa kalktı. Büyük an gelmişti.

"Seni sevdim, evlat. İnekleri çok iyi analiz etmişsin. Seni işe alıyorum, bu akşam başlıyorsun."

"Hemen mi?"

"Hemen."


Cevabın inekleri öven ve yücelten bir cevap olması için çaba göstermişti. Çiftçi ineklere tapıyordu. Bu tür cevaplar bekliyordu muhtemelen. Wilcort'tan başkasının gelmemesi ve onun doğru cevabı vermesi, direk işe alınmasını sağlamıştı.

Çok kolay. Eğlenceli. En rahat meslekler arasında bir numara. İnek Bekçiliği.

Öğrenmesi gereken bir şey veya ona patronluk taslayacak kimse yoktu- çiftçi hariç. İneklerin başında bekleyecek ve para kazanacaktı. Bu düşünce, onu rahatlatıyor ve mutlu ediyordu. Çiftliğin mutfağına oturmuş, sütlü kahvesini içerken, ilk kez bir iş için sabırsızlandığını hissetti.

Çiftçi içeriye girdiğinde sütlü kahvesinden son bir yudum aldı ve ayağa kalktı.

"Hazır mısın?" diye sordu çiftçi.

"Hazırım," dedi Wilcort, kendinden emin olarak.

"Öyleyse, ineklerin başına haydi!"

Sadece iki tane ineğin olduğunu görünce, hevesi kaçar gibi oldu, Wilcort'un. Ahırda küçük ve boğucuydu zaten. Ama işin ucunda para vardı. Para için her şeyi yapmaya hazırdı. Hem iki inek varsa, işi daha kolaydı. Başa çıkmak zor olmazdı. Kendisi için saman yığınlarını üst üste yığarak bir yatak yaptı. Yatağına uzandı ve kitabını okumaya başladı. İçerisi fenerlerle gayet yeterli düzeyde aydınlatıldığı için el fenerini açmak zorunda kalmadı.

Arada sırada, başını kitap sayfalarından kaldırdı ve ineklere baktı. Hiç bir sorun yoktu. Öyle ses çıkarmadan duruyorlardı işte. Zaman ilerledikçe canı sıkılmaya başladı. Hayvanlar hakkında okuduğu kitabı ellinci kez okumak bunaltmıştı onu.
Yatağından kalktı ve el fenerini yanına alarak dışarıya çıktı. Ahırın girişinde dikilerek çevreye göz gezdirdi.

Çiftlik şehirden fazla uzakta değildi. Şehrin alev gibi kıvrılan ışıkları rahatlıkla görünüyordu. Arazi düzlüktü ve başka çiftlikler, tarlalar uzanıyordu üstünde. Kısacası tarım için çok uygun bir yerdi.

Bir süre daha dışarıda bekledikten sonra ineklere bakmak için içeriye girdi. Fenerini içeriye doğru tuttu. Ancak inek falan yoktu ortalıklarda. Dehşete kapıldı, Wilcort. Bir anlığına çıkmıştı dışarıya. Sadece bir anlığına. Üstelik kapının önündeydi. Sihirli bir güçle mi yok olmuştu bu hayvanlar. Wilcort, telaşa kapılarak ahırı didik didik etti. Belki samanların altına gizlenmişlerdir diye baktı. Ama hayvanlar yoktu. O sırada-büyük şansızlık- çiftçinin sesi duyuldu.

"Her şey yolunda mı, evlat?"



Olaylar çok hızlı gelişmiş olabilir, betimlemeler ve benzetmeler de kötü olabilir. Bunun dışında gerçekten kötü mü, ya da başka hatalarım var mı onları söyleyin yeterli. Bu kötü yazıyormuşum hissi beni sıkmaya başladı ve büyük oranda hikayelerimi etkiliyor. Devamı da gelecek bu arada.


2
Tartışma Platformu / Yazı Üslubunu Geliştiren Kitaplar
« : 09 Haziran 2014, 20:06:21 »
Bu yaz, yazı üslubumu geliştirmeme az da olsa yardımcı olabilecek kitap önerileri arıyorum. Stephen King`in Yazma Sanatı kitabı listemde. Başka bildiğiniz var mı?

3
Kurgu İskelesi / Kurtuluş Gemisi [Bilim-Kurgu Denemem]
« : 31 Mayıs 2014, 12:41:39 »

General Blaze, heyecan içerisinde komuta odasında dönüp dolaşıyordu. Yaşlı adamı daha önce kimse bu kadar telaşlı ve heyecanlı görmemişti. Elleri ve ayakları titriyordu. Kelleşmiş kafası ve alnı kan ter içinde kalmıştı. Saatlerdir beklediği müjdeli haber geçikmişti. Yoksa bir terslik mi olmuştu. Dakikalar geçtikçe yaşlı adam daha da asabileşiyordu. Şaşkın şaşkın ona bakan askerleri azarlıyor, boş yere bağırıyordu.

Yaklaşık bir ay önce, gezgin uzay gemileri tarafından yeni bir gezegen keşfedilmişti. Uzay gemisi, gezegen üstünde yaptığı birkaç araştırma ve gözlem sonucunda bu gezegenin, şu anda yaşadıkları Slada gezegeninde daha büyük olduğunu saptamıştı.
 
Bunun üzerine, Slada Uzay Krallığı kralı Albero tarafından, gezegene inilmesi ve istila edilmesi yönünde emir gelmişti. Yaklaşık bir hafta süren hazırlıklar sonucunda, Wolf XC45 adı verilen, Albay Spark komutasındaki istilacı birlik gezegene iniş yaptı. Gelen ilk raporlara göre, gezegende herhangi canlıya ait bir iz yoktu. Sadece su ve tropikal ormanları, yeşille morun karışımı olan toprağı ve geceleri aydınlatan altın sarısı uydusu vardı.
Daha sonrasında gelen ikinci raporda, gezegenin terk edilmiş olduğu ve bazı uzaylı yaratıkların gömüldüğü mezarların bulunduğu yazıyordu. Çok eski ve vahşi bir savaşa ait kalıntıların olduğu, gezegenin silah, donanma ve yeni madenlerle dolu olduğu altı çizili şekilde yazılmıştı.
Üçüncü ve son raporda, gezegenin ele geçirilmiş sayılabileceği, çünkü kendilerine karşı koyan hiçbir gücün olmadığı yazılmıştı.

O rapordan sonra Slada halkı bu konu hakkında bilgilendirildi. Aç, sefil ve ihtiyacını güçlükle karşılayan halkın tek güvenci orduydu. Onlar başarabilirse, halk kurtulacaktı.

Bugün Slada halkının kurtuluş günüydü. Herkes gelecek müjdeli haberi bekliyordu. Kurtuluş haberini...
General Blaze, son kez duvara asılmış dijital saate baktı. Halen haber gelmemiş olması endişeleri artırıyordu. Elleri kolları bağlı bekliyorlardı. Dijital saatin yelkovanı her dakikada bir, daktilo sesine benzer ses çıkarıyor, gerginliği iyice artırıyordu.

General Blaze, bir an kendini boğulmuş hissetti, boğazını biri sıkıyor gibiydi. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Kendini zorlukla balkona attı. O zaman, şehir sokaklarını insan seline boğan kalabalığı ve onların ürkütücü bağırışlarını işitti. Halk, "kurtuluş gezegenimizi istiyoruz!" diye bağırıyordu.

Blaze, bir haber ümidiyle içeriye girdi. Ama o haber daha gelmemişti. Askerler sessizdi, sadece saatler konuşuyordu. General dahil kimse gıkını çıkarmaya cesaret edemiyordu o dakikalarda. Saat, 12:00`da ötmeye başladığında General Blaze, duvara dayandı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Yaşlı adamın ağlayışları, insanın içini cız ediyordu. Onların hak ettikleri kader bu muydu? Onların kaderi bu muydu? Soruyordu yaşlı adam ağlarken. Neden yaratıcıları onlara bir şans vermemişti. Yeni ve güzel bir hayat için niye şans vermemişti.Kurtuluş ateşi sönmüştü artık. Wolf XC45 birliğinden haber yoktu. Artık gelemezdi de, zaman dolmuştu çünkü.

General ona korkuyla bakan askerlerine karşı cesur olmalıydı. Kendisini toparladı, gözlerindeki yaşları sildi ve ayağa kalktı. Ama olmuyordu. Bu ufak ve kirli gezegende tıkılı kalmışlardı yine. Tekrar ağlamaya başladı. Kaçmak istiyordu askerlerinden, gözlerden. Yalnız ve sessiz ağlamalıydı.

Dışarı çıkmak için kapı tokmağını kavradı ve kapıyı açtı. Telsizde bir bağırış bir sevinç duyuldu o anda.

 "General, ben Albay Spark. Gezegenin sistemine girmeyi başardık! Başardık!"

Odada bulunan herkes, bir anda coştu. Sevinçten bağırıyor, duvarları yumrukluyor, birbirlerine sarılıyorlardı. Bazıları yerlerde tepiniyordu. Gözyaşları kurtuluş haber içindi şimdi.
General hemen telsizin başına geçti. Askerlerde kendilerini toparlayıp başına toplandılar.

"Spark, beni duyabiliyor musun?"

"O harika sesiniz duyabiliyorum, General."

General, gülümsedi. Bir yandan da ağlıyordu. İki farklı duyguyu aynı anda yaşar gibi, bir yandan ağlıyor bir yandan gülüyordu. Çok mutluydu, çok...

"Spark! Spark, sen ulusumuz kahramanısın. Başardık değil mi? Söyle bana..."

"Başardık Generalim. Halkımız için..."

"Halkımız için," diye tekrar etti odadakiler.

Uzun süre önce insanoğlu tarafından terk edildikleri Slada gezegeninin soğuk ve ölümcül pençesinden kurtulmuşlardı artık. Kral, hemen haberdar edildi. Kim bilir nasıl sevinmişti adam. Belki kral olduğunu unutup yerlerde bağıra çağıra tepinmiş, sevinç gözyaşları akıtmıştı.

O anda halkta müthiş bir sevinç içerisindeydi. O anı yaşayan kimsenin unutamayacağı bir sevinç, bir mutluluk, bir hüzün ve heyecan hakimdi.

General Blaze, meydanda toplanan halkın önünde konuşma yapmak için yüksek platforma çıktı. Ellerinde Sladanın altın kartalını dalgalandıran çocukları, babalarının omuzlarında mutluluk gülücükleri saçarken görünce ağlamamak için kendini tuttu. Herkes ağlıyordu.

"Slada halkı! Bugün çocuklarımızın ve geleceğimizin kurtulduğu gündür!" Kalabalık sevinç içerisinde alkışladı onu.
"Bugün zorlukların aşıldığı, zaferin kazanıldığı gündür. Ordumuzun ve halkımız zaferidir! Bu bizim zaferimizdir!"

Herkes çılgınlar gibi alkışladı yaşlı generali. Yaşlı adam usulca platformdan indi, yeşilleşmiş ve kir bulutlarının kol gezdiği gökyüzüne baktı. Sonra sarmaşıkların çevrelediği yıkık dökük harabelere...

4
Kurgu İskelesi / Komşum Benim
« : 27 Mayıs 2014, 17:00:41 »
Apartmanın dördüncü ve beşinci katlarında alt alta oturan Hamza ve Tahsin Bey, sonu görünmez bir kavgaya tutuşmuşlardı. Tahsin Bey, Hamza Beyin gürültüsünden rahatsızdı. Özellikle akşamları arkadaşlarını toplayıp içmeleri, yüksek sesle bağırıp çağırmaları ve bunu her gece tekrar etmeleri, işe gitmek için uyumaya çalışan Tahsin Beyi çileden çıkarmıştı sonunda.

"Ben insan değil miyim? Eşşek gibi tepiniyorsunuz tepemde. Her gece sizin gürültünüzü mü çekeceğim ben?"

Hamza Bey, vurdumduymaz tavırları olan, kavga etmeyi seven, içkici ve işsiz biriydi. Şikayete sadece Tahsin Bey gelmemişti. Ondan önce de şikayetler gelmişti kendisine. Ama o, duruşunu bozmamış, yine içip müziğin sesini bangır bangır açmıştı. Üstelik evine polis bile gelmiş, iş o derece büyümüştü. Ancak yine fayda etmemişti. Polis onu uyarıp gittikten sonra, Hamza Bey daha da hırçınlaşmıştı.

Bu sefer Tahsin Bey, onu adam edecekti. Belli etmiyordu ama, adama temiz bir dayak atmaya hazırdı. Kendini zor tutuyordu.

Hamza Bey, kıllı göbeğini kaşıdıktan sonra cevap verdi. "Efendim, şimdi bizde insanız. İlla ki ses olacak, illa ki bağırış olacak. Yani, kedi gibi sessiz sedasız hayatımızı mı yaşayalım?"
Hamza Bey, son derece sakindi. Alışkındı insanların şikayetlerini dinlemeye.

"Doğru. Ama bu kadar da olmaz yani! Sabahın yedisinde işe giden adamım. Uyumak istiyorum. İnsan kendi evinde uyuyamayacaksa nerede uyuyacak?"

"Mesela, ahırda uyuyabilir," diye cevap verdi Hamza Bey. Eğleniyordu.

Tahsin Bey, nefsine hakim olmaya çalıştı. Böyle serseri tipli insanlar için kendini rezil etmek istemiyordu.

"Hamzacığım..."

"Öyle canım, şekerim gibi şeyler söyleme, içim gıdıklanıyor."

"Peki, Hamza. Bak kardeşim, benim başımı derde sokma. Seni bu apartmanda istemiyoruz. Kendine müstakil ev al, orada iç eğlen arkadaşlarınla. Burada işe giden, çocuğu olan insanlar var. Karşımdaki Ayşe Hanımın oğlu sizin sesinizden ders çalışamamış geçen akşam."

"Başını niye derde sokayım, Tahsin. Ben yokmuşum gibi yaşa hayatını."

Tahsin Bey, öfkelenmişti. Sesini yükseltti. "Ulan! Nasıl sen yokmuşsun gibi yaşayayım be adam? Her gece senin gürültünü dinliyoruz. Sen deli danalar gibi evde tepin, sonra ben sen yokmuşsun gibi davranayım. İmkansız!"

Sesleri apartmanda yankılanıyordu. Meraklı komşular kapılarını aralamış, gizlice onları dinliyordu.

"Bu apartmandan gitmen için elimden geleni yaparım, ya paşa paşa gidersin, ya da ben seni yollamasını bilirim."

Hamza Bey, serçe parmağıyla kulağının içini kaşıdı. "Ben sizden memnunum, Tahsin. Yani..."

"Ben senden değilim! Herkesin ortak görüşü bu, yalnızca benim değil.

Bazı komşular kapılarının eşiğine kadar çıktılar. Cesaret edebilseler, araya gireceklerdi.

"Çözümler bulalım o zaman, Tahsin."

"Evet, kardeşim. Çözüm ne olabilir, mesela sen içki içmeyi bırak, müziğin sesini kıs..."

"Mesela, Tahsin. Kulağının içini pamukla doldur, olmadı sende gel akşam bize birlikte eğlenelim. Çözümü bulduk işte, bak!"

"Hayasız herif! " diye bağırdı Tahsin Bey. Sesi her zamankinden yüksek çıkmıştı. Hamza Beyde, öfkelenmişti artık.

Neredeyse birbirlerini tekme tokat döveceklerdi. Yakınlaştılar iyice.

"Tahsin, deli etme adamı. Şuracıkta boğarım seni."

"Sen, kimsin? He kimsin?"

Tahsin, Hamza Bey`in gözüne sert bir yumruk attı. Hamza Beyde, Tahsin Beyin dudağını patlattı. O sırada bütün apartman ayaklanmıştı. Bazı kişiler, araya girip sakinleştirmeye çalıştılar. Ama Tahsin Beyi sakinleştirmek, azgın bir boğayı sakinleştirmekten zordu.

Apartmanın yönetici olan Rami Bey, barışmalarını rica etti. "Ben, bu adamla barışmam," diye diretti Tahsin Bey.
Hamza Bey, morarmış gözüne buz poşeti koyarken, "Vallahi üzüldüm şimdi, gel barışalım" deyince, sözde barışır gibi oldular. "Beni sakın bu adamla muhatap etmeyin," dedi Tahsin Bey asansörle üst kata çıkarken.

O hafta, bütün apartman bu tartışmayı diline doladı. Bir hafta boyunca, kadınlar günlerde, sitenin piknik yapılan bahçesinde dedikodusunu yaptılar. Tahsin Bey, bir daha alt komşusuyla konuşmadı.

Hamza Bey ise ilk kez bir hafta boyunca hiç ses çıkarmadı. Birkaç kez arkadaşları kapısına dayandı ama onları içeriye almadı. Anlaşılan düzelmişti. Şimdi herkesin merak ettiği şey: Bu düzelmenin kaç hafta süreceği idi.


Her gün yazdıklarımı paylaşıyorum ama belli bir limit yok değil mi? Umarım o yarım kalmış hissi bu öykümde yoktur.

5
Kurgu İskelesi / Troll Avcılar
« : 26 Mayıs 2014, 15:52:06 »

İki Dev Ayak

Hoodah ve Yetu, ormanda yakaladıkları ilginç yaratık hakkında tartışıyorlardı. Biri, yakaladıkları yaratığın kabilelerine şanssızlık getireceğini, bir diğeri ise lezzetli eti sayesinde kabilenin akşam ziyafet çekeceğini savunuyordu. Öyle ki Yetu, kabilenin avcı reisi olacağını düşünüyor, bu düşüncelerini Hoodah`a anlatırken havalara giriyordu.

"Senmü kabüle reüsü olacaksün?" Diye dalga geçti Hoodah.

"Mankafa, senü gördüm. Çiçeklerü yolmaktan başka bir işe yaramadün."

"Öyle mü? O zaman, şu yaratıgı sen tek götüreceksin kabüleye." Hoodah, çuvalı yere bıraktı ve hıçkırarak ormanın derinliklerine doğru koştu. O koşarken, yer sallanıyor, dağlar devriliyor, dereler taşıyordu.

Çuvalı tek başına taşımak zorunda kalan Yetu, omuz silkti ve çuvalı sırtladı. "Amma da ağırmüş," diye yakındı. "Şimdigin nasıl götürceğüm bunu kabüleye" diye kara kara düşündü. Aklına çuvalı sırtında taşıyarak götürmekten başka bir çözüm gelmedi.

O, kabileye yaklaşırken, meraklı halk etrafına toplanmıştı bile. Yeni yakalanan yaratığa bakarken, fal taşı gibi açılmış gözleri mutlulukla parlıyordu. Ellerindeki çivili sopaları kavgaya hazırlanır gibi tutuyorlardı.

Kabile başkanı Azibo, Hoodah`a bakındı. Onu göremeyince meraklandı. Hoodah, onun en iyi kölesi ve avcısı sayılırdı. O, yoksa akşam yemeği de yoktu.

"Eyvüh! Hoodah kayboldu mü?"

Yetu, biraz kızararak evet anlamında başını salladı. Suçlu bir insan gibi, kafasını yere eğdi, ayaklarını birbirine yakınlaştırdı.

"Vallahü, benim süçüm yok. Kendüsü becerüksüz, sonra benü süçlüyor."

"Kafanü dağlara daşlara vür hemü!" Diye azarladı onu başkan.

Yetu, tıpkı Hoodah gibi ağlamaya başladı ve küçük kulübesine doğru koşturdu. O sırada, meyve-sebze satan trollerin el arabaları devrilince, arkasından ona sövdüler. "Başına daş düssün hemü!"

Kabilenin genç erkekleri çuvalı aşçıya götürmek için sırtladılar. İlk kez bu kadar ağır bir av yakalamışlardı. Avlarını taşıyamıyor, daha birinci adımda düşürüyorlardı. En sonunda çuvalı sürüklemeye karar verdiler. O sırada, çuvalın içinden inlemeler duyuldu. Trollerden biri, "gonuşan çüval" diye espri yaptı. Diğer trollerde bunun üzerine kalın sesleriyle kuşları ürküten bir kahkaha attılar.

Çuvalı aşçıya bıraktılar ve meydana döndüler. Aşçı Vekuzz, kulağını çuvala dayadı ve dinledi. "Bü cuval konüşü!
Diğer aşçılarda toplanıp, çuvala kulaklarına dayadılar. Çuvalın konuştuğunu görünce sevindiler. Anlaşılan lezzetli bir av yakalamışlardı.

Önceden hazırladıkları çalı çırpıların üzerine büyük kazanı koydular. İşlerini yaparken ağızlarının suları akıyordu. En sonunda çuvalı kazanın içine attılar ve bir ses," imdaaaat!" diye bağırdı.

Troller korktular ve kazandan bir-iki adım uzaklaştılar. Sonra sessizlik oldu ve troller o zaman cesaret edip çuvala yaklaştılar. Ateşi büyük bir dikkatle yaktılar. Artık gereken tek şey baharat ve tuzdu.

Kazanın içine suyu boşalttılar, havuç ve patlıcan rendelediler. Kocaman sopayla kazanı karıştırmaya başladılar. Bir yandan da neşeli bir şarkı tutturdular. Hiç beklemedikleri bir anda çuvalın içinden," imdaat, yanıyorum, aaahhh! " diye bir inleme sesi duyulunca, troller iyiden iyi korktular. Çuvalı bırakıp, kabile resinin yanına sığındılar. Çuvalın içindeki yaratık, onları yemek istiyor sanmışlardı

Bilgi Yarışması dışında bugün yazdığım kısa bir öykü.

6
Tartışma Platformu / Öykü Kursu
« : 25 Mayıs 2014, 21:24:30 »
Arkadaşlar uzun süre önce öykü yazmaya, karalamaya heves ettim. Yavaş yavaş başladım da ama bu işleri daha iyi kavramak için öykü kursuna gidebilir miyim? Giden varsa fikrini belirtirse sevinirim. Faydası oluyor mu mesela?

7
Kurgu İskelesi / Bilgi Yarışması
« : 25 Mayıs 2014, 14:34:18 »
"Thibaud Pradier, Zeka Küpü bilgi yarışmasına hoş geldiniz."

"Teşekkür ederim."

Thibaud Pradier, otuz yaşını geçmiş, iş hayatında başarılı olmayan bir öğretmendi. Küçük çocukları ve onların mızmız tavırlarını hiç sevmezdi. Sırf babası ölüm döşeğinde inat etti diye öğretmen olmuştu. Sevmediği işi yapmak ona para kazandırıyor, ancak mutluluk getirmiyordu. Sürekli çocukların sorunlarıyla ilgilenmek, kendini eğitime adamış öğretmenlerin dırdırlarını dinlemek zorunda kalıyordu.
Hele terbiyesiz, çalışmak istemeyen serseri tipli öğrencilere bir şeyler anlatmak ve ders çalışmalarını öğütlemekte sıkmıştı artık.

Thibaud Pradier`in asıl hayali otel sahibi olmaktı. Bu yarışmayı görene kadar bu hayalini hep ertelemişti. Ama şimdi, eline büyük bir fırsatın geçtiğini hissediyordu.

Bilgi birikimi az olmasına rağmen o, kendisine sonuna kadar güveniyordu. Buradan alacağı birkaç Rene (yarışma para birimi) onu otel sahibi yapmaya yetecekti.

Yarışmayı sunan Mathis Tricot, soru kağıtlarını incelerken göz ucuyla da Thibaud`a baktı. Bu bakışlar insanı strese sokan türden bir bakıştı. Küçümseyici, zorlayıcı ve baskıcı...

"Kuralları biliyorsunuzdur umarım?"

Thibaud, son derece sakindi. "Tabi ki, biliyorum."

"Öyleyse yarışmamızın başlaması için ondan geriye sayalım."

Seyirciler yüksek sesle ondan geriye saymaya başladılar. Thibaud, o dakikalarda kendini bunalmış ve küçülmüş hissetti. "Tanrım kolay sorularda takılıp rezil olmayayım, lütfen" diye dua etti içinden. "Yoksa öğretmenlerin maskarası olacağım."

Sıfır sayısından sonra korna ziline benzer bir ses duyuldu. Yarışma başlamıştı. Herkes o anda derin bir sessizliğe büründü. Thibaud`un kalbi küt küt atıyordu. Elleri terlemişti. Kendisini ne kadar sakin hissetmeye çalıştıysa da başarılı olamıyordu. Kısa kollu giymesine rağmen kendisini pişmiş hissetmişti.

"İlk sorunuzu soruyorum, Bay Thibaud."

Kısa süreli bir sessizlikten sonra ilk soru soruldu.

"Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen ortak birimi olan Euro’yu kabul etmeyen ve kendi para birimini kullanan ülke hangisidir?"

Thibaud, uzun süre düşünmek durumunda kaldı. Hiç bir fikri yoktu ve a, b, c, d diye şıklarda yoktu. Tek cevap hakkı vardı ve soru son derece zordu.

"İngiltere," diye cevapladı. Aniden aklına gelmişti.

"Doğru cevap, tebrik ederim, Bay Thibaud. İkinci sorunuz geliyor şimdi."  İlk soruyu bilmesine rağmen kimse alkışlamadı. Çünkü bu yarışmanın kuralı buydu. Son soruyu bilene kadar kimse alkışlamıyor, yarışmacıyı strese sokmuyordu.

"Her hangi bir spor karşılaşmasında spor ahlakına uygun davranan kişilere verilen ödülün adı nedir?"

Thibaud, bu soruyu görünce çok sevindi. Çünkü spor ilgi alanıydı ve cevabını biliyordu. Tereddüt etmeden, "Fair play" diye cevapladı. Cevabı doğruydu.

Üçüncü soru biraz daha basitti. "Romen Rakamında Hangi Sayı Yoktur? "

"Şimdi, ne yapacaksın bakalım Thibaud," diye içinden geçirdi. Öğretmen olmasına rağmen cevabı bilmiyordu. Soruyu iki-üç kere içinden okudu. Aklına gelmiyordu. Romen rakamlarını, sembollerini düşündü. Hangisinin sembolü yoktu? "Sıfır!"

"Doğru cevap, Sıfır. Tebrik ederim, Bay Thibaud! Gerçekten çok iyi gidiyorsunuz."

Kendisinden beklemiyordu bunu. Rahatlama geldi. Artık heyecanlı ve stres altında hissetmiyordu.

"Hangi Ülkenin İki Tane Başkenti Vardır?"

"Eyvah!" diye içinden geçirdi. Coğrafya bilgisi yoktu. Bu sorular onun öğretmenliğini sorgular nitelikteydi. Düşündü, düşündü, düşündü... "Güney Afrika!"

"Bravo! Doğru cevap."

Thibaud, şaşkındı. Aklına ilk geleni söylüyor ve tutturmayı başarıyordu. Bu bir şans mıydı yoksa tanrının lütfü müydü?

"Uluslar arası Adalet Divanı’nın bulunduğu şehrin adı nedir?"

Thibaud, koltuğa yaslandı. Ellerini saçlarının arasını götürüp düşünmeye başladı. Şansı yanında değildi artık. En azından öyle hissediyordu. Aklına ilk gelen cevabı verdi. "Lahey!"

İlk öyküm. Umarım sıkılmadınız, devamını yazayım mı? Beğendiniz mi?

8
Düşler Limanı / Kukla
« : 22 Mayıs 2014, 22:03:40 »
Bizim kukla çuvalladı
Patron kızgın
Kafeslerdeki kuşlar öfkeli
Hmm, mesajı aldım

Bizim kukla çuvalladı
Müşteri üzgün
Kelebeklerin ışığı sönük
Hmm, mesajı aldım

Bizim kukla çuvalladı
Gözcü umursamaz
Mezarlar aydınlandı
Hmm, mesajı aldım

Bizim kukla çuvalladı
Herkes korkak
Sokaklar dumanlı
Hmm, mesajı aldım

Müzik dinlerken aklıma gelenleri yazdım. İlk şiir denemem gibi bir şey. Umarım beğenmişsinizdir.
Aslında ne yazdığımı bende anlamadım. Böyle karışık, farklı ve biraz saçma şeyler yazıyorum :)

Sayfa: [1]