Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Bozhermes

Sayfa: [1]
1
Duyurular / Yedikuleli Mansur Tavsiye Edilen Kitaplar Arasında.
« : 13 Haziran 2017, 21:31:29 »
İnternette Onedio.com sitesinde değerli yazarlarımızdan Mehmet Berk Yaltırık'ın Yedikuleli Mansur'u tavsiye edilen eserler arasında.
https://onedio.com/haber/daha-okurken-zihninizde-bambaska-pencereler-acmaya-baslayacak-yeni-cikan-14-kitap-773687

2
Çizgi Roman & Manga / Bir Soru
« : 03 Şubat 2016, 17:40:55 »
Selam arkadaşlar, küçüklüğünde pek çizgi roman okutulmamış, biraz engellenmiş biraz da küçük yerde liseye kadar okuduğu için çizgi romana fazla ulaşamamış biri olarak bana güzel, kaliteli, farklı çizgi romanlar olarak neleri önerebilirsiniz?

3
Güncel / Fantastik Edebiyat Sevenler Siyasetten Anlamaz mı?
« : 01 Şubat 2016, 16:37:45 »
  Selam arkadaşlar, sizin çevrenizde var mı bilmeyeceğim ama bazen çevremden duyduğum şeylerin başında sanki edebiyatla bilhassa fantastik edebiyatla ilgilenen, geek kapsamına giren insanların siyasetten, gündemden anlamadığı, ilgilenmedikleri gibi sözler gelmekte. Zannediyorlar ki biz sadece hayal aleminde yaşayan, gerçeklerden, gündemden kopuk hatta korkak kişileriz. Oysa, fantastik eserler aynı zamanda oldukça siyasi eserlerdir. Bir Yüzüklerin Efendisi bile tek başına siyasi bir eser olarak bile okunabilir. Star Wars'ın sadece bilimkurgu olmadığı, Dune serisinin ne kadar siyaset içerdiğinden bahsetmek bile abes. Ve herkes gibi biz de elbette ülkemizdeki, dünyadaki gündemden bihaber ve tepkisiz değiliz. Herkes kadar belki bazılarından daha çok ilgiliyiz. Ama bunu kuru gürültü, takım tutar gibi bir siyasi oluşumu savunmak veya kötülemek vb şeklinde yapacak değiliz. Tepkimizi, eleştirimizi, beğenimizi yazdığımız, yazacağımız eserlerle, düzeyli ve araştırma yapılmış bir şekilde dile getirebiliriz. Gidip oyumuzu kullanırız, dostlar arasında değerlendirmemizi yaparız. Nihayetinde ülkemzden ve dünyadan bihaber, "inek" tipler değiliz. Kendimizi büyük görmek olarak düşünmüyorum ama sadece spor sayfalarını ve sloganları okuyan kişilere göre de sanırım biraz daha iyi değerlendirmeler yapabiliriz.

4
Çizgi Roman & Manga / Çizgi Romanın Yeniden Keşfi
« : 15 Aralık 2015, 19:38:01 »
Haberin linki ve içeriği:
http://www.zaman.com.tr/kultur_cizgi-romanin-yeniden-kesfi_2332731.html

Çizgi romanların satışları dünyada ve Türkiye'de giderek artıyor. Geçtiğimiz yıl Amerika ve Kanada'da 935 milyon dolarlık çizgi roman satıldı. Man Booker ödüllü yazar Margaret Atwood, önümüzdeki yıl bir çizgi roman yayımlayacağını duyurdu. Klasik kitapları çizgi roman olarak okura sunan yayıncılar ise raflarda bu türe daha çok yer açılmasını sağladı.

Avrupa ve Amerika'da kütüphanelerin ve kitabevlerinin en hızlı büyüyen bölümü çizgi roman rafları. Eleştirmenlerin bir dönem, tür olarak tanımlamada mesafeli durduğu bu kitaplar, edebi ve sanatsal değer açısından kabul edilmeye başlandı. Türkiye'de de hatırı sayılır bir okur kitlesi olan çizgi romanların satış getirisi 2014'te Amerika ve Kanada'da 935 milyon dolara ulaştı. 2013'e göre bu pazarda yüzde 7'lik bir artış söz konusu. İngiltere'de ise geçtiğimiz yıla oranla satış rakamı iki katına çıktı. Yayıncıların yeniden keşfettiği çizgi roman pazarı, klasik ve güncel yazarların eserlerinin yayımlanmasıyla daha da büyüyor. Dünya edebiyatının önemli isimlerinden Man Booker ödüllü Kanadalı yazar Margaret Atwood ise önümüzdeki yıl bir çizgi roman yayınlayacağını duyurdu.

OKUR KİTLESİ GENİŞLEDİ

Uzun bir tarihi olsa da çizgi romanlar 1930 ve 1960'lı yıllarda oldukça popüler hale gelir. 1970'lerde akademik dünyanın ilgisini çekerek, bu türden kitapların nasıl adlandırılması ve hangi rafa konulması gerektiği konusunda büyük bir tartışma başlar. Yüksek sanat olarak başladığı yolculuğunda çizgi roman, popüler kültürün bir aracı haline gelir. Bir sanat formu olarak değerlendirilmeye başlayan çizgi romanların son yıllardaki bu yükselişini ise metin ve çizgi kalitesinin artması ve okura sunduğu çeşitlilik ile açıklamak mümkün. Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde adlı serisi; Paul Auster'ın Cam Kent'i; Paulo Coelho'nun Simyacı'sı, Oscar Wilde'in Dorian Grey'in Portresi; Jane Austen'in Gurur ve Önyargı'sı; Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451'i; Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı ve Franz Kafka'nın Dava'sı okurların ilgi gösterdiği eserler arasında.

Geçtiğimiz aylarda dünyanın en büyük kitapçılarından Barnes&Noble, çizgi roman raflarını artırdığını duyurmuş ve bunu, türe ilgi gösteren okurların çokluğuna bağlamıştı. 2012'de iki çizgi roman İngiltere'de verilen Costa Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmişti. 2014'te öykü ve çizgi roman türlerinde yayın dünyasını biraz da şaşırtan bir yükseliş oldu. Ortaya çıkan tablo kurmaca edebiyatı biraz geride bırakırken, kitapçılar da iyi edebiyat dediğimiz eserlerin yanı sıra çizgi romanlardan medet ummaya başladı. Büyük yayıncıların da bu alanda üretim yapmasıyla günden güne artan yeni üretimler ve yayıncılık anlayışı çizgi roman piyasasını hareketlendirdi. Özellikle kadın okuyucuları hedef alan yayıncılar, yeni yayıncılık teknolojilerini de kullanarak bu kitleye hitap edecek çizgi romanlar piyasaya sürdü. Galaksinin Koruyucuları (2014), Herkül (2014), Ninja Kaplumbağalar (2014), Karınca Adam (2015), Yenilmezler: Ultron Çağı (2015), Fantastik Dörtlü (2015) ve Kingsman Gizli Servis (2015) gibi çizgi romanların sinemaya aktarılması da bu türe olan ilgiye bir işaret niteliğinde.

UNUTULMAYACAK BİR KAHRAMAN

Pek çok günümüz yazarının yolu bu çizgi romanlarla bir şekilde kesişmiştir. Nobel Edebiyat Ödülü'nü bir gün alacağına birçok kimsenin inandığı İspanyol yazar Javier Marías'ın çocukluğunu çizgi romanlar okuyarak geçirdiği ve hatta bunlardan etkilenerek kısa hikayeler yazdığı bilinir. Margaret Atwood'un Angel Catbird adlı yarı kuş yarı kedi bir süper kahramanı anlattığı çizgi roman kitabını yayımlayacağını duyurması da güncel yazarların bu türe olan merakını gösteriyor. Kitabın kimlik soruna gönderme yaptığını dile getiren Atwood, hikayenin sıcak, samimi ve mizah dolu olmasının yanı sıra hareketli olduğunu belirtiyor. Kapağı yayınlanan üç serilik kitabın ilki 2016'da okurla buluşacak. Atwood'un Tufan Zamanı, Başka Dünyalar ve Ağacın En Tepesinde gibi Türkçede yayımlanmış kitapları var.

     Türkiye'de NTV ve Everest gibi yayınevleri klasik ve güncel kitapların çizgi romanlarını geçtiğimiz yıllarda büyük bir heyecanla yayımlarken, şimdilerde bu heyecan biraz durulmuş gibi. Fakat Avrupa'nın pek çok ülkesinde edebi çizgi romanlar okullarda öğrencilere edebiyatı ve okumayı sevdirmek için bir araç olarak kullanılıyor. Çünkü resimle kelimelerin birleştiği ve okura hikâyeyi hemen yanı başında canlandıran çizgi romanların sunduğu deneyim oldukça renkli ve hareketli bir dünya vaat ediyor. Çocukluğu ve gençliği çizgi romanlarla geçen okurların yeniden yükselen bu kitaplara kayıtsız kalması zor gibi

5
Diğer Fantastik Eserler / Jorge Luis Borges: Babil Kitaplığı
« : 13 Aralık 2015, 22:00:37 »
Arkadaşlar yeri burası mı olacak bilemedim admin arkadaşlar da kızmasın daha yeniyim uygun yer neresiyse oraya taşır elbette konuyu.

J. L. Borges'in hazırlamış olduğu ve 30 kitaptan oluşan bir Babil Kitaplığı serisi vardı. Dost Kitabevi zamanında yayınlamıştı. Bir kaç kitap hariç serinin çoğunu bulabildim şükür. Eserler yeniden basılmayacak size tavsiyem piyasada bulduklarınızı kaçırmayın derim. Çünkü bu 30 kitap, Borges tarafından özenle hazırlanan Dünya Fantastik Edebiyat serisi. Dünya yazarlarının eserlerinden oldukça güzel hazırlanmış bir dizi eser.

6
Düşler Limanı / Kervan
« : 12 Aralık 2015, 19:26:07 »
KERVAN
   
Kumlarda paralel çizgiler belirdi.

Devenin ayakları deri, kemik ve yağ tabakasından.

Çizgiler yavaş yavaş koyulaşmaya başladı.

Devenin ayaklarında demir nallar.

Çizgiler metalik renge büründüler.

Devenin bacakları zırhlanıyor.

Çizgiler çelikten, pırıl pırıl güneşin altında.

Devenin bütün vücudu demir zırhla kaplanıyor.

Çizgilerin arasında dikey betonlar.

Devenin tek tüyü bile görünmüyor.

Çizgiler neredeyse sonsuza uzandı.

Deve, metal çizgilere bastı ve ayakları birer çelik teker, kafasında kocaman bir baca, kara dumanlar ve takır takır, oflaya puflaya harekete geçen katar…

Modern kervan.

7
Tartışma Platformu / İdeal Şehir’de Üç Unsur
« : 09 Aralık 2015, 19:00:02 »
1)  Yeşil alan ön planda olmalı. Mutlaka ama mutlaka yeşil alan olmalı zira hayat topraktadır. Yaratıldığımız toprakla bağımız koparsa ölümüzü bile kabul etmeyebilir toprak. Mesela, dünyanın en büyük ve gelişmiş ülkelerinden biri olan ABD’nin İstanbul’u olarak adlandırılabilecek New York’a bağlı Manhattan Adasındaki dev yeşil alan, dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Aynı şekilde toprakları birkaç adadan oluşan ve nüfusu bizden fazla olan Japonya’daki yeşil alanlar ülkenin büyük bir bölümünü kaplamaktadır. Nihayetinde nefes alabilmenin en önemli kayağı olan yeşil alansız bir şehir, bildiğin cehennemdir. Ne yazık ki son 10-15 yıldır yakılarak, imara açılarak, rant kaynağı olarak kullanılan ve siyasete kurban edilen yeşil alanlarımızın yok olması bizim de yok olmamızla sonuçlanabilir. Acilen önlem alınmalı ve “yaş kesen baş keser” sözü düsturumuz olmalıdır. Bu konuda en büyük hata basiretsiz yöneticilerdedir. Bir ormanlık alan yakıldığında yakanı cezalandırmak yerine imara açan çıkarcı zihniyet yok edilmelidir.

2)  Tarihi dokunun tahrip edildiği şehirlerde ruh ölür. Şehrin ruhu tarihte yaşar. Ama sen tutup restore edeceğim diye saçma sapan işler yaparsan, tarihi yapıya plastik pencereler takarsan, Şile Kalesi’ni Sünger Bob adlı çizgi film karakterine benzetirsen, İstanbul siluetini bozacak rant kaynağı gökdelenlere izin verirsen o şehri göm gitsin demektir. Tarihi korulardaki konakları vb yakarak oraları imara ve ranta açarsan, bu durum vatana ihanetle eş değer olmalıdır. Elin adamı dört tane taşı var ve gözü gibi bakarken,(İngiltere-Stonehenge) her karışından tarih fışkıran Anadolu’muzu, İstanbul’umuzu korumuyorsak bunda hepimizin suçu ve sorumluluğu vardır.

3) Kültür ve sanat etkinlikleri, bir şehrin yaşamasını devam ettiren olmazsa olmaz unsurlardandır. Müzeler, kültür merkezleri, klasik ve modern sanat merkezleri yapmak yerine pıtrak gibi çoğalan AVM, rezidans gibi sadece ve sadece tüketime, betonlaşmaya yönelik binalara ağırlık verilirse o şehrin geleceğini yok etmiş olursunuz. İstanbul’da son 10 yılda açılan AVM ve rezidanslara bakarsak demek istediğimiz daha açık olarak anlaşılır sanırım.

8
Kurgu İskelesi / Gizemli Ayakkabı Tamircisi
« : 06 Aralık 2015, 02:41:43 »
                                                                GİZEMLİ AYAKKABI TAMİRCİSİ

      Küçük sokağımızın başında küçük bir ayakkabı  tamircisi vardı. Dükkanı her zaman karanlık, kasvet dolu görünüyordu ve oraya girmek şimdiye kadar bana hiç nasip olmamıştı. Genelde iki sokak arkadaki dostum olan Nurettin’e giderdim tamire. Açıkcası, sokağımızdaki ayakkabı tamircisi bana itici geliyordu. Ve hiçbir zaman bir müşterinin oraya girdiğini, ya da çıktığını görme şansım olmamıştı. Belki işleri çok kötüydü, pek müşterisi yoktu. Veya tamirci kılığı altında, değişik işler  çeviriyordu.
      Bir gün çok sevdiğim iş çantamın sapı koptu ve acilen tamir edilmesi gerekiyordu. Hemen dostum Nurettin’in dükkanına koşturdum. Kapalıydı. Kapıdaki notta malzeme almak için bugün Eminönü’ne gittiği yazılıydı ve müşterilerinden özür diliyordu. Şansıma söylenerek sokağıma geri döndüm. Aklıma kasvetli tamirci dükkanı geldi. Çantanın işi uzun sürmezdi, hem, belki adam hakkında yanlış düşünüyordum, çantamın sapını orada tamir ettirmeye karar verdim.
      “Selamün Aleyküm usta”. Dükkandan içeri selamla girince önce beni bir süzdü. Sonra, yavaş yavaş, kelimeleri özenle seçer gibi konuştu:  “Aleyküm Selam Metin Bey, hoş geldiniz.” Sesi , hem fısıltı gibiydi hem de cikler gibi. İkisi arasında bir şey. Hem adımı nereden biliyordu? Ama, yıllardır aynı sokaktaydık ve hiç konuşmamış olsak da, komşuyduk. Birden aklıma geliverdi: Ne kadar yabancılaşmıştık birbirimize. Aynı sokakta yıllardır yaşa ve bir kez bile selamlaşma, konuşma. Ah bu kalleş 20.yy medeniyeti (!) Bir anda bu düşüncelere dalmış ve nerede olduğumu unutmuştum. “Buyurun Metin Bey, sizi dinliyorum, ne için gelmiştiniz” diye cikleyen sesle kendime geldim. “Pardon” dedim “daldım bir an.” Elimdeki çantayı göstererek “Sapı koptu, tamir edebilir misiniz acaba?” diyerek güldüm hafifçe. “yaparız buyurun oturun Metin  Bey “ diyerek kısa iskemleyi gösterdi. Her konuşmasında Metin Bey demesinden rahatsız olmaya başlamıştım. Teşekkür ederek oturdum. “Bir şey alır mıydınız Metin Bey? Kahve ye olan düşkünlüğünüz benimde kulağıma gelmedi değil Metin Bey, bir kahve söyleyebilir miyim size?” Bu “Metin Bey”lere iyice gıcık olmaya başlamıştım. Nerden geldim buraya, ne olurdu bir gün bekleyiversem diye düşündüm ama, şu durumda çıkıp gitmek de hiç uygun olmazdı. Dişimi sıkıp, tamir bitene kadar sabretmeliydim. “Şey, buraya ilk gelişim, aslında daha önce de gelmeyi, tanışmayı düşündüm ama bir türlü fırsat olmadı, nasip şimdiymiş.” Dedim. Aklıma, kahveye olan düşkünlüğümü nasıl bilebildiği geldi, şüphelenmeye başlamıştım ama konuşmaya devam ettim: “Şu an bir bardak su iyi olur, buraya hızlı hızlı geldiğim için susadım.” Masasının altında kristal bir sürahi çıkardı, kristal bir kupaya su doldurarak bana uzattı. Böyle kasvetli bir dükkanda kristal su takımı! Hayat sürprizlerle doluydu. Teşekkür ederek suyu içtim. Bir süre hiç konuşmadık. Çantam tamir olunmuştu. O an, tamirciye ismini sormadığımı hatırladım. Aklım yine daldı. Aynı sokakta kal, komşusunun ismini bile bilme! Bravo 20.yy insanı, sana da ancak bu yakışır. Biraz kızarak ismini sordum. “Bana sadece usta de yeter Metin Bey” cevabını verdi. Belki kızmıştı ve haklıydı. Ve buradan bir an önce çıkıp gitmek istiyordum. “Ayakkabınız” diyerek sağ ayağımı gösterdi. Ne zaman yırtıldı bu?! Tamir olması gerekmekteydi ve bu karanlıkça yerde bir süre daha kalma fikri canımı sıkmıştı. “İşiniz varsa bırakın, sonra alırsınız” dedi. Dediğini yapmaya mecbur hissettim kendimi. “Peki” dedim. Oturduğu yerin sağındaki rafından bir çift ayakkabı aldı, “Şimdilik bunu giyin” dedi. Verdiklerini ayağıma takınca, çok rahat ve tam da ayaklarıma göre olduğunu anladım. “Çanta tamir parası?” diye sorunca “Ayakkabılarınızınkiyle birlikte alırız” dedi. Teşekkür ederek ayrıldım o kasvetli mekandan. O gün akşama kadar o gizemli tamirciyi ve iç karartıcı dükkanını düşündüm. Akşam iş dönüşü ayakkabılarımı almak ve tamir parasını vermek için oraya tekrar uğramak mecburiyetindeydim. Mesaim bitmişti. Sokağıma yaklaştım. İçime bir tedirginlik yerleşmişti. Tamirci dükkanı göründü, ayaklarım geri geri gitmesine rağmen oraya girmeye mecburdum. “Korkacak, tedirgin olacak ne var, amma da büyüttün ha!” deyip duruyordum içimden. Artık dükkanın önündeydim. Akşamın alacakaranlığında o garip mekan daha bir kasvetli ve ürkütücü görünüyordu. Yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdüm, içeri girip selamımı  verdi. “Usta”, küçük masasındaydı yine ve bir masa lambası eşliğinde bir şeyler tamir etmekteydi. Cikleyen sesiyle selamımı aldı: “Aleyküm Selam Metin Bey, ayakkabınız yapıldı, buyurun.” Teşekkür ederek ayakkabılarımı aldım. Borcumu sordum, ödendiğini söyledi. Şaşırmıştım, birisi gelip benim tamir borcumu mu ödemişti? “Nasıl olur Usta, kim ödedi, nasıl ödendi, ben kul hakkından korkarım, borçlu kalmak istemem, siz yine de borcumu söyleyin” dedim. Cikledi:”Ö-den-di!” “Peki nasıl oldu, kim ödedi, bari bunu söyle Usta!” Soruma karşılık “Siz Metin Bey, siz borcunuzu ödediniz” deyince kafam iyice karışmıştı. “Ben mi?! N,e zaman, nasıl?” “Ayakkabılarınızı giyin, anlarsınız Metin Bey” Çaresiz ayakkabılarımı giymeye başladım. Oldukça rahat ve güzeldi, sanki ayaklarıma özel yapılmıştı. “Peki usta, bir şey anlamadım ama, hakkınızı helal edin, hayırlı işler” diyerek kapıya yöneldim. “Ayaklarınız için teşekkürler, ayakkabılarıma çok yakışacaklar Metin Bey” diye cikledi ve iğrenç bir şekilde sırıttı. Sarı ve siyah dişleri ortaya çıkıverdi. Kaçarcasına uzaklaştım oradan. Soluk soluğa evimin sokak kapısına dayandım. Merdivenleri hızla tırmanarak daireme ulaştım. Kapıyı zorla açabildim, ayaklarım yanıyordu sanki. İçeri fırtına gibi dalarak, ayakkabılarımı çıkardım ve çıkarmamla bayılmam bir oldu. Çünkü; ayaklarım yoktu! Ve tamircinin son sözleri kulaklarımda çınlıyordu: “Ayaklarınız için teşekkürler!...”

                                                                                                                            

9
Düşler Limanı / Aynanın Ötesi. İlk Hikayelerimden Biriydi
« : 06 Aralık 2015, 01:59:35 »
                                                             AYNANIN ÖTESİ

Kendini bildi bileli oradaydı o boy aynası. Evde daha başka aynalar olmasına rağmen, o boy aynası çok farklı geliyordu İsmail’e. Daha küçücük bir çocukken şahit olduğu ama artık gerçekleşmiş olabileceğini hayal meyal hatırladığı o garip olay, zaman zaman rüyalarına giriyordu. Ama, oldukça sisli görüntülerle. Henüz bir-bir buçuk yaşlarındayken kaybolan dayısıyla ilgiliydi olay. Dayısını evden kaçtığını söylemişlerdi İsmail’e. Fakat o, bunun yalan olduğunu adı gibi biliyordu. Ve dayısının kaybolması, o boy aynasıyla yakından ilgiliydi. Çok az hatırlayabildiği olay sonucu, ancak şu yorumu yapabiliyordu: Ayna, dayısını “yemiş” idi! Ve o aynadan her zaman için korkmuştu. Durumu çevresine anlatmaya çalışmıştı ama hiç kimse ona inanmamış, hatta delilikle bile suçlayanlar olmuştu. İsmail de, o aynanın gizemini, dayısını nasıl ve niçin kaybolduğunu bulmaya ve haklılığını ispatlamaya and içmişti. Ve sırrı keşfetmeden, konuşmayacaktı bu konuda bir daha.

Gecenin derin sessizliğinde uyandı birden. Bir kilo tuz yemiş gibi yanıyordu içi. Yatağında doğruldu, terliklerini giydi, koridoru hızla aşarak mutfağa gitti ve buzdolabından çıkardığı sürahiyi dudaklarına götürerek kana kana içti. Gökyüzünde dolunay vardı, ortalığı gümüşi pırıltılara boğmuştu. Birden, korkunç bir duygu, müthiş bir korkuyla ürperdi. Odasına koşarak ışığı açtı. Dayısı ve aynayla ilgili çalışmaların çıkardı, hızlı hızlı okudu. Dayısının kayboluş tarihi 21 Haziran idi. Ve galiba saat02:30 civarlarıydı. Gayri ihtiyari saate baktı, 02:25’i gösteriyordu. Kayboluş gecesi ortalığı gümüşi nurlara boğan dolunay vardı. Bir video kaset oynatıcısının düğmesine basılmış gibi beyninde bazı şeyler oynaşmaya başladı. İsmail bir-bir buçuk yaşlarındaydı, sıcak bir yaz gecesiydi. Acemi adımlarla ve duvara tutunarak alacakaranlıkta ilerleyen İsmail, odalarının kapısına ulaşmış ve uyuyan ana-babasını bırakarak koridora çıkmıştı. Dayısı oradaydı, o boy aynasının karşısında. Elinde kırmızı kaplı ince bir kitap tutuyor ve oradan bir şeyler okuyarak aynaya bakıp duruyordu. Bir süre sonra bir şeyler oldu, ayna, içine ay doğmuş gibi parlamaya başladı. Dayısı kitabı aynayla duvarın arasında kalan boşluğa sokuşturdu, gözlerini kapattı ve anlaşılmaz bir şeyler mırıldanarak aynaya doğru hamle etti. Ve donuk pırıltılı camın içinde yitiverdi. Ayna, pırıltısını kaybederek eski haline geldi. Yıllardır, silik rüyalar ve hatıralar olarak hayatında yer kaplayan bu olay, bilinmeyen bir sebeple birden, daha beş dakika önce yaşanmış gibi zihninde canlanıvermişti. İsmail koridora çıktı ve ışığı açtı. Aynanın önüne geldi, bir ürpertiyle sırlı cama baktı. Sonra elini aynayla duvarın arasındaki boşluğa soktu, bir süre boşluğu yokladıktan sonra, ince bir kitabı yakaladı. Kalbi heyecanla çarparak kitabı boşluktan çıkardı. Kırmızı cildin üzerinde hiçbir yazı yoktu. Titreyen parmaklarla kapağını açtı. Oldukça garip kelimeler vardı. Tam olarak emin olmamakla birlikte, Latince bir şeyler yazdığına inanmaya başladı. Elinde olmadan, karşısında yazan kelimeleri okumaya başladı: “Anito vetiuwm con ursus pari tone …..” Latince bildiği falan yoktu ama, okuduğu kelimeler sanki beyninde daha önce kazınmıştı. Bir beş-altı dakika kadar okudu. Aynadan garip bir ışık yayılmaya başlamıştı, sanki, sanki ay doğuyordu aynanın içine. İsmail büyülenmiş gibi ikinci sayfanın ortasında kitabı kapattı, aldığı boşluğa eliyle ittirdi. “Natius pale um comani” sözleriyle birlikte aynaya doğru bir hamlede bulundu. Parmak uçları, bilekleri, dirsekleri, burnu gözleri sanki dikey ve buz gibi bir havuza girermiş gibi üşümeye başladı, iki adım sonra aynanın durduğu koridordaydı yine. Ama, ters bir şeyler vardı. Sağına soluna bakınırken, birden donup kaldı. Evet, koridordaydı lakin burada her şey tersti. Ve o anda aklına, dayısının kitaplarından birinde, kırmızı kalemle yazılmış olan ve İsmail’in de ilgisini çeken o cümle geldi: “Ters ikiz dünyaların geçiş kapıları aynalardır. Ne var ki sadece bir kez geçiş yapılabilir. Bir canlı, ters ikiz dünyaya geçerse, kendi dünyasına geri dönemez, geçtiği yerde kalır.” Araştırmalarında, bu cümleyi nasıl olup da es geçtiğine inanamıyordu. Evet, aklına gelmişti ama İsmail de dayısı ve adaşı olan kişiyle aynı kaderi paylaştıktan sonra. Ve karşısındaki aynada kendisini değil, hayal-meyal hatırladığı dayısını görünce, kırmızı kalemle yazılmış notun devamını hatırlayıverdi: “Ancak, aynı kandan gelen ve aynı ismi taşıyan kişiler Kırmızı Anahtar Kitabı kullanarak, kendi dünyalarına dönebilirler. Fakat, diğer akrabasını feda ederek…”

Sayfa: [1]