Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Bardes

Sayfa: [1] 2
1
Kraliyet Meydanı / El Yapımı Kitap Ayraçları
« : 05 Temmuz 2015, 18:46:22 »
Merhaba Rıhtım ahalisi! :).

Aşağıdaki kitap ayraçlarını kendim yapıyorum. Her biri el emeği göz nuru :D. Adet fiyatı 4 TL. Ankara içine elden teslim edebilir, Ankara dışına PTT Kargo ile gönderebilirim. Üstelik 1 TL farkla istediklerinizi de çizdirebilirsiniz! (Ama her şeyi de çizemiyorum, çizebileceğim bir şeyse ben size bunu söylüyorum. Sonra çizip fotoğrafını yolluyorum. "Beğenmezseniz paranız iade!" diyeceğimi sandınız değil mi? Hayır, öyle bir şey yok, çünkü beğenmezseniz zaten aramızda bir alışveriş olmamış olacak :P).

Vee sipariş veren ilk kişiye 1 adet ayraç da benden hediye!

Spoiler: Göster
1. [spoiler]

2.
Spoiler: Göster

3.
Spoiler: Göster

4.
Spoiler: Göster

5.
Spoiler: Göster

6.
Spoiler: Göster

7.
Spoiler: Göster

8.
Spoiler: Göster

9.
Spoiler: Göster

10.
Spoiler: Göster

11.
Spoiler: Göster

12.

13.
Spoiler: Göster

14.
Spoiler: Göster

15.
Spoiler: Göster

16.
Spoiler: Göster
[/spoiler]

Bunların dışında yaptığım ayraçlar da var ama çok kalabalık etmesin diye hepsini koymadım. İsteyene mesajla yollayabilirim.

2
Kurgu İskelesi / Denek
« : 25 Haziran 2015, 22:11:47 »
“30 TL kazanmak ister misiniz?
Nesiller ve Kan konulu, Vampir Etik Kurulu tarafından onaylanmış bilimsel araştırma kapsamında yürütülen deneyimize katılmak üzere katılımcılar arıyoruz. Deney yaklaşık 1 saat sürecek olup deney sonunda katılımcılara 30 TL verilecektir.”

          Bu deney çağrısı hayatımın dönüm noktasıydı. O zamanlar kırk iki yaşında gencecik bir vampirdim. İkinci öğretimde işletme okuyordum. Yaşım gençti, tecrübesizdim ama fikirlerim beni olgunlaştırıyordu. Üniversite ikinci sınıftayken İnsan Hakları Yayma Cemiyeti’ne katıldım. Topluluğun amacı insanlarla vampirlerin kampüs içinde birbirlerine saygıyla bir arada yaşayabilecekleri düşüncesini yaymak, bu amaçla etkinlikler düzenlemekti. Cemiyette insanlar ve vampirler birlikte çalışıyorlardı.

          Biz, canlı insanlardan doğrudan kan emmeyi reddeden bir vampir grubuyduk. Bunu etik bulmuyorduk. Bunun yerine karşılıklı gönüllülük esasına dayalı bir kan alışverişini daha doğru buluyorduk. İnsanlar da bunu savunuyorlardı. Bunun için farkındalık etkinlikleri düzenliyor, kampüse getirdiğimiz kan toplama araçlarında gönüllü insanlardan kan alıyor, bütçe sıkıntısı çektiğimiz durumlarda kermeslerde patates salatası ve kısır satıyor, çılgın partiler düzenliyorduk.

          Cemiyette çok eğleniyordum ama bir de “Vampirin vampirden başka dostu yoktur.” ilkesini benimseyen karşıt bir grup vardı. İnsanların kanını emmenin vampirliğin doğasında olduğunu savunuyor, kermeslerimizden patates salatası alıp parasını vermeden kaçıyorlardı hainler. Sadece bunu yapsalar yine iyiydi ama bazen çok büyük kavgalar oluyordu ve son zamanlarda bu giderek can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. Birkaç insan arkadaşımızı kanlarını son damlasına kadar emmek suretiyle katlettiler. Okul tam bir nefret yuvasına dönüşmüştü, çok gergin bir ortam vardı. Üniversite yönetimi de durumdan rahatsızdı ama ortaya somut bir çözüm koyan yoktu.

           Bu olaydan haftalar sonra o deney ilanını gördüm. Vampir Etik Kurulu tarafınca onaylanmış birkaç araştırmayı biliyordum. Makalelerini okumuştum. Görüşleri benim görüşlerime yakındı. Otuz lira da öğrenci için her türlü iyi paraydı. Daha önce de bu tarz deneylere katıldığım olmuştu ama verdikleri ücret on beş ya da yirmi lirayı geçmezdi genellikle. Bu para da küçümsenecek bir miktar değil tabii. Hatta bazen birkaç farklı deney üst üste denk geliyordu ve bu üç beş lira birikerek hatrı sayılır bir paraya dönüşebiliyordu. Kısacası damlaya damlaya göl oluyordu gerçekten de. Deneye katılmak için mail atıp randevu aldım hemen.

*      *      *

“Lütfen sessiz olunuz, içerde deney yapılıyor.”

          Karşımdaki mavi kapının üzerinde yazan buydu. Ben de kapının önünde beklemeye başladım. Randevum saat 18.00’deydi. Saatime baktım, 17.45. Bir süre daha bekledim. Kapıyı dinledim, içerden gelen bir ses yoktu. “Günleri mi karıştırdım acaba?” diye düşünüp maili ve takvimi kontrol ettim. Hayır, tarih doğruydu, saat doğruydu. Ama içeriye giremiyordum kapıdaki yazı yüzünden. Ben düşünceler içinde boğuşurken kapı açıldı.

          “Deney için mi gelmiştiniz?” dedi beyaz önlüklü, ağız maskesini çenesinin altına indirmiş genç kadın.

          “Evet.” dedim.

          “İçeri geçin lütfen.”

         Söylediğini yaptım. Kapının önünde aşağı inen birkaç basamak vardı. Basamakları inerken etrafa göz gezdirdim. Geniş bir laboratuardı. Monitörler, deney tüpleri, kablolar, ismini bilmediğim bir sürü deney zamazingosu vardı etrafımda.

         “Şöyle oturun isterseniz.” diyerek duvar kenarındaki koltuğu işaret etti kadın.

         Gri renkteki kocaman deri koltuğa oturdum. Adeta gömüldüm. Kadın da biraz çaprazımdaki masaya oturdu. Önündeki bilgisayara bakıp sanırım bir şeyleri kontrol etti.

         “Halis Kanemen’di değil mi?”

         Adım buydu evet. Maalesef… Kan emmeyi reddeden bir vampir olarak sahip olabileceğim en harika soyadına sahiptim ve ismimle birleşince de tadından yenmiyordu. Ailem, kan emiciliği reddettiğimi onlara söylediğimden bu yana beni ailenin yüz karası olarak görüyorlardı. Kanemen Ailesi’nin soy kütüğünde bir lekeydim onlar için. Benden utanıyorlardı. Geleneklerimize sahip çıkmadığım için saygısız serserinin biriydim.   

         “Halis Kanemen, evet.”diye tekrarladım.

         Kadın, masanın üzerinden birkaç kağıdı alıp bana uzattı.

         “Deneye gönüllü olarak katıldığınızı belirtmeniz için imzalamanız gerekiyor.”

         Kağıtları alıp okumaya başladım. Sıradan bir gönüllü katılımcı formuydu. Açıklamada deneyi yürüten kurul, deneyin katılımcının isteği halinde yarıda bırakılabileceği, kişisel bilgilerin anonim kalacağı vs. her deneyde olan bilgiler yer alıyordu. Bir cümle hariç… 

   “Deneyin sonuçlarının beklenmeyen bir şekilde gelişmesi halinde sorumluluk katılımcıya aittir.”

       Daha önce katıldığım deneylerde benzer bir ifade görmemiştim. Bu kısmı anlayamadığımı, tam olarak ne söylenmek istendiğini sordum kadına.
 
      “Sonuçları kısa vadede göremeyeceğimiz için tam olarak nasıl bir sonuç çıkacağını bilemiyoruz. Zaten ne zaman isterseniz deneyi yarıda bırakma hakkınız var. Ama zaten deneye başlamadan önce sizinle kısa bir anket ve mülakat yapmamız gerekiyor, katılıp katılamayacağınızı vereceğiniz cevaplar belirleyecek.” dedi.

       “O zaman şimdiden imzalamama gerek yok?” dedim.

       “Evet, o kağıdı şu an imzalamanıza gerek yok, görüşmemiz olumlu olursa imzalarsınız. Ama mülakat ve anket için olan diğer formu imzalamanız gerekiyor.” 

          Söylediği kağıtları imzalayıp kadına uzattım. Diğer formu önümdeki sehpanın üzerine bıraktım. Kadın kağıtları mavi bir dosyanın içine yerleştirdi. Anket soruları formunu bir tükenmez kalemle birlikte bana uzattı. Yaşımı ve cinsiyetimi yazdım.

       “3- Tür: İnsan /Vampir

        İnsanlar 4. sorudan, vampirler 20. sorudan devam etmelidir.”

 
        Vampiri işaretleyip yirminci soruya atladım.

        “20- Aşağıdaki belirtilen durumları kendinize göre 1 ile 5 arasında puanlandırınız. Sıralama 1: Hiç katılmıyorum, 5: Kesinlikle katılıyorum şeklinde artarak gitmektedir.

        -   Kan emiyorum.                          
        -   Vampir kan emmelidir.                
        -   Kan emmek vampirliğin doğasında vardır.               
        -   Kan emiciliği biyolojik değildir.                 
        -   Kan emiciliği toplumsal bir durumdur.            
        -   Kan emmek insan haklarına aykırıdır.             
        -   İzinsiz kan almayı doğru bulurum.
        -   Kan emmek bağnaz bir gelenektir.
             …”


        Sorular böyle uzayıp gidiyordu. Hepsini cevaplayıp kadına geri verdim. Kadın anketi masanın üzerine koyup kafasını hafifçe sağa doğru yatırdı. Sağ elini kafasına götürüp saçlarını karıştırdı.

        “Evet, hazırsanız mülakata geçebiliriz.”

        Sanırım cevaplarımı sevmişti. Vampir Etik Kurulu’nun düşüncelerime yakınlığını bildiğim için endişe etmeden dosdoğru cevaplamıştım soruları.

        “Halis Bey, anket cevaplarınız iyi kötü bilgi veriyor bu konuda ama yine de sözlü olarak da sormak isterim. İnsanlardan onların gönül rızası olmadan kan emmek hakkında ne düşünüyorsunuz? “

        “Etik bulmuyorum ve kesinlikle yanlış buluyorum. İnsan hakları savunuculuğu yapan bir vampirim. İnsanlara sormadan ansızın ortaya çıkıp kanlarını emmek çok vahşice ve medeni vampirliğe yakışmıyor. Onlara hak tanımıyoruz böylelikle ve onlardan üstün olduğumuzu düşünüyoruz. Bu yersiz bir ego bana göre. Sonuçta gün ışığını görünce kül olan onlar değil, biziz.”
 
        “İnsan ırkının daha üstün olduğunu mu söylüyorsunuz?”

        “Hayır. Herhangi bir tarafın üstünlüğünden bahsetmiyorum.”

        “Biyolojik bir ihtiyaç mı peki kan emmek?”

        “Olabilir ama bunu zorla yapmak zorunda değiliz. Bazı insanlar gönüllü olarak kan bağışında bulunuyorlar zaten. Ama ben kan emmenin toplumsal bir mesele olduğunu düşünüyorum. En azından bu zorlayıcı baskıcı halini böyle buluyorum. Bence bu tamamen gelenekçilikten ileri geliyor ve gelenekleri yersiz buluyorum.”

        “Biraz açabilir misiniz? Ne tür bir gelenekten bahsediyorsunuz?”

        Sorular üst üste çok hızlı geliyordu. Daha açık nasıl konuşabileceğimi düşündüm hızlıca.

        “Yani şimdiye kadar bu böyle olmuş. Hiçbir vampir gidip de bir insana ‘Sakıncası yoksa kanını emeceğim.’ dememiş. Gidersin ısırırsın kanını emersin. Bu böyle öğrenilmiş bir şey.”

        Kadın, gözlerini hafifçe devirip küçük bir gülümsemeyle belli belirsiz bir şekilde kafasını sola çevirip tekrar önüne döndü. Sanırım saçmaladığımı düşünüyordu. Biraz sıkılmıştım. “Bitse de gitsek.” moduna girmiştim artık.

        “Halis Bey, görüşmemiz olumlu. Şimdi diğer gönüllülük formunu da imzalayabilirsiniz.”

        “Daha iki soruda sıkıldım. Bir saat nasıl bitecek acaba?” diye içimden geçirirken son kağıdı da imzaladım. Kadın oturduğu yerden kalkıp masanın arkasından öne doğru geldi.

        “Vampirlerin kan olmadan da yaşayıp yaşayamayacaklarını araştırıyoruz. Bunun için geliştirdiğimiz bir ilaç var ama henüz etkilerini bilmiyoruz. Denekler üzerinde olumlu ya da olumsuz herhangi bir sonuç şu ana kadar elde edebilmiş değiliz.” 

3
Yıldız Savaşları / Darth Vader Aşık Olursa
« : 10 Nisan 2015, 02:15:28 »
Darth Vader'ı hiç böyle görmediniz! ;D

Baya eski bir şey aslında ama baktım konusu açılmamış, biliyorsanız da duruversin şuracıkta dedim :P

Şöyle buyrunuz.

4
Başka Kurgular / Boyalı Kuş - Jerzy Kosiński
« : 26 Mart 2015, 22:38:23 »

Bu kitap, Polonyalı yazar Jerzy Kosiński’nin 1965 yılında yazdığı otobiyografik bir roman ve kendisinin ilk romanı. Türkiye’de ilk kez 1968’de E Yayınevi tarafından basılmış, yayınevinin bastığı ilk kitap olma özelliğini de taşıyor (Ben yayınevinin başka bir kitabını okumadım, yorumlarda çevirilerinin Google Translate gibi olduğu falan yazıyor ama Kosiński çevirilerine harika demişler ki ben de gayet iyi bir çeviri olduğunu düşünüyorum).

Kitabın konusu, II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin gazabından kurtulabilmesi için ailesi tarafından tanımadıkları bir adamın yanına bırakılan altı yaşındaki Polonyalı bir çocuğun savaş boyunca yaşadıkları. Olaylar kitap boyunca çocuğun ağzından anlatılıyor. Yirmi bölümden oluşan kitabın her bir bölümü çocuğun bir başına, sahip olduğu hiçbir şeyi olmadan oradan oraya kaçışlarını anlatıyor.

Kitabı tek bir kelimeyle özetleyecek olsam “vurucu” diyebilirim ki o bile hafif kalıyor aslında. Beni gerçekten çok etkiledi, ağlaya ağlaya okudum kimi yerlerini - ağlamadığım yerlerde de boğazım düğüm düğüm :P. Savaşın kan, ateş ve vahşetle dolu dünyasını çırılçıplak, çok sert bir şekilde gözler önüne seriyor. Böyle olmasında yazarın savaşın birinci elden tanığı olmasının etkisi büyük tabii ki. Zaten otobiyografik bir eser olduğunu söylemiştim.

“Boyalı kuş”un ne olduğu kitapta açıklanıyor ve kitaba bundan daha güzel bir isim düşünülemezdi. Savaşın insan hayatında ne türden bir değişime sebep olabileceğini apaçık görüyorsunuz, aslında kimsenin kazanmadığını da.

Mutlaka okunması gereken bir kitap ama yaşı küçük üyelerimize ve yolcularımıza tavsiye etmiyorum, siz büyüyünce okuyun :P.    

5
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Elli Yedinci Ay
« : 17 Mart 2014, 23:41:42 »

Bazen içinde volkanlar patlar insanın. Çok kızar, öfkesinden deliye döner, titrer sinirden. Ya da bunalır, içi daralır çok. Bazen heyecandan ne yapacağını bilemez, eli ayağına dolaşır. Sevinir kimi zaman. Bazen çok korkar, çaresiz kalır ve yapabileceği hiç bir şey yoktur. Bazen de Edvard Munch olur, doğanın içinden sezer bu duyguları. Ne yapabilir ki insan bazen “çığlık” atmaktan başka?

Seçkimizin elli yedinci ayında görseli Mustafa Yaşar hazırladı. Kendisine bize çeşitli duygular yaşatan bu güzel çizimi için çok teşekkür ediyoruz.

İşte bu ayki “çığlık” temalı öykülerimiz:

     - Başkaları Cehennemdir adlı öyküsü ile Akın Çokuğurluel

     - Dünyanın Çığlığına Kulak Verin! adlı öyküsü ile Bahri Doğukan Şahin

     - En Güzel Şarkı adlı öyküsü ile Banu Taylan

     - Vicdân adlı öyküsü ile Berker Tufanoğlu

     - Anchilea Kutsal Kalkan – Bölüm:18 adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı

     - Son Çınar adlı öyküsü ile Ceyhun Özçelik

     - Katil adlı öyküsü ile Didem Sayat

     - Not Defteri adlı öyküsü ile Doğan Özer

     - Duvar Çığlığı adlı öyküsü ile Erdal Gencer

     - Güve adlı öyküsü ile Gökcan Şahin

     - Çığlık adlı öyküsü ile Hacı İmrağ

     - Delinin Çığlığı adlı öyküsü ile Mehmet Berk Yaltırık

     - Uyku Kabini adlı öyküsü ile Mümin Can

     - Kargalar adlı öyküsü ile Osman Tarhan

     - Sessiz Çığlık adlı öyküsü ile Pınar Kumsal Başdağ

     - Zerre Hikâyeleri 2 – Çığlık adlı öyküsü ile Servet Tursun

     - Çarpık Metafor adlı öyküsü ile Suat Vural

     - Yapaydünya Federasyonu – Sıradan Günler adlı öyküsü ile Ufuk Ali Kaftanlı

     - Uzungöl adlı öyküsü ile Ulat Alakasır

Gelecek ayın temasını METUCON işbirliğiyle belirliyoruz. Türkiye’nin en köklü bilimkurgu ve fantastik kurgu etkinliklerinden olan METUCON, bu yıl 19-20 Nisan tarihlerinde her zamanki gibi Orta Doğu Teknik Üniversitesi kampüsünde düzenlenecek. Onların da bu yılki temasını göz önünde bulundurarak nisan ayının temasını “SİBER” ve “PUNK” olarak belirledik. Bu bağlamda Steampunk’tan Cyberpunk’a, Punk ideolojisinden Biopunk’a kadar benzer türlerdeki öykülerinizi heyecanla bekliyoruz. Nisan ayının ikinci haftasına kadar öykülerinizi oykuseckisi@gmail.com adresine yollayabilirsiniz.

METUCON etkinliği ile ilgili gelecek günlerde öykü yollayacak yazarlarımıza sürprizlerimiz olacak. Detaylar için bizleri sosyal medyadan izleyebilir ve bu arada METUCON’un etkinlik sayfasına göz atmak için BURAYA tıklayabilir, daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz.

Herkese iyi okumalar.

Sevgiler,
Burcu “Bardes” Durukan

6
Başka Kurgular / Fenerden Taşınan Işık - İrem Uşar
« : 29 Temmuz 2011, 02:01:23 »

Arka Kapak:

Ege'de bir deniz feneri.
İrem Uşar ilk kez çocuklar için yazdı.

Doğayı ve insanları derinlemesine gözlemleyerek öyküleştiren İrem Uşar, ilk çocuk kitabını gerçek bir deniz feneri üzerine kurguladı. Kültürel mirasın en bilindik, en sempatik sembollerinden olan deniz fenerleri, teknolojik gelişmelerin değiştirdiği hayatlarımızda yitirilen değerlerin simgesi olarak, öykünün merkezine oturuyor. Yakın arkadaşları hayvanlar olan, doğayla iç içe yaşayan küçük bir çocuğun hayatının kısa bir dönemine tanıklık ederken, onun fenerin ışığıyla kurduğu duygusal ilişkiyi, masalsı bir anlatımla ele alıyor. Assos yakınlarındaki Sivrice Deniz Feneri için özel olarak projelendirilen kitap, usta sanatçı Huban Korman'ın desenleriyle canlanıyor.


Yaralı bereli, yaramaz oğlan, ailesiyle birlikte, kayalıklardaki deniz fenerinde yaşıyordu. En iyi oyun arkadaşları, köstebeği Arpacık'la yılanı Zilli'ydi. Oğlanın babası, aile geleneğini sürdürüyor, gemilere yol göstermek için, her gece aynı saatte fenerin ışığını yakıyordu. Fenerin ışığı, yaramaz oğlanın en sevdiği şeydi. Ama bir gün postacı kapıya öyle bir zarf getirdi
ki, ailenin dünyası allak bullak oldu. Yaramaz oğlan, fenerin ışığına ne diyeceğini şaşırdı.


----------

“Karanlık diye bir şey yoktur, karanlık ışığın yokluğudur.”

Arka kapakla birlikte, kitabın yazılmasında yazara yol gösteren bu söz ve kitap hakkında "Bir nevi Türk Küçük Prens'i" yorumunun yapılması bende merak uyandırdı. Güzel bir şeye benziyor.



7
Genel Kültür / Sivrice Deniz Feneri Kütüphanesi
« : 29 Temmuz 2011, 01:41:51 »


Herkül bedenine saplanmış oku çıkarıp fırlatır; bitip tükenmeyen dayanılmaz acıların ıstırabından kurtulmak için odundan ölüm döşeğini inşa eder, ateşe verir ve kendini içine atar. Alevler vücudunu sardığında gökten bir bulut iner, onu sarmalar, alır Olimpus’a götürür.

Efsane, deniz fenerlerinin ışığına yüklediğimiz değişik anlamların her birini haklı kılıyor sanki. Bir yanıp bir söner görünen tükenmez ışık, onda soyutlanan algıların, yalnızlığın dinginliğinde beyinlerde üreyip çoğalan düşüncelere dönüşerek bir şeylerin somutlaştığını simgelemiyor mu?

Yol gösterici, beladan koruyucu, güç ve dayanıklılık simgesi, romantik aşkları başlatıcı, özveri ve cesaret kalesi, esrarengiz, mistik, entrikalı öyküler mekanı; çalkantılı/dingin anlar, mücadele/huzur yılları, korkular/umutlar, doğa/doğaya karşı insan ikilemi; mimarî şaheser, bilim ve teknoloji ürünü, sanat eseri…

Yaratıcılığımızın esin kaynağı: Deniz Fenerleri.

Her ülkeden her denizdeki, her göldeki, her nehirdeki deniz fenerlerinin ve öykülerinin, orada yaşayanların anılarının ve maceralarının, düşlerin, umutların tanımlandığı, irdelendiği, anlatıldığı her dilden yazılmış yapıtlar bir deniz feneri mekanında toplansın istedik, "Sivrice Deniz Feneri Kütüphanesi" ni kurma çabasına girdik.

İlerleyen yıllarda başarılı olabilmek de bizim umudumuz...

Kaynak: http://www.sivricefeneri.org/oyku.html


Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi, Bektaş Köy sahili Sivrice'de bulunan kütüphane, Türkiye'nin tek deniz feneri kütüphanesiymiş. Deniz fenerini kiralayıp restoran olarak kullanmak yerine böyle şahane bir projeye imza atan insanları takdir etmek gerek.

8
Düşler Limanı / Kırmızı
« : 30 Mayıs 2011, 23:19:54 »
Spoiler: Göster
 Belki farklı bir havaya bürünür diye başladığımı ama devamını getiremediğim bir yazı. Burada olması halinde devamı gelir belki diye düşünüyorum. Ama hiçbir şey olmaya da bilir. Yazılmaması gerekiyor bile olabilir.
                                         
                                                                   Kırmızı

Yüksek binalar arasında sıkışıp kalmış, restore edilmediği takdirde üç vakte kadar yıkılacakmış gibi duran evlerin olduğu dar bir sokaktan geçiyordu kız. Yaklaşık on beş dakikadır yürüyor olmasına rağmen, günlerdir yürüyormuş gibi hissediyordu. Düşünceliydi ve heyecanlı. Yanından geçtiği siyah bir arabanın üzerindeki yansımasına bakarak şalını düzeltti. Güzel görünmeliydi. Yeni aldığı kırmızı elbiseyi giymişti. Karpuz kollu, önden düğmeli, kısa etekliydi elbise. Ama bütün bunlardan öte, kırmızı.

Tırnaklarını, kırmızı ojeleri bozulur diye yememişti. Bunun yerine dudağında dağıtmıştı heyecanını. Dudağındaki ruj, ısırılmaktan sağa sola bulaşmıştı ve kırmızıydı. Çantasından çıkardığı ıslak mendille düzgünce sildi ruju, yeniden sürdü. Kırmızıdan öte bir kırmızı...

Üstüne başına çeki düzen verme işini tamamladıktan sonra yoluna devam etti. Eve yaklaştıkça, kalbinin daha hızlı çarptığını duyabiliyordu. Kendisinden başkasının da bu sesi duyabileceğinden neredeyse emindi.

Yedi katlı uçuk pembe yapının önüne geldiğinde durdu. Kenarları yaldızlı çerçeveli levhada şöyle yazılıydı: Konuk Apartmanı.

Cevabını çok iyi bildiği halde kendi kendine "Acaba geldiğimi görmüş müdür?" diye sormadan edemedi. Tek kelimelik bir mesaj yazıp yolladı ona: "Geldim."

O, mesajı okuyunca biraz şaşırmıştı aslında. Kızın, evine gelecek cesareti gösterebileceğinden emin değildi. Ama gelmişti işte. Kapıya gidip üzerinde otomat yazan düğmeye bastı. Apartman kapısı rahatsız edici bir sesle açıldı.

Kız, kapıyı usulca itip apartmana girdi. Önünde uzun bir koridor, koridorun sonunda da asansör vardı. Üzerinde de büyük harflerle "ARIZALI" yazan bir kağıt... Yedi kat merdiven çıkmak zorunda kalması hiç umrunda olmadı.

Son katın merdivenlerini çıkarken gözlerini onun dairesine dikmişti. Kapı aralıktı. Son basamağa geldiğinde o, kapıda belirdi. Tam o sırada kızın yüzünde beliren gülümseme görülmeye değerdi.

9
Eğlence & Mizah / Mila's Daydreams
« : 13 Nisan 2011, 23:03:39 »
Adele Enersen isimli Finlandiyalı kadın, kızı Mila'nın rüyalar alemini birbirinden güzel şekillerde fotoğraflayıp internet üzerinden paylaşmış. Müthiş yaratıcı eserler çıkarmış ortaya. Çok hoşuma gitti, ben de sizlerle paylaşayım dedim.

Spoiler: Göster


Spoiler: Göster

Spoiler: Göster

Spoiler: Göster

Spoiler: Göster

Spoiler: Göster

Spoiler: Göster

Favorim!


Spoiler: Göster

Bazen de kabus görebilir tabi.

Spoiler: Göster


Kadının soyadının Andersen'i çağrıştırmasıyla alakası var mıdır bilmem ama fotoğraflar masal tadında :)
Fotoğrafların devamını görmek için şuraya, kadının bloguna ulaşmak için de buraya tıklayabilirsiniz. Bir de kızı için besteleyip söylediği bir ninni varmış ki onu dinlemek için de şuna tıklamak yeterli.


10
Düşler Limanı / I'll Kill Her
« : 09 Eylül 2010, 20:18:34 »
Spoiler: Göster
Aslında paylaşma niyetinde değildim bu yazıyı, epey kişisel. Ama hoşuma gitti sonradan da.  :uhe


  “Aysel Hanım Teyzelerin evine yeni taşınanları gördün mü?” dedi arkadaşım. Çok önemli bir konuya temas etmiş gibi gözlüğünün üstünden bakarak ciddi bir hava vermeye çalışıyordu kendisine.

  “Gördüm.” dedim. “Biz yaşlarda bir kızları var.”

  “Tanışırız yakında.” dedi ve kendi adını verdiği oyuncak bebeğiyle konuşmaya başladı. “Seni de tanıştırırım Cansu. Nuri seni de tanıştıralım mı?” diye de bir soru yöneltti kucağımdakine.

  Nuri mahallemizin kedisidir. Üç yıldır bizimle. Daha çok benimle. Aramızda duygusal bir bağ var. En azından benim tarafımdan yani. Diğer çocuklar onun tembel bir kedi olduğunu, sürekli uyumaktan başka bir şey yapmadığını söyleyip duruyorlar. Ama onların kucağında uyusa bundan şikayet etmezlerdi muhtemelen.

  Cansu’yla yeni taşınanlar hakkında konuşurken otuzlu yaşlarında bir kadın ve elinden tuttuğu mavi gözlü sarışın kız yanımıza geldiler. Bunlar onlardı. Yeni taşınanlar…

  “Merhaba kızlar. Bu kızım Gözde. Hemen şuradaki evde oturuyoruz.” dedi kadın az ilerideki dört katlı yeşil binayı göstererek. Kıza dönerek, “Bak Gözdeciğim. Arkadaşlar varmış burada da. Oynarsınız güzel güzel.” dedi. “Değil mi kızlar?” diye de onaylamamızı istediği soruyu Cansu’yla bana yöneltti hemen arkasından. Bizden oluru alınca kızı bırakıp gitti kadın.

  Gözde’yle tanıştık. İyi bir kıza benziyordu. Önce biraz çekingen davranmıştı ama çabuk alıştı. Nuri’yle tanışması beklediğimden de çabuk oldu. Bu kedi uyurken kulağına parmağınızı soksanız bile uyanmaz. Her zamanki gibi kucağımda uyuyordu ve Gözde ona dokundu. Sarışın kızın tek bir dokunuşuyla uyandı bizimki. Daha şaşkınlığımı üzerimden atamamışken benim kucağımdan onunkine geçti üstelik. Fazla tepki vermedim. Şaşkındım sadece.

  Hava kararıncaya kadar sokakta oynadık. Bu arada diğer arkadaşlar da gelip Gözde’yle tanışmışlardı. Akşam evlere dağıldık.

  Ertesi gün hayatımın en kötü günüydü.

  Cansu beni dışarıya çağırdı. Genelde o çağırır. Değişik bir şey değildi bu. Her zamanki gibi parka gittik. Buraya kadar her şey normaldi. Ama bizim Nuri ortalarda yoktu. Olacak iş değildi. Emre’yle Onur biz parka gelmeden önce oradaydılar. Onlara soralım dedik. Sorduk, “Görmedik bugün hiç.” dediler. Kedinin nereye gitmiş olabileceğini tartışırken kucağında Nuri’yle, Gözde çıkageldi.

  “Merhaba.” dedi gülümseyerek. Ama ben karşılık vermemiştim. Çoktan asmıştım yüzümü.

  “Neredeymiş Nuri?” diye sordum biraz sert çıkarak

  “Benimleydi.” dedi gayet sakin. “Dün bize götürdüm onu. Birlikte uyuduk.”

  Kan beynime sıçramıştı. Nuri kimseye ait değildi.  Onunla benim kadar ilgilenen de yoktu ve üç yıldır aramızda duygusal bir bağ vardı. En azından benim tarafımdan yani. Ama buna rağmen ben bile bir gün olsun eve almamıştım Nuri’yi. Bu kıza n’oluyordu şimdi? Nuri’yle tanışalı daha iki gün olmuştu. İki günde onun sahibiymiş havalarına girmişti. Kedilerin nankör olduklarını falan söylemeye kalkmayın şimdi. Bunu yaparsanız da annemin arkadaşı Figen Teyze’nin anlattığı dişi köpeğin kuyruğuyla ilgili bilgiyi paylaşabilirim elbet. Olsa olsa donuk mavi gözleri ve küçük yuvarlak ağzıyla bir akvaryum balığını andırdığı için Nuri’ye yemek gibi görünmüş olabilirdi.

  Çok sinirlendim. “Gitti bok gibi kızlara sarıldı.” şeklinde ağıt yakmak için eve gittim hışımla. Kapıyı annem açtı. “Sana bir haberim var.” oldu ilk cümlesi. “Hiç sırası değil anne.” dememe kalmadan kötü haber kulaklarımdan zınk diye girip beni koridorun orta yerine çakmıştı bile. “Babanın tayini çıktı. Gözün aydın, Antalya’ya taşınıyoruz.”

  Nasıl bir durumdu bu böyle? Lanetlenmiş olabilir miydim? O an ölmek istedim. Nuri’yi yanımda götüremeyeceğimi çok iyi biliyordum. Buna hayatta izin vermezlerdi. Ne olacaktı şimdi? Meydan o sarışına mı kalacaktı?  Bu bir kabus olmalıydı. Bunları düşünürken içerden gelen ses, kafa seslerimi susturdu. Soko benim için söylüyordu: “I’ll kill her.”

11
Mitolojiler / Hüma Kuşu
« : 08 Eylül 2010, 22:54:26 »

Hüma kuşu, çoğu kez cennet kuşu olarak da adlandırılan, görünmeyecek şekilde çok yükseklerde dinlenmeksizin sürekli uçan, asla yere değmeyen -bazı kaynaklarda ayakları olmadığı da nakledilir- efsanevi kuş.

Arapçası Bulah olup bazı kaynaklarda Arapça'daki ruh anlamına gelen hu ve su anlamındaki ma kelimelerinden oluştuğu savunulmuştur. Kaynaklarda Tengricilik inancındaki Tanrı Umay ile benzerliği belirtilen ve Çepni boyunun sembolü olarak kullanılan Hüma, bazı Türk lehçelerinde Kumay veya Umay kuşu adı ile de bilinir.

Başına konduğu kimseye mutluluk getirdiğine inanılması sebebi ile talih kuşu veya devlet kuşu olarak da isimlendirilir. Bunun kaynağı eskiden bir hükümdar ölünce halkın bir meydanda toplandığı ve Hüma'nın başına konduğu ya da gölgesinin üzerine düştüğü kişinin hükümdar olduğuna dair halk inancıdır. Hümayun kelimesinin hükümdar, padişah anlamlarını alması ve Hüma'ya devlet kuşu  denmesi Hümâ'nın gölgesi ile ilgili bu inançlar sebebi iledir. Hüma'nın canlısının asla yakalanamayacağı ve Hüma'yı bilerek öldüren kişinin kırk gün içinde öleceği de yaygın inançlar arasındadır. Bazı yorumlarda, Hüma'nın Feniks gibi birkaç yüzyılda küllerinden yeniden doğmak için kendini yakarak tükettiği de ifade edilir.

 Edebiyatta Kullanımı

Hüma kuşu, Osmanlı, Türk, Fars ve Urdu edebiyatında sıklıkla başvurulan motiflerden biridir. Bunlar arasında Hüma ve Hümayun mesnevileri ile kuşlar arasındaki konuşmalara dayalı alegorik eserler başı çeker. XII. yüzyılda yazılan Gazali'nin Risaletü't-tayr'ında, Ferîdüddîn-i Attâr'ın bu eserden yararlanarak yazdığı Mantık-ut Tayr'da ve Ali Şîr Nevaî'nin Attar'ın eserine nazire olarak kaleme aldığı Lisânü't-Tayr'da sıklıkla geçmektedir.

Cennete yaşaması, çok yükseklerde uçup yedi kat göğün üzerindeki felekler ve burçlar arasında dolaşması ve hatta Tanrı’ya kadar gidip gelen bir kuş olması sebebi ile Türk halk edebiyatında da Hüma, erişilemeyecek yüksekliklerin bir sembolüdür. Bazı ortak özellikleri dolayısıyla da Feniks, Garuda, Simurg ve Kaknüs gibi diğer efsanevî kuşlarla karıştırılan Hüma, Divan şiirinde mitolojik kuşlar içinde özellikleri nedeniyle en çok sözü edilendir. XVI. yüzyıldan başlayarak şiirlerdeki kullanım sıklığı sürekli bir artış göstermektedir.

Kaynak

12
Müzik Haberleri / U2 İstanbul Konseri
« : 07 Eylül 2010, 20:53:51 »

Müzikseverlerin yıllardır beklediği U2 İstanbul'da hayranlarına unutulmaz anlar yaşattı, konserde U2 sevmeyenlerin bile ağzının açık kalacağı şov vardı. Gecenin sürprizi ise Bono ile düet yapan Zülfü Livaneli'ydi.

Yıllarca 'Türkiye'ye gelecek mi gelmeyecek mi?' sorusu soruldu ve rock efsanesi U2 dün akşam nihayet İstanbul'da sahneye çıktı.

Hayranları, U2'yu ön sıralardan izleyebilmek için dün gece 04.00'den itibaren konser alanının önünde sıraya girdi. Konseri izlemek için Türkiye'nin her ilinden gelen vardı. Atatürk Olimpiyat Stadı'na U2 hayranlarının ulaşabilmesi için ek otobüs seferleri konuldu ancak özellikle akşam saatlerinde büyük bir trafik sıkışıklığı yaşandı. Binlerce araç bağlantı yollarında ancak adım adım ilerleyebildi, müzikseverler konsere geç kalma endişesi taşıdı.

Saat 13.00'te stad kapılarının açılmasıyla birlikte konserin başlamasına saatler kala izleyiciler yerlerini almaya başladı. U2 konseri öncesinde saat 19.30'da İngiltere'nin en önemli alternatif rock gruplarından Snow Patrol sahne aldı. U2 Atatürk Olimpiyat Stadı'nın tıklım tıklım dolu atmosferinde saat 22.00'de sahneye adımını attığında yer yerinden oynadı. Onbinlerce kişi U2'yu alkışlarken binlerce müziksever bu anı cep telefonlarıyla fotoğraflayarak ölümsüzleştirdi. U2 konsere 'The Beatiful Day'le giriş yaptı.

U2’nun solisti Bono kendisini dinleyenlere "Çok teşekkür ederim, süpersiniz. Bu kadar sabrettiniz uzun sürdü ama sonunda geldik. Türkiye'de olanlar bütün dünya için çok önemli. Dün boğaz köprüsünden yürüyerek geçtik, aslında bu köprü geçmişle gelecek arasında da bir köprü" dedi. Konserde aynı zamanda siyasi mesajlar da verildi. Bono "Washington ve İsrail duy sesimizi" diyerek "Sunday Bloody Sunday-Kanlı Pazar" şarkısını çaldı, bu şarkıda da büyük bir alkış tufanı koptu.

ZÜLFÜ LİVANELİ SAHNEDE

Gecenin en büyük sürprizi ise Zülfü Livaneli'nin sahneye çıkmasıydı. Fehmi Tosun için yazılan parçada Livaneli Bono'ya eşlik etti, ardından "Yiğidim Aslanım" şarkısını söyledi.

Konserinin sonunda sevenlerine sabrettikleri için teşekkür ederek, ''Arayı açmayalım'' dileğinde bulunan Bono, sevenlerine AIDS ilacı alamayanlara yardım ettikleri için ayrıca teşekkür etti. Konserini tamamladıktan sonra müzikseverlerin uzun süreli alkışları üzerine iki kez sahneye dönen Bono, konserin ardından ekibiyle birlikte dinleyicilerini selamladı.

ŞOV AĞIZLARI AÇIK BIRAKTI

Konserde mükemmel bir prodüksiyon dikkat çekti, U2 sevmeyenlerin bile ağzının açık kalacağı şov vardı. Müzikseverlere muhteşem bir görsel şölen sunan ''The 360° Tour'' sahnesi, teknolojik açıdan müzik endüstrisinde gerçek bir devrim olarak kabul ediliyor.

Sahne tasarımının kurulumu 20 Ağustos tarihinde başladı. Dünya üzerinde bugüne kadar yapılmış en büyük konser prodüksiyonu olan 360° sahne tasarımı, konser alanında bulunan tüm izleyicilere her açıdan kusursuz bir görüntü sunabilmek için özel olarak hazırlandı.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25119702/#storyContinued

Zülfü Livaneli ve tüm stadın beraber söylediği Yiğidim Aslanım:Tık

13
Başka Kurgular / Çavdar Tarlasında Çocuklar - J. D. Salinger
« : 19 Ağustos 2010, 02:48:53 »


"Her neyse, hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta – yetişkin hiç kimse,yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum,uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yanlızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan birisi olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yanlızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum,bu çılgın bir şey."

Yorumum:

Bu kitabı almak için kaç kitapçıya gittim bilmiyorum. Araya araya bulamadım ama sonra tesadüfen karşıma çıktı. Alalı kaç ay olmuş, daha yeni okudum kitabı (bkz. maymun iştahlılık :P).

Çıkarcı, ikiyüzlü, sahte insanların arasında samimiyetini kaybetmeyen on yedi yaşındaki Holden Caulfield'in başından geçenleri onun ağzından dinliyoruz. Kitapta sıradan olaylar içten bir dille anlatılıyor. Her şeyiyle sade bir kitap. Arka kapakta herhangi bir yazı yok örneğin. Sade ama basit değil.

Bir de Holden'ı Little Miss Sunshine'da bir Dwayne vardı, ona benzettim epey.

Okunsa fena olmaz.


Not: Kitap daha önce 'Gönülçelen' adıyla basılmış. Bu isimle de belki sahaflarda falan bulabilirsiniz.

14
Düşler Limanı / Kırmızı Araba
« : 09 Ağustos 2010, 16:44:37 »
 
  Marcel’in oyuncak dükkanı evimizin bir sokak aşağısındaydı. Annemin elinden tutmuş, dükkanın önünden geçerken kafamı kaldırıp anneme baktım. Annem içimden geçeni anladı, “Peki” anlamında tebessümle başını eğdi ve ardından oyuncakçının kapısından giriş yaptık. Önce kapının üstündeki rüzgar gülünün sesi, sonra Marcel’in Noel Babavari “Ho ho ho”su karşıladı bizi. “Hoş geldin küçük.” diyerek başımı okşadı koca göbekli oyuncakçı. Soran gözlerle baktım. “Üzgünüm evlat, istediğin araba gelmedi henüz.” dedi. Dudaklarımı büktüm, gıkımı çıkarmadan çıktım dükkandan. İki haftadır aynı şeyi söylediğinden Marcel’in beni kandırdığını sanıyordum.

  Yanılmışım.

  Bir hafta sonra, üç haftadır beklediğim arabanın gelmiş olması umuduyla tekrar Marcel’in dükkanındaydık. Tezgahın üzerindeki karton kutuyu alıp bana uzattı. Heyecanla ve içinde ne olduğunu bilerek açtım kutuyu. Kırmızı arabam, beyaz köpüklerin arasından parlıyordu. Marcel’in koca göbeğine sarılıp ona teşekkür ettim. “Bir şey değil evlat.” dedi. “Bu arada dolapta buz gibi limonatam var. İçeriz değil mi?” diye sordu anneme dönerek. Cevabı beklemeden dükkanın arka tarafındaki mutfağa gitti. Annem de taburenin birine oturdu.

  Kırmızı arabamı kutusundan çıkardım. Hayran hayran seyrettim. Kapılarını açıp içini iyice kontrol ettim. Kirlenir diye yerde oynamaya kıyamıyordum. Tezgahın üstüne koydum. Geriye doğru hafifçe çektim ve elimden bıraktım. Araba, tezgahın sonuna kadar yavaşça ilerleyip durdu. Tam o sırada benden yaşça büyük olan çocukların oynadığı top, dükkan vitrinini delip arabamı yere düşürerek tezgahın arkasındaki duvara çarptı. Marcel, neler olduğunu anlamak için hışımla mutfaktan çıktı. Yerdeki arabamı tabi ki fark etmedi ve üzerine basıp kaydı. Cam parçalarının üzerine yüzükoyun düşüverdi. İri gövdenin altından arabamla aynı renkteki sıvı ağır ağır süzüldü. Büyük bir cam kırığı şah damarını kesmişti.

  Kocasının gözleri önünde ölmesine yüreği dayanmayan annem, kanların üzerine bir daha kalkmamak üzere yığıldı. Bağırış çağırış, ağlaşmalar ve panik içindeki insanlar bir anda dükkanı doldurdu. Biri beni kucaklayarak dışarı çıkardı.

  Ve ben o gün, bir daha kendilerinden kırmızı araba falan istemeyeceğime Marcel’e ve anneme söz verdim.

15
Şişedeki Mısralar / Vänner och Fränder (çeviri)
« : 21 Temmuz 2010, 18:57:47 »
Garmarna veya In Extremo'dan dinleyebileceğiniz bir İsveç halk türküsü Vänner och Fränder. Nedense, içinde fantastik bir şeyler bulunduğuna inanarak çevirdim ama fantastik kırıntısı dahi bulamadım. Derken genç bir kızın kralın oğluyla evlenmesinin ve prensi istemeyişinin hikayesi çıktı ortaya. Sağlıklı bir çeviri olmadı yine de.

Konuyu buraya açmam uygundur sanırım.

Spoiler: Göster
Vänner och fränder de lade om råd
Hur de skulle gifta bort sin fränka i år
Uti rosen
Lade om råd
Hur de skulle gifta bort sin fränka i år

Dig vill vi giva en kungason till man
Som haver mera guld än lille Roland haver land
Uti rosen
Kungason till man
Som haver mera guld än lille Roland haver land

Om lördan och söndan budet utgick
Om måndan och tisdan skull skådas vad hon fick
Uti rosen
Budet utgick
Om måndan och tisdan skull skådas vad hon fick

Om onsdan och torsdan blandades vin
Om fredan och lördan dracks hedersdagen in
Uti rosen
Blandades vin
Om fredan och lördan dracks hedersdagen in

De drucko i dagar de drucko i två
Men inte ville bruden åt sängarne gå
Uti rosen
Drucko i två
Men inte ville bruden åt sängarne gå

De drucko i dagar de drucko i tre
Men inte ville bruden åt sängarne se
Uti rosen
Drucko i tre
Men inte ville bruden åt sängarne se

Då kom där in en liten sjödräng
Och han var allt klädd uti blå kjortelen
Uti rosen
Liten sjödräng
Och han var allt klädd uti blå kjortelen

Han ställde sig vid bordet och talade så
Jag ser endast masterna som där gå
Uti rosen
Talade så
Jag ser endast masterna som där gå

Så lyster det Jungfrun åt högan loftet gå
Så springer hon den vägen mot sjöastranden låg
Uti rosen
Högan loftet gå
Så springer hon den vägen mot sjöastranden låg

Hon sprang uppå stenar hon sprang uppå tå
Men aktade sig väl för böljorna de blå
Uti rosen
Sprang uppå tå
Men aktade sig väl för böljorna de blå

Så bjödo de henne i skeppet in
Och bjöd henne att dricka både mjöd och vin
Uti rosen
Skeppet in
Och bjöd henne att dricka både mjöd och vin

Jag ser jag ser på dina vita fingrar små
Att vigselring ej suttit på den förrän igår
Uti rosen
Vita fingrar små
Att vigselring ej suttit på den förrän igår

Jag ser jag ser på dina guldgula hår
Att brudekrans ej suttit på den förrän igår
Uti rosen
Guldgula hår
Att brudekrans ej suttit på den förrän igår

Jag ser jag ser på dina snövita bröst
Att de ej har varit någon småbarnatröst
Uti rosen
Snövita bröst
Att de ej har varit någon småbarnatröst

Och Jungfrun hon lägger sig vid lille Rolands sida
Hon känner sig varken sorgsen eller kvida
Uti rosen
Lille Rolands sida

Arkadaş ve Akraba

Arkadaşlar ve akrabalar tavsiyede bulunmak için toplandılar
Bu yıl akrabalarını nasıl evlendireceklerdi?
-Pembe gençlik-
Tavsiyede bulundular
Bu yıl akrabalarını nasıl evlendireceklerdi?

Seni kralın oğluyla evlendirmek istiyoruz
Kim çorak Roland arazilerinden daha fazla altına sahip?
-Pembe gençlik-
Kralın oğluyla evlendirmek
Kim çorak Roland arazilerinden daha fazla altına sahip?

Cumartesi ve pazar davet yayıldı
Pazartesi ve salı onun ne yaptığı belli olacak
-Pembe gençlik-
Davet yayıldı
Pazartesi ve salı onun ne yaptığı belli olacak

Çarşamba ve perşembe şarap yapıldı
Cuma ve cumartesi coşkuyla düğün oldu
-Pembe gençlik-
Şarap yapıldı
Cuma ve cumartesi coşkuyla düğün oldu

Günlerce içtiler, ikişer ikişer içtiler
Ama gelin odaya gitmeyecekti
-Pembe gençlik-
İkişer ikişer içtiler
Ama gelin odaya gitmeyecekti

Günlerce içtiler, üçer üçer içtiler
Ama o, düğün yatağını görmeyi reddetti
-Pembe gençlik-
Üçer üçer içtiler
Ama o, düğün yatağını görmeyi reddetti

Sonra küçük bir gemiden biri geldi
Giydiği mavi bluz yırtık pırtık
-Pembe gençlik-
Gemiden biri geldi
Giydiği mavi bluz yırtık pırtık

Masada ayağa kalktı ve konuştu(adam):
"Sadece gemi direklerini ve nereye gittiklerini gördüm."
-Pembe gençlik-
Ve o konuştu:
"Sadece direkleri ve nereye gittiklerini gördüm."

Ve yukarda başak takımyıldızı parlıyordu
Ve yola koştu geniş deniz kenarına
-Pembe gençlik-
Başak takımyıldızı parlıyordu
Ve yola koştu geniş deniz kenarına

Taşların üzerinde koştu, parmak uçlarına basarak koştu
Ama aşağıdaki mavi dalgaları dikkate aldı
-Pembe gençlik-
Parmak uçlarına basarak koştu
Ama aşağıdaki mavi dalgaları dikkate aldı

Bu yüzden onu gemiye çağırdılar
Ve onu oraya bal likörü ve şarap içmeye davet ettiler
-Pembe gençlik-
Gemiye çağırdılar
Ve bal likörü ve şarap içmeye

Görüyorum, görüyorum senin küçük beyaz parmaklarında
Düne kadar alyans üzerinde değildi
-Pembe gençlik-
Küçük beyaz parmaklar
Düne kadar alyans üzerinde değildi

Görüyorum, görüyorum altın sarısı saçlarında
Düne kadar düğün tacı üzerinde değildi
-Pembe geçlik-
Altın sarısı saçlar
Düne kadar düğün tacı üzerinde değildi

Görüyorum, görüyorum kar beyaz göğsünde
Hiç küçük çocuk sesi duyulmadı
-Pembe gençlik-
Kar beyaz göğüs
Hiç küçük çocuk sesi duyulmadı

Ve şimdi genç kız, küçük Roland'ın kıyısında yatıyor
Ne keder hissediyor ne de acı
-Pembe gençlik-
Küçük Roland'ın kıyısında.


Sayfa: [1] 2