Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - laklak luna

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Televizyon / Ynt: Merlin
« : 01 Ocak 2011, 19:18:19 »
Hihoha ;D Illıhım oley, çok teşekkür ettim bilgilendirdiğin içins.

2
Televizyon / Ynt: Merlin
« : 31 Aralık 2010, 17:37:03 »
Arkadaşlar ben biraz geride kalmışım da, şimdi haberim oldu 3. sezonun yayınlanmaya başladığından, soracağım şu ki Cnbc-e'de veriliyor mu? Veriliyorsa günü ve saatini söyleyebilir misiniz? Bilgilendirirseniz çok mesud olucığım.

3
Harry Potter / Ynt: Filmler bitti, saçlar gitti !
« : 22 Ağustos 2010, 18:04:05 »
Kulakları ortaya çıkmış, ananeme benzemiş. Yine de çok göze batmıyor.

4
Harry Potter / Ynt: Sıradaki filmler 3D.
« : 17 Ağustos 2010, 02:17:23 »
Of en sonunda... 3D izlemek harika olacak.
wale: 3D olunca dublaj olabiliyor, Alice in Wonderland'de vardı mesela.

5
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 17 Ağustos 2010, 02:11:03 »
Her şekilde, beğenmene sevindim, yazabilecek ilhamı bulduğumda hemencecik yazıp koyacağım ve takip ettiğin için teşekkürler. (:

6
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 16 Ağustos 2010, 16:41:11 »
Bunun için çalışacağım ve yorumlarını bekliyoruum. (:

7
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 10 Ağustos 2010, 16:41:01 »
Mutlu oldum o zaman. :D

8
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 09 Ağustos 2010, 00:53:01 »
Evet biliyorum bana gıcık oldunuz ve hepinizden bu uzuun süreli gecikme için çok özür dilerim. Umarım diğer bölümler gibi hoşunuza gider bu da, hepinize şimdiden okuduğunuz için çok teşekkürler. Ayrıca rom ve yorumlar ve beklerkenki sabrınız için de teşekkür ederim. İyi okumalar.

5.

Üç gün.

Tam üç, 3 yani ÜÇ koca gündür beynimin yerinde olduğundan endişeliyim, her şey o kadar çabuk gelişti ki ne tarafıma dönsem bir aciliyet, bir telaş ve endişe var. Bu üç günden sonra cenazeler, gazeteler, otopsiler ve morglar ve daha nice aptal, garip, gıcık, tiksindirici şeyler hakkında herhangi bir şey duymak istemediğime kesinlikle karar vermiş bulunuyorum.

Üç gündür babam eve uğramaz oldu, annem kardeşim ve beni evden çıkartmamak için elinden geleni yapmaya başladı ve kasabadaki tüm hayat felç oldu.

Hep rüyamdaki o gözler… Hep onlar yüzünden. O vahşi, insanın ruhunu donduran, kalbindeki kanı çekip alan katil gözler. O rüyaları görmeye başladığımdan beri yaşadığım şeyler sadece polisiye dizilerde falan görülebilecek tipten şeyler.

Eski sevgilimin öldürülmesi + gömülmesi + Tim’in son anda ölümden dönmesi ve gazetelerde çıkan diğer içimi ürperten cinayetler… Hepsi sade ve sadece o gözler yüzünden.

Bu üç günü özetlemek kelimenin tam anlamıyla imkansıza yakın. O kadar çılgınca bir döngüye girdi ki her şey, bazen ben kendim olduğumdan şüphe eder oldum. Kendimin nerede başlayıp nerede bittiğini bile anlamıyorum artık. Ve neye sürüklendiğimizi bilebilecek tek kişi olmak çok ağır geliyor.

1.gün

Uyandığımda kafamda – yanağım, şakaklarım ve bilumum izlenmeye açık bölgeler – piyanonun izleri çıkmıştı, buna emindim, çünkü piyano çalarken yorgunluktan kafamı koyduktan sonrasını hatırlamıyordum. Gözlerimi açtığımda boynum ve sırtımın ağrılarına karşı koymaya çalışarak inleye inleye kafamı kaldırmaya çalıştım. Bunu bir nebze başardığımda tutulmuş bacaklarım ve kollarımla çalışmalarıma devam ettim.

Ne geceydi ama! Deli sadist rüyalar olmadan mutlu mutlu uyumanın ne olduğunu neredeyse unutmuşum hani. Gerinmeye çalışarak yavaş yavaş açılmaya başlayan vücudumu kuyruklu piyanonun başından kaldırdım ve televizyonun karşısındaki yumuşacık koltuğa serildim. Yumuşak bir şeylerin var olduğunu unutmak için bir gece yetebiliyormuş demek ki. Kafamın altına genelde babamın kullandığı kuş tüyü yastığı aldım ve yan dönerek “Huzur…” diye mırıldandım.

NE? Huzur mu? Ne huzuru? Ex aşkım ölmüştü,  bugün cenazesi kalkacaktı ve ben huzurdan mı bahsediyordum? İçime çöken sıkıntı dalgasına söverek şöminenin yanında asılı olan ses çıkarmadan dönen o güzel yelkovanla akrebe sahip saate baktığımda yüzüm asıldı.
5.37 mu? Yani o yüzyıllık huzurlu ama rahatsız uykum 4 saat kadar falan mı sürmüştü sadece?  Ve yine uzun ve yorucu bir güne mi başlayacaktım bu sabah sabah kendime verdiğim muhteşem (!) moralle?

Kendime sorular sormaktan ne kadar bıktığımı hiç kimse tahmin edemez. Ama her gün beni şaşırtacak bir zilyon kadar olay olduğu için artık verecek sahte tepkim de kalmadı, gerçek tepkim de. Hatta öyle ki artık küfredesim bile gelmiyor desem yalan olmaz.
Belki iki saatçik daha uyuyabilirim diye kafamı rahat yastığıma koydum tekrar – aslında daha çok kafamı yastığa yapıştırdım diyebiliriz. Ama her zaman olduğu gibi ne eşek ne de başka bir hayvana ait bir şansım olmadığı için şu sesi duydum: “Aaaah! İnanamıyorum Daaaaawn! Daaaawn! Dün akşam haberlerini sana anlatmam lazım, çok önemli gelişmeler oluyor hayatım!” diyerekten ve uçaraktan merdivenlerden aşağı inen annemin sesi evin alt katında yankılandı.

“Annee… Uooaaaa… Lütfen saat daha 5.30…” diye yarı esneyerek yarı konuşarak ve azıcık da yerime yerleşerek anneme kızmaya çalıştım. Annemse yanıma gelip günlerdir uyumayan bir insanı rahatsız etmekten çekinmeyerek koluma yapıştı ve deli gibi sarsmaya başladı. “Bıraaaak! Uyuyacağım dedim sana be kadın!” diyerek ve iki, üç küfür savurarak annemi başımdan savmaya çalışsam da kadın bana sülük gibi yapıştı ve en sonunda kolumdan deli gibi çekerek kaldırdı. Bu olay gerçekleştiğinde uykusuzluğumdan kaynaklanan sinirimle ağlamaya başladım.
“Tatlıım, ağlama Beatrice, sana söyleyeceklerim Josh’la ilgili ve tabii Erin’le.”
 
Daha da sinirlenerek “HA NE YANİ BENİ GÜZEL UYKU MAHMURLUĞUMDAN ÖLMÜŞ SEVGİLİM VE ARKADAŞIM İÇİN Mİ UYANDIRDIN?!” diyerek deli gibi bağırdım. Öyle ki ev inledi ve annem ağzıma küçük bir tokat yapıştırdı. Kendime o an hakim olabilmişim iyi ki.

“Dawn iki dakika beni dinle tatlım, sonra ben de kitabımı yazmaya gideceğim zaten, Erin aradı, bugün saat 05.00’de kalkacakmış cenazesi Josh’ın, bir de dedi ki sen ona mavi lens getirecekmişsin, şu deniz mavisi olanlardan, onları istedi.”

Sustum ve devam etmesini bekledim ama bana kaşlarını kaldırmış mülayim mülayim bakıyordu. Bu evden katil çıkmamam mümkün mü gerçekten? Katil olamasam bile şimdiki gibi yarı deli bir kokana olup çıktım işte.

“Bittiyse gidebilirsin.” dedim en gıcık, şımarık kız ses tonumda ve annem de bakışını bozmadan benim mükemmel yerime yerleşmeme izin vererek yanımdan ayrıldı. Ah keşke şu anda dövebileceğim birileri olsaydı yanımda. Ya da laflarımla ezebileceğim. Ya da en azından boynuna yapışıp kalbinde atacak güç kalmayana kadar nefes almasını engelleyebileceğim.
Nefesimi tuttum ve kendi kendime sakin olmayı öğütledim. Kafamın içindeki katili susturmanın en iyi yolu kafamı meşgul etmekti. Ben de kendimi dinlendirici düşüncelere yönlendirmeye çalıştım bir zamanlar aldığım yoga derslerimi düşünerek.

Biraz işe yaradıklarını hissettiğimde kendi kendime mırıldandım. “Her şey güzel olacak, iki saat daha uyu ve bu korkunç gün hızlıca geçecek. Sadece uyu sadece…”

***

Ne güzel uyumuşum ama! İşte şimdi yarısından fazlası dolu enerjim ile iyi bir makyaja ve sonra da güzel bir kıyafet seçiminden sonra sıkıcı, iç bunaltıcı bir cenazeye hazırdım.

Saate tekrar baktığımda saatin 10.00’u geçtiğini gördüm ve biraz daha koltukta yayılarak oturduktan sonra aniden ayağa dikilerek tuvaletin yolunu tuttum. Yüzümü iyi bir yıkadıktan sora aynaya bakmadan silindim ve sonra ihtiyaçlarımı giderip dişlerimi fırçaladım. Kaç gündür banyo yapmadığımı düşündüğümde aklıma bir sayı bile gelmediğinden ne kadar pasaklı olduğuma kafa yormadan kendimi duşa attım.

İyi bir duş beni kendime getirmişti açıkçası, kendimi ferahlamış neredeyse yenilenmiş hissediyordum. Bir iki aerobik hareketten sonra üstüme giyecek güzel bir “yas kıyafeti” bakmaya başladım uçsuz bucaksız dolabımda. Pek çok elbise, tayt, gömlek ve bluzun arasından yine en siyah olanları seçtim. Düz, siyah bir elbiseyle, kalın bir şal. Tabii siyah bir gözlük ve siyah babetler.

Kıyafetlerimi seçene kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamadım zaten. Bir baktığımda saat 4.00’e 5 vardı. Sonrasında hafif bir allık ve fondötenle, parlamayan bir ruj sürdüm ve yüzüme büyük siyah gözlüklerimi geçirdim. Üstümü giyindiğimde ailemin diğer fertleri de hazırlanmıştı, evden acilen çıktık ve Erin’i evde tek başına olduğu için bizim arabayla alıp kiliseye gittik. Orada bir tören yapıldı, çabucak gömüldü, ailesinden biri çıkıp bir konuşma yaptı ve peşinden onu son yolculuğuna uğurladık tabiri caizse.

Ve sanırım bu ölümünü atlatmamı bir derece kolaylaştırmış oldu.

Sonuçta eve geldiğimde bir elimde çantam bir elimde şalım, kafamda gözlüğüm ve şişmiş ayaklarımla koltuğa oturduğumda içimdeki tüm sıkıntı gitmiş gibiydi.
Kısa bir akşam yemeğinden sonra yukarı odama çıktım ve neredeyse yalvararak huzurlu bir gece daha geçirebilmeyi dilerken uyuyakaldım.

2.gün

Kalbini çal. İçindeki hisse kulak verip kokusunun peşinden gidecek. Yeni bir cana ihtiyacı var, bir gün daha uçurumunun kenarında durduğu hayata tutunmak için bir başkasını itmeli derin karanlığa. Ve hayatının ışığını en yukarda tutmalı amacını yerine getirebilmek için. Tekrar koşmalı karanlık gecede kaybolurcasına.

İşte orada… Onun için bekliyor adeta atan kalbi, içindeki soğukluğu atıp ona tutunması için. Yavaşça yaklaşıyor, o gecenin bir parçasıyken onu göremez, duymasına da fırsat bırakmayacak Ölüm. Ellerini boynunun etrafına sar ve kendi dünyasına çekecek. İtaat etmiyor… Bu canlılık onu çağırıyor ve çılgına çeviriyor. Şimdi yine ondan daha güçlüsü yok, kimse onu göremez, kimse onu duyamaz, kurbanının göğsüne ellerini batırırkenki çığlıklar bile sadece ikisine özel sanki. Av ve avcı. Birazdan kurtulacak ve gözlerindeki kırmızı ışık kaybolup yerini o hüzünlü gözlere bırakacak. Yaptığı şeye lanet etse de yeni bir kalple yeniden güneşin ışığını hissedecek, o kara tabutun içinde geçirdiği yılları hatırlayarak –


“OLMAZ!” Yataktan büyük bir feryatla fırlayıp Tim’in şu anda öldürülmekte olduğu, iki sokak ötemizdeki parka doğru gitmek üzere evden kedi gibi çıktım. Üstümde Hello Kitty’li pijamalarımın olması umurumda bile değildi bu sefer. Bir kişiyi daha kaybetmek istemiyordum. Ağlamamalıydım hayır, dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecektim bu sefer, en fazla birkaç dakikam vardı.
Parkın ışıklarını gördüğüm anda turboya bağlamış gibi delicesine koştum ve bağırmaya başladım. “Bırak onu! TIM GELİYORUM!” Duvarın önüne geldiğim anda o hüzün bastırmış gözlerle karşı karşıya geldim. “Bu sefer olmaz.” Diye fısıldadım ve o şeye hitap ederek bağırdım “Lütfen yeter artık, bırak onu, bırak onu benim kalbimi al, daha fazla görmek istemiyorum bu korkunç şeyleri anlamıyor musun?!” Bana bakan karanlıktaki iki göz yaklaştı ve yüz hatlarını göremeden, aniden kayboldu. Sanki hiç olmamış gibi. İstifimi bozmadan koşup Tim’im yanına attım kendimi. Ellerimi kalbinin olması gereken yere koyduğumda sanki uyuyormuş gibi ritimli bir dıp dıp sesi hissettim. En sonunda kendime hakim olamayıp ağlarken öyle içim rahatladı ki göğsünün üstüne kafamı koydum, sıkıca sarıldım ve güneş aydınlanana kadar öyle kaldım. 

***

Kurbanını elinden alan Yaşam’a bakıyor. Onun sözlerine itaat etmesini sağlayan şeyin ne olduğunu bulamasa da o anda artık Ölüm değil o. Artık o masum bir insanın kalbini içinde taşıyan, Ölüm’ün kurbanı. Ellerini kızın bedenine sarıp onu diğerinden ayırıyor. Yaşam onun kollarındayken hissettiği pişmanlık ancak onu ikinci kez öldürmeye yetebilir. Kızı sıkıca tutarak koşuyor, onu ait olduğu yere getiriyor, açık camdan sabah havası dolarken kız kavuştuğu yatağında şimdi. Ve katilin pişmanlığını gösterebilecek tek bir kelimesi bile olmaması onu öldürüyor. “Dawn…”

“DAWN!” Gözlerimi açtım ve arkamı döndüm. Camdan gelen soğuk, taze hava bana dün akşam olanları hatırlattı ve buraya nasıl geldiğimi anlamaya çalıştım. En son Tim’e sıkı sıkı sarıldığımı hatırlıyordum. Hey, ben bayıldım mı yoksa? Evet, tabii ki de bayıldım. Bayıldım ve Tim beni getirdi.

Yatağımda dikildim ve komidindeki telefonu alıp Tim’in ev numarasını çevirdim.

“Alo, evet, evet. Aa, daha uyanmadı mı? Peki, çok teşekkürler, iyi günler. Hı hı, rahatsız ettiğim için özür dilerim.”

Pekala, Tim yatağında yayılmış rahat rahat uyuyordu, ben evimdeydim, ailem iyiydi, dün gördüğüm katil en az 2 günlüğüne ortalıkta fink atmayacaktı. Yani kısaca her şey öyle ya da böyle yolundaydı. Bir nefes aldım ve boş Pazar’ımın keyfini televizyon karşısında mısır gevreği yiyip çılgınlar gibi televizyon seyrederek geçirmek için aşağı kata indim. Annem salona yoktu ve bücürün sesleri de gelmiyordu. O halde ikisi parkta – bu kelime aklıma geldikçe ürperiyorum. – zaman geçireceklerdi. Babamın yüzünü göremiyordum kaç gündür zaten.

Bir elime mısır gevreği kabını bir elime sütü aldım ve kocaman bir tasa boşalttım ikisini de. Kaşığımı ve günlük yemeğimi alıp koltuğa yayıldım. Kumandayı alıp zap yapmaya başladım, müzik kanalları, çizgi filmler, haberler, haberler, haberler, ölüler, kalp, cinayet. AH! Ben kanalı değiştirdikçe önüme ölüm haberleri geliyordu ve bu benim içimi ka – rar – tı – yor be adam! Bu cinayet haberleri felaketim olup ağlamadan inatla haberleri görmemek için bir çizgi film kanalını açıp gözlerimi ekrana diktim.

Evet gerçekten muhteşem bir hayatım var.  Öyle ki tam gevreğimi yerken ve üstümde kedili pijamalarım varken evimin kapısı aniden okuldaki en yakın kankam Erin Gabriel Heward tarafından kırılırcasına çalınabiliyordu. Tanrım, tek istediğim kendime ait biraz zaman, neden bunu anlamıyorsun? Ayağa kalkıp pencereleri belki görmemiştir beni umuduyla kapattım ama hayır onun gibi inatçı bir hanımefendi hiç pes eder mi? 

“Açsana Dawn açsana, gördüm oradasın! Beni kandıramazsın yo hayır olmaz, göz kalemimi sürmeden evden fırladım bana bunu yapma!” diye feryat figan bağıran bir kız bu. İçeri almazsam büyük ihtimalle polis çağırmak zorunda kalacağımdan televizyonu kapattıktan sonra – çizgi film, evet – gevreğimi mutfağa bırakıp – ve ona hüzünlü bir öpücük gönderip – kapıya gittim. Kapının yanındaki aynaya bakıp yüzüme nasıl bir gülümseme koysam diye bir süre düşündükten sonra babamın akşam komşulardan gelen şikayetlerden dolayı beni azarlamasını istemediğim için kapıyı açtım. – mükemmel bir uykulu masum gülümsemeyle.

“Eriiin, hayatım hoş geldin!” Ona onun dilinde içten sarıldığımda bana kısaca karşılık verdikten hemen sonra beni iterek içeri kendini attı ve çantasını koltuğa atarak koltuğa gömüldü. “Tatlım harika haberlerle geldim her ne kadar hayatın acı gerçeğini içerse de.” derken yüzünde yalandan ağlamaklı bir ifade belirdi. Açıkçası son duyduğum kelimeler bana “DAHA FAZLASINI DİNLEME DAWN.” Diye avaz avaz bağırsa da devamını merak etmekten kendimi alamadım.

“Gazetede okudum ve hemen sana geldim hayatım – gazete derken magazin ekinin arkasını diyorum -. Bize şu deli gibi düşman olan korkunç bir grup vardı ya haniii…”

Bir anda merakıma yenilmiştim işte, elimde olmadan “Evet evet eee!” diyerek yüzüne baktım. Zafer kazanmış gibi bir gülümseme vardı yüzünde. Çantasından bir ayna ve bir kalem çıkarttı, makyajını tazeleyip çok sevdiği siyah göz kalemini çektikten sonra bana döndü. Kıkırdayarak “Liderleri ölü bulunmuş ve bir tanesi şimdiden bize katılmak istediğini söyledi evime gelip.” Hala elindeki aynaya bakıp gülümsüyor, yüzünü buruşturuyor ve aç gözlülükle parlayan gözlerine bakıyordu.

Bir ölüm haberine böyle nasıl sevinebilirdi? Ama hayır, sevinebilirdi. Şimdi onun yapacağını yapacaktım ben de hatta. “Taaanrııım! Bu haber mükemmel hayatım, yani okulun – bizden sonraki – en güçlü ve soylu tarafı bizden yana olacak bundan böyle. Beklediğimiz fırsat, bu sadece… MÜKEMMEL.” Kendimden tiksinerek ona sarıldım ve “Hadi bunu kutlayalım, ben hemen giyinip geliyorum tatlım.” diyerek yanından ayrıldım. Yukarı katın merdivenlerine varmadan hemen önce “Kırmızı rujunu da getir aşkıım.” diye seslenen Erin’i duydum.
Odama çıkıp kapımı kapattığım anda arkama dönüp derin bir nefes aldım. Neyi düşüneceğimi bilmiyordum, üstüme ne giyeceğimi mi yoksa Lauren’in ölümünün sebebinin ben olduğumu mu?

Bir can kaçarsa diğeri düşer tuzağa.

Tim’in ruhunu ve kalbini kurtardığım için Lauren’in ölmesi beni üzüyordu ama onun yerine daha sevgilim aşamasına yükselemeyen Tim’in ölmesi tek kelimeyle beni depresyona sürüklerdi.
Depresyon: Çikolata ve çikolata ve daha fazla çikolata.

Bencilce düşünüyordum evet, ama buna zorunlu olmak zorundaydım. Kendimden başkasını düşünmek, hele ki birilerinin hayatını mahvettiğimde beni rezil bir duruma sokabilirdi. Daha fazla burada durup Lauren’i düşünmemeliydim.

“Özür dilerim Lauren.” dedim mırıldayarak ve dolabımın önüne iki adımda gittim. Kapağı açıp yine o korkunç yığına daldığımda elime ilk gelen şeyleri giymek aklımda olan şeydi. Ama baktıkça bakasım gelirken nasıl kendimi durdurabilirdim Tanrı aşkına? Elime aldığım ilk şey beyaz yarasa kollu ince üstümdü, onun altına bir askılı giymeyi, onun da altına bir kot pantolon giymeyi düşünüyordum. Ve öyle de yaptım, sadece kot pantolon yerine kot etek giydim ve üstüme de dar uçuk pembe yarım kollu bir bluz geçirerek. Pekala, o kadar da kış için değildi giyimim ama lütfen, Erin’in taytı çok mu kış içindi? Hem altına giyeceğim deri dize kadar çizmelerim ve üstüme alacağım paltomla oluşturacağı uyum paha biçilemezdi benim için.

Günlük makyajımı yapıp aşağı indiğimde biraz önceki halimleki tek ortak yanım kabarık turuncu saçlarımdı. Onları da koyverdim gitti işte!

Koşarak aşağı indim, Erin’in bana imrenerek baktığı gözlerimden kaçmasa da onu görmezden gelip mutfaktan bir bardak su aldım ve “kibarca” kafama diktim.
Hadi gidelim anlamında elimi ona doğru salladığımda “Ah, peki.” deyip çıkmadan son kez makyajını tazeledi ve yanıma koşturdu. Evi kapatıp çıktık, Erin’in Volvo’su evin önünde, kış güneşinde parlıyordu. İçimi çektim ve bu lüks, güzel hayatın bana yaşadıklarımı unutturmasına izin verdim. Arabaya atladık, şoföre “Starbucks.” dedik ve o anda başka derdim yokmuş gibi okulun eziklerini biraz daha ezdik beraber.

Kendimi ciddi anlamda kendim gibi hissetmiyordum ama tüm bu saçmalıklar bana güven veriyordu bir şekilde. Beni mutlu ediyor ve ruhumdaki tüm canavarları uzaklaştırıyordu. Ve şu anda en çok ihtiyacım olan şey buydu. Starbucks’a gidip Frappucino’larımızı yudumladık, konuştuk, konuştuk. Bu kışın renkleri, Lauren’in ölümünün detayları – pek rahat konuştuğum söylenemez – ,  Tim’in bana ola hayranlığı, Erin’in arasında kaldığı iki erkek…

Beki hiçbiri yarın aklımda olmayacaktı ama ben şimdi mutluydum. Tim’i kurtarışım, Lauren’in kalbinin sökülmesi falan umurumda olmak zorunda değilken. “Hadi gidiyoruz!” Erin bana sahte bir mutlulukla bakarken “Nereye hayatım?” dedim, ciddi anlamda nereye gidebileceğimizi düşünemiyordum. Ah, tabii ki.

“MANİKÜR!” Elimden tuttu ve beni çeke çeke Volvo’ya götürüyordu tekrar. Manikürü severdim, beni rahatlatan ikinci bir öğe. Ve mükemmel bir koku.
Menekşe. Gözlerinin rengi onu kalabalıktan ayırıyordu. Kokusunun bana kadar gelmesi gerçekten garipti. Gerçi kokunun ona ait olduğunu nasıl bildiğimi bilmiyordum ama öyleydi işte. Tatlı bir karamel kokusu, karamel ve vanilya. Sanki kumral saçlarından geliyor gibi ona uygun. Okulda ona çarptıktan ve ona güldükten sonra çocuğun yüzünü görmemiştim ama sanki her gün görüşüyormuşuz ve çok yakınmışız gibi hissetmeden alamıyordum kendimi. Ve ben ona bakıp bunları düşünürken o da bana aval aval bakıyordu. Tam bir şapşal. Ama çok tatlı ve şirin görünen bir şapşal. Ne? Ha? Dawn sana neler oluyor bu bir ezik. E – z – i – k. Hemen kaşlarımı çattım ve gözlerimi – istemeyerek de olsa – odan uzaklaştırdım. Ama kafamın arkasında da gözlerim varmış gibi bir şekilde bana baktığını hissedebiliyordum. Ve bana yaklaştığını. Kalabalık onun hızını etkilemiyormuş gibi ilerlediğini, bana birazdan çarpacağını ve… Ona bakıyordum tamam, kendimi kandırmamalıyım. Elimi Erin’in elinden kurtararak tam zamanında ayağım takılmış gibi geri attım kendimi. Çocuk sanki bunu bekliyordu. Beni anında kollarımdan yakalayıp dengemi kurduğum birkaç saniye içinde bırakmadı. Çok tanıdık bir dokunuş. Hemen sonra da elini hızlıca çekti. Ama o elini çekmeden önce sanki tenim böyle… Yanmıştı. Fiziksel bir acı duyduğuma eminim. Ayrıca bana değdiğinde üstündeki şapşal ifade gitmiş bir askerin ciddiyeti yerleşmişti. Ve bu ifadenin içinde sanki bana dokunmak istemiyormuştu da kendini tutsa da beni yakalamak zorunda kalmış gibi bir duygu vardı. Evet, ben insan yüzü sarrafıyım.
Beni bıraktığı anda arkasına bile bakmadan daha hızlı bir şekilde yürümeye devam etti. “Hey!” Faydasız olduğunu biliyordum. Ama ona teşekkür etmek için birkaç defa böyle seslendim.

Sonra da yüzümü asarak Volvo’ya bindim.

Manikür’den sonra eve gidip rahat bir uyku çekeceğim düşüncesiyle kendimi yatağıma atacaktım. Düşündüm bunu, ve düşündüğüm gibi oldu işte.

3.gün

Güne başladığım anın uyandığım yani yatağımdan kalktığım an olduğunu söyleyemeyeceğim açıkçası. 1. Dereceden kabus sayılamayacak – ki bu demek ki birinin öldürülmediği – rüyalar zihnimin içinde dolaşırken tek gözüm açık uyuyordum diyebilirim. Bu 3. Dereceden korkunç – yani karışık kuruşuk olduğu için içime sıkıntı veren – rüyalarımın içinde Starbucks’tan çıkarken gördüğüm karamel kokulu, menekşe-renkli-gözlü-çocuk da bulunuyordu. Br an bnei öpmek için eğilirken diğerinde boğazıma yapışmaya çalışıyordu. Ve işte bu tarafı o kadar acayip ki uyandığımda bile çözemedim: Bu çocuğun olduğu her an içime yerleşmiş şu güven hissi. Rüyamda bile bir insan beni böyle korunmada hissettirmezdi, beni öldürmeye çalışırken de demek istiyorum. Manikür bile beni öldürmeye çalışsa bunu yapamazdı. Fakat gel gör ki, elin eziği… Bu çocuğu kafamdan hemen atmalıydım evet. Yoksa ciddi anlamda sorun yaşayacaktım. Tim hakkında.

Tim’in düşüncesi bu zavallıyı unutmama yetmişti bile aslında, aklıma geldiği anda yataktan fırladım ve tuvalete koştum.
İki nedeni vardı bunun.

1.Bugün onu görmeye gitmeyi planladığımdan. Hani en son onu bir parkta bırakmıştım ya da rüyamda öyle görmüştüm ya.
2.Rüyamın aklıma gelmesi ve o korkunç kırmızı katil gözler yüzünden duyduğum o berbat kusma isteğiyle ağzıma gelen safra.

Tuvaletten çıktığımda her anlamda ayılmış ve yenilenmiştim. Hemen üstümü giyinmek için odama gittim ve bol bir bej bluzla uzun beyaz taytımı giydim. Ayakkabılarımın arasında her zamanki gibi seçim yapamadım ve babamın İtalya’dan getirdiği ince topuklu, bağcıklı olan kahverengileri geçirdim ayaklarıma.

Evden tek kelime dahi etmeden çıktım çünkü akşam babam adeta bir daha dışarı çıkmamamız için evde terör estirdi. Terörden kastım sadece morg hikayeleri anlatmak değil, bildiğiniz evi birbirine kattı, yastıklar havada uçuştu kimse sesini çıkarmamasına rağmen. Bir süre sonra babam sinirini atıp toparlandığında eski düzenimize kavuştuk neyse ki. Ve ben bu düzeni sabah sabah dışarı çıktığımı söyleyip bozacak kadar aptal olmadım henüz.

Evden çıktığımda paltoma sıkıca sarındım çünkü s-dışarıda amansız bir soğuk vardı. Hemen arabama yetişip mutlu bir halde sıcak koltuklarda o yolları geçmek istediğimden garaja gidip ses çıkarmadığına şimdi şükrettiğim kapısını çalıştırdım. Yavaşça açılırken ben de içeri daldım, arabaya atladım ve Mercedes’imin anahtarını döndürdüm. Araba çalışınca bir dakika kadar bekledim, arabayı dışarı çıkarttım ve garajın kapandığını görünce gaza bastım.

Tim’in evi pek de uzakta değildi, Mercedes de altımda olunca eve 5 dk’dan uzun sürede varmam ancak espri konusu olabilirdi. Tim’in ailesi evde miydi bilmiyordum ve bu kadar erken saatte babamın sorun çıkartacağını bilmesem asla çıkmazdım ama kadere uymak lazım arada işte.

Telefonumu çıkarttım ve Tim’in numarasını tuşladım, arama bitmeden hemen önce uykulu bir “Alo.” sesi duyunca içim rahatladı ve “Timmy seni görmeye geldim hayatıım.” diye sevimli kız sesimle konuştum. Tim benim aradığımı anlamış olacak ki “Ah, selam Dawn, bir an tanıyamadım sesini üzgünüm. Nerdesin sen gelip alayım?” dedi daha ayılmış bir sesle. Bense kıkırdayarak aşağı bakman yeterli olduğum yeri görmek için, hadi aç kapıyı dondum!” diye yakındım ve iki dakika içinde içerdeydim. Eve girdiğimde sıcak atmosfer ve kaloriferin verdiği gerçek sıcaklık beni sarmalayıp uykumun gelmesine sebep oldu. Esnerken elimi zorla ağzımın üstüne kapadım ve içimden yatağımda olmayı dilemedim değil.

Tim bana neden bu kadar erken geldiğimi sorunca geçiştirici bir cevap verdim. Kimsenin babamın evde yarattığı kaos ortamını bilmesine gerek yoktu. Hoşbeşten sonra bana evi gösterdi ve Tim’in annesinin zevkine hayran kaldım. Bizim evden bile iyi döşenmiş, krem rengi ve kahve tonlarının ağırlıklı olduğu sade ama çok düşünülerek tasarlanmış çok hoş bir evdi. Tim’in odası ise tam bir beyefendi odasıydı ki Tim de bir beyefendi olduğu için beni odasında çok tutmadı.

“Annen ve baban uyanıp benim burada olduğumu görünce çok kızmazlar umarım.” diyip güldüm beraber hazırladığımız kahvaltı masasına otururken. Bana “asla” der gibi baktı ve başını şiddetle salladı. Tim’in evinde onu görmek için gelmeme rağmen baş başa bir kahvaltı yapacağımızı düşünmüyordum açıkçası. Ve bu kahvaltı sırasında bana bu kadar yakın davranıp her fırsatta elimi tutmaya çalışacağını. Yine de onun bu ilgisinden memnundum ve aşağı yukarı ailesiyle tanıştığımda, film izlerken, dertleşirken ya da başka herhangi bir aktivitede bulunurkenki davranışlarıyla gözümde birer artı puan almıştı her ne kadar bana bir şey söylemeye çekiniyormuş gibi tavırlara girse de.

Günün sonunda ben gitmeden önce elimi tuttuğunda ise bu seferki dokunuşunun farklı olduğunu hissetmiştim. Daha gergin, daha korkmuş ve daha sıkılgandı.

“Dawn, bana deli deme ama rüyamda bir şey gördüm. Biri benim kalbimi sökmeye çalıyordu ve sen beni kurtarıyordun sonra biri beni evime taşıyordu.” Hepsini bir anda söylemişti sanki ağzından çıksınlar da kurtulsun diye. Sonra tekrar konuştu. “Garip olan şu ki bunların hepsini sanki gerçekten yaşamışım gibi hissediyorum. Evet, sadece bunu seninle paylaşmak istedim ve şimdi ne kadar saçmaladığımın farkına varıyorum, üzgünüm.” Sustuğunda yüzünü bir gülümseme aydınlattı ve ona karşılık verdim ben de. – ki o gülümsemeye de bön bön bakarsanız ya bir öküzsünüzdür ya da gerizekalı.

Yine de aklımdaki o kayıp parça yerine oturmuştu. – evet, çok klasik ama öyle ne yapabilirim? – O gece yaşadıklarımın gerçek olduğunu hissetsem de evde uyanmama akıl sır erdiremiyordum. Biri, kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim olmasa da, beni de, Tim’i de oradan kaldırıp evlerimize kadar taşımış ve garip bir şekilde hiç iz bırakmadan içeri girip dışarı çıkmıştı.

Ürperdim.

Eğer bu evimize kadar girebilip de hiçbir tozda bile izi bulunmayan kişi o katilse hangimiz güvendeydik ki?
   

9
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 19 Haziran 2010, 13:42:42 »
Yen bölümü yazmaya başladım, az bir şey kaldı bitmesine. (:
Beğenmene sevindim bu aradaa.

10
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 31 Mayıs 2010, 22:15:52 »
Sınavlar falan var, haftasonu bile uyuyamıyorum adam gibi, sosyal hayatımı ayakta tutmak içi. adskjla Gerçekten yaza girelim deli gibi yazacağım valla. :D Anlayışın için teşekkürler. *-*

11
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 29 Mayıs 2010, 21:27:44 »
Arkadaşlar çok özür dilerim ub hafta koyamıyorum, kusuruma bakmazsınız umarım. :/

12
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 25 Mayıs 2010, 23:33:23 »
Bir sorun falan çıkmazsa bu haftasonuna geliyor bölüm. :v

13
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 22 Mayıs 2010, 19:24:46 »
Gerçekten kesin bir tarih veremiyorum. :/

14
Kurgu İskelesi / Ynt: Essia
« : 12 Mayıs 2010, 19:43:38 »
Enfes olmuş tek kelime.
Ellerine sağlık. Çok akıcı, okuması eğlenceli, sonu da çok güzel. (:

15
Kurgu İskelesi / Ynt: Ölümü Sevmek
« : 12 Mayıs 2010, 19:13:21 »
Okuduğun ve yorumun için sonsuz teşekkürler. (: Söylediklerine ceva bulamadım bundan başka, umarım affedersin. :D
Karakterler hakkında elimden geldiğince açık olmaya çalışıyorum zaten. Fark edildiğini görmek ayrı mutlu ediyor. (:
Tekrar çok sağ ol. 5. bölümü de en kısa zamanda bitirip koyacağım. ^^

Sayfa: [1] 2 3 ... 10