Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Lathander

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Ynt: Kül Prensi
« : 16 Eylül 2016, 12:18:51 »
Öncelikle eline sağlık, biraz sert bulabilirsin eleştirimi lakin öykün yazım olarak hiç de iyi değildi. Konusuna yorum yapamayacağım bu bir giriş lakin bana biraz klişe geldi. Farklı bir şey göremedim giriş kısmında en azından. Eğer okumadığım bir kitabın hayran öyküsü ise yaratıcılık üzerine olan fikrimi geri alıyorum.
 
 Bu forumda ve yapılan tatlı-acı yorumlarla hatalarınızı bulup, onları düzeltin. Bunun anlamı yılmadan yazın ve paylaşın zaten amaç da bu. Yalan söylemeyeyim, genelde iyi ya da kötü olsun öykü parçalar halinde paylaşılınca devamını okuma da sıkıntı çekiyorum, üşeniyorum ya da başka öykülere dikkatim kayıyor o yüzden size yazacağınız diğer öyküler için önerim, tekrar tekrar okuyun ve mümkün mertebe kendi editörlüğünüzü yapabilin.


Selam,

Kendinizde olanları ortaya dökmeniz çok güzel. Sert falan da bulmam atış serbest :)
Aslında yazımla ilgili uyarıya gerek olmasa da, kısaca izah edelim havada kalmasın. Bahsi geçen bi kaç detayın atlandığının ben de farkındayım.

Hikayelerimi hazırladığım 'Text Editor' programı bana bu yukarıda saydığınız detayların pek çoğunu gösteriyor. Yani nokta eksik, girişte boşluk yok gibi kıymıklardan bahsediyorum. Buna rağmen mi düzeltmiyorsun yani?
Evet. Son zamanlarda bazı detayları buna rağmen düzeltmiyorum.

Kelimelerin asılları ve bütünde anlam bozulmadığı sürece çok da gerekli olmadığına karar verdim.
Öyküleri yaşıyorum. Klişe gelmesi normal. Oraya hiç gidemediniz ki..

Eski bir denizci sözü:
"Denizin derinliği hakkında hüküm verme."

Lathander'in ışığı üzerinize olsun.  :D


2
Kurgu İskelesi / Kül Prensi
« : 14 Eylül 2016, 22:28:13 »

- I -

Günün bu saatinde, olabileceği en güzel yerdeydi..
Gümüş Meydan'da..


"Parıltı Düşü" şehrinin kalbi sayılan yerde, onlarca yüzlerce balkonu olan bir şehirde..
Çoğu şehir sakininin ehlileştirilmiş griffinleri kullandığı ve birbirine oval köprülerle örülmüş rüya bir şehirde..
Oymalı korkuluklardan enfes manzaranın tadını çıkarıyordu. Altından; şehrin derinlerine akan "Beyaz Nehir" doğuyordu.

Kan ve paranın buralarda hüküm geçiremediği, ay elflerinin şehri Parıltı Düşü..
Gökyüzü burada gri tonlarında seyreder, uzaktan yansıyan güneşin parçalı aydınlıkları sayesinde Gümüş Meydan dahil tüm "Parıltı Düşü" şehri aydınlanırdı. Geceleri ise enfes bir karanlık sayısız yıldızın şarkısıyla bu nadir güzelliğin üstüne düşüyordu.
Ozanlar en güzel şarkılarını söyler, büyülü sessizlik efsunlu bir deverana dönüşürdü..
Burada yaşamasının sebebi buydu. İleriye, göğün yeryüzüyle kavuştuğu ufka bakmaktayken bunu daha net anladı..

Yaşadığı yer, deniz seviyesinden en az bir düzine kale yüksekte konumlanmıştı. Her ne kadar huzurlu ve bağımsız dursa da bu diyar onun beklentilerini karşılamıyor, yeryüzündeki maceralara öteden beri derin bir açlık çekiyordu. Bugün de o açlığın yatıştırılacağı günlerden biriydi. Ekipmanlarını toparlamış enfes kılıcını ve gürzünü sıkıca kuşanmış, kalkanı ve diğer takımları özenle çantasına yerleştirmişti. Yakınlarına yine bir maceraya çıktığını haber edip Mermer Salon'dan ayrılmıştı. Göğün yansımaları içinde gözüne bir kovalamaca takıldı. Bir grup Hava Bölüğü genç bir ejderi kovalıyordu. Mavi derili ejder, yılan kıvraklığıyla kaçıyor.. etrafındaki griffinleri kuyruğundaki topuzla afallatıyor, nefesiyle donduruyordu!
Öyle heyecanlı bir kovalamacaydı ki! Bu ancak görülmeliydi..

Gümüş Meydan; şehrin en kalabalık noktası olmasına rağmen iki düzine elf ancak vardı ve çoğu olayla ilgilenmedi. Ejderin üstüne uçan bronz mızraklar, henüz ince sayılan pulları geçemedi. Ejder, gençliğinin ona bahşettiği ateşi çılgınlar gibi kullanıyor yaptığı manevralarla, onu takip eden usta binicileri çileden çıkarıyordu. Fakat ay elfleri çok sabırlı ve sağ duyululardı. Nihayet ejder, amansız hava bölüğünün saldırılarından usanıp rotasını değiştirdi.
Gözden kaybolana dek onu izledi. Peşinde çılgınca ciyaklayan Hava Bölüğü ile göğü yırtan bir ejderi seyre dalmak.. Zincire vurulamayacak bir şey vardıysa bu şüphesiz bir ejderdi..

"Zincirlenemez! Esaret tanımaz!" Ejderin gözlerindeki ateş, şimşek gibi zihninde çaktı! Korkuluklara sıkı sıkıya tutunması gerekti.. Ejder; civarda daireler çizse de şehre yaklaşmaya cesaret edemezdi.
Neden mi? Nedeni açıktı.. Şüphesiz şehrin savunma ağını da oluşturan;
Ja Ul'rum vardı.
Kudretli büyücü...
O delici bakışları bir keresinde kendisi üzerinde bulmuştu. O ne yakıcı bir andı..
"Başka şey düşünmeli.." diye geçirdi, gözleri göklerde dolaştı.

Parıltı Düşü ay elfleri, geleneksel yaşayan sakin ırklardı. Büyü sanatının incelikleri üstünde çalışır fakat bunu nadiren kullanırlardı. Binicilik sanatı üstünde de yıllarını harcamış ve nihayetinde bu konuda ustalaşmışlardı.. Bulutlar Diyarı'nın yerlilerinden sayılan Gnome ırkının ulaşım araçlarından biri öteden geçiyordu.. Sistemi ve idaresi gnome mühendislere ait olan Kanatlı gemiler (Broose'lar) de aktif şekilde kullanılmaktaydı. "İşte bir diğeri" diyerek omuz silkti..

Esnedi. "Şimdi biraz hareketlenme zamanı" diye mırıldandı. Parıltı Düşü semalarında süzülen yaratıkların bir tanesi de kendisine aitti. Yürümeye başladığı sırada kadim dostu en yakındaki "Blok" üstüne iniş yaptı.
"Şimdi, uçma zamanı kadim dostum!" derken yüzünde büyük bir gülümseme oluştu..

Devasa yaratığın sırtındaki binici koltuğuna kuruldu.
Gümüş zincir dizginleri kavradı ve göğü yaran bir nara ile yaratığı havalandırdı..


3
Kurgu İskelesi / Ynt: Karanlığın Kadehi
« : 14 Eylül 2015, 14:09:43 »
-BÖLÜM II-

 Önüm sıra uzayan yol çok sürmedi..

 Henüz mevsim, sonbahara yeni varıyordu. Ve serin bir hava vardı bu sabah. Önümde yepyeni bir şehir ve belki yeni bir hayat yatıyordu. Eğer sorun çıkmaz da yerleşebilirsem aynı hataları yapmayacağıma dair söz verdim kendime, yeniden. Dünyanın bu tarafında işler biraz farklı yürüyor, diye duymuştum.
Umarım öyledir.
Sağımdaki tepeciğe sıkı sıkıya çakılmış yön tabelası üç yönü işaret ediyordu. Doğuda, "Bathlenis Körfezi" kuzey batıda "Bathlen Düzlüğü" ve önümde uzayan "Bathlen" şehrini simgeliyordu.

 Kapıya yaklaştım ve acaba detaylı bir sorgu veya durdurulma, aranma ile karşılanacak mıyım endişesi içinde ilerledim.
Göründüğü kadarıyla kimse önüme geçmeyecekti. İki kanatlı zırhlı kapı tamamen açıktı ve giriş çıkışlar da oluyordu. Benim kadar uzaktan gelen herhangi bir yolcu yoktu. Herkes civar çiftliklerden veya içeridendi. Bu yabancı biri için bile kolay gözlemlenebilir bir şeydi.

 Hep söylenirdi; "Öte Ülkeler'de bazı mistikler şehir garnizonuna hizmet ediyorlar" diye. Sanırım buna ilk burada şahit oldum. Surların dışında yarım ejder boyu aralıklarla taştan yarım aylar şeklinde inşa edilmiş verandalar vardı. Surların dışına bitişik yapıldıklarından yarım ay şeklindelerdi ve surlarla bağlantılı oldukları büyük ahşap kapıları vardı. Bu verandalar kuşatma altında, savaş için çok faydalı olabilirdi.

 Verandaların kapıya en yakın duran ikisinden solda olanında, biri beni izliyordu. Fakat surlara mevzilenmiş devriye askerleri ve etraftaki güruhun içinde bir anda hepsinden sıyrılıp farkına varmam biraz ilginç oldu. Tüm muhafızlar ve halk silikleşti, solumdaki imaj parlaklaştı, biraz sonra sanki alev alev yanıyor gibiydi. Vücudumda tuhaf semptomlar oluştuğunu hissettim. Ve oraya bakma ihtiyacımı daha fazla bastırmayıp baktığımda, sanki yaydan çıkmış bir ok gibi çarpıştık. Aniden irademden içeri sızmaya çalışan bir tilkiyi ensesinden kavradım. Silkeledim ve zihin kapılarından uzağa fırlattım. O anın etkisiyle sersem adımlarla ilerledim.

 Ama orada olan biten şeyler daha ilginçti. Bakışlarımız buluştuğunda yaşanan çarpışmanın ardından enerji üstümden uzaklaştı. Esrarengiz adam hiddetle arkasını döndü ve ahşap kapıyı çarparak ardında kayboldu. Bu saniyelik anlar kimsenin dikkatini çekemeyecek kadar bireysel olmuştu. İkimiz arasında geçen bir akım, bir boyut atlayışı gibiydi. Ve ben bu hisse henüz çok yabancıydım. Adam sıra dışı sayılabilecek bir görünüme de sahipti. Bu onu mistik olarak yorumlamama sebep oldu. Ve kendimi toparladıkça anlamaya başladım. İçeri giren ve çıkan kişileri duru görüyle süzmekti görevi.
Ve ben büyük lokma mıydım da yutamadı? Yoksa, bunların sebebi? Hayır, neyse...

 İçeri doğru yürüdüm. Bathlen'in sevecen yüzleri ve taş sokakları karşıladı beni. Büyük bir girişti ve buraya konumlanmış çok sayıda panayır vagonu vardı. Rengarenk ahşap karavanların arasında yürümek kadar güzel bir karşılama düşünülemezdi. Enfes kokular daha buradan başlıyor ekmek ve turtaların esintileri insanın ayaklarını yerden kesiyordu. Bu sıcaklığı özlemiştim. Hem de çok.. O kadar ölüm, kan ve soğuktan sonra.

 Tombul kırmızı yanaklı bir kadının "Hey, genç bayım!" diye bana el ettiğini fark edince adımlarım kendiliğinden tezgahına yönlendi. Fırıncı kadının Öte Diyarlardan olduğunu anlamıştım çok becerikli sanatkarlar olan göçmenleri iyi bildiğimden tezgaha süzüldüm. "Sıcacık kekler, çörekler bekler sizleri bayım." diyerek bana hemen bir kaç tane sarmaya başladı. "Teşekkür ederim sevimli hanımefendi bir kase de sarı çay lütfen." İçimde büyüyen kahkahayı bastırdım. Bu nasıl bir karşılamaydı böyle, sevecen..

"Biz teşekkür ediyoruz, Olyentéris." dedi bana. Parasını fazlasıyla verdim.

 "Sanırım bu iyi bir şey, yollar adına! enfes görünüyorlar." yeryüzü diline çok aşina olmayan göçmen fırıncı kadınla tebessümleştik ve afiyetle yürüyüşüme devam ettim. Uzun yoldan geldiğimi anlamış bir genç adam usul usul yanıma yanaşıp aynı hizada ıslık öttürerek yürüdü. "Eh, güzel şehir. Hakkını vermeliyim." dedim. Yan gözüyle bana bakıp bir anda su koyverdi.

 "Yüce Morlock! Öyle değil mi efendim güzeldir Bathlen.. Kahvaltınızı bölmek istemedim de. Benim adım Jarius." Çekimser görünüyordu ve ismini verirken yüzü parlıyordu. Gençliğinin altın çağlarında işte. Gülümsedim, "Öyle" dedim, İsmimi merak ettiğini biliyordum fakat onu yolda bırakmıştım. İsmim, duruma göre değişirdi.
Şehrin kalbine giden ana taş yola döndük, henüz yirmilerinin başında olduğu belliydi. Ve görünüşe bakılırsa bir işi yoktu. "Ucuz bir han bulmalıyım bana yolu gösterir misin?" dedim. Koparabileceği bir kaç sikkenin hevesiyle,

 "Memnuniyetle, bu taraftan beyim." derken oldukça samimi görünüyordu. İlerlemekte olduğumuz yönden sağa seğirtti ve onu takip ettim. Hafif bir rampayı tırmanmaya koyulduk. Yolun sağında ve solunda bahçesiz iki katlı taş ve ahşap evler vardı.

 İlk başta beni karşılayan şey şüphesiz şehrin en yüksek tepesine konumlandırılmış askeri kale ve ona erişene dek merdiven gibi yükselen garnizon mahallesi oldu. Oldukça uzak görünmesine rağmen sanki ona dokunacakmışım gibi yakınlaşıyor, ilerledikçe kalenin burçları da yükseliyordu. Mimari insan elinden çıkamayacak denli detaylandırılmıştı. Şehrin sokaklarındaki binalar insan elinden çıkmaydı. Yalnızca eski binalar olan askeri yapılar, bu kadar uzaktan bile görkemli şekilde dikiliyorlardı. Bir yokuşu çıkmaya başladık ve yolun gittikçe eğri büğrü ve kamburlaştığı sokaklara geldik. "Hanın neden ucuz olduğu anlaşılıyor.." derken yorulmaya, nefeslenmeye başlamıştım.
  
 "Burada ucuz anlayışı her şehir kadar aynıdır beyim." dedikten sonra, ters bir şey söylemediğinden emin olmak istercesine tepkimi tarttı. "Çarşı yakın mı bari, Bathlen sandığımdan büyük görünüyor" çıktıkça etrafımı hafızaya almaya çalıştım. "Sizi kısa yoldan götürüyorum beyim, gittiğimiz yer bu mahalleler gibi değil. Zaten Bathlen'in çekilmez olan tek kısmı bu sırttır. Burası eskiden sıradağlardan biriymiş, toprağın ayrıldığı büyük bir depremden sonra şehir sınırlarına katılmış." bir kaç adım önümden yürüdüğünden konuşurken arkasını dönüyordu.

 "Sen nerede yaşıyorsun Jarius?" arkamızda bir kapı gürültüyle açıldı ve dışarıya elinde sürüdüğü çantasıyla iri yarı bir adam çıktı. Sokağa doğru okkalı bir küfür savurdu. Çantayı sürüdü ve önündeki yükseltiye sürüyüp ondan kurtuldu. Ceset mi.. Omzumun üstünden kısa bir bakış atarken onunda dik dik beni süzdüğünü fark edince yoluma döndüm. Sabahın bu saatinde, bakışma saçmalığından bir boğayla güreşmeye niyetim yoktu.

 O günler geride kaldı..

 "Seltimon Kasabasında beyim. Bathlen yaylasının eteklerine kurulmuş bir kasabadır. At sırtında bir saat uzaklıkta." Gayet sakin görünmeye çalışıyordu.

 "Her gün gidilip gelinecek yol değil evlat. Üstelik atın yoksa." onu küçümsercesine bakmadım. Ama imayı yakalayacak kadar zekiydi. "Tezgah kurmaya gelen çiftçi tanıdıklarınız varsa yürümek kadar zor değil evet." diye gülümseyerek yanıtladı. "Kanun ve sistem burada daha net ve daha toleranslı işliyor diye duymuştum. ne diyorsun?" Suçlular Bathlen'de nasıl yargılanırlar bunu inanılmaz merak ediyordum..

 Jarius, o sırada bir noktaya dikkat kesilmişti ve kafamı kaldırdığımda fark edebildim. Elini dur dercesine avuç içi bana dönük şekilde kaldırmıştı. Ben de durdum ve olanları izlemek için sokağın büyük bir ağaçla gölgelendiği köşeye geçtik. İleride büyük bir han bulunuyordu. Belki beş katlıydı ve mimarisi eskiydi. Taşları kararmış ve koyu sarı bloklar her katta desenli işlemelerle birbirinden ayrıldıklarını belli ediyordu. Ben yapıyı seyre dalmışken Jarius bir noktayı işaret etti.

 "Şuradaki adamı görüyor musunuz beyim?" İleride kapısı önünde kimse olmayan hanı işaret ediyordu.
Kör müyüm ne, kimseyi görmüyordum. "Hangi noktayı, Ha şu mu?"
O an fark edebildim. "Kapının beş adım sağında ahırın kapısı açıktı ve sundurmanın altında sırtı bize dönük kara bir suret dikiliyordu. Evet, demeye kalmadı ki arkamızda kalın bariton bir ses işittik.

 "Fare gibi saklanmak için büyük bir delik sıçanlar!" dedi kaba saba bir ses. Hızla döndüğümde gördüğüm şey; koca kel kafasıyla patlak gözlü, az evvel evinden çıkan iri yarı adam oldu. Sakallı pis suratıyla çirkince gülüyordu. Ve yokuştan aşağı bize doğru iniyordu.
 
 Birbirimizi süzmeye devam ettik. O sırada kıvrılan sokakta, gölgesine saklandığımız ağacın önünden büyük adımlarla yürüyordu. "Beyim ne olur bir şey demeyin, geçip gitsin." diyordu omzumun üstünden Jarius.

 "Kediler için de fazla çirkin bir surat ne olmuş?" diye karşılık verdim.

 "Bana mı dedin lan sıska!" diye gürleyerek aniden hiddetlendi. Paldır küldür üstümüze koşturunca, refleksif olarak Jilet'e davrandım. Eşsiz dengedeki kavisli bıçağın sırtı günün ışığını yakaladığı sırada üstüme koşturan adamın yanına sıçradım. Onun elindeyse koca saplı kısa bir balta belirmişti.

 Kocaman gövdesindeki çizikleri ve dövmelerindeki silüetleri fark edince endişelerim bir nebze arttı. Muhtemelen kiralık katildi. Ve boynunda mücevherle süslenmiş kıymetli bir madalyonu vardı. Ben dengemi sağlayıp toparlanırken, silahın kör kısmıyla kafamın üstünü sıyıran bir hamle yaptı. Sonra var gücüyle bana çarptı. Geriye savrulurken bu ivmeyi avantaja çevirebilecek şekilde sıçradım. İç organlarım bu çarpışmayla biraz sarsılmıştı. İki ayağımı yere sıkı sıkıya basıp kayarak durduğumda Jarius'a yönlendiğini fark ettim.

 "Kafanı kıracağım evlat, sonra da ceplerini boşaltacağım. Hızlı ve acısız olacak!" homurtuyla hücuma geçti.

 Zıpkın gibi çıktım. Genç benim için feda edilemezdi. Ve böylesi bir şehirde, bu pislik herif yaşamayı hak etmiyordu.
Başıma bir işin açılmasına nedense hiç şaşırmadım.. Eksik olma Morlock!
"Hayır!" Ağır cüsseye rağmen hızlıydı. Elindeki baltayı hızla indirdi.

 Jarius çevikliği sayesinde yana kaçındı. Balta ağacın gövdesine saplandı. Saplandı! Bu hamle onu öldürebildirdi.
İçimde uzun süredir uyuttuğum avcı, şeytanca gülümseyerek uyandı. Ve tüm vücudum onun ısısı ile aramızdaki metreleri kapattı. Adam köşeye kıstırdığı Jarius'un tepkisinden geldiğimi anladı ve anında arkasını döndü.

 Jilet, ardı ardına indi. Tamamen iç güdülerimle saldırdım. Artık b-enim yüzümden yanımdakilerin kanı dökülmeyecekti! Önce gücünü ölçmek için baltasının üstüne. -Çın! Ve yanıltıcı hamlemi çeldi. Diğeri madalyon görünsün diye kapatmadığı boynunaydı. Bedenim gerindi ve hamleye uyum sağlarken
kıvrıldı. Adamın öfkesi gözünü kör etmişti ve kan, öldürme dürtüsüyle birlikte damarlarından aktı. Kavisli bıçak boğazında yağ gibi kaydıktan sonra boşa çıktı. Bir an sonra,

 Baltası havadan hızla geliyordu. Devrilirken patlak gözlerinde hala savaşın coşkun ateşi ve intikam duygusu vardı. Delice savurduğu baltanın sapı kaçamadan enseme isabet etti ve kafamda bir gümleme!
Şimşek düşmüşcesine yana sendeledim. Kara perdeler indi gözlerime.
Ve şiddetli zonklama bilincimi aldı.

 Az sonra Jarius olduğunu sandığım biri omzuma girdi ve beni kaldırdı. "Ace.. acele etm..etmeliyiz beyim.." derken korkudan titriyordu.
Jileti elimden düşürmediğime şükrettim. Darbe çok şiddetli gelmişti. Yarı koşar uzaklaşırken kınına yerleştirdim ve kınını beceriksizce yolcu tuniğimin içine gömdüm.

 "Sakinleşmeye çalış Jarius. Şuraya girelim işte." izlediğimiz hanı işaret ettim ama o beni hızla çekerek payandaların altından yürüttü.

 "Ne? Bu han olmaz, imkanı yok!" devamlı etrafı kolluyor, camlardan olayı gözlemleyen biri var mı diye bakınıyordu. "Bu taraftan beyim. Birazdan burası kaynayacak, ilk bakacakları yer de bu han olur." sokağı hızla bitirdik.

 Ensemin kanadığını anladığım vakit çantamdaki giysilerden birini derhal boynuma sardım. Zaten pespaye olduğumdan çok fark etmezdi. Göze görünmeden uzaklaşmayı iyi beceriyordu.

 Jarius beni o bölgeden uzaklaştıracak envai çeşit ara geçit ve bahçeye soktu. Belli ki buraları iyi biliyordu. Ve buraları bilen biri buraları yalnızca kaçmak için bilebilirdi. Ve o sırada fark ettim. Adamın boynundaki madalyonun zinciri cebinin ucundan sarkıyordu. "Dikkat et yeni kolyeni düşüreceksin." derken sırıtıyor ve bir yandan sızlayan yere giysiyi bastırıyordum.

 "Ah, evet. maskesi düşen Jarius.." Tebessüm etmesine engel olamıyordu. "Lütfen, size bunun için yanaştığı.."
"Dert etme evlat. Hepimiz bir parça altının peşinde sürükleniyoruz. Ve ödeştik." Cebimden bir şey aşırmamış olduğunu biliyordum. Onun derdi yaslanacak güçlü bir ağaç bulmaktı ve Jilet'i kınında görmüştü.
Bunu taşıyan iyi niyetli bir yabancıya hangi hırsız yanaşmazdı?

 On dakika kadar sonra, gündüz bile loş kalabilen tanrıların uğramadığı bir handa kafayı çekiyorduk. İkimiz de fazla konuşmuyor ve olan biteni tartıyorduk. Genç adam şüphesiz kanunsuz işler karıştırıyordu fakat adam öldürmek başka bir şeydi. Elleri hala titriyordu.
Adam saniyeler içinde kanlar içinde kalmıştı ve tek avantajımız buydu.

 "Silah sesleri illa bir yerlerden duyulmuştur, orada neler oldu Jarius gözüne bir şey takıldı mı?" Elimi acele etmesi için tezgahta tepsiyi hazırlayan sıska hancıya salladım.
"He? hımm.. Evet, buradayım beyim, dalmışım.."

 İhtiyar hancı masaya sıcak sayılamayacak iki omlet, çavdar ekmeği ve tahta çatallar getirdi. Ve sallana sallana uzaklaştı. İçecek istemeyi unutmuştuk. Ama hayır, istemeyecektim. Bu hızla omletler donardı.
Masada, bizden önce oturanların kullandığı iki küçük viski kadehi buldum. İhtiyarın içecek getirmesi temiz beş dakikasını alır gibiydi.
Mataramda kalan son ekşi birayı, temiz görünen kadehlere doldurdum.
Kahvaltılara gömüldük.

 Ben, hapiste çürümektense kırbaç yemeye razıydım. Yolları, dağları ve nice müsabakayı sayarsam bünyem bunu kaldırırdı. Yakalanmaya niyetim yoktu ama yakalanırsam da lanet olsun bir kahvaltı edeydim bari.

 "Bathlen ismi.. Kime aitti?" Bir insan kralı olamayacak kadar vurgulu ve güçlüydü.
"Eski bir cüce kralı olan IV. Kısabacak Bathlen'e beyim." Lokmasını ekmeğiyle çiğneyip üstüne ekşi bira çekti. "Adam yüzyıllarca yaşamış ve bu şehrin altında bir yerde ikamet etmiş. Bir gün insanlar bu topraklara gelip şehir kurmaya ve yerleşmeye başlayınca onlarla bir anlaşmaya varmış. Buna göre; insanlar onlara yiyecek, içecek ve kadın sağlayacakmış. O ise efsanevi baltası ve mimari dehasıyla insanların güvenliğini sağlayacak şehirlerini kurmalarında rehberlik edecekmiş. Böylece insan krallar bu isme sadık kalmışlar ve şehri bu isimle çağırmışlar. Zaten kütüphanede uzun uzun anlatan kitaplar var beyim, izninizle şu lokma harika görünüyor." Soluklandı ve yemeğine devam etti.

 "Anladım, başım şu anda daha fazlasını kaldıramaz zaten, kafi." Kafamı eğemediğimden ve hancının buzları eridiğinden artık kendimi uykuya teslim etmeliydim. Yiyebildiğim son lokmaları da yuvarlayıp odama çıkmak üzere masadan doğruldum.

 "Jarius, seni tanımak güzeldi. Burada kalıyor olacağım." Genç adam saygı ve telaşla ayaklandı.
"Hizmetinizde size yoldaşlık etmek isterim beyim. Artık bir takımız öyle değil mi?" derken kapı açıldı. Hana bir kaç şamatacı baldırı çıplak girdi. Gürültü başlayınca adımlarımı hızlandırdım. "Gece gel, görüşeceğiz." diyerek merdivenleri çıkmaya başladım. Ve ardımda gülümseyen genç adamın yüzünü görür gibi oldum.

Güzel.. Bu ilk adım.
 
Bathlen..

Aslında daha çok, özgürlüğü ve sakin havasıyla gönlümü çelmişti.
Dingin ara sokaklar..

Ölüm,
Ve adam hak ettiği için susan insanlar.

Karanlık hanlar,
Sessiz odalar,

Efsanevi bir şehir.
Ah ne çekici..


4
Şişedeki Mısralar / Sis Koridoru
« : 11 Eylül 2015, 12:14:10 »


 Geçilmez gibi.
 Sis Koridoru..
 
 Yürümeyle olmuyor gördük.
 Ve susmakla da değil.
 
 Sanki içimizde bir yere oturmuş,
 Bulutsuz göğün yetim çocuğu,
 Sis Koridoru.

 Düşler boyu uzandım.
 Değişmezin ötesini adım adım..
 Döndüm ikisi arasında bir yere.
 Kaldım. Ve kaldım.

 Aitlik hissi hiçleşti.
 Yaşayanlara yabancı.
 Ne suyun sesi,
 Ne su.

 Sanki yaşam pınarı yitti,
 Canlı, fakat solgun.
 Üstelik ülkemin kapıları da açılmaz oldu.
 Dışarılarda bir yerde.
 Civarında diyarlarımın.
 Dolaşıyorum.
 Dostlarım,
 Çoktandır yoklar.
 Ağaçlar ve yapraklar.

 Ben hep buralardayım.
 Fakat dönüşüm çabuk olur.
 Her şeyi bu kayıp diyara astım.
 Korkudan mıdır,
 Uzaklaşıp,
 Yanımda bir kaç melodi ile,
 Mutlu olabilirim.
 
 İçimde bir yerde,
 Sis Koridoru. Onu ve ötesini duydum.
 Safirden mavi bir mücevher,
 Mimarı kim bilmiyorum.
 Zaten bilsek onu öldürürdük.
 Çünkü hepimizi sardı.
 Biz, kendi ülkemizin esirleri.
 Çoğunlukla bildiğimizi sanırız.
 Oysa sağa sola savrulup zamanın ağır döngüsünde öğütülüyor,
 Ve bunu seçerek yapıyoruz.

 Yalnızlıktan olabilir mi?
 Pekala olabilir.
 Diğer türlüsüne de razı değiliz.
 Yani, dolu dolu yaşamaya.
 Kırılmaktan, ölesiye korkuyoruz.
 Açmaktan ve saçılmaktan.
 Darmadağın, yığıntılar oluşturmaktan.
 Tüm bu renksizlik ve renkler içinde.
 
 Zorlandığımız hayatlar.
 Dayatılan şartlar,
 Ve biz,

 Kaybolan seslerimiz,
 Sis Koridoru.
 Ve Sis..

5
FRP Genel / Ynt: Komik, Abzürd Frp Anıları
« : 11 Aralık 2013, 16:44:28 »
 Hemen hemen her oyuncu benim gibi insiyatifli ve sabırlı bir DM'si varsa sayısız karakter açar ve bitirmediği güzelim senaryoları heba eder.

 Oldukça fazla farklı karakteri olan bu iki seçme oyuncumu bu davranışlarından ötürü makul bir şekilde cezalandırmak için ne yapsam ne yapsam düşündüm durdum. Ana Questimiz devam ettikçe ve bunlar iyice güçlenip teçhizatlandıkça aklıma geleni uyguladım. Oynadıkları tüm gaz karakterleri senaryoya entegre ettim. Bir bir karşılarına diktim ve onlara silahsızken bile acaip sıkıntılar yaşattım. Karşılarında Player gibi Rp kesen ve son derece karizma Npc ler gören oyuncularımın halleri yeni oyunlar için gayet teşvik ediciydi. :)

Ve O, Main Quest oyunumuz oynanırken yoldaşlar bir sahnede;
 Büyük bir Combat yaşanacak. Bir esir gemisi dolu suçlu, gladyatör ve kalpazan hırsız vs. envai çeşit "pis adam" yolda bizimkilerle karşılaşıyorlar. Gemilerinde gitmektelerken önlerindeki bu esir gemisinin kaptanı, onları taciz ediyor ve nihayet dar bir boğaz geçidinde gemiyi önlerinde demirliyor. Küçük bir çarpışma akabinde iki gemi dip dibe duruyor.

 Grubumuzun sağduyulu korucusu plan yapıyor ve gerekli savaş pozisyonları alınıp demirlemiş olan esir gemisinin kaptanı vurulacak şekilde grup karaya çıkıp konuşlanıyor, yani saldırı planı yapılıyor.
Keskin nişancı elfimiz, kamarada koşturan düşman mürettebatın arasından kaptanı gözüne kestirip koruluklara pustuğu yerinden yayına okunu geriyor ve bırakıyor.

 O da ne! Ok kaptana değil gemideki en iri yarı kaslı barbara saplanıyor. (Barbar sağduyulu korucumuzun eski karakteri 2'm.lik bir dev ismi Marcus ve tam bir canavar)

 Rage başlıyor! Yani "kaç" demek bu.. İnsanları dağıtarak ayaklanan barbar gemideki azılı bir kaç manyakla birlikte silahlanıp yoldaşlara hücuma geçiyor. O sırada korucumuz, çok sağlam dövüşen npc dostları ve diğer playerlarımız koridor taktiğiyle güverteye atlıyorlar. Gemideki çalışan işçi kim varsa karşılık vermeye başlayınca kaos başlıyor. O sırada korucumuzun hatunu da geride kal emrine uymayarak savaşa dahil oluyor. Çünkü henüz kimliği bilinmiyor. Lakin "Werewolf" olarak. Üstünde "dönüşüm lanetini" taşıyan kadın kurtadama(veya kadına) dönüşünce olanlar oluyor.

Grup;
PL 1- Lan senin hatuna et atsak gelir mi..? hohoho
PL 2- Olum ilk gecede dönüşür mü lan..? kehkehkeh
Korucumuz; "abi nasıl yani saldırıyor mu?"
DM - Evet atik bir hareketle sıçrayıp tam kaptan köşküne doğru uçuyor. Önünde hazır bekleyen kaptan ve adamları var.

 "Olamaz ya! Lan ölecek orada! abi ben Animal Empathy yapıyorum. Yok yok Charm Animal spell'imi yapıcam" (Surat pancar kırmızı, endişeli ve olacağından tam emin değil)..

Dm ve playerlar: Yıllar süren bir kahkaha tufanına tutulduk. Hala ara sıra lafı geçer güleriz.
 Oyuncumuz ise hala sevgilisine toz kondurmamaktadır..

Meraklısı için kısaca devamı;
Dipnot: Marcus adlı barbar kaos saçmış, güçlü npc karakterlerden birini öldürmüştür. Birini ağır yaralar. Nişancı Elfimiz ve bard partneri hakeza pelte çıkmış, diğerleri perişan olmuşlardır. Combattan güç bela sağ çıkmış grubu yaralı korucumuz toplar.. Esir gemisinde kalanlar teslim olmuş veya çekip gitmiştir. Hepsi bir köşede sürünmekteyken korucumuz kendine gelmiş combat sırasında kaptanla birlikte denize düşen werewolf aşkını aramaya çıkmış, neyse ki onu normal halinde(tabi çıplakken) bulup diğerlerinden ırak bir yerde ilk yardımını gerçekleştirerek oyun literatürlerine altın harflerle geçmiştir.

6
Mitolojiler / Ynt: Baal
« : 02 Aralık 2013, 11:06:10 »
@Rhonin, Ocakta yazmışsın fakat konuyu inceleyenler ile ilgili bilgi olsun. Bhaal dediğin cinayet tanrısıdır. Aşağıda detaylı bilgi var. Spoiler içermekte olduğundan gizlenmiştir.Seriyi okumayanlar yanlışlıkla okumasınlar.
Spoiler: Göster
Forgotten Realms'de hüküm sürmüş ve Time Of Troubles (Sorunlar Zamanı) diye bilinen kıyamette Ao tarafından yeryüzüne avatar olarak indirilmiş ve ölümlü Cyric tarafından Godsbane kılıcı ile katledilmiştir. Fallen God olarak düzlemden yok olmuş ruh formunda kalmıştır.

 Baal diye anlatılan şeyin onunla bir ilgisi yoktur.

7
Dipsiz Konak / Ynt: Anlık FRPler
« : 21 Ekim 2013, 19:32:34 »
Herkese Selamlar,

 Katılmak isteyen bana özel mesaj ile ulaşsın en fazla 4 player içeren bir oyun olacak.
Karakterler hazır karakterdir. Detayları size mesaj olarak göndereceğim.

Oyun konsept olarak masaüstü oynamadığımızdan kurallardan daha fazla arındırılmış "Pathfinder" sistemi ile oynanacak olup herkesin şartları kabul etmesi ile başlatılacaktır.

*Human Fighter
*Half Elf Rogue  
*Dwarf Fighter
*Human Wizard


Rool Play ağırlıklı (rol yapmaya dayalı) derinlemesine diyalogların yaşanabileceği deneme oyunu tadında bir başlangıç olacaktır.

Sevgiyle Kalın,

8
Gezginler Kamarası / Ynt: Rüzgara Kapılan Uçurtma
« : 21 Ekim 2013, 19:17:39 »
 Tasvirlere kapılmamak elde değil.

 Sıradan yazılar gibi külçe cümlelerden ziyadesiyle arındırılmış üslubunuz. Kendi cümlelerimi okur gibi okudum. İçten duyguları kaleme alıp yazana ve yazdırana selam olsun..

 Asıl olan izler bırakmaktır hayatta, bizi üşüten ve ısıtan yaşayan ve yaşatan ne varsa hepsi değerli hepsi gerekli.
 Umarım ki bizi bir yerlere götüren ve geri getirmeyi unutan şeyler bir gün uyanırlar.

 Yazmaya devam et, çünkü yazan insan yaşıyordur.. hissedilerek yazılan her kelime, üst üste dizilen merdivenin birer basamağıdır hayatta..

9
Düşler Limanı / Ynt: Hiçlik
« : 09 Ekim 2013, 17:03:00 »

  Hiçlik yoktur. Yokluk vardır. Var olmayanı yaşayamayız. Yok olduğundan ona hiç deriz.
 *Bilir misin? Yokluk iki var arasındadır. Varlık da iki yokluk arasında..

 Nasıl ki içinde olmayan bir duyguyu anlayamadığın, acıyı yalnızca taklit edebildiğin, görmeden renklere dalamadığın gibi..

 Şimdi, yok olan ne olursa, hissedilen, hiç olur? bunu düşünmeli.. Aranan mutluluksa kalbin anahtarı çevrilmeli.. Aranan haz ise fiziki hazzı mı manevi hazzı mı kovaladığını anlamalı insan. Ama anlayamaz. Çünkü yokluğu yaşar.
 Yokluk ademoğlunu köreltir.. Gülümsememek yokluktur, neşeyi unutursun. ama içten.. Ya da yemeği. Kaşıkla lokma yutmayı değil, tabağı sıyırmayı.. Doymayı unutursun, renklere, müziğe, harmoniye. Akan hayata.. Aslında herşey tek kelime kadar kısa. Anlatmak için yaşamak gerek yalnızca. Lakin, hepimiz yokluğun içindeyken  anlamak yada anlatmak bile bir kaygı değil. İnsan nasıl mı mutlu olur? yanıtı çoğunun hoşuna gitmeyen fakat kesin ve tek doğru olan Yaratıcının varlığıyla mümkün..

 İnsan İlahını ve yarattıklarını sevgiyle ve ondan geldiğini düşünerek bile huzura erer. Bunu anlaması çok uzun sürse bile.. ya da son nefese dek inkar etse bile. Aciz gözlerimize inmiş perde kaldırıldığı anda her an bizimle olan İlahın kucaklayışına şahit olacağız. Nefis, arzular, insanlar ihtiyacımız olanın her ne kadar bu olmadığı söylese bile..

 Düşünsene.. "Sevmek ve sevilmek üzere doğrulmuş olmak"tır varlığımızın sebebi..
Sorunlar, sıkıntılar hatta yokluk her insana uğrar.. Onlara ne diyebildiğimizdir hayat. Hayat dersi değil yanlış anlamayın. Herkes kadar yokluğu yaşayan birinin sözleri yazdıklarım. Benim, benim yokluklarımın ve aydınlığı bilsem de onu henüz sevebilmeyi başaramayışımın..

 Çünkü insanın bir "eyvallah"ı kadardır onunla olan imtihanı..

10
Kurgu İskelesi / Karanlığın Kadehi
« : 09 Ekim 2013, 14:38:50 »
 Küller, her tarafı kaplamış. Her nefeste genzimi yakan iğrenç bir kurum bulutu, beraberinde yanmış cesetlerle olağan dışı bir şeyi resmediyordu. Neler olmuştu? bütün bu küller ve ardında kalanlar..
Açıkçası buna cevap bulmakla uğraşacak değildim. Uzun bir yoldan geliyordum ve önceliklerim arasında midemi iyi pişmiş kırmızı etle ödüllendirmek ve üstüne buz gibi bir elma şarabı devirmek vardı. Lakin, aştığım o dar patikayı bitirir bitirmez karşıma çıkan bu yanmış alanı ve ziyan olmuş bedenleri uzun süre unutamayabilirdim.

 Alevlerden arda kalan yas dolu bir sessizlik ve harcanmış insan bedenleriydi. Uzaklaşmak için dikkatle etrafından dolandığım sırada bulutların ardından sarkan güneşe yakalanan bir cisim parlayarak son anda dikkatimi çekti. Bu diyarlarda bu gibi ölüm dolu sahneleri karşılamayı umduğumdan aşırı bir tepki göstermeden uzaklaşmam olağandı. Lakin merak her daim insanı alt ederdi, kadavraların üstüne basmadan yaklaştığım nesne gümüşi bir parlaklıkla parıldayan madeni bir cisimdi.

 Elime aldığımda vücudumu saran ve irkilerek topuklarımın üstüne gelmeme neden olan korkunç bir elektriklenme hissi yaşadım. Aniden beni saran korku ve panik olmuştu. Üşüyor ve zihnimin kuruntuları arasında etrafıma bakınıyordum. Kurumların hala havada sessizce uçuştuğu o bölgeden elimi sıkı sıkıya kapadığım gümüşi cisimle uzaklaştım. Muhtemelen bir kaç saat sonra nihayet kendimi acıyan boğazım ve tükenmiş ciğerlerimle daha huzurlu bir ormanda seyrederken buldum.

 Orman cıvıldayan kuşlar ve birbirine sarılmış sık bitki örtüsüyle yılın bu mevsiminde bile kendi dünyasında yaşayan mutlu bir ihtiyar gibi fazlasıyla sıcaktı. Onu ürkütücü kılan gecenin örtüsü olmalıydı. Saat erken sayılırdı ve az evvel unutmayı tercih ettiğim görüntünün kırıntıları zihnimden bir türlü silinmiyordu.

 Sırtımı  ormanın ortasından geçen yoldan görünmeyen daha arkalarda bir ağaca dayadım. Avcumun içindeki gümüş renkli parça şimdi çok netti. Elimi çok sıkmamdan beyazlaşan parmaklarım sakinleşmemle birlikte cismi incelememe fırsat tanıdı.  Zihnim onu çılgınca keşfetmek istiyor ama ruhum onunla temasımı reddediyor gibiydi. İki zıt kardeşin çekişmesi gibi gidip geliyordum. Nihayetinde insanın zayıf dürtüsüne yenilen taraf galip çıkmış ve ben nesneye teslim olmuştum. Şekli, Oval formda bir pırlantanın yuvarlak gümüş cismin tam ortasına sabitlendiği ve etrafında yılankavi desenlerin kıvrılarak pırlantanın çevresinde döndüğü yuvarlak broşumsu birşeydi. Oval kesimli pırlanta işaret parmağının yarısı uzunluğunda ve baş parmağın eklemi genişliğindeydi. Bu da satılmaya kalkılsa beni bir ömür rahat yaşatabilecek paracıklar demekti. Ancak kendimi tanıdığım kadar insanları da tanırdım. Böylesi bir parçayı kimse satın almak istemezdi. Ne paraları yeter, ne de vermek isterlerdi..

 Ormanın derinliklerinde sezgilerimin ötesinde bazı şeyler hissediyordum, sicim gibi sık örülmüş avcı ağına çarpan kuşlar gibi duyularıma yakalanıyorlardı. Algılarım arttıkça duyumsadığım boyutlar çeşitleniyordu. Midem bulanmaya ve etrafımdaki huzur dolu yeşili buğulu görmeye başladığımı hatırlıyorum. Merakın zihnimde kapladığı yer beni diri tutuyor olalıydı. Başından beri merakımdan kaynaklanan zayıflıktan beslenmişti.. Muhtemelen beni hayatta tutan ve şimdiye kadar yerlerde sürünmeden yaşayabilmemi sağlamış adrenalini damarlarıma cömertçe sunuyordu.
 Nefesimi düzenli tutarak bedenime sakinleşmesi ve mevcut koşullara uyum sağlama dürtüsünü göndermeyi deniyordum. Hisler, duyumlar artık daha katlanabilir seviyelere inmişti ve henüz çok yabancı olduğum bu algı perdesi beni uzun süre etkileyecek gibi görünüyordu.

 Gümüş sikke formunun üstündeki pırlantanın şekli var olan formunun çok ötesinde bir auranın varlığını fısıldıyordu. Efsunlu nesnenin pençesinde hatırlayabildiğim kadarıyla aklımda kalmıştı. Ona bakmaya karar verdiğim andan sonra gözlerim kararmış ve vücudum çılgınca kontrol edemediğim bir güçle dolmaya başlamıştı. Beni kullanıyor muydu?

 Geç olmadan ayaklandığımı ve yakınlarda, ateş tüten zulaya gizlenmiş bir kamp alanına seğirttiğimi fark ettim. Bu olanlar, irademe doğrudan tecavüz ve kontrol demekti..
İçeride, tiz çığlığımsı seslerle anlaşan, aslında daha çok tartışan vahşi canlıların varlığını duyumsadım. Katil soğukkanlılığıyla yürüdüğümü, ağaçların içindeki minik kamp alanına ilerlerken yüzüme değen çalıların bıraktığı çizikleri hatırlıyorum. Sonrası yine derin bir fısıltıyla geçen bilinçsiz dakikalar..

 Yeniden ayıldığımda etrafımda yerde yatan bir düzine goblini acımasızca katlettiğimi ve kullandığım keskin kenarlı kılıcımın tuzla buz olduğunu gördüm. Ayaklarımın tam dibinde goblin şefinin çaputlarına sakladığı bezlerle örtünmüş başka bir uzun kılıcın durduğunu gördüm. Ona karşı dayanılmaz bir merakla uzanma arzusunu yaşamadan edemedim.
 Mükemmel işçiliği, boydan boya uzanan kan oluğu ve yine gümüş renkli çeliğiyle hasret kaldığım silahı bana sunmuştu. Kavrayışın verdiği güven ve eldeyken bilekten çıkabilecek ani manevralara uygun dövülmüş mükemmel çizimiyle benim saldırı stilimi geliştirebileceğim bir şeye benziyordu. Onu saygıyla selamladıktan sonra ona yaraşmayan  emektar kılıç kınıma soktum.
 Kimsenin zoruna gitmemeliydi öyle ya, beslendiğim yiyecekler, yattığım yerler, üstüme bulanan muhtelif pislikler göz önüne alınsa, yılmadan sırf "özgür" olmak pahasına atlattığım badireler de hesaba katılırsa bunların olmasına şaşırmıyor hatta ilginç ve kolay olmayan ödüllendirmeler olarak yorumluyordum.

 Kanlar içindeki goblinlerin üstlerini taradım ve yağmacı olduklarına karar verdim. Çalıntı mallara ilgi göstersem bile yadigar değeri taşıyacak nesnelere el uzatmışlığım pek yok. Korundukları ve manevi anlamları olabilme olasılığı şevkimi kırmıştır hep. Eh, nesnenin bana yaptırdıklarına bakarsak en azından şimdilik tahminlere varabilirdim.

 Goblinler ayık kafamla teşhis ettiğim kadarıyla zaten eski yaralara sahipti ve nesnenin sahibi onların işbirliği, belki efendileri eliyle öldürülmüş olabilirdi. Başlattığım kan şöleni.. Bu da nesnenin intikamı mıydı? Kulağa anlatılan hikayeler gibi gelse de onun gümüş çemberin üstündeki eşsiz varlığı da bir hikaye gibi değil miydi? Onu alt etmeli ve kendimdeyken ona yenilmeden derinliklerine inecek planlar kurmalıydım. Kulağa gülünç geldiği aşikardı..

 Ormanın derinliklerini arşınladıktan sonra geniş serin vadilerden esen rüzgarların rahatlatan ferahlığına bıraktım kendimi.. Ben bunun için yaşıyordum, özgür olmak. Özgürlüğü kanımın her zerresinde hissetmek için.. Öte yandan ait olmak. Varlığımın her hücresiyle ait olmak.. Mesele ait olacağım şeyin beni kendi sınırları içinde özgür kılmasıydı. Sanırım hayat, bunu yaşadığın anda gerçek manasına kavuşacaktı.

 Şimdiyse önümde kocaman bir şehir uzanıyor ve ayaklarım nasıl geldiğimi bilmediğim bu şehre girmemi buyuruyordu. Zayıf zihnimse ona diretiyor ve içimdeki karanlık bununla eğleniyordu.

 Bu topraklara varmamdaki asıl sebep beni kendine buldurmuştu.

Bulaşacak pislik arıyordum ve büyük birtanesi beni kendine çekmişti. Şikayet edemezdim.

Karanlık ruhuma bulaşmıştı ve ben bilinmezliğe gülümsüyordum..

11
Tartışma Platformu / Ynt: Siz Kimsiniz?
« : 09 Ekim 2013, 13:52:39 »
 Zak Nafein.
Zorundalıkları yüzünden "sistem" ile yaşayan, lakin aydınlanmayı bekleyen bir ışık gördüğünde benliğini yok etmek pahasına ileri atılabilecek biri. Bilge, güçlü, sessiz..

12
 İdeal Vampir: Strahd Von Zarovich
 İyi Vampir: Jander Sunstar.

13
Ravenloft / Ynt: Ben, Strahd - Bir Vampirin Anıları
« : 09 Ekim 2013, 13:20:33 »
 Strahd, dram ve gücün, yaşam ve ölümün tek bedende vücut bulduğu, karanlığa teslim olmasına karşın bir hasım olmak için bile can atılacak cinsten bir adam.

 Ravenloft'un Sis'i ile lanetlendikten sonra bile kendini mükemmeliyete varacak kadar geliştirmiş ve tahtı sarsılmadan yüzyıllarca hüküm sürmüştür.

Obsession haline dönüşmüş Tatyana'sı onu hayata bağlayan prangası olmuş ve Azalin'le olan münasebeti Ravenloft'un sınırlarını aşan bir tarihe tanıklık etmemize kadar varmıştır.

 Nihayet Strahd'ın gönlümde kurduğu efsanevi tahta oturacak olan gümüş gözlü Lathander inananı Jander çıkagelmiş ve ruhu karanlıkta hiçliğe tutunmuş Strahd'a bilgeliğine yakışır bir darbe indirmiştir.

 Ravenloft ardı ardına geçen sayfalarıyla beni diyarına kilitlemiş ve uğursuz topraklardaki oyunlarıyla kalıcı olarak zihnimin derinliklerine işlemiştir.

 RP seven Frp oyuncularının ve 2. Edition seven abilerimizin(ilk esas RP'ciler) vazgeçemeyeceği türden diyalog ve savaş taktikleriyle dolu, Vistani'lerin efsanevi varlıklarıyla süslenen ve güç bulan topraklardaki karanlık serüvenler, okuyucunun zihninde patlayan minik potansiyel baloncuklarıyla sizi muhakkak ileriye taşıyacaktır.

Sayfa: [1]