Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Ophiel

Sayfa: [1] 2
1
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 19 Ocak 2017, 13:03:33 »
Sia - Freeze You Out

2
Tartışma Platformu / Ynt: Wattpad
« : 26 Eylül 2016, 14:54:32 »
İçerisindeki çoğu yazı edebi nitelik taşımaktan uzak, saçma sapan ve çarpık ilişkilerle dolu birbirinin  aynısı şeyler ne yazık ki...Dahası bazı yazarları emek hırsızlığı yapabiliyor. Benim ve bir kaç arkadaşımın öykülerini çalıp kendi yazmış gibi gösterenler olmuştu. Sizlerin de yazılarını çalanlar olmuş olabilir.

3
Kurgu İskelesi / Ynt: Peri ile Kızıl Kont
« : 26 Eylül 2016, 13:12:21 »
II.Bölüm
"Kontun Malikanesi"

   Güneşin zayıf ışıkları, ağır ağır açılan  perdelerle odaya hücum etti. Odanın tam ortasında gelişigüzel yerleştirilmiş  eski karyolada yatan Mirara, bir süre havada uçuşan tozları izledi. Çok geçmeden yüzünü öfkeyle buruşturdu, kendine henüz yeni gelmişti ve gözlerini aşina olmadığı bu yerde açmıştı. Nerede olduğunu anlamak için şaşkınca etrafa göz attığı sırada,  odanın diğer ucundaki perdeleri açan Raven'i gördü. İster istemez onu süzdü; üzerinde basit ama şık beyaz gömlek, altında da saçlarının siyahında kumaş pantolon vardı.

  Buz mavisi hayat dolu gözler, Mirara'yı fark etmişti. Konuşmadan önce kibarca gülümsedi."Uyanmışsınız, nasıl hissediyorsunuz?"

  Sarıyla kahverengi arasında kararsız kalan saçlara sahip  kız, yorganı boğazına kadar çekti. Buz kesici havayı tekrar hisseder gibi olmuştu, çekimser tavırla Raven'e baktı. Konuşurken sözcükler dudaklarından zar zor dökülüyordu. "Fazlasıyla ölü...Neredeyim ben?"

"Kızıl Kont'un evindesiniz."

  Bu yanıtla beraber kızın yüzünde anlamsız bir ifade belirdi. Huzurdan yoksun gözleri kısa bir süreliğine tekrar odanın içinde gezindi. Karyolanın ayak ucunda orta ebatlarda aynalı, ahşaptan bir dolap vardı. Tavanda yakut taşlarıyla süslü avizeyse bu küçük odaya göre fazla büyük olduğunu sırıtarak belli ediyordu.
Oluşan sükutu bozan genç adam oldu, Mirara ise hayat dolu gözlere tekrar baktı. Kendisinden uzak olan bu canlılığı kıskandığı bile söylenebilirdi.

"Bağışlayın, size her şeyi baştan anlatmam gerekirdi. Sizi dün öğleden sonra dağ yolunda donmak üzereyken buldum ve malikaneye getirdim. Efendi Lexus'un evine...İsmim Raven, Efendi Lexus'un özel yardımcısıyım."
 
 Mirara, "Yani... beni kurtardınız." dedi memnun olmayan ses tonuyla. Pek yürekten olmayan bir teşekkürü söylemek adına dudaklarından belli belirsiz kelimeler döküldü. Daha fazla konuşmak istemedi, yorganı kafasına kadar çekti, gözlerini yumdu.

  Raven kızın bu garip tepkisine biraz afallamıştı, ancak sıcak gülümsemesini yine de korudu. Kızı öğle yemeği vaktinde uyandıracağını söyleyip çekildi. Genç adam odadan gider gitmez Mirara ayağa fırlamıştı. Meraklı tavırla kiremit rengi pencereye yöneldi. Dışarıdaki karın görüntüsü bile ürpermesine neden oluyordu.


***

   Öğle vakti olduğunda Mirara, dolapta bulup giydiği sarı elbiseyle ahşap merdivenlerden yukarıya çıkıyordu. Açık kahverengi, iri gözleri son derece lüks eşyalara takıldı; ipek halılar, altın vazolar, zarif tablolar ve nicesi...

  Evin en az diğer yerleri kadar gösterişle dolu olan yemek salonuna geldiğinde,  büyük cam masanın baş köşesinde, tek başına oturan adamı gördü. Siyahlar içindeki adamın yüzünün sağ kısmını koyu kızıl saçları örtüyordu. Kızıl Kont bir gözü açık bir gözü kapalı halde Mirara'ya baktı, dudaklarından en ufak bir kelime çıkmadı.

  Malikanenin misafiri, Lexus'tan fazlasıyla çekinse de cam masaya geçmişti. Oluşan sessizlik genç kızın canını sıkacak boyutlardaydı. En sonunda sessizliğe kin güdüp zayıf sesiyle,"Eviniz çok güzel, göz kamaştırıcı." demişti.

 Kızıl Kont soğuk ve yabancıl sesiyle konuştu, kızın suratına dahi bakmıyordu. "Bir o kadar da aldatıcıdır." 
 
  Mirara bu kez, "Anlamadım?" diye mırıldandı. Genç adamın soğuk tavırları kendisine de bulaşmıştı.

"Güzellikler aldatıcıdır, insanı kandırır. Ama ben yine de bu sahte dünyayı seviyorum."

  Genç kız kaşlarından birini yukarıya kaldırıp hayretle Kızıl Kont'a baktı. Adamın sözlerinden pek bir şey anlamamıştı, sonrasında hiç konuşan olmadı. Raven gülümseyen çehresiyle gelip yemekleri servis yapmaya başlamışken, dışarıda kısa sürede karla karışık bir yağmur başlamıştı. Mirara yağmuru dinledi, bu ses ruhuna huzur veriyordu.

  İyice durgunlaşan kızı izledi Kızıl Kont. "Yağmuru ben de severim, kaybettiğim çocukluğumu aklıma getirir."
 Mirara, genç adamın söylediklerini duymuyordu bile. Adeta kendinden geçmiş, ruhu dökülen yağmur damlalarına karışmıştı.

  "Sizin hikayeniz nedir, Mirara?"

  Kız kendi adını işitince bir rüyadan uyanır gibi oldu, irkilmişti. Şaşkın gözleri kontun üzerinde gezinmeye başladı."Adımı biliyor musunuz?" diye sordu hayretler içinde.

 "Adınızı bana söylemiştiniz, unuttunuz mu?" dedi Lexus ilk kez gülümseyerek. Bu söylediği bariz bir yalandı.
  Mirara bir kaç saniye ne diyeceğini düşündü, dehşet içinde kalmış gibi bir hali vardı. "Hafızam pek parlak sayılmaz. En son hatırladığım şey bir at arabasında yaptığım yolculuktu. Gözlerimi tekrar açtığımda da kendimi malikanenizde buldum."

   Kont, "Aileniz şimdiye sizi merak etmiştir." diye fısıldadı gözlerini bir noktaya sabitleyip. Mirara büyük bir suç işlemiş küçük çocuk gibi başını öne eğdi. "Merak ettiklerini sanmam." 

"O niye?"

Mirara üzgündü, "Uzun yıllar önce...onları kaybettim." dedi burnunu çekip.

"Acınızı tazelemek istemezdim, beni affedin."

  Kız başını kaldırıp konta bakmıştı kızgın bir tavırla. Daha çok ne diyeceğini bilemez bir hali vardı. Sussa belki iyiydi ama konuşmak istedi. "Acım...o hep taze. Zaman gerçekten sevdiklerimizi unutturur mu sanıyorsunuz? Unutturmuyor. Kalbimdeki büyük boşluk her gün çoğalmakta." diye mırıldandı gözleri dolarken.

 "Peki ama sevdiğiniz bir çok insan da yaşamıyor mu? Onlar için güçlü olmanız, gözyaşlarınızı kurulamanız gerekmez mi?" 

 Mirara, kontun son sözlerine bir şey dememeyi tercih etti. Tekrar yağmurun şarkısını dinlemeye başlamıştı, kafasında bir sürü şey varken.

***

    Hava tamamen kararmış yağmur dinmişti, Raven kısa süreliğine yıldızsız semayı seyretti. İçi her nedense bir tuhaf olmuştu,sonra tekrar işinin başına döndü. Mutfakta hizmetçi kız Hana ile birlikte kalan son işleri hallediyorken, malikanenin dışında gezinen  silüetten habersizdi. Tayf halkından olma yaratık malikane duvarlarının arasından mutfağa geçti. Ne Raven ne de Hana onu görmüşlerdi.  Tuhaf yaratık şimdi, şekil değiştirerek sürüne sürüne evin odalarında gezinmeye başlamıştı. Esas aradığı oda Kızıl Kont'un odasıydı...

       Lexus en üst katta bulunan odasında,pek rahat olmayan yatağında uzanmaktaydı. Muhteşem bir manzara seyreder gibi tavanı izlerken huzursuzca gözlerini yumdu ve derin bir iç çekti. Kapı eşiğine kadar ulaşan yaratıktan bihaberdi aynı zamanda.

4
Düşler Limanı / Ynt: Martılar Ağlarken (Ecthiel & Ophiel)
« : 25 Eylül 2016, 21:35:25 »
Sahne III

(Sahne Meridah'ın görünmesiyle başlar.)



Meridah:
Yanılsama ya da gerçek,
                Ayırt edemiyorum ben,
                İkisini birbirinden.
                Hem bir önemi var mı bunun?
                Yanılsamalarım bile katran karası bir acıya bulanmışsa eğer,
                Gerçekliğin çirkin kızıl örtüsünü hiç açmamalıyım.
                Korkuyorum belki de gerçekliğin bana vereceklerinden.
                Sayısız gözyaşları,
                Parçalanmış düşünceler ve kendini yalanlara sarmış yürekler,
                Olmamalıyım onlardan biri.
                Acziyetini unutmuş bizler savruluyoruz öylece,
                Kurumuş bir yaprak gibi büyük boşluklara.
                Titrek, çelimsiz ve kendini unutmak isteyen ruhlar.
                Kaç defa unutmaya çalıştım ben kendimi?
                Oysa ben,
                Hayatına baktıkça karamsarlığa sarılan zavallı Meridah,
                İstemiştim bir zamanlar zincirlerimi kırmayı.
                Yapamayınca istedim kaybolmayı.
                Onu da yapamadım zavallılığımdan.
                
(Meridah üzgünce odada ilerler.)


Meridah: Bir kabusum var benim,
                      Asla sahip olamayacağım şeyleri,
                      Durmadan düşlemek gibi.
                      Sadece gözyaşlarımı çoğaltıyor bu durum.
                      Bir gece yarısı,
                      Gözyaşlarım kan olup süzüldü yanaklarımdan.
                      Ve herkes uyuyordu ben üzgünken.
                      Dünya dursun istedim o anda,
                      Ben acı çekiyordum.
            

(Hizmetçi kız gelir.)


Hizmetçi Kız: Hanımefendi Meridah!
                            Babanız sizi çağırıyor.
                            Nişanlınız da yanında, sizi görmek istemişler.
      
      
(Meridah duymazlıktan gelir.)


Hizmetçi Kız: Duymuyorsunuz beni,
                            Babanız sizi çağırıyor diyorum efendim.

Meridah: Hiç kimse değilim ben.
             Kimsenin bir şeyi değilim.
             Yabancı sadece,
             Acziyetinin farkında olan
             Bir küçük insan.

Hizmetçi Kız: Leydim, gelmeyecek misiniz?
                            Babanız acil olduğunu söylediler.
                
Meridah:    Biliyor musun?
                Bu gece gittim ben.
                Bulutlara çıktım,
                Oraya taşınacaktım,
                Çocukluk rüyamdı,
                Gerçek oldu.
                Ayda yürüdüm uzunca.
                Sonra yıldızları topladım eteğime,
                Çocuklara dağıtmak ve
                Küçük yüreklere büyük sevgiler aşılamak için.
                Keşke benimle gelseydin,
                Gelseydin de görseydin gerçek güzellikleri.

Hizmetçi Kız:Nereye gelseydim, efendim?

Meridah:  Yıldızlara, büyük karanlığa meydan okuyan küçük ışıklara.

(Hizmetçi kız tuhafça Meridah'a bakıp kalır.)
 
Hizmetçi Kız: Küçük hanım,
                            Bugün pek iyi değiller sanırım.
                            Müsaadenizle...

(Hizmetçi kız sahneden çıkar.)

Meridah: Her şey değişiyor,
                Zaman durmak  bilmeden işlerken,
                Eski bir saatin tik taklarına takılıyorum
                Düşüverirken geçmişin boş ve manasız dünyasına
                Yine bana kalan hüzünler oluyor.
                Oysa seçim benim elimde değil miydi?

(Meridah sahneden çıkar.)

5
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 23 Eylül 2016, 18:55:23 »
Kaiser Chiefs - Ruby

6
Kurgu İskelesi / Peri ile Kızıl Kont
« : 23 Eylül 2016, 18:35:23 »
Peri ile Kızıl Kont



I.Bölüm
"Davetsiz Misafir"

  "Soğuk" hafif morarmış dudaklardan dökülebilen tek kelime oldu. Hissiz bakışların arasına bir damla gözyaşı karıştı, al yanaklı kızın çenesine doğru yavaşça süzüldü. Mirara bir anlık düşündü. Kısa bir zaman dilimiydi belki ama ona bir ömür gibi geldi. Ölümün onu alıp götürmesine direnmeyecek; aksine ölümü kucaklayacaktı.

  Hayatı film şeridi olup gözlerinin önünden geçmeye başlamışken, ince dudaklarında içten bir gülümseme belirdi. Sonunda sevdiklerine kavuşabilecekti, mutluydu. Ailesindeki herkes ölünce artık yaşamının  bir anlamı kalmamıştı. Ölüme direnmemesinin sebebi de zaten buydu. Kalan ömründe yaşayan bir ölüden farksız sayılmazdı. Her günü zehir gibi geçiyor, Mirara için sevdiklerinden ayrı nefes almak acıdan başka bir şey getirmiyordu.  Ailesini yıllar önce trajik bir şekilde yitirmişti, hala da olanları kabullenemiyor ya da kabullenmek istemiyordu. Her günü özlemle geçiyor, gelmeyeceklerini bilse de durmadan sevdiklerinin yolunu gözlüyordu. Ve şimdiyse onların sadece hayalleriyle yetinmek zorunda kalmayacaktı.

     İhtiyar güneş, kar bulutlarının arkasına saklanmış uyuyordu. Üzerlerini kar örten koca dağlar azametle geriniyor, henüz tomurcuk olan kar çiçekleri açmak için doğru zamanı kolluyordu. Tüm kainatın üstü beyazla boyanınca ortaya muhteşem bir görüntü çıkmıştı. İnsan elinde olmadan bu güzelliklere hayran olurdu.  Karla kaplı, geniş dağ yolunda ilerleyen genç adamsa son derece telaşlıydı. Kar dizlerine kadar geldiğinden yürümek artık onun için çile olmuştu. Eve donmadan varabilecek miydi bunu bilemiyordu.  Aklı bir karış havada olan efendisinin kafasından geçenleri de asla anlayamıyordu. Hangi aklı selim insan, bu kar kıyamette bir adamı etrafı kolaçan etmek için dışarıya gönderirdi ki? Efendi Lexus gerçekten de akıl almaz biriydi.

 Efendisinin tuhaflıklarını düşünen gencin gözleri- karların içinde kaybolmak üzere olan- mavi elbiseli kızı görünce irileşti. Şimdi ne üşüdüğünün, hem de ne kadar yorgun olduğunun farkındaydı.


***

  Kenarları siyah taşlarla bezeli koca tablo, Kızıl Kont olarak bilinen Lexus'un malikanesini süslüyordu. Her tarafından görkem fışkıran büyük salonda, düşünceli tavırla bu tabloyu inceleyen Raven'in bakışlarında bariz bir dehşet yatıyordu. Efendisi olan adamın yanında beş seneden beri çalışıyor ve onu beş seneye göre oldukça az tanıyordu. Belki de hiç tanımıyordu...

    Raven'i daldığı düşüncelerden uyandıran şey Lexus oldu. Büyük salonda tüm azametiyle yürüyordu, eskiden olsa gözlerine çarpan şahane güzellikteki tabloyla kolaylıkla yarışabilirdi. Ne var ki bir kaç sene evvel talihsiz bir kaza geçirmiş, yüzünün sağ kısmı nerdeyse tamamen yanmıştı. Kendi çirkin görüntüsüne dayanamadığından  uzun, koyu kızıl saçlarını hep salınık bırakırdı.

  Büyük salonda bir kaç adım ilerledikten sonra parlak olmayan yeşil gözlerini kıstı ve hizmetçisi olan çocuğa sakin sesiyle sual etti.  "Misafirimiz kendine geldi mi?"  

  Yanı başındaki Raven nazik sesiyle,"Misafirimiz henüz uyanmadılar, efendim." dedi. Buz mavisi gözlerini bir an olsun efendisinin üzerinden ayırmamıştı. Lexus ise oyalanmak adına parmaklarındaki büyük taşlı yüzüklerle uğraşıyordu. "Uyanınca beni haberdar edersin o halde."

   Kızıl Kont'un hırçın yeşil gözleri bir türlü genç uşağının yüzüne bakamıyordu. Konuşurken iki de bir boğazını temizliyor, bir şeylerle meşgul olmaya çalışıyordu. Son sözlerini söyler söylemez Raven'in cevabını bile beklemeden yürümeye devam etmişti. Malikanenin dışında bulunan, çok sevdiği yere gidiyordu. İlkbahar aylarında yemyeşil ağaçlar, şakıyan kuşlarla dolu  bahçesinde çayını yudumlamak Lexus'un en sevdiği şeylerdendi.  Kış mevsimiyse bahçeye ayrı bir güzellik katıyordu. Kar tanelerinin gökten dökülüşünü izlemek ve buz gibi havayı teninde hissedip ürpermek eşsiz bir duyguydu.

  Lexus karla kaplı ağaçların yanına doğru ilerlerken karşısında aniden biri belirdi; dal gibi uzun ince, sarışın bir gençti. Haki mavisi takım elbisesiyle tam bir beyefendiye benziyordu.  Genç adamın yüzündeki huzur dolu ifade bu sarışını görünce yok oldu. Şimdi düşmanına bakar gibi ona bakmaya başlamıştı. Asbel ise ona inat edercesine kibarca gülümseyip, "Ne harika bir gün, öyle değil mi? Güneş tepemizden eksik olmasın." demişti şiir gibi sesiyle. Simsiyah, sade bir takım giyen Lexus'un soluk yüzünün rengi bir ton daha attı. Konuşurken, sert hatlara sahip yüzünde hiç bir olumlu ifade yoktu. "Evime gizlice girmemeliydin."

 Asbel, alnının bir kısmını örten sarı saçlarına hafifçe dokundu. Soğuk hava yüzünden yeni yeni üşüdüğünün farkına varıyordu. Bu yüzden ısınmak için fazla hareket etmeye başlamış, sinsi gülümsemesini de yüzüne giymişti. Uzun süren sessizliğinin ardından sabırsızca konuşmaya başlamıştı.  "Davetsiz misafirlerden hoşlanıyorsun sanıyordum."

"Yine ne peşindesin, beni rahatsız etme sebebin nedir?"

 Genç adam gözlerini Lexus'a çevirip, "Bu kadar kaba olma, seni görmeye geldim sadece." dedi sırıtarak. Bu yanıt karşısındakine pek inandırıcı gelmemişti, aynı bıkkın tavırla konuşmasını sürdürüyordu. "Seni çok iyi tanıyorum, bir menfaatin olmasa kapımı bile çalmazsın."

  "Dostum! İşin ucunda illa bir bit yeniği araman yok mu? Beni güldürüyor." diye mırıldanmıştı yapmacık üzgün surat ifadesiyle. Ardından Lexus'un cevap vermesine fırsat vermeden konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Son günlerde bolca sıkılıyorum, beni eğlendirecek bir oyun arar oldum."

  Asbel'in yapmacık tavırlarından uzak olan genç adam, "Oysa oyun oynayacak yaşı çoktan geçmişsin." diye yanıt vermişti. Yanındaki adamı düpedüz yok sayarak, ellerini arkasında birleştirdikten sonra bahçesinde yürümeye başlamıştı. Tek arzusu rahat bir nefes almaktı, bu yüzden ne zaman yorgun hissetse kendisini huzur bulmak adına bahçeye atardı.

  Lexus'un peşinden gelen eski arkadaşıysa onu bu kadar çabuk bırakmaya kararlı değildi. Merakını kamçılamak için yeni sözcüklerini heyecanla sıralamıştı çoktan. "Büyükannem gibi konuştun, beni korkutuyorsun. Sadece bir şeyi merak ettim. Hem de çok..."

 Genç adam, "Neyi?" diyerek lafı kestirip attı.

  Öteki bir sır verir gibi genç adama yaklaşmış, "Eski günlerimize ne zaman döneceğimizi...Bu ara sence de fazla uzun sürmedi mi?" diye fısıldamıştı. Bir yandan da umarsızca iç çekmekle meşguldü. Yorgun olduğunu belli etmeyen kahverengi gözleri, kar bulutlarıyla kaplı semaya ilişmişti bir süre. Bedeni burada, aklıysa başka diyarlardaydı. Eski günlerine özlem duyuyordu, o zamanları bir türlü kafasından silip atamıyordu Asbel. O anları hatırlamak bile heyecanını doruklara ulaştırıyordu.

  Lexus ise öfkeden kulaklarına kadar kızarmıştı. İçini yiyip bitiren nefretle, peşi sıra gelen gence baktı." Geri dönmek mi? Ben o günleri arkamda bıraktım. Lanetli bir anı olarak geçmişe gömdüm."

 Sarışın genç adam bir süre duyduklarına inanamadı,"Eski günlerimizi hiç mi özlemiyorsun yani?" dedi. Şaşkın ifadesi gözlerine de yansımıştı.  

 Kızıl Kont, az önceki sert çıkışına karşın daha yumuşak bir dille konuşuyordu şimdi. Bunca zamandır ilk defa acıyan gözlerle eski arkadaşına bakmaktaydı. Merhameti yüzüne de yansımış gibiydi, dudaklarına işlenen küçük gülümsemeyle lafına devam ediyordu. "Değiştim Asbel, bunu sen de fark etmiş olmalısın. Hayatıma yeni, temiz bir sayfa açtım. Sana da şiddetle aynısını öneririm."

Genç adamın son laflarıyla kan Asbel'in beynine çoktan sıçramıştı. Lexus'un üzerine doğru yürürken bir yandan da konuşuyordu."Saçmalık! Biliyorsun ki bizim gibi adamlar asla değişmezler. Bizler bu dünya üzerinde silinmeyen kara lekeler gibiyiz. Varlığımızın yegane amacı saf kötülük. Biz kötülüğe açız, ne kadar istersek isteyelim doyamayız."

7
Televizyon / Ynt: Kore Dizileri Tanıtımı
« : 12 Temmuz 2016, 19:14:01 »
She Was Pretty


Romantik komedi türündeki 2015 yapımı, 16 bölümlü şeker tadında bir dizi.

Oyuncular: Hwang Jung Eum, Park Seo Joon

Konu: Ji Sung Joon küçükken, şişman ve insanlarla iletişimi zayıf olan bir çocuktur. Hiç bir arkadaşı yokken okulunun popüler, başarılı  ve güzel öğrencisi Kim Hye Jin onun arkadaşı olur.  Aralarında özel bir bağ gelişir, fakat bir zaman sonra  Sung Joon ve babası Amerika'ya taşınırlar. Aradan geçen 15 yıl sonra Sung Joon, Kore'ye döner ve akabinde çocukluk arkadaşıyla tekrar görüşmek ister.  Buluşmayı ayarlarlar lakin Sung Joon,  Hye Jin'in yanından geçip onu tanımaz. Böyle  olunca da Kim Hye Jin onun karşısına çıkmayı istemez. Üstelik ikisinin de görünümü tamamen değişmiştir. Hye Jin'in eski hoşluğu kalmamış, iş arayan bir kadın olmuş, Sung Joon ise iyi bir işi ve görünümü olan bir adama dönüşmüştür. Hye Jin, hoş bir kadın olan en yakın arkadaşı Ha Ri'yi kendi yerine yollar.  Sadece bir kez görüşeceklerinin planlarını yaparken beklenmedik olaylar meydana gelecektir.

Neden İzlenmeli:
 Dizi rengarenk karakterlerden oluşuyor. Hiç bir bölüm sıkmıyor, tabiri caizse şeker gibi geçip gidiyor zaman bu diziyi izlerken. Ana karakterlerden Hye Jin, ilk bölümden kendini sevdirse de bazı zamanlarda  bir nedenden dolayı gösterdiği davranışları fazlasıyla sinir bozucu olabiliyor.-İlerleyen bölümlerden bahsediyorum, spoiler vermemek adına istesem de bu sözü açmıyorum. :D- Dizinin  en eğlenceli karakteriyse Hye Jin'in çalıştığı dergideki editör Kim Shin Hyuk...Hye Jin'e yaptığı şakalar, hareketleri , konuşmaları her biri güldürüyor.  Ayrıca onun ileride ortaya çıkacak olan bir sırrı var...Sung Joon, en başta kendisinden nefret ettirse de dışının sert, içinin yumuşak  olduğunu zamanla gösteriyor.

  Seviyor Sevmiyor  dizisi de She Was Pretty'nin uyarlanmış hali...Dizi genel hatlarıyla şu an için aynı gitse de orijinali  elbette daha güzel.  Karakterler daha gerçekçi oynuyor, duyguları iyi hissettiriyor...







Tanıtım Videoları:

https://www.youtube.com/watch?v=_qiXslXy2sg

https://www.youtube.com/watch?v=Ejs2u5z-I5k



8
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 06 Temmuz 2016, 00:00:31 »
Tori Amos- Ophelia..

9
Düşler Limanı / Ynt: Son Akşam Yemeği
« : 04 Temmuz 2016, 12:16:57 »
Zaman ayırıp okuduğun ve yorumlarını belirttiğin için çok teşekkür ederim. Öyküde esas olarak yapmak istediğim şey karakterin iç dünyasındaki çatışmaları yansıtabilmekti, bunu da sadece ana karakterin aklından  geçen düşüncelerle göstermek istemedim. Karakterin farklı duygularının farklı düşüncelere yol açmasını, o duyguları ete kemiğe bürüyerek göstermeye çalıştım. Böyle yapınca da fark etmeden öykü gerçekliğini zedelemişim..

10
Düşler Limanı / Ynt: Son Akşam Yemeği
« : 03 Temmuz 2016, 14:13:33 »
Öncelikle öyküyü okuyup yorumladığın için çok teşekkür ederim. Psikolojik öyküleri, bilhassa çoklu kişilik bozuklarıyla ilgili öyküleri severim. Diğer karakterleri ana karakterin kişilikleri yapabilirdim ve sanırım biraz da kilişe olurdu. Daha evvel de belirttiğim gibi farklı şeyler yazmak istemiştim.

11
Düşler Limanı / Ynt: Son Akşam Yemeği
« : 01 Temmuz 2016, 20:17:51 »
Kıymetli yorumların için çok teşekkür ederim, Mavi.  Evet, öyküyü uzatabilirdim ancak içime sindiği gibi olmamasından ve öyküyü bozmaktan çekindim. :) :)

12
Düşler Limanı / Ynt: Son Akşam Yemeği
« : 30 Haziran 2016, 18:57:56 »
Değerli yorumların için çok teşekkür ederim, beğenmen beni çok mutlu etti. :) Duygulara değinmeyi severim bildiğin gibi, farklı şeyler yazmak istemiştim, aklıma bunu yazmak geldi ben de yazayım dedim. Tekrar teşekkür ederim.  :aww :aww

13
Düşler Limanı / Son Akşam Yemeği
« : 30 Haziran 2016, 18:32:19 »
                                         
Son Akşam Yemeği   
                                             



  Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım.  Gözlerime çarpan şey, beyaz komidindeki  eski resim olmuştu. O resim, beni uyurken daha mutlu olduğum gerçeğiyle yüzleşmek zorunda bırakıyordu. O resim; unutulmayan geçmişimdi, unutamadığımdı. Hatıralar yine gözlerimden akmak için çırpındı, bense buna hemen mani oldum. Ağlayamazdım asla ağlamamalıydım. Güçlü olmalı, bundan sonraki hayatımda güçlü olarak yaşamalıydım. Erkekler ağlamaz diye mırıldandım kendi kendime. Sonra bu sözün saçmalığını düşündüm. Kadınlardan bile daha çok ağladığıma emindim. Gizli gizli ağlardım ben çocukluğumdan beri.

  Kederle karışık bir nefes aldıktan sonra yatağımdan doğruldum. Konuşacak mecalim olmamasına rağmen işe gitmeliydim.  Bir devlet okulunda üç yıldan beri çalışıyordum. Gerçi artık ben, zar zor bulduğum işimi de sevmiyordum.  Doğrusu  bu düşünce sırıtmama neden oldu. Ben neyi seviyordum ki? Sevmeye çalışmak da nafileydi. Boşuna bir şeyler için çabaladığımı düşünerek günlerim geçiyordu sadece. Rüzgara kapılmış kuru bir yaprak gibiydim. Hayat nereye sürüklüyorsa oraya doğru gidiyordum, besbelli boğulmak üzereydim. Ancak yeni yeni fark etmiştim ki kurtulmak adına bir iş yapmadan boğuluyordum. 

  İşte, yine her zamanki gibi boş geçen çalışma hayatımın ardından,  kendimi bu kez otel odasında değil de; sahil kenarında buluvermiştim. Bu, yorgun bedenime az da olsa huzur verecek gibi geliyordu. Üstelik yorgun olan sadece bedenim  değildi, ruhum da yorgundu benim ve en sonunda ruhumun yıpranmışlığında ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim. Bir an karşımdaki masmavi denizin akıntısına kapılıp gitmek isteğiyle doldum. Kıyıya çarpan dalgaların çıkardığı ses ve denizin o mis kokusu beni benden alıp kendine çağırıyordu. Ancak çok geçmeden beni çeken bu istek hızlı bir şekilde öldü. Üşüdüğünü yeni anladığım ellerimi kahverengi paltomun cebine sokarak yürümeye başladım. Kol kola girmiş yaşlı bir çift, babasının elini tutup gülümseyen küçük çocuk... Gözlerime çarpan bu mutlu insanlara artık kızgınlıkla bakmıyordum. Hem kızmaya da hakkım yoktu, olamazdı. Bir şeyleri kaybetmem yüzünden tüm dünya benimle birlikte kan ağlayacak değildi.

   Hikayemin ironik yanı ben böyle bir akşamda kaybetmiştim her şeyimi. Gökyüzü daha yeni yeni kararıp paketimdeki tek sigarayı içerken, dünyam bir anda başıma yıkılmıştı. Önce çalıştığım özel  şirket iflas etmişti. Beş parasız, evsiz, yurtsuz ortada kaldığımda yüreğime inen asıl darbe bu değildi. Asıl darbeyi karım, kızımı da alıp beni terk ettiğinde yemiştim.

    Doğrusu ben en başından beri karımın beni sevdiğini de düşünmezdim. Ona dokunmama bile katlanamazdı, gözlerine ne zaman baksam sevgi değil aksine nefreti görürdüm. Bizimki yedi sene önce aileler aracılığıyla yapılmış görücü usulü bir evlilikti. Üstelik sonradan öğrendiğime göre, karımın önceden sevdiği biri vardı. Eşimin gözlerindeki nefretin nedenini şimdi anlayabiliyordum. Bana hiç bir zaman ona baktığı gibi bakamıyordu demek ki. Haklıydı, ben onun hayallerini yerle bir eden adamdım. Mutluluğunu çalmış, yüreğinde asla taşıyamayacağı bir adamla günlerini geçirmesine sebep olmuştum. Evliliğimizin temeli zaten sağlam olmadığı için rüzgarda yıkılması da kaçınılmaz olmuştu. Artık bu olanlara eskisi kadar üzülmüyor, karımı da pek özlemiyordum. Yüreğimi buz gibi bırakmış ve ardına bile bakmadan gitmişti.  Şu an tek özlediğim, yüzünü bile göremediğim biricik kızımdı. Ona bir kez daha sarılmak için neleri vermezdim...

   Damlalar birer birer yüzüme düşmeye başlayınca yağmuru fark ettim. Yağmuru severdim, ondan kaçmak için deli gibi uğraş verenlerden biri olmadım hiç bir zaman. Fakat bu defa hastalanmaktan korkup fazladan masraf çıkartmamak adına kaldığım yere doğru ilerliyordum. Ellerimle, ıslanmış saçlarımı geriye doğru attım. Üşüyor, iliklerime kadar üşüdüğümü hissediyordum. Yürümeye devam ettiğim sırada, yağmurun ortasında öylece dikilen yumurcak çocukluğumdaki bir olayı aklıma getirivermişti. Küçücükken yağmurla dans etmek için sokağa fırlayışım ve beraberinde annemin beni azarlayan sesi...Şimdi çocukluğuma baktığımda bunların hepsini deli gibi özlüyordum. 

   Otele vardığımda karanlık çökmüştü. Yağmur bulutları hala semayı işgal ediyordu. İçimde bir huzursuzluk,  kızım olmadan geçen üç yılımı düşünüyordum. Akşam yemeğinde tek başıma oturup aklım bin bir şeyle meşgulken, beklenmedik bir şey oldu. Masama  tanımadığım, daha önce yüzünü bile görmediğim bir adam oturup kendisine yemek söyleyiverdi. Dahası kırk yıllık ahbabıymışım gibi elini omzuma atıp benimle konuşmaya başlamıştı bile.

"Hayat sürprizlerle dolu tuhaf bir yer, öyle değil mi dostum? Anlam veremediğimiz nice olaylar var. Peki başımıza gelen iyilikleri çabuk unuturken, kötülükleri niye kolayca unutmayız? Bu zihnimizin bize bir oyunu olmalı."   

   Yabancıya gözlerimi kısarak bakmakla yetindim. Başımda yeterince dert varken, besbelli sarhoş olan bu adamı çekmek niyetinde değildim. Masadan fırlamak için hamle yaptığımda kolumu sıkıca tuttu. O esnada neye uğradığımı şaşırmıştım ve öfkeden gözlerimin parladığına emindim.

"İnsanoğlu pek sabırsız yapıda. İki cümlenin sonunu bile duymaya vakti yok. Her şeyden kaçarak kurtulacağını sanıyor. Besbelli yanılıyor, ama ne korkunçtur ki farkında değil."

  Yeşil kravatlı, siyah takım giymiş adama dik dik baktım ve konuşmaya başladım. Zehrimi ona akıtacak, laflarının havada asılı kaldığını söyleyecektim.  Böyle insanlardan oldum olası nefret etmiştim. Karşıdakinin neler yaşadığını bilmeyen ama buna rağmen atıp tutanlar sadece tiksinmeme sebep olurlardı. Bu adam da onların bariz örneğiydi. 

"Dinleyecek kimsesi olmayınca susar insan ya da anlayacak kimsesi olmayınca. Ben de bir dünya dolusu sustum. Susmak bir kaçış değil, nefes alma aracım oldu ve yaralarım var benim. Sizi bilmem, ama bana göre bazı yaralar hep saklı kalır yürekte. Anlatılsa yara deşilir,  kanamaya başlar, taze kalır hep. Anlatılmayınca da hissedilir, acıtır. Yaranın kapanması imkansızdır. İnsan mecburdur  yaralarıyla yaşamaya. Ben de buna mecburum, yaramla yaşamalıyım." 

 Yeşil kravatlı adam sözlerime gülümsemişti. Masama yaklaşan insanları işaret etti, neler olduğunu idrak etmeye çalışıyordum. Masaya ilk, durmadan gülen kırmızı elbiseli bir kadın  oturmuştu. Kıvırcık ve siyah saçlarıyla oynayıp duruyor, etrafa kocaman gülücükler dağıtıyordu. Mutlu  olan insanları görmek bana tuhaf hissettiriyordu. Uzun zamandır tatmadığım bir duyguyu tadıyorlardı. Kıskanıyordum, evet evet bu yüzden onları kıskanıyordum ben. Yine haksızlığa uğradığımı düşünmeye başlamıştım. Ben gülemezken başkalarının kahkahalarını görmek de istemiyordum. 

  Kırmızı elbiseli kadının ardından somurtkan, en ufak şeye bağıracakmış gibi duran bir adam  ve beraberinde de bir kaç kişi masaya geldi...Gözlerim suratı sirke satan adamla karşılaştığında, karımın bana nefret dolu gözlerini tekrar üzerimde hissediyormuş gibi ürperdim. Gözlerimi çektiğimde, "Hayat güzel şey, nefes almak eşsiz...Dünya bakmasını bilirsen cennettir." dedi kırmızı elbiseli kadın. Dudaklarımı kemirerek lafa atlayacakken masanın bir kenarından ses geldi. "Ben hep cehennemi gördüm." 

  Konuşan adamın tamamen siyahlar içinde olması dikkatimi çekmişti.  Sanki içinde bir matemi taşıyordu. Beni şaşırtmaya neden olansa düşüncelerimi dile getirmesiydi.

 "Kara," dedi oldukça somurtkan adam. "Cehennem kendi içimizde. Kendi ellerimizle var ettik biz onu."
 
   Elimde olmadan hak verdim, kendi cehennemimi inşa etmiştim. Çevrem de yüreğimde iyi şeyler barınmasına engeldi. Küçüklüğümden beri bu böyleydi. Ne zaman gökyüzüne sevgiyle baksam kara bulutları görürdüm. Yağmura koşsam bu kez de güneş parıldardı. Dünya benimle dalga geçiyor olmalıydı.
 
"Saçmalık," diye lafa atıldı adının Umut olduğunu söyleyen kadın. Bu kez herkesin dikkati ona kaymıştı. "Yağmur yağsa da ardından muhakkak gökkuşağı çıkar. Gece olsa da ardından gündüz olmaz mı, peki ama karalara bağlanmak neden?"   

 İşittiklerim üzerine küçük bir şaşkınlık yaşadım. Dile getirmediğim düşüncelerime sanki duymuşçasına cevap vermişti.

"Boş laflar, yersiz umutlar. Sen umut etmeye devam edersin de dünya sana adil davranmaz. İşte bu yüzden de nefret etmeyi seçtim. Çünkü nefretten başka hiç bir şey işe yaramıyor. Dünya lanet olası bir yer. Umut edilecek güzel şeyler eskimiş, ölmüş artık." dedi  uzun süredir konuşmayan adam. Üzerinde rengi atmış basit, siyah bir ceket vardı. Suratının rengi hayalet görmüşçesine beyazdı. Bir an durup açık kahverengi gözlerine baktım, her şeyden bıkmış gibi bir hali vardı. Kendimi ona benzetmiştim elimde olmadan. Şu an iliklerime dek işleyen duygunun adı nefretti. Daha önce hiç hissetmediğim kadar iyi hissediyordum onu. Her şeyden, herkesten kaçıp kurtulmak istiyordum. Bir çift söz, iki insan görecek halim kalmamıştı.
 
 Umut, dudak bükerek az evvelki adama baktı. Düşünceli bir hali vardı, belki de bir şeyler söyleyecekti. Nitekim tahminim doğru çıkmış, kısa süreli sessizliğin ardından konuşmaya başlamıştı. Bakışlarındaki ateş içimi eritiyordu sanki, ürpermiştim. 

 "Gözlerini kapatıyorsun ve güneşi göremiyorum diye gökyüzüne lanet ediyorsun. Oysa gözlerini açsan güneşi göreceksin. Belki de sadece şikayet etmeyi seviyorsun. Nefret etmek  kolayına geliyordur. Bir şeye, bir kimseye sevgiyle bakmak yerine hemen karanlık taraflarını görmeye çalışıyorsun. Sen sevmeyi biliyor musun ki? Dünya üzerinde sadece senin mi yaraların var? Acılarına sarılıp onları yüceltmeye mi çalışıyorsun ya da?"

 Umut bu sözleriyle zihnimi adeta delip geçmişti. Düşünmeye başladım birden. Neden nefret edecektim, gerekli bir şey miydi bu, bana ne faydası vardı? Cevap sırıtmaktaydı, biliyordum. Hiç bir faydası yoktu nefret etmenin. Duygularımın, zihnimin yıkımına neden oluyordu. Kararımı ansızın verdim; bundan sonra sadece kızımı, sevgiyle anabildiğim tek varlığı, düşünecektim.

 Masama ilk gelen adam konuştu bu defa. Adı Erdemdi, herkesi sabırla dinledikten sonra dudaklarını araladı. Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadan konuşuyordu. "Nefret, öfke, umut, sevinç ve keder; hepsi insani duyguların, insan olmanın  gereği. Ancak nefret ve öfke en sonunda yer bitirir insanı. Tıpkı bir hastalık gibi yavaş yavaş ilerler, gizlenir ve uçurumdan düşürmeden belli etmez kendini. Hem nefret etmek niçin, zehirlenmeye olan bu arzu neden? Nefret yok edilmeli, yok edilmeli ki insan ruhu bu nefret hastalığından çürümeden kurtarılabilmeli. " 
   

                                       
-son-

14
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 28 Haziran 2016, 19:18:47 »
Işığın Yansıması - Pembe Karanfilli Kız

15
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 16 Haziran 2016, 16:11:40 »
Gözleriniz  bayım, gökyüzündeki en güzel renkleri işlemiş içine. Baktıkça tatlı yağmurlarınızda ıslanıyorum. Sonra güneşiniz çıkıyor, iliklerime dek ısınıyorum.

Sayfa: [1] 2