Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - t.tevfik

Sayfa: [1]
1
Sinema / Ynt: Ay - Moon (2009)
« : 24 Aralık 2016, 14:21:04 »
Çoğu kaliteli BK filmi gibi, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra tekrar izlediğim filmlerden biri. Zaten filmi hiç izlememiş kimse de pek yoktur buralarda zannederim.

Uzayda madencilik gibi gayet gerçekçi bir zemin üzerinde kurgulanan film içerisinde derin uzay, bolca yalnızlık ve bir miktar da dram barındırıyor.

Düşük tempoda başlayan ama devamında sürekli bir gerilim hissi oluşturan, bu sayede insanı zinde tutan, sürükleyici ve aynı zamanda rahatsız edici bir film. Büyük ölçüde gerçekçilik sınırları içinde kalmaya özen gösteren, atmosfer oluşturmada başarılı, yalın.

Yakın gelecekte gerçekten gündemimize gireceğini düşündüğüm bir konuyu, benzerlerinden farklı bir bakış açısıyla ele almış film. Biraz distopik bir dünya öngörülmüş. Başımıza gelecek bazı sorunlara karşı şimdiden uyarıda bulunulmuş gibi.

Belki de BK’nın önemli işlevlerinden birisi de budur. Yani geleceğe hazırlık yapmak: “Aman ha bak şu da olabilir bu da olabilir” “Sakın şöyle yapmayalım neler olur sonra” “Efendim şu başımıza gelirse ne yaparız acep?..” Bu bana çok orijinal geldi. Zira bildiğimiz tarihin hiçbir döneminde bilim bu kadar gelişmemiş ve bu kadar öngörüde bulunamamıştı. Üstelik hiçbir zaman bilgi bu kadar kolay yayılamamış, iletişim bu denli gelişmemiş ve diğer yandan edebiyat da bu kadar evrensel olamamıştı.

Demek istediğim bu insanlığın ömründe ilk kez yaptığı bir şey. Neredeyse her konuda projeksiyonlar yapmak. Birşeyleri hayata geçirmeden önce, sanki varlarmış gibi üzerinde oyunlar oynamak. Üstelik bunu yapmak için bilim adamı olmanız da gerekmiyor ve yapmak çok zevkli. Film hakkında yazayım derken BK üzerine yazmaya başladım  :D (Sanırım buna ilham deniyor) Neyse efendim, sizi de bu konu hakkında düşünmeye davet etmiş olayım. Belki bir ara bu konuyu tartışırız birlikte.
     

Kısaca iyi bir film Moon. Tekrar izlemeye, üzerine düşünmeye değer bir film.

Sonsöz; filmi izlerken sahip olduğunuz ruh hali, üzerinizde bırakacağı etki bakımından önemli. Zira film “ışın kılıcı bilim kurgusu” değil. Yani pek aksiyon yok. Biraz böyle sakin kafayla, geniş bir zamanda (kimileri de yalnız başına demiş. olabilir) izlenirse daha bir keyif verir gibi. Filmin müzikleri de pek hoştu bu arada. İzlemek isteyenlere iyi seyirler..

2
Sinema / Ynt: The Man from Earth - (Dünyalı Adam)
« : 24 Aralık 2016, 13:10:45 »
Başlığı bir kez de ben hortlatmış olayım  8) Bence bu güzel filmi yeniden hatırlamak için forumda üzerinden yeterince süre geçmiş gibi.

Evet dün gece, uzun bir süreden sonra, filmi tekrar izledim. Tek mekan filmlerine bir kez daha saygı duruşunda bulundum.

Dinler tarihi ve felsefesi üzerine, bilimi şahit tutarak ciddi eleştiriler getirilen, en mahrem inançları irdeleyen ve izleyenleri bu konularda düşünmeye sevk eden özgün bir yapım.

Bir yandan bazı inançları eleştirirken, diğer yandan kimi inançlar karşısında da bilimin ne kadar aciz ve çaresiz kaldığını bizlere gösteriyor. O kadar bilim adamı bir şeyin aksini iddia ediyor ama bu iddialarını ispatlamaya güç yetiremiyorlar. Oysa inançlar da çoğu zaman kaynak aldıkları düşünceleri delillendiremedikleri için eleştirilmiştir.  İlginçtir, filmde bilimi temsil eden insanlar nezdinde bilim de aynı duruma düşmekten kurtulamıyor.

Hayatta insan bazen, "hiçbir şey gerçek değil" ile filmin içinde bir yerde dediği gibi "her şey gerçek olabilir" düşüncesi arasında gidip geliyor. Büyük bir çelişki. Aradaki mesafeye bakar mısınız.

Varlığın gizemi!.. :ne Daha uzun bir süre insanı ve tabii ki bilim kurguyu meşgul edecek ve belki etmesi de gereken bir mesele...

Yeniden izlemek isteyenlere iyi seyirler..  

 

3
Sinema / Spectral
« : 22 Aralık 2016, 12:41:23 »
Spectral

Piyasada yeni BK filmi var mı acaba diye dolaşıp duran bendenize ilaç gibi gelen film olmuştur. Sinemalarda gösterime girmesi planlanan ancak Universal’ın beğenmemesi üzerine Legendary tarafından Netflix’e satılmış bir film Spectral. Kısaca gişe filmi değil, ama kesinlikle kalitesi düşük de denemez. Film hakkındaki yorumlarımı yine maddeleyeyim:

1. Filmin konusu, doğu Avrupa’da terörle mücadele eden ABD ordusunun bir anomali sonucu askerlerinin ölmeye başlaması üzerine, bu konuyu araştırmak için bir bilim adamının görevlendirilmesi ve bi manga askerle birlikte söz konusu fenomenle aksiyon dolu bir mücadeleye girişilmesi. Filmi izlemeden önce konu pek ilgimi çekmese de BK filmi diyerek izledim; sonuçta beklentilerimi fazlasıyla karşıladı açıkçası.

2. Filmin kadrosu noname oyunculardan kurulu.(ya da ben tanımıyor olabilirim) Ama oyunculuklar gayet iyi. Gerek bilim adamımız, gerek komutanlar, ajanlar, askerler sırıtan pek yok. Oyunculuklar gözünüze batmadan, rahatça izliyorsunuz.

3. Filmin gerçekçilik düzeyi de hoşuma gitti açıkçası. Bir kere daha baştan biz olaylara bilimsel yaklaşacağız mesajı verildi; güncel teknolojilerden bahsedildi; devamında da birkaç kısım hariç film kendi içinde tutarlı ilerledi. ( Derme çatma imkanlarla plazma silahı üretilen kısımda biraz aşırıya kaçılmış yalnız :) )

4. Film’de kurgu, merak unsurunu sürekli canlı tutacak şekilde oluşturulmuş. Böylece sürükleyicilik de sağlanmış. Düğümlerde finalde çözümlenmiş. Aman aman bir finali olmasa da filmin sonunda koltuğunuzdan tatmin olmuş şekilde kalkıyorsunuz.   

Sonsöz; çok orijinal bir film mi Spectral? Hayır. Bazı klişelerden kaçamamış. Ama sonuçta size "değişik bir bilim kurgu film" dedirtmeyi başarıyor. Bunu yaparken de kalitesi vasatın altına düşmüyor. Ben başarılı buldum. İlerde bu tarz filmlerin sayısı artabilir diye düşünüyorum.

4
Sinema / Ynt: İzleyip de Anlamadığınız Filmler
« : 21 Aralık 2016, 13:07:14 »
Bazılarını hiç, bazılarını tam olarak anlamadığım filmler. Ama hepsinin diğer bir ortak özelliği de üzerimde yoğun etki bırakmaları oldu. Yani aynı zamanda çok beğendiğim filmler listesine de yazabilirim bunları;

Donnie Darko (atmosferi, müzikleri, oyunculuklarıyla bence başyapıt. Ama beni yordu :) üzerine bayağı bir şey okudum ama yaşananları tam olarak anlayamadım yine. Film gibi film.)

The Prestige (Tek kelimeyle muhteşem. Oyunculuk, dönem atmosferi on numara. İlginç konusunu nispetten anladım gibi ama yine birkaç kez izledikten sonra tabii. Adamlar yapmış. İlk izlediğimde uzun süre etkisinde kaldığımı hatırlıyorum)

Pi (Rakamlarla kafayı bozduran...izleyeli çok oldu, hatta unuttum yeniden izlemeyi düşünüyorum. Karanlık atmosferi aklımda kalmış, bir de Maximillian Cohen :) )

Primer (işte en çok anlamadığım film:) Bir dalavere çevirdi biri onu anladım da nasıl becerdi o yok bende. Bunun üzerine de çok okumuştum. Ama mesafe kat etsem de tam tatmin olamadığımı hatırlıyorum. Bilimsel meseleler... Anlatıcı konunun anlaşılması kaygısının yanından bile geçmemiş ama gizemiyle çok çekici bir şey ortaya çıkarmış. Ben yine izlerim bunu :) )

Sonsöz; bk, gizem, korku, bilime meraklılara hepsini tavsiye ederim. Üzerine düşünmenin dahi keyif verdiği yapıtlar.


5
Yazarlar / Ynt: Yaşar Kemal
« : 21 Aralık 2016, 12:10:54 »
Birkaç ay önce kendisi hakkında daha önce TRT'de çekilmiş bir belgeselini izleme şansım oldu. Açık söylemek gerekirse edebiyatımızın bu önemli köşe taşını pek tanımıyordum. Meşhur eserlerini kulaktan dolma bilsem de okumuşluğum yoktu. Ama hayat hikayesini izleyince o kadar çok etkilendim ki...

Gerçekten memleketin sahip olduğu az sayıdaki cins kafalardan biriymiş. Ölümünün yıl dönümüne yaklaştığımız şu günlerde ismini görünce kendisini selamlamak istedim.   

6
Yazarlar / Ynt: Jules Verne
« : 21 Aralık 2016, 11:56:05 »
Jules Verne deyince benim aklıma kendi küçük halimin, keyifle yad ettiğim devreleri geliyor. İlkokul yıllarında, soğuk bir kış öğleden sonrasında en iyi arkadaşımla Orman Bölge Müdürlüğünün küçücük kütüphanesine üye olduğumuz zamanlar. Sonra ortaokulda derslerin ağırlığından, hayatın gerçekliğinden kaçış anlarım gelir aklıma. Okumak ne güzel şey dediğim gelir... Önemli birisidir yani :)

Ama ben de listeye şöyle bir bakınca okumadığım bayağı eseri olduğunu fark ettim. Umarım bunları okumaya da fırsat bulurum. Gelelim benim favorime. Valla benim aklımda en çok "Dünyanın Merkezine Yolculuk" kalmış. Okurken çok keyif almıştım.

İyi ki de Jules Verne varmış ve zihnimde bu hatıraları bırakmış. İlham verici bir şahsiyet daha!

7
Korku & Gerilim Eserleri / Ynt: Edgar Allan Poe Öyküleri
« : 21 Aralık 2016, 11:39:04 »
Ben başlangıç olsun diye (sanırım İthaki yayını idi) kırmızı da bir kapağı olan "Kızıl Ölümün Maskesi" öykü derlemesini (100 sayfa civarı, içinde 10-15 öykü var) okumuştum.

Hakikaten Poe hayranı olarak kitabı bıraktığımı hatırlıyorum. İlk dikkatimi çeken öykülerde oluşturduğu kasvet ortamı oldu. Basit ama ilginç bir şekilde etkili bir anlatım tarzı varmış gibi hissettim. Sanırım bunu yetenek olarak da tanımlayabiliriz. Kısaca üslubu çok hoşuma gitti. Benim için ilham kaynağı yazarlardan biri oldu.

Öykülerin çoğunu herkes gibi ben de beğendim. Ama aklımda en çok kuyu ve sarkaç yer etmiş. Çoğu öyküsünde olduğu gibi kahramanla birlikte siz de sıkılıyor, sıkışıyor, nefes alamaz hale geliyor, sararıp bozarıyorsunuz. Çok zevkli :)   

8
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 15 Aralık 2016, 11:32:20 »
Öykü adı: mürüvvetsiz

Sıkıntıyla oflayarak gözünü saatinden alıp, askıcının getirdiği çaya iki şeker yuvarlarken “zaten bi şeye benzemiyordu” diye düşündü ve kendine bir de tost ısmarlamaya karar verdi.

-son-

 :)

Not: "Kızla kahvehanede mi buluşuyorlarmış yani" eleştirisi gelebilir. O noktayı, aşırı drama boğulmasın diye öyküye mizah unsuru katılmış şeklinde değerlendirebilirsiniz :)

9
Kurgu İskelesi / Ynt: Kabak Çekirdeği
« : 15 Aralık 2016, 10:38:44 »
Okurken keyif aldım açıkçası. Değişik bir üslup. Hayattan sıcak, samimi bir kesit sunmuşsunuz. Eleştiri olarak, birkaç yazım hatası var belki o söylenebilir ama güzel bir durum öyküsü yazmışsınız. Öyküyü yüzümde devamlı bir gülümsemeyle okudum. Tebrikler. 

10
Kurgu İskelesi / O An
« : 14 Aralık 2016, 14:16:27 »
(Yazarın Notu: Olay 31 Ekim Cumartesi 19XX’de Glover Sokağında yaşanmıştır.)

“Keşke o tokadı atmasaydı. Biliyorum içkiliydi. Her zaman ki hali… Yürüyen bir ölü işte. Ama böyle bir şeyi yapmazdı. Yapmamalıydı. Hem neydi suçum?.. Annemin katili ben miydim?.. Tabii bir de şu trafik kazası var. Hani şu ablamı birkaç parçaya bölen… O kazayı da ustalıkla ben planlamıştım sanki? Ne kötü bir kızım ben böyle!..”

Çalılık ve ağaçlarla çevrelenmiş arka bahçede dolaşırken bulmuştu kendini. Bahçeyi bakımsızlıktan yabani otlar sarmış, gündüzleri yeşilin tonlarına bürünen ağaçlar yavaş yavaş siyaha boyanmıştı. Yağmur hızını azaltmış ince ince yağmaya devam ediyordu. Epeydir bahçeyi arşınlamaktaydı. Ne var ki kasabaya erkenden çöken bulutlar gibi içindeki karanlık da bir türlü dağılmamıştı.

“İşte yine o hal… Ne demiştim ben? İnsan için en aşağı seviyedir bu! Acınmak... Var mı bu işin çaresi?.. Hem güçlüyüm ben. Kendi ayaklarım üstünde durabilirim. Kanıtlamama gerek yok! Ne babama ne başkasına… Halam bırakıp gittiğinden beri kim bakıyor bana, bilirler mi bunu?”

Yorgun düşmüş narin vücudu titremeye başlamış, esen rüzgârla giysilerinin sırılsıklam olduğunun yeni farkına varabilmişti. İki yana sarkıttığı cansız perçemleri yüzüne yapışmış, pek dikkat çekmeyen solgun yüzünü gölgelemişlerdi. Etrafına şöyle bir bakındı. Zifir rengi bulutlar yüzünden erkenden karanlığa bürünen bahçe gözüne iyice tekinsiz görünmeye başlamıştı.

 “Zatürre olmadan eve dönmeli.”

Gözleri kedisini aradı. Paddy, ıslak çimenlerin arasında, ne yağmur damlalarına ne de etrafı saran kasvete aldırmadan keyifle oynuyordu. Bir an kediyi neyin bu kadar neşelendirdiğine takıldı aklı. Sarı bir yün yumağı gibi oradan oraya yuvarlanan hayvan, bir avın peşine düşmüş de onu mu kovalamaktaydı? Tam “yakalasa şu böceği de eve dönsek” diye düşünüyordu ki kedi izlendiğini fark etmiş gibi bir anda ortadan kayboldu. Hayvanı bahçe sınırındaki çalılıklara kadar gözleriyle takip etmişti. Ama aksi komşuları Bay Pumpkin’in bahçesiyle kendi bahçelerini ayıran çalılığın dibinde, kedi sanki bir varlık tarafından yutulmuş gibi yok olmuştu.

Sundurmanın direğine asılı küçük feneri kaptığı gibi otların arasına daldı. Islak ve çamurlu zeminde zorlukla ilerleyebiliyordu. Sabahtan bu yana yağan yağmur her yanda küçük gölcükler oluşturmuştu. Ayaklarında bir batman çamurla nihayet bahçe sınırına ulaştı. Çakan bir şimşekle karşısındaki meşe ağacının heybeti ortaya çıkmıştı. Ardından da bir gümbürtü kopuverdi. Gürültünün şiddetinden dengesini kaybedip aniden yere yığıldı. Kovalanıyormuş da yakalanmış gibi bir telaş sardı her yanını. Yeniden ayağa kalkmaya uğraştı, becerdi. Ama sudan çıkmış balığa dönmüştü. Kediyi görebilmek umuduyla fenerini karanlığa doğrulttu, çevreyi dikkatle taradı. Ama dev meşe ağacının koyu karanlığında görebildiği tek şey önünde dikilen çalı yumağıydı.  

Atmıştı kendini bahçeye atmasına ama herkes gibi o da karanlıktan ürküyordu. Doğruya doğru, tekinsizdi kasaba. Kendi yaşıtı kız çocukları kayboluyordu. Üstelik hiçbirinden hala haber yoktu. Geceleri sokaklar korkuya terk edilmişti. Kaygı dalga dalga her eve yayılmış, Haddonfield uğursuz diye anılır olmuştu… Bir karganın çığlığıyla düşüncelerinden sıyrıldı. “Gaaak!”

“Üstüme kuru bir şeyler geçirip çoktan soluğu battaniyemin altında almış olmam gerekirken ne yapıyorum ben? Kasabanın en lanet adamının evinin kıyısında aptal kedimi arıyorum. Yaşlı bunak beni bu halde yakalasa herhalde evindeki meşhur çengellerinden birine asardı. Avcılığa meraklıymış. Hadi oradan!.. Adam bildiğin karısıyla kızını kaybedince kafayı sıyırmış bir asker eskisi. Deli. Babam gibi. ”

Yağmur hala devam ediyordu. Tam evin yolunu tutmayı düşünüyordu ki son bir kez daha şansını denemeye karar verdi. “Başka çare yok.” diyerek elini önündeki sık çalılığa daldırdı ve daldırmasıyla birlikte inleyerek geri çekmesi bir oldu. “Ahh!.. Lanet herif evinin bahçesini bir de çitlerle mi kuşatmış?”  Gerçi canını yakan şey çit ya da duvara pek benzemiyordu. Daha çok genişçe, sert düz bir levha gibiydi. Eline neyin çarptığını anlamak için tekrar çalılığı şöyle bir yokladı; aniden parmakları bir şeyi kavrayıverdi. “Bir kulp!” Henüz şaşkınlığını atamadan -hangi cesaretle bilinmez- kulpu hızla kendine doğru çekti. Çalılık bir anda aralandı; kapak zorlanmadan açılmıştı. Şimdi önünde karanlık bir oyuk uzanmaktaydı.

Şaşkındı. Daha önce bahçelerinde böyle bir kapağın varlığını hiç fark etmemişti. Masallarda farklı dünyalara açılan büyülü kapılar misali bir anda karşısına çıkıvermişti bu şey. Cadılar Bayramında eğlenceye davet ediliyor gibiydi. Karanlık iyiden iyiye bastırmıştı. Kararsızdı. İçinden bir ses “Durma, içeri gir!” diyordu. Diğer yanda korku başucuna dikilivermişti. Yağmurun altında bir süre kendini ikna etmeye uğraştı.
 
“Neden hep dışarıda kalan ben oluyorum?.. Bayan Wolf’un güzel konuşma dersinde, Esther’in yıldız olduğu tüm oyunlarda, herhangi bir tartışmada, hatta yüzme havuzunda… Oysa insan kendi şansını kendi yaratmalı değil mi? Korkulanın üzerine gitmeli… Ele geçen fırsatlar ancak böyle değerlendirilmez mi?.. Biraz cesaret her şeyi yoluna koyar.”

Kararını vermişti. Oyuğun içine daldı. Ortalık zifiri karanlıktı; fenerini yaktı, birkaç adım daha attı. Sonra duvara yerleştirilmiş kılavuz ışıklarının farkına vardı. Bu zayıf ışık seli, eğreti bir şekilde sağlı sollu dizilmiş küçük mumlardan ibaretti. Artık önündeki yolu görebiliyordu. Yerler alabildiğine çamurdu. Etrafı da kötü bir koku sarmıştı. Dışarıda yağan yağmurun şırıltısına, alçak tavandan süzülen damlaların sesleri ekleniyor, arada bir patlayan gök gürültüsü bu manzarayı tamamlıyordu. Hafif bir meyli inmekteyken, tekrar içinde bulunduğu durumu düşünmeye koyuldu.

“Her seferinde parmaklarımın arasından süzülerek uzaklaşan, yitirdiğim o fırsatlar bu mezbelelikte karşıma çıkarlar mı acaba?.. Tüm pişmanlıklarımın telafisi bu çukura inmekte mi gizli yani?..”

Birden anlayıverdi. Sağduyusu devreye girmeye çalışıyor, kendisine oyun oynuyordu. Ama bu kez ona fırsat vermeye niyeti yoktu. Kafasından bu düşünceleri kovmaya çalışır gibi ellini boşlukta sallayarak “vazgeçmek yok” dedi. Vahşi bir hayvan inini andıran çukurun içine doğru birkaç adım daha attı. Yalnızca hissedebildiği ama duyamadığı sırlı bir melodinin tesirindeymiş gibi derine daha derinlere inmeye zorlanıyordu.

Islanmış toprak zeminde bata çıka güçlükle ilerlerken loş ışıkta yürüdüğü dehlizi incelemeye koyuldu. Tünel yaklaşık bir metre eninde, hemen hemen kendi boylarında ve eğimli bir şekilde açılmıştı. Çökmesin diye taş ve odun parçalarıyla sağlamlaştırılmış, uzun uğraşlar sonucu açılan eski bir yapı olduğu belliydi. O an aklına bu kadar zahmete kim neden girsin sorusu düştü. Bir yandan da yürüdüğü yönü tayin etmeye çabalıyordu. Aslında tünelin Bay Pumpkin’in malikânesine doğru ilerlediğinden neredeyse emindi.
“İhtiyar Pumpkin epeydir ortalarda görünmüyordu. Yoksa evinin altından bizim bahçeye bir geçit mi açmıştı? Ama neden yapsın ki böyle bir şeyi?..”

Tepesinden sızan su damlaları azalmaya başlamış ve zemin daha kuru bir hal almıştı. Yine de balçığa bulanmış ayaklarıyla ilerlemekte zorlanıyordu. Artık gözleri karanlığa iyice alışmış, etrafı daha iyi seçer olmuştu. Zeminde bir belirtiye rastlamak imkânsızdı. Her yanı çamur kaplamıştı. Ama ayak bastığı yerler hariç her yanda pek çok ize rastlamak mümkündü. Başka insanlarda bu duvarlara tutunmuş, belli ki başkalarının da yolu buralardan geçmişti. Kendini buraya ait hissetti nedense. Alışmıştı zayıf mum ışıklarına, toprağın sıcaklığına, insan izlerine, bu dinginliğe… Karanlığın kalbinde tutuşturulmuş alev denizinde, kendini oyuğun güvenli eğimine bırakmış adeta sürükleniyordu menziline.

Nihayet tünelin ucunda belirsiz bir parıltı görünüyordu şimdi. Derin bir nefes aldı. İşte vakit gelmişti. Işığın kaynağına doğru adımlarını hızlandırdı. Bir telaş sarmaya başladı bedenini yeniden. İçindeki rahatlık duygusu yerini korku ve heyecana bıraktı. Yaklaştıkça adımlarını küçülttü, daha da küçülttü. Ama aldığı nefesler tersine hızlanmaya başlamıştı. Kalbi de bu ritme uyum sağladı. Ağzının kuruduğunu, elinden ayağından çekilen kanı ve uyuşukluğu hissedebiliyordu. Sanki etraf bir anda buz tutmuştu.

Birkaç adım sonra kendini kapısız bir girişin eşiğinde buldu. Şimdi koku daha da ağırlaşmıştı. Burası özensizce kazılmış ve içine eşya yığılmış bir şarap mahzenini andırıyordu. Bulunduğu köşeden odacığa şöyle bir göz gezdirdi. Düzgün bir şekli yoktu mahzenin. Sağa sola keyfe keder girintiler çıkıntılar konmuştu. Köşelere kandiller yerleştirilmiş, havalandırma için duvara birkaç menfez açılmıştı. Yine de içerde rutubet baskındı. İlk göze çarpanlar ortada eğreti duran masa ve sandalye, hemen arkalarında küçük bir kitaplık, içinde birkaç kitap, diğer duvara dayanmış süslü bir yatak, sağa sola dağılmış tamir eşyaları, kazma, kürekti. Genişçe bir girintiye üç beş şarap fıçısı dizilmiş, gelişigüzel her yana yarı dolu yarı boş şişeler, çuvallar bırakılmıştı. Ama bu karmaşanın içinde asıl ilginç olanı, tüm duvarlara özenle iliştirilmiş eşyalardı. Tamamı bir genç kıza ait olduğu anlaşılan eşyalar, üstelik hiç yıpranmamıştı. Çeşit çeşit elbiseler, gömlekler, etekler, pantolonlar, rengârenk çoraplar, fiyonklar, kurdeleler, mendiller, çift çift ayakkabılar birer süs eşyasıymış gibi duvarlara asılmıştı.

Karanlığın içinden bir harikalar diyarı çıkmış, içindeki sesi dinlemekle doğru yaptığını düşünmeye başlamıştı. Bir masal kahramanı gibi neşeyle kendi etrafında dönerek, tüm eşyalara hayranlıkla bakınıyor, asılı her bir eşyayı uzun uzun incelemeyi, onlara dokunmayı ne kadar da çok istiyordu. Hele şu içeri girdiğinden beri gözüne takılan açık mavi elbise… “Ne kadar da güzel!” Yakası beyaz işlemeli, kısa kolları kabarık, etekliğinin ucu dantellerle süslenmiş ve üstü sayısız küçük taşla bezenmiş gösterişli elbise kitaplığın hemen yanında duvarda asılıydı. Elbiseye daha yakından bakabilmek için adımlarını dikkatle atarak, masanın yanından usulca geçip elbisenin karşısında durdu. Elbiseyi şöyle bir de yakından süzdü. Tam elini uzatıp, ona dokunacakken gözü bir anlığına kitaplığa takıldı. Şimdi ufak tefek eşyalar daha bir görünür hale gelmişti. Üzerinde üç beş kitap, bir yığın kâğıt, birkaç küçük biblo ve boyama kalemleri vardı kitaplığın. Ama onun dikkatini çeken asıl şey, yeni farkına vardığı çerçeve ve içindeki fotoğraftı. Eline aldığı çerçeveyi kandilin ışığına doğru çevirdi. Işığının vurmasıyla manzara berraklaşmıştı.

Yemyeşil bir bahçe, otların arasında bir kız çocuğu… Kendi yaşlarında… Gülümsüyor. “Ne kadar da tanıdık...”  Hafızası boşlukları tamamlamıştı bile. Mavi elbiseli, neşeli kız çocuğu ablasının ta kendisiydi. “Nasıl olur?..” Aklı iyice karışmıştı. Düzgün düşünemiyor, yaşadıklarına bir mana veremiyordu. Tavan arasına kaldırıldığını sandığı, ablasına ait yığınla eşya bir çukurun dibinde karşısına çıkmıştı. Şaşkınlığı giderek artıyordu. Üstelik içini derin de bir hüzün kaplamıştı. Sanki yıllardır kapalı kalmış bir sandığı açmış ama hazine bulmayı umarken nahoş bir sürprizle karşılaşmıştı. Fotoğrafı yakından incelemeye koyuldu. Ablasının yüzünü zihnindeki hayaliyle karşılaştırmaya çabaladı. Sesini, kokusunu hatırlamaya uğraştı. Onu ne çok özlediğini fark etti sonra. Kendisine kızdı bu kez. Neden bunca yıl unutmuştu onu, neden hatırasına sahip çıkmamıştı?.. Parmaklarını usulca çerçevenin üzerinde gezdirdi. Ona dokunmaya uğraştı boş yere. Bir öpücük kondurdu sonra alnına. Bir damla yaş süzülmüştü yanağına. İşte o anda korkunç bir darbe nefesini kesti. “Ah!..” Her şey bir anda olmuştu. Saniyeler içinde etinin yırtılma sesiyle, sırtından girmiş olan metalin soğukluğunu aynı anda fark etti. Bıçağın vücuduna girmesiyle çıkması bir olmuştu. Aynı şey birkaç kez daha tekrar etti. Zayıf bedeni rüzgâra tutulmuş bir yaprak gibi titriyordu. Ağzından boşalan kanla kırmızıya boyanan çerçeve yere ağır ağır düşerken, bedeninin iki güçlü el tarafından yakalandığını hissetti. Boş bir çuvalmış gibi sürükleniyor, yere damlayan kanının şıpırtıları kulaklarına ulaşıyordu. Güçlü eller iki büklüm bedenini tek bir hamleyle boş fıçının içine yuvarlayıverdi. Zihni bilinçle bilinçsizlik arasında gidip gelirken, hala yaşayıp yaşamadığının ayrımına varmaya çalışıyordu. Kendi kanının paslı kokusunu fark etti bir an. Demek ölmemişti hala. Birden üzerine çöken karanlıktan, fıçının kapağının kapatıldığını anladı. Sadece çatlakların arasından ince bir ışık sızıyordu. Aniden sarsıntıyla birlikte ritmik bir ses başladı. Tepesinde bir çekiç inip kalkıyordu. Birisi aceleyle kapağı çiviliyordu. Her şey bir anda olup bitmişti. Her şey bir anda olmuştu işte! Ya sonra?.. Sonra bir rüzgâr esti. Hafiften etraf bulanıklaştı; usulca uğultuya dönüşen sesler yavaş yavaş uzaklaştı. Kanının vücudundan çekildiğini hissediyor, bedenini saran soğuğa artık karşı koyamıyordu. Sadece ışığı görmek istedi son kez. Belleğindeki son şeyin karanlık olmasından korkmuştu. Can havliyle kalan gücünü topladı, başını kaldırdı, yüzünü son bir gayretle ışığa doğru uzattı. İşte “O AN” olanlar oldu. Çekiç durmuştu. Ritmik sesler kesildi. Fıçı artık sarsılmıyordu. O an babasıyla göz göze gelmişti.


11
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 14 Aralık 2016, 13:28:00 »
Bir uzay aracından ya da gezegenden mavi dünyamızı seyreden bir göz, tüm dünya ve içindekileri içine alabilir ve bir an olsun hiçbir varlık bu göz hapsinden kurtulmaya güç yetiremez.

Flannery O'connor'dan esin.

"... insan dışında bütün yaratıklar ölümsüzdürler; çünkü ölümden habersizdirler ... tanrısal, korkunç, anlaşılmaz olansa, kendi ölümsüzlüğünü bilmektir."

Jorge Luis BORGES, Ölümsüz

12
Sinema / Ynt: Arrival (2016)
« : 14 Aralık 2016, 10:21:27 »
Bay_Karamsar, teşekkürler..

13
Sinema / Ynt: Arrival (2016)
« : 13 Aralık 2016, 17:13:55 »
Alıntı
Tüm fikirlere saygı!.. Tamamen öznel değerlendirmelerimdir. Paylaşmıyor olmanız gayet normaldir. Paniğe gerek yok:)

Kayıp Rıhtım forumunda herhangi bir üye, genel olarak beğenilmiş bir filme bir başkası eleştiri getirince panik olmaz, kavga çıkarmaz :) Lütfen bizi internette yer etmiş forum kültürüyle değerlendirmeyin. Çünkü öyle değiliz.

Paniğe gerek yok :) Burada tartışmak için varız.

İlginize teşekkürler sayın yöneticim :)

Valla ne diyeyim. Üye olduğumdan bu yana ben de genelde öyle gördüm ve bu çok güzel. Ama sanırım genel ahval öyle ki bilinçaltımızda bu korkuyu yaratıyor maalesef. Tahammülsüzlükten, yapıcı olmayan kırıcı eleştirilerden, saygı yoksunluğundan her mecrada mustaribiz. Umarım yakın zamanda her şey hepimiz için daha iyi bir hal alır...

Neyse, bu vesileyle Kayıp Rıhtım'ı tekrar tebrik edeyim öyleyse :)


14
Sinema / Ynt: Arrival (2016)
« : 13 Aralık 2016, 16:31:09 »
Tüm fikirlere saygı!.. Tamamen öznel değerlendirmelerimdir. Paylaşmıyor olmanız gayet normaldir. Paniğe gerek yok:) Çok az miktarda da olsa spoiler içeriyor olabilir DİKKAT!
Önce beğendiğim kısımlardan başlayayım;
1- Filmin mesajı güzel. (iletişimin gücü-önemi, hayatın her yanıyla yaşanmaya değeceği, hamlığın her zaman zararlı olduğu…)
2-Gerilim ortamı güzel yansıtılmış. Özellikle ses efektleri izleyene o uzay gemisindeymiş hissi yaşatıyor.
3- Uzaylı tasarımı hoşuma gitti. Çünkü, şayet uzaylılar varsa bizim gibi 2 gözü, 2 kolu vs. olacağını düşünmeyenlerdenim.
4- Uzay ve uzaylı konusunun popüler kültüre bulanıp, sıradanlaştırılmamasını beğendim. İçinde barındırdığı gizem muhafaza edilmiş.
5- İzleyicide soru sorma, sorgulama, düşünme ihtiyacı uyandırmasını sevdim.
6- Filmin değişmeyen kendine has sıkıntılı atmosferini ilk bölümde beğendim, ikinci bölümde aynı atmosfer nasıl? Biraz kuşkularım var:)
Gelelim eleştirilere…
1- Baş karakterle güçlü bir empati kuramadığım için, duygusal olarak filmin hedeflediği ruh haline tam olarak giremedim. Sondaki sürpriz benim için yeterli olamadı. Sonuç; film beni çok etkilemedi.
2- Yan karakter çok yüzeysel çizilmiş. Aşk olayının inandırıcılığı yara almış. Biraz da iyiler pek iyi kötüler öööğh durumu olmuş. Belki karakterler açısından da daha güçlü bir atmosfer yaratılabilirdi.
3- Filmin sürpriz sonu baştan anlaşılamadığı için, filmin ikinci bölümü başkarakterin histeri krizi gibi geçiyor. Bu beni biraz sıktı. (bunlar hep empati eksikliği işte)
4- Sanki film mesajını verirken bu kadar drama boğulmasa daha mı iyi olurdu. (Biraz daha bk çekiyor insanın canı) Tamam lay lay lom bir film olmasın, insancıllıktan da kopmayalım ama bu kadar dram sonunda daha çoşkulu-etkili- bir final bekliyor insan. En azından izleyiciler arasında çok duygusal olmayan ferdleri de etkisi altına alabilecek bir son mesela..   
Sonsöz:  Kötü film mi? Kesinlikle hayır. Keşke her yıl bu kalitede 3-5 bk film olsa da gidip izlesek.

Sayfa: [1]